Sualar 2

  • Uploaded by: silverpen
  • 0
  • 0
  • February 2021
  • PDF

This document was uploaded by user and they confirmed that they have the permission to share it. If you are author or own the copyright of this book, please report to us by using this DMCA report form. Report DMCA


Overview

Download & View Sualar 2 as PDF for free.

More details

  • Words: 136,080
  • Pages: 361
Loading documents preview...
6

Şualar Mecmuası İKİNCİ KISIM Müellifi Said Nursî

(Onikinci Şua) Denizli Mahkemesi Müdafaanamesidir.

َ َ ‫ن‬ ِٰ ِ ‫سم‬ ‫ح‬ ِ ‫ن الَِر‬ ِ ‫ن‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ن وَ ا‬ ْ ‫الله ِه الَِر‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ِ‫ب‬ ْ َ ‫حيم ِ وَ بِهِ ن‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ُ ‫ستَعِي‬ ِ ٰ‫حم‬ ‫ه‬ ِ ِ‫مد‬ َ ِ‫ب‬ ْ ‫ح‬

Isparta Mahkemesine Müdde-i Umumi eliyle bir istid’adır. Bundan yeni harflerle makamata vermek için üç dört nüsha bana lazımdır. Kastamonu'da üç defa menzilimi taharri etmek için gelen iki müddeiumumî ve iki taharri komiserine ve üçüncüde polis müdürüne ve altı-yedi komiser ve polislere ve Isparta'da müddeiumumînin suallerine karşı söylediğim ve ehemiyetli bir kısmının sureti Kastamonu zabıtası ve adliyesinin elinde kalan aynı hakikat küçük bir müdafanamemin hülâsasıdır. Şöyle ki: Onlara dedim. Ben onsekiz,yirmi senedir münzevi yaşıyorum. Hem Kastamonu'da sekiz senedir karakol karşısında daima tarassud ve nezaret altındayım. Kaç defalar menzilimi taharri ettikleri halde dünya ile ve siyasetle hiç bir tereşşuh hiç bir emare görülmedi. Eğer karışık bir halim olsaydı. Ya bu Kastamonu adliyesi ve zabıtası ve hükümeti bilmedi. veyahut bildi aldırmadı. elbette benden ziyade onlar mes'uldürler. Eğer yoksa.. bütün dünyada kendi âhiretleriyle meşgul olan münzevilere ilişilmediği halde neden bana lüzumsuz vatan ve millet zararına bu derece ilişiyorsunuz? Biz Risale-i Nur şakirdleri Risale-i Nur'u değil dünya cereyanlarına belki kâinata da âlet edemeyiz. Hem Kur’ân bizi siyasetten şiddetle men'etmiş. Evet Risale-i Nur'un vazifesi hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çeviren küfr-i mutlaka karşı imanî olan hakikatleri gâyet kat'î olarak en mütemerrid zındık feylesofları dahi imana getiren Kuranî ve kuvvetli bürhanlarla Kur’âna hizmet etmektir. Onun için biz Risale-i Nur'u hiçbir şeye âlet edemeyiz. (Evvelâ) Kur’ânın elmas gibi hakikatlarını ehl-i gaflet nazarında bir propaganda-i siyaset tevehhümüyle cam parçalarına indirmemek ve o kıymetdar hakikatlara ihanet etmemektir. (Sâniyen) Risale-i Nur'un esas mesleği olan şefkat ve hak ve hakikat ve vicdan: bizleri şiddetle siyasetten ve idareye ilişmekten men etmiş. Çünki: tokada ve belaya müstehak ve küfr-i mutlaka düşmüş bir iki dinsize mukabil.. yedi-sekiz çoluk-çocuk hasta, ihtiyar ve masumlar bulunur. Musibet ve bela gelirse o bîçareler de yanarlar. Onun için..

7

neticenin husulü de meşkuk olduğu halde. Siyaset yoluyla idare ve asayişin zararına hayat-ı içtimaiyeye karışmaktan şiddetle men'edilmişiz. (Sâlisen) Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi bu acib zamanda anarşilikten kurtulmak için beş esas lâzım ve zarurîdir. Birincisi hürmet ikincisi merhamet üçüncüsü haramdan çekinmek dördüncüsü emniyet beşincisi serseriliği bırakıp itaat etmektir. Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı zaman bu beş esası kuvvetli ve kudsî bir surette tesbit ve tahkim ederek asayişin temel taşını muhafaza eder. Delili ise: yirmi sene zarfında yüz bin âdemi vatana ve millete zararsız birer uzv-ı nâfi' hükmüne getirmesidir. Isparta ve Kastamonu vilâyetleri bu hale şahiddir. Demek Risale-i Nur'un ekseriyet-i mutlaka eczalarına ilişenler herhalde bilerek veya bilmeyerek anarşilik hesabına vatana ve millete ve hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ederler. Risale-i Nur'un yüzotuz risalelerinin (iki üç hususileri müstesna olarak) bu vatana yüz yirmi yedi büyük faidesini ve hasenesini vehham ehl-i gafletin sathî nazarlarında kusurlu tevehhüm edilen iki-üç risalenin mevhum zararları çürütemez. Onları bunlar ile çürüten gâyet derecede insafsız ve zâlimdir. Amma benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurları ise: bilmecburiye istemeyerek derim ki: on sekiz sene müddetinde gurbette haps-i münferid hükmünde yalnız, ve münzevi olarak hayat geçiren(1). ve bu müddet zarfında ihtiyarıyla bir defa çarşıya ve mecma-ı nas büyük câmilere gitmeyen.(2) ve çok tazyik ve sıkıntı verildiği halde.. bütün emsali menfîlere muhalif olarak istirahatı için birtek defa hükûmete müracaat etmeyen.(3) ve yirmi sene zarfında hiçbir gazeteyi okumayan.(4).. ve dinlemeyen..(5) ve merak etmeyen..(6) ve tam sekiz sene Kastamonu'da bütün dostların şehadetiyle küre-i arz yüzündeki boğuşmaları ve harbleri ve sulh olmuş veya olmamış ve daha kimler harb ettiklerini ikisene ve yedi aydır bilmeyen..(7) ve merak etmeyen..(8) ve sormayan..(9) ve üç sene yakınında konuşan radyoyu üç defadan başka dinlemeyen..(10) ve hayat-ı ebediyeyi imha eden ve hayat-ı dünyeviyeyi dahi elem içinde eleme ve azab içinde azaba çeviren küfr-i mutlaka karşı galibane Risale-i Nurla mukabele ettiğine onun ile imanlarını kurtaran yüzbin şahidin şehadetiyle isba eden..(11) ve Kur’ândan tereşşuh eden Risale-i Nur ile ölümü yüzbin âdem hakkında i'dam-ı ebedîden terhis tezkeresine çeviren bir âdeme..(12) bu derece ilişmek ve me'yus etmek ve onu ağlatmakla o masum yüzbinler kardeşlerini ağlatmaya hangi kanun var? Hangi maslahat var? Adalet namına emsalsiz bir gadr olmaz mı? Ve kanun hesabına emsalsiz

8

bir kanunsuzluk değil mi? Eğer bu taharrilerde bazı vazifedar memurların itiraz ettikleri gibi derseniz ki: Sen ve bir iki risalen rejime ve usûlümüze muhalif gidiyorsunuz? (Elcevab) (Evvela) Usûlünüzün münzevilerin çillehanelerine girmeğe hiçbir hakkı yoktur. (Sâniyen) Bir şeyi reddetmek ayrıdır. kalben kabul etmemek ayrıdır. ve amel etmemek bütün bütün ayrıdır. Ehl-i hükûmet ele bakar. kalbe bakamaz. İdareye ve asayişe (R.A.) ilişmeyenler her hükûmette bulunur. Hattâ Hazret-i Ömer'in taht-ı hâkimiyetindeki hristiyanlar kanun-ı şeriatı ve Kur’ânı inkâr ve Peygamber Aleyhisselatü Vesselama adavet ettikleri halde onlara ilişilmiyordu. Hürriyet-i fikir ve serbestiyet-i vicdan düsturuyla Risale-i Nur'un bir kısım şakirdleri idareye dokunmamak şartıyla rejim ve usûlünüzü ilmen kabul etmezse ve muhalif amel etse hattâ rejimin sahibine adavet de etse onlara kanunen ilişilmez. Risaleler ise o gibi risalelere mahrem demişiz. neşrini men'etmişiz. Hattâ bu defa bu hâdiseye sebebiyet veren risale beşinci şuadır. Kastamonu'da sekiz sene zarfında bir veya iki defa birtek nüsha birisi bana getirdi. Aynı günde kaybettirdik. Malûmdur ki: bir mektubda kusur olsa yalnız o kusurlu kelimeler sansür edilir. mütebâkisinin neşrine izin verilir. Eskişehir Mahkemesinde dört ay tedkikat neticesinde yüz Risalede medar-ı tenkid yalnız onbeş kelime bulmaları kat'î isbat eder ki:Risale-i Nura ilişilmez. Onun hedefi dünya değil. Herkes ona muhtaçtır. Eğer dinsizliği bir nevi siyaset zannedip bu hâdisede bazıların dedikleri gibi derseniz. Sen bu risalelerle medeniyetimizi ve keyfimizi bozuyorsun? Ben de derim ki: (Dinsiz bir millet yaşamaz ve yoktur.) Dünyaca bir umumî düsturdur. Ve bilhassa küfr-i mutlak olsa Cehennem'den daha elîm bir azabı dünyada dahi verdiğini Risale-i Nur'dan Gençlik Rehberi gâyet kat'î bir surette isbat etmiş. O risale ise bu defa taharride elinize geçen risaleler içinde ve Miftah-ül İman risalesinin ahirinde bir kısım nüshalarında vardır.Bir müslüman el'iyazü billah eğer irtidad etse.. küfr-i mutlaka düşer. Ve bir derece yaşatan küfr-i meşkukta kalmaz. Ecnebi dinsizleri gibi olamaz. Ve lezzet-i hayat noktasında mazi ve müstakbeli olmayan hayvandan yüz derece aşağı düşer. Çünki: geçmiş ve gelecek mevcudatın ölümleri ve ebedî müfarakatları onun dalaleti cihetiyle onun kalbine mütemadiyen hadsiz karanlıkları ve elemleri yağdırıyor. Eğer iman gelse kalbine girse o hadsiz ölüler diriliyorlar. Biz ölmemişiz. Mahv

9

olmamışız. lisan-ı halleriyle dediklerinde o cehennemî haleti cennet lezzetine çevrilir. Madem hakikat budur sizlere ihtar ediyorum. Kur’âna dayanan Risale-i Nurla mübareze etmeyiniz. O mağlub olmaz. Fakat bu memlekete yazık olur. O başka yere gider. Tenvir eder. Hem eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa.. hergün biri kesilse hakikat-ı Kur’âniyeye feda olan bu başı zındıkaya ve küfr-i mutlakaya eğmem. Ve bu hizmet-i imaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem. Diye o üç kısım taharricilere söylediğim gibi sizlerede söylüyorum. Yirmi seneden beri münzevi olan bir münzevinin elbette ifadedeki kusurlarına bakılmaz. Mevkuf Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Ramazan-ı şeriften bir gün evvel: gizli zındık düşmanlarım beni zehirledikleri zaman hastalığımın şiddetinden doktorun ihbarıyla hararetim kırk dereceden geçtiği sırada.. bu hadise başıma geldi. Bu da kaza-yı ilahidir. diye teslimiyetle sabır ettim. Aynı bu senenin َ ِ ‫حك ْم ِ َرب‬ َ َِ ‫ك فَاِن‬ َ ِ ‫مدِ َرب‬ tarihini gösteren (‫ك‬ ُ ِ ‫صبِْر ل‬ َ ِ‫ح ب‬ ْ ِ ‫سب‬ َ َ ‫ك بِاَع ْيُنِن َا و‬ ْ ‫ح‬ ْ ‫ )وَا‬Âyeti bütün bu müşkilata karşı aynı bu senenin tarihini gösterdiği tesellisi beni kurtardı. Bu kaza-yı ilahinin bir sebebi, yeni talebelerden bir kısım zatlar hem benden uzak hem sırrı ihlasa muvaffak olamadıkları için.. dünya cihetini Risale-i Nur ile arzu ettiklerinden bazı menfaat rakipleri.. yirmi beş sene evvel aslı yazılan ve sekiz sene zarfında bir veya iki defa elime geçen ve aynı vakitte kaybettirilen beşinci şua’ bir yerde ele geçmesiyle o kıskançlar onun ile adliyeyi evhamlandırdılar. Hem aynı vakitte benim muvafakatim olmadan tabedilen ve nüshaları gelmiş olan yedinci şua’ o beşinci şua’ zannedilerek hükümete aksetmiş. İki mesele birbiriyle karıştırılmış. Güya: kanun-ı medeniye karşı bizde bulunmayan o mahrem risale tabedilmiş diye ehl-i garaz bir habbeyi yüz kubbe yaparak gadran bizleri şu hapishaneye sokturmaya sebebiyet verdiler. Ehl-i dünyanın evhamına karşı deriz. Matbu’ yedinci şua’ başdan ahire kadar imandır. Âhirete bakar. Aldanmışsınız. ve gâyet mahrem tutulan, ve şiddetli teharrilerde bizde elde edilmeyen. ve aslı yirmi beş sene evvel yazılan. ve Ehadis-i Müteşabiheyi inkardan kurtarmak niyetiyle. ve zayıfların imanlarını takviye etmek fikriyle: Dar-ül Hikmet-ül İslamiyede bulunduğum zamanlarda aslı yazılan beşinci şua’ bütün bütün ayrıdır. Biz bu risalenin değil tabına belki bu zamanda hiç kimseye gösterilmesine razı olamamakla beraber bu risalede hadisin işaratıyla verdiği haberler doğru çıkmış. ve bazı fertleri bu zamanda çıkmış gibi mana verilebilir. veya yanlış tavehhüm edilir diye

10

şiddetle saklandı. O risalede de hadisin ihbarat-ı gaybiyesi var. Külli bir surettedir. Şahısları tayin etmiyor. Biz de tayin etmemişiz. Yalnız o hadisin külliyetine dahil olabilir bazı şahıslara tatbik etmemek için neşredilmedi. Hem o risale mübareze etmiyor. İhbar ediyor. ve mühim noktalarda imanı kurtarıyor. [Elhâsıl] Asya’da hüküm süren bir hükümet küfr-i mutlakı mağlup eden Risale-i Nurla mübareze edemez. Onunla musalahaya mecburdur. Bu milletin ekmek gibi onun hakikatlerine ihtiyacı bulunduğunu pek kuvvetli delillerle ispat etmeye hazırım. Madem Eskişehir mahkemesi mahrem ve gayr-i mahrem yüz risaleyi dört ay tetkikten sonra yalnız bir iki risalede hafif bir cezaya temas edecek bir iki noktadan başka mucib mesuliyet bir şey bulmamış. ve biz dahi o cezayı muzaaf bir surette çektik. ve madem bir sene evvel Risale-i Nurun bütün eczaları Isparta hükümetinin eline geçti. Birkaç ay tahkikten sonra sahiplerine iade edilmiş ve madem cezadan sonra Kastamonu’da sekiz sene zarfında şiddetli teharriyatta zabıtayı ve adliyeyi alakadar edecek bir tereşşüh bulunmamış. ve madem bu son teharride hiç bulunmayacak ve neşredilmeyecek bir tarzda birkaç sene evvel odun yığınları altında saklanmış olduğu göründü. ve heyet-i zabıtaca tahakkük etti. ve madem Kastamonu’da polis müdürü ve adliyesi o saklanmış zararsız kitaplarımı bana iade etmek üzere kati söz verdikleri halde. ikinci gün birden Isparta’dan tevkif emri geldiğinden daha o emanetlerimi almadan sevk edildim. Elbette ve elbette bu beş hakikate binaen Denizli adliyesi ve müdde-i umumisi.. benim çok ehemmiyetli bu hukukumu nazar-ı dikkate almaları vazifelerinin muktezasıdır. ve hukuk-ı umumiyeyi müdafaa eden müdde-i umumiden Risale-i Nur münasebetiyle ehemmiyetli bir hukuk-ı amme hükmüne geçen bu şahsi hukukumu da müdafaa edeceğine ümitvarım ve bekliyorum. Yirmiiki seneden beri hayat-ı ictimaiyeden çekilen. ve şimdiki kanunları ve tarz-ı ifadeyi bilmeyen.. ve Denizli adliyesine itimat ederek bütün işlerini o mahkemenin insafına havale eden.. ve Eskişehir mahkemesinde cerh edilmez yüz sahife müdafaatımı bu mahkemeye karşı da aynen takdim eden.. ve o zamana kadarki kusurlarının cezasını çeken.. ve ondan sonra Kastamonu’da mütemadiyen tarassud ve haps-i münferit tarzında yaşayan hasta, garip, ihtiyar tecrid-i mutlak içinde bulunan Said Nursî

11

[ Hatime ] Yeni Said dünyadan yüzünü çevirdiği için ehl-i dünya ile,siyasiler ile konuşmayı müdafaayı mecburiyet-i katiye olmadan yapmıyor. Velüzum görmüyor. Fakat bu mes'elede çok masum rençber âdemler bizimle az münasebetiyle tevkif edilerek iş zamanında çolukçocuklarına nafaka tedarik edemediklerinden şiddetle rikkatime dokundu. Derinden derine beni ağlattırdı. Eğer mümkün olsaydı. Onların bütün zahmetlerini kendim alırdım. Zâten bir kusur varsa benimdir. Onlar masumdurlar. İşte bu elîm halet-i ruhiye içinde Yeni Said'in sükûtuna rağmen eski Said diyorki: Madem Isparta müddeiumumîsinin yüz lüzumsuz suallerine bîçare Yeni Said cevab veriyor. Ben deİsparta mahkemesinden değil,belki dokuz sene evvel başta Şükrü Kaya olarak dâhiliye vekaletinden ve şimdiki adliye vekaletinden hukukumuzu müdafaa niyetiyle (üç sual) sormak benim hakkımdır. (Birincisi) Risale-i Nur talebesi olmayan ve yanında yalnız âdi bir mektub bulunan Eğirdir'li bir âdemin jandarma çavuşu ile.. vukuatsız bir münakaşa-i lisaniyesi bahanesiyle beni ve yüzyirmi âdemi tevkif ile dört ay mahkeme tetkikattan sonra onbeş bîçareden başka bütün beraet kazanmakla masumiyetleri tahakkuk eden yüzden ziyade âdemlere binler lira zarar vermek hangi kanun iledir?Ve imkânatı vukuat yerinde istimal etmek adaletin hangi düstüruyladır? (İkinci Sual) (‫رى‬ ْ ُ ‫ )وَل َ تَزُِر وَازَِرة ٌ وِْزَر ا‬ferman-ı esasîsi ile bir kardeşin َ ‫خ‬ hatasıyla diğer öz kardeşi mes'ul olmadığı halde yanlış mana verilmemek için neşrini kat'iyen men'ettiğim..(1) ve sekiz sene zarfında bir veya iki defa elime geçen..(2) ve aynı vakitte kaybettirilen..(3) Ve Yirmibeş sene evvel aslı yazılan..(4) ve ehemmiyetli noktalarda imanı şübhelerden..(5) ve manaları anlaşılmayan bir kısım müteşabih hadîsleri inkârdan kurtaran..(6) bir küçük risalenin bizden uzak bir yerde..(7) bilmediğimiz bir âdemde..(8) bulunmasıyla ve yanlış mana verilmesiyle bizleri bu Ramazan-ı Şerifte ve otuz kırk masum rençber ve esnafları.. hattâ âdi ve eski bir mektub ile..Ve on sene evvel bize bir dostluğu münasebetiyle tevkif edip perişan etmek..(9) ve maddeten ve manen onlara ve vatana ve millete lüzumsuz bir evham yüzünden binler zarar vermek..(10) hangi adalet kanunu iledir? Adliyenin hangi maddei kanuniyesiyledir? Ayağımızı yanlış atmamak için o kanunları bilmek istiyoruz. Evet bu tevkifimizin bir sırrının bir hakikatı şudur ki: Bir kısım hadîslerin manası ve tevili bilinmemesinden akıl kabul etmiyor diye inkâr edenlere karşı.. avamın imanını kurtarmak fikriyle çok zaman evvel Dâr-ül Hikmet-i İslâmiyede iken aslı yazılan

12

Beşinci Şua farz-ı muhal olarak dünyaya ve siyasete baksada ve bu zamanda yazılsada madem gizlidir. (1) Neşr edilmiyor. (2) Ve taharriyatta bizde bulunmadı. (3) ve gaybî haberleri doğrudur. (4) ve imanî şübheleri izale eder. (5) ve asayişe dokunmuyor. (6) ve mübareze etmiyor. (7) Ve yalnız ihbar eder (8) ve şahısları tayin etmiyor. (9) ve ilmî bir hakikatı küllî bir surette beyan ediyor.. (10) Elbette o külli hakikat-ı hadîsiye.. bu zamanda dahi bir kısım şahıslara mutabık çıksa ve münakaşaya sebeb olmamak için tam mahrem tutulsa.. (11) adalet cihetinde hiçbir vecihle suç teşkil etmez.. (12) Hem bir şeyi reddetmek ayrıdır ve ilmen kabul etmemek veya amel etmemek bütün bütün ayrıdır. O risale yakın bir istikbalde gelecek bir rejimi ilmen kabul etmiyor. diye bir suç olduğuna dair dünyada adliyelerin bir kanunu bulunduğna hiçbir ihtimal vermiyoruz. (Üçüncü sual) Bir mektubun yirmi kelimesinde beş kelime kusurlu görülse.. o beş kelime sansür edilir. Mütebâkisine izin vermek bir düstur-ı umumi iken.. Eskişehir Mahkemesi'nin dört ay tedkikinden sonra yüzbin kelime içinde zahirî nazarda zararlı tevehhüm edilen yalnız onbeş yirmi kelimeden başka bulmamasıyla ve şimdiye kadar yüzbinler âdemin ıslahına vesile olmasıyla vatana ve millete bin büyük menfaatı tahakkuk eden Risale-i Nur'a küçük bir hizmet yapan ve kendi imanını kurtardığı için bir risalesini yazan.Hatta Abdullah Çavuş gibi onbeş sene evvel yalnız şahsıma yemek pişirmek gibi sırf.. rıza-yı İlahî için hizmet eden bîçareleri bu iş mevsiminde taht-ı tevkife almak.Hükûmet-i cumhuriyenin hangi prensibiyle kabil-i tevfik olabilir? Ve hangi kanunu müsaade etmeğe imkânı var? Madem cumhuriyet prensipleri hürriyet-i vicdan kanunuyla dinsizlere ilişmiyor. Elbette mümkün olduğu kadar dünyaya karışmayan ve ehl-i dünya ile mübareze etmeyen ve âhiretine ve imanına ve vatanına dahi nâfi' bir tarzda çalışan dindarlara ilişmemek gerektir.Ve elzemdir. Bin seneden beri bu milletin gıda ve ilâç gibi.. bir hacet-i zaruriyesi olan takvayı ve salahatı bu mazhar-ı enbiya olan Asya'da hükmeden ehl-i siyaset yasak etmez ve edemez.Biliyoruz. Yirmi seneden beri münzevi yaşayan ve yirmi sene evvelki Said'in kafasıyla sorduğu bu suallerde bu zamanın tarz-ı telakkisine uygun gelmeyen kusurlarına bakmamak insaniyetin ُ ‫م الْوَكِي‬ ِٰ ‫سبُنَا‬ muktezasıdır. (‫ل‬ َ ) derim. ْ ‫ح‬ َ ْ‫الل ُهه وَنِع‬ Mevkuf Said Nursî

13

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Bir Cuma gününün birkaç saatinin mahsulüdür.

Müdde-i Umumi bey hazretleri.. Yirmi senedir hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhassa böyle resmî ve ince ve siyasî hayatı terketmişim. O hallere karşı alınması lâzım gelen vaziyeti bilemiyorum ve düşünemiyorum.Ve düşünmesi beni cidden incitiyor. Fakat mecburiyetle İsparta'da insafsız bir müddei umuminin intizamsız ve lüzumsuz mükerrer pekçok suallerine verdiğim cevabların hâtimesinde ve hülâsasında sorgu hakiminin zaptına geçmiş ve ayrıca size verilmiş olan intizamsız müdafaatımda ve istid'amda belki saded haricinde ve luzumsuz tekrarat ve intizamsızlık ve aleyhime dönecek şiddetli tabirler ve bilmediğim yeni kanunlara muhalif ifadeler bulunabilir. Fakat madem hakikat üzere gidiyor.Hakikatın hatırı için..O kusurlara bakmamak gerektir. O istid'a daki beyanatım (beş esas üzere) gidiyor. (Birincisi) Madem hükûmet-i cumhuriye cumhuriyetteki hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmiyor. Elbette dindarlara ve takvacılara da ilişmemesi gerektir. (Dinsiz bir millet yaşamaz). (Asya din noktasında Avrupa'ya benzemez.) (Ve İslâmiyet hayat-ı şahsiye ve uhreviye cihetinde hristiyanlığa uymaz.) (ve dinsiz bir müslüman başka dinsizler gibi olmaz.) (Ve bu bin seneden beri dünyayı diyanetiyle ışıklandıran ve bütün dünyanın tehacümatına karşı salabet-i diniyesini kahramanane muhaza eden bu vatandaki milletin bir ihtiyac-ı fıtrîsi hükmüne geçen diyanet ve salahat ve bilhassa iman hakikatlarının öğrenmesi yerini..Hiçbir terakkiyat, hiçbir medeniyet tutamaz.Ve o ihtiyacı onlara unutturamaz.) Elbette bu vatandaki millete hükmeden bir hükûmet.. Risale-i Nur'a adalet ve kanun ve asayiş cihetinde ilişmez ve iliştirmemeli. (İkinci Esas) Madem bir şeyi reddetmek başkadır.Ve o şeyi kalben kabul etmemek başkadır. Ve onun ile amel etmemek..Bütün bütün başkadır.Ve her hükûmette şiddetli muhalifler bulunur.Ve Mecusi hâkimiyeti altında Müslümanlar ve hükûmet-i İslâmiye-i Ömeriyede Yahudiler ve Hristiyanlar bulunmuş.Vve asayişe ve idareye ilişmeyenlerin hürriyet-i şahsiyesi her hükûmette vardır.Ve ilişilmez.ve hükûmet ele bakar.Kalbe bakmaz. Ve madem asayişe ve idareye ve siyasete ilişmek isteyen herhalde hiç şübhesiz gazetelerle ve dünya hâdisatı ile alâkadar olacak.Tâ kendine yardım eden cereyanları vaziyetleri, hâdisatı bilsin.Tâ yanlış ayağını atmasın. Risale-i Nur ise..Şakirdlerini o derece bunlar gibi şeylerden men'etmiş ki:Bütün yakın dostlarım biliyorlar ki..Yirmi senedir değil gazeteleri okumak belki sormasını ve merak etmesini ve düşünmesini bana terkettirmiş. Ve iki sene iki aydır

14

kat'iyen dünya harblerinden ve vaziyetlerinden hiçbir haber almayacak derecede beni hayat-ı içtimaiyeden çekmiş. Elbette ve elbette hikmet-i hükûmet..Ve kanun-ı siyaset ve düstur-ı adalet..Bana ve benim gibi kardeşlerime ilişemez.Ve ilişen herhalde ya evhamından veya garazından veya inadından ilişir. (Üçüncü Esas) Isparta müdde-i umumîsinin yanlış bir mana ile Beşinci Şua'a dair suallerinde kanun hesabına değil.Belki ölmüş şahsın dostluğu taassubu hesabına..Manasız ve lüzumsuz itirazları sebebiyle bu gelecek uzunca tafsilâtı vermeğe mecbur oldum. Evvelâ: Bu Beşinci Şua'ı biz mahrem tutuyoruz. Hem neşr etmiyoruz. Hem bütün taharrilerde bende bulunmadı. Hem sekiz senede bir iki defa bir iki saat elime geçti.Hem maksadı yalnız avamın imanlarını şübhelerden ve müteşabih hadîsleri inkârdan kurtarmaktır. Dünya cihetine üçüncü dördüncü derecede dolayısıyla bakar. Hem verdiği gaybi haberler doğrudur. Hem ehl-i siyaset ve dünya ile mübareze etmiyor. Yalnız ihbar eder. Hem şahısları tayin etmiyor. Küllî bir surette bir hakikat-ı hadîsiyeyi beyan eder. (Fakat gizli ellerde gezdiği için bir iki hâşiye bilmediğimiz bazı zatlar tarafından ilave edilerek o küllî hakikatı bu asırdaki dehşetli bir şahsa tam tatbik etmişler.) Onun için bu senelerde te'lif edilmiş zannıyla itiraz ettiler. Hem o risalenin aslı Dâr-ül Hikmette bulunduğumdan daha eskidir. Yalnız bir zaman sonra tanzim edildi. Risale-i Nur'a girdi. Şöyle ki.. Hürriyetten evvel İstanbul'a geldim. O zaman Japonya'nın baş kumandanı İslâm ülemasından dinî bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle sual ettiler. Ezcümle bir hadîste (Âhirzamanın dehşetli bir şahıs sabah kalkar.Alnında (‫ر‬ ٌ ِ‫ )هَذ َا كَاف‬yazılmış) ulunur.Hadîs var diye benden sual ettiler. Dedim bir acib şahıs bu milletin başına geçer. Ve sabah kalkar başına şapka giyer. Ve giydirir. Bu cevabdan bunu sordular. Acaba o zaman onu giyen kâfir olmaz mı? Dedim şapka başa gelecek. Secdeye gitme diyecek. Fakat baştaki iman o şapkayı da secdeye getirecek. Müslüman edecek inşallah. Sonra dediler. Aynı şahıs bir su içecek. Onun eli delinecek. Ve bu hâdise ile Süfyan olduğu bilinecek.Ben de cevaben dedim. Bir darb-ı mesel vardır ki: Çok israflı âdeme eli deliktir. Yani elinde mal.. Durmaz.. Akar. zayi' olur. deniliyor. İşte o dehşetli âdem. Bir su olan rakıya mübtela olacak. Ve onunla hasta olacak. Ve kendisi hadsiz israfata girecek. Başkalarını da alıştıracak. Sonra birisi sordu ki:

15

O süfyan öldüğü zaman İstanbul'da Dikili Taş'ta şeytan dünyaya bağıracak ki süfyan öldü. Ben o vakit dedim. Telgrafla haber verilecek. Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim. Dâr-ül Hikmet'te iken dedim. Şeytan gibi radyo ile dünyaya işittirilecek. Sonra Sedd-i Zülkarneyn ve Ye'cüc ve Me'cüc ve dabbet-ül arz ve Deccal ve nüzul-i İsa (Aleyhisselam) hakkında sualler sorulmuştu. Ben de cevab vermiştim. Hattâ eski risalelerimde onlar kısmen yazılmışlardır. Bir zaman sonra Mustafa Kemal iki defa şifre ile Vanın valisi ve benim dostum Tahsin Bey'in vasıtasıyla.. Beni Ankara'ya taltif için (Neşr edilen hutuvatı sitte'ye mükafaten) celb etti. gittim. Şeyh Sünusî Kürdçe lisanı bilmediğinden.. beni onun yerinde üçyüz lira maaşla vilayat-ı şarkıye vaiz-i umumî hem meb'us yapmak. hem diyanet riyaseti dairesinde Dâr-ül Hikmet a'zalarıyla beraber eski vazifemle memnun etmek. ve benim Van'da temelini attığım Medreset-üz Zehra ve şark dâr-ül fünunuma Sultan Reşad'ın verdiği ondokuz bin altun lirayı yüzellibin banknota iblağ ederek ikiyüz meb'us içinde yüzaltmış üç meb'usun imzasıyla kabul edildiği halde: ben Beşinci Şua'ın aslının verdiği haberin bir kısmını orada bir âdemde gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım. Ve bu âdemle başa çıkılmaz ve mukabele edilmez diye.. dünyayı ve siyaseti ve hayat-ı içtimaiyeyi terk edip yalnız imanı kurtarmak yolunda vaktimi sarfettim.Yalnız bazı zâlim ve insafsız memurlar. bana dünyaya bakacak iki-üç risaleyi yazdırdılar. Sonra bazı zâtlar âhirzaman hâdisatını haber veren müteşabih hadîsleri sual etmek münasebetiyle o eski risalenin aslını tanzim ettim. Risale-i Nur'un Beşinci Şuaı namını aldı. Risale-i Nur'un numaraları te'lif tertibiyle değil. Meselâ Otuzüçüncü Mektub Birinci Mektub'dan daha evvel te'lif edilmiştir. bu Beşinci Şua'nın aslı gibi Risale-i Nur'un bir kısım eczaları Risale-i Nur'dan evvel te'lif edilmiş. Her ne ise: Bu makamda Isparta müddeiumumîsinin Mustafa Kemal dostluğu taassubuyla kanunsuz ve lüzumsuz ve yanlış itirazı ve sualleri.. beni saded harici izahatı vermeğe mecbur etti.. Ben onun adliye kanunu namına tamamen şahsî ve kanunsuz bir sözünü misal olarak beyan ediyorum. Dedi. "Beşinci Şua'da sen hiç kalben nedamet etmedin mi ki.. onu rakıdan ve şarabdan su tulumbası gibi tabirlerle tezyif etmişsin. Ben bu bütün manasız ve yanlış dostluk taassubuna mukabil derim. Kahraman ordunun. zaferi ve şerefi ona verilmez. yalnız bir hissesi olabilir. Nasılki ordunun bütün ganîmeti, malları,

16

erzakları bir kumandana verilse zulümdür. dehşetli bir haksızlıktır. Evet nasıl o insafsız müdde-i umumî o çok kusurlu âdemi sevmemekle beni ittiham etti. âdeta vatan haini yaptı. Ben de onu orduyu sevmemekle ittiham ediyorum. Çünki bütün şerefi ve manevî ganîmeti o dostuna verip orduyu şerefsiz bırakıyor. Hakikat ise: müsbet şeyler, haseneler ve iyilikler cemaate orduya tevzi edilir. ve menfî olan şeyler tahribat ve kusurlar başa verilir. Çünki bir şeyin vücudu bütün şeraidin ve erkânının vücudu ile olur ki: kumandan yalnız bir şarttır. Ve o şeyin ademi ve bozulması ise bir şeyin ademiyle ve bir rüknün bozulması ile mahvolur. bozulur. O fenalık başa ve reise verilebilir. İyilikler ve haseneler ekseriyet ile müsbet ve vücudîdir. Başlar sahib çıkamazlar. Fenalıklar ve kusurlar ademîdir ve tahribîdir. Reisler mes'ul olurlar. Hak ve hakikat böyle iken: nasılki bir aşiret fütuhat yapsa Âferin Hasan Ağa denilir.Eğer mağlub olsa: tuh diye aşiret tezyif edilir. bütün bütün hakikatın aksine hükmedilir. Aynen öyle de beni ittiham eden o müddeî bütün bütün hakkın ve hakikatın aksine bir hatasıyla güya adliye namına hükmetti. Aynen bunun hatası gibi. Eski harb-i umumîden evvel ben Van'da iken bazı dindar ve müttaki zâtlar yanıma geldiler. Dediler ki: Bazı kumandanlarda dinsizlik oluyor. gel bize iştirak et. Biz bu münafık reislere itaat etmeyeceğiz.Ben de dedim. O fenalıklar ve o dinsizlikler o gibi kumandanlara mahsustur. Ordu onlerla mes'ul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki yüzbin evliya var. Ben bu orduya karşı kılınç çekmem. size iştirak etmem. O zâtlar benden ayrıldılar. kılınç çektiler. neticesiz Bitlis hâdisesi vücuda geldi. Az bir zaman sonra harb-i umumî patladı. O ordu: din-i İslam namına harbe iştirak etti. cihada girdi. O ordudan yüzbin şehid evliya mertebesine çıktılar. beni o davamda tasdik ettiler. kanlarıyla velâyet fermanlarını imzaladılar. Her ne ise: biraz uzun söylemeye mecbur oldum. Çünki: hiçbir hissiyatla ve haricî tesiratla müteessir olmamak mahiyetinin kat'î bir hassası bulunan adalet hakikatı namına böyle cüz'î ve hata hissiyat ve tarafgirlik ile bize ve Risale-i Nur'a karşı müzeyyifane hareket eden Isparta müddeiumumîsinin acib vaziyeti beni bu uzun ifadeye sevketti. (Dördüncü Esas) Eskişehir Mahkemesi yüzer risaleleri ve mektubları dört ay tedkikten sonra yalnız yüzyirmi âdemden onbeş âdeme altışar ay ceza ve bana da yüz risaleden yalnız bir-iki risaledeki onbeş kelime ile bir sene ceza verebildi.

17

Tarîkatçılık ve cem'iyetçilik ve şapka mes'elelerinden beraet ettirdiler. Ve biz dahi o cezayı çektik. Ondan sonra Kastamonu'da çok defa taharrilerde hiçbir ilişiğimizi bulmadılar. Ve geçen sene Isparta'da mahrem ve gayr-ı mahrem Risale-i Nur'un bütün eczaları bilâ-istisna hükûmetin eline geçti. Üç ay tedkikten sonra umumu sahiblerine iade edildi. Madem hakikat budur. Beni ve Risale-i Nur'un şakirdlerini ittiham eden ve o gibi âdemler ve kanun namına kanunsuz ve garaz ve hissiyatla bizi muahaze edenler.. elbette bizden evvel hem Eskişehir Mahkemesini hem Kastamonu hükûmetini ve zabıtasını hem Isparta Adliyesini ittiham edip onları varsa suçumuza tam teşrik ediyorlar. Çünki bir suçumuz olsa idi bu üç-dört hükûmet yakınında çok zaman tecessüsüyle görmedi. veya aldırmadı. bizden ziyade onlar suçlu olurlar. Halbuki: bizde dünyaya karışmak arzusu bulunsaydı böyle sinek vızıltısı gibi değil.. top güllesi gibi ses ve patlak verecekti. Divan-ı Harb-i Örfî'de.. ve Mustafa Kemal hiddetine karşı divan-ı riyasette.. şiddetli ve dokunaklı müdafaa eden bir âdemi.. onsekiz sene zarfında kimseye his ettirmeden ve sızdırmadan dünya entrikalarını çeviriyor diye onu ittiham eden elbette bir garaz ile eder. Biz Denizli mahkemesinden ve müddeiumumîsinden ümid ederizki: bizi böylelerin ıgrazından kurtarsın. hakikat-ı adaleti göstersin. (Beşinci Esas) Risale-i Nur şakirdlerinin mümkün olduğu kadar siyasete ve idare işine ve hükûmetin icraatına karışmamak.. bir düstur-ı esasîleridir.. Çünki hâlisane hizmet-i Kur’âniye onlara her şeye bedel kâfi geliyor. Hem şimdi hükmeden..çok kuvvetli cereyanlar içinde hiç bir kimse istiklaliyetini ve ihlasını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak. Ve kendi dünyevî maksadına âlet edecek. O hizmetin kudsiyetini bozacak. Hem maddî mübarezede şu asrın bir düsturu olan eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdad ile birinin hatasıyla onun masum çok tarafdarlarını ezmek lâzım gelecek. Yoksa mağlub düşecek. Hem dünya için dinini bırakan veya âlet edenlerin nazarlarında Kur’ânın hiçbir şeye âlet olmayan kudsî hakikatları bir propaganda-i siyasette âlet olmuş tevehhüm edilecek. Hem milletin her tabakasının muvafıkının ve muhalifinin memurunun ve âmisinin hisseleri var. ve onlara muhtaçtırlar. Risale-i Nur şakirdleri mezkur sebebler yüzünden tam bîtaraf kalmak için: siyaseti bırakmak ve hiç karışmamak lâzım gelmiştir. (Altıncı Esas) Bu mes'elede benim şahsımın veya bazı kardeşlerimin kusurlarıyla Risale-i Nur'a hücum edilmez. O doğrudan doğruya Kur’ân ile bağlanmış. Kur’ân da arş-ı a'zamla bağlıdır. Kimin haddi varki elini oraya uzatsın. ve o kuvvetli ipleri çözsün.

18

Hem bu memlekete maddî ve manevî bereketi ve fevkalâde hizmeti otuzüç âyât-ı Kur’âniyenin işaratıyla ve İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'ın üç keramet-i gaybiyesi ile ve Gavs(K.S.) ı A'zam'ın kat'î ihbarıyla tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur bizim âdi ve şahsî kusurlarımızla mes'ul olmaz.Ve olamaz. Ve olmamalı. Yoksa bu memlekete hem maddî hem (Hâşiye) manevî telafi edilmeyecek derecede zarar olacak. . Bazı zındıkların şeytanetiyle Risalei Nur'a karşı çevrilen plânlar ve hücumlar inşâallah bozulacaklar.Ve onun şakirdleri başkalara kıyas edilmezler. Eğer maddî müdafaadan Kur’ân men'etmeseydi. Bu milletin can damarı hükmünde olan ve umumun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan o şakirdler.. Şeyh Said ve Menemen hâdiseleri gibi cüz'î ve neticesiz hâdiselerle bulaşmazlar. Allah etmesin. Eğer mecburiyet-i kat'iye derecesinde onlara zulmedilse ve Risale-i Nur'a hücum edilse.. Elbette hükûmeti iğfal eden zındıklar ve münafıklar bin derece pişman olacaklar. (Elhâsıl) Madem biz ehl-i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz. Onlar da bizim âhiretimize ve imanî hizmetimize ilişmesinler. ___________

___________

(Hâşiye):

_________________

Bu istid'a Kastamonu zelzelesinden yirmi gün evvel yazılmıştı. Risale-i Nur’un bereketiyle her vilâyetten ziyade orası afattan mahfuz kalmıştı. Şimdi afat başladı. Bu davamızı tasdik etti. Mevkuf Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Denizli'nin insaflı Müdde-i umumîsinin iddianamesine karşı.. evvelen (beş altı esas) olarak Müdde-i umumî beye evvelce yazılan.. bir küçük müdafaayı bir itirazname olarak.. ve sâniyen mahkemenin elinde bulunan Eskişehir müdde-i umumîsinin iddianamesine mukabil verilen eski itiraznameyi ve müdafaayı.. ve sâlisen küçük müdafaadaki (Beş altı esasa) (Üç dört esası) bir itirazname olarak iddia makamına ağır ceza mahkemesine takdim ediyorum. (Birinci Esas) İddianama.. başka yerlerdeki sathî tahkikata binaen bize bir cemiyet-i siyasiye noktasında bakmış. Buna cevaben deriz. Evvelen bütün benimle arkadaşlık eden zatların şehadetiyle ondokuz seneden beri hiçbir gazeteyi okumayan.. ve dinlemeyen.. ve sormayan.. ve iki sene beş aydır harb-i umumiden hiçbir haber almayan ve merak etmeyen.. ve bilmeyen bir âdemin elbette siyasetle hiçbir alakası yoktur. Ve siyasi cemiyetler ile hiçbir münasebeti olmaz. Ve Saniyen Risale-i Nur'un yüzotuz parçası meydandadır. İçinde imanî hakikatlardan başka bir hedef bir maksad-ı dünyevi olmadığını Eskişehir mahkemesi yalnız..

19

bir iki risaleden başka ilişmemesi.. ve koca Kastamonu zabıtasının sekiz sene zarfında daimi tarassut ile beraber iki hizmetçimden ve yalnız üç âdemden başka bir bahane ile müttehem bulmaması kat'i bir hüccettir ki: Risale-i Nur şakirtleri hiçbir vecihle siyasi cemiyet değiller. Eğer iddianamedeki cemiyetten maksadları imanî ve uhrevi bir cemaat ise: ona cevaben deriz ki: Eğer Darülfünün talebelerine ve her nevi esnafa bir cemiyet nâmı verilse.. bize de o neviden bir cemiyet nâmı verilebilir. Eğer dini hissiyatla emniyet-i dahiliyeyi ihlal edecek bir cemaat nâmı veriliyorsa.. buna mukabil deriz. Yirmi sene zarfında bu fırtınalı zamanda Risale-i Nur'un yüz risalelerinden binler nüshalarını binler âdem kemal-i merakla okudukları halde hiçbir yerde hiçbir vukuat ile emniyet-i dahiliyeye iliştikleri ne hükümetçe ve ne de mahkemece kaydedilmemesi bu ittihamı çürütüyor. Eğer hissiyat-ı diniyeyi kuvvetlendirmesinden istikbalde emniyet-i dahiliyeye zarar verebilir diye bir cemiyet namı verilmiş ise.. buna mukabil deriz. Evvelen Başta Diyanet Riyaseti ve bütün vaizler aynı hizmeti görüyorlar. Saniyen Risale-i Nur şakirtleri değil emniyete âsayişe zarar vermek belki bütün kuvvet ve kanaatlarıyla milleti anarşiliktan muhafaza ve emniyet ve âsayişi temin için çalışıyorlar. Delili ise.. birinci esasta beyan edilmiştir. Evet biz bir cemaatız. Hedefimiz ve proğramımız evvela kendimizi sonra milletimizi idam-ı ebediden ve haps-i münferidden kurtarmak. Ve vatandaşlarımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhaya vesile olan zındıkaya karşı.. manevi bir müdafaanamesi hükmünde olan Denizli hapsinin meyvesi namındaki Risale-i Nur'un kısa bir hülasasını ve esas mesleğini beyan eden risaleciktir ki: bir kısmı müdde-i umumîliğe verilmiş. (İkinci Esas) Risalelerde bazı dokunaklı cümleler var diye.. başka yerlerin nâkıs ve sathi tahkikatlarıyla ittiham ediyorsunuz. Buna mukabil deriz ki: Madem maksadımız iman ve âhirettir. Ehl-i dünya ile mübareze değildir. Ve mâdem o pek cüz'i ve yalnız bir iki risaleye mahsus ilişmek kasdi değildir. Belki maksadımıza yürürken onlara çarpılmışız. Elbette bir garaz-ı siyasi manasında olamaz. Ve madem imkanat başkadır vukuat başkadır. (Hakkımızda asayişe zarar yapmış diye değil. Yapabilir diye ittiham ediliyor.) Herkesin bir âdemi öldürebilir diye olan ittiham gibi manasız bir ittihamdır. Ve madem yirmi sene müddetinde yirmi binler âdemde ve binler nüshalarda ve mektublarda. Hem Eskişehir hem Kastamonu hem Isparta 'da şiddetli tetkik ve tahharrilerde hakiki bir suç teşkiledecek maddeleri bulamadılar. Ve Eskişehir mahkemesi birşey bulamadığından lastikli kanun maddesinden

20

bizi mesul ettiği gibi bütün dini dersini vereni dahi mesul eder bir tarzda yüz âdemden onbeş âdeme altışar ay ceza verebildi. Acaba benim gibi bir âdemin sizden bir senede yirmi mahrem mektubları bu tarzda tetkik edilse.. onu mesul ve mahcup edecek yirmi cümle bulunmaz mı? Halbuki: bizde yirmi bin âdemde yirmi bin Risaleler de ve mektublarda hakiki mesul edecek yirmi cümle bulamamalarından gösteriyor ki: Risale-i Nur'un hedefi doğrudan doğruya âhirettir. Dünya ile alışverişi yoktur. (Üçüncü Esas) Denizli mahkemesinin insaflı müddeiumumusinin başka yerlerde insafsız ve sathi zaptnamelerine binaen iddianamede kaydettiği maddeler ve tarihsiz mektublarm yirmi ve onbeş sene ve on sene zarfındaki muhaberelerden.. ve kat'i cevabı üçüncü esasta ve istid’amın ikinci sualinde bulunan beşinci Şuadan ve yüz otuz risalelerin yalnız dört beş risalelerinden ve Eskişehir mahkemesinin tetkikinden geçen ve cezasını çektiren ve af kanunları gören mektublar ve risalelerden ittihamımıza medar bazı bahaneler var. Acaba mart hadisesinde Bâb-ı Seraskeride şeyl-ül İslamı ve ulemayı dinlemeyen.. sekiz taburu bir nutukla itaate getiren bir âdem. Sekiz sene zarfında zabtnamelere göre çalışmış. Kastamonuda yalnız beş âdemi iğfal edebilmiş denilebilir mi? İşte mahrem ve gayr-i mahrem bütün evrak ve kitaplarımı odun yığını altından çıkarıp üç ay tetkikten sonra yalnız Feyzi, Emin, Hilmi, Tevfik ve Sâdık'tan başka kimseyi o koca Kastamonu'da bulamadılar. Bu beş zat ise: ALillah için bana şahsi hizmet münasebetiyle gönderilmişler. Eğer o sathi zaptnameler gibi yapsa idim.. beş değil. Belki beşyüz ve beş bin âdemi kandırabilirdim. O zabtnamelerde ne kadar yanlışlar bulunduğuna bir iki numuneyi beyan ediyorum. Zaman-ı saadetten şimdiye kadar câri olan bir âdet-i islâmiyeye ittibaen. Risale-i Nur'un hususi menbaları olan yüzer âyât-ı meşhûreyi bir Hizb-i Kur'âni yaptığımızı Dinde tahrifat yapıyor diye muâheze etmişler. Hem Eskişehir mahkemesinde medar-ı nazar olup ehemmiyet verilmeyen ve bilmediğimiz bir zatın ilavesi bulunan (Lâdini zamanında latin harflerinin kabulü tarihine tevafukla inkâr-ı haşre bir emâredir) diye olan yazıdan. bugün yazılmış gibi bizi mes'ul etmek istiyor... Hem bir sene cezasını çektiğim ve mahrem tutulan ve zabıtnamede kayd edildiği gibi odun yığınları altından çıkarılan Tesettür Risalesiyle bu sene yazılmış ve neşr edilmiş gibi ittiham etmek ister.

21

Hem Ankara'da hükümetin başında bulunan birisine söylediğim itirazlara ve ağır sözlere mukabele etmeyip sûküt eden. ve o âdem öldükten sonra yanlışını gösteren bir hakikat-i hadîsiyeyi beyandaki fıtrî ve lüzumlu ve mahrem tenkitlerim medar-ı mes'uliyet yapılmış ölmüş. Ve hükümetten alakası kesilmiş bir şahsın hatırı nerede ?. Hükümetin ve milletin bir hâtırı ve Cenab-ı Hak'kın bir tecelli-i hâkimiyeti olan adalet kanunları nerede.? Hem biz hükümet-i cumhuriye esaslarından en ziyade kendimize medar-ı istinad yaptığımız ve onunla kendimizi müdafaa ettiğimiz hürriyet-i vicdan esası bizim aleyhimizde medar-ı mes'uliyet tutulmuş. Güya biz hürriyet-i vicdan esasına muarız gidiyoruz. Hem medeniyetin seyyiatını ve kusurlarını tenkidinden hatır ve hayalime (Hâşiye) gelmeyen bir şey zabıtnamelerde isnad ediliyor. Güya ben radyoyu tayyareyi ve şimendiferi kullanmasını kabul etmiyorum. diye terakkiyat-ı hazıra aleyhinde bulunduğum ile mes'ul ediyor. İşte bu numunelerine kıyasen ne kadar hilaf-ı adalet bir muamele yapıldığını inşallah insaflı ve adaletli olan Denizli müdde-i umumîsi ve mahkemesi göstererek o zabıtnamelerin evhamlarına ehemmiyet vermeyecekler. Hem en acibi budur ki: Isparta müdde-i umumîsi benden sordu. Mahrem Beşinci Şua'da demişsin? (Ordu dizginini o dehşetli şahsın elinden kurtaracak.) Muradın orduyu hükümete karşı sevk etmekmidir? Ben de dedim. Maksadım o kumandan ya ölecek. veya tedbil edilecek. Ordu onun tahakkümünden kurtulacak. demektir. Acaba hem gâyet mahrem. Hem sekiz senede yalnız iki defa elime geçen ve aynı zamanda kaybedilen. hem âhir zamana aid bir hadisin manasını külli bir surette beyan eden hem aslı eskide te'lif edilen bir risaleyiç. Hem bir tek nefer görmediği halde.. nasıl sebeb-i ittiham olur. Maatteesüf o insafsızın o acip ithamı iddianemeye girmiş. Hem en garibi şudur ki: bir yerde demiştim Cenab-ı Hakkın büyük ni'metleri olan (tayyare, şimendifer,radyoyu) büyük bir şükürle mukabele lazım iken beşer şükretmedi. Tayyarelerle bombalar yağdı. Ve radyo öyle büyük bir ni'met-i ilahiyedir ki.. ona mukabil şükür ise.. o radyo: milyonlar dilli bir külli hâfız-ul Kur’ân olup bütün zemin yüzündeki insanlara Kur’ân'ı dinlettirsin. ___________ (Hâşiye):

___________

_________________

Radyo gibi azim bir ni'met-i İlâhiyeye karşı azîm bir şükür olmak için Radyo Kur’ân'ı okuyup bütün ruy-ı zemindeki insanlara dinlettirip küre-i havanın hâfız-ı Kur’ân olmasıdır. Demiştim.

22

Ve Yirminci Sözde.. Kur’ânın medeniyet hârikalarından haber verdiğini beyan ederken.. bir âyetin işareti olarak (kâfirler şimendiferle.. âlem-i islâmı mağlub ederler.) demişim. İslâmı bu harikalara teşvik ettiğim halde.. bir sebeb-i ittihamım olarak. Şimendifer tayyare ve radyo gibi.. terakkiyat-ı hazıranın aleyhindedir. diye iddianamenin âhirinde beni Ispaeta müdde-i umumîsinin garazlarına binaen ittiham eder. Hem hiç bir münasebeti olmadığı halde.. bir âdem Risale-i Nur'un ikinci bir ismi olan Risalet-ün Nur tâbirinden (Kur’ânın nurundan bir risalettir. bir ilhâmdır.) demiş. İddianamede başka yerlerin verdikleri yanlış mana ile güya Risale-i Nur bir resûldür. diye benim için bir sebeb-i ittiham tutulmuş. Hem müdafaatımda yirmi yerde hüccetlerle isbat etmişiz ki: bütün dünyaya karşı da olsa.. dini ve Kur’ânı ve Risale-i Nur'u âlet edemeyiz. Ve edilmez. Ve biz onların bir hakikatını dünya saltanatına değiştirmeyiz. Ve bilfiil öyleyiz. Bu davanın emareleri yirmi senede binlerdir. Halbuki: İddianame başka zabıtnamelere binaen.. güya bizim bütün maksadımız ve sayımız dünya entrikalarını çevirmek ve dünya garazlarıyla dini hasis şeylere alet etmek. Kudsiyetini düşünmektir. Diye bizi ittiham ediyorlar. Madem ُ ‫م الْوَكِي‬ böyledir. Ben ve biz bütün kuvvetimizle (‫ل‬ ِٰ ‫سبُنَا‬ َ ) deriz. ‫ح ْه‬ َ ‫ه وَنِعْ ه‬ ‫الل ُهه‬ Mevkuf Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Aziz Sıddık Kardeşlerim.. Eskişehir hapishanesinde gizli kalmış. ve resmen zabta geçmemiş. müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve latif bir vaka-yi beyan ediyorum. Orada benden sordular. Cumhuriyet hakkında fikrin nedir? Ben de dedim. (Eşkişehir mahkeme reisinden başka) sizler daha dünyaya gelmeden ben dindar cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım isbat eder. Hülâsası şudur. O zaman şimdi gibi bir türbe kubbesinde inzivada idim. bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum ekmeğimi onun suyu ile yiyordum. İşitenler benden soruyordular? Ben de diyordum. Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Onların Cumhuriyetperverliklerine hürmeten taneleri karıncalara veriyorum.. (R.A.) Hulefa-i Raşidînin.. hem halife hem reis-i cumhur idi. Sıddık-ı Ekber Aşere-i Mübeşşere'ye ve Sahabe-i Kiram'a..

23

elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan manasıyla dindar cumhuriyetin reisleri idiler. İşte ey müddei umumî ve mahkeme a'zaları Elli seneden beri bir fikrimin aksiyle beni ittiham ediyorsunuz. Eğer lâik hükümet soruyorsanız ben biliyorum ki lâik manası bîtaraf kalmak yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişilmediği gibi dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telakki ederim. On senedir. (şimdi yirmi sene oluyor) hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum. El'iyazü billah farz-ı muhal olarak eğer dinsizlik hesabına imanına ve âhiretine çalışanları mes'ul edecek kanunları yapan ve kabul eden dehşetli hale girmiş ise.. bunu size bilâ-perva ilân ve ihtar ederim ki: Bin canım olsa: imanıma ve âhiretime feda etmeğe hazırım. ُ ‫م الْوَكِي‬ Ne yaparsanız yapınız. Benim son sözüm. (‫ل‬ ِٰ ‫سبُنَا‬ َ ) dir. Sizin beni ْ ‫ح‬ َ ْ ‫ه وَنِع‬ ‫الل ُه‬ idam ve ağır ceza ile zulmen mahküm etmenize mukabil derim. Ben Risale-i Nurun keşf-i katisiyle idam olmuyorum. Belki terhis edilip nur ve saadet alemine gidiyorum. Ve sizi ey dalalet hesabına bizi ezen bedbahtlar. Sizi idam-ı ebedi ile ve daimi haps-i münferid ile mahküm bildiğimden ve gördüğümden tamamıyla intikamımı sizden alarak kemal-i rahat-ı kalb ile teslim-i ruh etmeğe hazırım. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Kardeşlerim. Ben dünyaya bakmıyorum. Heyetinizdeki Risale-i Nur’un şahs-ı manevisini konuşturmak ve reyini almak için meşveret ediniz. Çelik gibi metin Isparta mübarek kahraman kardeşleriniz ile mümkün oldukça müdavele-i efkar ediniz. Bâki çok selamlar. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Aziz, Sıddık, Sebatkâr, ve Vefadar Kardeşlerim. Sizi müteessir etmek ve maddî bir tedbiri yapmak için değil. Belki manevi duanızdan daha ziyade istifadem için.. ve sizin de daha ziyade itidâl-i dem ile sabır ve tahammül ve şiddetle tesanüdünüzü muhafaza etmeniz için bir halimi beyan ediyorum ki:

24

burada bir günde çektiğim sıkıntı ve azabı Eskişehirde bir ayda çekmemişdim. Ben harika bir ihsanı ilahi olarak şakirane tahammül ediyorum. Ve etmeye de karar verdim. Madem biz kadere teslim olup bu sıkıntıları (‫زهَها‬ َ ) sırrıyla ziyade sevab kazanmak ُ ‫م‬ ْ َ ‫مورِ ا‬ َ ‫ح‬ ُ ُ ‫خيُْر اْل‬ cihetiyle manevi bir ni'met biliyoruz. Ve mâdem geçici dünyevî musibetlerin sonları ekseriyetle ferahlı ve hayırlı oluyor. Ve mâdem bizim hakkalyakîn derecesinde yakîn bir kat'î kanaatımız var ki: Biz öyle bir hakikata hayatımızı vakfetmişiz ki.. güneşten daha parlak ve cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir. Elbette bu sıkıntılı haller ile: müftehirane müteşekkirane bir mücahede-i maneviye yapıyoruz diye şekva etmemek lâzımdır. Aziz Kardeşlerim evvel ve âhir tavsiyemiz. Tesanüdünüzü muhafaza enaniyetden, benlik ve rekabetten tahaffuz ve îtidal-i dem ve ihtiyattır. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬

[İddianameye karşı itiraz namenin tetimmesidir. ] Bu itirazımda muhatabım Denizli mahkemesi müddei ummisi değil.. belki başta Isparta ve İnebolu müddei umumîleri olarak yanlış ve nâkıs zabıtnameleriyle burada..acib iddia nameyi aleyhimize verdiren garazkâr ve vehham memurlardır. (Evvelen) Asl-ı faslı olmayan ve hatırıma gelmeyen bir siyasî cem'iyet namını.. masum ve siyasetle hiç alâkaları olmayan Risale-i Nur talebelerine takıp ve o daire içine giren ve iman ve âhiretinden başka hiçbir maksadları bulunmayan bîçareleri o cem'iyetin ya naşiri veya faal bir rüknü.. veya mensubu.. veya Risale-i Nur'u okumuş. Veya okutmuş. Veya yazmış diye.. suçlu sayıp mahkemeye vermek. Ne kadar adaletin mahiyetinden uzak olduğuna.. kat'î bir hücceti şudur ki.. Doktor Duzi'nin ve sair zındıkların o muzır eserlerini okuyanlara hürriyet-i fikir ve hürriyet-i ilmiye düsturuyla..bir suç sayılmadığı halde.. (hakikat-ı Kur’âniyeyi ve imaniyeyi öğrenmeğe gâyet muhtaç ve müştak olanlara güneş gibi bildiren) Risale-i Nur'u okumak ve yazmak bir suç sayılmış. Ve yüz risale içinde yanlış mana verilmemek için mahrem tuttuğumuz ve neşrine izin vermediğimiz iki-üç risalede yalnız birkaç cümlelerini bahane gösterip ittiham etmiş. Halbuki o risaleleri biri müstesna Eskişehir Mahkemesi tedkik etmiş. Müstesnası ise: hem istid’amda ve hem itiraznamemde gâyet kat'î cevabı verildiği.(ve "Elimizde nur var siyaset topuzu yok). Eskişehir Mahkemesi'nde yirmi vecihle kat'î isbat edildiği halde. O insafsız müddeîler üç mahrem ve neşrolmayan risalelerin

25

üç-dört cümlelerini bütün Risale-i Nur'a teşmil eder gibi Risale-i Nur'u okuyanı ve yazanı suçlu ve beni de hükûmetle mübareze eder diye ittiham etmişler. Ben bana yakın ve benim ile görüşen bütün dostlarımı işhad.. ve kasemle temin ederim ki: Bu on seneden ziyadedir ki: iki reisten ve bir meb'ustan ve Kastamonu Valisinden başka hükûmetin erkânını vükelasını kumandanlarını, memurlarını, meb'uslarını kimler olduğunu kat'îyen bilmiyorum ve bilmeyi de merak etmemişim. Acaba hiç imkânı var mı ki bir âdem. Mübareze ettiği âdemleri tanımasın. Ve bilmeyi merak etmesin. Ve dost mu düşman mı diye karşısındakini tanımasına ehemmiyet vermesin? Bu hallerden anlaşılıyor ki: bil'iltizam herhalde beni mahküm etmek için gâyet asılsız bahaneleri icad ederler. Madem hakikat böyledir.. ben de buranın mahkemesine değil.. belki o insafsızlara derim. Ben sizin bana vereceğiniz en ağır cezanıza beş para kıymet vermiyorum. Ve hiç ehemmiyeti yok. Çünki ben kabir kapısında yetmişbeş yaşındayım. Böyle mazlum ve masum bir-iki sene hayatı şehadet mertebesiyle değiştirmek benim için büyük saadettir. Risale-i Nur'un binler hüccetleriyle kat'î imanım var ki: ölüm bizim için bir terhis tezkeresidir. Eğer i'dam da olsa.. benim için bir saat zahmet ebedî bir saadetin ve rahmetin anahtarı olur. Fakat siz ey zındıka hesabına adliyeyi şaşırtan ve hükûmeti bizimle sebebsiz meşgul eden insafsızlar. Kat'î biliniz ve titreyiniz ki: sizler i'dam-ı ebedî ile ve ebedî haps-i münferid ile mahkûm oluyorsunuz. İntikamımız sizden pekçok muzaaf bir surette alınıyor görüyoruz. Hattâ sizlere acıyoruz. Evet. Bu şehri yüz defa mezaristanına boşaltan ölüm hakikatının elbette hayattan ziyade bir istediği var. Onun i'damından kurtulmak çaresi.. insanların her mes'elesinin fevkinde en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac-ı zarurîsi ve kat'îsidir. Acaba bu çareyi kendilerine bulan Risale-i Nur şakirdlerini ve o çareyi binler hüccetler ile bulduran Risale-i Nur'u âdi bahaneler ile ittiham edenler.. ne kadar kendileri hakikat ve adalet nazarında müttehim oluyorlar. Divaneler de anlar. Bu insafsızları aldatan.. ve hiç münasebeti olmayan bir siyasî cem'iyet vehmini veren (üç maddedir) (Birincisi) Eskiden beri benim talebelerim benim ile kardeş gibi şiddetli alâkadar olmalarından bir cem'iyet vehmini vermiş. (İkincisi) Risale-i Nur'un bazı şakirdleri her yerde bulunan ve cumhuriyet kanunları müsaade eden ve ilişmeyen cemaat-ı İslâmiye heyetleri gibi hareket etmelerinden bir cem'iyet zannedilmiş. Halbuki: o mahdud üç-dört şakirdin niyetleri cem'iyet değil belki sırf hizmet-i imaniyede hâlis bir kardeşlik ve uhrevî bir tesanüddür.

26

(Üçüncüsü) O insafsızlar.. kendilerini dalalet ve dünyaperestlikte bildiklerinden ve hükûmetin bazı kanunlarını kendilerine müsaid bulduklarından fikren diyorlar ki: Herhalde Said ve arkadaşları bizlere ve hükûmetin bizim medenîce nâmeşru hevesatımıza müsaid kanunlarına muhaliftirler. Öyle ise: muhalif bir cem'iyet-i siyasiyedirler. Ben de derim. Hey bedbahtlar. Eğer dünya ebedî olsaydı ve insan içinde daimî kalsa idi ve insanî vazifeler yalnız siyaset bulunsaydı. Belki bu iftiranızda bir mana bulunabilirdi. Hem eğer ben siyasetle işe girse idim. Yüz risalelerde on cümle değil.. belki yirmi bin cümleyi siyasetvari ve mübarezekârane bulacaktınız. Hem farz-ı muhal olarak eğer biz dahi sizin gibi bütün kuvvetimizle dünya maksadlarına ve keyiflerine ve siyasetlerine çalışıyoruz. Ahiretten haberimiz yok.Hile perdesi altında dünya garazları peşinde koşuyoruz. Diye: şeytan da bunu inandırmağa çalışamıyor. Hükûmet ele bakar. Kalbe bakamaz. Ve herbir hükûmette şiddetli muhalifler bulunur. Elbette adliye kanunu ile bizi mes'ul etmezsiniz. Son sözüm:

َ َ ْ ُِ ‫ت وَهُوَ َر‬ (ِ‫ش الْعَظِيم‬ ِٰ ‫ى‬ َ ) ْ ‫ح‬ ُ ْ ‫ه اِل ِ هُوَ ع َلَيْهِ تَوَك ِل‬ َ ٰ‫الل ُهه ل َ اِل‬ ِ ‫ب العَْر‬ َ ِ ‫سب‬ Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Mahkemede son sözüm. Efendiler.. Çok emarelerle kat'î kanaatım gelmiş ki: hükûmet hesabına bize hissiyat-ı diniyeyi âlet ederek emniyet-i dâhiliyeyi ihlâl edeceğimiz için bize hücum edilmiyor. Belki bu yalancı perde altında zındıka hesabına bizim imanımız için ve imana ve emniyete hizmetimiz için bize hücum ediliyor. Bunun çok hüccetlerden bir hücceti şudur ki: Yirmi sene zarfında Risâle-i Nur'un yirmibin nüshalarını veya parçalarını yirmibin âdemler okuyup kabul ettikleri halde Risâle-i Nur'un şakirdleri tarafından emniyetin ihlâline dair hiçbir vukuat olmamış. ve hükûmet kaydetmemiş. ve eski ve yeni iki mahkeme bulmamış. Halbuki böyle kuvvetli propaganda yirrmi günde vukuatlarla kendini gösterecekti. Demek hürriyet-i vicdan prensibine zıd olarak bütün dindar nasihatçılara şamil lastikli bir kanunun yüz atmış üçüncü maddesi sahte bir maskedir. Zındıklar hükûmeti iğfal ederek ve adliyeyi şaşırtıp bizi herhalde ezmek istiyorlar.

27

Madem hakikat budur. Biz de bütün kuvvetimizle deriz. Ey dinini dünyaya satan ve küfr-i mutlaka düşen bedbahtlar. Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek. Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikata. başımız dahi feda olsun. Her cezanıza ve idamınıza hazırız. Hapsin harici bu vaziyette yüz derece dâhilinden daha fenadır. Bize karşı gelen böyle bir istibdad-ı mutlak altında.. hiçbir hürriyet: yani ne hürriyet-i ilmiye ne hürriyet-i vicdan ne hürriyet-i diniye olmadığından ehl-i namus ve diyanete ve tarafdar-ı hürriyet olanlara ya ölmek veya hapse girmekten başka çaresi kalmaz. Biz de (‫ن‬ َ ‫جعُو‬ ِ ‫ ) اِنَِا ِل ِٰله ِه وَاِنَِا اِلَيْهِ َرا‬diyerek Rabbimize dayanıyoruz.

(‫عى‬ ِ ‫)اَلدَِا‬

Yıkılmış bir mezarım ki: yığılmıştır içinde Said'den Altmış dokuz emvat bâ-âsam âlâma. Yetmişinci olmuştur. O mezara mezar taş... Beraber ağlıyor. Hüsran-ı İslâm'a. Ümidim var ki: İstikbal semavatı ve zemin-i Asya Bâhem Olur teslim yed-i beyza-yı İslâm'a. Zira yemin-i yümn-i imandır. Temin eder. Emn-i eman emniyeti enâma...

28

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Mahkeme Reisi Ali Rıza Beyefendi. Hukukumu müdafaa etmek için ehemmiyetli bir talebim. Ve ricam var. Ben yeni harfleri bilmiyorum. ve eski yazım da pek nâkıstır. hem beni başkalarıyla görüştürmüyorlar. âdeta tecrid-i mutlak içindeyim. Hattâ iddianame onbeş dakikadan sonra benden alındı. Hem avukat tutmağa iktidarım yok. Hattâ size takdim ettiğim müdafaatımın çok zahmetle bir kısmını gizli olarak ancak yeni harfle bir suretini alabildim. Hem Risale-i Nur'un bir nevi müdafası ve mesleğinin hülâsası olan Meyve Risalesi'nin bir suretini müdde-i umumîye vermek için ve bir-iki suretini Ankara makamatına göndermek için yazdırmıştım. Birden onları elimden aldılar. daha vermediler. Halbuki Eskişehir adliyesi bize bir makineyi hapse göndermişti. Biz müdafaatımızı onda yeni harfle bir-iki nüsha yazdık. hem o mahkeme dahi yazdı. İşte ehemmiyetli talebim. Ya bize bir makineyi siz veriniz. veya bize müsaade ediniz. biz celbedeceğiz. Tâ ki: hem müdafaatımı hem Risale-i Nur'un müdafaanamesi hükmünde olan risalenin yeni harfle iki-üç suretini alıp.. hem Adliye Vekaletine.. hem Heyet-i Vekileye.. hem Büyük Millet Meclisine.. hem Şûra-yı Devlete göndereceğiz. Çünki iddianamede bütün esas Risale-i Nur'dur. ve Risale-i Nur'a aid dava ve itiraz cüz'î bir hâdise ve şahsî bir mes'ele değil ki: çok ehemmiyet verilmesin. Belki bu milleti ve memleketi ve bu hükûmeti ciddî alâkadar edecek. ve dolayısıyla âlem-i İslâmın nazar-ı dikkatini ehemmiyetli bir surette celbedecek. bir küllî hâdise hükmünde umumî bir mes'eledir. Evet.. Risale-i Nur'a perde altında hücum eden ecnebi parmağıyla bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan âlem-i İslâmın teveccühünü ve muhabbetini ve uhuvvetini kırmak ve nefret verdirmek için siyaseti dinsizliğe âlet ederek perde altında küfr-i mutlakı yerleştirenlerdir ki hükûmeti iğfal ve adliyeyi iki defadır şaşırtıp ve der: Risale-i Nur ve şakirdleri dini siyasete âlet eder. emniyete zarar ihtimali var..Hey bedbahtlar.. Risale-i Nur'un gerçi siyasetle alâkası yokturç. fakat küfr-i mutlakı kırdığı için küfr-i mutlakın altı olan anarşiliği ve üstü olan istibdad-ı mutlakı esasıyla bozar. reddeder. Ve emniyeti, asayişi, hürriyeti, adaleti temin ettiğine yüzer hüccetlerinden birisi bu müdafaanamesi hükmündeki Meyve Risalesi'dir. Bunu âlî bir heyet-i ilmiye tedkik etsinler eğer beni tasdik etmezlerse: ben her cezaya ve işkenceli i'dama razıyım. Said Nursî

29

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Denizli Ağir Ceza Mahkemesi Riyaseti Yüksek Makamına Ehl-i vukuf raporuna itiraznâmedir. Sair merkezlerdeki ehl-i vukufların yanlış raporları buradaki ehl-i vukufu şaşırtmasıyla buradakilere deği.l oradakilere karşı hukuk-ı hayatımızı ve Risale-i Nur'un namusunu müdafaa etmek için. gâyet hasta bir halde yirmi dakika zarfında yazdım. Kusura bakmayınız (1) Risale-i Nur'un mehdilik ve İslâm deccalıhakkındaki beyanatına.. indî fikirlerle mehdi ve deccal efsanesi tabir ederek hem Risale-i Nur'un mahiyetinden hem İslâmiyetin َِ َِ ‫ح الد‬ ruhundan ne kadar uzak düştüklerine delil. (‫ل‬ ِٰ ِ ‫) اَع ُوذ ُ ب‬ ِ ‫م‬ ِ ‫الله ِه‬ َ ْ ‫ن فِتْنَةِ ال‬ ِ ‫جا‬ ْ ‫م‬ ِ ‫سي‬ diye olan Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın duasına... ve umum ümmetin vird-i zebanı iken ona..efsane diyen.. İslâmiyetin mühim büyük bir hakikatını inkâr etmiştir. (2) Said'in arkadaşları.. kendi sathi zihniyetleriyle hizbü'l-Kur’ân surelerini toplayıp.. dinde tahrifat yapmışlardır. Demeleri o kadar vukufsuzluktur ki.. hayret etmemek kâbil değildir. Bütün ümmette en'amlar ve hizbler namında bütün meşâhir-i İslâmiye Kur’ân'dan meşrebine ve mesleğine daha nurlu gördüğü âyetleri ve sureleri mecmualarına yazmışlar. Bu hal bir âdet-i İslâmiye hükmüne geçtiği halde.. Dinde tahrifat yapıyor ve yaptı demeleri ehl-i vukufun vukufsuzluğuna delildir. (3) Said'in ve arkadaşlarının din mahiyetinde vücuda gelen neşriyat işlerini idare eden gizli bir teşekkül ve hafî bir cem'iyet olduğu ve bu cem'iyet hayatımızı mimsiz medeniyet..(yani alçaklık ve tuğyanlık ve imânsızlık gibi) isnadlarla laik inkılâb umdelerine muhaliftir. Demeleri.. o kadar zahir bir garaz ve hilâf bir hakikattır ki: delili.. Dünkü gün mahkemede yemin ettirerek bütün arkadaşların hiçbirisine hiçbir vakit cem'iyet teşkili veya teklifinde bulunmadığımı resmen yemin ile altmış beş şâhid ile isbat ettiğimiz halde.. ve mimsiz medeniyet tabirinde Avrupa medeniyetini iki kısma taksim edip fena kısmına mimsiz medeniyet o fena kısımda gidenler. Beşerin başına tuğyanlık ve imânsızlık açıyor. Diye beyan ettiğimiz halde.. tuğyanı ve imânsızlığı laik inkılabına bu ehl-i vukuf mal ediyor. Risale-i Nur'un beyanı nerede?. Onların gâyet sathi hükümleri nerede.? (4) Kur’ân'ın bazı kısımlarını indî ve gayr şekilde ebced ve cifir hesablarına müstenid tefsiri müsbet ilim ve felsefe ve tasavvuf

30

bakımında ve akl-ı selimde bir kıymeti yoktur demeleriyle o kadar garazkârane ve sathi bir vukufsuzluk göstermişler ki: mecburiyet olmasa idı. Cevaba değer bir mes'ele değil diye sükut edecektim. Acaba bine yakın emareler ve işaretler ve istihraclar tek bir hakikata tek bir davaya vahdet-i mes'ele cihetiyle baksa ve birbirine kuvvet verse adeta riyazî hesaba yakın bir kat'iyetle ve umum ümmetin ekser edibleri ve ulemâları içinde bir kaide-i istihraç olan ebced ve cifir hesabıyla bine yakın emarelerin bir tek davada kıymeti akl-ı selimde yoktur denilebilir mi? O vukufsuz ehl-i vukuflar akl-ı selimi tanımıyorlar ki:ve tasavvuf ve müsbet ilmi bilmiyorlar ki böyle yanlış hüküm veriyorlar. (5) Başlıca gittikleri yol hakikat ve âhiret ve ihtiyarlık mevzularını ihtiva eden risaleler ile yalnız basit ruhlu insanları aldatıyor. Ve âhiretten başka bir şey düşündürmeyecek dersi veriyor diyen daha acı bir vukufsuzluk ediyor. Acaba hakikat-ı imaniye ve Kur’âniye ve âhiret ve ihtiyarlık mevzularını güneş gibi gösteren ve kırk seneden beri Risale-i Nur'un.. bir şakirdi olan Said. O hakikatlarla dahili ve harici feylesoflara karşı.. mukabele edip galebe çaldığı halde. Ve saadet-i dünyeviyenin dahi saadet-i uhreviye gibi o hakikat dersleriyle olduğunu kat'i güneş gibi isbat edip.. elli bin ehl-i dikkate kendini kabul ettiren Risale-i Nur'un bu ali derslerine basit ruhları aldatan bir hile âdemi.. yani avlamak ağı nazarıyla bakmak ne kadar hakikat-ı ilmiyeye ihanet olduğunu mahkeme-i âliyenize havale ediyorum. (6) Cifir ilmine nazaran aslı olmayan şeyleri zavallıların gözlerini boyayacak mahiyette (ki Kur’ân tarafından müjdelenen) deccal ve mehdi efsanesi ve âhirzaman fitnesi bu risalenin telkinleri diye neşr olunmayan ve mahrem tutulan ve hadis-i sahih ile ve icma'-ı ümmetle sâbit bir hakikat-ı islamiye olan_hurucu deccala ve âhirzaman fitnesine bir efsane diyerek zavallıların gözlerini boyuyor demek.O kadar ruhu adaletten ve tetkikden hariç bir hükümdür ki: cevab vermeye değmiyor. Demek perde altında, hadis-i sahiheyi Neûzubillah efsane tabiriyle yâd ediyorlar. (7) Said eğer mehdiliğini ortaya atarsa.. talebelerine kabul ettirebilecek. Kararıp körleşmiş olan bu zavallıların Said'e derece-i irtibatları körlük ve cehalet eseri... demeleri öyle bir iftira ve öyle bir haksızlık ve öyle bir garazkârlıktır ki. Tarif edemem. Ben bütün talebelerimi ve arkadaşlarımı işhâd ediyorum ki: Esas-ı mesleğimiz enaniyeti, hubb-ı câhı, şân ve şerefi bırakmaktır. Mabeynimizde yalnız bir kardeşlık var. Ben kendimi onların nazarında bu mesleği muhafaza etmek için hiçbir vakit

31

böyle hodfuruşâne benlikler ve enaniyetler hayalime gelmedi. Ve gelmiyor. (Ben seyyid değilim. Mehdi ise Âl-i beyt-i Nebevî'den olacak.) Hem Risale-i Nur'un gâyet müdakkik ve âlim şakirdlerinin aynı hakikatı gâyet kat'i delillerle hakaik-ı imaniyeyi Risale-i Nur'dan ders almalarına ve ruh-ı canla kabul etmelerine bir körlük demek. Bu mübarek zatları mânasız, lüzumsuz bir tahkirdir. Biz dahi onların tahkirlerini onlara iade ederiz. (8) Hurûc-ı deccal efsanesine kendine göre Hıristiyan deccalı Rusya'da tatbik edilen idare sistemi. Ve Müslüman deccalı da süfyan tavsif ve tayininde Türk inkılabının yaratıcısında görülen vasıf ve vaziyette göstermektedir. Ve su-i kasd-ı telkinat izhâr etmiş bulunmaktadır demeleri.. bütün bütün hem İslâmiyetin ruhuna hem Risale-i Nur'un mesleğine muhalif. Kendi yanlış manalarıyla (Hem müdafaanâmemde hem iddiânâmeye karşı itirazımda on vecihle cevab verdiğim. Ve gâyet mahrem ve sekiz senede bir-iki def'a elime geçen) bir risalenin ayn-ı hakikat bir-iki cümlesine ilişmek istemişler.. Akîde-i İslâm'a girmiş. Bütün ümmet kabul etmiş. Hurûc-ı deccala efsane demeleri ve Rusya'daki bolşevizmin âhirzamanda gelecek deccalın bir komitesi ve numunesini göstermektedir. Diye, yazdığımız halde yanlış mana verip hem pek çok ulemâ-yı İslâm'ın müteaddit hadislere istinaden süfyan hakkında müdafaatımda yazdığım gibi bundan otuz sene evvel bazı te'villerini pek doğru olarak yazdığımızı Türk inkılâbının yaratıcısına bir hücum gösteriyorlar. Yaratıcı Cenâb-ı Hak'tır. Bu tabir küfre temas ediyor böyle tabiri isti'mal eden Risale-i Nur'un parlak hakaik-ı imâniyesini muhakeme edemez. Birinci celsede mahkemeye arz ettiğim gibi. Yüzaltmışüçüncü madde ile Eskişehir Mahkemesine bakarak beni bu madde ile mahkum edemezsiniz. dedim. Çünki Cumhuriyet hükûmetinin ikiyüz meb'usu içinde yüzaltmışüç meb'us yüzelli bin banknotu Van'da temelini attığım medresemin tahsisatına kabul edip imza ettiklerini ve cumhuriyetin bana karşı bu teveccühü bu maddeyi hakkımda hükümden iskat eder. Dediğim halde.. o vukufsuz ehl-i vukuflar demişler. "Yüzaltmışüç meb'us Said hakkında takibat yaptıklarını medar-ı itiraz göstermişler. İşte hakikat nerede? Bunların yaptıkları telakkileri ve tedkikleri nerede.? Hem birinci celsede size arz ettiğim gibi (sûre-i Nisâ'dan bir âyetin Risale-i Nur'a işareti bir mahrem risalede yazılmış iken..) bu fıkraya bu ehl-i vukuf demişler ki: (Taife-i nisâ bu esere el süremez. Onlara memnu'dur. Sakın onlara göstermeyiniz.) demişler.

32

Safdil kadınları maden-i şefkat ve kadınlık seciyesine pek uygun olan Risale-i Nur'dan tenfir etmek nerede...?. Hakikat nerede..? Hem Hücûmat-ı Sitte de şeytanın altı desiselerine cevab verdiğim halde.. bu ehl-i vukuf raporunda (o muhkem hikmetleri desiselerle iknaa çalışıyor.) diye tahrif ediyorlar. Buna kıyasen bu ehl-i vukuf Risale-i Nur'un âlî hakikatlarına dair beyanata hakları olmadığını gösteriyor. Risale-i Nur umum âlem-i İslâm'a taalluk edecek hakaiki cami' olduğundan hükûmet-i cumhuriye makamatına.. izin veriniz. Ve makine veriniz. Biz onlara müracaat edip muhakkik ulemalardan ve feylesoflardan bir hey'et-i ilmiye teşkil edip Risale-i Nur'u tedkik etsinler. Gâyet mahremler ve mahdud bir iki risale hariç olarak bütün risaleleri tedkik etsinler. Eğer deseler.. Bu eserler bu milletin ve bu vatanın ve bu memleketin hem dünyevî hem uhrevî bir medar-ı saadeti ve emn ve emniyeti olduğunu tasdik etmezlerse her cezaya razıyım. Mâdem her hükümette şiddetli muhalifler bulunuyorlar. Ve hükûmet-i Ömeriye'de Hıristiyanlar.. Ve Mecûsi hakimiyetinde Müslümanlar bulunuyorlar. Elbette farz-ı muhal olarak ehl-i vukufun iftiraları doğru da olsa.. emniyete dair bir vukuat olmadığından hürriyet-i ilmiye ve hürriyet-i vicdan düsturuyla yine bizi mes'ul edemezler. Hükûmet ele bakar. Kalbe bakamaz. Mevkuf ve hasta Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Elmas Kalemli Altın Başlı Mu'cizeli Kur’ân'ın Kâtibi Hüsrev'in Mutâbık Bir Fikrasıdır. (R.A.)

Risale-i Nur'un kerametlerindendir ki: Üstadımız çok defa risalelerde (Ey mülhidler ve ey zındıklar Risale-i Nur'a ilişmeyiniz. Eğer ilişseniz. Yakından sizi bekleyen belalar sel gibi başınıza yağacaktır.) Diye on seneden beri kerrat ile söylüyordu. Bu hususta şahit olduğumuz felaketlerden (Birincisi) Dört sene evvel Erzincan'da ve İzmir civarında vukua gelen hareket-i arz olmuştur. O vakitler münafıklar desiselerle Isparta mıntıkasında Sav Kuleönü ve civarı köylerdeki Risale-i Nur talebelerine iliştiler. Otuz kırk kadar Risale-i Nur talebelerini Camiye gitmiyorsunuz. Takke giyiyorsunuz. Tarikat dersi veriyorsunuz diye mahkemeye sevk etmişlerdi. Cenab-ı Hak İzmir civarını ve azerileri ve civarındaki halkı vahşetler içinde bırakan zelzelelerle Risale-i Nur'un def-i

33

bela olduğunu gösterdi. Bu zelzeleden sonra mahkemeye sevk edilen o kardeşlerimizin hepsi beraat ettirilerek kurtulmuşlardı. (İkincisi) Yine vakit vakit Risale-i Nur talebelerinin arkalarında koşmakta devam eden mülhidler.. hatt-ı Kur’ân ile çocuk okuttuklarını bahane ederek Isparta'da müteveffi Mehmet Zühtü ile Sav karyesinden müteveffi Hafız Mehmet ismindeki iki Risale-i Nur talebesine hücum etmişler. Çocuklar bu iki kardeşimizin evlerinden alınan Risale-i Nur eczaları ile birlikte mahkemeye sevk edilmiş. Merhum Mehmet Zühtü para cezasıyla mahkum edilmek istenilmiş. Neticede merkezi Erbaa ve Tokat'ta vukua gelen ikinci bir korkunç zelzele ile Cenab-ı Hak yardım ederek risalei Nur bir def'i bela olmakla şakirdlerine yardım ederek üstadlarının verdiği haberin sıhhatini tasdik etmek için o kardeşimizi beraat ettirmiş. Ve alınan bütün Risale-i Nur eczalarını kendilerine iade ettirmiştir. (Üçüncüsü) İçinde bulunduğumuz Denizli Hapishanesindeki musibetimizin başımıza gelmesine sebeb olan o münafıklar. Rumi binüçyüz elli dokuz senesinde tekrar başta sevgili üstadımız olduğu halde.. bize ve Risale-i Nur'a hücum ettiler. Bir kısmımızı Isparta'dan topladılar. Bir kısmını Çivril'den Isparta'ya getirdiler. Sevgili üstadımızı da yalnız olarak Kastamonu'dan Issparta'ya sevk ettiler. Daha başka vilâyetlerden de arkadaşlarımız Isparta'ya getirilmişti. Ehl-i garazın iğfaline kapılan Isparta adliyesi.. Risale-i Nur'un gâyesi haricinde bulunan cephelerde bizce manası olmayan ittihamlar altında bizi sıkıyordu. Bilhassa kıymettar üstadımızı daha çok tazyik ettikleri vakit üstadımıza lüzumlu lüzumsuz.. Birçok sualler açan Isparta müddeimumisinin bu belalar dediğin nedir? diye olan sualine cevaben. Evet demiş. (Zındıklar eğer Risale-i Nur'a ve şakirdlerine ilişseler: yakından bekleyen belaların hareket-i arz suretiyle geleceğini söylemişti.) Daha sonra bizi Denizli'ye sevk ettiler. Kastamonu, İstanbul, Ankara dahil olmak üzere on vilâyetten adliyelere sevk edilen yüzü mütecaviz Risale-i Nur talebelerinin bir kısmı bırakılmış. yetmiş kişiden ibaret bir diğer kısmı da Denizli'de medrese-i Yusufiyede bulunuyorduk. Bizim bütün müracaatlarımıza sudan cevab veriliyor. sevgili üstadımız daha çok tazyik ve sıkıntı içerisinde yaşattırılıyor. ufunetli, rutubetli, zulmetli, havasız bir yerde bütün bütün konuşmaktan ve temastan menedilmek suretiyle hapis-i münferidde ve komşusunda bulunan: daha genç yaşlarında

34

Iken, âdem öldürmek hırsızlık etmek. kız kaçırmak gibi en şeni’ suçlardan dolayı mahkum edilmiş. ahlakî terbiyelerinden soyulmuş gençler arasında azap çektiriliyordu. İşte bu sıralarda, Denizli zindanının bu dehşetli ızdıraplarını geçirmekte idik. Allah'tan başka hiç bir istinadgahları bulunmayan bu biçarelerin, bir kısmı Kastamonu'dan.. diğer bir kısmı İnebolu'dan diğer bir kısmı da İstanbul'dan henüz gelmemişlerdi. Bu vatanın her köşesinde bulunan, hak ve hakikat için çırpınan ve saf kalpleriyle necatları için Rabb-ı Rahimlerine iltica eden pekçok masumların, semavatı delip geçen ve arş-ı Rahmana dayanan âhları boşa gitmedi. Allahu zülcelâl hazretleri o mübarek üstadımızın Isparta'da söylediği masumları cennete götüren ve zâlimleri cehenneme yuvarlayan dehşetli bir diğer zelzeleyi gönderdi. Karşısında Risale-i Nur müdafaa vaziyetinde bulunmamasından çok haneler harab oldu. Çok insanlar enkaz altında ezildi. Çokları sokak ortalarında kaldı. Henüz memleketlerinin hapishanelerinde bulunan kardeşlerimizden Kastamonudan Mehmet Feyzi Sâdık Emin Hilmi ve İnebolu'dan Ahmet Nazif denizli hapishanesine sevk edildiklerinde şu َ malumatı verdiler. (Zelzele tam gece saat sekizde başladı. Bütün arkadaşlar ِ‫ل َ اِلٰ َهه اِل‬

‫ه‬ ِٰ ‫الل ُهه‬

zikrine devam ediyorduk. Zelzele bütün şiddetiyle devam etmekteydi. O sırada hatırımıza geldi. Risale-i Nuru aşkla ve saikle üç beş defa şefaatçi ederek Cenab-ı Hak'tan hâlâs istedik. Elhamdülillah derhal sakin oldu. Kastamonu ise o gece kaladan kopan çok büyük bir taş aşağı yuvarlanmış. Bir haneyi ezmiş. Tekrar kalkıp bitişiğindeki hanenin üzerinden atlayarak diğer bir hanenin üzerine düşmüş. Onu da ezmiş. Birçok hanelerde yarıklar, çıkıklıklar olmuş. Birkaç ev çökmüş. Hükümet binası Yarılmış. Daha bunun gibi.. hasarat ve zaiyat olmuş. Fakat zelzele hergün olmak suretiyle bir müddet devam etmiş. Tosya'da bin beş yüz ev harab olmuş. Ölü ve yaralı çok fazla imiş. Kargı ve Osmancık tamamen. Ladik ve sair mahallerde zayiat fazla miktarda imiş. İnebolu'da bir minarenin alemi eğrilmiş. Ufak tefek çatlaklıklar olmuş. hasarat ve zayiat olmamış. Doğrurdur Ahmet Nazif

Doğrurdur Emin Doğrurdur Sadık Mehmet Feyzi

Doğrurdur

(Dördüncüsü) Üçüncü olan bu hareket-i arzdan sonra yine Risale-i Nur'a ve talebelerine ve müellifine hücum eden ehl-i garazın sözünü dinleyen adliye. aynı tarzda bizi sıkmakta devam ediyordu. Zındıka taraftarları mübarek üstadımızın ihbarları olan ve Risale-i Nur'un büyük kerametlerinden olup.. zelzele eli ile gelen beliyelere ehemmiyet vermek istemiyorlardı.

35

Risale-i Nur'un ilahi ve Kur’âni hakikatlarına karşı cephe alan bu zümre-i münafıkînin başlarına bir dördüncü tokat daha geldi. Garibi şu ki: biz şubatın üçüncü günü mahkemeye çağrılmıştık. Izdırap ve elemleri içinde yüreklerimizi ağlatan hastalıklı haliyle, kendisinden sorulan suallere cevab vermek için altmışbeş kadar talebesinin önünde ayağa kalkan o mübarek üstadımızın cevabları arasında (o zındıkların dünyaları başlarını yesin ve yiyecek.) kelimeleri tekrar tekrar heyet-i hakimenin yüzlerine karşı ağzından dökülüyordu. Birkaç defada mahkemeye gidip geldikten sonra 7 şubat 1944 tarihli İstanbul'da münteşir Hemşehri isminde bir gazete elime geçti. Gazete okumaya ve radyo dinlemeye hevesli olmamaklığımla beraber yirminci asrın medenileriyiz diyerek bugünkü terakkiyat-ı beşeriyeyi kendilerinden bilen. Allah'ı unutan ahirete inanmayan insanların başlarına Cenab-ı Hak'kın motorlu vasıtalar eliyle, nasıl ateşler yağdırdığını o münkirlerin dünkü cennet hayatlarının bugünde cehennemi hâlât içinde nasıl geçmekte olduğunu bilmek ve Risale-i Nur'un bereketiyle Anadolu'yu bu dehşetli ateş yağmurundan nasıl muhafaza etmekte olduğunu görmek ve şükür etmek hâletinden gelen bir merakla bazı bu gibi havadisleri sorardım ve dinlerdim. İşte bu gazetenin de harp boğuşmalarının resimlerine bakıyordum. Nazarıma çarpan büyük yazı ile yazılmış bir sütunda.. anadolunun yirmi bir vilâyetini sarsan ve şubatın birinci gününün gecesinde sabaha karşı herkes uykuda iken vukua gelen ve pekçok zayiata mal olan dehşetli bir zelzeleyi haber veriyordu. Derhal şubatın üçünde mahkemede sevgili üstadımızın hey'et-i hâkimeye (Zındıkların dünyaları başlarını yesin. ve yiyecek.) diye tekrar tekrar söylediği sözleri hatırladım. Eyvah dedim. Risale-i Nur ıslah eder. ifsad etmez. İmar eder, harap etmez. Mes'ud eder perişan etmez. diye söylerken aksiyle karşılayarak, bizi ve Risale-i Nur'u itham etmek Hâlıkın hoşuna gitmiyor dedim. İşte merkezi Gerede ve Bolu ve Düzce olan bu kanlı zelzele Risale-i Nur'un dördüncü bir kerameti idi. Bu gazete şu malumatı veriyor. Ankara, Bolu, Zonguldak, Çankırı, İzmit vilâyetlerinde fazla kayıplar varmış. Gerede'de iki bin ev yıkılmış. Yıkılmayan evler de oturulmayacak derecede harab olmuş. Binden fazla ölü varmış. Enkaz altından mütemadiyen ölü çıkarılıyormuş. Düzce'de zarar çokmuş. Ölü ve yaralıların miktarı malüm değilmiş. Ankara'da yüz otuz ölü ve bir o kadar da yaralı varmış. Bine yakın ev yıkılmış. Debbağhanede iki ev çökmüş. Bazı köylerde sarsıntıyı müteakip yangınlar olmuş.

36

İlk sarsıntı çok kuvvetli olmuş. Sarsıntıyı yeraltından gelen bir takım gürültüler takip etmiş. Bolu'dan ve diğer yerlerin köylerinden bir hafta geçtiği halde.. Henüz malumat alınamıyormuş. Diğer bir yerde ikiyüz ev yıkılmış. Onbir ölü varmış. Bolu ile telgraf ve telefon hatları kesilmiş. Zelzele mıntıkasında şiddetli bir kar fırtınası hüküm sürüyormuş. İzmit'te zelzele olurken.. Şimşekler çakmış. Şehir bir kaç saniye aydınlık içinde kalmış. Birçok yerlerde halk çırılçıplak sokaklara fırlamış. Dünyanın bütün rasathaneleri bu büyük Anadolu zelzelesini kaydetmiş. Bir İngiliz rasathanesi sarsıntının çok harab edici olduğunu bildirmiş. Sinop'ta aynı gün çok korkunç bir fırtına olmuş. Gök.. gürültüleri ve şimşekler ile gittikçe şiddetini artırmış. Daha sonra başka bir gazetede tamamlayıcı ve hayret verici şu malumatları gördüm. Zelzeleden evvel kediler, köpekler üçer beşer toplanmışlar. Düşünceli gibi hüzünlü gibi alık alık birbirine bakarak bir müddet beraber oturmuşlar Sonra dağılmışlar. Gerek zelzele olurken ve gerek olmadan evvel ve olduktan sonra da bu hayvanlardan hiçbiri görülmemiş. Kasabalardan uzaklaşarak kırlara gitmişler. Bir garibi de şu ki: bu hayvanlar isyanımızdan mütevellid olarak başımıza gelecek felaketleri lisan-ı halleriyle haber verdiklerini yazıyorlar da biz anlamıyoruz diyerek taaccüb ediyorlar. İşte Bediüzzaman Hazretleri.. uzun senelerden beri (Zındıklar Risale-i Nur'a dokunmasınlar.. ve şakirdlerine ilişmesinler. Eğer dokunurlar: ve ilişirlerse.. yakından bekleyen felaketler.. onları yüz defa pişman edecek) diye Risale-i Nur ile haber verdiği yüzler hadisat içinde işte zelzele eli ile doğruluğunu imza ederek gelen.. dört hakikatlı felaket daha.. Cenab-ı Hak bize ve Risale-i Nur'a taarruz edenlerin kalblerine iman başlarına hakikatı görecek akıl ihsan etsin. Bizleri bu zindanlardan onları da bu felaketlerden kurtarsın. Âmin Mevkuf Hüsrev

37

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ (ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫)وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬

Aziz kardeşlarım.

Bu fecirde birden bir fıkra ihtar edildi.

Evet: Ben de Hüsrev'in zelzele hakkında tafsilen yazdığı keramet-i Nuriyeyi tasdik ediyorum.Ve kanaatim de o merkezdedir. Çünki: Risale-i Nur'a ve şakirdlerine dört defa şiddetli taarruzların aynı zamanında.. dört defa dehşetli zelzelenin hücumu ve tam tamına tevafukları tesadüfî olmadığı gibi.. Risale-i Nur'un iki merkez-i intişarı olan Isparta ve Kastamonu'nun sair yerlere nisbeten âfâttan mahfuz kalmaları ve (Sure-i Ve'l-Asr) ın işaretiyle.. âhirzamanın en büyük bir hasaret-i insaniyesi olan bu harb-i umumîden.. çare-i necat ise: iman ve amel-i sâlih olmasından.. Risale-i Nur'un Anadolu'nun her tarafında iman-ı tahkikîyi neşri zamanına tevafuku ve Anadolu'nun fevkalâde olarak bu hasaret-i azîme-i harbiyeden kurtulmasına cifir ve ebced hesabına aynen tam tamına tevafuku dahi tesadüfî olamaz. Hem Risale-i Nur'un hizmetine zarar verenlere veya hizmette kusur edenlere aynı zamanında gelen şefkat veya hiddet tokatlarının yüzer vukuatları tam tamına tevafukları tesadüfî olmadığı gibi.. Risale-i Nur'a hüsn-i hizmet edenlerin hemen hemen bilâistisna maişetinde vüs'at ve bereket.. ve kalbinde meserret ve rahat görmelerinin binler hâdiseleri dahi tesadüfî olamaz. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Efendiler: Mahkemeye hitabdır. Size kat'î haber veriyorum ki: Buradaki zâtların bizimle ve Risale-i Nur ile münasebeti olmayan veya az bulunan veye inkar edenlerden başka: istediğiniz kadar hakikî kardeşlerim ve hakikat yolunda arkadaşlarım var. Bizler Risale-i Nur'un keşfiyat-ı kat'iyesiyle iki kerre iki dört eder derecesinde sarsılmaz bir kanaatla bilmişiz ki: ölüm bizim için sırr-ı Kur’ân'la i'dam-ı ebedîden terhis tezkeresine çevrilmiş.Ve bize muhalif olanlar ve dalalette gidenler için o kat'î ölüm ya i'dam-ı ebedîdir. Eğer âhirete kat'î imanı yoksa.. veya ebedî ve karanlıklı hapsi münferiddir. Eğer âhirete inanıyorsa ve sefahet ve dalalette gitmiş ise: Acaba dünyada bu mes'eleden daha büyük daha ehemmiyetli bir mes'ele-i insaniye var mı ki: Bu ona âlet olsun.Sizden soruyorum? Madem yoktur. Ve olamaz. Neden bizimle uğraşıyorsunuz?

38

Biz en ağır cezanıza karşı.. kendimiz âlem-i nura gitmek için bir terhis tezkeresini alıyoruz diye kemal-i metanetle bekliyoruz. Fakat bizi reddedip dalalet hesabına mahkûm edenleri sizi bu mecliste gördüğümüz gibi i'dam-ı ebedî ile ve haps-i münferidle mahkûm ve pek yakın bir zamanda o dehşetli cezayı çekeceklerini müşahede derecesinde biliyoruz. Belki görüyoruz. Onlara insaniyet damarıyla cidden acıyoruz. Bu kat'î ve ehemmiyetli hakikatı isbat etmeye.. ve en mütemerridleri dahi ilzam etmeye hazırım. Değil öyle vukufsuz garazkâr maneviyatta behresiz ehl-i vukufa karşı.. belki en büyük âlim ve feylesoflarınıza karşı.. gündüz gibi isbat etmezsem her cezaya razıyım. İşte yalnız bir nümune olarak iki cuma gününde mahpuslar için te'lif edilen ve Risale-i Nur'un umdelerini ve hülâsalarını ve esaslarını beyan ederek Risale-i Nur'un bir müdafaanamesi hükmüne geçen Meyve Risalesi'ni ibraz ediyorum. Ve Ankara makamatına vermek için yeni harflerle yazdırmaya müşkilatlar içinde gizli çalışıyoruz. İşte onu okuyunuz. Tam dikkat ediniz. Eğer kalbiniz (nefsinize karışmam) beni tasdik etmezse.. bana şimdiki tecrid-i mutlak içinde her hakareti ve her işkenceyi de yapsanız. Sükut edeceğim. (Elhâsıl) Ya Risale-i Nur'u tam serbest bırakınız. Veyahut o kuvvetli zeddelenmez hakikati elinizden gelirse kırınız. Ben şimdiye kadar sizi ve dünyanızı düşünmüyordum. Ve düşünmeyecektim. Fakat mecbur ettiniz. Belki de sizi ikaz etmek lâzımdı ki: kader-i İlahî bizi bu yola sevketti. Biz de (ِ‫ن الْكَدَر‬ ِ ‫ن‬ ِ َ ‫ن بِالْقَدَرِ ا‬ َ ‫نا‬ َ ) düstur-ı kudsîyi kendimize َ ‫م‬ ْ ‫م‬ َ ‫م‬ َ ‫م‬ rehber edip.. her sıkıntılarınızı sabır ile karşılayacağız diye azmettik. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Efendiler. Her hükûmetin adliyesinin kanundan başka bir istinadgâhı yoktur. Ve onun adliyesi herbir merkezde aynı kanun ile amel eder. Ve yüz cinâyeti bulunan bir âdemin dahi.. müdafaa hakkı vardır. Ve o hakkından men'edilmez. Ve bu memlekette mâdem Kur’ân serbesttir. Kur’ân'ın hakikatlerini küfre karşı müdafaa etmek vazifesi yasak edilmedi biliyordum. Habuki bu altı aydır beni konuşmaktan ve görüşmekten kanunsuz olarak men'ettiler. Ve Eskişehir hapsinde adliye malumatı altında Müdafaat'tan başka on risale daha te'lif ettim. Ve müteaddit nüshalar yazıldığı halde.. bize kanun cihetinde ilişmediler. Burada ise yeni harf bilmediğimden

39

mecburiyetle eski yazı ile müdafaatımı yazdım. Benim yazım pek nâkıs. Herkes okuyamaz diye başkalarına yazdırdım. Risale-i Nur mes'elesi ise.. hem hükûmeti hem âlem-i İslâm'ı tam alâkadar edecek bir umumi hadise hükmünde bulunmasıyla.. hem benim ve arkadaşlarımın (mes'elenin vahdeti haysiyetiyle) müdafaanâmemizin. Ve Risale-i Nur'un mahiyetini gösteren o hakikatları cerh edilmez diye isbat eden ve onun bir nev'i müdafaanâmesi hükmünde bulunun Meyve Risalesi'nin herbirinden üç dört nüsha yazdırmıştım. Tâ ki: hem burada adliyeye ve Ankara makamatına vereyim. Birden onları kanunsuz olarak evrak-ı muzırra gibi elimden aldılar. Daha vermediler. Sonra çok yalvardık. Bize bir makineyi müsaade ediniz. Tâ hakkımızı müdafaa edeceğiz. Kanunsuz olarak müsaade etmediler. Ben mecburiyetle temas edemediğim arkadaşlar vasıtasıyla yeni harf ile üç nüsha yazdırdım. Biri Ankara Ağır Ceza Mahkemesine ki: evraklarımız ve kitablarımız oraya gönderilmiş. Birisi de reis-i cumhura diğer biri de Diyanet İşleri Riyasetine göndermek için hazırladık. Fakat makine ve serbestiyet verilmediği için el yazısı müşevveş ve noksan ve okunmaz diye onların okunmasına yardım etmek fikriyle iki alâkadar me'mura söyledik. Müsaade yüzü gösterdiniz. Mâdem kitablarımız eski harf ile Ankara'ya mahkemeye gönderildi. Biz dahi yeni harf ile eski harf ile iki müdafaa göndereceğiz. Diye hapishane müdürüne verdik. O da sabahleyin dedi. Eski harf ile yasaktır. Ben daha bunları size vermem. Diye kanunsuz müsadere etti. Ben dedim. Bütün buradaki arkadaşlarımın müdafaası hükmündedir. Çünkü mes'ele birdir. Herbirinin elinde hakkını müdafaa etmek için bulundurmak kanunen haklarıdır. Hem madem altı aydan sonra şimdi makineye müsaade ettiniz. Tashihli nüshalardan bir nüshayı makamata verilmek için makine ile yazacağız. Ve bir nüshayı da bana veriniz ki onun ile tashih edeyim diye.. çok ısrar ettim. Yalnız bir nüsha bana verdi. Ötekileri müsadere etti. Vermedi. Halbuki kendisinin itirafıyla ayn-ı hakikat olduğunu söyledi. Reis-i cumhura ve ağır ceza mahkemesine ve Büyük Millet Meclis'ine yazılan ayn-ı hakikat bir Müdafaa Risalesini müsadere etmek için dünyada hiçbir kanun olamaz. Ve ihtimal vermiyorum. Hem aynı mes'elede müşterek âdemlerin ellerinde o müşterek müdafaanâme bulunmasının yasak olması.. hiçbir hükûmet kanununda yoktur. Ve olmaz biliyorum. Biz böyle hilâf-ı kanun mes'elelere hedef olmuşuz. Şimdiye kadar sabrettik. Sabrımız kalmadı. Said Nursî

40

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Risale-i Nur’un hukukunu müdafaa etmek için ehemmiyetli bir talebim ve bir ricam var.Risale-i Nur umum alemi islama taalluk edecek hakaiki cem olduğundan mukkik ulemalardan ve feylesoflardan ehhli vukuf bir heyeti ilmiyeyi teşkil edip (gâyet mahremler mahdut bir iki risale hariç olarak) bütün risalelerimi tedkik için Denizli ağır ceza mahkemesi Ankara ağır ceza mahkemesine sevk etmişdir.Bu memlekete maddi ve manevi bereketi ve fevkalade hizmeti otuzüç âyet-i Kur’âniyenin işaretiyle ve imam Ali radıyallahü anhın üç kerameti ğaybiyesi ile ve gavsı A'zamın kat'i ihbariyle tahakkuk temiş olan Risale-i Nura aid dava ve itiraz cüz-i bir hadise ve şahsi bir meseele değilki..ehemmiyet verilmesin. Belki bu milleti ve memleketi ve hükûmeti ciddî alâkadar edecek ve dolayısıyla âlem-i İslâmın nazar-ı dikkatini ehemmiyetli bir surette celbedecek bir küllî hâdise hükmünde ve umumî bir mes'eledir. Evet Risale-i Nur'a perde altında hücum edenler.. ecnebi parmağıyla bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan âlem-i İslâmın teveccühünü, muhabbetini ve uhuvvetini kırmak ve nefret verdirmek için siyaseti dinsizliğe âlet ederek perde altında küfr-i mutlakı yerleştirenlerdir ki: hükûmeti iğfal ve adliyeyi iki defadır şaşırtıp der. Risale-i Nur ve şakirdleri dini siyasete âlet eder. Emniyete zarar ihtimali var.Risale-i Nur'un gerçi siyasetle alâkası yoktur. Fakat küfr-i mutlakı kırdığı için küfr-i mutlakın altı olan anarşiliği ve üstü olan istibdad-ı mutlakı esasıyla bozar. Reddeder. Emniyeti, asayişi, hürriyeti adaleti temin ettiğine yüzer hüccetlerden bu müdafaanamesi hükmündeki Meyve Risalesini takdim ediyorum. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Aziz sıddık kardeşlarım. Bize ihbar edene ve yazana zarar gelmemek için.. şimdilik.. ehl-i vukufun ittifak ile verdikleri kararlarını size göndermeyeceğim. Bu ehl-i vukuf.. bütün kuvvetiyle bizi kurtarmak ve ehl-i dalalet ve bid'iyatın şerrinden muhafaza etmek için çalışmışlar. Bize isnad edilen bütün suçlardan tebrie ediyorlar. Ve Risale-i Nur'dan tam ders aldıklarını ihsas edip. Risale-i Nur'un ilmî ve imanî kısmının ekseriyet-i mutlaka ile vâkıfane yazıldığını.. ve Said ise.. hem samimî hem ciddî kanaatlerini beyan ederek ondaki kuvvet ve iktidar: isnad edildiği gibi tarîkat icadı veya cem'iyet kurmak veya hükûmetle mübareze etmek değildir.

41

belki yalnız Kur’ânın hakikatlarını muhtaçlara bildirmek kuvvet ve iktidarıdır diye müttefikan karar vermişler. Ve gayr-ı ilmî tabir ettikleri mahremlere karşı demişler ki: Bazan cezbeye ve şuurun heyecanına ve ihtilâl-i ruhiyeye kapılmasından bu eserler ile mes'ul olmamak lâzım geliyor. Manasını fehm ediyorlar. Ve Eski Said Yeni Said tabirinde iki şahsiyet ve ikincisinde fevkalâde bir kuvvet-i imaniye ve ilim ve hakikat-i Kur’âniye manasını vermişler. Bir nevi cezbe ve ihtilâl-i dimağiye ihtimali var: demişler. Hem bizi şiddetli tabiratın mes'uliyetinden kurtarmak. Hem muarızlarımızı okşamak için (Sem u basar) cihetinde (hallüsinasyon) hastalığı ihtimali nazara alınabilir. Demişler. Onların bu ihtimalini esasıyla çürüten ellerine geçen ve bütün akılları geri bırakan Risaleleri ve bütün avukatlara hayret veren Müdafaa ve Meyve Risaleleri kâfi ve vâfi bir cevabdır. Ben çok teşekkür ediyorum ki bir hadîs-i şerifin mazhariyeti bu ihtimal ile bana verilmiş. Hem o ehl-i vukuf bütün kardeşlerimizi ve beni tam tebrie ediyorlar. Ve diyolar. Said'in âlimane ve vâkıfane eserlerine iman ve âhiretleri için bağlanmışlar. Hiçbir cihette hükûmete karşı bir sû'-i kasdlarına dair bir sarahat ve bir emare ne muhaberelerinde ve ne kitab ve risalelerinde bulmadık: diye o heyet ittifak ile karar verip.. bir Necati feylesof bir Yusuf Ziya âlim biri de Yusuf feylesof namlarında üç zat imza etmişler. Latif bir tevafuktur ki: biz bu hapse kendimiz hakkında bir medrese-i Yusufiye ve Meyve Risalesi onun meyvesi dediğimizden bu iki Yusuf dahi perde altında biz dahi.. o Medrese-i Yusufiye'deki derslere.. hissedarız. diye lisan-ı halleriyle ifade etmeleridir. Hem cezbeye latif bir delilleridir ki: Otuzüçüncü Sözün otuzüç pencereli. Ve Otuzüçüncü Mektub gibi tabirleri. Hem kedisinin Ya Rahîm Ya Rahîm tesbihini işitmesi. Hem kendini bir mezar taşı görmesi. Cezbeye ve hallüsinasyon ihtimaline delil göstermişler. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Aziz sıddık kardeşlarım. Madem biz çok emarelerle inâyet altındayız. Ve madem gâyet çok ve insafsız düşmanlara karşı Risale-i Nur mağlub olmadıç. Maarif Vekili'ni ve Halk Fırkası'nı bir derece susturdu. Ve madem bu kadar geniş bir sahada mes'elemizi pek ziyade i'zam ile hükûmeti telaşa düşürenler her halde iftiralarını ve yalanlarını bir derece

42

setretmeye bahaneler ile çalışacaklar. Elbette bize lâzım olan Kemal-i teslimiyetle sabır ve temkinde bulunmak. Ve bilhassa inkisar-ı hayale.. düşmemek ve bazan ümidin hilaf-ı zuhur ile me'yus olmamak ve muvakkat fırtınalarla sarsılmamakdır. Evet gerçi inkisar-ı hayal ehl-i dünyada kuvve-i maneviyelerini ve şevklerini kırar perişan eder. Fakat meşakkat ve mücahede ve sıkıntıların altında inâyet ve rahmetin iltifatlarını gören Risale-i Nur şakirdlerinde inkisar-ı hayal.. gayretlerini ve ileri atılmalarını ve ciddiyetlerini takviye etmek lâzım geliyor. Kırk sene evvel ehl-i siyaset bana bir cinnet-i muvakkata isnad ederek beni tımarhaneye sevkettiler. Ben onlara dedim. Sizin akıllılık dediğinizin çoğunu ben akılsızlık َ ُِ ُ ‫ك‬ biliyorum. O çeşit akıldan istifa ediyorum.Ve (ِ‫ن ع َلَى قَدَر‬ ٌ ‫جنُو‬ ْ ‫م‬ َ ‫س‬ ْ ِ ‫ن وَ لٰك‬ ِ ‫ل الن ِا‬

‫ن‬ ْ ِ ‫)ال ْ َهوَى ا‬ َ ‫ختَل َ ه‬ ‫جنُو ُ ه‬ ُ ْ ‫ف ال‬

kaidesini sizlerde görüyorum. Demiştim. Şimdi de ben kardeşlarımı şiddetli bir mes'uliyetten kurtarmak fikriyle.. bana mahrem risale cihetinde arasıra bir cezbe bir cinnet-i muvakkata isnad edenlere aynı sözleri tekrar ile: iki cihet memnunum. Birisi Hadîs-i sahihte vardır ki. Bir âdemin kemal-i imanı kazandığına avam-ı nâsın akıllarının tavrı haricindeki hallerini cenunluk divanelik saymaları.. onun kemal-i imanına ve tam itikadına delalet eder. Diye ferman ediyor. Ikinci cihet: Ben bu hapisteki kardeşlarımın selâmetleri ve necatları ve zulmetten kurtulmaları için.. değil yalnız bir divanelik isnadını. Belki kemal-i fahr u ferah ile tamam aklımı ve hayatımı feda etmeyi kabul ediyorum. Hattâ siz münasib görürseniz o üç zâta benim tarafımdan bir teşekkürname yazılsın. Ve onları manevî kazançlarımıza teşrik ettiğimiz bildirilsin. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Ben muhterem ehl-i vukufun raporuna hakkımızda adâlet ve hakkaniyet noktasında onlara bütün ruhumla teşekkür ediyorum. Onların yüz risaleden fazla kitabları kısa bir zamanda tedkik etmeleri cihetiyle elbette bazı noksanlar bulunur. Ben de.. o zatların raporlarına bir yardım niyetiyle birkaç noktasını izah edeceğim. Onları tenkid etmiyorum. Belki tedkiklerine yardım ediyorum. Hatta bana verdikleri cezbe ve arasıra ihtilâl-i ruhîyî kemal-i memnuniyetle kabul ediyorum. Fakat bu kadar var ki: Onların.. tasdikiyle de gâyet vâkıfâne ilmî eserlerdir ki: yüzyirmiyedi risaledir bunları en meşhur ulemâlar ve âkıllar hayretlerle

43

ve takdirlerle karşılıyorlar. Değil bir meczub belki en meşhur muhakkik ulemâlar fikren o dereceye yetişemiyorlar. Demek ne benim ve ne de başkasının değildir. Belki Kur’ân-ı Azimüşşan'ın hakikatlarıdırlar. biz de kaleme almışız. Fakat şahsım hakkındaki cezbe ve ihtilâl-i ruhîyî bu noktadan kabul ediyorum. Çünki ben şimdiki insanların çoklarını divane görüyorum. Benim aklım onların akıllarının cinsinden değildir. Ya ben divaneyim. ya onlar divanedirler. Elbette onlar çokluk olmalarından cinnet-i muvakkata ve arasıra meczubiyet benim hakkım oluyor. Bununla beraber yüksek ehl-i vukufun insaflı raporları gelinceye kadar bizim medar-ı ittihamımız olan hissiyat-ı diniyeyi âlet edip emniyet-i dahiliyeyi ihlal etmek teşviki ve cemiyet kurmak ve tarikat gütmek ve tedrisat yapmak esaslarını red etmeleri. ve risalelerde ve mektublarda buna dair hiçbir emare bulunmadığına müttefikan karar vermeleri cumhuriyet hükûmetinin adliyesinin ilmî hey'etinin dünyaca yüksek kıymetlerini. ve hakikatı hiçbir şeye feda etmediklerini gösterdiğinden ruh-ı canımızla onlara hem teşekkür hem dua ediyoruz. (Raporun sathi birkaç cümlelerine bir küçük izahdır.) Meşihat ve adliyenin yanması münasebetiyle bir sözüme yalnış mana verilmiş. Şöyleki: Bundan ondokuz sene evvel.. haksız bir surette İstanbula menfî olarak perişan bir halde gönderildiğim vakit.. bir zaman Meşihat'taki Dârü'l-Hikmet'te bulunduğumdan meşihatti sordum: Ne haldedir? Dediler: Büyük kızların lisesi olmuş. Ben de hiddet ettim. Bir beddua ettim. Hem dedim. Ya Rabbi Meşihat'ı kurtar. O gece Meşihat kısmen yandı. Ben de o münasebetle dedim. Bazen ateş temizlik yapar. Bu fakir millete beş milyon zarar veren adliyenin yanması da belki inşâallah bir temizliktir. o zarar telafi edilir. dediğim halde.. zararımıza bir rıza manası verilmiş. Hem bundan otuz sene evvel matbu' Lemaat namındaki eserimde manevi bir meclis.. ruhanide rü'ya gibi bir vak'ada ruhaniler benden sormuşlardı ben de cevab vermiştim. Ezcümle Eski harb-i umumide mağlubiyetinizin hikmeti nedir? Demişlerdi. Ben de cevab vermiştim. Bu hadiseden yirmi sene sonra aynen öyle bir halde ben soruyorum Neden bizim hükümet galib tarafı tutmadı. tâ ki Arabistan'ı, Hindistan'ı, Afrika'yı kurtarsın? Bana o rü'ya gibi vak'ada cevab verdiler ki: Senin eskiden verdiğin cevabın sana cevabtır. Yani eğer galib taraf tutulsa idi. şimdi Avrupa'ya pek yakın olan bu civarda kolayca tatbik edilen yeni icatlar: Harameyn-i Şerifeyn gibi yerlerde dahi müşkilatlar içinde tatbike çalışılmak ihtimaline binâen kader-i İlâhi mağlubiyetimize fetva verdiği gibi galib tarafı tutturmadı. diye gâyet müteessirane

44

yazıldığı halde.. zararımıza ve mağlubiyetimize bir rıza gösterir gibi bir ibare zann edilmiş. Bir de cifir ve ebced hesabları.. değil yalnız Muhyiddin-i Arabî gibi dahi muhakkiklerin belki ekser edibler ve ulemâların hususan ehl-i keşfin mabeyninde câri bir medar-ı istihrac ve esrardır. Kur’ân-ı Azimüşşan'ın sureleri başındaki mukattaat-ı hurufun bu hesabla münasebeti bulunduğunu bu Hadis-i Şerif isbat ediyor. (Bir zaman Yahudi ulemâsından bir kısmı Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam'a demişler. Senin ümmetinin müddeti azdır. (‫م‬ ٓ ‫ ) ال ٓه‬işaret ediyor. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam ferman etmiş ki. (

‫ص‬ ٓ ٓ‫م ع‬ ٓ ‫س‬ ٓ ٰ‫)ح‬gibi daha çok var. Onlar susmuşlar. Demek işârât-ı Kur’âniyenin ٓ ٓ ‫ق كٓهٰيٰع‬

cifir ile münasebeti var. Mâdem Kur’ân'ın işârâtı çok tarzlarda çok cihetlerle oluyor. ve var. ve muhakkaktır. Ve belağat noktasında işârâtıyla çok hakâiki ve ahkâmı ifade ediyor. Hadsiz tefsirler ve muhtelif on iki mezheb O'nun işâratını nazara almışlar. Elbette muntazam kaideleri bulunan ve riyazî hesab nev'inde işârât ile gaybî haberleri O'nun icâzının yüksek makamına yakışır. ve Risale-i Nur'un mahrem cüzleri o işârâtı kaydetmesiyle hem Kur’ân'a hizmet. hem Risale-i Nur Kur’ân'ın bir hakiki ve manevi bir mu'cizesi olduğunu isbat etmek ehl-i vukufun takdirine layıktır. Hem bir dâvâya bin emare hükmünde bir işâret bulunsa o dava sarahat-ı kat'iye derecesinde sübût bulur. Ve o istihraçlara Risale-i Nur'un verdiği ehemmiyet ise:ihtilali rûhiyeden değil belki tam bir inkişaf-ı ruhiyenin eseri olabilir. Bir de cezbeye bir emare kendimi bir mezar taşı gördüğüm beyan edilmiş. Ben bu muhterem zatların acelelik ile verdikleri hükümlerine otuz sene evvel söylediğim bu fıkrayı tekrar ediyorum. Yıkılmış bir mezarım ki: yığılmıştır içinde Saidden altmışdokuz emvat bâ-âsâm âlâmâ Yetmişinci olmuştur. o mezara bir mezartaş: beraber ağlıyor hüsrân-ı İslâm'a Ümidim var ki: istikbal semâvâtı zemin-i Asya bâhem: olur teslim yed-i beyzâ-i İslâm'a Zira yemin-i yümn-i imândır. Temin eder emn-i emniyeti enâma Hem cezbeme bir emare.. latif bir vakıayı beyan ediyorum..bir vakit..kedilere ne için mübarek denilmiş. Halbuki: insana karşı sadakati yok bir canavar görünüyorlar dediğimin gecesinde.. kedi yavrusundan birisi yastığıma gelip ağzını kulağıma yapıştırdı. Ya Rahim yâ rahim deyip taifesine karşı tahkirimi yüzüme vurdu. Mânen biz her iyiliği Rahim'den biliyoruz.

45

İt gibi esbaba perestiş etmiyoruz. Onun için bize mübarek onlara pis denilmiş diye hatırıma geldi. Sabahleyin bana hizmet eden Hâfız Tevfik, Süleyman, Abdullah Çavuş, Merhum Hâfız Ahmed ve merhum Mustafa Çavuş daha başkaları yanıma geldiler. Vak'ayı söyledim. Abdurrahim namını alan bir yaşındaki o kediyi okşadım. Onlar aynen benim gibi.. Ya Rahim yâ Rahim dediğini Abdurrahim'den işittiler. Sonra başka kedilere baktık. Onların da mırmırları dikkat ile dinlenilse Yâ Rahîmdir. Fakat Abdurrahim gibi sarih değildirler. Yalnız bir noktada Risale-i Nur'a bir haksızlık olduğu cihetiyle hatırlatmak lazımdır. Şöyleki: Muhterem ehl-i vukufun yüzyirmiyedi ilmî risaleleri tam takdir ile vâkıfâne olduğunu beyan ettikleri yerde yalnız üç küçük mahrem risalelerin gayr-ı ilmî ve şaşırtıcı ve anormal olmadığı bir halde olmasına mukabil tutmaları doğru değildir. Risale-i Nur'un yüzyirmiyedi ilmî risalesinin onlarca musaddak yüksek kıymetlerine ve binler hakikatlerine karşı.. üç dört risalenin.. onlarca şaşırtıcı üç dört mes'eleleri mukabil tutulmaz. Diye o zatlara hatırlatıyorum. Hem bir kardeşımız bir hadisin hükmüyle ve Mevlânâ Hâlid'in hayatının dört cihetle bu biçare Said'in hayatıyla tevafuk etmesiyle Risale-i Nur dahi Mevlânâ Hâlid gibi bir müceddittir. Diye beyanı: benim benliğime ve şahsıma ve şahsiyetime verilmiş. Halbuki: ben bütün arkadaşlarımı işhad ediyorum ki: ben benlik peşinde koşmuyorum. Ve red ediyorum. Ve bana şahsıma karşı ziyade hüsn-i zan edenleri men' edip hatırlarını çok def'a kırıyorum. Teşekkürün bir tetimmesidir. Muhterem ehl-i vukufun raporunda medar-ı nazar olmuş ve itiraz edilmiş. Risale-i Nur Şâkirdleri ehl-i cennet olacakları ve imân ile kabre girecekleri cihetidir. Aşere-i Mübeşşere'den başka şahsıyla ve ismiyle bu fazilete kimse.. yetişemez diye bir nev'i itirazlarına karşı deriz. Bu mes'elede şahıs ismiyle tayin edilmemiş. Yalnız kuvvetli َ ْ َِ ‫ )ا ِه‬gibi âyetlerin imân ve amel-i salih sahibleri ehl-i işaretlerle ( ‫يمه‬ ٍ ِ‫ن الَبَْراَر لفِهى نَع‬ cennettir. Dedikleri misillû.. Risale-i Nur'un şeytanları dahi susturan imân-ı tahkiki dersini alan şâkirdleri.. imân ile kabre gireceklerine kuvvetli emarelerle hükmedilse.. elbette medar-ı itiraz olamaz. Hem o zatlar acelelik cihetiyle Risale-i Nur'a aid kerametleri bana isnad oluyor diye medar-ı tenkid ederek. Demişler.. Bir veli keramet dâvâ etmez. (Elcevab) O pek çok hâdiseler kerametler değildir. Belki ikramlardır. İkram ise izharı bir şükürdür.

46

Hem onlar benim değil. Ve benim hiçbir cihetle o kerametlere liyakatım olmadığını bütün kardeşlarıma mükerreren söylemişim ve yazmışım. Belki binden ziyade olan o vakalar Kur’ân'ın mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur'un makbuliyetine dair Kur’ân'ın i'câz-ı manevisinden tereşşüh etmiş Risale-i Nur'un ikram nev'inden kerametleridir. Benim ne haddim var ki onlara sahib çıkayım. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Ehl-i vukufun ittifakla.. bizi şimdiye kadar suçlu vehmini veren emniyeti ihlal, cem'iyet kurmak, tarikat gütmek, hükûmete ve siyesete ilişmek maddelerinden tebrie etmeleri ve masumiyetimize karar vermeleriyle insaflarını ve hakperestliklerini gösterdiklerinden onların az zamanda beş sandık iki çuval kitab ve mektub ve evrakın tedkikinde aleyhimizde toplanan çok evham ve ağır şerâit içinde benim şahsımın aleyhindeki bazı tenkidleri beni müteessir etmiyor. Bilakis kalben memnun oluyorum. Çünki bilemediğim ve düşünemediğim bazı kusurlarımla: Risale-i Nur'a ve imân hizmetine zarar olan bir kısım şeyleri öğrendim. Fakat evvelce takdim edilen teşekkürnâmede kısmen izah ettiğimiz gibi. Şimdi raporu gördükten sonra sekiz dokuz yerde acelelik sebebiyle sehivler ve iltibaslar ve anlamamazlıklar ve yanlışlıklar olmuş.. Ben bu zatları tenkid değil.. belki onların bu mes'elede kazanacakları hayrat ve hasenatlarına yardım fikriyle o sehivlerin sahihini beyan edeceğim. (Birinci Sehiv) Onlar ittifakla yüzde doksan risaleleri gâyet takdir ile beraberdirler. Bunlarda müellif.. hem samimi hem hasbi hem ilim ve hakikatden ve din esaslarından ayrılmamıştır. Bu doksan kitabda dini âlet etmek: veya cem'iyet teşkil etmek ile.. emniyeti ihlâl hareketinin bulunmadığı sarihtir. Ve şâkirdlerinin birbiriyle ve Said ile muhabere mektubları da bu nev'dendir deyip: muhakkikane hüküm verdikleri yerde şahsımın bir kusurunu böyle beyan için diyorlar. (Said bazen bu âyetin yüz hikmetinden beşi beyan olunacak.) der. Ve bu ise ilmî vakarına yakışmaz: Hem bazen bu risale.. (dört buçuk saatte yazıldı) der. Ve bu söz ise kendini medhe ve muhatabını hayrete düşürmek mahiyetinde bir küçüklüktür. (Elcevab) Ben kusuru ve küçüklüğü nefsime memnuniyetle kabul etmekle beraber derim.. Bu çeşit sözlerimin sebebi kendimi beğendirmek değil hâşâ. Belki Risale-i Nur Kur’ân'ın bütün nükte ve hikmetlerini ihata edemez. Ancak yüzde dördünü, beşini

47

beyan edebilir) diye. Kur’ân'ın vüs'at-ı mânâdaki i'câz-ı manevisine ihtardır. Ve ona işarettir. Ve dört veya altı veya oniki saatte te'lif edildi demekle Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’ân'ın şakirdidir. Ve Kur’ân'ın hazır malını hazinesinden çabuk çıkarır. Satar. Demekle kendimi medh değil. Belki Risale-i Nur'un makbuliyetine bir emare. Ve bu halde.. müflis bir hizmetkârı olduğumu göstermek niyetiyle başka kitablardan veya diğer fikirlerden ve kendi fikirlerimden olmadığını bildirmektir. Evet yirmi senedenberi Kur’ân'dan ve Risale-i Nur'dan başka hiçbir kitabı yanında bulundurmayan ve okumayan ve hiçbir gazete ve mecmuaları bilmeyen ve istemeyen bir âdem. O niyetle öyle söyleyebilir. (İkinci Sehiv) (‫مدْرِك ًها‬ ُ ‫ي َها‬

َ ‫)لِذٰل ِه‬ ‫ن‬ َ ‫ك الَِز‬ ‫ما ِه‬

Ebced hesabıyla (binüçyüzellide Said-i Kürdî gelecektir.) çıkıyor. Bir mahrem risaleden almışlar. (Elcevab) Hülâgû'dan ve latin hurufundan İslâm deccalından ve bir kısım ulemâların yanlışlarından kat'i haber veren. İmam-ı Ali Radiyallahü Anh o cümle ile bu biçare Said'e diyor. (Sen o zamana yetişeceksin. Cenab-ı Hak'tan muhafazanı... niyaz eyle) demiş. Yoksa hâşâ kendime bir pâye vermek hiç hatırıma gelmemiş. Ve hem o sahife raporlarında.. (Deccalın mühim kuvveti Yahudi'dir. Mançur, Moğol, ve Kırgız anarşist ve sosyalisttir.) denilmiş. Halbuki o sehivdir. Sahihi (Deccalın mühim bir kuvveti Yahudi'dir.. Ve ye'cüc ve me'cüc ise.. Çin-i Maçin'de bulunan Mançur ve Moğol ve Kırgız ve her tarafta bulunan anarşistler ve sosyalistlerin müfritleri olan..lardır.).. (Üçüncü Sehiv) Yanlış mana vermekle: raporda (Said bazen kerametler yazar. Yazmak istemezdim. Bana yazdırıldı hem bazen bu cevab manevi cânibinden ve hakikat âleminden bildirildi. Hem bazen kudsi bir müjde veriyor. Her yüz senede bir müceddid gelir. Fikriyle kendisinin zamanın müceddidi olduğu fikrini uyandırıyor.) demişler. (Elcevab) Hâşâ bin def'a hâşâ Benim haddim değil ki o kerametleri benliğime mal edeyim. Belki benim pek çok kusurlarımla beraber. Risale-i Nur ile iman hizmetinde çalışmamıza bir ikram-i İlâhi ve o hizmetin makbuliyetine dair bereketten gelen bir emareyi göstermek. Ve ne ile yaşıyor? nasıl geçiniyor? diyenlere karşı, bereket-i İlâhiye bu hizmetimizi dünya maişetine âlet etmeye mecbur etmiyor. Demektir. Hem bu yazdığımız hakikatler benim fikrimin malı değil.. belki herkesin kalbinin bir köşesinde bulunan bir lümme-i rahmanî ve melekî ilhamı.. ve bir tarafında lümme-i şeytani ve vesveseci bulunduğuna ehl-i hakikat ve diyanetin hükümlerine binâen.. benim kalbimde dahi herkes gibi bazen ihtiyarım haricinde ve fikrimin fevkinde..

48

hatırıma bir hakikat hutur eder. Yani Kur’ân'dan manevi bir cânibden bir nev'i ilham hükmünde bir güzel nükte ifham edilir. Demektir. Ve hiç hatırıma gelmiyor ki, Yeni Said zamanında çok aciz ve nefsinin şerrinden ve benliğinden çok korkan ve belasını çeken şahsıma böyle bir mevki verdiğimi veya vermek istediğimi tahattur etmiyorum. Belki Risale-i Nur'da isbat edilmiş ki, Bu zaman.. cemaat zamanıdır. Şahs-ı manevi hükmeder. Eski zamanda dalâlet bir şahıstan geldiği cihetle.. karşısına bir dâhi-i hidâyet çıkardı. Şimdi ise cemaat şeklinde bir şahs-ı manevi olmasından karşısında ancak bir şahs-ı manevi mukabele edebilir. Yalnız eskidenberi ehl-i hakikat mabeyninde câri ve üstadına karşı fart-ı muhabbetten gelen fevkalhad hüsn-i zanları ta'dil etmek ve nimet-i İlâhiyeye karşı küfran ve inkar etmemek niyetiyle müceddidlik vazifesi olabilir. Fakat benim değil. Risale-i Nur'undur. Bu zamana bakan Kur’ân'ın bir cilve-i hakikatıdır. Risale-i Nur onu temsil ediyor.. Ben neci oluyorum ki: kendime dava edeyim. (Dördüncü Sehiv) Isparta'ya yağmur yağdırmak yazı bahara çevirmek kerametidir. Şâkirdleri tarafından denilmiş.(Elcevab) Yağdırmak çevirmek değil. Belki Risale-i Nur bereketiyle yağdı. Ve döndü denilmiş. (Beşinci Sehiv) Tarikatın hakikatını ilmen izah eden Telvihat-ı Tis'a namındaki risalede.. bir kısım makbul meczubların bazen cezbe halinde hilâf-ı Şeriat hareketlerinin hikmetini beyan sırasında demiş ki (insanda bazen lâtifeler ihtiyar altına girmez. Hükmettikleri zaman o meczub âdem Şeriat'a muhalefetiyle mes'ul olmaz.) cümlesini velâyeti kübra yollarının en parlağı ve en yükseği sünnet-i seniyeye ittiba'dır. Fıkrasına bir tezaddır. diye raporda yazılmış. Bu zâhir bir sehivdir. Hem o sahifede derler. Said tasavvuf yapmadığını ve Kur’ân'ı şerh ettiğini söyler. Hem hapishanede iken Gavs-ı A'zâm Abdulkadir-i Geylânî'yi imdadına çağırıyor. Ve hurufçuluk yapıyor. Diye medar-ı tenkid bir tezad yapmışlar. (Elcevab) Bu zâhir bir sehivdir. Çünki Abdulkadir-i Geylâni'yi yalnız sofiler değil, belki ekser halk onu sever. Keramet-i zâhirelerine hayret ederler. Hatta meşhur bir Hıristiyan demiş. Ben İslâmiyeti kabul etmiyorum. Fakat Şeyh Geylânî'yi de inkar edemiyorum. Böyle yüksek derecede kabul-i ammeye mazhar bir zatı.. medh etmek ve himmetini ve şefaatini istemek sofiliğimden değil, onun yüksekliğindendir. Ve ilm-i huruf namıyla eski zamanda cereyan eden ve nâehil bir kısım şarlatanlar dahi onu su-i isti'mal edip hâfi ilimler sırasında gizlenen ve bâtıniyun taifesinde ehemmiyet verilen hurufçuluk ise: hesab-ı ebced ve tevafukla Risale-i Nur'un beyanatına: gâyet zâhir

49

ve gözle görünür gibi tarzının sâbık hurufçuluk ile hiç münasebeti olmadığı halde. Bunu da ehl-i Sünnet'çe makbul olmayan.. hurufçuluk deyip sehven bir tezaddır. Demişler. (Altıncı Sehiv).. Raporda işine gelirse (Ben Kürd'üm. Şafiiyim. Biz Hanefi ulemâsının Türkçe ezan gibi kararını tanımayız.) diyor. Demişler. Hem işine gelince (Kürdlük Türklük yoktur. Biz yek-vücuduz, Müslümanız, kardeşiz diyerek ayrılığı red eder milletlerin birliğini çıkarıyor.) Bu ise bir tezaddır. Diyorlar. (Elcevab) Bundan ondört sene evvel bir köyde yalnız tazyik altında insafsız bazı me'murlar hususi ibadethânemde Türkçe ezan ve kamet yapacaksın. Dediler. Bunların.. bütün bütün kanunsuz keyfi zulümlerine karşı.. o zaman yazdığım Hücûmat-ı Sitte' nin zeylinde demiştim. (Hem ben Şâfiîyim. Hem dilim Türkçe değil. Hem hususi ibadethanemde yalnız bulunduğumdan Hanefi mezhebinde olan bazı hocaların Türkçe ezan fetvaları bana şumûlü olamaz. Demişim. Onların kararlarını tanımıyoruz. Dememişim. Hem bütün arkadaşlarım. ve Risale-i Nur eczaları şâhiddirler ki.. Ben eskidenberi milliyetimizi İslâmiyet biliyorum. Kürdçülüğe hiçbir vakit taraftar olmadım. Ve terviç etmedim. Ve daima derim ki: Avrupa milletçilik fikriyle anâsır-ı İslâmiyeyi birbirinden ayırmağa çalışıyor. Ben de İslâmiyet hesabına milliyeti yalnız İslâmiyet biliyorum. İslâmiyet noktasında bakmışım. Ve Avrupa'nın bu frenkî illetine karşı tedaviye çalışmışım hem o zâlim me'murların kanunsuz keyfî tazyiklerine karşı yazılan Hücûmat-ı Sitte'nin Zeyli bir hiddet zamanında yazıldı. O hususi me'murlara karşı şiddetli lisan kullanılmış. Yoksa Risale-i Nur daima Kur’ân edebiyle ziynetlenmiştir. Lisanı nezihtir. (Yedinci Sehiv) Raporda.. Said metafizik nazariyeleriyle haşri isbat.. ve Muhyiddin-i Arabî'nin vahdetü'l-vücud nazariyesini. bazen te'vile bazen te'yide kalkar. Bu da zâhir bir sehivdir. Muhyiddin-i Arabî'nin vahdet-i vücud mesleği ise.. ehl-i sahv ve sahabelerin mesleği olmadığından belki ehl-i istiğrakın meşrebi olmasından eskiden beri Risale-i Nur onu te'vil.. ve te'yid değil.. bilâkis Muhyiddîn'i büyük ve makbul bildiği halde.. meşrebini kabul etmiyor. َ Velâyet-i kübra ehli olan sahabelerin ve Âl-i Beyt'in meşrebi.. (‫و‬ ُ ‫مو‬ َ ُ‫جود َ اِل ِ ه‬ ْ َ َ ‫ )ل‬değildir.

َ

ْ ‫م‬ Belki istiğrak halinde dahi (‫و‬ َ َ ‫ )ل‬dur. Onun için Risale-i Nur demiş. َ ُ‫ش ُهود َ اِل ِ ه‬ Muhyiddin-i Arabî o derece Vâcibül-Vücud'a hasr-ı nazar eder ki: kâinatı Cenab-ı Hak hesabına inkar eder dereceye gelir. Halbuki: bu zamanda o meşrebin bahanesiyle vahdet-i vücud nazariyesiyle.. maddiyata boğulmuş, tabiat batağına düşmüş âdemler,

50

kâinat hesabına ulûhiyeti inkar derecesine gitmek için bir vesile ittihaz etmeleri cihetinde.. Risale-i Nur Muhyiddin'i ve mesleğini böyle heriflerin gâyet çirkin mesleklerinden kurtarmak fikriyle. vahdetü'l-vücud kapısını kapıyor. Te'yid değil. Belki aklen ve mantıken kuvvetli bürhanlarla sahâbe ve ehl-i sahvın meşrebinin.. o meşrebden daha yüksek daha selâmetli olduğunu isbat etmiş. (Sekizinci Sehiv) Raporda demişler. Bir âdem hakikaten evliya olsa dahi.. bu benim kerametim demesi.. dînen memnu'dur. Hele kitab'a asla yazamaz. (Elcevab) Ben bütün dostlarımı işhad ediyorum ki: ben hiç bir vakit veliyim. Bu benim kerametimdir dememişim. Ve diyemem.. Ve demeye hiçbir hakkım yok. Belki daima dediğim budur. Risale-i Nur madem Kur’ân'ın hakikatlerine hizmet ediyor. Biz de o hizmet-i kudsiyede çalışıyoruz. Cenâb-ı Hak Kur’ân'ın mu'cize-i ma'neviyesinin bir şu'lesi olarak Kur’ân'a keramet ve Risale-i Nur'a bir ikram ve bizlere bir ihsan-ı İlâhî ile ve bir lûtf-ı Rabbânî ile merhamet ediyor. Hem ikram keramet gibi değil.. ikramın izharı niyet-i halis ile bir nevi şükürdür. Ve onun inkârı o nimeti inkâr hükmüne geçtiğinden bazen izhar edip yazıyordum. Tâ şakirdlerin hizmetteki şevkleri kırılmasın ve maişet derdi cihetinde gelen endişelere karşı bereket nev'inden gelen ikrâmât-ı İlâhiyeyi beyan ediyordum. Ve ekser şakirdler kendi maişetlerindeki tecrübeleriyle o ikram-ı İlâhîyi tasdik ediyorlar. Biz de hissediyoruz derler. Daha derd-i maişet.onları tazyik etmez. Ve hizmet-i imaniyeye mani olmaz. Raporun o sahifesinde Risale-i Nur Şâkirdlerinin cennetlik olduklarında şüphe yoktur. bu bana bildirildi. Diyor. Cennet ile müjdelemek ve iman vesikasından bahsetmek Katolikler ve Bâtınîlerde görülmüştür. Ve Şeyh Geylânî gibi zatların Müridlerim cennetliktir demelerinin aslı yoktur. Aşere-i Mübeşşere'den başka cennetle tebşir edilmemişler. Bir âdemin Ben cennetliğim sen cehennemliksin demesi akâid kitaplarında beyan edildiğine göre yanlıştır. Caiz değildir. hem aynı sahifede bana bildirildi. Hakikattan haber aldım. Bana böyle denildi gibi sözleri Aynü'l-İlim şârihi ilhaddan saymıştır. (Elcevab) Kur’ân-ı Azimüşşan'da yüzer âyât ile iman ve amel-i salih ehli cennet ile tebşir edilmesine binâen ismi ve şahsıyla değil belki Kur’ân'ın beyanı tarzında fakat müjdeli bir surette Risale-i Nur Şâkirdlerinin iman ve amel-i salih noktasında ve bilhassa iman-ı tahkiki kazanmalarında ve hüsn-i hâtimelerine binler lisan ile her vakit dua edilmesine istinaden Kur’ân-ı Kerim'in belâgatının derece-i i'cazından tereşşuh eden işârâtından remzî bir beşâret ve bir müjde telâkkî edip hesab-ı ebced ile tam tevafukunu bir emare göstermek. Hiç bir cihetle medar-ı itiraz olamaz. Teşekkürnâmede beyan olunduğu gibi Risale-i Nur bir âdemin şahsıyla ve ismiyle tayin edip cennetlik müjdesini vermiyor.

51

Belki Kur’ân'ın yüzer âyâtının beşaretine binâen bu zamanda yüksek derece-i iman ve amel-i salihte bulunan şâkirdleri (kim olursa olsun) birkaç âyetin işaret ve remizleriyle müjde veriyor. Bunda bir hüküm yok. Ve akîde-i Ehl-i Sünnet'e muhalif hiç bir ciheti yok. Hem raporda bana bildirildi. Hakikattan haber aldım. Bana böyle denildi gibi sözler. Herkes kalbine hatıra nev'inde hususi ilham kabilinde diyebilir. Nev'inden tabirattır. Bunların neresinde haram vechi bulunur. Hususan Kur’ân nüktelerinin fehminde Kur’ân hakikatından. İhtiyarsız ilhâmî bir surette gelen ma'nâlara hakikattan haber aldım. Kalbimde denildi. Tabirleri tam yerindedir. Raporun aynı sahifesinde.. İlm-i huruf ile.. ebced hesabıyla hüküm çıkarmak. Okunması haram olan ilimlerdendir. Diye Reddü'l-Muhtarşârihi demiş.demişler. (Elcevab) Sâbıkan beyan ettiğimiz gibi su-i istimal edilmiş hafi ilimlerden olan ilm-i huruf başkadır. Risale-i Nur'un ebced hesabıyla ve zahir tevafuk ile (hüküm çıkarmak değil..) Kur’ân'ın meziyetli nüktelerini ve işaretlerini beyan etmesi bütün bütün başkadır. Bunda da sehiv var. (A.S.M.) Hem aynı sahifede Said Hazret-i Peygambere ittiba ettiğini söyler. Halbuki (A.S.M.) Hazret-i Peygamberin cifr, huruf ve tevafuk gibi şeylerden hüküm çıkardığı kat'iyen varid değildir. (Elcevab) Kur’ân'ın had ve hesaba gelmez manaları, işaretleri, tefsirleri. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'dan sarihan görünmüyor. Fakat bütün o kudsî menba'ın tereşşuhatıdır. İlm-i huruf değil. Belki pek zahir.. ve hesabî olan hesab-ı ebced ve gözle görülen tevafuklarla Kur’ân'daki işarat ve nüktelerin fehmi için bir vesile yaptığım Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sünnetine ittibaımıza elbette hiçbir vecihle münâfâtı olamaz. (Dokuzuncu Sehiv) Raporda denilmiş. Said-en Nursî kendisini emr-i bi'l-ma'rûf ile mükellef tutuyor. Halbuki emr-i bi'l-ma'rufun şartı fitneye müeddî olmamaktır. Kendisi bu işe me'mur değil iken ve şüpheli bir vaziyette bulunurken emr-i bi'l-ma'rufa kalkması bir akîde kitabında haramdır. denilmiş. Hem Ehl-i Kıble tekfir olunmaz. Said-en Nursî ise zaruriyât-ı diniyeden olmayan meseleleri ortaya atıyor. Sonra Ey Mülhidler dinsizler gibi kelimeler kitaplarında bulunuyor. Bunlar dînen caiz değildir. Ehl-i Sünnet ve 'l-Cemaat mezhebine göre ben müslümanım diyen âdeme kâfir demek günahtır. (Elcevab) Hükûmet-i İttihadiye'ce ittifakla umum Avrupa'ya karşı hakâik-ı İslâmiye'yi beyan ve muhafaza etmek için Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye'de bir âzâ kabul edilen. Ve ondokuz sene evvel Van'da iken Diyânet Riyaseti tarafından bir vaiz kabul edilen.

52

ve şimdiye kadar pek çok muarızları bulunduğu halde sözleri cerh edilmeyen. Hem şimdiye kadar hiç bir yerde dînen onun derslerinden bir zarar gören bulunmayan bir âdemin. Kur’ân'ın gâyet sarih emr-i bi'l-ma'rufunu has ve hâlis ve sırf âhireti için çalışanlara söylemesi değil haram belki en ehemmiyetli bir farz hükmündedir. Amma ehl-i Kıble'nin tekfiri hakkındaki sehivleri ise.. hem Risale-i Nur'u hem benim ile temas edenleri işhad ediyorum ki: Benim eskiden beri mesleğim hüsn-i zandır. Değil tekfir. Belki: Mümkün olduğu kadar müslümanları tekfir vartalarından kaçmışım. Mezheb-i Hanefî'de sebeb-i küfür gösterilen çok maddeler. Mezheb-i Şâfiî'de yalnız kebair sayıldığı cihetle ben hüsn-i zan etmeye mezhebimce mükellefim. Hanefi ulemâsından mezhebce daha ziyade tekfirden çekiniyorum. Hususi ve muayyen insanlara tam sarih küfür görünmezse kafir diyemeyiz. Ve Risale-i Nur'da ey mülhidler ey zındıklar dediğim vakit. Muhatablarım ise: Gizli ve İslâmiyet'in ifsadını ve mü'minlerin imanını bozmayı hedef ittihaz eden ve bazen hükümetin bazı erkânını iğfal edip.. bizi böyle belalara sokan ve otuz seneden beri benimle mücadele eden şahsen bilmediğimiz bir kısım münafıklardır. Yine aynı sahifede: İstanbul ulemâsından bazıları Said'in hareketini beğenmediklerinden kezzab dediklerinden onlara ve Seyyid Abdülhakim'e.. şâkirdleriyle beraber ölüm duası yaptıklarından. Halbuki müslümanlıkta ölüm duası yapılmaz.. (Elcevab) Hâşâ: İstanbul ulemâsı. Başta merhum Fetva Emini Ali Rıza olarak bütün âlimleri Risale-i Nur'a karşı takdirkârâne bakmışlar. Hiç birine karşı bedduâmız yoktur. Hürmetimiz var. Yalnız bizim gizli ve dinsiz düşmanlarımız her nasılsa bir münasebetle.. çok ihtiyar merhum Abdülhakim'e hulûl edip ihtiyarlığından ve taassubundan istifade ederek Risale-i Nur şâkirdlerinin aleyhine çirkin bir söz söylettirmişler. Biz işittik. Onun tesiriyle bize epey zarar oldu. Şâkirdler ölümüne bedduâ etmek istediler. Ben dedim. Siyâdetine ve ihtiyarlığına hürmeten yapmayınız. Yaptırmadık. Tâ o vakit helâl ettik. Hattâ şimdi ben.. en yakın dostum gibi hayırlı dualarıma teşrik etmişim. (Onuncu Sehiv) Hem aynı sahifede iki türlü deccal, süfyan diye zaruriyat-ı diniyeden olmayan bunlarda icma var diyor. İnanmayanlara zındık, dinsiz, mülhid hükmünü veriyor. Halbuki mehdî,deccal, süfyan gibi şeyler Kur’ân'da yoktur. İcma'da yoktur. Yalnız Taftazânî bunlar gayr-ı mümkün şeyler olmadığından bu bâbda rivâyet edilen hadisleri kabul ederiz. Demiş. Hem İmam-ı Mahfî ve Mehdi-i Muntazar batıl olduğuna ehl-i Sünnet'in ittifakı var? (Elcevab) Acelelik belasıyla gâyet sathî bir surette yüz risaleden

53

ziyade kitaplar tedkik edilmeden. Bir mahrem risalenin bir ibaresinden böyle bir hüküm isnad etmelerini o müdakkik zatlara yakıştıramıyoruz. Evvelâ. Taftazanî âhirzaman hâdisâtı hakkında değil.. belki hadisat-ı uhreviyeden bir acîb kısım hakkında o sözleri Şerhü'lMakâsıd'da yazmış. Sâniyen Risale-i Nur'dan mahrem bir cüz'i iki deccala inanmayan dinsizdir demiyor. Hem deccalın hurucu bütün akîde-i İslâmiye kitaplarında mezkûrdur. İcmâ'a mazhardır. Mehdî ve süfyan mefkûresi ise. Ümmet içinde gâyet esaslı bir tarzda ve ehemmiyetli bir hikmete binaen cereyan edip gelmiş. Adeta ümmetçe telakkî-i bi'l-kabul nev'inde bir medar-ı tesellî olarak.. her asırda Âl-i Beyt-i Nebevî'den bir hidâyetkâr imdada yetişmesi tesellisi ile.. devlet-i süfyaniyede ve Emeviye'de eski zamanda Yezid ve Velid gibi süfyan mânasını veren hâkimlere karşı dayanmak için her asrın ihtiyacı bu mefkûreyi idame etmiş.. Ve bu hakikatı cüz'i-küllî her asır gösterdiği gibi bu asır da bir derece göstermiş diye Risale-i Nur'un beyanatı hiç bir cihetle hakâik-i İslâmiye'ye münâfâtı yoktur. Fakat Hanefî ulemâsından bir kısmı (‫سى‬ ِ َِ ‫مهْدِى اِل‬ َ ‫عي‬ َ َ ‫ )ل‬demelerine binâen ulemâ-yı Hanefiye sâir mezhebler gibi mehdî ve süfyan hâdiselerine akîde noktasında bakmıyorlar.. Risale-i Nur'un üstadlarından bir üstadı İmam-ı Gazalî ve birisi de Abdülkâdir-i Geylâni'dir. (fakat tarikat cihetinde değil. Hakikat cihetinde) ve birisi de ve en başta İmam-ı Ali Radiyallahüanh olmasından onların ittifak ettikleri mes'eleler elbette ma'den-i Risâlet'ten alınmıştır. Diye Risale-i Nur kabul etmiş. Ve İmam-ı Ali Radiyallahüanh kasidesinde süfyana İslam Deccâlı namını vermesi bize bir hüccet hükmüne geçmiş. Yalnız Ebu Hureyre'nin rivâyet ettiği hadisten başka pek çok emareler ve büyüklerden gaybî ihbarlar vardır. Ve vaki-i hal.. vukuâtıyla tam tasdik ediyor. Hem ehl-i Sünnet'çe batıl olan Mehdi-i Muntazar budur ki: şialerın bir kısmı Oniki İmam'dan birisi ölmemiş. Bin senedir gizlidir. Sonra meydana çıkacak.Dünyayı ıslah edecek. Mehdi-i Muntazar budur. Ehl-i Sünnet bu fikre bâtıldır der. Yoksa: Ehl-i Sünnet'in ekseriyetçe َ kabulu olan ve intizar edilen Muhammed Mehdi hakkında hadisler var. Ve ( ِ‫مهْدِى اِل‬ َ َ‫ل‬

‫سى‬ ِ ) diyen.. ulemâların fikirlerini kabul etmediklerinin hikmeti şudur. Âhirzamanda ‫عي َه‬ dinsizlik cereyanına karşı mukabele etmek. Ancak İsevî'nin hakiki dini hakikat-ı Kur'ân'la ittihad ederek. Kur'ân ise esas ve imam olup.. İsevî dini ona tabi olacağına işareten bir rivâyette var ki: (İsâ gelir. Namazda Mehdi'ye iktida eder.) Eğer o kısım ulemâların fikri gibi olsa.o halde İsevîlik esas ve imam olması lâzım geliyor.

54

Muhterem ehl-i vukufun bir kısım sehivleri teşekkürnâmede dahi beyan edilmiştir. Ben kasemle temin ediyorum ki: eğer bazı ehl-i imana zarar gelmese idi. Hakkımızda ağır şeraid altında insaflı hareket eden bu muhterem ehl-i vukuf'un isnad ettikleri bütün kusur ve hataları nefsime kabul edecektim. Fakat iman hizmeti beni mecbur eyledi. Muhterem ehl-i vukuf Saîd'de iki halet-i ruhiye bulmuşlar. Birisi normal hayatı deyip yüzde doksan kemal-i takdirde. beğendikleri risaleleri o normal hayatına isnad ediyorlar. Diğer haleti. Cezbe ve ihtilal-i ruhî hâletidir. Ve ona da beş-on küçük mahrem ve yarım mahrem ve zulme karşı hiddet mektublarını veriyorlar. Hakikat ise.. Fikrimin hüneri ve ilmimin eseri olmadığına işareten bir ihsan-ı ilâhidir ki: o normal dedikleri halette değil.. belki gayr-ı normal halette en mükemmel eserler yazılmış. Hatta ben ve telif zamanında beraberimdekiler biliyoruz ve en hastalıklı ve sıkıntılı ve heyecanlı ve ihtilal-i ruhide yazılan risaleler çok mükemmel ve süratli oluyordu. (Elhâsıl) Normal hayatım Risale-i Nur hakkında gayr-ı normaldir. Ve gayr-ı normal ise normaldir.) 31 Mayıs 1944 Denizli Cezaevinde Mevkuf Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Denizli Ağir Ceza Mahkemesi Yüksek Huzuruna Son müdafaamdır. İddia makamı ne safahat-ı muhakemeyi ve ne de bize karşı ibraz ettiği indî edillenin hiçliğini, kifâyetsizliğini, çürüklüğünü ve delilsizliğini ve gerek hak ve hakikatı zerre kadar nazara almayarak mutlaka bizi cezalandırabilmek emeliyle. Hâlâ cem'iyetçilik teranesini tekrar etmekte ve bu ana kadar yüzlerce def'a cevabı verilmiş mes'eleleri yeni baştan mahkemei celile huzuruna sevk etmekte ve hiçbir ehliyet-i ilmiyeyi hâiz olmayan eski ehl-i vukufun sırf ilhad ve inkarın müdafaasını istihdaf eden raporlarına istinad ederek.. en yüksek adlî makamın nezaret ve murakabesi altında merkez-i hükümete devletin salahiyetli profesörlerinden mürekkeb bir ilim hey'etinin tedkiklerini hiçe saymakta ve tanımamaktadır. Bîçare bir kısım temiz nâsiyeli ve bu memleket için cidden nâfi ve vefakar vatan evladlarını tecziye ettirebilmek suretiyle koyu bir inkarın ve ölmüş bir şahsın intikamını bizden almak için yanıp tutuşan müdde-i umumi beyefendi hey'et-i hâkimeyi aleyhimize tahrik için kısmen yirmi-otuz sene evvel yazılmış.. ve

55

her şeyden önce: ilmî olması icab eden ve hakâik-i İslâmiyenin tâ bidâyetten beri cereyan etmekte bulunan bir kısım tecelliyatını aksettirmekten başka bir maksat taşımayan ve su-i tefsir edilir korkusuyla.. ve millet arasında herhangi bir sarsıntıya sebeb olur düşüncesiyle mevcudları ortadan kaldırılan: ve hatta bir kısım nüshaları imha edilen bir eseri öne sürmekte.. ve bazı şahsiyetlerle evvelce aramda tekevvün etmiş bazı vekayi'den mütevellid ve sırf benim şahsıma aid aksü'l-amelleri yâd ederek bunlardan tamamen bî-haber ve sırf dînî hakikatların taharrisi kaygısıyla kitablarımı yazmış ve okumuş olan bir kısım bîgünahları sırf sâika-i diyanet ile aciz şahsıma ve eserlerime karşı hüsn-i zanlarından dolayı mahkum ettirmek istemektedir. Eğer ortada o meşhur şahsiyetlere karşı.. işlenmiş bir suç varsa bundan ben mes'ulüm. Sırf dînî noktadan âciz şahsıma ve hakikatta benim olmayan ve hakaik-ı Kur’âniyenin bir aksinden ibaret olan müellifatıma hüsn-i zan etmeleri yüzünden bir kısım bîçare ve hüsn-i niyet sahibi vatandaşlar benim bu şahsi cürmüme ne için teşrik ediliyor.. Bu kadar açık bir gadr tarih-i adliyenin neresinde meşhuddur. Eğer benim rical-i devletle bir mâceram gelmiş geçmiş ise. Ve tarihe karışmış olan bu macerayı iddia makamı bir türlü hazm edemiyorsa.. düşünsün ki: Ben o günün âdemiyım. Ve onlarla aynı seviyede o macerayı birlikte yaşamışım. Bugün sırf benim Kur’ân'dan gelen ilmimden dolayı âciz şahsıma hüsn-i zanda bulunan habersiz bîçarelerin benim sâbık mücâdelatımdan mes'ul olmaları hak ve adâletin neresine sığar. İddia makamı.. bizi mutlaka cezalandırabilmek için tekrar tekrar öne sürdüğü ve bugünün hadisesi gibi gösterdiği mektublar ve sâir delillerin kısm-ı a'zamı da yirmi senelik terakkümattır. Bunların çoğunun hesabı Eskişehir Mahkemesinde görülmüştür. Ve üzerlerinden aflar geçmiştir. Bilhassa her zaman öne sürdüğü mahrem Tesettür Risalesi bu meyandadır. İddia makamı mahrem risalelerin evimde odun yığınlarının altında çivili sandık içinde bulunması gibi mahremiyet iddiamızın mesnedini teşkil eden bir delili de çürütebilmek için bunu benim müfarakatımdan sonra mensublarım tarafından yapılmış olması muhtemeldir gibi imkânât vukuat yerinde kullanılarak indî bir mütâlaa serd etmiştir. Halbuki bu arama tevkifimden evvel huzurumla yapılmıştır. Hakikatların mahall-i izhârı olması icab eden bir makamın böyle çocukça ve hiç delilsiz bir mütâlaa.. yürütmesini.. o makamın şeref ve vakarıyla kabil-i te'lif görmüyorum. Aleyhimize serdedilen diğer bir iddiâ da.. Güya milliyetçiliğe karşı. Cephe alışımızdır. Bin seneden beri alemdar-ı İslâmiyet olarak

56

livâ-yı hidâyeti ve hakiki şule-i medeniyeti omuzlarında dalgalandırmış. Ve beşer kitlelerine adâlet ve insaniyet ve saadet şu'leleri ve ümid ve inşirah ziyaları taşımış olan bu kahraman necîb ve muzaffer Türk milletinin dâhilî bünyesinde kuvvetlenmesi demek olan müsbet bir milliyet sevgisine biz muarız olanlardan değiliz. Bilakis onu samimi ruhumuzla isteyenlerdeniz. Bizim vatan ve millet hesabına fikren muhalif olduğumuz cihet.. sadece menfi milliyetçiliktir ki: Müslümanlık uhuvvetini kıracak. Ve bir cem'iyet hodgamlığı verecek. Tecavüz ve nefret ruhu doğuracak şekilde su-i telakki edilmesi ve su-i isti'mâlidir. Evet hakiki insanlık ve fazilet mefkureleri etrafında toplanmış olan bu Müslüman camialarını sebebsiz birbirine düşman yapacak kadar böyle dar bir düşünüşün ve koyu (Etrakçılığın) fikren muhalifi olmak bu millete hıyanet midir? Yoksa hizmet midir? Bunun takdirini.. ehl-i insafa bırakıyorum. Mamafih biz bu kabil telakkilerimizin propagandacısı da olmadık. En son sözüm şudur. Efendiler: Yirmi senelik bir mazlumiyet hayatında yüzü mütecaviz kitabları içinde ve en mahrem mektub ve risalelerinde asabiyetle hiddet zamanında yazılmış yalnız beş-on cümledeki kusurlarla.. hüsn-i niyet ve samimiyeti.. salâhiyettar ehl-i vukufça teslim edilmiş hayırhah bir insanın bil-iltizam mahkum edilmek istenilmesi gösteriyor ki Hakikatı haykıran Risale-i Nur hiçbir vecihle mahkum edilmez ki: böyle bahaneleri arıyorlar. Kim var ki: yirmi senelik hayatının bütün mahrumiyet ve mazlumiyet anlarında değil böyle beş-on kelime belki yüzlerce yanlış olmasın.Bu mahkeme yalnız bu hazır zamanı değil Belki iki istikbalin dehşetli tenkidlerini nazara alıp öylece muhakeme etsin. Son sözüm.. ُ ‫م الْوَكِي‬ ِٰ ‫سبُنَا‬ (‫ل‬ َ ) dir. ْ ‫ح‬ َ ْ‫الل ُهه وَنِع‬ Mevkuf Said Nursî

57

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Reis Beyefendi. Ankara makamatına ve reis-i cumhura istid’a suretinde gönderdiğim müdafaanamemi ve başvekaletin de bunu ehemmiyetle kabul.. ettiklerini gösteren cevabî mektubunu rabten sunuyorum. Makam-ı iddianın aleyhimizde beyan ettiği asılsız ittihamkârane evhamın kat'î cevabları bu müdafaatımda vardır. Sair yerlerin garazkârane ve sathî zabıtnamelerine bina edilen buranın ehl-i vukuf raporunda o kadar hilaf-ı vaki' ve mantıksız çok sözler varki: onlara karşı bu itiraznamem takdim edilmiştir. Ezcümle: Size evvelce arzettiğim gibi Eskişehir Mahkemesine (164 üncü madde ile beni mahkûm etmek istedikleri zaman) demiştim.(Hükûmet-i Cumhuriyenin ikiyüz meb'usu içinde aynı rakam 163 meb'usun imzalarıyla Van'daki Dâr-ül Fünunuma medreseme yüzellibin banknot tahsisatı kabul etmeleri ve onun ile hükûmet-i Cumhuriyenin bana karşı teveccühünü bu 163 üncü maddeyi hakkımda hükümden iskat ediyor. dediğim halde.. o ehl-i vukuf ise 163 meb'us Said aleyhinde takibat yapmışlar. diye tahrif etmiş. Ve bazı ayat-ı Kuraniyeyi ve büyük enam şeklindeeskiden beri bir adet-i islamiyeye binaen yazdığımız halde (dinde tahrifat yapmış) diye ittihama kalkışmışlar.İşte makam-ı iddia da bu ehl-i vukufun böyle bütün bütün asılsız evhamlarına binaen bizi mes'ul tutuyor. Halbuki: meclisinizin kararıyla en yüksek heyet-i ilmiye ve fenniyenin tedkik ve tahkikine havale edilen Risale-i Nur'un bütün eczaları tedkikten sonra bil'ittifak hakkımızda verdiği kararda Said'in ve Risale-i Nur şakirdlerinin yazılarında dini mukaddesatı âlet edip devletin emniyetini ihlâle teşvik etmek veya bir cem'iyet kurmak ve hükûmete karşı bir sû'-i kasdı bulunmak kasdında olduğunu gösterir bir sarahat ve emare olmadığını ve Said'in şakirdleri muhaberelerinde hükûmete karşı kötü bir kasd beslemedikleri ve bir cem'iyet kurmak veya tarîkat gütmek fikriyle hareket etmedikleri anlaşılmaktadır. Denilmektedir. Hem o ehl-i vukuf müttefikan Said Nursî'nin yüzde doksan risalesi. hem samimî hem hasbî hem ilim ve hakikat ve din esaslarından hiçbir cihetle ayrılmamışlar. bunlarda dini âlet etmek veya bir cem'iyet teşkil etmek ile emniyeti ihlâl hareketinin bulunmadığı sarihtir. Şakirdlerin birbiriyle ve Said Nursî'yle muhabere mektubları da bu nevidendir. Beş-on mahrem ve şekvalı ve gayr-ı ilmî olan risalelerden başka bütün risaleleri herbiri bir âyetin tefsiri ve bir hadîs-i şerifin hakikatı namına yazılmışlardır. Din, iman, Allah, peygamber,Kuran, âhiret akidelerini ve ibarelerini açıkça anlatmak için temsiller le yazılmış.

58

ve ilmî görüşleri ve ihtiyarlara ve gençlere ahlâkî öğütleri ve hayat tecrübelerinden alınmış ibretli vak'aları ve faideli menkıbeleri ihtiva eden mevcudun yüzde doksanını teşkil eden risalelerdir. Hükûmete idareye ilişecek hiçbir ciheti yoktur.demişlerdir. bu yüksek ehl-i vukufun raporuna bakmayarak eski ve nâkıs ve müşevveş rapora bina edip acib tarzlarda bizi ittiham etmesinden hakikaten fevkalhad müteessir bulunmaktayız. Bu yüksek mahkemenin müsellem insaflarına elbette yakıştıramayız. Hattâ temsilde hata olmasın. bir bektaşiye Ne َ‫ )ل َ تَقَْربُوا ال ِه‬var demiş. Ona için namaz kılmıyorsun demişler. Kur’ânda ( َ‫صلَوة‬

demişler.Bunun arkasını da oku.. yani (‫رى‬ ُ ‫م‬ ْ ُ ‫ )وَ اَنْت‬yı da oku denildiğinde Ben hâfız َ ‫سكَا‬ değilim demiş olması kabilinden, Risale-i Nur'un bir cümlesini tutup.. o cümleyi ta'dil.. ve neticeyi beyan eden âhirini nazara almayarak aleyhimizde hüküm verilmektedir. Takdim edeceğim müdafaanamemde o iddianameye karşı mukayese edildiğinde bunun otuz-kırk misali görülecektir. Bu nümunelerden latif bir vakıayı beyan ediyorum. Eskişehir mahkemesinde.. makamı iddia nasılsa bir sehiv neticesi.. Risale-i Nur'un iman derslerine Halkları ifsad ediyor gibi bir tabirkullanmış. ve sonra da o tabirden vazgeçtiği halde.. Risale-i Nur şakirdlerinden Abdürrezzak namında bir zât. mahkemeden bir sene sonra demiş.(Hey bedbaht Otuzüç âyât-ı Kur’âniye işaratının takdirine mazhar ve İmam-ı Ali'nin (Radiyallahüanh)ın üç kerametinin ihbar-ı gaybîsiyle ve Gavs-ı A'zam'ın kuvvetli bir tarzda ihbarıyla kıymet-i diniyesi tahakkuk eden ve bu yirmi sene zarfında idareye hiçbir zararı dokunmayan ve hiç kimseye hiçbir zarar vermemesi ile beraber.. binler vatan evlâdını tenvir ve irşad eden ve imanlarını kuvvetlendiren ve ahlâklarını düzelten Risale-i Nur'un irşadlarına ifsad diyorsun. Allah'tan korkmuyorsun. dilin kurusun.) demiş. Şimdi bu şakirdin haklı olarak bu sözünü iddia makam-ı gördüğü halde: Said etrafına fesad saçmış tabirini insafınıza vicdanınıza havale ediyorum. Makam-ı iddia Risale-i Nur'un içtimaî derslerine ilişmek fikriyle(Dinin tahtı ve makamı vicdandır. Hükme, kanuna bağlanmaz. Eskide bağlanmasıyla içtimaî keşmekeşlikler olmuştur.) dedi. Ben de derim ki: Din yalnız iman değil. belki amel-i sâlih dahi.. dinin ikinci cüz'üdür. Acaba katl, zina, sirkat, kumar, şarab gibi hayat-ı içtimaiyeyi zehirleyen pek çok büyük günahları işleyenleri onlardan men'etmek için.. yalnız hapis korkusu ve hükûmetin bir hafiyesinin görmesi tevehhümü. kâfi gelir mi? O halde her hanede belki herkesin yanında daima bir polis, bir hafiye bulunması lâzım gelir ki serkeş nefisler kendilerini o pisliklerden çeksinler: İşte Risale-i Nur amel-i sâlih noktasında iman canibinden herkesin başında bir manevî yasakçıyı bulundurur.

59

Cehennem hapsini ve gazab-ı İlahîyi hatırına getirmekle fenalıktan kolayca kurtarır. Hem makam-ı iddia bir risalenin güzel ve fevkalâde kerametkârane bir tevafukunu imza edilmelerine.. bir cemiyet efradı diye manasız bir emare beyan etmiş. Acaba esnafların hancıların defterlerinde bulunan bu nevi imzalara cem'iyet namı verilebilir mi.? Eskişehir'de aynı böyle bir vehim oldu. Cevab verdiğim ve Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesi'ni gösterdiğim zaman taaccüble karşıladılar. Eğer mabeynimizde dünyevî bir cem'iyet olsaidi: bu derece benim yüzümden zarar görenler elbette kemal-i nefretle benden kaçacak idiler. Demek benim ve bizim İmam-ı Gazalî ile irtibatımız var. Kopmuyor. çünki uhrevîdir. dünyaya bakmıyor. Aynen öyle de bu masum ve safi ve hâlis dindarlar benim gibi bir bîçareye iman derslerinin hatırı için kuvvetli bir alâka göstermişler. Ondan bu asılsız mevhum bir cem'iyet-i siyasiye vehmini vermiş.. Mevkuf Said Nursî

Bu dünyada benim ve Risale-i Nur’un bu mesele-i hazırada resmen hakiki merciim ve vazifeten şekvamızı dinleyecek ve bizi himaye edecek ve Risale-i Nur’un eczalarını ziya’dan muhafaza edecek ancak diyanet işleri riyasetidir. Onun için adliye ve mahkemeye karşı son sözümü birinci merciimin nazarına bera-yı malumat takdim ediyorum. Mevkuf Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Efendiler. Bizi sebebsiz kısmen mahkum etmek. ve dokuz ay en sıkı ve sıkıntılı yerde tevkif etmek. gerçi bu haksız hâle karşı.. çok şiddetli şekva ve itiraz hakkımızdır. Fakat (iki sebeb) bizi teskin etmiştir. (Birincisi) Ne kadar tenkid nazarı da olsa Risale-i Nur'a dikkat ile bakan imân noktasında herhalde istifade eder. Kalben ona taraftar olur. meğer bütün bütün kalbi çürümüş ola.. Sizler gibi ehl-i insafın kalbleri lehimizdedir. ve mecburiyet ile aleyhimizde hükmeder. (İkincisi) Bu kadar zaman hakimiyetinizin altında ve size âmirimiz nazarıyla baktığımızdan sizi yabanî değil.. belki hukuk-ı hürmeti veren bir uhuvvet ve karabet mânasını hissettiğimizden ve geldik geleli başka yerlere nisbeten insaflı dediğimizden hiddet ve şiddeti size ve mahkemenize karşı bıraktık.Fakat:

60

Fakat.. otuz-kırk senedenberi ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle bürhan hakikatını ve iman hakikatlarını her vesile ile hücum edip ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı bu mes'elemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsız me'murlara. Ve bu mahkemeyi şaşırtan onların müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben fakat sizin huzurunuzda zâhiren sizinle birkaç söz konuşmaklığıma müsaade ediniz.Son sözüm.. Efendiler. dikkat ediniz. Risale-i Nur'u ve Şâkirdlerini mahkum etmek. doğrudan doğruya küfr-i mutlak hesabına hakikat-ı Kur'âniye ve hakaik-ı imaniyeyi mahkum etmek hükmüne geçmekle binüçyüz seneden beri her senede üçyüz milyon onda yürümüş üçyüz milyar müslümanların hakikata ve saadet-i dareyne giden cadde-i kübralarını kapatmağa çalışmaktır ve onların nefretlerini ve itirazlarını kendinize celbetmektir. Çünki bütün o caddede gidenler geçmişlere dua edler. ve mübârek vatanın başına bir kıyâmet kopmağa vesile olmaktır. Acaba mahkeme-i kübrada bu üçyüz milyar davacıların karşısında sizden sorulsa ki: Doktor Duzi'nin baştan nihâyete kadar serâpa İslâmiyet ve vatanınız ve dininiz aleyhinde ve frenkçe Tarih-i İslâm namındaki eseri gibi. zındıkların kütüphanelerinizdeki kitablarına ve serbest okumalarına ve okutmalarına ve o kitabların şâkirdlerinin kanununuzca cemiyet şeklini almalarıyla beraber dinsizlik veya bolşevizmlik veya anarşistlik veya pek eski olan ifsad komiteciliği veya turancılık gibi.. siyasetinize ilişen cemiyetlerine ilişmiyordunuz..Neden hiçbir siyasetle alakaları olmayan.. yalnız imân ve Kur’ân cadde-i kübrasında.. kendilerini ve vatandaşlarını îdam-ı ebediden ve ve ebedi haps-i münferidden kurtarmak için.. Kur'ân'ın hakiki tefsiri Risale-i Nur gibi gâyet hak ve hakikat bir eseri okuyanlara.. ve hiçbir siyasi cemiyetle münasebeti olmayan o halis dindarların birbiriyle uhrevi dostluk ve uhuvvetlerine cemiyet namı verip iliştiniz. Onları pek acib bir kanunla mahkum ettiniz. dedikleri zaman ne cevab vereceksiniz Biz de sizlerden soruyoruz.? Sizi iğfal eden.. ve adliyeyi şaşırtan..ve hükûmeti bizimle vatana ve millete zararlı bir surette meşgul eyleyen muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar: istibdad-ı mutlaka cumhuriyet namı vermekle irtidad-ı mutlaka rejimismini takmakla.. sefahet-i mutlaka medeniyet namını vermekle cebr-i keyfi-i küfriye kanun ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükûmeti işgal, hem bizi perişan ederek hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebî hesabına darbeler vuruyorlar. Ey efendiler. Dört senede dört def'a dehşetli zelzeleler..

61

tam tamına dört def'a Risale-i Nur Şâkirdlerine şiddetli bir surette taarruz ve hem zulüm zamanında tevafuku ve her zelzele taarruz zamanında gelmesi ve hücumun durmasiyle zelzelenin durması işaretiyle şimdiki mahkûmiyetimiz ile gelen semavî ve arzî belalardan siz mes'ulsünüz.. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Efendiler.. Şimdiki hayat-ı içtimaiyeyi bilmediğimden sizin musammem mahkûmiyetimize bir bahane olmak için pek musırrane ileri sürdüğünüz cem'iyetçilik ittihamına karşı pek çok kat'î cevablarımızla.. ve Ankara ehl-i vukufunun dahi müttefikan tasdikleriyle beraber.. bu derece bu noktada ısrarınıza çok hayret ve taaccübde bulunurken.. kalbime bu mana geldi. Madem hayat-ı içtimaiyenin bir temel taşı.. ve fıtrat-ı beşeriyenin bir hacat-ı zaruriyesi.. ve aile hayatından tâ kabile ve millet ve İslâmiyet ve insaniyet hayatına kadar: en lüzumlu ve kuvvetli rabıtası.. ve her insanın kâinatta gördüğü ve tek başına mukabele edemediği medar-ı zarar ve hayret.. ve insanî ve İslâmî vazifelerin îfasına mani maddî ve manevî esbabın tehacümatına karşı bir nokta-i istinadı ve medar-ı teselli olan dostluğun ve kardeşane cemaatın ve topluluğun ve samimane uhrevî cem'iyet ve uhuvvetin siyasî cebhesi olmadığı halde.. ve bilhassa hem dünya hem din hem âhiret saadetlerine kat'î vesile olarak iman ve Kur’ân dersiyle hâlis bir dostluğa ve hakikat yolunda bir arkadaşlığa ve ahirine ve vatanına ve milletine zararlı şeylere karşı bir tesanüd taşıyan Risale-i Nur şakirdlerinin pek çok takdir. ve tahsine şâyan ders-i imanda toplanmalarına cem'iyet-i siyasiye namını verenler. elbette ve herhalde gâyet fena aldanmış. ve gâyet gaddar bir anarşidir ki: hem insaniyete vahşiyane düşmanlık eder. hem İslâmiyet'e nemrudane adavet eder. hem hayat-ı içtimaiyeye anarşitliğin en bozuğu ve mütereddi tavrı ile husumet eder ve bu vatana ve millete ve hâkimiyet-i İslâmiyeye ve dinîn mukaddesatına mürtedane mütemerridane anudane mücadele eder. Veya ecnebi dinsizleri hesabına bu milletin can damarını kesmeye veya bozmaya çalışan (el-hannas) bir zındıktır ki: hükûmeti iğfal ve adliyeyi şaşırtır. tâ o şeytanlara ve firavunlara anarşistlere karşı şimdiye kadar istimal ettiğimiz manevî (Hâşiye) silâhlarımızı kardeşlerimize ve vatanımıza çevirtsin veya kırdırsın. ___________ (Hâşiye):

___________

_________________

Mahkumiyetimize hükmeden mahkemeyi ve aleyhimizdeki hakimleri ebedî mahkum eden ve ta'zibimize en acınacak ve düşmanları da

62

(317.sahifenin hâşiyesinin devamıdır) rikkate getirecek bu dokuz ay zarfında her vesile ile şahsıma kanunsuz ihanet etmek. ve zaafiyetim ve ihtiyarlığım için şiddetle muhtaç olduğum hizmetçilerimden sebebsiz men'etmek. ve müdafaamı yazdırmamak için hapisteki arkadaşlarımla konuşturmamak. ve temas ettirmemek. ve gürültüden müteessir olduğum için hususan ibadet.. vaktinde kaç defa şekva ettiğim halde.. yanıbaşımda gâyet haylaz gençleri bulundurup benim damarlarıma dokundurmak. hatta bilaistisna bütün şahsi arzularıma aksiyle muamele etmek, arkadaşlarıma ehemmiyetsizliğimi söyleyip beni çürütmek. ve haylazları hürmetsizliğe teşvik fikriyle (Said'in işi düşse gelip elimizi ayağımızı öper.) demekle.. o mevhum cemiyet-i siyasiyeyi bozmak için.yapılan ihanetlerine karşı.. hadsiz şükür olsun ki sabır ve tahammül ihsan edildi. Hem Isparta müdde-i umumisinin ve hapishane müdürünün tensibiyle. bir âdemi hizmet için verdiler. Müdde-i umuminin malumatıyla ve hapishane idaresinin marifetiyle satılan yatak ve eşyalarımın bedeli yüzelli banknotu o âdeme verdim. Ta bir dostuma muhafaza etmek için versin. Halbuki: beni tese'üle mecbur etmek için.. ihanet edip vermediğini.. beş ay sonra.. öğrendik. Hem buranın müdde-i umumisinin ve müdürünün tensibiyle başka yerden bir acip haylazı bana hizmetçi vermek bahanesiyle hapisteki kardeşlerimle görüşmekten men ettiler. Ben anladım bunda da bir ihanet var. kabul etmedim. Beni daima gürültüleriyle ta'zib eden yanıbaşımdaki haylaz gençlere haylazlıkta bir kumandan olup o zamandan beri azap çektiğimden.. çok çalıştım. onu benim inadıma başka yere vermediler. Yalnız bir şekva içinde bir teşekkür borcumdur ki: Türk seciyesinde ulüvv-i cenaplığı taşıyan Denizli sergardiyanı bu ihanetlere iştirak etmemiştir.. Çamaşırlarımı hanesinde yıkamakla ve arasıra teskin edip teselli vermekle insaniyetini ve vazifeperverliğini.. göstermese idi. elbette eski Said damariyla artık yeter deyip.. makam-ı iddianın aradığı ve bulamadığı mes'uliyetime bir sebeb olurdu. Zaten tahminimce bu cüz'i ve şahsî ihanetlerde böyle bir maksat var. Sizi te'min ederim ki eğer iddia makamının bu ehemmiyetsiz ve adi ve cüz'i şeylerden daha adi daha ehemmiyetsiz ve asılsız bahaneleri bu pek ciddi meselede istimal etmese idi. ben bu cüz'i şeyleri kâle ve kaleme almazdım. Mevkuf Said Nursî

63

[ Müdafaatın Zeyli ] Mühim Bir Sualin Cevabıdır. Büyük memurlardan işimizle alakadar olanlar sordular. Dediler ki: Mustafa Kemal sana üçyüz lira maaş verip Kürdistan'a ve vilayat-ı şarkıyeye Şeyh Sünusî yerine seni vaiz-i umumî yapmak teklifini ne içün kabul etmedin. Eğer kabul etse idin ihtilâl yüzünden kesilen yüzbin kürdün canlarını kurtaracakdın? Ben de onlara cevabımda dedim ki: Yirmişer-otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi yüzbin âdem hakkında kurtarmadığıma bedel: yüzbin vatandaşa, herbirisine milyonlar senelik hayatlarını kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur o zayiatın yerine binler derece fevkinde iş görmüş. Eğer ben o teklifi kabul etseydim. ve hiçbir şeye âlet olamayan ve tabi olamayan ve sırr-ı ihlası taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi. En mahrem kardeşlerime yazmışım ki: Ankara'ya giden Risale-i Nur'un şiddetli tokatları için beni i'dama mahkûm eden zâtlar..eğer Risale-i Nur'la imanlarını kurtarıp i'dam-ı ebedîden necat bulsalar. ben ruh-ı canımla onları helâl ediyorum. Beraetimizden sonra.. beni tarassudla taciz eden polis müdürüne ve iki mülkiye müfettişine ve başka büyük arkadaşlarına karşı dedim. Risale-i Nur'un kabil-i inkâr olamayan bir kerametidir ki: yirmi senelik mazlumiyet hayatımda yüzer risale ve mektublarımda. ve binler şakirdlerinde hiçbir cereyan ile ve hiçbir cem'iyet ile ve dâhilî ve haricî hiçbir komite ile hiçbir vesika ve hiçbir alâka.. dokuz ay tedkikatta bulunmamasıdır.. Hiçbir fikrin ve tedbirin haddi midir ki: bu hârika vaziyeti versin. Birtek âdemin birkaç senedeki mahrem esrarı meydana çıksa: elbette onu mes'ul ve mahcub edecek yirmi madde bulunacak. Madem hakikat budur. ya diyeceksiniz ki: Pek hârika ve mağlub olmaz bir deha.. bu işi çeviriyor. veya diyeceksiniz.. inâyetkârane bir hıfz-ı İlahîdir. Elbette böyle bir deha ile mübareze hatadır. millete ve vatana büyük bir zarardır. Ve böyle bir hıfz-ı İlahîye ve inâyet-i Rabbaniyeye karşı gelmek firavunane bir temerrüddür. Eğer deseniz. Seni serbest bıraksak. ve tarassud ve nezaret etmesek. derslerinle ve gizli esrarınla hayat-ı içtimaiyemizi bulandırabilirsin? Ben de derim. Benim derslerim bilâistisna bütün hükûmetin ve adliyenin eline geçmiş. bir gün cezayı mûcib bir madde bulunmamış. Kırk-elli bin nüsha risale ve dersler dahi milletin ellerinde dikkatle ve merakla gezdiği halde.. menfaatten başka hiçbir zararı

64

hiçbir kimseye olmadığına hem eski mahkemenin hem iki mahkemenin mûcib-i mes'uliyet bir madde bulamamaları cihetiyle yenisi ittifakla beraetimize. eskisi büyük bir âdemin hatırı için yüzotuz risaleden beş-on kelimyi bahane edip yalnız kanaat-ı vicdaniye ile yüzyirmi mevkuf kardeşlerimden yalnız onbeş âdeme altışar ay ceza vermesi kat'î bir hüccettir. Hem daha yeni bir dersim kalmadı. ve bir sırrım gizli kalmadı ki: nezaretle ta'dilile çalışsanız. Ben şimdi hürriyetime çok muhtacım. Yirmi seneden beri lüzumsuz ve haksız ve faidesiz tarassudlar artık yeter. Benim sabrım tükendi. İhtiyarlık za'fiyetinden şimdiye kadar yapmadığım bedduayı yapmak ihtimali var. Mazlumun ahı arşa kadar gider. bu bir kuvvetli hakikattır. Sonra o zâlim ve dünyaca büyük makamlarda bulunanlar dediler. Sen yirmi senedir birtek defa takiyemizi başına giymedin. ve eski ve yeni mahkemelerin huzurunda başını açmadın. eski kıyafetinle bulundun. Halbuki: onyedi milyon bu kıyafete girdi. Ben de dedim. Onyedi milyon değil.. belki rızasıyla ve kalb kabullülüğüyle ancak yedi bin Avrupaperest.. sarhoşların kıyafetlerine ruhsat-ı şer'iye ve cebr-i kanunî cihetiyle girmekten ise: azimet-i ve takva-i şer'iye haysiyetiyle. yediyüz milyar zâtların kıyafetlerine giren. Benim gibi otuz seneden beri hayat-ı içtimaiyeyi terk eden âdeme: İnad ediyor. bize muhalefettir. denilmez. Haydi inad dahi olsa. madem Mustafa Kemal o inadı kıramadı. ve iki mahkeme kırmadı. ve üç vilâyetin hükûmetleri onu bozmadı. siz neci oluyorsunuz ki: beyhude hem milletin hem hükûmetin zararına.. o inadı kırmağa çalışıyorsunuz? Haydi siyasî muhalif de olsa.. madem tasdikinizle yirmi senedir dünya ile alâkamı kesmişim. ve manen yirmi seneden beri ölmüş bir âdemim. yeniden dirilip faidesizm ve kendime çok zararlı olarak hayat-ı siyasiyeye girerek. sizin ile uğraşmam. elbette benim muhalefetimden tevehhüm etmek divaneliktir. Divanelerle konuşmak dahi bir divanelik olduğundan sizin gibilerle konuşmayı terkediyorum. Ne yaparsanız yapınız. minnet çekmem.. onları hem kızdırdım. hem susturdum. Said Nursî

65

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Emirdaği'ndaki Kardeşlerim. Benim hakkımda evham edenlere deyiniz ki: Bizim hizmetini ettiğimiz bu âdemin yirmi senelik hayatının bütün mahrem ve gayr-ı mahrem mektublarını.. vekitablarını ve esrarını hükûmet şiddetli taharriyatle elde etti. Dokuz ay hem Isparta hem Denizli hem Ankara adliyeleri.. tedkik ettikten sonra bir tek gün cezayı bir tek talebesine vermeye mûcib bir madde beş sandık kitablarında ve evraklarında bulunmadı ki: hem Ankara Ehl-i Vukufu ve Denizli Mahkemesi ittifakla beraetine karar verdiler. Hem bu zarurî işlerini ihtiyarlığına hürmeten gördüğümüz âdem. mahkemece dava etmiş ve bütün hazır arkadaşlarını şahid gösterip tasdik ettirmiş ki: Yirmi senedir hiçbir gazeteyi ve siyasî eserleri ne okumuş ve ne sormuş ne de bahsetmiş. ve on senedir hükûmetin iki reisinden ve bir vali ve bir meb'usundan başka hiç bir erkânını ve büyük memurlarını bilmiyor. ve tanımıyor. ve tanımağa merak etmemiş. Ve üç senedir harb-i umumîyi ne sormuş ne bilmiş ne merak etmiş. ne radyoyu dinlemiş. Ve intişar eden yüzotuz te'lifatından yirmi sene zarfında yüzbin âdem dikkatle okudukları halde.. ne idareye ne asayişe ne vatana ve ne millete hiçbir zararı hükûmet görmemiş.... Beş vilâyetin dikkatli zabıtaları ve taharri memurları kaydetmemiş ve muhakemesiyle iştigal eden üç vilâyetin ve merkez hükûmetin dört adliyelerinin ağır ceza mahkemeleri bulmamış ki tahliyelerine mecbur oldular. Eğer bu âdemin dünya iştihası ve siyasete meyli olsaydı.. hiç bir imkânı var mı ki: bin tereşşuhatı ve emareleri bulunmasın. Halbuki mahkeme safahatında hiçbir emare bulamadılar ki: muannid bir müddeiumumî mecbur olup.. vukuat yerinde imkânatı istimal ederek mükerreren iddianamesinde yapabilir demiş.yapmış diyememiştir. Yapabilir nerede? Yapmış nerede.? Hattâ mahkemede Said ona demiş. Herkes bir katli yapabilir. bu iddianız ile herkesi ve sizi mahkemeye vermek lâzım geliyor. (Elhâsıl) Ya bu âdem tam divanedir. Ki: bu derece dehşetli umûr-ı dünyaya karşı lâkayd kalıyor. veyahut bu vatan. ve bu milletin en büyük bir saadetine ihlas ile çalışmak için hiçbir şeye tenezzül etmez. ve ehemmiyet vermez. Öyle ise bu ademi taciz ve tazyik etmek. vatan ve millete ve asayişe bir nevi ihanettir. Ve onun hakkında bu çeşit evham etmek bir divaneliktir. Said Nursî

66

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Kendi Kendime Bir Hasb-i Hâldir. Hâkim kendisi müddeî olsa: elbette (Kimden kime şekvâ edeyim. ben dahi şaştım.) benim gibi bîçarelere dedirtir. Evet şimdiki vaziyetim hapisten çok ziyade sıkıntılıdır. Bir günü bir ay haps-i münferid kadar beni sıkıyor.ve Bu gurbet.. ve ihtiyarlık ve hastalık ve yoksuzluk ve zâfiyetimle kışın şiddeti içinde herşeyden men'edildim. Bir çocukla bir hastalıklı âdemden başka kimse ile görüşemem. Zaten ben tam bir haps-i münferidde yirmi senedenberi azab çekiyorum. Bu halden: fazla bana tecrid ve tarassutlarla sıkıntı vermek ise. Gayretullaha dokunup bir belâya vesile olmasından korkulur. Mahkemede dediğim gibi nasıl ki dört def'a dehşetli zelzeleler bize zulmen taarruzun aynı zamanında gelmesi gibi. pek çok vukuat var. Hattâ tahmin ederim ki: benim hukukumu muhafaza ve beni himaye etmek için çok güvendiğim Afyon Adliyesi. Denizli Mahkemesindeki Risale-i Nur hakkında müracaatıma bilâkis ehemmiyet vermedi.. beni me'yus etti. adliyenin yanmasına bir vesile oldu. ihtimali var. Ben derim ki: Benim hakkımda vicdanlı ve insaniyetli olan bu kazanın hükûmetinin.. zabıta ve adliyesiyle beraber.. beni tam himaye etmek en ehemmiyetli bir vazifesidir. Çünki yirmi senelik bütün eserlerimi ve mektublarımı üç adliye ve merkez-i hükûmet dokuz ay.. tedkikten sonra beraetimize ve tahliyemize karar verdiler. Fakat ecnebi menfaati hesabına ve bu millet ve bu vatanın pek büyük zararına çalışan bir gizli komite bizim beraetimizi bozmak için her tarafta habbeyi kubbe yaparak bir kısım me'murları aleyhime evhamlandırdılar. Bir maksadları benim sabrım tükensin. artık yeter dedirtsinler. Zaten onların şimdi benden kızdıklarının bir sebebi sükûtumdur. dünyaya karışmamaklığımdır. Âdeta ne için dünyaya karışmıyorsun. tâ karışsın. maksadımız yerine gelsin.diyorlar. Aleyhime hükûmetin bir kısım me'murlarını evhamlandırmakta istimal ettikleri bir iki desiselerini beyan ediyorum. Derler. Said'in nüfuzu var. Eserleri hem te'sirli hem kesretlidir. Ona temas eden ona dost olur. Öyle ise: onu her şeyden tecrid etmek. ve ihanet etmek ile ve ehemmiyet vermemekle: ve herkesi ondan kaçırmakla ve dostlarını ürkütmekle nüfuzunu kırmak lâzımdır diye.. hükûmeti şaşırtırlar. beni de dehşetli sıkıntılara sokarlar..Ben de derim. Ey bu millet ve vatanı seven kardeşler. Evet.. o münafıkların dedikleri gibi nüfuz var, Fakat benim değil. belki Risale-i Nur'undur. Ve o kırılmaz.ve ona ilişildikçe kuvvetleşir. Ve millet ve vatan aleyhinde hiçbir vakit istimal edilmemiş ve edilmez. ve edilemez.

67

İki adliye on sene fâsıla ile yirmi senelik evraklarımı şiddetli ve hiddetli tedkikat neticesinde.. cezamıza bir hakiki sebeb bulmaması bu dâvaya cerh edilmez bir şâhiddir. Evet eserler te'sirlidir. Fakat millet ve vatanın tam menfaatine ve hiçbir zarar dokundurmadan yüzbin âdeme kuvvetli iman-ı tahkikî dersi vermekle saadet ve hayat-ı ebediyelelerine tam hizmette te'sirlidir. Denizli Hapsinde kısmen ağır ceza ile mahkûm yüzler âdemin yalnız Meyve Risalesiyle gâyet uslu ve mütedeyyin surete girmeleri hattâ iki-üç âdemi öldürenler.. onun dersiyle daha tahtabitini de öldürmekten çekinmeleri o hapishane müdürünün ikrariyle hapishanenin bir terbiye medresesi hükmünü alması. bu müddeaya reddedilmez bir senettir bir hüccettir. Evet, beni herşeyden tecrid etmek işkenceli bir azâb ve katmerli bir zulümdür. ve bu millete gadirli bir hıyanettir. Çünkü otuz-kırk sene hayatımı bu millet içinde geçirdiğim halde.. temasımdan hiç zarar görülmediğine ve bu dindar millet çok muhtaç olduğu kuvve-i maneviyeyi ve teselliyi ve kuvvet-i imaniye menfaatini gördüğüne kat'i bir delili budur. Aleyhimde olan şiddetli propagandalara bakmayarak her tarafta Risale-i Nura fevkalâde teveccüh ve rağbet göstermeleridir. hattâ itiraf ederim. haddimden yüz derece ziyade ve lâyık olmadığım büyük bir iltifat etmeleridir. Ben işittim ki: benim iaşeme ve istirahatime buradaki hükûmet müracaat etmiş. kabul cevabı gelmiş. Ben bunların insaniyetine teşekkürle beraber derim. En ziyade muhtaç olduğum ve hayatımda en esaslı düstur olan hürriyetimdir. Asılsız evham yüzünden emsalsiz bir tarzda hürriyetimin kayıdlar ve istibdatlar altına alınması beni hayattan cidden usandırıyor. Değil hapis ve zindanı belki kabri bu hale tercih ederim. Fakat hizmet-i imaniyede ziyade meşakkat ise ziyade sevaba sebeb olması.. bana sabır ve tahammül veriyor. Madem: bu insaniyetli zatlar benim hakkımda zulmü istemiyorlar. en evvel benim meşru dairedeki hürriyetime dokundurmasınlar. Ben ekmesiz yaşarım hürriyetsiz yaşamam. Evet ondokuz sene bu gurbette yalnız ikiyüz banknot ile şiddetli bir iktisat ve kuvvetli bir riyazet içinde kendini idare ederek hürriyetini ve izzet-i ilmîyeyi muhafaza için kimseye izhâr-ı hâcet etmeyen. ve minnet altına girmeyen. ve sadaka ve zekat ve maaş ve hediyeleri kabul etmeyen bir âdem. elbette iaşeden ziyade adalet içinde hürriyetine muhtaçtır. Evet. emsalsiz bir tazyik altındayım. Bir iki cüz'î numunesini beyan ediyorum.(Birisi) Mahkemece Risale-i Nur'un ilmî bir müdafaanamesi ve Ankara'nın yedi makamına ve Reis-i Cumhura müdafaatımla beraber gönderilen ve neticede Ankara ehl-i vukufunun takdiriyle beraetimize bir sebeb olan ve hapis arkadaşlarımın bana bir yâdigâr ve bir hâtıra olmak üzere güzel yazılarıyle birkaç nüshası yazılan

68

ve elimde bulunan ve Denizli Zabıtası ilişmediği ve Afyon Polishanesinde bir gece kalan ve buranın zâbıtasında açık olarak bir gece kalan Meyve Risalesi ile "Müdafaanâme"mi.. hergün endişeler içerisinde bunları da elimden almasınlar diye saklıyordum. Belki beni taharri edecekler. telâşı ile bu gurbette tanımadığm âdemlere bunları sakla diyemediğimden çok üzülüyordum. (İkincisi) Denizli Mahkemesi hiç ilişmediği ve Eskişehir Mahkemesi yalnız bir tek kelimesine ilişip bir tek harf ile cevabını aldığı İhtiyarlar Risalesini.. İstanbullu bir âdem. burada bir âdemden alıp İstanbul'a götürmüş. Her nasılsa aleyhimdeki bir dinsizin eline geçmiş. Bir habbeyi on kubbe yaparak vilâyet zabıtasını şaşırtıp: Kiminle görüşüyor. yanına kim gidiyor. diye beni sıkmağa başladılar. Her ne ise bunlar gibi çok acı numuneler var. Fakat en mânâsızı budur ki: beni konuşturmamak için hizmetimde bir çocukla bir hastalıklı âdemden başka herkesi ürkütüp benden kaçırtmalarıdır. Ben de derim. On âdemi benden çekmeleri yerinde onbinler Müslüman belki yüz binler Müslüman. Risale-i Nur'un dersine hiçbir mâni'e ehemmiyet vermeyerek devam ediyorlar. Hem bu memlekette hem hariç âlem-i İslâmda çok kuvvetli hakikatları ve çok kıymetli faideleri için tam bir revaç ile intişar eden Risale-i Nur'un binler nüshalarından herbiri benim yerimde benden daha mükemmel konuşuyor. Benim susmamla onlar susmazlar. ve susturulmazlar. Hem mâdem mahkemece isbat edilmiş ki: yirmi seneden beri siyasetle alâkamı kesmişim. ve hiçbir senet ve emâre aksine zuhur etmedi. Elbette benimle görüşenden (Hâşiye) tevehhüm etmek mânasızdır. ___________ (Hâşiye):

___________

_________________

Garib ve acib bir hâdise.. Bu ayda bir gün havluya indim. baktım Gelen kar üstünde Risale-i Nur'un eczalarında tevafukatına işaret eden boyalar..ve kırmızı sarı mürekkebler misillû.. o karın üstünde serpilmiş katreler ve noktalar var. Çok hayret ettim. Sair yerlere baktım. havlumdan başka yerlerde yoktu. Endişe ettim. kalben dedim. Risale-i Nur umum memleketle belki Kur’ân hesabına küre-i arzla o derece alâkadardır ki: onun başına gelen belâdan ve musibetten bulutlar dahi kan ağlıyorlar. Bir iki âdemi çağırdım. onlar da hayret ettiler. Benim endişe ve telâşımı gören hâne sahibinin biraderzâdesi Mehmed Efendi zannetmiş ki ben karın çokluğundan yolu kapamasından telâş ediyorum. Ben yukarı çıktıktan sonra yolu açmak için o karı iki tarafa atıp o işaretli mânidar kırmızı ve sarı hâdise-i cevviyeyi kapatmıştı. Ona dedim. Kapatmasaydın. daha iyi idi.. Aynı günde Risale-i Nur aleyhinde (üç hadise) zuhur etti. (Birincisi) Afyon Adliyesi buradaki zabıta çavuşuyla

69

(324. sahife Hâşiyesinin devamıdır)

kitablarımın iadesine dair müracatıma mukabil.. Daha temyizden tasdik gelmediğinden karışmayız. diye cevab geldiğinden o cihetten benim ümidimi kırdı. (İkincisi) Aynı günde benim ahvâlimi tecessüs etmek için hususi bir polisi Afyon'un gönderdiğini öğrendik. (Üçüncüsü) Aynı günde İstanbul'da bir münafık.. İhtiyarlar Risalesini bahane ederek aleyhimizde propaganda etmiş. adliyeye aksettirmiş. Bu gibi hâdiselerden müştaklar çekinmeye başladılar. Ben de (

ِِ ُ ‫لِك‬ ‫م ِه‬ ‫نه‬ َ ‫جعُو‬ ِ ‫صيبَةٍ اِن َِها ِل ِٰله ِه وَاِن َِها اِلَي ْههِ َرا‬ ُ ‫ل‬ sırrına girdim.

ُ ‫الْوَكِي‬ ) dedim. (‫ل‬

‫م‬ ِٰ ‫سبُنَا‬ َ ‫ح ْه‬ َ ‫ه وَنِعْه‬ ‫الل ُه‬

)

Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Kendi Kendime Hasbihal Nâmîndaki Parçaya Lâhika Olarak Adliye Vekili ile Ve Risale-i Nur ile Alakadar Mahkemelerin Hakimleriyle Bir Hasbihaldır. Efendiler.. Siz ne için sebebsiz bizimle ve Risale-i Nur ile uğraşıyorsunuz?. Kat'iyen size haber veriyorum ki: Ben ve Risale-i Nur sizinle: değil mübareze etmek, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir. Çünki Risale-i Nur ve hakikî şakirdleri elli sene sonra gelen nesl-i âtîye gâyet büyük bir hizmet ediyoruz.Ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmağa çalışıyoruz. Şimdi bizimle uğraşanlar o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar. Farz-ı muhal olarak o saadet ve selâmet hizmeti bir mübareze de olsa.. da kabirde toprak olmağa yüz tutanları alâkadar etmemek gerektir. Evet: hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetden şimdiki vaziyet elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtîsi seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz. Bin seneden beri bu fedakâr millet bütün ruhuyla ve canıyla Kur’ânın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde elli sene sonra o parlak mazisini dehşetli lekedar edecek. belki mahvedecek.. bir kısım nesl-i âtînin eline elbette Risale-i Nur gibi.

70

bir hakikatı verip.. o dehşetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden bu zamanın insanlarını değil o zamanın insanlarını düşünüyoruz. Evet efendiler.. Gerçi Risale-i Nur sırf âhirete bakar. gâyesi rıza-yı İlahîdir. ve imanı kurtarmaktır ve şakirdleri ise: kendilerini ve vatandaşlarını idam-ı ebedîden ve ebedî haps-i münferidden kurtarmaya çalışmaktır. Fakat dünyaya.. aid ikinci derecede gâyet ehemmiyetli bir hizmeti de.. bu millet ve vatanı anarşilik tehlikesinden ve nesl-i âtînin bîçareler kısmını dalalet-i mutlakadan kurtarmaktır. Çünki bir müslüman başkasına benzemez. Dinini terkedip İslâmiyet seciyesinden çıkan bir müsliman dalalet-i mutlakaya düşer. anarşi olur. daha idare edilmez. Evet.. eski terbiye-i İslâmiyeyi alan yüzde ellisi meydanda varken.Ve an'anat-ı milliye ve İslâmiyeye karşı yüzde elli lâkaydlık gösterdiği halde.. elli sene sonra yüzde doksanı nefs-i emmareye tâbi' olup millet ve vatanı anarşiliğe sevketmek. kuvvetli ihtimalin düşüncesi. ve o belaya karşı bir çare taharrisi yirmi sene evvel beni siyasetten ve bu asırdaki insanlarla uğraşmaktan men'ettiği gibi.. Risale-i Nur'un hem şakirdlerinin de bu zamana karşı alâkalarını kesmiştir.. hiç onlarla mübareze de yok.... meşguliyet de yok.Madem hakikat budur. adliyeler değil beni ve onları ittiham etmek. belki Risale-i Nur'u ve şakirdlerini himaye etmek en birinci vazifeleridir. Çünki onlar bu millet ve vatanın en büyük bir hukukunu muhafaza ettiklerinden onların karşısında bu millet ve vatanın hakikî düşmanları Risale-i Nur'a hücum edip adliyeyi şaşırtıp. dehşetli bir haksızlığa ve adaletsizliğe sevkediyorlar. Küçücük iki nümunesini beyan ediyorum. Ezcümle Hapisteki arkadaşlarımdan selâmkelâmdan ibaret ve Arabî bir risalemin fiatı olan on banknot buradaki bir âdeme gönderilmiş. tâ Isparta'da tab' masrafını veren o nüshalar sahibine verilsin diye o mektubu yüzünden hem adliye hem hükûmet bana sıkıntılar verdiler. hem vasıta olan âdemi taharri ettiler. Bu sinek kanadı kadar ehemmiyeti olmayan âdi bir mektubu. hem altı ay zarfında bu bir tek âdi muhabereyi bu kadar büyük bir mes'ele suretine getirmek.elbette adliyenin şerefine, haysiyetine yakışmaz. İkinci Nümune.. Benim gibi garib. ihtiyar ve zaîf ve beraet etmiş bir misafire.. herkesi hattâ hizmetçilerini resmen propaganda ile ondan ürkütmek. kendini perişan bir vaziyete sokmak. Bu vilâyetteki hükûmetin hamiyet-i milliyesine yakışmadığından. sinek kanadı kadar mevhum bir zarara dağ gibi ehemmiyet verip. aleyhimde resmen propaganda yapmak. Kim ile görüşüyor ve yanına

71

kim gidiyor. diye herkese telaş vermek. hükûmetin hikmeti ve hâkimiyeti bu acib halete elbette tenezzül etmemek gerektir. Her ne ise. Bu iki madde gibi.. muttali olanlara hayret veren çok maddeler var. Efendiler.. Dalalet ve fenalıklar cehaletten gelse.. def'etmesi kolaydır. Fakat fenden ilimden gelen dalaletin izalesi çok.. müşkildir. Bu zamanda dalalet fenden ve ilimden geldiği için ancak onları izale edecek. ve nesl-i âtîden o belaya düşen kısmını kurtaracak ve karşılarında dayanacak Risale-i Nur gibi her cihetle mükemmel bir eser lâzımdır. Risale-i Nur bu kıymette olduğuna delil şudur ki: Yirmi seneden beri benim şiddetli ve kesretli bulunan muarızlarım. ve şiddetli tokatlarını yiyen feylesofların hiçbirisi.. Risale-i Nur'a karşı çıkmamış. ve cerhedememiş. Ve karşı çıkamaz. Ve dokuz ay üç adliye ve merkez-i hükûmet.. ehl-i vukufu yüz kitabdan ibaret eczalarında bizi mes'ul edecek bir tek madde bulamamalarıdır. Ve binler ehl-i dikkat olan Risale-i Nur şakirdlerine kanaat-ı kat'iye veren İşarat-ı Kur’âniye ve İhbarat-ı Gaybiye-i Aleviye ve Gavsiyenin bu asırda Risale-i Nur'un ehemmiyetine ve makbuliyetine imza basmalarıdır. Evet: adliyelerin..hukukları muhafaza etmek ve haksızları tecavüzden durdurmak vazifeleri olmak cihetiyle Risale-i Nur'un yüz risalesinin yirmi senede yüzbin âdemin saadetlerine hizmet ettiği sabit olmasıyla beraber. on seneden beri. iki mahkeme ve merkez-i hükûmet ve birkaç vilâyetin zabıtaları ve Denizli Mahkemesi münasebetiyle dokuz ay bütün mahrem ve gayr-ı mahrem. evraklarımızda ve risalelerde millete ve vatana bir zararlı maddeyi.. ve mûcib-i ceza bir yanlış görmediklerinden.. elbette Risale-i Nur'un bu vatanda gâyet küllî ve büyük hukuku var. Bu küllî ve çok ehemmiyetli hukuku nazara almayıp âdi evraklar gibi müsadere ederek.. millete ve takviye-i imana muhtaç bîçarelere pek büyük bir haksızlığı nazara almamak ve âdi bir âdemin cüz'î ve küçük bir hakkını ehemmiyetle nazara almak. adliyenin mahiyetine ve adaletin hakikatına hiçbir cihetle yakışmaz diye sizlere hatırlatıyorum. Doktor Duzi'nin vesair zındıkların eserlerine ilişmemek. Risale-i Nur'a ilişmek. gazab-ı İlahînin celbine vesile olabilir diye korkuyoruz. Âmîn

Cenab-ı Hak size insaf ve merhamet.. ve bize de sabır ve tahammül ihsan eylesin. Gayr-ı resmî fakat dehşetli bir tecrid-i mutlakta Said Nursî

72

Ankara Ehl-i Vukufunun İttifakla Verdiklerii Raporun

Suretidir.

(Hâşiye)

Dolu bulunan cem'an beş sandık kitab tarafımızdan açılarak okundu. Saiden Nursî tarafından te'lif edilen basılmış basılmamış Risale-i Nur eczaları ve Risale-i Nur'a ekli Saiden Nursî ile bazı şakirdleri tarafından yazılmış kısmen ilmî ve dînî mektublarla: şakirdlerin birbiriyle ve Saiden Nursî ile âdi muhabere mektubları ve klişeleri.. inceleme mevzuu salâhiyetimiz dahilinde görülerek incelendi. Bunların mahiyetini belirtmek için.. bu risale ve mektubları iki nev'e ayırmak gerektir. Risaleler bir âyetin tefsiri ve bir hadis-i şerif'in şerhi maksadıyla yazılmış olanlarla.. din, imân, Allah, peygamber, Kur’ân, âhiret akidelerini ve ibarelerini açıkça anlatmak için temsillerle yazılmış ilmî görüşleri ve ihtiyarlarla gençlere hitab eden ahlâkî öğütleri.. ve kısmen hayat tecrübelerinden alınmış ibretli vak'aları ve esnafa aid faideli menkıbeleri ihtiva eden mevcudun yüzde doksanını teşkil eden risalelerdir ki: bütün bu risalelerde müellif hem samimi hem hasbi ve hem ilim yolundan ve din esaslarından hiç ayrılmamıştır. Bunlarda dîni âlet etmek veya cem'iyet teşkil etmekle emniyeti ihlal hareketinin bulunmadığı sarihtir. Şakirdlerin birbiriyle ve Said-en Nursî'yle âdi muhabere mektubları da bu nev'dendir. (1) Said-en Nursî.. İstanbul'da iken kazandığı ehemmiyetli şan ve şerefin kalın bir uykudan ibaret. sakil bir rü'yadan ve muvakkat bir sersemlik olduğunu söyler. Ve İstanbul'da iken bir-iki sene gafletle siyasete karıştığından bunu dünyanın ölümü diye tasvir eder. Bu münasebetle Eski Said Yeni Said diye iki şahsiyet bulunduğunu ve bu şahsiyetlerin birbirinden ayrı olduğunu söyler. Sıra dokuz adet birincide yirmi kadar risale bulunan mecmuasının sonunda..Ispartada Risale-i Nur şakirdlerine yazılan mektubun içinde..siyaste tenezzülü hata olduğunu söyler. (2) Said Nursî'nin en mühim kitabı olan Hüccetullahü'l-Baliğa adlı kitabın sıra dört aded bir Münâcât kısmında Bu dünya ___________ (Hâşiye):

___________

_________________

Ehl-i vukuf raporundaki tenkid kısmı mahkemede kat'i cevabları verildiğinden ve müdafaatımın âhirinde yazıldığından.. burada yazılmadı. Zaten o tenkidler üç-dört risalede on cüz'i mes'eledir. Hem siyasî değil ilmîdirler. Hem o itirazların sehiv ve hata olduğu senedlerle mahkemede isbat edilmiştir.

73

fânidir. En büyük dâvâ bâki olan âlemi kazanmaktır. İnsanın itikadı sağlam olmazsa dâvâyı kaybeder. Hakiki dâva budur. Bunun haricindeki dâvalara karışmak zararlıdır. Siyasetle meşgul olan ehemmiyetli hizmetlerinden geri kalır. Hem de siyaset boğuşmalarına kapılanlar selâmet-i kalbini kaybeder. (3) Yirmialtıncı Lem'a 'da İhtiyar dünyada benim hakiki vazifem neşr-i esrar-ı Kur’âniyedir. Sahife 45. Bu memleketle hamiyet-i İslâmiye noktasında alâkadarım. Yoksa benim ne hanım var ne evladım. Sahife 59. (4) Otuz birinci lema'sı Kardeşlarına verdiği öğütlerden.. birinci düstur. Amelinizde rızâ-yı İlâhî olacak. maddî menfaat fikri olmayacak. Bu yazılarda.. Ben sofi değilim. Mesleğimiz tarikat değildir sahife 108.. Hubb-ı câh ve nazarı kendine celbetmek ruhi bir marazdır. Buna gizli şirk denilir. Eğer mesleğimiz şeyhlik olsa idi makam bir olurdu. O makama namzedler olurdu. Mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşa peder olmaz. Mürşid vaziyetini takınamaz.

Denizli Mahkemesinin İttifakla Verdiği Kararın Suretidir. Şahidlerin ifadeleri deş.. maznunlara atfen ve isnad olunan suçu işledikleri hakkında adem-i ma'lumat beyan etmişlerdir. Bilhassa. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi âzâsından Emin Büke'nin riyaseti altında ehl-i vukuf intihab olunan Ankara Diyanet İşleri Müşavere Hey'eti âzâsından dersiam profesör Yusuf Ziya Yörükan ve Ankara Dil-Tarih Fakültesi Terakkiyat Enstitüsü müdürü Necati Lügal ve Türk Tarih Kurulu ve Türk- İslâm Kitabları Derleme Hey'eti azasından Yusuf Aykurt tarafından tanzim kılınan evrak arasında mevcud raporlarında.. Said Nursî'nin yegan yegan tedkik olunan risale ve kitablarında.. Halkı dini ve mukaddesatı âlet ederek devletin emniyetini ihlale teşvik etmek. veya cem'iyet kurmak kastında olduğunu gösterir bir sarahat.. ve emare olmayıp.. kendisini yegane âlim mahiyetinde göstermeğle meraklı bir tavır takındığı.. Mevkuflardan Said Nursî'nin mensublarına gelince.. Onlar Said Nursî'nin zihnen normal olduğu bir zamanda ilmî ve ekseri vâkıfane eserlerine kapılarak.. cezbe ve rûhî heyecan halinde yazdığı gayr-ı ilmî eserlerine aldanmışlar. Ve onlardan dahi 'din mes'elelerini ve Kur’ân hakikatlarını öğreneceğiz diye sâfiliklerinden peşine düşmüşler. Ve bunlar hüsn-i niyet sahibleri olup. sırf dinî..

74

itikad yönünden Said'e ve okudukları risalelere bağlılık göstermekte ve bu maksadla yaptıkları muhabere mektublarının münderecatında hükûmete karşı kötü maksad beslemedikleri ve bir cem'iyet ve tarikat kurmak fikriyle hareket etmedikleri anlaşılmış olduğuna mütedair olduğu görülmüş. ve her ne kadar evrak arasında mevcud sorgu hâkimliğince Denizli Ehl-i Vukuf Raporunda Said-en Nursî'nin bazı âsarından.. istidlâl tarikiyle ve mesnedsiz olarak. Kendisinin ve mensublarının hükümete karşı kötü bir maksad besledikleri beyan olunmakta ise de.. Evrak-ı tahkikiye münderecatına.. ve şühûdun maznunlara atfen isnad olunan ef'âl hakkında gayr-ı ma'lumât beyan etmeleri... ve Ankara Ağır Ceza Mahkemesince yaptırılan ehl-i vukuf raporu mahiyet ve münderecatına göre şâyân-ı ihticac ve iltifat görülmemiş. ve esasen maznunların ekseriyet-i azimesi okumak-yazmaktan âciz bulunmuş. diğer kısmı da kendilerini ibadat ve taate vermiş oldukları: binânenaleyh devletin emniyetini ihlal edecek mahiyet arz edecek şerâit ve evsafı haiz kimselerden olmadıkları tezahür ve tahakkuk etmiş. ve mahkemenin kanaat-ı vicdaniyesi de ve bu merkezde tecelli ve tezahür etmiş olmakla.. müdde-i umuminin tecziyeleri hakkındaki mütalaası zikr ve ta'dâd olunan delâile karşı gayr-ı vârid görüldüğünden reddiyle.. zan altına alındıkları ef'âlden beraetlerine.. başka sebeble mevkuf değillerse tahliyelerine müttefikan karar verildi. 15 Haziran 1944 Denizli Ağır Ceza Mahkemesi ittifakla beraetlerine kararlarını hükümleriyle imza ediyorlar. Aza... Aza... Reis Ali Rıza

75

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Bunun bir sureti Adliye Vekâletine. ve Şura-yı Devlete: ve Diyanet Riyasetine: ve Hey'et-i Vekilenin Yüksek Meclisine.

Yirmi iki seneden beri bir münzevî.. ve ondokuz sene müracaat etmeyip sükût eden bir mazlum.. hem bir teşekküre hem bir şekvaya mecbur olup.. hey'etinize arz eder ki Ben istemeyip sizler iskâna tabi' olanların fevkinde benim iâşeme dair kararınıza çok teşekkürle beraber.. altmış senelik bir düstur-ı hayatımı. bu def'aya mahsus olmak üzere kırdım. Adem-i kabul ile iltifatınızı kırmadım. Amma şekva ciheti ise.. Ben bir miktardır habbeyi kubbe yapan evhamcılar yüzünden o derece sıkıntı çekiyorum ki: bütün ruhumla ya kabre ya hapse girmek için bir vesile düşünürken: bir ay evvel Kendi kendime bir hasb-ı hal ser-levhasıyla elim bir nev'i hâtırât-ı kalbimi kaleme aldım ki: şimdi mecbur oldum. o hâtırâtı aynen beraetimize dair mahkeme kararının ve ehl-i vukuf raporunun hülâsalarıyla lüzumsuz bir-iki cümleyi tayyedip tebdil etmeyerek aynen sizin yüksek meclisinize takdim ediyorum. Eğer bu kazadaki hükûmetin insaniyetli insafı olmasa idi. benim için dayanmak kabil olmazdı. Said-en Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Bu kış fırtınası.. gibi başıma bir manevi fırtınayı getiren.. Afyon Zâbıtasına gıyâbî ve mecburî ifademdir. Efendiler. Müteaddit casuslar ve tarassudlarla mahkemelerin bulmadıkları gibi siz dahi mucib-i mes'uliyet bir şey bulmadığınızın bir delili şudur ki: Yirmi seneden beri üç vilâyette ve iki mahkemede ve nezaretler altında: değişmeyen ve ilişilmeyen yalnız kıyafetimi buldunuz. Nedir bu kıyafet derseniz? (Elcevab) Denizli'de beraetimizden sonra kıyafetime dair büyük me'murlara iki mahkemede dediğim gibi derim. Evvelâ Ben münzevî yaşıyorum. Hayat-ı içtimaiyeden çekilmişim. Münzevî ve çillehanelerine bu kıyafetle girilir. Sâniyen.. Bir şeyi reddetmek başkadır. ve o kanunla amel etmemek bütün bütün başkadır. Ben ehemmiyetli marezetlerim için amel etmiyorum. Hem başa koymak için bir kanun bir mecburiyet bir maslahat yok ki: me'murlar dairelerde giymiyorlar. ve camilerde herkes serbesttir.

76

Kadınlar, çocuklar giymiyorlar. Hem ben her iki mahkemede bu kıyafetimle gittiğim halde ve nâdiren bir şapka elimde tutuyordum. Eskişehir Mahkemesi Şapka Kanunu cihetinde Isparta müdde-i umumisi aleyhimde bir madde-i mes'uliyet yapmak istediği halde.. bu şapka mes'elesinde ittfakla beraetime karar vermesi ve Denizli Mahkemesi ise hiç nazara almaması bir hüccettir ki: Benim kıyafetime ilişmek kanunsuzdur. Keyfîdir. zulümdür.Sâlisen Ben pazar ve kalabalık yerlere ve mecbur olmadan resmi dairelere gitmem. Yalnız komşum ve yakınımdaki camiin.. hâlî mahfeline akşama yakın gidip tek başımla namazımı eda edip yalnız oturuyorum. Hatta kimseyi yanıma alamadığım için cemaat hayrından mahrum kalıyorum. Hava iyi olduğu zaman bazen kırlara ve hâlî yerlere nefes almak için tek başımla çıkarım. İşte bu vaziyetteki bir âdeme bu asrî kıyafet teklif edilmez. Yetmiş yaşında ve kabir kapısında kabre girmek için nöbet bekleyen ve dünyadan alâkasını yirmibeş senedenberi kesen ve mal ve evlâd gibi şeylerden alâkasız bulunan ve bütün kuvvetiyle eski günahlarına bir keffaret arayan ve takva ve azimet-i Şer'iye'ye harekatını tevfik etmeğe. ve tatbik etmeğe çabalayan.. ve yedi-sekiz milyar ehl-i imânın kıyafetlerini kendi şahsına ihtiyar eden bir âdeme.. elbette bu asrî kıyafet ruhsat-ı Şer'iye ile belki cebr-i keyfî ile teklif edilmez. Haydi tahmininiz gibi bu gidişatım bir inad dahi olsa.. mâdem Mustafa Kemal o inadı kıramadı. Ve iki mahkeme kırmadı. Ve üç vilâyetin hükûmetleri ve zâbıtaları bozmadı. Sizler ne için keyfi ve maslahatsız o inadı kırmağa çalışıyorsunuz? Ve beni mecbur edip Haydi dünyanız başınızı yesin. Ben kabre giriyorum. Bana dedirtiyorsunuz. Hem emsalsiz bir tarzda beni tarassudlarla sıkmanıza bir mânâ veremiyorum. Çünki Yirmibeş senelik hayatımın bütün esrarı.. ve mahrem ve gayr-ı mahrem bütün mektublarım ve kitablarım dokuz ay tedkikten sonra beraetime mahkemeyi mecbur ettiği gibi altı aydanberi Mahkeme-i Temyizde en ehemmiyetli kısmı incelendikten sonra.. mahkemenin beraetimize dair kararını Mahkeme-i Temyiz tasdik edip Risale-i Nur'da menfaattan başka bir zarar olmadığına imza basmış demektir. Acaba benim gibi zulmen çok zahmet ve meşakkat çeken bir âdemin. Bir-iki senedeki yazılarında ona zulmedenlere karşı mûcib-imes'uliyet ve husûmet yirmi madde bulunmaz mı? Halbuki yirmi senelik hayatımın bütün âsârında kanunca mûcib-i mahkumiyet bir tek madde bulunmadığına kat'i bir delil.. Denizli Mahkemesi ittifakla beraetine.. ve Temyiz Mahkemesi tasdike mecbur olmasıdır. Tarassud ile esrarımı anlamak bahanesi ise: benim gizli bir esrarım kalmadı ki: araştırılsın. Mahkeme sebebiyle en mahrem eserlerim ve sırlarım en nâ-mahremlerin ellerinde geziyor. Bu günlerde en gizli esrarını polis hafiyesine söyleyen bir âdemi tarassud etmek mânâsızdır.

77

Bana lüzumsuz bu kadar sıkıntı vermeyiniz.. Artık yeter. İstirahata çok ihtiyacım var.. (Elhâsıl) Bütün sırlarım ve sa'yim ve gâyem ve maksadım ve Risale-i Nur'un en ehemmiyetli hizmeti.. küfr-i mutlaktan kurtarmak ve muhafaza etmek ve bu mübarek milletin hayatını anarşilikten. ve mevtini idam-ı ebediden hâlâs etmek. ve ölümü terhis tezkeresine çevirmektir. Bu vazifede lüzum olsa değil yalnız bu hayatımı belki hayat-ı uhreviyemi dahi feda etmeğe azmetmişim. Evet mâdem ölüm öldürülmüyor. ve kabir kapısı kapanmıyor. Elbette bu ihlâs hakikatına dayanan bu vazife her hizmetin fevkindedir. Ve bu ihlâsı muhafaza için.. hiçbir cereyanla ve dünyevî maksadlarla kendimizi bulaştırmayız.bulaştıramayız. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Bu rapor. İbret için hem lahikaya hem müdafaatımın nihâyetine yazılsın. Birinci ehl-i vukufun raporudur ki: bütün kuvvetleriyle bizi mahkum etmek için çalışmışlar. Fakat inâyet-i İlâhiye onların hücumlarını Nurların parlak fütuhatına vesile eyledi. İşte inâyet-i ilahiye'nin parlak bir nümunesi.. Bütün kuvvetleriyle mahkumiyetimize çalışan birinci ehl-i vukufun bu raporları Risale-i Nur'a takdirkârâne bir medhiye hükmüne geçti. Biz dahi o ehl-i vukufu helâl ettik. Dost olduk. Bu rapor aleyhimde çok çalışan ehl-i vukufun raporundandır. Ankara ehl-i vukufu bunlardan ayrıdır. Bir derece insaflı raporlar da vardır. Said-en Nursî Denizli Ehl-İ Vukufunun Raporudur. Suçlulardan Said Nursî nam-ı diğer Bediüzzaman. kendi ifadesi vechile.. mukaddemen Şark hareketinde ilgili görülen.. ve o tarihte Van vilâyetinde ikamet etmekte iken.. Isparta'da ikamete me'mur edildiği sırada başta tavsif edilen aynı suçu işlediğinden ötürü. Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde 935/4/27 tarihinde tevkif edilerek kendisine uydurduğu birkaç şahısla birlikte yapılan duruşmalarından sonra Bediüzzaman bir sene müddetle hapse konulmasına ve şeriklerinin de.. muhtelif cezalara çarptırıldığı Eskişehir Cumhuriyet Müdde-i Umumiliğinden celp olunan dosya meyanında mevcud 943/11/8 tarihli kayd-ı resmîden anlaşılmaktadır. Bu suretle müddet-i mahkumiyetlerini ikmalden sonra Kastamonu'da ikamete me'mur edilen

78

Said Nursî: şurada burada yine kendisine yakın hissettiği bazı kimselerin de iştirak ve yardımlarıyla ve bunlarla saf ve biçare denilecek derecede bulunanları kendine uydurmak suretiyle yazı ile ve bizzat görüşmelerle bazı fikri neşriyatına devama başladıkları ve bu faaliyetleri 943 Temmuz ve Ağustos ayları tarihinde Çivril'in Homa nahiyesinde bazı ufak tefek fiili hareketleri göze çarpması üzerine.. köyün ileri gelenleri ve halk tarafından takip edilerek işin hakikatına vukuf peyda etmek emeliyle çıban gibi meydana çıkanların mahiyetini araştırırken alâkalı idare memurları tarafından şüpheli görülen kimselerin ev ve dükkanlarında aramalar yapılarak neticede Risale-i Nur isimli müteaddid cüz'den ibaret kitaplarla birkaç mektub ele geçmesi üzerine bu babtaki tahkikat derinleştirilerek bu meyanda Kastamonu'da ikamete me'mur edilen Said'in evinde yapılan 943/8/14 ve 943/9/18 tarihlerinde aramalarda evinin odun kömür dolabının içerisinde ve odunların altında çivili (Hâşiye) bulunan bir dolabın içinde ve soba üzerinde su ısıtmak için kullanılan teneke içinde bazı kitap ve el yazması mektub vesairenin meydana çıkarıldığı ve bunların bîtaraf ehl-i vukuf tarafından tetkikinde Risalelerden Risale-i Nur'un Yirmidördüncü Lem'ası tesettür hakkında olduğu ve üzerinde mahrem işareti bulunduğu ve bu risalenin baş sahifesinde dört hikmetten bahsolunmakta ve muhtelif suretlerle tesettürün kalkmasına hücum etmekte.. Ve bu risalenin sonlarına doğru kadın bacaklarının teşhiri dolayısıyla bunların cehennemde yakılacağı.. Ve Yirmidokuzuncu Mektub'un altıncı kısmında ise mahremdir işaretleriyle Risale-i Nur'un şakirdlerine ''altı öğüt'' vermekte.. Birincisinde Hubb-ı caha aldanmamak ve o kudsi hizmetlerinden ve o manevî ulvî cihadlarından vazgeçmemelerine bunun için servet hırsına ve şan ve şerefe ve avam nazarında mevki sahibi olmağa.. hiç ehemmiyet verilmemesi istenmektedir. Ve bunların ehl-i âhiret için çok zararı var denilmekte ve ehl-i ilhad hafiyelerine ve ehl-i dalalet propagandacılarına alet olmamaları tavsiye edilmektedir. (İkinci öğüt) Risale-i Nur'un neşrinde ve buna aid fikirlerin ta'miminde asla korkulmaması ve bu cihad-ı manevîden vaz ___________ (Hâşiye)

___________

_________________

Hem mânidar. hem pek acibdir ki: o mahrem risaleler binden bir âdeme göterilmemişken: hem maznunların itirafıyla.. hiç görülmeyecek bir derecede saklı oldukları halde.. bu herifler. o elmas kılınçlarını kendi başlarına vurmak için ve onlardaki hakikatları en baştakilere hatalarını bildirmek için okutmak ve pek çoklara teşhir etmek ve ders vermek için meydana çıkardılar. bize Nurlara değil zarar belki intişarlarına sebeb oldular.

79

geçilmemesi tavsiye olunmakta ve kendilerine bu işlerden vazgeçilmesini söyleyenlere Hizbü'l-Kur’ân etrafımızda çevrilmiş muhken bir surdur. Hayat-ı ebediyemize yüzde yüz zarar veren bu yola bizi ihtiyarımızla sevkedemezsiniz. ustabaşımız olan Said-i Nursî'nin yüzünden bizim gibi ona dost olanlardan kim zarar görmüş. kim bela görmüş ki biz göreceğiz. denilmekte. (Üçüncü öğüt) olarak tama' yüzünden aldanmamak için. Telkinler yapılmakta ve yine şakirdlerine hitaben Said'e neden bu kadar hürmet edip arkasına düşüyorsunuz. Diyenlere karşı.. (Dördüncü öğüt) ile cevab vermek istenilmektedir ki: Bu da kendisinin İslâm dininin neşrine çalışan.. ve hizmet-i Kur’âniye 'de bulunan bir şahıs olup.. kendisi yok olsa dahi.. birçok merkezlerde çalışanlar bulunacağını söylenilmektedir. (Beşinci ve altıncı öğüdlerle) daha birtakım Şakirdleri i'timad ve i'tikada davet etmektedir. (Bu kitabın zeylinde kırmızı mürekkeble ve üç ay işaretiyle mahremdir. diye yazılı olan kısımında (istikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için) şu mahrem zeyli yazdığını. ve kendilerine musallat olan insafsız, zâlim ve gaddarlara karşı bir arzuhal olduğunu. ve kendi tamir ettiği hususi ma'bedinde hususi ibadetine ezan ve kametten dolayı müdahale edildiği için sabrının tükendiğini. milletin mukadderatıyla keyfi oynayan fir'avnmeşreb komitenin başlarına hitab ettiğini. ve bu ehl-i bid'adan altı sualine cevab istediğini.. tecavüzün kanunsuz olduğunu. hususi ibadete kanun yapılamayacağını.. hürriyet-i vicdan düsturunu kırmak cür'etiyle lâdini siyaset takib edildiği halde.. din ehline yapılan bu tecavüzün sorgusuz kalmayacağını.. kendisi gibi Şafiî olanlara hangi usul ile müdahele edildiğini.. kendisi gibi başka milletten olanlara Türkçe kamet mecburiyetinin hangi usul ile te'vil edildiğini. ve en nihâyet.. (Ey din ve âhiretini dünyaya satan bedbahtlar) yaşamanızı isterseniz bana ilişmeyiniz. Ilişirseniz. intikamım muzaaf bir surette sizden alınacağını biliniz. Cesaretiniz varsa ilişiniz. Yapacağınız varsa.. göreceğiniz de vardır diye hücum edilmektedir. Yirmidokuzuncu Mektub'un yedinci kısmında şimdilik has ve emin talebelere mahsustur. ve mahremdir. işaretleriyle ehl-i bid'anın.. ecnebi inkılapçılardan mevhum bir fikir alarak hıristiyanlıktaki protestanlık gibi İslamiyette dini bir inkılap yapmak istediklerini hıristiyanlıkta ahkam-ı içtimaiye İsa (Aleyhisselam) tarafından değil.. havariler tarafından vaz' edildiğine göre inkılabın caiz olabileceğini. Müslümanlıkta böyle şeylerin caiz olamayacağını. Milliyetin. İslamiyet fikri yerine geçmeyeceğini.. sosyalizm ve bolşevizm gibi.. unsuri fikirlerin unsuriyeti ve milliyetperverliği.. binaenaleyh Türklük fikrinin İslamlık fikri içinde erimesi icab ettiğini..

80

âhirzamanda gelecek olan en büyük müçtehidin fesad zamanında hem hakim hem mehdi hem mürşid hem hatib-i azam olan. ve ehl-i beyte mensub olan bir zat-ı nûrânî olacağını.. avrupaî düsturlarıyla mücadele usulünü Eski Said iken yaptığını. ve bu tarzda galebenin İslamiyetin kıymetini azaltmak gibi bir mahzur bulunması yüzünden bu mesleği terkettiğini. İslamiyet esaslarını Otuzuncu ve Yirmidördüncü ve Yirmidokuzuncu Sözler ve mektublarla bürhanlarıyla ispat ettiğini beyan etmektedir. Eskişehir hapishanesinin saklanacak bir meyvesidir. diye elyazması diğer bir risalede bir âlem-i mânâda İmam-ı Ali'ye sorduğu suale cevaben ( ‫جمه‬ ٍ ْ ُ ‫ )ع‬den maksat şekilsiz harfleridir ki: laik hükümet zamanında taammüm eden latin harfleridir. yolunda bir cevab alındığını.. cifr ve ebced hesaplarıyla bu kelimeyi ihtiva eden fıkranın latin harflerin resmen kabulü tarihi olan 1348 tarihine tevafuk ettiğini.. Risale'i Nur'un bir musibet neticesinde gizlenerek gizli perde arkasında parlaması İmam-ı Ali'nin bir kerameti olduğunu..Risale'i Nurun sebeb-i tesmiyesi Esma-i Hüsna içindeki İsm-i Bedi'in mazharı olduğunu.. ve İmam-ı Ali'nin ''Ya Rab benim yıldızımı nur ile âhirzamana kadar bedi' ışıklandır.'' yolundaki duasının bu zamanda Risale-i Nur ile kabul edildiğini beyan etmektedir. Yeni harflerle ve daktilo ile yazılan bir risalede eski hurufu okumasını bilmeyen gençleri Risale-i Nur dairesine almağa gayret olarak yazılmış olduğu beyan edilmektedir. Yine Said Nursî tarafından yazılan Eskişehir hapishanesinin bir meyvesi olup.. Ahmed Nazif tarafından elyazısı ile hediye edilmiş Otuzbirinci Lem'a'nın Birinci Şua'ı isimli risale olup.. başda (İşbu İşârât-ı Kur’âniye kitabına mahrem. taife-i nisa el süremez. Bu taifeye (Hâşiye) memnu'dur. Gâyet ihtiraz olunması tavsiye olunur.) diye başlayıp bu risale sahifeleri içinde Risale-i Nur müellifinin ismi ve doğumu üzerinde cifir ve ebced hesaplarıyla yapılan istihraçlar görülmektedir. Eski harflerle yazılı.. Risale-i Nur'un 31. Mektub'unun Onbeşinci Lem'ası ismi fihrist isimli risaledeki âhir kısmı.. Hüsrev, Sabri, Hafız Ali, Rüşdü, Hafız Hüseyin tarafından te'lif edildiği ve bunlar içinde Hüsrev'in te'lifinin daha çok olduğu.. ve bunlara dua edildiği.. diğer bir ciltte Risale-i Nur'un küçük şakirdleri ve yazanları içinde ve Sav Köyünde Marangoz Ahmed Eğridir'in Gökdere Köyünde Ömer Hoca oğullarından Abdullah oğlu Ömer ve hocası çocuğu Mustafa ve hocası Ahmed ve Ahmed Zeki ___________ (Hâşiye)

___________

_________________

Bu ehl-i vukufun divanece verdikleri mânâya bak ki: (Bu işaret-i Kur’âniye mahremdir. Ve sûre-i Nisâ'da bu işaretli âyet var.) cümlesine nasıl mânâ vermişler.

81

Hacı Hafız oğlu Hafız Mehmed Hafız Mehmed oğlu Bekir gibi dokuz ile on iki yaşlarındaki çocukların bu Hafız Mehmed'in evinde toplanarak eski yazı öğrenip Risale-i Nur'u yazdıklarını Nur fabrikasının İslâm Köyü'nde olduğunu anlatmaktadır. Risale-i Nur'un Otuzuncu Mektub'unun Yirmisekizinci Lem'asının nihâyetine: Risale-i Nur talebelerinin Keçeci Mustafa, Mustafa, Ali, Süleyman, Rüştü, Abdullah, Hüsrev, Re'fet, diğer Süleyman, Sabri, Hulusi, Bekir Bey, Asım, Hafız Ali, Galip, Küçük Lütfi, Zekai, Abdulbaki, Şamlı Hafız Tevfik isimleri yazılmıştır. Yine bu risalenin ikinci kısmının dördüncü sahifesinde Hapishanenin kendileri için bir İnâyet-i Rabbaniye olduğunu. âhirzamanda en feyizli bir çilehane olup düşmanlarına karşı ihtiyatlı davranmak lazım geldiğini. bu yerin yani hapsin en hassas bir imtihan meydanı olduğunu telkin etmektedir. Bu risalenin sonlarına doğru bir düstur başlığı altında Risale-i Nur talebelerinin nuru hariçte aramamaları ve eğer ararlarsa Nurun penceresinden ışık bularak manevi güneşe bedel bir lambayı bulacaklarına belki de güneşi kaybedeceklerini.. daireye girmeden evvel her fert şeyhini muhafaza edebileceğini ve fakat daireye girdikten sonra ancak orada mürşid aranacağını.. daire haricindeki tarikatlara ihtiyaç bırakmayacağını ve Risale-i Nur dairesinin çok geniş olup şakirdlerinin pek çok olduğunu..aklı başında bir âdemin bu elmas gibi mesleği terkedip başka mesleklere girmeyeceği yazılmaktadır. Ve nihâyete doğru.. tenkide başlanarak kendisi Risale-i Nur'u ve şakirdlerini müdafaa ettiği halde.. onların inkarda bulunarak kendisini şahitsiz bıraktıklarını. ve bunca mensupların başka tarikat aramak üzre ayrılmak temayüllerini göstediklerini.. ancak talebeleri arasında Kuleölü Küçük Ali ve Lütfi gibi halis Nur Talebelerini hariçteki büyük bir veliye tercih ettiğini.. Ve yine ebced ve cifr hesaplarıyla.. birtakım istihraçlarda bulunarak ezcümle Hakkında tatbiki istenilen 163. maddenin kendisi hakkında takibat yapılmasını isteyen 163. (Hâşiye) meb'usun adedine tevafuk ettiğini beyan etmektedir. Said Nursî'nin buraya kadar hülasaten zikredilen Risale-i Nur parçalarından maada.. bu işle alakadar olan mevkuf diğer suçlu Hüsrev ve ilaahire isimlerden.. sonra bu suçluların evlerinde, dükkanlarında ve üzerlerinde yapılan aramalarda evrak meyanında mevcut her birine aid arama zabt varakalarında yazılı olduğu üzre cemiyetin banisi Bediüzzaman ile yine evrak meyanında mevcut maznunların evlerinde (Hâşiye)

Burada da tam aksine mânâ vermişler.

82

dükkanlarında ve üzerlerinde çıkan ve cemiyet ile alakalarını gösteren vesaik ve mektublar.. ehl-i vukuf marifetiyle yaptırdığımız tetkikata nazaran her biri hakkında raporda yazılı olduğu üzere bu maznunlar doğrudan doğruya ve beraberce bir kısmını Said-i Kürdî ile iştirak ederek kurulan Nakşibendi Cem'iyetinin inktişafına yardım ettikleri ve bir kısmının da bu şekle girmeleri ve Risale-i Nur şakirdlerinin muhabere etmek suretiyle.. Said'in faaliyetine manen ve maddeten iştirak ile onun maksatlarına hizmet ettikleri ve binnetice cümlesinin dini hissiyatı alet ederek.. devletin emniyetini ihlal edebilecek harekete halkı teşvik ve bu babda kurulan Risale-i Nur Cem'iyetinin teşekkülüne yardımda bulundukları.. yapılan hazırlık ve ilk tahkikat sırasında yeminli ifadeleri alınan şahidlerin şehadeti.. arama zapt varakaları.. ve ehl-i vukuf tarafından verilen rapor. bu suçluların te'vilen vâki itirazlarıyla anlaşılmaktadır. Suçluların bu hareketleri.. T.C. Kanunu'nun 163.1/2, 173, 313, 64-65. maddeleri mucibince...

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Hüsrev'in Denizli Ağır Ceza Mahkemesinde Söylediği İfadesidir. 3 Şubat 944 Efendim Dinî eserlerini okuyup yazmakla cidden istifade ettiğim Bediüzzaman Hazretleriyle uzun senelerden beri yakından alâkadarlığımı kesmiş değilim. Risale-i Nur nâmındaki eserlerinin hemen hemen hepsini de okumuş bulunuyorum. Barla'da. Isparta'da Eskişehir Hapishanesinde kendisiyle beraber bulundum. Daha sonra da muhaberemi kesmedim. Kendim bu vatanın bir öz evladı.. ve bu Türk Milletinin bir ferdiyim. Dindarlık ve Müslümanlığın telkin ettiği faziletkârlığın hakikaten meftunuyum. İyi olmak. ve iyilik edenleri sevmek ve iyi olanlarla arkadaşlık etmekle iftihar ederim. Daha bu gibi yüksek seciyeler arkasında koşan bir ferdim. Oniki seneden daha evvel.. Hâlık'ımın lütfuyla Bediüzzaman Hazretlerine vâsıl olmuş ve eserlerini okumuşum. Müslümanlık dininin. pek büyük kudsiyetine ve pek yüksek fazilet telkin ettiğine o eserleri okumakla muttali' oldum. Âsâr-ı Nur'un ve müellifinin bu milletin iki hayatlarının saadetlerine çalıştıklarına o kadar bâriz deliller gördüm ki: bu delâil karşısında hayran olmamak elden gelmiyor. İşte.. gerek Eskişehir Mahkemesi ve gerekse Isparta Mahkemesi Kur’ân'ın hakiki ve çok yüksek bir tefsiri olan bu Risalelerin okunup.. yazılmasını men' etmedikleri halde bugün biz ittiham altından kurtulamıyoruz. Altı ay Eskişehir Mahkemesinde

83

aylardan beri de Isparta ve Denizli Mahkemelerinde sırf imânî olan bu eserlerle alâkamızı bırakmadığımızdan tutuluyoruz. Bu yüksek mahkemenin huzurunda zannedildiğim gibi suçlu olarak değil belki bir şâhid sıfatıyla hem burada hem Isparta'da kerratla vâki suallere pek açık bir lisan ile cevab vermişim. Sebeb-i ittihamım olarak ileri sürülen evimde aramada bulunan Risale-i Nur'un bazılarında bugünün görüşüne uygun gelmeyen bir iki cümle ile bazılarında imzalarımın bulunması ve Üstadım Bediüzzaman'a yazdığım eski ve yeni mektublarımın ele geçmiş olmasıdır. Te'lifleri eski olan yüzkırk küsur risalenin hepsi de Eskişehir Mahkemesi safahatından geçmiş risalelerdir. O mahkeme şimdi huzurunuzda bulunan beş altı arkadaşımla bana 163. maddeye istinaden kanaat-ı vicdaniye üzerine ihtimal ile ceza verirken yüz küsur arkadaşımızı beraet ettirmişti. Halbuki bugünki ittiham edilmek istenildiğimiz isnadlar o günde de vardı.. Tarikatçısınız. cem'iyetçisiniz, halkı hükümet aleyhine teşvik ediyorsunuz. denilmişti. Yüzyirmi suçlu.. ve yüzyirmi risale meydanda iken.. neticede Eskişehir Mahkemesinin bizi mahkum etmek için kanaat-ı vicdaniyeye müracaat etmesine hayret etmemek mümkün mü ?Üzücü ve yorucu ve pek çok mahrumiyetleri üzerinde yaşatan Birinci Harb-i Umumi Milli Mücadele ve Eskişehir Vak'ası gibi elemli hâdiseler.. içinde: tedavisine imkan bulamadığım bir hastalık son senelerde yedi sene: beni evimde ikamete mecbur etti. İki sene evvel üçüncü defa olarak orduya alındım. Bu kudsî vazifeyi ilâhî bir fariza bildiğimden hastalıklı halimle.. vatanın muhafazası ve bu milletin bekası için bir buçuk sene daha askerlik ederek üsteğmenliğe terfi ettirilip terhis edildim. Eskişehir Mahkemesinden bugüne kadar.. aradan dokuz sene geçtiği halde.. hakkımda şimdiki yapılan isnâdattan hiçbir şey kayd edilmemiş ve edilmiyor. Memleketimde komşularımdan askerlikte iki tugay üç alay dört tabur dahilinde bölük kumandanlığı.. takım subaylığı, irtibat subaylığı, ve mutemedlik gibi muhtelif vazifelerin ifasında arkadaşlık ettiğim birçok subaylardan hiç birisi hakkımda menfi düşünceli olduğuma dair hiçbir ihbaratta bulunmamış. İttiham edildiğim maksadlara uygun ve beklenen hedeflere vasıl olacak ortada hiçbir şey yok. İşte bir buçuk senelik askerlik hayatım. yedi senelik Isparta'daki yaşayışım. ve el'an murakabeniz altında geçen hapishane hayatım... tertemiz. Evet ben yüksek mahkemeniz de arz ediyorum ki: Bizler hakikaten ehl-i garazın kurbanı bîgünah kimseleriz. Hem içimizde esaretin.. acısını tatmış olanlar var. Milltet ve hukümet mefhumunun ne demek olduğunu bilmiyorlar değiliz. Eski cezamıza

84

yeni bir ceza daha ilave etmekle bizi daha çok ezmeyiniz. İşte Eskişehir Mahkemesinde söylediğim şu sözlerimi şimdi bu yüksek mahkemenizde de tekrar ediyorum. Bize Üstadımız tarikat dersi vermiş değildir. Hem Üstadımız yalanı irtikab etmezler. Siyaseti çoktan terk ettiğini daha Isparta'da iken kerratla ağızlarından işittim. Hem de biz hiçbir cemaatin mensublarından değiliz. Ancak şu müslüman milletin dindar birer ferdiyiz. Hüsrev

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Denizli Hapishanesinde Mevkuf İken Vefat Eden Şehid Merhum Hafız Ali'nin Denizli Mahkemesinde Söylediği İfadesidir.. Efendim. Ben Isparta'da hâkim ve müdde-i umumilikte hak ve hakikatın bütün bütün aksine olarak Risale-i Nur'a karşı asılsız bir ittiham gördüğümden Risale-i Nur'dan kaçmak değil.. belki o ittihamdan çekinmek için sordukları suallere ben değilim dedim. Hatta o müdde-i umumi kanunsuz bana yemin vererek Risale-i Nur'da yazılı Hafız Ali sen değil misin dedi. Sükût edip yemin etmediğim halde. bura sorgu hakimliğinde hamiyet-i İslamiyeyi taşıyan âlî bir vicdan hiss ettiğimden adâlet ve hakikatın tecelli edeceğini ümid edip Risale-i Nur'da yazılı Hafız Ali benim dedim. Ben Risale-i Nur'u hakâik-i imâniye ve Kur'âniye ve kevniyeyi kat'î bürhanlarla izah edip insanların yüzünü âhirete çevirip dünyadan ziyade âhireti sevdiren mukaddes bir eser olup binler menfaat görmüşüm. Garâibdendir ki: Bu sır iddianâmede keşf edilip (Dünyayı unutturacak derecede telkinat-ı dinîye verilmiş) diye yazılı olduğu halde: Hem siyasi cem'iyetçi hem tarikatçı hem de halkı hükûmet aleyhine teşvik ediyorlar. diye olan ittihamlarla nasıl kâbil-i te'lifdir? Evet ben.. Risale-i Nur'dan hemen ekser parçalarını anlayarak okuduğum gibi. Üstadım Said Nursî'nin dahi on iki seneye yakındır en gizli ve en ince esrarına kendimi vâkıf biliyorum. Ben ne Risale-i Nur'da ve ne de Üstadımda emniyet ve âsâyişe zarar verecek bir emare ve bir meyl görmediğim gibi.. âsâyiş ve emniyetin temel taşlarını onlardan öğrendim. Müddet-i ömrümde mahkeme safahatını ancak bu defa gördüğüm gibi şu benim gibi suçlu olarak huzurunuzda bulunan cemaati nuraniyenin de ifadelerinden benim gibi olduklarını anladım. İşte böyle sırf âhireti için Kur’ân'ın i'câz-ı ma'nevisinden gelen Risale-i Nur'u okuyup kendi istifadesine çalışan bir ehl-i Kur’ân'ı ve ehl-i ahireti

85

cezalandıracak bir kanun tasavvur etmediğim gibi.. ittiham edildiğim siyasi cem'iyetçilik ve tarikatçılık ve halkı hükûmet aleyhine teşvik etmek gibi..suçlarla hiçbir alâkam olmadığımdan yüksek mahkemenizden beraetimi taleb ederim. Şehid merhum Hafız Ali

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Salahaddin Çelebi'nin Müdafaasıdır 3 Haziran 944 Aslı Denizli Ağır Ceza Mahkemesine verilmiş. İsnad edilen mevhum suçların olmadığı mütehassıs hey'etin raporundan sarahaten anlaşılmıştır. Binâenaleyh huzurunuzda vicdanıma göre suçlu değil.. Bir şahid sıfatıyla bulunuyorum. ve söylüyorum.Tarihten altı-yedi sene evvel İstanbul'da ulemâdan eski fetva emini Ali Rıza ve Elmalılı Hamdi Efendi gibi meşhur âlimlerin bir musahabelerinde Bediüzzaman Üstad-ı küll.. ilminin vehbî olduğunu. vaktiyle Anglikan kiliseleri başpiskoposunun ve Japonya'nın başkumandanının İslâm ulemâsından sorduğu suallere cevab veren ve bütün âlimleri ilmiyle teshir ve hayrette bırakan ve yirmi seneye yakın bir vakitten beri dünyayı terk eden bu şahsiyetten bahsetmeleri.. bende muhitimizde olan bu zatı ziyaret etmek arzusunu uyandırdı. Evet.. zamanın sefahet ve eğlencelerine kapılmış. yirmibeş yaşında bir gençdim. İlk tahsilimden ve ebeveynimin terbiyesinden aldığım dini ferâizimi öğrenmek ve dînî akâidimi kuvvetlendirmek ve nefsimi ıslah etmek maksadıyla.. Ve din serbestisini de bildiğimden muhitimizde bulunan bu yüksek âlimi fırsat bilerek ziyaret ettim. Hatta ikâmetgâhının önündeki karakolun nöbetçisinden sordum. bana kapısını gösterdi. Serbest girdim. Elini öptüm. hayır duasını taleb ile imânımı nasıl kurtarabilirim. tenvir ve irşad buyurmasını Allah rızası için yalvardım. Konuştuğunu zorla anladığımı hissedince bir defter çıkardı imân ve âhirete aid veciz cümleler dolmuştu. Mütâlaa için müsaade istedim. harice vermiyordu. Nihâyet ısrarlı ricalarımla.. iade etmek şartıyla almağa muvaffak oldum. Suretini çıkardım. iade ettim. İşte bu şekilde bir miktar Risale-i Nur dünya ve âhiretimin selâmeti için kopya ettim. Bu ziyaretlerimde bana ne cem'iyetten ne siyasetten ve ne de tarikattan bahsetmemiştir. Hatta dünyevî bir havadisi dahi söyletmedi. Daima İmân ve âhiretinizi kurtarmağa çalışınız buyurmuştur. Ve yanında beş dakikadan fazla durulmaması kapıdaki i'lanında yazılı idi. Müddeti geçirilirse Sen safâ geldin diye savardı. Kanaatime göre.. Risale-i Nur Kur’ân-ı Kerim'in âyetlerinden tereşşuh etmiş esrar-ı Kur’âniye temsillerle, mantıkî, edebî, felsefi cümlelerle yazılmış.

86

her sınıf ve her tabaka halka hak ve hakikatı bir güneş gibi gösterdiğinden dikkatlice okuyan herhangi bir şahsın bilhassa benim gibi bir mübtedinin câzibesine kapılmamasına imkan bırakmıyor. Çünkü: Risale-i Nur ifsad değil ıslah ediyor. Denizli Hapishanesi buna bir numûne müdür ve gardiyanları birer şahiddirler ki: Lisan-ı hâllerimizi gören.. en azılı mahkumlar en mûnis insanlara dönmüşlerdi. Bir-iki âdemi öldürenler. şimdi tahta kurusunu öldürmekten korkuyorlar gördüm. Bendeniz hayat-ı içtimaiyemde dinime, milletime, devletime nafi' değişiklikler gördüğümden bana hocalık eden bu eserlerin müellifine altı-yedi sene zarfında duasını taleb eder ve teşekkürü hâvi birkaç mektub ve bayram tebriği ve bu eseri okuyan bir-iki arkadaşımdan da.. mecazî ve remzî kelimeleri hâvi şahsî bir-iki mektub alınmış ve yazılmıştır ki: bunlara cevaben yazılan mektublar karşılaştırıldığı vakit.. hüsn-i niyet lie safiyâne yazılmış sırf kuvvetli bir imânın mahsulleri olduğu görülür. İddia makamının bahsettiği motor da mecazî bir kelimedir. Nefsime aid büyük hatalarım olduğundan zahiren tatlı ma'nen acı hallerden muhafaza için hem çocukluk hem askerlik hem mekteb arkadaşım İbrahim'den.. Dualarınız bereketiyle motoru sektesiz işletelim. demiştim. Vücudum nerede? Aranılan motor nerede? Ma'mâfih.. Muteber raporda da mektubların tahlil ve tedkiki neticesi hüsn-i niyetimi isbat etmiştir. Mütâlaa için bu eserden bir-iki arkadaşıma arzularıyla vermiş olsam bile İslâmiyetin şeârinden olan âyet ve hadisle sabit her müslümanın borcu olan bu gibi dîni eserleri isteyene vermekte mahzur değil..vermemeği günah vermeği sevab bir hediye-i İslâmiye biliyorum. Arama zabtında gösterildği gibi.. Ankara'da elim ile teslim ettiğim risale ve mektublarda ne hükûmete ve ne devlete ve ne rejime ve ne de millete aleyhde bir kelime dahi yoktur. ve görmedim. Ve böyle bir eseri olduğunu da bilmiyorum. İsmini bile işitmediğim Homada tanımadığım birinde bir müellifin bir eseri çıktı diye.. Ankara'da aynı müellifin diğer faydalı müellifâtını okuyan bir şahsı mes'ul etmek elbette kanunî ve vicdanî olamaz. Teşkilat-ı Esasiye kanununun madde-i mahsusunda ve kanun-ı medeninin esbab-ı mucibe lâyihasında sarihdir ki: Hükûmetin altı esasından biri de lâikliktir. Hürriyet-i vicdan düstûruyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişilmediği gibi. dindarlara ve takvacılara da ilişilmemektir. Türk Ceza Kanunun 175/176. maddelerinde şahsın dinine ibadetine hakaret ve tecavüz eden tecziye edileceği kaydına istinaden dininde serbest olan her şahsın ibadetini de icrada serbest olması gibi dinini de öğrenmesi bir hakk-ı sarihidir. Kitab, mecmua ve yevmî gazetelerde dinî ve ahlâki yazılar fikir serbestiyetine ve vicdan hürriyetine istinaden yazılıyor. Kütüphanelerde muhtelif dinlere ve rejimlere zıd eserler dahi serbest olarak okuyucuya veriliyor.

87

Risale-i Nur müellifinin maddi bir menfaat gözetmeksizin Allah Celle rızası için beşeriyete bilhassa İslâm câmiasına armağan olacak. dînî ve ahlâki eserlerini okumağa başlarken küfr-i meşkuk içinde boğuluyordum. Can kurtaran gibi Risale-i Nur imdadıma yetişip elhamdülillah. hem dünyamı hem âhiretimi idâm-ı ebediden kurtardım. Bu sebeble yüksek mahkemeniz huzurunda Üstadıma teşekkür etmeği bir borç bilirim. Netice: Ben ne dînî hissiyatı tahrik ve ne de milletin ve devletin emniyetini ihlal edecek bir harekette bulunmadığım gibi kimseyi de teşvik etmedim. Ve kimse de beni teşvik etmedi. Tarikat ve cem'iyet yoktur. Bu hususun beyne'l-milel tanınmış ve ayrı ayrı meziyet ve kıymetleri hâiz olan.. milletin ve maarifin iftihar ettiği güzîde şahıslardan müteşekkil bir âlî hey'etin verdiği ilmî raporda Risale-i Nur'un ilmî ve vâkıfâne ve faideli eserlerini tasdik ettiğimden.. iddia makamı hükûmeti ve adliyeyi meşgul eden Risale-i Nur'un millete ve hükûmete zararı olmayıp bilakis faideli olduğunu tebarüz ve kaza-yı tefsirlerle izah ile beraetimizi taleb etmesini ümid ederken. maalesef hiç nazara almayarak mevkufiyetimizin devamına sebeb olan mahallî nâkıs, gayr-i ilmî ehl-i vukuf raporlarına istinaden verdiği ilk.. iddiânâmenin aynını son iddiânâmesinde de ısrar ve tatbikle suç isnad etmesiyle inkisar-ı hayale uğradım.. Nefsini ıslaha ve beşeriyete faideli olmağa çalışan necib milletimizin temiz nasiyeli bir genci olduğumu izah ve isbat ettim. Mütehassıs ve selahiyetli ilim hey'etinin sarih kanaatı neticesinde elde edilen gayr-ı kabil redd-i delâil.. nakıs raporları hükümsüz bırakmakta ve iddia makamının ileri sürdüğü indî ve hayalî tezi cerh ve nakz etmiştir. Bütün isnadları red ediyorum. Hususiyeti olan ilmî tefsir ve kanaatleri hâvi raporun kabul ve tatbikini hürmetle taleb ve hürriyet-i şahsiyemin ve me'muriyet hukukumun ve müsadere edilen hususi kitab ve mektub ve not defterimin iadesiyle beraber beraetimi âlî mahkemedeki adâletin tecellisinden beklerim. Ankara Gümrük Muhafaza Kursunda iken tevkif edilen Muhammed Salâhaddin Çelebî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Milaslı Halil İbrahim'in Mahkemede Söylediği İfadesidir. Efendim. Şu kısa ifademin zabta geçmesini.. rica ederim. Eskişehir hadisesinden evvel elime geçen ve o vak'ada çoğu alınmış ve geri kalan birkaç tanesini çok ısrarla Ahmed Feyzi'nin aldığı ve bende kalıp bu def'a elinize geçen Ondokuzuncu Mektub namındaki mu'cizât-ı Peygamberi'den bâhis.. Risale-i Nur'da cem'iyet ve tarikata aid bir tek harf bile iddianâmelerde kayda geçmemiştir. Çünkü böyle bir şey yoktur.. Dinimi

88

öğrenmek ve imânımı takviye etmek ve ahlâkımı düzeltmek hususunda çok istifade ettiğim ve evvelce hesabı verilmiş bu eserler yüzünden.. mahkemeye sevk olunuyor ve hayat-ı içtimaiyedeki mevkiim sarsılıp maddi çok zararlara uğruyorum. Ben ahlâkı ve iyiliği sever. ilmî ve ahlâkî ve dinî eserler okur, kendi halinde geçinir dindar bir insanım. Elhamdülillah hiçbir ahlâksızlığım ve kimseye tecavüzüm. ve bir kimseyi incitmek yüzünden bir münazaamı hükûmet kaydetmemiştir. Bu gibi dürüstlüğe vesile olan ve ehl-i vukufun -hâşâ- cem'iyetçi tarikatçı namını taktığı Risale-i Nur mizanlarına medyûn ve şükrân olduğumu bilatereddüt açıkça söylemekle müftehirim. Muhterem Hey'et-i Hâkime Şurada şâhid bir dindar-ı İslâm sıfatıyla. ve Türk kanununun iktizası sebebiyle vermeğe: Risale-i Nur.. tarikat değil ki tasavvuf olsun. dünyevi bir gâyesi kayd edilmiyor ki cem'iyet olsun. Belki siyasi ihtilaslardan men' eden bir hakikat-ı ilmiyedir. Ve bir hey'et-i ilmiye tedkik ederse anlaşılır ki Şimdiye kadar yazılan eserlerin fevkindedir. Ezcümle Haklarında ehl-i vukufun bir tek harf bile kayd etmediği Yirmibeşinci Söz Kur’ân'ın kelâmullah olduğunu öyle güzel isbat eder..ve Onuncu ve Yirmidokuzuncu Sözler melâike ve âhiretin vücudlarını kör gözlere de gösterecek derecede isbat ve tavzih eder. ve bunlara mümail Otuzikinci Söz ve diğerleri hakaik-ı İlâhiye ve kevniyeyi öyle vazıh bir surette serd ve beyan ederler ki: en büyük bir âlim ile ve bir feylesof ile ve benim gibi bir ibtidâi tahsilli kimseler dahi onlardan çok müstefid olur. Ve hatta bin senedir çok itirazlara maruz olan (sevr ve hût) mes'elesini akıllara hayret verecek derecede isbat ve izâh eyler ki: eğer bu gibi ilmî ve dinî eserleri okuyup dinini ve imânını takviye etmek bir cezayı müstelzim ise, maaliftihar kabul ediyorum. Ölüm Denizli Hapishanesinde de var. memleketimde aile ocağında da var olduğuna çok vakıalarla herkes gibi ben de şâhid ve kâniim. Ve eğer kanun-ı adâlet hakkımızda tam tecelli ederse vesile olanlara Allah sizlerden razı olsun derim. Halil İbrahim

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Bu Dahi Milaslı İbrahim'in İfadesidir. Denizli Ağır Ceza Mahkemesi Yüksek Reisliğine. Müdafaatım..Muhterem efendim. Umumumuz tarafından red edilen ve netice itibarıyla hükümsüz kalan Denizli ehl-i vukufunun raporunu nazar-ı itibara alan makam-ı iddia cezamızı istemektedir. Mezkur raporun hakkımda i'zam ettiği ve münderecatından ve kimler tarafından olduğunu bahs

89

etmediği otuz kadar mektub. bu işle hiç alâkası olmayan ve herkesde bulunan akraba ve asker vesaire mektublarıdır. Ve yine risaleler diye i'zam ettiği ve münderecatında her iki raporda dahi bir tek kelime bile siyasetle alâkası görülmeyen ve ilk ifademde arzettiğim veciihle Eski şehir mahkemesinin kanaat-ı vicdaniyesiyle hesabı neticelenen ve müteaddit defalar Isparta Mahkemesinin nazar-ı tedkikinden geçirilip iade edilen Mu'cizât-ı Ahmediye nam eserdir. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir kanun bir tek hadise yüzünden hiçbir kimseyi iki def'a tecziye etmemiştir. Muhterem Hey'et-i Hakime, Gerek ilk zabıta tahkikatında ve gerek ilk sorguda ve bütün mahkeme safahatında makam-ı iddianın memleketimden yaptırdığı ve mahkeme dosyasında mevcud son tahkikatında ne bir cem'iyet ve ne bir kimseyi teşvik ve ne de devletin emniyetini ihlal edebilecek hiçbir ahvalim tesbit edilmiş değildir. Yalnız ortada şu var ki: Dünya ile hiç alâkası olmayan ve maalesef kıymeti bilinemeyen ve yetmiş yaşında ve mübarek bir zat-ı âlî kadrin kâmilen hayrat ve fezâile ve saadet-i dâreyne sevkeden ve Risale-i Nur nâm-ı mübeccelini taşıyan ve Kur’ân-ı Hakim'in mu'cizât-ı ma'neviyesinden süzülen bu asârını. bir hey'et-i ilmiye ve fenniye olan ve hakikat-ı hâle vakıf ve o ilimde ihtisas sahibleri bulunan Ankara ehl-i vukufunun vukufâne tedkiklerine müstenid tasdikleri ve sarahaten bildikleri ilmî ve dinî ve ahlâki eserler olduğunu ve bizlerin hüsn-i niyet sahibleri olduğumuz o fen âdemlerinın raporlarında zikr ve beyan edilmekte olduğundan şu masum vaziyetimizin bir an evvel takdirini mahkeme-i âliyenizin adâletine terkederek.. hakikatın izharıyla beraetimizi taleb ederim. Halil İbrahim

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Kastamonulu İhsan Sırrı'nın Müdafaasıdır.

Denizli Ağır Ceza Mahkemesi Yüksek Reisliğine Dinî hissiyatı alet ederek.. devletin emniyetini ihlâle ma'tuf cem'iyete dahil olmak suçuyla mevkufen yüksek huzurunuza çıkarıldım. Makam-ı iddia tarafından geçenki celsede okunmuş olan ittihamnâme müfâdine nazaran bendenizin cem'iyete dahil bulunmuş olduğum kabul olunarak Türk Ceza Kanununun 163. maddesi delâletiyle 313 ve 173. maddeleri hükümleriyle tecziye edilmekliğim taleb edilmiştir. İddiânâmede suç delilleri olarak ileri sürülen ve anâsır-ı cürmüyeden ma'dûd bulunduğu beyan edilen

90

ef'âli ve kanunî müstenidat ve müeyyidatı ber-vech-i âti arz ve izah eden işbu müdafaanâmemi hey'et-i aliyenize takdim ederken pek âşikâre olan ma'sumiyetimin enzar-ı adâletinizden devr edilmeyeceğine mutmain bulunuyorum. Cumhuriyet müdde-i umumisi tarafından yapılan aramada eşyalarım arasında bulunmuş olan ve bundan üçbuçuk sene evvel Kastamonu'da kızkardeşim tarafından gönderilen mektubun bir tarafında yazılı Risale-i Nur eczalarının birisinden iktibas edilmiş olan vahdetü'l vücud akidesinin reddine müteallik ilmî ve hükmî hakâikı muhtevi bir yazı.. suç delili gösterilmektedir. Kur’ân-ı Hakim'in i'cazını beyan.. ve ehâdis-i şerifenin ma'na ve medlûlünü isbat etmekte olan Risale-i Nur müellifatının dinî hissiyatı aletle halkı hükûmet aleyhine teşvik değil.. din ve ahlâk üzerinde irşadkâr hizmeti bulunduğu mütehassıs ilim hey'etinin raporuyla tesbit ve tebarüz ettirilmiştir. Makam-ı iddianın hakkımda tatbikini taleb ettiği ceza kanununun 163. maddesi Dini hissiyatı veya dinen mukaddes tanınan şeyleri alet ederek devletin emniyetini ihlâl edebilecek harekete halkı teşvik ve bu babda cem'iyet teşkil edenlerin mahkum edileceği. ve böyle bir cem'iyete girenler. 313. maddeye göre cezalandırılacağı tasrih edilerek. devlet aleyhine kurulmuş bir cem'iyetin bütün şerâit ve delâili ile tahakkuk ve tesbit edilmiş olmasına işaret etmiştir. 313. madde ise Beş kişi veya daha ziyade kimsenin adliye kuvveti veya âmmenin emniyet ve selâmeti aleyhine cürm işlemek kasdıyla bir cem'iyet teşkil eylediği takdirde.. ceza tayin olunacağını göstermektedir. Hakkımda tatbiki istenilen bu maddeler hükmünün istimali için anasır-ı cürmüyenin tekevvün etmiş ve maddi deliller ile tesbit edilmiş olması icab eder. Halbuki Cürm vasfı verilmek istenilen ef'âlin dinî, ahlâkî ve içtimaî birçok hakâiki gösteren Risale-i Nur nâm âsârdır ki: bunların kâffesinin Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Reisliğinin tayin etmiş olduğu salahiyetli bir naibin nezaret ve murakabesinde teşekkül eden yüksek ilim sahibi mütehassis şahsiyetlerin tedkiki neticesini bildiren raporda dava mevzu'unu teşkil eden hâdisede cem'iyet, tarikat kasdı olmadığı gibi hükûmetin siyasetini ilgilendirecek hiçbir fikir ve maksat bulunmadığı tebarüz ettirilmiştir. Kanunun sarih olarak suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemeyeceği.. ceza kanununun birinci maddesi.. ve cürümde kasdın bulunmaması keyfiyetinin cezayı kaldıracağ.ı.. ceza kanunun beşinci maddesi müeyyide-i kanuniyeden bulunmuş olması itibariyle hakkımda taayyün-i ceza değil beraetime hüküm ve tahliyemi te'min etmek şiar-ı adâlettir sanırım.

91

Dünya işleriyle alâkası bulunmadığı tahakkuk etmiş olan bazı kitabları sırf bir saika-i diyanetle okumaklığım kanunen suç sayılamayacağı keyfiyeti mevzuat-ı kanuniyeden bulunmuş olması itibariyle beraetime.. ve arama neticesinde alınmış olan şahsıma aid kitab, mektub vesairemin de ceza usulü kanununun 103. maddesi hükmüne tatbik edilmek suretiyle iadesine karar verilmesini yüce hey'etinizin insaf ve adâletinden dilerim. İhsan Sırrı

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬

İnebolulu Ahmed Nazif Çelebi'nin Müdafaasıdır. Muhterem Hey'et-i Hâkime.. İddia makamının hakkımdaki isnâdatı evvel-ahir aleyhimde şiddet ve ehemmiyetini gerçi muhafaza etmekte ve müdde-i umûmilik yüksek vazifesini hak ve adalet terazisiyle ölçmek şöyle dursun. sırf tek bir cepheden ve açık ve zahir olan adalet terazisinin bir kefesine bizi koymak suretiyle ölçmek vazife-i asliyesi olan haklarımızı gözetmeyerek haksız ve delilsiz ve kanunlarda yeri olmayan en ufak sebebler ile büyük bir cürüm delili mahiyetini gösterip, tecziyemi istemesi üzerine bu talebin yerinde olmadığını şöylece isbat ederim. 1- Otuzbeş-kırk sene evvel ilk mektep tahsili sıralarında herkes gibi bendeniz de Bediüzzaman'ı gazetelerin uzun uzadıya sütunlarla yazılarıyla sitayişkâr neşriyatlarından ismen ve gıyaben tanıdığımı ilk ve son ifadelerimde arz ettiğim halde bu ifademi makam-ı iddia. kırk seneden beri tanıdığını itiraf etmiş şeklinde hilaf-ı hakikat iddiada bulunması.. 2- Risale-i Nur'dan dinî bir iki eseri okumak.bir iki ahbaba ve akrabasından birine kendi istekleriyle verilmesi İslâmiyetin şiarından iken ve hususiyle hiçbir suretle mahremiyeti dahi bulunmayan ve sırf dinî ve uhrevî olan ve kısm-ı küllisi arabî ibareli âyet-i kerime ve salavat dularından ibaret bulunan ve bir kısmı Peygamber Aleyhissalatu Vesselam'ın mu'cizatlarından bahseden ve ne zamanımızla ve ne de dünyamızla hiç de alâkası bulunmayan birkaç dinî ve uhrevî eserin arkasını dünyaya ve cephesini kabristana çevirmiş bir âdemin elinde bulunmasıyla ne bir cem'iyet ve ne de bir tarikat ve hatta bir teşvik mahiyetinde olamayacağı gibi. Bunlar: yüksek bir ilim ve mütehassıs hey'et tarafından tedkik ve tahlil ettirilip.. böyle bir maksadın bulunmadığı ve masumiyetimiz tamamen ve resmen belirtildiği halde.. makam-ı iddianın bunları hiç nazara almayıp ve artık kıymet-i kanuniyesi kalmamış olan eski ehl-i vukuf raporlarına göre ısrarla talepte bulunması..

92

3- Risale-i Nur.. ve ondan ders alan biz şâkirdlerin. değil dünya siyasetlerine belki bütün dünyaya karşı da Risale-i Nur'u âlet edemeyiz. Ilh.. yazılı ve bize sürülmek istenilen menfur cürüm lekelerini ortadan kaldıran bir hakiki müdafaasına dair kaleme alınmış Salahaddin Çelebi'nin şahsına ve dosyasına mahsus bir yazısını benim şahsıma aidmiş gibi hilaf olarak aleyhimde cürüm delili göstermesi.. 4- İnebolu'nun yazlık umumi bir mesîresi olan ve İslam Tepesi eteklerinde ve belediye hududu dahilinde âvâre mahallesi civarında Ma'ruf Cami suyu menbaında umum arasında bir tatil günü birkaç arkadaşımla tenezzühe gittiğimi bir cürüm delili göstermek. ve kanuna uydurmak kasdıyla İslâm Dağı şeklinde göstermesi. acaba cem'iyetçilik olur mu? Veyahud bir cürm sayılır mı? Tertemiz nasiyemize böyle çirkin isnâdâtla bir leke sürülmesi muvafık-ı adâlet midir? Saniyen Kendi dosyasına aid olmayan hakiki bir müdafaa şeklindeki bir yazı cürm delili olabilir mi? Keza hür bir vatandaşın herhangi umumî bir mesîre mahallinde tatil günü tenezzühde bulunması ve o mahalde.. şarkı söylemek eğlence yapmak gazete okumak memnu' olmadığı gibi kitap ve mecmua okunması da elbette memnu' değildir. ve olamaz. Farz-ı muhal okunmuş olsa dahi madem bizden gizli bir teşekkül aranıyor. Böyle umumi bir mesîre mahallinde yüzlerle halkın içinde iki üç kişinin kitap okuması ve cem'iyet kurması gibi hiçbir gizli topluluğun yeri olamaz.ve imkânı da yoktur. Ve serâpa yalandan ibaret olan ve aleyhimde cürm delili aramakta ve suç göstermekte müsabakaları görülen İnebolu müdde-i umumisi ve zabıtasının ne derece şiddetle aleyhime hücum ettiklerini isbata kâfi gelecek olan ve ilişik bulunan İnebolu Hapishanesinde tekrar başımıza belalı işler çıkarmak istenirken tutulan zabıt varakasının da nazara alınmasını dilerim. Bu zabıt varakasının tutulmasını icab ettiren nokta.. Bizim buralara kadar uzun müddet süründürülmemize ve telafisi gayr-ı kâbil zararlar görmemize sebeb olanların uydurdukları ve bazı alâkadarların tazyik edilerek (tevkif etmeyeceğiz. Vaadleriyle) aleyhimizde kasdî şahit gösterilmesi gibi.. kanun âdemlerinın kanunsuz hissiyatlarına kapılarak keyfi hareketlerini göstermekte ve nihâyet bu yalanları yüksek mahkemenizin İnebolu'dan istinâbe suretiyle dinlenen şahitlerin ifadeleriyle sabit olmuştur ki: iddia makamı bu açık hakkımızı da nazara almayarak eski teranesinde ısrar etmesi ve ilk tevkifimizle mahkemeye sevk edilmemize sebeb gösterilen ve hakikattan çok uzak bulunan eski gayr-ı ilmî ehl-i vukuf raporlarını yüksek mahkemenizin isabetli ve adâletli kararlarıyla..Ankara'da müteşekkil yüksek bir ilim ve mütehassıs ehl-i vukuf tarafından verilen ve hakikatı aydınlatan raporuyla bir kıymet-i kanuniyesi kalmayan eski raporlara ısrarlı istinadıyla aleyhimde cürm delili göstermesi gibi hakikattan çok uzak ve sırf keyfi ve indî denecek kadar sarih ve gelişigüzel talep ve iddialarının varid ve yerinde olmadığından

93

iddia makamının aleyhimdeki evvel ve ahir kanunî olmayan ve delilsiz bulunan mevhum bütün iddialarının reddiyle Ankara hey'et-i ilmiyesi tarafından verilen ve yüksek mahkeme huzurunun okuyup makam-ı iddianın da kabul edip itiraz edemediği son. hak ve hakikatı bâriz bir şekilde aydınlatan ve masumiyetimi bütün vuzuhuyla isbat eden adâletli raporlarına göre incelenerek masumiyet ve beraetime hükm verilmesine ve İnebolu Zabıtasınca üç kıt'a zabıt varakasıyla tesbit edilen ve ekserisi matbu ve hiçbir suretle mahrem olmayan dinî kitaplarımla hususî defter ve evraklarımın ve maa muhafaza bir adet yazı makinemin ve askerî selahiyetle üzerinde bulundurduğum bir adet maa teferruatı ve muhafaza tabancamın iadesine ve kanunî bütün haklarımın iade ve muhafazasına hüküm ve karar verilmesini selahiyetli yüksek mahkemenizin temiz vicdanlı âdil hakimlerinden diliyoruz. Ahmed Nazif Çelebi

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬

İstanbullu Emin Efendi'nin Müdafaasıdır. Makam-ı iddia tarafından dosyamda birtakım muhabere evrakı bulunduğundan bahisle Mevhum cem'iyetin nâşiri ve mühim unsurlarından diye ittiham ediliyorum. Bu ittihama delâil-i kanuniye olmadığı gibi suçsuz bulunduğumu ber vech-i zir arz ve izah eylerim. 1- Buradaki zevatı hemşerilerimden maadasını tanımam. Gerek Bediüzzaman'a ve gerek başkasına bu mevzu dahilinde hiçbir mektubum yoktur. Dosyalar tedkik edilirse hakikat tezahür eder. 2- Dosyadaki muhabere mektubları dediği bu işle alâkası olmayan. Şuradan buradan gelmiş şahsıma ve eski mahkememe aid birtakım muhabere evrakını polisin evimi aramada evden aldığını anladım. Bunlar ise hâl-i hazır mahkemeyi alâkadar etmez. Bir kere tetkikini rica ediyorum. Yalnız dosyamda Seyyid Şefik, Mustafa Hemdem Şemseddin Yeşil ile bendeniz'e hitaben yazılmış Bediüzzaman'ın iki mektubu vardır. Bunlar da dua ve senâdan ibarettir. Ve bir de hemşerim Ahmed Nazif ve oğlu Salahaddin Çelebi ve Muallim İhsan Ertem tarafından yazılmış bir mektub vardır ki: bunlar da hemşerilik gayretiyle yazılmıştır. 3- Nâşirlik cihetine gelince Yalnız Seyyid Şefik ve Şemseddin Yeşil ve Muhammed Öğüdçü ve Mustafa Hemdem gibi.. dört ilim âdemina kitap vermekliğim iddiâ ediliyorsa. bu zevatın istemeleriyle ve müellif ve memur ve vaiz olmalarıyla verilmiştir. Koca İstanbul'da yalnız bu dört âdeme dini kitap vermek bu iddiânın butlanına kifâyet eder. Eğer makam-ı iddianın iddiâları gibi nâşirlik vesaire gibi.

94

bir maksad-ı mahsus takip etseydim. İstanbul gibi bir milyonu mütecaviz bir şehr-i azimde belki bu eserlerden binler kişide çıkması lâzımdı. Gerek polis tarafından evvelce yapılan tahkikat ve gerekse yüksek mahkeme tarafından İstanbul'a gönderilen talimatnâme ile yapılan tahkikat bunu isbat eder.. 4- Makam-ı iddiânın bendenizi Bu mevhum cem'iyetin mühim unsurlarından diye tavsifine gelince 941 senesinden beri İstanbul'da oturduğuma nazaran vâz-ı kanunun cem'iyetçilik tavsifine göre.. benim de İstanbul'da cem'iyet arkadaşlarımın bulunması icab ederdi.. Eğer Bediüzzaman'ın eserini okuyan ve yazan her şahsın cem'iyetçi olması icab ediyorsa.. ve bu suretle telâkki ediliyorsa.. bu eserlerin yirmi seneden beri mevkî-i intişarda bulunduğuna nazaran benim de mühim unsurlardan olmaklığım için o eserleri okuyan binler âdemlerla münasebetdar ve yirmi seneden beri bu eserlerle meşgul olmaklığım icab ederdi. Halbuki İlk defa bu eserleri 940 senesinde İnebolu'da gördüğüm ve yazdığım. dosyada mevcut kitapların altındaki tarih ve imza ile sabittir. Muhterem Hâkim Bey Ben de Harb-i Umumi ve Milli Mücadele'de yıllarla çalışmış ve istiklal-i milliye kanımla iltihak şerefini kazanmışım. Bu eserleri okuyup yazmaklığım bir hüsn-i niyetten.. ve dini bir gâyeden başka birşey değildir. Ankara'da teşekkül eden mütehassıs muhterem ehl-i vukuf heyeti de bunun hüsn-i niyetten başka birşey olmadığını tebarüz ettirmiştir. Ve Teşkilat-ı Esasiye kanunuyla da din ve vicdan mukaddes tanınmaktadır. Muhterem Hey'et-i Hâkime: sırası gelmiş iken.. şurada şunu da arz edeyim ki;1335 senesi bidâyetinde. henüz Milli Mücadele başlamadan düşman işgal orduları İstanbul'da iken herkes.. istikbalden ümidini kesip yeis halinde.. ve bir kısım İstanbul ulemâsı da kürsülerde işgal ordularına dua ve senâ ettikleri bir zamanda Bediüzzaman hiçbir zaman buna tenezzül etmemiş. Bilakis "Hutuvat" nam eserleriyle düşman ordularına hücum etmiş. ve tehlikelere ehemmiyet vermeyerek tab' edip neşretmiş. Ulemâyı İngiliz desiselerden kurtarmış. Ankara kumandanları onları okuyup Mustafa Kemal o eser sahibini taltif etmek için Ankara'ya celbetmiş. Bediüzzaman o eserinde Yakında Anadolu'da İstiklal ordusu çıkacak. galebe edecek. diye müjdelemiştir. O zaman matbu' saha-yı intişara çıkardığı (Sünuhat ve Hutuvat-ı Sitte) namındaki risaleleri tedkik buyurulursa.. kendilerin ne dereceye kadar yüksek bir vatanperver Türkçü ve İslâmcı olduğu tezahür eder. Dokuz aydan beri bu yanlış telâkkiden dolayı ailemi perişan bırakarak hapishanede inlemekteyim. Mağduriyetimin..

95

ve efrad-ı ailemin perişaniyetini devamına mahal kalmamak üzere beraaten tahliyemi ve dosyam içinde mevcut şahsıma aid evrakımın tarafıma.. iadesine karar verilmesini yüksek vicdanınızdan beklerim. 3/6/944 İstanbullu Emin Uzun.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Çaycı Emin'in İfadesidir. Onsekiz seneden beri Kastamonu'dayım. Dokuz nüfus aile efradımın nafakasını kahvecilikle te'mine uğraşıyorum. Bundan altı sene evvel bir gün polis kısm-ı siyasî komiseri beni çağırdı.İşin olmadığı zamanlar polis dairesi karşısında misafir Bediüzzaman Hoca Efendi'nin arasıra hizmetine bakıyor. dedi. Karakola da emir verdi. Aynı zamanda belediye tarafından Bediüzzaman'a tahsis edilen ayda üç lirayı almak için merkez marifetiyle mutemed tayin edildim. Hizmetinde bulunduğumdan tevkifime kadar kendisinden ne tarikat ve ne cem'iyet diye birşey duymadım. Yanında üç beş kişi gibi hiçbir toplantı görmedim. ve duymadım. Hatta sabahtan öğleye kadar kapısı kilitli bulunurdu. Kimse ile görüşüp konuşmazdı. Öğleden ikindiye kadar.. lazım gelen hizmetini yapardım. Tekrar kapısını kapatırdı. Ertesi gün öğleye kadar aynı şekilde kimseyi kabul etmezdi. Bu arzettiğim hakikatı Kastamonu halkından sorabilirsiniz. Ben bugün bunları söylemezsem. yarın Cenab-ı Hak büyük mahkemede heybet ve azametiyle benden soracaktır. Ondokuz gün mütemadiyen tehdit ve tazyik ile ifademizi aldılar. Evim arandığında iki Kur’ân-ı Kerim'den başka birşey çıkmamıştır. Ne yeni ve ne de eski yazıları okuyup yazmam yoktur. Türk milletinin namuslu bir ferdiyim. Türküm İranlı değilim. Babamla kardeşımın Türk ordusunda şehid olduklarını isbad edebilirim. Binâen mağduriyetimi mûcib olan mevkufiyetimin kaldırılmasını dilerim. Ondokuz gün polisin hakkımızda yaptığı çok ince tahkikat neticesinde bir iki ziyaretçiden ve bir hizmetçiden başka alâkadar şahısların bulunmadığı böyle bir cem'iyetin olmadığına hiç şüphesiz büyük bir delildir. Çaycı Emin

96

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Kastamonulu Hilmî Bey'in Bir İfadesidir. Said Nursî'nin Risale-i Nur'un da ne siyasî cem'iyet ve ne de ders-i tarikat bilmiyorum. Böyle birşey ondan işitmedim. Sekiz senedenberi görüşürüm ne rejim. ne hükûmet. ve ne de siyasete dair birşey kendisinden işitmedim. Ve bizi de.. böyle birşey söylediğimiz zaman şiddetle te'dib ve tekdir ederdi. "Dünya işini isteyen.. benim yanıma gelmesin. der idi. Hoca Efendi'nin eserlerini ıslâh-ı nefs için okudum. Bu eserler sırf imân ve Kur’ân ve namazdan bahseder. Evimin aranmasında ne mektub ve ne de Risale çıkmamıştır. beraetimi isterim. Hilmî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫) بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Kastamonulu Mehmed Feyzi'nin İfadesidir.

Birinci ikinci celselerde mahkemede söylenmiştir. Efendim. Yed'inde beşyüzseksen cild kütüb-ı ilmiye ve diniye bulunduğu resmen sabit olan bir insanın ilme ne kadar müştak ve hakikata ne kadar âşık olduğuna başka bir delile lûzum yoktur. Böyle bir insanın yakınında bulunan bir din âliminin ilminden alâkasız kalması elbette düşünülemez. Milletin saadet ve selâmetini yegane hedef tanır. dünyevî hiçbir emel taşımaz. Muhterem bir zatın hizmetini edişim. ve füyûzat-ı ilmiyesinden istifade etmek kasdını güdüşüm. büyük bir cürm telâkki edilmiş. Ben Risale-i Nur müellifini beş senedir tanırım. Üç senedir mütemadiyen hakâik-ı imâniye ve Kur’âniyeyi ders almak için yanına gittim. Ve eserlerinin ekserisini okudum. Ve ne eserlerinde ve ne kendi fikirlerinde bize isnad edilen tarikat ve cem'iyetle alâkadar bir emare bile görmedim. Ben yüksek seciyeli Türk milletinin bir ferdi ve bu vatanın bir evladıyım. Hey'et-i hâkimenin huzurunda asla yalana tenezzül etmem.. Hem kendimi huzurunuzda bir suçlu olarak değil. belki sadık bir şahid olarak biliyorum. Yemin ederim ki isnad edilen cem'iyet ve tarikatla alâkadarlık yoktur. 2- İddiânâmede bir taraftan târik-i dünyalığım zikredilirken diğer taraftan bir cem'iyetin baş unsurlarından olduğum zikredilmektedir. Dindar bir âdemin hedefi siyaset olamaz. Ben (Ulü'l-emr) âyetinin hakikatını biliyorum. Dindar bir âdemden hıyanet beklenemez.. 3- Risale-i Nur Müellifine hizmet meselesine gelince: İlminden çok istifade ettiğim bu zata hizmeti maaliftihar yaptığımı burada da tekrar ederim. Bundan pişman değilim. 4- Dilimi Kürdçeye çevirmekliğim ise, Çok gariptir. İnsan lehçesini

97

değiştirebilir mi? Benim küçükten beri lisanımın bu tarzda olduğuna bütün Kastamonulular şahittir.. 5-Hele sakal meselesi Büsbütün acib bir ittihamdır. Resul-i Ekrem Aleyhissalatu Vesselam'ın bir sünnetini genç yaşımda tatbik edişimi cürm sebebi addetmek.. akideme ve hürriyetime karışmaktan başka ne ile izah edilebilir.. Hem ahirete meylimin dünya siyasetine sebeb gösterilmesi.. artık heyet-i hâkimenin takdirine bırakıyorum. Tarikatçılık, cem'iyetçilik yapmışız da Kastamonu gibi dindar bir memlekette iki hizmetçi ile iki ilim heveslisini mi kandırabilmişiz. Ben Üstadımın evine zabıtanın gözü önünde gidiyordum. Polis dairesi tam karşımızda bize bakıyordu. Polis dairesinden dinlense konuşulan işitilirdi. Bir cem'iyetin serkâtibi olarak işlerini senelerle çevirmiş olan bir insanın uzun müddet zabıtanın gözü önünde irtikab-ı cürümden çekinmemesine imkân var mıdır? 6- İddiâmada Risale-i Nur dairesinin dostlarına, şakirdlerine ve haslarına gibi teşkilatta mevki sahibi olan.. ve bu teşkilatta mevki almış olan mensubiyetine yapılan mahrem ve yarı mahrem ve açık tebligata müteallik tahriri işlerini idare ettiğimden bahsolunmaktadır. (Elcevab) İddianâmede iddiâ edildiği gibi ortada bir teşkilat yok ki: ben bunları idare edeyim.. Bu tabirler müellifin sırf Allah rızasını hedef yaparak dindaşlarına Risale-i Nur ile vazife ittihaz eden zevatın derece-i sa'ylerine kullandığı tabirlerdir. 7- Risale-i Nur dairesi gibi tabirlerden adeta bir siyasi teşekkül tevehhüm olunmuş. Halbuki bundan maksad ne tarikattır ve ne cemi'yettir. Bu tabirlerden murad.. (Hakâik-ı imaniyelerini Risale-i Nur ile itmam etmek hevesine düşmüş bir kısım ehl-i imandır.. Risale-i Nur'a şakird olmak da..Sadece o kitapları okumaktan ibarettir ki bu bir vazife-i diyanettir. İşte: cem'iyet, cem'iyet diye en edna alakalılar da dahil olduğu halde bir cem'iyet-i siyasiye müntesibi olarak toplanan vatandaşların kâffesi şimdi buradadır. Bu eserlerle dininin etrafında toplanmaktan ve bu yolda Risale-i Nur ile hakikata hizmet etmekten başka bir çehre, bir tavır görüyorsanız. ona göre hükmünüzü veriniz. İlm-i din siyasete âlet olamaz. Hulâsa olarak Cem'iyet ve tarîkat ile alâkamız yoktur. Şâyet bu halis ve her türlü ِٰ ‫سبُنَا‬ riyadan âzâde vaziyetim bir ceza görmekliğime sebeb teşkil edecekse: (‫م‬ َ ْ ‫ح‬ َ ْ‫الل ُهه وَنِع‬

ُ ‫ )الْوَكِي‬den başka elimden ne gelir. ‫ل‬

Mehmed Feyzi

98

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Taşköprülü Sadık Bey'in Müdafaasıdır. Denizli Ağır Ceza Mahkemesi Riyasetine 1- Üstadım Bediüzzaman Said Nursî'yi mukaddes ve hak dinimizi nurlandıran ve ebede kadar nurlandıracak olan Kur’ân-ı Azimüşşan'ı tefsir ve teşrih eden bir din âlimi olarak biliyorum. ve tanıyorum. Kanunda musarrih din hürriyetinden ferden istifade ederek dînî ve imânî ve ahlâkî ve içtimâî bilgilerimi kuvvetlendimek ve bilmediklerimi öğrenmek gâyesiyle ilk ve hazırlık tahkikatlarında isimlerini söylediğim Üstadımın Risale-i Nur adlı eserlerini okudum. ve bir ikisini de yazdım. Yazıp okuduğumdan dolayı suçlandırılmak istenildiğim bu dinî kitaplarda cumhuriyet rejimi aleyhinde bir bahse tesadüf etmediğim gibi memleket âsâyişini ihlal yolunda teşekkülüne uğraşıldığı makam-ı iddiâca serd ve iddiâ edilen tarikatçılık ve cem'iyetçilik hakkında veya dinî mukaddesatı âlet ederek devletin emniyetini ihlal edecek tarzda hiçbir îmâya dahi muttali' olmadım. Ve böyle bir mevzua dair hocamı ziyaretimde bir söz ve bir fikir dahi duymadım. ve hissetmedim. 2- İddiânâmede mektub diye vasıflandırılmak istenilen yazılı kâğıt posta veya elden gönderilmiş mektub olmayıp yazdığım risale için yazılmış ve o risaleye melfuf takrizdir. ve şahsîdir. Bazı şahısların yekdiğerine yazdığı şahsî mektubları ve safdilâne indî mütalaaları veya rüya tabirlerinin Risale-i Nurla ve benimle ne dereceye kadar alâkalı olacağını ve bahusus Kızıl İ'caz namında mantıka dair eseri ile şark ve garpta ilm-i mantıkın me'hazi olan İbn-i Sinaları geride bırakan ve Risale-i Nur ile İslâm âleminde eserleri menba-ı ilim olan Fahri Râzî, Sekkâkî, Seyyid Şerif Cürcâni ve Taftazânî gibi ilm-i beyan ve akâid ulemâlarına tefevvuk eden bir âlimin eserlerini okumanın ne dereceye kadar bir suç teşkil edeceğini düşünemiyorum. Gençlik sarhoşluğunda sermaye-i hayatımı dünya ve âhiretime faidesiz ifrat bir derecede israf ile geçirmiş. ve bazı uygunsuz ahval.. bende maraz bir ibtila halini almıştı. Ancak bu dînî ve imânî ve ahlâkî ve içtimâî eserleri okumuş olmaklığımdır ki: tehzib-i ahlak yoluna dönebilmişimdir. 3- Köyüm. kaza merkezine beş kilometredir. Köy işleriyle meşgul olmadığım zamanlarımı kasabada geçiririm. İsnad edilen mevhum cem'iyetcilik ve tarikatçılık ve tahrikçiliğin mevcut olmadığının isbatına başlıca delil Kastamonu vâlisinin bizzat Taşköprü'ye gelerek hakkımda icra ettiği tahkikatta bu cem'iyetin mevcudiyetine veya herhangi bir propagandacılığına delalat edecek

99

en küçük bir emare bulunmaması ve benim de Risale-i Nur'u okumaklığımdan başka isnad edilen mevhum suça taallük edecek bir hareketim kaydedilmemesidir. 4- Mevzu-ı dava olan hakikatın makam-ı iddiânın iddiânâmesinin mesnedini teşkil eden o hakikatın vukufsuz behresiz münekkidleri tarafından noksan zabıtnâmelere ve cesaret-i ilmiye ve medeniye sahibi olmadıklarından tarafgirâne mütalaalarına binâen tanzim ettikleri gayr-ı ilmî ehl-i vukufun raporlarına değil.. ancak ve ancak o hakikat üzerinde salahiyet-i ilmiyesi müsellem ve muhakkak ulemâdan müteşekkil ehl-i vukufun vereceği bitarafane raporla tecelli edeceğinin takdiri şüphesizdir. Ve bu hakikat da merkez-i hükümette salahiyetdar makamatın tensib ve tayini ile teşekkül eden ve beynelmilel tanınmış yüksek ilim âdemlerindan ve profesörlerinden müteşekkil ehl-i vukufun tedkikatıyla Risale-i Nur'un hazine-i Kur’ân'dan aldığı kudsî ve ulvi felsefesinin ve beyanatının cerh edilmez bir hakikat olduğu tebarüz etmiştir. Hulâsa: Artık makam-ı iddianın saded-i harici iddiâları mesnedsizdir. çürüktür. Yüksek ehl-i vukufun raporlarında bazı anlamamazlıklar ve sehivler varsa da o da ilmîdir. Üstad bu sehivleri izah etmiştir. Ne iddiâ edilen cem'iyet mevcuttur. ve ne de böyle bir cem'iyetin teşekkülüne uğraşan bir zümreye intisab ederek kavlen ve fiilen hizmetim sabit olmuştur. Ben şeceresi malum bir Türküm. Ecdadımın ve benim vatanıma hizmetimiz tarihen sabittir. Bu suçlardan beriyim masumum. Sadık Demirelli

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Ahmed Feyzi'nin Müdafaasıdır. Denizli Ağır Ceza Mahkemesi Yüksek Riyasetine 1- İddiâ makamı bizi zorla cem'iyetçi yapıp bir kısım temiz ve fazilet âşığı vatandaşları her ne bahane olursa olsun tecziye ettirebilmek maksadıyla bir türlü mevhum cem'iyetçilik teranesini el'an bırakmıyor. Halbuki ne safahat-ı muhakeme ve ne de vesâikin tedkiki.. İddiâ makamının bu iddiasını haklı çıkaracak sarih ve müsbet hiçbir delil tesbit etmiş değildir. İddiâ makamının vatandaşları mutlaka cezalandırabilmek arzusunun bir ifadesi olan bu son talebi hiç olmazsa evrak-ı dâvânın layıkıyla tedkikinden mütehassıl ve bîtaraflıkla hazırlanmış bir kanaat olsa idi. Bir derece isabetli olurdu. Halbuki maalesef bu taleb: Evrak okunmadan vatandaşların mukadderatı üzerinde durulmadan ve çok adlî hataları ve iltizamkarlıkları da

100

muhtevi olarak serd edilmiştir. Meselâ İlk iddiânâmede şahsım için serd edilen birçok indî ittihamlar meyanında 195 parça kitabın yed'imde bulunması keyfiyetiyi: vardı ki buna sorguya verdiğim ve bilahare iki def'a mahkeme-i âliyenize sunduğum itiraznâmede cevab verilmiş. Bunlar kütübhanemin mevcudu olan mütenevvi dînî, ilmî, felsefî, fennî, âsâr olduğu izah edilmiş. Ve hatta bu âsârın bir listesi evrak arasında yoksa bunların esâmisinin.. hakikatın tavazzuhu namına Aydın'dan sorulması taleb edilmişti.. Fakat hem de daktilo ile üç nüshası dâvâ evrakı arasında mevcud olan bu dilekçe okunmadığı için son talebde de yine aynı ittihamla karşılaşmış bulunuyorum. Vatandaşın mukadderatı üzerinde bu kadar lâubâliyâne kayıtsızlık cidden şâyân-ı esef bir manzaradır. 2- Makam-ı iddiânın bizim vaziyetimizi anlamadığı ve anlamak istemediği mes'elelerden birisine lâikliğin telakkîsi tarzında rastlanır. Memleketimizde en çok su-i tefsire ve su-i istimale uğrayan bu tabir.. devlet rejiminin hakiki mahiyetini kavramayan bir takım sathî beyinler nazarında sadece dindarlık düşmanlığı ma'nâsına alınıyor. Fransızca'da "cismânî" demek olan bu tabir.. ruhânî teokratik kelimesinin zıddıdır. Din ve mezheb akide mes'elelerini.. daha çok bîtaraf olması istenilen idare işlerine karıştırmamak demektir. Evet yalnız idarecilikte dînî icabların dışında kalmak demek olan bu tabir.. hiçbir zaman dini imha etmek dinî hayatı baltalamak dindarlığı ta'yib ve takbih ve tezyif ve tazyik etmek mânâsına gelmez. Bilakis amelî mahiyette vicdan hürriyetlerine azâmî derecede yer vermek ve bu meyanda dînî serbestiyi de en yüksek derecede tanımak demektir. Din vazifelerinin ifâsı din hakikatlarının öğrenilmesi ve bu hakikatlara uygun kanaat ve imân taşınması ve bu kanaatların dindarlar arasında izharı gibi dînî hayatın tecelliyatı olan safhalar ise: Bu hürriyetin tezahür tarzlarıdır. Maalesef akidesizliği ve maneviyatta mahrumiyeti yegâne meziyet ve mazhar-ı mübahat bir irfan ve ilerilik nişanesi addeden ve sırf bir eser-i taklid olarak garbın eskimiş, çürümüş, iflasa uğramış ve ameli sahada insanlık ve fazilet fikirlerini ifna suretiyle ruh-ı insaniyeti yıkmış olan bayat bazı inkârî mesâlik-i felsefesini hakikatin yegane tarz-ı ifadesi zanneden bir kısım sathi beyinler dinî hayatın vatandaşta tecellisi fıtrî ve zarurî olan bu muhtelif tezahürhlerini laiklik prensibine bir tecavüz ve taarruz telakki etmektedirler. Vatandaşın -mesela- malumat-ı diniyesini öğrenmek için cehdi ve bu uğurda hüsn-i zan ettiği herhangi bir ilim menbaına müracat etmesi ile dini esasları vesile ittihaz ederek siyaset propagandacılığı

101

yapması ve iddia makamının her vesile ile belirttiğine göre dini hüküm halinde idareye sokmak için icra-yı faaliyet etmesi başka başka şeylerdir. Birisi dînî hayatın ve memleketimizde temel hak olan vicdan hürriyetinin bin zarureti.. ve diğeri de bir siyaset dalavereciliğidir. İşte iddiâ makamının bir türlü anlamak istemediği budur.. Makam-ı iddiâ dini hakikatları öğrenmek için her nasılsa bir ilim menbaı etrafında toplanmış görünen saf vatandaşları bazı şahsî ve samimi kanaat-ı diniye taşımalarından dolayı bir siyasi cem'iyet manasında görmek istiyor. Bu hayatı yaşayan biçareleri devletin laikliği ile muaraza ediyorlar. devletin bu prensibini yıkmak istiyorlar. şeklinde gösteriyor. Ve vatandaşın yakın bir mâzide hakâik-i İslâmiyeyi Avrupa âlem-i Hıristiyanetine karşı müdafaa için seçilmiş yegane bir irfan menbanın ilminden hissemend olmasını bir türlü hazmedemiyor. İşte bu haksız ve sakat görüşünün kurbanıyız. Ve bu görüşte ısrar eden bir sürü bîgünah vatandaşları haksız yere bu damga ile damgalayarak.. ceza görmelerini can-ı gönülden isteyen muhterem müdde-i umûmi bu emelinin tahakkuku için en yüksek ilmî nüfûz ve otoriteyi hâiz bir ilim ve ihtisas hey'etinin raporuna devlet merkezinde en yüksek adlî makamının manevi mürakabesi altında red edilmez edilleye müsteniden yapılan esaslı inceleme neticesine de saygı göstermiyor. Bilakis şahsiyetleri meşhul ehemmiyetsizlikleri ve garazkârlıkları malûm. eski ehl-i vukufun gayr-ı ilmî ve sırf hissî temayülatını tercih ediyor. Ve bu ilmî ve resmî ve en yüksek ehliyete malik hey'etin kanaatlarını.. yüksek mahkemenin takdir hakkına bir nevi müdahele telâkki ediyor. Kendi hissiyatının mürevvici olan diğerlerinin bizim gizli bir teşekkül vücuda getirdiğimiz şeklindeki karar ve kanâatlarını her nedense mahkemenin takdir hakkına saymıyor. Adalet terazisinin bir tarafındaki hukuk devlete addedilince.. artık diğer tarafta kalan fert için hiçbir hak tanımamak bütün müzaheretleri devlet hesabına ve devlet lehine kullanmak ve bu durum sebebiyle hakkının müdafası güçleşen ferdi ve ona bağlı ailesinin mukadderatını kurban etmek. adaletten anlaşılan mânâ ve hikmet-i idare îcâbâtından mı oluyor. Ahmed Feyzi Kul

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Atabeyli Tâhirî'nin İfadesidir. Efendim. Ben Isparta'nın Atabey nahiyesinden olduğum halde Bediüzzaman Hazretlerini Kastamonu vilâyetine gittikten sonra müteveffa kardeşim Hafız Ali delâletiyle beş sene evvel tanıdım. Ve nur eserlerinden bir kısmını okudum ve yazdım. O zamana kadar..

102

gafletle geçen gençliğimin sarhoşluğundan beni kurtarmağa pek büyük bir âmil olan Risale-i Nur'un müellifine karşı duyduğum bir iştiyakla kendisini ziyarete Kastamonu'ya kadar gittim. Kendilerini bizzat ziyaret ettim. Gerek Üstadım Bediüzzaman Hazretlerini ziyaretimde ve gerek.. eserleri olan Risale-i Nur'da ve gerekse Risale-i Nur'a talebe olanlardan şimdi bize isnad edilen halkı hükûmet aleyhine teşvik etmek.. veya siyasi bir cem'iyet teşkil etmek veyahut tarikatçılık etmek gibi suçlardan hiç bir şey ne işittim ve ne de görmüş değilim. Ben sâfi, temiz ruhlu arkadaşların âhiretlerine, imânlarına hizmet etmek maksadıyla Hizbü'l-Kur’ân ile Hizbü'n-Nuriyeyi parası şahsıma aid olmak üzere sevgili Üstadımın müsaadeleriyle tab' ettirdim. Daha sonra sevgili Üstadımın müsaadelerine bakmıyarak beşyüz adedini bin lira mukabilinde Âyetü'l-Kübra risalesini mü'min kardeşlarımın istifadelerini daha kolayca te'min etmeleri için eski harfle tab'ında mahsur görmediğimden ve esasen o eser sırf imânî ve uhrevî bulunduğundan tab' ettirmiştim. Her nasılsa.. tab' edilen nüshalarının tamamı sandığıyla beraber biz hapse konulduktan sonra müdde-i umumilikçe Isparta İstasyonundan alınmış. Ve akrabamdan Kuleönü köyünden Hafız Mustafa'nın evine bıraktığım Hizbü'nNuriye klişeleri bulunmakla.. ittiham evraklarımda yegâne suç âmilleri olarak aleyhimde gösterilmiştir. Evet.. ben yukarıda arz ettiğim gibi hayırhahlıktan başka cemaatlarında ve risalelerinde ve Üstadlarında birşey görmedim. Bu zümre-i Nuriye'nin içine kendimi en sonra girmiş bir şakird biliyorum. Arkadaşlarıma iyilik etmekten başka bir gâye takib etmediğim şüphesiz şimdiye kadar anlaşılmış olduğu kanaatiyle şu ifademin diğer kardeşlarım gibi hüsni niyetle söylenmiş bir ifade olarak kabulünü yüksek mahkemenizden diler. beraetimi taleb ederim. Atabeyli Tâhirî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Atabeyli Abdullah Efendi'nin İfadesidir. Efendim. Matbuat lisanıyla çok zaman evvel tanıdığım en yüksek ilme ve dine âşina Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin muhitimiz olan Isparta ve civarında sekiz-dokuz senelik geçirmiş olduğu müddet zarfındaki te'lifat-ı diniye ve imâniyeleri güya bir medar-ı mes'uliyet zannıyla o zaman tevkif edilerek Eskişehir Mahkemesine sevk edilen Risale-i Nur Şakirdleri netice-i tahkikat ve tedikatta hemen umumiyetle serbest bırakılmış. ve hukuk-ı hayat ve masumiyetleri temeyyüz ettirilmiş olmakla. işbu âsâr-ı Nuriye ve mesâil-i imâniye

103

ve itikadiye.. en kuvvetli ve bâriz delilleriyle memleketimizce rağbet-i umumiyeye mazhar olarak revaçda idi. Binâenaleyh Isparta Adliyesi tekrar iki-üç mahkeme aynı âsârı külliyetiyle tedkik ve tahkike koyulup bir maksad-ı şahsiye ve siyasî bir emel bulunmamakla bütün eserler iade ve sahiblerinin serbestiyetleri te'min ettirilmişti. İşbu Kur’ân tefsirlerini okumaklığım ve müellifine beş-altı senelik yakînen alâkadarlığım güya medar-ı mes'uliyet gibi evimin aranmasında bulunan ve geçmiş zamana aid olup altmış sene evvel vefat etmiş muhitimiz din âlimlerinden Osman Hâlidi'nin bazı vekâyi-i itikadiye-i mugayyebesini ve vesâyâsını Üstadım Said Nursî Hazretlerine arz ve istizahta bulunduğumu gösteren bir mektub müsveddesi yüzünden emniyet-i umumiyeyi ve asâyişi ihlâl ve tarikatçılık gütmek emeline tam zıt olduğu halde müma-ileyhe sırf intisabım yüzünden.. Isparta Sorgusuna verdiğim açıkça hakikat-bin ifadâtımla müdde-i umumiliğe sevk edildim. Tehdid-âmiz hitabelerine cevaben Asr-ı hazırımızda terakkiyat-ı fünûniyenin ve tahavvülat-ı beşeriyenin dehşetli feyzanları karşısında. ve hususiyle Balkan Umumi Seferlik ve Milli Mücadele Harblerinden mütevellid ve müterakim yaralarımı ve kısmen mühmel kalmış olan mesâil-i imâniye ve diniye noksanlarımı ancak ve ancak bu mübarek eserlerle tedavi ve ikmal edebildiğimi. ve keza ruh ve kalbimin muhtaç olduğu gıda-yı manevisini bu kıymettar eserlerle te'min edebildiğimi. ve milliyet ayrılığı ile beraber Türk lisanıyla meydana getirilen ve fevkalâde olan işbu te'lifatına milliyetim namına medyûn-ı şükran olduğumu o makama belirttim. Şayed bu hâlim bir cürm ise tevkifime rıza gösterdim. Tam sekiz aydan beri tevkifim devam etmekte olup hak ve hakikatı gören gözler ve konuşan diller elbette ve elbette bugün değilse yarın konuşup hem de göreceği pek zahir ve çok yakın bir adâlet-i ilâhiyeyi kemal-i itmi'nan ile arz ederim efendim. Atabeyli Abdullah

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Sav Karyesinden Mustafa Çavuş'un İfadesidir. Muhterem Hey'et-i Hâkime: İddiâm.. Ben üçyüzkırkbir senesinden tâ ellibir-elliiki senelerine kadar zamanın vaziyetine göre.. hayat-ı içtimaiye ile alâkadar olarak hâlim devam etmekte iken.. mezkur senelerin sonlarında Cenâb-ı Hak'kın bizlere şefkat tokadı olarak gönerdiği bir-iki sene devam eden bir hastalığa dûçar oldum. O hastalığın izharıyla içine dalmış olduğum dünyanın.. sefahetli hallerinden rücu' ettim. O hastalık içinde iken Cenab-ı Hak'ka verdiğim sözü yerine getirmek için dört seneden beri

104

Cenab-ı Hak'kın rahmetiyle Risale-i Nur'u okuyup yazdım. Yine Cenab-ı Hak'kın fazl ü kereminden ve Risale-i Nur'un kerametiyle bizlere ihsan edilen bereket ile mülkümüzden gelen hasılat bize kâfi geliyordu. Şimdi ise evimin taharrisinde bulunan bir Hizbü'l-Kur’ân ve bir Hizbü'n-Nuriye yüzünden el'an mevkuf bulunuyorum. Ben bu kitablarımın içinde bizlere isnad edilen suçlardan hiçbir şey görmedim. ve yoktur. Hem bizlere isnad edilen suçlar dünya ile alâkadardır. Bizler ise dünyadan daha ziyade âhiretle alâkadarız. Netice itibarıyla suçsuz olarak dokuz aydan beri devam eden mevkufiyetime nihâyet verilerek beraetime karar verilmesini dilerim. efendim. Mustafa Yıldız

[ Onüçüncü Şua ] Denizli Hapishanesinde tecrid-i mutlak içinde görüşdürmediklerinden hapisteki Kardeşlerime gönderdiğim gizli yazdığım küçük mektublardır.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlarım. Ramazan-ı Şerif'den birgün evvel gizli zındık düşmanlarım tarafından olduğunu kuvvetli ihtimal verdiğimiz ve doktorun tasdikiyle bir zehirlenmek hastalığıyla hararetim kırk dereceden geçmeye başlamışken Kastamonu'da adliye müdde-i umumîleri ve taharrî komiserleri menzilimi taharrî etmeye geldiler. Ben o dakikadan sonra başıma gelen dehşetli taarruzu bir hiss-i kablelvuku ile anlayarak ve Şiddetli zehirli hastalığım dahi ölüme gidiyor diye Isparta Vilâyetinde kıymetdar kardeşlerimin kucaklarında teslim-i ruh edip o mübarek toprağa defnolmamı kalben niyaz ettim. Hizb-ül Ekber-ül Kur’ânı açtım. Birden bu Âyet-i Kerime َ ‫مدِ َرب ِ ِه‬ َ ‫ك فَاِن َِه‬ َ ‫حك ْهم ِ َرب ِ ِه‬ (‫ك‬ َ ِ‫ح ب‬ ْ ِ ‫سب‬ ُ ِ ‫صبِْر ل‬ َ ‫ك بِاَع ْيُنِن َها وَه‬ ْ ‫ح‬ ‫ )وَا ْه‬karşıma çıktı. Bana bak dedi. Ben de baktım. (üç kuvvetli emare) ile bana ve bize teselli veriyor. Şimdi başımıza gelen bu musibeti hiçe indirdi. ve Ispartaya mevkufen beşinci nefyimi o kalbî duamın kabul olmasına delil eyledi. Birinci Emare Şeddeler sayılır. Hesab-ı ebced ile binüçyüz altmışiki ederek bu sene Arabî aynı tarihine tevafuk edip mânâsiyla der. (Sabr ile Başına gelen kaza-yı Rabbâniyeye teslim ol. Sen inâyet gözü altındasın.merak etme. Gecelerde tesbihat ve tahmidata devam eyle.)

105 (Tahlil) (Üç ra altıyüz) (dört nun ikiyüz) (bir sin bir mim yüz) (bir sad bir fe bir mim iki yüz on) (dört kef bir ayn yüz elli) (üç ha bir vav bir ye kırk) (bir lam dokuz dal bir vav bir elif altmış iki) eder. Yekûnu binüçyüz altmışiki ederek. bu senenin aynı tarihine ve başımıza gelen musibetin aynı dakikasına tamı tamına tevafuku. kuvvetli bir emaredir. (İkinci emare) Bu âyetin manasını tam tamına hakkımda memulümün çok fevkınde aynen müşahede ettim. (Üçüncü emare) beyanına şimdilik lüzum olmadığından yazdırılmadı.

Said Nursî

َِ ِ‫شيئ ا‬ َ ‫م ع ََل ْي‬ َِ ‫مدِهِ اَل‬ ُِ ‫ك اَ ُِي َها ال َن ِب‬ ‫ه‬ ُ ‫م‬ ِ ‫س‬ ِ ‫ن‬ ْ ‫ى َو َر‬ َ ‫س ْب‬ َ ‫ح ِب‬ ُ ‫سب‬ ْ ‫) َو ِا‬ ُ َ‫سل‬ ُ ‫م ِه‬ ْ ‫ة ِٰاللههِ َو َبَركَاتُه)بِا‬ َ ‫ح‬ ُ ‫حا َن‬ ْ ‫ح‬ ِ َ ‫ل ُي‬ ٍ َْ ‫ن‬ ْ ‫م‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Geçen Leyle-i Kadrinizi ve gelen bayramınızı bütün mevcudiyetimle tebrik ve sizleri Cenab-ı Erhamürrâhimîn'in birliğine ve rahmetine emanet ediyorum. ْ ‫ن‬ ( ‫الك َ َد ِر‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫ن ِبالْ َق َد ِر َا‬ َ ‫نا‬ َ ) sırrıyla sizi teselliye muhtaç görmemekle beraber.. derim ki: َ ‫م‬ َ ‫م‬ َ ‫م‬ ْ ‫م‬ َ ِ ‫م ِد َرب‬ َ َِ ‫ك َفاِن‬ َ ِ ‫حك ْم ِ َرب‬ (‫ك‬ ْ َ‫ك بِا‬ َ ‫ح ِب‬ ْ ‫س ِب‬ ُ ‫ص ِبْر ِل‬ َ َ‫عيُنِن َا و‬ ْ ‫ح‬ ْ ‫)وا‬ َ âyetinin mana-yı işarîsiyle verdiği teselliyi tamamıyla gördüm. Şöyle ki: Dünyayı unutmak ve ramazanımızı âsude geçirmek düşünürken. hatıra gelmeyen ve bütün bütün tahammülün fevkinde bu dehşetli hâdise hem benim hem Risale-i Nur'un hem sizin.. hem ramazanımız hem uhuvvetimiz için ayn-ı inâyet olduğunu.. ben müşahede ettim. Bana aid ciheti ise çok faidelerinden yalnız iki-üçünü beyan ederim. (Birisi) Ramazanda çok şiddetli bir heyecan bir ciddiyet bir iltica bir niyaz ile müdhiş hastalığa galebe ederek çalıştırdı. (İkincisi) Herbirimize karşı bu senede görüşmek ve yakınınızda bulunmak arzusu şiddetli idi. Yalnız birinizi görmek ve Isparta'ya gelmek için bu çektiğim zahmeti kabul ederdim. (Üçüncüsü) Hem Kastamonu'da hem yolda hem burada fevkalâde bir tarzda bütün elîm haletler birden değişiyor ve me'mulün ve arzumun hilafına olarak bir dest-i inâyet görünüyor.(‫ه‬ َ ‫ ذاَ ْل‬dediriyor.. ْ ‫ما ا‬ ُ ‫ختَاَر ُه ِٰالل‬ َ ‫خ ْيُر فِى‬ En ziyade beni düşündüren Risale-i Nur'u en gafil ve dünyaca büyük makamlarda bulunanlara da kemal-i dikkatle okutturuyor. başka bir sahada fütuhata meydan açıyor. Ve en ziyade rikkatime dokunan ve kendi elemimden başka herbirinizin sıkıntısından başıma toplanan bütün elemlere ve teessüflere karşı ramazanda bir saati yüz saat hükmüne getiren o şehr-i mübarekte bu musibet dahi o yüz sevabı herbir saati on saat derecesinde ibadet yapmakla bine iblağ ettiğinden Risale-i Nur'dan tam ders alan ve dünya fâni ve ticaretgâh olduğunu bilen ve herşeyi iman ve âhireti için feda eden ve bu dershane-i Yusufiyedeki ْ ‫سوى‬ ِ ِ ‫م ُد ِٰلِلههِ ع ََلى ُك‬ muvakkat sıkıntıların daimî lezzetler ve faideler vereceklerine inanan sizin gibi ihlaslı zâtlara acımak ve rikkatten ağlamak haletini tebrike: ve sebatınızı gâyet istihsan ve takdir etmek haletine çevirdi. Ben de (‫فْر َو‬ َ ‫اَ ْل‬ َ ‫ل‬ ْ ‫ح‬ َ ِ ٍ ‫حا‬ ِ ُ ‫الك‬ َِ ‫)ال‬dedim Bana aid bu faideler gibi hem uhuvvetimizin hem Risale-i Nur'un hem ramazanımızın hem sizin bu yüzde öyle faideleri var ki: perde açılsa:(Ya Rabbena Şükür. Bu kaza ve kader-i İlahî hakkımızda َ ‫ض‬ ‫ل‬ bir inâyettir.) dedirtecek ِ ‫ل‬ kanaatım var. ْ َ‫ن ت‬ ُ ‫خ ْيٌر َل‬ َ ‫كَرهُوا‬ Hâdiseye sebebiyet verenlere itab etmeyiniz. Bu musibetin geniş ve dehşetli plânı çoktan kurulmuştu. fakat manen pek çok hafif geldi. İnşâallah çabuk geçer. ( ‫م‬ َ ‫هُو‬ ْ ‫سى َا‬ َ َ‫)ع‬sırrıyla müteessir olmayınız. Said ْ ‫ك‬ َ ‫شيْئًا َو‬ Nursî. َِ ِ‫شيئ ا‬ َ ‫م ع ََل ْي‬ َِ ‫مدِهِ اَل‬ ُِ ‫ك اَ ُِي َها ال َن ِب‬ ‫ه‬ ُ ‫م‬ ِ ‫س‬ ِ ‫ن‬ ْ ‫ى َو َر‬ َ ‫س ْب‬ َ ‫ح ِب‬ ُ ‫سب‬ ْ ‫) َو ِا‬ ُ َ‫سل‬ ُ ‫م ِه‬ ْ ‫ة ِٰاللههِ َو َبَركَاتُه)بِا‬ َ ‫ح‬ ُ ‫حا َن‬ ْ ‫ح‬ ِ َ ‫ل ُي‬ ٍ َْ ‫ن‬ ْ ‫م‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Yakınınızda bulunmakla çok bahtiyarım. Sizin hayalinizle arasıra konuşurum. müteselli olurum. Biliniz ki Mümkün olsaydı. bütün sıkıntılarınızı kemal-i iftihar ve sevinçle çekerdim. Ben sizin yüzünüzden Isparta'yı ve havalisini taşıyla toprağıyla seviyorum. Hattâ diyorum. ve resmen de diyeceğim. Isparta hükûmeti bana ceza verse başka bir vilâyet beni beraet ettirse yine burayı tercih ederim... Evet ben üç cihetle Isparta'lıyım. Gerçi tarihçe isbat edemiyorum. fakat kanaatim var ki İsparit nahiyesinde dünyaya gelen Said'in aslı buradan gitmiş. Hem Isparta Vilâyeti öyle hakikî kardeşleri bana vermiş ki. değil Abdülmecid ve Abdurrahman belki Said'i onların herbirisine maalmemnuniye feda eylerim. Tahmin ederim şimdi küre-i arzda Risale-i Nur şakirdlerinden -kalben ve ruhen ve fikren- daha az sıkıntı çeken yoktur. Çünki kalb ve ruh ve akılları iman-ı tahkikî nurlarıyla sıkıntı çekmezler maddî zahmetler ise Risale-i Nur dersiyle hem geçici hem sevablı hem ehemmiyetsiz hem hizmet-i imaniyenin başka bir mecrada inkişafına vesile olmasını bilerek şükür ve sabırla karşılıyorlar. İman-ı tahkikî dünyada dahi medar-ı saadettir diye halleriyle isbat ediyorlar. Evet:Mevlâ görelim neyler neylerse güzel eyler. deyip metinane bu fâni zahmetleri ___________________________________ bâki rahmetlere tebdile çalışıyorlar. Cenab-ı Erhamürrâhimîn onların emsallerini çoğaltsın. bu vatana medar-ı şeref ve saadet yapsın. ve onları da Cennet-ül Firdevs'te saadet-i ebediyeye mazhar eylesin. Âmîn. Said Nursî. ‫ن‬ ِ ‫ن‬ ْ ‫َو ِا‬ ْ ‫م‬ َ َ ‫م ع ََل ْي‬ َ ‫س‬ َِ ‫م ِد ِه اَل‬ ُِ ‫ك اَ ُِي َها ال َن ِب‬ ‫ه‬ َ ) ُ ‫م‬ ِ ‫س‬ ْ ‫ى َو َر‬ َ ‫س ْب‬ َ ‫ح ِب‬ ُ ‫سب‬ ُ‫ل‬ ُ ‫م ِه‬ ْ ‫ة ِٰاللههِ َو َبَركَاتُه)بِا‬ َ ‫ح‬ ُ ‫حا َن‬ ْ ‫ح‬ ِ َ ‫ئ اِلِ ُي‬ ٍ ‫ش ْي‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Bu kaza-i İlahînin adalet-i kaderiye noktasında, yeni talebelerden bir kısım zâtların sırr-ı ihlasa muvafık olmayan dünya cihetini de Risale-i Nur ile arzu etmelerinden bazı menfaat-perest rakibleri karşılerında bulup yirmibeş sene evvel aslı yazılan ve sekiz sene zarfında bir-iki defa elime geçen ve aynı vakitte kaybettirilen Beşinci Şua benden uzak bir yerde ele geçmesiyle o hoca bozması gibi kıskançlar onunla adliyeyi evhamlandırdılar. Aynı vakit benim arzu ettiğim yeni harfler ile Miftah-ül İman Mecmuası yerine Âyet-ül Kübra muvafakatım olmadan tab'olması ve nüshalarının gelmesi hükûmete aksetmiş. iki mes'ele birbiriyle karıştırılmış. Güya Kanun-ı Medeniyeye karşı o Beşinci Şua tab'edilmiş diye ehl-i garaz bir habbeyi yüz kubbe yaparak gadren bizleri şu çillehaneye soktu. Fakat kader-i İlahî ise menfaatimiz için buraya sevketti. ve eski zamanlarda ihtiyarî çilehanelerin sevab noktasında çok fevkinde sevabdar etmek sırrıyla bizi ihlas dersini tam almak ve hakikaten kıymetsiz olan dünya umûruna karşı alâkalarımızı ta'dil etmek için yine Medrese-i Yusufiye'ye çağırdı. Ehl-i dünyanın evhamına karşı deriz. Yedinci Şua baştan aşağıya kadar imandır aldanmışsınız ve gâyet mahrem tutulan ve şiddetli taharrilerde bizde bulunmayan ve aslı yirmi sene evvel yazılan Beşinci Şua bütün bütün ayrıdır. Biz bunun değil tab'ına belki bu zamanda hiç kimseye göstermesine razı olmamakla beraber orada doğru çıkmış bir ihbar-ı gaybîdir. mübareze etmiyor. Said Nursî َِ ِ‫شيئ ا‬ َ َ ِ َ َ ُ َ َ َ َ ٰ َ ‫ن‬ ‫م‬ ‫ن‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ي‬ ‫ل‬ ‫ي‬ ‫ل‬ ‫ع‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫س‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫د‬ ‫م‬ ‫ح‬ ‫ب‬ ‫ح‬ ‫سب‬ ‫ه‬ ‫ن‬ ‫ب‬ ‫س‬ ‫ه‬ ‫م‬ ‫س‬ ‫ا‬ ‫ب‬ ) ‫ُه‬ ‫ت‬ ‫ا‬ ‫ك‬ ‫ر‬ ‫ب‬ ‫و‬ ‫الل‬ ‫ة‬ ‫م‬ ‫ح‬ ‫ر‬ ‫و‬ ‫ى‬ ُ ‫ب‬ ‫ي‬ ‫ا‬ ‫ك‬ ) ‫ن‬ ‫ال‬ ‫ا‬ ‫ه‬ َ ِ ُ ِ ِ‫ِه‬ َُ ‫حا‬ ِ ِ ِ‫هه‬ ِ َ ُْ ْ ِ ْ َ ِ ُ َِ ُ ٍ ْ ْ ْ َ َ ْ َ َ ِ َِ ْ ُ ِ ََ َ Aziz sıddık kardeşlerim. Bayramınızı tekrar tebrikle beraber..sureten görüşemediğimize teessüf etmeyiniz. Bizler hakikaten daima beraberiz. ebed yolunda da ___________________________________ inşâallah bu beraberlik devam edecek. İmanî hizmetimizde kazandığınız ebedî sevablar ve ruhî ve kalbî faziletler ve sevinçler şimdiki geçici ve muvakkat gamları ve sıkıntıları hiçe indirir kanaatındayım. Şimdiye kadar Risale-i Nur şakirdleri gibi çok kudsî hizmette çok az zahmet çekenler olmamış. Evet Cennet ucuz değil. Hayatın ikisini de imha eden küfr-i mutlaktan kurtulmak bu zamanda pek çok ehemmiyetlidir. Bir parça meşakkat olsa da şevk ve şükür ve sabırla karşılamalı. Madem bizi çalıştıran Hâlıkımız Rahîm ve Hakîm'dir başa gelen herşeyini rıza ile sevinç ile rahmetine ve hikmetine itimad ile karşılamalıyız. Kahraman bir kardeşimiz. Âyet-ül Kübra mes'elesinde bütün mes'uliyeti kendine alıp.. Hizb-i Kur’ân'ı ve Hizbi Nuriyeyi ve kalemiyle kazandığı fevkalâde uhrevî şeref ve fazilete istihkakını tam göstermiş beni derin sevinçlerle ağlatmış. Ve Yedinci Şua olan Âyet-ül Kübra tam nazar-ı dikkati celbederek ileride ona lâyık bir fütuhatı ihzar etmek hikmetiyle ona gelen bu muvakkat müsadere o kardeşimizin ve rüfekasının hizmetlerini ve masraflarını zayi' etmeyecek. inşâallah daha parlattıracak diye rahmet-i İlahiyeden bekleriz. ْ َ‫حف‬ Sizi bütün dualarımda( ‫جْرنَا‬ َ ‫ َواْر‬, ‫ظنَا‬ ْ ‫ َوا‬gibi bütün mütekellim-i maalgayr sîgalarında bilâ-istisna dâhil edip kesretli cesedler ve bir tek ruh hükmünde şirket-i maneviyemizin düsturlarıyla çalışan ve sizin sıkıntınız ile sizden ِ ‫ َا‬, ‫منَا‬ ْ ‫ح‬ ziyade alâkadar olan ve şahs-ı manevînizden himmet ve meded ve sebat ve metanet ve şefaat bekleyen kardeşiniz. Said Nursî (‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ‫س ْب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ ‫حا َن‬ َِ ِ‫شيئ ا‬ َِ ‫مدِهِ اَل‬ َ ‫ع َل ْي‬ ‫ه‬ ُِ ‫ك اَ ُِي َها ال َن ِب‬ َ ‫م‬ ُ ‫م‬ ِ ‫ن‬ ْ ‫َو ِا‬ َ ‫ح ِب‬ ُ ‫سب‬ ْ ‫ى َو َر‬ ُ َ‫سل‬ ْ ‫ح‬ ِ َ ‫ل ُي‬ ُ ‫ة ِٰاللههِ َو َبَركَا ُت‬ َ ‫ح‬ ٍ َْ ‫ن‬ ْ ‫م‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Ben şimdiye kadar Nur fabrikası dairesinin mübarekler heyetinden iki ehemmiyetli rükünler kurtulmuşlar tahmin ederim. Elhak o daire o heyet. altı-yedi senede yirmi-otuz sene kadar fatihane iş görmüşler. Parlak kalemlerinin yadigârları gibi onların hizmetleri yine tevakkuf etmez onların bedeline onların defter-i a'mallerine hasenat yazdırıyor. Hattâ Hizb-i Nurî'nin öyle bir kuvvetli fütuhatı var. ve öyle ehemmiyetli yerlere gitmiş ki.. onu neşredenler mütemadiyen çalışıyorlar hükmündedir. Ben pek çok çalışmış ve çalışkan Hâfız Mustafa'yı da evvelki zât gibi dışarıda zannederdim yalnız bir defa O da buradadır işittim.. belki başka Mustafa'dır diye teselli oluyordum. Said Nursî __________________________________ َِ ِ‫شيئ ا‬ َ ‫س‬ َِ ‫م ِد ِه اَل‬ َ ‫ع َل ْي‬ ‫م‬ ‫ن‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ه‬ ُِ ‫ك اَ ُِي َها ال َن ِب‬ ) َ ‫م‬ ِ ُ ‫م‬ ِ ِ ‫س‬ ْ َ ‫ح ِب‬ ُ ‫سب‬ َ ‫س ْب‬ ْ ‫ى َو َر‬ ُ‫ل‬ ُ ‫م ِه‬ ْ ‫ة ِٰاللههِ َو َبَركَاتُه )بِا‬ ْ ‫ح‬ ِ َ ‫ل ُي‬ ُ ‫حا َن‬ َ ‫ح‬ ٍ َْ ‫ن‬ ْ َ Aziz Kardeşlerim. Ben bu sabah tesbihatta Hâfız Tevfik'e acıdım. Bu iki defadır zahmet çekiyor. tahattur ettim. Birden hatıra geldi. Onu tebrik et. O kendini faidesiz bir ihtiyat ile Risâle-i Nur'daki çok ehemmiyetli makamından ve büyük hissesinden bir derece çekmek isterdi. Fakat hizmetinin kudsiyeti ve azameti O'nu yine o büyük hisseye ve pek büyük sevaba muvaffak eyledi. Az bir sıkıntı ve geçici bir küçük zahmet ile böyle bir şeref-i manevîden geri kalmamak gerektir. Evet:kardeşlerim. Madem herşey gidiyor ve gittikten sonra eğer lezzet ve keyf ise: boşu boşuna gider. eğer sıkıntı ve zahmet ise hem dünyevî ve uhrevî hem böyle bir kudsî hizmet noktasında öyle bir lezzetli faideler var ki: o zahmeti hiçe indirir. İçinizde biri müstesna en ihtiyarı ve en ziyade başına sıkıntılar toplanan benim. Sizi temin ederim tam bir sabır ve şükür ve tahammül ile halimden memnunum. Musibete şükür ise: musibetteki sevab ve uhrevî ve dünyevî faideleri içindir. Said Nursî َِ ِ‫شيئ ا‬ َِ ‫مدِهِ اَل‬ َ ‫ع َل ْي‬ ‫ه‬ ُِ ‫ك اَ ُِي َها ال َن ِب‬ َ ‫م‬ ُ ‫م‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ ْ ‫) َو ِا‬ َ ‫س ْب‬ ْ ‫ى َو َر‬ َ ‫ح ِب‬ ُ ‫سب‬ ُ َ‫سل‬ ُ ‫م ِه‬ ْ ‫ة ِٰاللههِ َو َبَركَاتُه )بِا‬ ْ ‫ح‬ ِ َ ‫ل ُي‬ ُ ‫حا َن‬ َ ‫ح‬ ٍ َْ ‫ن‬ ْ ‫م‬ Kardeşlerim. Yeni hurufla yazdığınız iki mes'ele cidden tesirini gösterdi. Birinci, İkinci, Üçüncü Mes'eleleri de yazılsa çok iyi olur. Fakat Hüsrev ve Tahirî gibi kalemleri Kur’âna ve Kur’ân hattına mahsus ve memur olmalarından bana endişe verir. Başkalar yazsalar daha münasibdir. Said Nursî َِ ِ‫شيئ ا‬ َِ ‫مدِهِ اَل‬ َ ‫م ع ََل ْي‬ ‫ه‬ ُِ ‫ك اَ ُِي َها ال َن ِب‬ ُ ‫م‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ‫ح ِب‬ ُ ‫سب‬ ْ ‫) َو ِا‬ َ ‫س ْب‬ ْ ‫ى َو َر‬ ُ َ‫سل‬ ُ ‫م ِه‬ ْ ‫ة ِٰاللههِ َو َبَركَاتُه )بِا‬ ُ ‫حا َن‬ َ ‫ح‬ ْ ‫ح‬ ِ َ ‫ل ُي‬ ٍ َْ ‫ن‬ ْ ‫م‬ Aziz kardeşlerim. ْ ‫)و‬ َِ ‫صر ِا‬ َ ِ‫سَر ُهنَال‬ َ( ‫ك ا ْلكَافُِرون‬ ُ ‫ن َلفِى‬ َ ‫)و‬ ِ ‫خ‬ َ ‫سا‬ َ ْ‫ن اْلِن‬ َ işaretine işaret eder ki: kâfirlerin bu kadar tahribatları ve harbleri faidesiz ve hasarat içerisinde ayn-ı zarar oldu. ( ‫صر‬ َ işaretinde Risale-i Nur'a bir îma َ bu âyet dahi( ‫سر‬ ٍ ْ ‫خ‬ ِ ْ ‫)و ا ْل َع‬ ِ ْ ‫ال َع‬ bulunması remziyle bu âyet dahi remzen binüçyüz altmış (1360) Rumi tarihi olan bu senede münafıklar ve küfre düşenler Risale-i Nur'a ilişecekler fakat hasarat ederler. Çünki zelzele ve harb gibi belaların ref'ine bir sebeb Risale-i Nur'dur. Onun ta'tili belaları celbeder diye gizli îma olabilir. Said Nursî َِ ِ‫شيئ ا‬ َ ‫س‬ َِ ‫مدِهِ اَل‬ َ ‫م ع ََل ْي‬ ‫ه‬ ُِ ‫ك اَ ُِي َها ال َن ِب‬ ُ ‫م‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ‫ح ِب‬ ُ ‫سب‬ ْ ‫ه َو ِا‬ َ ‫س ْب‬ ْ ‫ى َو َر‬ ُ‫ل‬ ُ ‫م ِه‬ ْ ‫ِبا‬ ُ ‫حا َن‬ ُ ‫ة ِٰاللههِ َو َبَركَا ُت‬ َ ‫ح‬ ْ ‫ح‬ ِ َ ‫ل ُي‬ ٍ َْ ‫ن‬ ْ ‫م‬ Kardeşlerim. Gerçi bu vaziyet hem muvafığa ve bir kısım memurlara Risale-i Nur'a karşı bir çekinmek bir ürkmek vermiş fakat bütün muhaliflerde ve dindarlarda ve alâkadar memurlarda bir dikkat bir iştiyak uyandırıyor. Merak etmeyiniz. o nurlar (Hâşiye) parlayacaklar. Said Nursî _________________ (Hâşiye) Ey kardeş.. Dikkat buyur. Denizli hapsinde bütün esbab-ı âlem zahiren Üstadın aleyhinde i'dam hükümleriyle mahkemeye verilmişken Üstad diyor (Merak etmeyiniz kardeşlerim. o Nurlar parlayacaklar..) Bu söz bak nasıl tahakkuk etti. َِ ِ‫شيئ ا‬ َ ‫م ع ََل ْي‬ َ ‫س‬ َِ ‫م ِد ِه اَل‬ ‫ه‬ ُِ ‫ك اَ ُِي َها ال َِنب‬ ُ ‫م‬ ِ ‫س‬ ِ ‫ن‬ َ ‫س ْب‬ ْ ‫ى َو َر‬ َ ‫ح ِب‬ ُ ‫سب‬ ِ َ ‫ل ُي‬ ْ ‫) َو ِا‬ ُ‫ل‬ ُ ‫م ِه‬ ْ ‫ة ِٰاللههِ َو َبَركَاتُه ) ِبا‬ ُ ‫حا َن‬ َ ‫ح‬ ْ ‫ح‬ ٍ َْ ‫ن‬ ْ ‫م‬ Aziz kardeşim Hâfız Ali. Hastalığına merak etme.. Cenab-ı Hak şifa versin âmîn. Hapiste herbir saat ibadet oniki saat ibadet yerinde bulunduğundan çok kârlısın. İlâç istersen bir kısım dermanlar bende var sana göndereyim. Zâten ortalıkta bir hafif hastalık var. Ben mahkemeye gittiğim gün herhalde hasta oluyorum. Belki sen bana yardım etmek için eski zamanda birbirinin bedeline hasta olması ve ölmesi gibi hârika fedakârlık gösteren zâtlar gibi benim bir parça hastalığımı aldın. Said

106

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Sizin sebat ve metanetiniz. masonların ve münafıkların bütün plânlarını akîm bırakıyor. Evet kardeşlerim saklamağa lüzum yok. O zındıklar Risale-i Nur'u ve şakirdlerini tarîkata ve bilhassa Nakşî Tarîkatına kıyas edip o ehl-i tarîkatı mağlub ettikleri plânlarla bizleri çürütmek ve dağıtmak fikriyle bu hücumu yaptılar. Evvelâ Ürkütmek ve korkutmak ve o mesleğin sû'-i istimalini göstermek. Ve sâniyen O mesleğin erkânlarının ve menşe'inin kusuratlarını teşhir etmek. sâlisen Maddiyun felsefesinin ve medeniyetin cazibedar sefahetiyle ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsad etmek ile mabeynlerinde tesanüdü kırmak ve üstadlarını ihanetle çürütmek ve mesleklerini fennin ve felsefenin bazı düsturlarıyla nazarlarında sukut ettirmektir ki: Nakşîlere ve ehl-i tarîkata karşı istimal ettikleri aynı silâhla bizlere hücum ettiler. fakat aldandılar. Çünki Risale-i Nur'un mesleği ve esası ihlas-ı tam ve terk-i enaniyet ve zahmetlerde rahmeti ve elemlerde bâki lezzetleri hissedip aramak ve fâni ayn-ı lezzet-i sefihanede elîm elemleri göstermek.. ve imanın bu dünyada dahi hadsiz lezzetlere medar olduğunu ispat etmek. ve hiçbir felsefenin eli yetişmediği noktaları ve hakikatları ders vermek olduğundan. onların plânlarını inşâallah tam akîm bırakacak. ve meslek-i Risale-i Nur ise tarîkatlara kıyas edilmez diye onları susturacak. (Bir Latife) Bu sabah yanımdaki jandarma koğuşundan birisi beni çağırdı. pencereye çıktım. Dedi Bizim kapımız kendi kendine kapandı. ne yapıyoruz açılmıyor. Ben de dedim. Size bir işarettir ki: Nöbetdar olduğunuz ve üstlerinden kapı kapattığınız âdemlerin içinde sizin gibi masumlar var. Hattâ on seneden beri görmediğim bir kardeşimle bir dakika görüşmek bahanesiyle bana ihanet ve başka bir bahane ile dış kapımızın ikincisi dahi kapandı. Onun cezası olarak sizin kapınız da kapandı. Said Nursî

107

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Size dün yazdığım latifenin üç zarafeti var. Birincisi: İstikbalde gelecek. mübarek heyetin şahs-ı manevîsinin bir mümessili olmasından o şahs-ı manevînin sırrıyla ve bereketiyle sürgülü kapı kendi kendine açıldığı gibi.. yine o tahakkuk edip vücuda gelmiş. mübarek heyetin bir mümessilinin on sene sonra yarım dakika benimle görüşmesi sebebiyle müdür tarafından bana hiddet edildi. Ben de hiddet ettim. Kapıları kapansın tekrar ile dedim. Aynı günün gecesinin sabahında hiç vuku bulmamış. kendi kendine nöbetçilerin kapıları kapandı iki saat açılmadı. İkinci Zarafet.. Ben bir pusula müdde-i umumiye müdür ile göndermiştim. içinde demiştim. (Ben tecriddeyim. kimse ile görüşemiyorum.Eğer görüşsem de bu şehirde kimseyi tanımıyorum. Buranın belediyesi birisiyle.. ilâ âhir)yazmıştım. Sonra müddeiumumî demiş. O tecridde mi? Müdür demiş. Yok. İkisi bana itiraz etmişler. Aynı gün yarım meczub yarım akrabam yarım dakika benim ile görüşmesi yüzünden öyle bir vaziyet gösterildi ki: hiçbir tecridde olmamış. Bana itirazlarını yüzlerine çarptı. Üçüncüsü.. Komşudaki haylaz gençlerin kapıda gürültüleri akşam ile yatsı ortasında bana zarar ediyordu. fakat azdı. O kapıyı da aynı gün bir bahane ile kapattılar. Hem fena koku menzilimde ziyadeleşti. hem o haylazların kapıma yakın gürültüleri ziyade bana zarar verdi. Ben de yine Kapıları kapansın. neden böyle yapıyorlar dedim. Aynı sabah o hâdise oldu.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ ُ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اي ِهَا الن ِب‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz kardeşlerim. Meyvenin mes'elelerini tekmil etmeye meydan vermeyen manilerin zevaliyle inşâallah yine başlanacak. ki: birisi soğuk birisi masonların ondan ve kuvvetinden dehşet almalarıdır. Ben bu musibette kader-i İlahî tarafını düşünüyorum. Zahmetim rahmete inkılab eder. Evet Risale-i Kader'de beyan edildiği gibi her hâdisede iki sebeb var. Biri zahirîdir ki: insanlar ona göre hükmeder. çok defa zulmederler. Biri de hakikidir ki: Kader-i İlahî ona göre hükmeder. o aynı hâdisede beşer zulmünün altında adalet eder. Meselâ bir âdem.

108

yapmadığı bir sirkatle zulmen hapse atılır. Fakat gizli bir cinâyetine binaen kader dahi hapsine hüküm verir. aynı zulm-i beşeri içinde adalet eder. İşte bu mes'elemizde elmaslar şişelerden sıddık fedakârlar mütereddid sebatsızlardan ve hâlis muhlisler benlik ve menfaatini bırakmayanlardan ayrılmak için bu şiddetli imtihana girmemenizin iki sebebi var. Birincisi.. Ehl-i dünya ve ehli siyasetin evhamlarına dokunan kuvvetli bir tesanüd ve ihlasla yapılan fevkalâde hizmet-i diniyedir. zâlim beşer buna baktı. İkincisi Herkes kendi başına bu kudsî hizmete tam liyakat göstermediğimizdir.. kader dahi buna baktı. Şimdi kaderi İlahî hakkımızda ayn-ı rahmettirki: aynı adalet içinde birbirimize müştak kardeşleri bir meclise getirdi. zahmetleri ibadete çevirmek ve zayiatları sadaka yapmak. Ve yazdıkları risalelerine her taraftan nazar-ı dikkati celbetmek.ve dünyanın mal ve evlâd ve istirahatı pek muvakkat ve geçici herhalde bir gün onları bırakıp toprağa girecek olmasından onların yüzünden âhiretini zedelememek. ve sabır ve tahammüle alıştırmak ve istikbaldeki ehl-i imana kahramanane bir nümune-i imtisal olmak.belki imamlar olmak gibi çok cihetlerle aynı merhamettir. Fakat: bir cihet var ki: beni düşündürüyor. Nasıl bir parmak yaralansa: göz, akıl, kalb. ehemmiyetli vazifelerini bırakıp onun ile meşgul oluyorlar. öyle de Bu derece zarurete giren sıkıntılı hayatımızın yarasıyla kalb ve ruhumuzu kendiyle meşgul eder. Hattâ dünyayı unutmak lâzım olduğu bir zamanımda o hal beni.. masonların meclisine getirdi. onları tokatlamakla meşgul eyledi. Cenab-ı Hak. bu gaflet halini de bir mücahede-i fikriye nev'inden kabul etmek şartıyla bir teselli buldum. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫الله ِه وَ بََركَاتُه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ َ ‫ح‬ Aziz kardeşim Re'fet Bey.. Senin âlimane suallerin Risale-i Nur'un Mektubat kısmında çok ehemmiyetli hakikatların anahtarları olmasından senin suallerine karşı lâkayd kalamıyorum. Bunun kısa cevabı şudurki: Madem Kur’ân bir hutbe-i ezeliyedir. nev'-i beşerin umum tabakatıyla ve ehl-i imanın bütün taifeleriyle konuşur. elbette onlara göre müteaddid manaları ve küllî manasının çok mertebeleri bulunacak. Bazı müfessirlerin yalnız en umumî veya en sarih veya vâcib veya َ bir sünnet-i müekkedeyi ifade eden manayı tercih eder. Meselâ bu âyette (‫ل‬ ِ َ‫و‬ ِ ْ ‫ن الل ِي‬ ‫م َه‬

ُ dan ehemmiyetli bir sünnet olan iki rek'at teheccüd namazını.. ( ‫جوم‬ ِ ُ ِ ‫الن‬ dan bir sünnet-i müekkede olan sabah namazının fecir sünnetini ‫ه‬ ْ ِ ‫سب‬ َ َ‫)ف‬ ُ ‫ح‬

‫)وَاِدْبَاَر‬

109

zikretmiş. Yoksa evvelki mananın daha çok efradı var. Kardeşim seninle konuşmak kesilmemiş. Her vakit Aziz sıddık kardeşlarım deyip Isparta’ya ve havalisine mektub yazmış isem. sen ve Hulusi ve Hulusi-i sâni birinci safda benim muhatablarımsınız. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlarım. (‫رلَنَا‬ ِ ْ ‫ )َربَِنَا اَت‬âyetini şimdi okudum. (‫ )وَاغْفِْرلَنَا‬cümlesi tam tamına ْ ‫م‬ ْ ِ‫م لَنَا نُوَرنَا وَاغْف‬ vavsız binüçyüz altmışiki eder. Bu senenin aynı tarihine tevafuk eder. bizi çok istiğfara davet eder. ve emr ederki: nurunuz tamam olsun. ve Risale-i Nur noksan kalmasın. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz kardeşlerim. Şimdi zuhr namazını kıldım. tesbihat içinde siz hatırıma geldiniz ki: herbiriniz hem kendini hem hanesindeki akrabasını düşünmekle mahzun olur. Birden kalbime geldi. Madem eski zamanlarda âhiretini dünyasına tercih edenler hayat-ı içtimaiyenin günahlarından kurtulmak ve âhiretine hâlisane çalışmak niyetiyle mağaralarda çilehanelerde riyazet ile hayatlarını geçirmişler.eger onlar bu zamanda olsalardı Risale-i Nur şakirdleri olacaklardı. Elbette şimdi bu şeraid altında bunlar.. onlardan on derece daha ziyade muhtaçtırlar. ve on dereceden fazla fazilet kazanıyorlar. ve on derece daha rahattırlar. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ِٰ ‫ة‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz kardeşlerim. Bu gece evrad ile meşgul olurken: nöbetçiler ve başkaları işitiyordular. Kalbime geldi ki: bu izhar sevabını noksan

110

etmiyor mu? diye telaş ettim.birden Hüccet-ül İslâm İmam-ı Gazalî'nin meşhur bir sözü hatırıma geldi. Demiş. Bazan izhar çok defa ihfadan daha ziyade efdal olur. Yani aşikâre yapmakta başkaları ya istifade etmek veya taklid etmek. veya gafletten uyanmak. veya dalalette ve sefahette muannid ise.. karşısında şeair-i İslâmiye nev'inden izhar etmek. izzet-i diniyeyi göstermek gibi.. çok cihetle hususan bu zamanda ve ihlas dersini tam alanlarda değil riya.. belki gizliden "tasannu karışmamak şartıyla" çok ziyade sevablı olabilir diye bir teselli buldum. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz mübarek kardeşlerim. Pek çok selâm. Bizim memlekette eskide.. arefe gününde bin İhlas-ı Şerif okurduk. Ben şimdi bir gün evvel beşyüz.. arefede dahi beşyüz okuyabilirim. Kendine güvenen birden okuyabilir. Ben gerçi sizleri göremiyorum. ve hususî herbirinizle görüşmüyorum. fakat ben dua vakti içinde herbirinizle ismiyle sohbet ederim. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz mübarek kardeşlerim. Musibete şükür ise: musibetteki sevab.. ve uhrevî ve dünyevî faideleri içindir. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ِٰ ‫ة‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz kardeşlerim. Bir seneden beri bir parça mübarek şehriye ve pirinçten sarf ediyordum. Şübhem kalmadı ki: büyük bir bereket içinde var.

111

Şimdi siz bırakmıyorsunuz ki pişireyim. Öyle ise onu size hem teberrük hem bereketli bir hediye olarak ediyorum. O yıldız şehriyenin bir defa hârika bir bereketini gördüm. Taneleri pişirdikten sonra kurutuyordum. Bir tek tane on mislinden ziyade büyük olduğunu ben ve başkaları gördük. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşim. Ben. sizin orada bulunmanızın hikmetini aynen yazdığın gibi tahmin ederdim. Orada ya korkudan veya çabuk kurtulmak fikriyle benden ve Risale-i Nur’dan bir derece zahiri bir çekilmek. ve bize muarız olanlara bir parça taraftar kendini göstermek vaziyeti. hem bana hem Risale-i Nur’a zararı dokundu. Müdür ile mahkeme o vaziyetten cesaret aldılar. Ben bilirdim. fakat o zatın eski sadakati ve hizmeti bana o ehemmiyetli kusurunu affettiriyordu. fakat o hal o zata hiç fayda vermediği gibi kurtulmasını ümidin hilafına tehir etmekle beraber binler masum diller ile edilen dualar ve ibadetlerden" sadakat-ı tam" şartıyla mukabilinde hissedar olmasını kaybetmiş. Ben ara sıra onun teşrikine ve tam sadakatine dualar ile çabalıyorum. Sen benim tarafımdan ona selam söyle. ve de ki: en ziyade yaralananlar siperini bırakanlardır. Hem bizim karşımızdaki hükümet ve mahkeme değildir. Belki gizli zındıka ve küfr-i mutlaka düşenlerin komitesidir. ve hiçbir tevil kaldırmayan dehşetli bid’aların taraftarlarıdır ki: hükümeti iğfal edip aleyhimize sevk ettiler. Mesela benden kusurum için sıkılan elbette münafık masonlara yanaşır. Evet.. yol şimdi bizim için ikidir. Bir veli dahi bize hücum etse.. bilmeyerek masonlara yardımcı olur. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Bu eski ve yeni iki Medrese-i Yusufiyedeki şiddetli imtihanda sarsılmayan ve dersinden vazgeçmeyen ve yakıcı çorbadan ağızları yandığı halde talebeliğini bırakmayan ve bu kadar tehacüme karşı kuvve-i maneviyesi kırılmayan zâtları.. ehl-i hakikat ve nesl-i âti alkışlayacakları gibi melaikeler ve ruhanîler dahi alkışlıyorlar diye kanaatım var. Fakat içinizde hastalıklı..

112

nazik ve fakirler bulunmasıyla maddî sıkıntı ziyadedir. buna karşı herbiriniz herbirerlerinize bir tesellici ve ahlâkta ve sabırda birer nümune-i imtisal ve tesanüd ve taltifte birer şefkatli kardeş ve ders müzakeresinde birer zeki muhatab ve mücîb..ve güzel seciyelerin in'ikasında birer âyine olmanız o maddî sıkıntıları hiçe indirir diye düşünüyorum.ve ruhumdan ziyade sevdiğim sizler hakkında teselli buluyorum. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. (K.S.) Yüzyirmi yaşında bulunan Mevlâna Hâlid'in cübbesini size bir gün göndereceğim. O zât onu bana giydirdiği gibi ben de onun namına sizin herbirinize teberrüken giydirmek için hangi vakit isterseniz göndereceğim. Yeni geldiğimiz zaman çiçek aşısı doktoru beni aşıladı. O kolum çıban oldu. şişti. o şiş aşağıya iniyor. Beni yatırmıyor. Abdestte sıkıntı veriyor. Acaba benim vücudum aşıya gelmez. veyahut başka mana var. Yirmi sene evvel Ankara'da beni aşıladılar. şimdiye kadar o aşı yeri arasıra işliyor.rahatsızlık veriyor. Bu da öyle olmasın diye hatırıma geldi.sizde nasıl.. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Kader-i İlahî adaleti..bizleri Denizli Medrese-i Yusufiyesine sevketmesinin bir hikmeti.. her yerden ziyade Risale-i Nur'a ve şakirdlerine..hem mahbusları hem ahalisi belki hem memurları hem adliyesi muhtaç olmalarıdır. Buna binaen biz bir vazife-i imaniye ve uhreviye ile bu sıkıntılı imtihana girdik. Evet yirmi otuzdan ancak bir ikisi ta'dil-i erkân ile namazını kılan mahbuslar içinde.birden Risale-i Nur şakirdlerinden kırk ellisi umumen bilâ istisna mükemmel namazlarını kılmaları lisan-ı hal ile ve fiil diliyle öyle bir ders ve irşaddır ki:bu sıkıntı ve zahmeti hiçe indirir.belki sevdirir. Ve şakirdler ef'alleriyle bu dersi verdikleri gibi kalblerindeki kuvvetli tahkikî imanlarıyla dahi..buradaki ehl-i imanı ehl-i dalaletin evham ve şübehatından kurtarmalarına medar..çelikten bir kal'a hükmüne geçeceğini rahmet ve inâyet-i İlahiye ile ümid ediyoruz. Buradaki ehl-i dünyanın bizi konuşmaktan ve temastan

113

men' etmeleri zarar vermiyor. Lisan-ı hal bazen lisan-ı kalden daha kuvvetli konuşuyor. Madem hapse girmek terbiye içindir. Milleti seviyorlarsa.. mahbusları Risale-i Nur şakirdleriyle görüştürsünler. tâ bir ayda belki bir günde bir seneden ziyade terbiye olsunlar. Hem millete ve vatana hem kendi istikballerine ve âhiretine menfaatlı birer insan olsunlar. Gençlik Rehberi bulunsa idi.çok faidesi olurdu. İnşâallah bir zaman girer. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Bugün: büyük ve merhum kardeşim Molla Abdullah ile Ziyaeddin hakkındaki malûmunuz muhavereyi tahattur ettim. Sonra sizi düşündüm Kalben dedim. Eğer perde-i gayb açılsa: bu sebatsız zamanda böyle sebat gösteren ve bu yakıcı ateşli hallerden sarsılmayan.. bu samimî dindarlar ve ciddî müslümanlar eğer herbiri bir veli hattâ bir kutub görünseler benim nazarımda şimdi verdiğim ehemmiyeti ve alâkayı pek az ziyadeleştirecek. ve eğer âdi ve ami görünseler şimdi verdiğim kıymeti hiç noksan etmeyecek. diye karar verdim. Çünki: böyle pek ağır şeraid altında iman kurtarmak hizmeti herşeyin fevkindedir. Şahsî makamlar ve hüsn-i zanların ilâve ettikleri meziyetler böyle dağdağalı sarsıntılı hallerde hüsn-i zanlarını kırmakla muhabbetler. azalır ve meziyet sahibi dahi onların nazarlarında mevkiini muhafaza etmek için tasannua ve tekellüfe ve sıkıntılı vakara mecburiyet hisseder. İşte hadsiz şükür olsun ki bizler..böyle soğuk tekellüflere muhtaç olmuyoruz. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık mübarek metin halis kardeşlerim. Bütün ruh ve kalb ve aklım ile sizin leyali-i aşerenizi tebrik ediyoruz. Bizim şirket-i maneviyemize büyük kazançları edeceklerini rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz. Bu gece rü'yamda yanınıza gelmiş imam olarak namaz kılacağım halinde uyandım. Benim tecrübelerimle rü'yanın tabiri çıkacağı zamanda..Sav ve Homa kahramanlarından iki kardeşimiz rü'yayı tabir etmek için umumun namına geldiler. Ben de umumunuzu görmüş gibi mesrur oldum. Kardeşlerim Gerçi bu vaziyet her muvafığa ve bir kısım memurlara Risale-i Nur'a karşı bir çekinmek bir ürkmek vermiş.fakat bütün muhaliflerde ve dindarlarda ve alâkadar memurlarda bir dikkat bir iştiyak uyandırıyor.

114

Merak etmeyiniz.o nurlar parlayacaklar. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Sabri'nin tabiri ve istihracıyla Sure-i (‫صر‬ ِ ْ َ ‫ )وَالْع‬ın işaretine muvafık olarak Risale-i Nur Anadolu'yu Cebel-i Cudi'de Hazret-i Nuh aleyhisselamın sefinesi gibi.. ve Isparta ve Kastamonu'yu âfât-ı semaviye ve harbiyeden muhafazaya bir vesile olduğunu ve (bize veRisale-i Nur'a ilişmesinler. yoksa yakından bekleyen âfetlerin geleceklerini bilsinler. akıllarını başlarına alsınlar.) Bu musibetten..biraz evvel tekrar ile söylüyordum.ve size de o mektublar gönderilmişti. Şimdi aldığım haber.. Kastamonu ve civarı ve kal'ası Risale-i Nur'un matemini tutmuş gibi ağlamış. ve zelzele ile sıtma tutmuş.inşâallah yine Risale-i Nur'a kavuşacak ve gülecek ve şükredecek. Size evvelki gün kıymetli iki kazancımızı yazmıştım. İkincide yüzer lisanla dua ve tesbihat ilâ âhir demiştim Noksan var. Sahihi Her birimiz derecesine göre yüzer lisanla olacak. ilâ âhire... Hem ben pek çok alâkadar olduğum Sav köyünden çok muhterem bir ihtiyar ile ellerimiz kelepçe edilip geldiğimiz. beni pek çok memnun etti. o mübarek köyün bana şiddeti alâkasını anladım. O kardeşime ayrıca selâm ederim. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Madem âhiret için hayır için ibadet ve sevab için iman ve kuran için Risale-i Nura bağlanmışsınız. elbette bu ağır şeraid altında herbir saati yirmi saat hükmünde ve o yirmi saat ise Kur’ân ve iman hizmetindeki mücahede-i maneviye haysiyetiyle yüz saat kadar kıymetdar ve yüz saat ise böyle herbiri yüz âdem kadar ehemmiyetli olan hakikî mücahid kardeşlerle görüşmek. ve akd-i uhuvvet etmek. Ve kuvvet vermek ve almak. ve teselli etmek. ve müteselli olmak. ve hakikî bir tesanüdle kudsî hizmetine sebatkârane devam etmek. ve güzel seciyelerinden istifade etmek. ve Medreset-üz Zehra'nın şakirdliğine liyakat kazanmak için açılan bu imtihan meclisi olan şu Medrese-i Yusufiyede tayinini ve kaderce takdir edilen kısmetini almak. ve mukadder rızkını yemek.. ve o yemekte sevab kazanmak için buraya gelmenize şükretmek lâzımdır. Bütün sıkıntılara karşı mezkûr faideleri

115

sabır ve tahammül ile mukabele etmek gerektir. Kardeşlerim. ben kalben arzu ederdim ki: çelik ve demir gibi sebatkâr Ispartalı ve civarındakiler gibi metin kahramanlar. Hüsrevler,Hâfız Ali'ler Kastamonu tarafından dahi burada görünsün. Hadsiz şükür ediyorum ki: Kastamonu Vilâyeti.. benim arzumu tam yerine getirdi. müteaddid kahramanları imdadımıza gönderdi. Hayalimde her vakit bulunan fakat isimlerini yazamadığım için. yanınızda fedakâr kardeşlerima. birer birer selâm ve selâmetlerine dua ediyorum. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Bu dünyanın hayatı.. çabuk değişmesine ve zevaline.ve fena ve fâni akibetsiz lezzetlerine.ve firak ve iftirak tokatlarına karşı.. bir ehemmiyetli medar-ı teselli ise: samimî dostlarla görüşmektir. Evet bazan birtek dostunu bir iki saat görmek için yirmi gün yol gider. ve yüz lira sarfeder. Şimdi bu acib dostsuz zamanda samimî kırk elli dostunu birden bir iki gün görmek ve Allah için sohbet etmek. ve hakikî bir teselli alıp vermek. elbette başımıza gelen bu meşakkatler ve zayiat-ı maliye ona karşı.. pek ucuz düşer. ehemmiyeti kalmaz. Ben kendim buradaki kardeşlerimden on sene firaktan sonra bir tekini görmek için bu meşakkati kabul ederdim. Teşekki kaderi tenkid.. teşekkür kadere teslimdir. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك ايُِهَا الن ِب‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Ben tahmin ediyordum ki: hakikî ve en son müdafaanamemiz Denizli hapsinin meyvesi olan risalecik olacak. Çünki evvelce bazı evham yüzünden bir seneden beri aleyhimize geniş bir tarzda çevrilen plânları bunlardır. (Tarîkatçılık, komitecilik ve haricî cereyanlarına âlet olmak ve yüzelliliklerle münasebattar olmak. Ve dinî hissiyatı siyasete âlet etmek. ve cumhuriyet aleyhinde çalışmak ve asayişe ilişmek.) gibi.. asılsız bahanelerle bize hücum ettiler. Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükürler olsun ki: onların plânları akîm kaldı. O kadar geniş bir sahada yüzer talebelerde yüzler risalede onsekiz sene zarfındaki mektub ve kitablarda hakikat-ı imaniyeden ve Kur’âniyeden ve âhiretin tahkikinden ve saadet-i uhreviyeye çalışmaktan başka

116

bir şey bulmadılar. Plânlarını gizlemek için gâyet âdi bahaneleri aramağa başladılar. Fakat hükûmetin bazı erkânını iğfal edip aleyhimize çeviren dehşetli ve gizli zındıka komitesi şimdi doğrudan doğruya küfr-i mutlak hesabına bize hücum etmek. ihtimaline karşı.. güneş gibi zahir ve şübhe bırakmaz.. dağ gibi metin ve sarsılmaz Meyve Risalesi onlara karşı en kuvvetli bir müdafaa olup onları susturacak diye bize yazdırıldı zannediyorum. Kardeşlerim.. gerçi yeriniz çok dardır. fakat kalbinizin genişliği o sıkıntıyı aldırmaz. hem yerlerimize nisbeten daha serbesttir. Biliniz ki: En esaslı kuvvetimiz ve nokta-i istinadımız tesanüddür. Sakın sakın. bu musibetlerin verdiği asabilik cihetiyle birbirinizin kusuruna bakmayınız. Kısmet ve kadere itiraz hükmünde olan şekvalar..ve Böyle olmasa idi. şöyle olmazdı diye. birbirinizden gücenmeyiniz. Ben anladım ki: bunların hücumundan kurtulmak için çaremiz.yoktu.ne yapsa idık onlar bu hücumu yapacakdılar. Biz sabır ve şükür.. ve kazaya rıza.. ve kadere teslim ile mukabele ederek.. tâ inâyet-i İlahiye imdadımıza gelinceye kadar.. az zamanda ve az amelde pek çok sevab ve hayrat kazanmağa çalışmalıyız. Oradaki kardeşlerimıza selâmetlerine dua ediyoruz. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Kardeşlerim. Ben dünyaya bakmıyorum. Heyetinizdeki Risale-i Nur’un şahs-ı manevisini konuşturmak ve reyini almak için meşveret ediniz. Çelik gibi metin. Isparta mübarek ve kahraman kardeşleriniz ile mümkün oldukça müdavele-i efkar ediniz. Bâki çok selamlar. Said Nursî

117

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك ايُِهَا الن ِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz kardeşlerim. Bu cuma gününde mühim bir hizb okurken: siz hatıra geldiniz. Bu musibetten kurtulmak için ne yapacağız? lisan-ı hâl ile dediniz? Benim kalbime bu geldi.Sıkı bir tesanüd ile el ele, omuz omuza veriniz. Çünki birbirinizden ve Risale-i Nur'dan ve benden çekinmek ve inkâr etmek. ve bizi ezmek isteyen gizli kuvvete dalkavukluk etmek gibi tedbirleri yapanlara zarardan başka hiç faidesi olmadığı gibi..masum kardeşlarımıza heh eskişehirde hem burada ehemmiyetli zarar vermiş. Sizi temin ederim.eğer bilseydim ki: benden teberri etmekle kurtulacaksınız. beni tahkir etmeğe ve ihanet ve gıybet etmeye izin verip helâl ederdim. Fakat bizi ezmek isteyen gizli kuvvet sizi biliyor. Aldanmıyor. za'fınızdan teberrinizden cesaret alır. daha ziyade ezer. Hem mesleğimiz hıllet ve uhuvvet olduğundan şahsiyet ve enaniyet cihetinden bir rekabet olmaz. Benim gibi çok kusurlu ve çok zaîf bir bîçarenin noksanlarına değil.. belki Risale-i Nur'un kemalâtına bakmalı.. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ِ‫ح ب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz Sıddık Kardeşlerim. Bu iddianameden anlaşıldı ki: hükûmetin bazı erkânını iğfal edip aleyhimize sevk eden gizli zındıkların plânları akim kalıp yalan çıktı. Şimdi bir bahane olarak cemiyetçilik, komitecilik isnadiyle yalanlarını setre çalışıyorlar. Ve bunun bir eseri olarak benimle kimseyi temas ettirmiyorlar. Güya temas eden birden bizden olur. Hattâ büyük memurlar da çok çekiniyorlar. ve bana sıkıntı verdirmekle:kendilerini âmirlerine sevdiriyorlar. (Hususan....... müdür). Ben itiraznamenin âhirinde bu gelen fıkrayı diyecektim. fakat bir fikir mâni oldu. Fıkra şudur. (Evet biz bir cemiyetiz.ve öyle bir cemiyetimiz var ki: her asırda üçyüz elli milyon mensupları var.ve her gün beş def'a o mukaddes cemiyetin prensipleriyle kemal-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar. ( ٌ‫خوة‬ ِ ‫مو‬ ‫منُو َهه‬ ُ ْ ‫ما ال‬ َ َ‫ )اِن ِهه‬kudsi َ ْ ِ‫ن ا‬ programiyle birbirinin yardımına dualariyle ve manevi kazançlariyle koşuyorlar. İşte biz bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız.ve hususî vazifemiz de Kur’ânın imanî hakikatlarını tahkiki bir surette ehl-i imana bildirip..onları ve kendimizi idam-ı ebediden ve dâimî haps-i münferitten kurtarmaktır.

118

Sair dünyevi ve siyasi ve entrikalı cemiyet ve komitelerle hiç münasebetimiz yoktur. ve tenezzül de etmeyiz. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Ben bu fecirde herbirinize karşı tam bir acımak hissettim. Birden Hasta Risalesi hatıra geldi.teselli verdi. Evet bu musibet dahi içtimaî bir nev'.i hastalıktır. O risaledeki ekser imanî devalar bunda da devadırlar. Hususan Erzurum'daki mübarek hastaya söylediğim gibi.. bu saatten evvel bütün musibet zamanının elemi gitmiş hem sevabı hem hayrı hem dünyevî ve uhrevî ve imanî ve Kur’ânî faideleri kalmış. Demek o geçici birtek musibet daimî ve müteaddid nimetlere inkılab etmiş. Gelecek zaman. ise şimdilik yok olmasından onda devam edecek elemi yok. Tevehhümle yoktan elem almak rahmet ve kader-i İlahiyeye itimadsızlıktır. Sâniyen.. Şimdi zemin yüzünde ekser beşer maddî ve manevî kalben ve ruhen ve fikren musibete giriftardır. Bizim musibetimiz onlara nisbeten gâyet hafiftir. hem kârlıdır. Hem kalbve ruh hem imanın selâmet ve sıhhat ve lezzetleri var. Sâlisen.. Bu fırtınalarda ve vehham memurların temasında bu hafif musibet ağırlaşacaktı ve onlara karşı tasannu: ve dalkavukluk etmek belası olacaktı. Râbian.. Bu işsiz ve muzaaf maddî ve manevî kışta Medreset-üz Zehra'nın bir dershanesi olan bu Medrese-i Yusufiyede öz kardeşten daha müşfik daha çok hakikî dostlarını ve mürşid gibi uhrevî kardeşlerini gâyet ucuz ve az bir masrafla. görmek ziyaret etmek. ve onların hususî meziyetlerinden istifade etmek.ve şeffaf şeylerde sirâyet eden nur ve nuranî gibi hasenelerinden. manevî yardımlarından. Ferahlarından. tesellilerinden kuvvet almak cihetinde bu musibet şeklini değiştirir. bir nevi inâyet perdesi hükmüne geçer. Evet bu gizli inâyetin bir latif zarafetidir ki: bütün buraya gelen Risale-i Nur talebelerine Hocalar namı verilmiş. Herkes lisanında Hocalar, hocalar diye hürmetle yâdediyorlar. Bu zarafet içinde latif bir işaret var ki: bu hapis medreseye döndüğü gibi Risalei Nur şakirdleri dahi birer müderris ve muallim ve sair hapishaneler de bu hocaların sayesinde..

119

inşâallah birer mekteb hükmüne geçeceklerdir. Kardeşlerim bunun gibi teselliye dair evvelce yazılan küçük mektublar arasıra okunsa ve Meyve hususan âhirleri beraber mütalaa edilse ve hatıra gelen Risale-i Nur'un mes'eleleri (K.S.) medar-ı müzakere olsa.. inşâallah talebe-i ulûmun şerefini kazandırır. İmam-ı Şafiî gibi büyük zâtlar.. Talebe-i ulûmun hattâ uykusu dahi ibadet sayılır diye ziyade ehemmiyet vermişler. Böyle medresesiz bir zamanda böyle azab yerlerinde böyle yüksek talebelik yüzünden yüz sıkıntı da olsa aldırmamalı. veyahut (‫زهَها‬ َ ) deyip o ُ ‫م‬ ْ َ ‫مورِ ا‬ َ ‫ح‬ ُ ُ ‫خيُْر اْل‬ meşakkatler yüzünde ferahla gülmeliyiz. Amma fakir arkadaşların çoluk çocuk ve idare ciheti ise.. musibette kendinden ziyade musibetliye.. ve nimette daha noksan olana bakmak kaide-i Kur’âniye ve imaniye ve nuraniyeye binaen yüzde seksen âdemden daha ziyade rahattırlar. Şekvaya hiç hakları olmadığı gibi.. seksen derece bir şükür üstlerine haktır. Hem burada kısmetimizi almak ve yemeği kader-i İlahî tayin etmişti. Adalet ve rahmet: bizi toplattırdı. çoluk çocuğu Rezzak-ı Hakikîlerine emanet eyledi. muvakkaten o nezaret vazifesinden mezuniyet verdi. Nasılki bir gün bütün bütün elini çektirecek. azledecek. Madem hakikat ُ ‫م الْوَكِي‬ budur. (‫ل‬ ِٰ ‫سبُنَا‬ َ ) deyip teslim ile şükretmeliyiz. ْ ‫ح‬ َ ْ‫الل ُهه وَنِع‬ Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Ben gerçi sizin ile görüşemiyorum. fakat sizin yakınınızda ve beraber bir binada bulunduğumdan çok bahtiyarım ve müteşekkirim. ve ihtiyarım olmadan bazan lüzumlu tedbirler ihtar edilir. Ezcümle birisi Yanımdaki koğuşa müdür tarafından hem yalancı. hem casus bir mahbus gönderilmiş. Tahrib kolay olmasından hususan böyle haylaz gençlerde.. o müdür bana çok sıkıntı vermekle.. ve o gençleri ifsad etmele bildim ki:Sizlerin irşad ve ıslahlarınıza karşı.. zındıka ifsad ve ahlâkları bozmağa çalışıyor. Bu vaziyete karşı.. gâyet ihtiyat etmek. ve mümkün olduğu kadar eski mahbuslardan gücenmemek ve gücendirmemek. ve ikiliğe meydan vermemek. ve itidal-i dem ve tahammül etmek. ve mümkün olduğu derecede bizim arkadaşlar uhuvvetlerini ve tesanüdlerini tevazula ve mahviyetle ve terk-i enaniyetle takviye etmeleri gâyet lâzım ve zarurîdir. Dünya işleriyle meşgul olmak beni incitiyor. sizin dirâyetinize itimad edip zaruret olmadan bakımıyorum.

120

Kardeşlerim. her ihtimale karşı bu sabah ihtar edilen bir mes'eleyi beyan etmek lâzım geldi. Bizim Kur’ândan aldığımız hakikatlar.. güneş gündüz gibi şek ve şübhe ve tereddüd kaldırmadığını yirmi seneden beri zındık feylesoflar acaba buna karşı ne diyecekler? ve dayandıkları nedir? diye nefsim ve şeytanım çok araştırdılar. Hiçbir köşede bir kusur bulamadıklarından sustular. Zannederim. çok hassas ve iş içinde bulunan nefsimi ve şeytanımı susturan bir hakikat.. en mütemerridleri de susturur. Madem biz böyle sarsılmaz ve en yüksek ve en büyük ve en ehemmiyetli ve fiat takdir edilmez derecede kıymetdar ve bütün dünyamız ve canımız ve cananımız pahasına verilse yine ucuz düşen bir hakikatın uğrunda ve yolunda çalışıyoruz. elbette bütün musibetlere ve sıkıntılara ve düşmanlara kemal-i metanetle mukabele etmemiz. gerektir. Hem belki karşımıza. aldanmış veya aldatılmış bazı hocalar ve şeyhler ve zahirde müttakiler çıkartılır. Bunlara karşı vahdetimizi ve tesanüdümüzü muhafaza edip onlar ile uğraşmamak lâzımdır. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz kardeşlerim. Hiç münasebet yokken.. birden bire hatırıma geldi ki, Hüsrev ve küçük Hüsrev Feyzi gibi bir kısım kardeşlerimizin kalemleri her vakit Risale-i Nuru yazmak vazifesiyle ülfet ve ünsiyet ettiklerinden burada vazifesizlikten sıkılmamak için eski Said’in tarihçe-i hayatı hem Eskişehir mahkemesinde hem bu hadisede ziyade medar-ı nazar olduğundan.. yeni Said’in yirmi senelik hayatının yarısını.. Isparta’da geçen kısmı büyük Hüsrev ve rüfekasının ve Kastamonu hayatı küçük Hüsrev.. ve arkadaşlarının muavenetiyle sonra tanzim edilmek üzere notalar tarzında yazılsa Risale-i Nur’un bir nevi Tarihçe-i hayatı yazılmış olur. Hem fikri eğlendiren bir meşgale olur diye tahattur ettim. Sizin reyinize havaledir. Eğer bir hizb-ün nuriye elimize geçse ben de.. o Hüsrevler gibi onun tercümesiyle vazifedar olurum. İnşallah. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim

121

Bize karşı bu geniş ve ehemmiyetli hücum ve tecavüzün hakikî sebebi Beşinci Şua olmadığını belki Hizb-ün Nurî ve Miftah-ül İman... Hüccet-ül Baliğa olduğunu bu fecirde bir ihtar-ı manevî ile hissettim. Dikkatle Hizb-i Nurî'yi kısmen okudum Miftah'ı da düşündüm. bildim ki: Zındıklar küfr-i mutlak mesleğini bu iki keskin elmas kılınçların darbelerine karşı muhafaza edemediklerinden bir parça az siyasetle münasebeti bulunan Beşinci Şua'ı zahirî bir sebeb gösterdiler. hükûmeti iğfal edip aleyhimize sevkettiler.. Aynen bu ihtar ile beraber hatıra geldi ki: Bir kısım zaîf kardeşlerimiz muvakkaten vazgeçseler belki kendileri bu beladan kurtarılır. diye izin vermek istedim.. Birden ihtar edildi ki Bu derece alâkası devam eden ve iki defa bu imtihana giren ve mukabilinde bu kadar zahmet çektikten sonra.. faidesiz, zararlı kalben vazgeçmek değil.. belki yalnız onları aldatmak için sırf zahirî bir içtinab gösterebilir. Yoksa hem kendine hem bizlere hem kudsî mesleğimize zararı dokunur cezası olarak maksadının aksi tokat yer. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Sair yerlere nisbeten en sıkıntılı ve ensıkı ve en soğuk olan bu hapsin zahmet ve meşakkatını çeken. elbette bu hapsin sebebinden derecesine göre bir kaçınmak meyli olacak. Fakat onun zahirî sebebi olan Risale-i Nur'un o zahmet çekenlere kazandırdığı iman-ı tahkikî ve iman-ı tahkikî ile hüsn-i hatime ve şirket-i maneviye ile her birisine yüzer âdem kadar a'mal-i sâliha... o acı zahmeti tatlı bir rahmete çevirdiğinden bu iki neticenin fiatı sarsılmaz bir sadakat ve sebattır. Onun için pişman olmak ve vazgeçmek büyük bir hasarattır. Şakirdlerin dünya ile alâkası olmayan veya pek az bulunanlar için bu hapis daha hayırlıdır. bir cihette hürriyet yeridir. Ve alâkası bulunan ve idaresi yerinde olanlar ise sarfedilen paraları muzaaf sadakalara ve geçirilen ömür saatleri muzaaf ibadetlere çevirdiğinden şekva yerinde şükür etmeleri iktiza ediyor. Ve fakir ve zaîf kısmı ise: zâten hapsin harici de onlara faidesiz sevabsız mes'uliyetli meşakkat verdiğinden.. bu hayırlı çok sevablı mes'uliyetsiz ve arkadaşlarının mütekabil tesellileriyle hafifleşen meşakkat onlar için medar-ı şükrandır. Said Nursî

122

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك ايُِهَا الن ِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Kastamonu'da ehl-i takva bir zât.. şekva tarzında dedi. Ben sukut etmişim. Eski halimi ve zevkleri ve nurları kaybettim. Ben de dedim. Belki terakki etmişsin ki: nefsi okşayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattıran. ve hodbinlik hissini veren zevkleri keşifleri geride bırakıp daha yüksek makama mahviyet ve terk-i enaniyetle ve fâni zevkleri aramamak ile uçmuşsun. Evet.. ehemmiyetli bir ihsan-ı İlahî ihsanını enaniyetini bırakmayana ihsas etmemektir. tâ ucb ve gurura girmesin. Kardeşlerim. Bu hakikata binaen bu âdem gibi düşünen veya hüsn-i zannın verdiği parlak makamları nazara alan zâtlar.. sizlere bakıp.. içinizde mahviyet ve tevazu kisvesiyle görünen şakirdleri âdi ve âmi âdemler görür. ve der. Bunlar mı? hakikat kahramanları? ve dünyaya karşı meydan okuyanlar? Heyhat Bunlar nerede? evliyaları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede? diyerek dost ile inkisar-ı hayale uğrar. muarız ise kendi muhalefetini haklı bulur. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Bu hâdise tesiriyle ben kendimi masum kardeşlerime rıza-yı kalb ile feda etmeye kat'î azm u cezmettiğim ve çaresini fikren aradığım vakitte Celcelutiye'yi okudum. Birden hatıra geldi ki: (İmam-ı Ali Radıyallahü Anh Ya Rabbi eman ver) diye dua etmiş. inşâallah bu duanın sırrıyla selâmete çıkarsınız. Evet Hazret-i Ali Radıyallahü Anh Kaside-i Celcelutiye'de ْ ‫وَ بِا‬ iki suretle Risale-i Nur'dan haber verdiği gibi Âyet-ül Kübra Risalesine işareten (ِ‫ليَة‬

‫ت‬ ِ ‫من ِ ِهى‬ ِ َ ‫ )الْكُبَْرى ا‬der. Ve Bu َ َ‫م نَه الْف‬ ‫ج ْه‬

işarette ima eder ki: Âyet-ül Kübra yüzünden ehemmiyetli bir musibet Risale-i Nur talebelerine gelecek. (Âyet-ül Kübra hakkı için o fecet ve musibetten şakirdlerine eman ver.) diye niyaz eder. o risaleyi ve menbaını şefaatçı yapar. Ve Âyet-ül Kübra Risalesinin tab'ı bahanesiyle gelen musibet. aynen o remz-i gaybîyi tasdik etti. Hem o kasidede Risale-i Nur'un mühim eczalarına tertibiyle işaretlerin hâtimesinde َ ْ ‫وَ تِل‬ َِ ‫خوَا‬ mukabil sahifede der. (‫معَانِيه َا بِه َا‬ َ ْ‫م ع‬ ُ ‫حُرو‬ َ َ‫ص َها و‬ ْ ‫ف النُِورِ فَا‬ ُ ‫ك‬ َ ْ‫حق ِق‬ َ ‫ج‬

‫ت‬ َ ْ ‫ )ال‬yani: ِ ُ ‫خيُْر ت‬ ْ ‫م‬ َ ‫م‬

123

İşte Risale-i Nur'un sözleri ve harfleri ki: onlara işaretler eyledik. Sen onların hassalarını topla. ve manalarını tahkik eyle. Bütün hayır ve saadet onlar ile tamam olur. der. Harflerin manalarını tahkik et. karinesiyle meanayı ifade etmeyen hecaî harfler murad olmadığına belki kelimeler manasındaki Sözler namıyla Risale-i Nur muraddır. (‫الل ُهه‬ ِٰ َِ ‫ب اِل‬ ْ َ ‫سينَا اَوْ ا‬ ِ ‫) َربَِنَا ل َ تُوا‬ ِ َ‫ن ن‬ َ ْ ‫م الْغَي‬ ْ ِ ‫خذ ْنَا ا‬ ُ َ ‫خطَاْنَا ل َ يَعْل‬ Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Meyve Risalesi çok ehemmiyetli ve çok kuvvetlidir. Ümid ederim bir zaman büyük fütuhat yapacak. Sizler tam kıymetini anlamışsınız ki: bu dershaneyi derssiz bırakmadınız. Ben kendi hesabıma derim.Bu kadar zahmet ve masrafımızın meyvesi. Yalnız. (bu risale ve Müdafaa Risalesidir.) sizler ile beraber bir yerde bulunmak o masraf ve o zahmeti hiçe indirir. ve bu musibetin on mislini de çeksen. yine ucuz düşer. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Çok tecrübelerle ve bilhassa bu sıkı ve sıkıntılı hapiste kat'î kanaatım gelmiş ki: Risale-i Nur ile kıraeten ve kitabeten iştigal.. sıkıntıyı çok hafifleştirir ferah verir. Meşgul olmadığım zaman o musibet tezauf edip lüzumsuz şeylerle beni müteessir eder. Bazı esbaba (R.H.) binaen ben en ziyade Hüsrev'i, Hâfız Ali ve Tahirî'yi. sıkıntıda tahmin ettiğim halde. en ziyade temkin ve teslim ve rahat-ı kalb onlarda ve beraberlerinde bulunanlarda görüyordum. Acaba neden derdim.. Şimdi anladım ki onlar hakikî vazifelerini yapıyorlar malayani şeylerle iştigal etmediklerinden ve kaza ve kaderin vazifelerine karışmadıklarından ve enaniyetten gelen hodfüruşluk ve tenkid ve telaş etmediklerinden temkinleriyle ve metanet ve itminan-ı kalbleriyle Risale-i Nur şakirdlerinin yüzlerini ak ettiler. zındıkaya karşı Risale-i Nur'un manevî kuvvetini gösterdiler. Cenab-ı Hak onlardaki.. nihâyet tevazu ve mahviyetteki tam izzet ve kahramanlık seciyesini umum kardeşlerimize teşmil ettirsin. âmîn.

124

Kardeşlerim.. gaflet ve dünyaperestlikten çıkan dehşetli bir enaniyet bu zamanda hükmediyor. Onun için ehl-i hakikat hattâ meşru bir tarzda dahi olsa.. enaniyetten hodfüruşluktan vazgeçmek lâzım olduğundan Risale-i Nur'un hakikî şakirdleri buz parçaları olan enaniyetlerini şahs-ı manevîde ve havz-ı müşterekte erittiklerinden inşâallah bu fırtınada sarsılmayacaklar. Evet.. münafıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir plânı böyle herbiri birer zabit, birer hâkim hükmündeki eşhası müşterek bir mes'elede böyle kaçınmak ve birbirini tenkid etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır. boğuşturur manevî kuvvetlerini dağıttırır. Sonra kuvvetini kaybedenleri kolayca tokatlar vurur. Risale-i Nur şakirdleri hıllet ve uhuvvet ve fena fi-l ihvan mesleğinde gittiklerinden inşâallah bu tecrübeli ve münafıkane plânı da akîm bırakacaklar. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Sizin hapis meyveleriniz benim nazarımda firdevs meyveleri gibi hoştur. kıymetlidir. Benim sizler hakkında büyük ümidlerimi ve davalarımı tasdik ve tahkik ettiği gibi tesanüdün kuvvetini pek güzel gösterdi. O mübarek kalemler birleştikçe üç-dört elifin birleşmesi gibi üçdört yüz kıymetini bu kadar ağır tazyikat altında izhar eyledi. Ve bu müşevveş şeraid içinde vahdetinizi muhafaza eden halet-i ruhiye dünkü pusulamdaki davamı isbat ediyor. Evet (temsilde hata yok) nasılki büyük bir veli küçük bir ashab kadar(hizmet-i İslâmiyede Ehl-i Sünnetçe) mevki almadığı gibi. aynen öyle de.. Bu zamanda hizmet-i imaniyede hazz-ı nefsini bırakan ve mahviyetle tesanüd ve ittihadı muhafaza eden bir hâlis kardeşimiz. bir veliden ziyade mevki alıyor diye kanaatım gelmiş. ve siz daima bu kanaatımı takviye ediyorsunuz. Cenab-ı Hak sizlerden ebediyen razı olsun.âmîn Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Sizin tesanüdünüze benim ziyade ehemmiyet verdiğimin sebebi.. yalnız bize ve Risale-i Nur'a menfaati için değildir.

125

Belki.. tahkikî imanın dairesinde olmayanlar için. ve nokta-i istinada ve sarsılmayan bir cemaatin kat'î buldukları bir hakikata dayanmağa pek çok muhtaç bulunan avam-ı ehl-i iman için dalalet cereyanlarına karşı yılmaz. Yıkılmaz, çekilmez,bozulmaz aldanmaz ve aldatmaz bir merci',bir mürşid, bir hüccet olmak için sizin kuvvetli tesanüdünüzü gören kanaat eder ki: bir hakikat var. hiç bir şeye feda edilmez. ehl-i dalalete başını eğmez. mağlub olmaz diye kuvve-i maneviyesi ve imanı kuvvet bulur. ehl-i dünyaya ve sefahete iltihaktan kurtulur. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Eski zamanda bir şeyhin müridleri pek çok olmasından o memleketin hükûmeti siyasetçe telaş etmiş. onun cemaatini dağıtmak istemiş. O zât o hükûmet demiş. Benim yalnız bir buçuk müridim var. başka yok. İsterseniz tecrübe edeceğiz. O zât bir yerde çadır kurdu. kendi binler müridlerini oraya toplad. O da emretti Ben bir imtihan yapacağım. Her kim benim müridim ise: ve emri kabul etse. Cennet'e gidecek. Çadırın yanına birer birer çağırdı. Çadırın içinde gizli bir koyun kesti güya has bir müridini kesti Cennet'e gönderdi. O kanı gören binler müridler daha hiç biri şeyhi dinlemediler inkâra başladılar. Yalnız bir âdem dedi. Başım feda olsun. Yanına gitti. Sonra bir kadın daha gitti. başkaları dağıldılar. O zât hükûmet âdemlerina dedi. İşte benim yalnız bir buçuk müridim bulunduğunu gördünüz. Cenab-ı Hakk'a yüzbinler şükürler olsun ki: Risale-i Nur Eskişehir imtihan ve mahkemesinde şakirdlerinden yalnız bir buçuk kaybetti. O eski şeyhin aksine olarak Isparta ve civar kahramanlarının himmetiyle o zayi' olan bir buçuk âdem yerine onbin ilâve oldu. İnşâallah bu imtihanda dahi hem şark hem garbın kahramanların himmetleriyle çokları kaybedilmeyecek ve bir giden yerinde on girecek. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim

126

Size melfuf son gönderdiğim sözü reyinize göre ve menfaatinize zarar gelmemek şartıyla.. söyleyeceğim. Bir suretini bana gönderiniz. Ta yeni harf ile yazılsın.. Kardeşlerinizden Hüsrevler.. ve onlar gibi bekar ve alakalarını inkar edemeyen zatlar. benim ile beraber kalmalarına razı olsunlar.. Başkalarının ise vazife-yi Nuriye için hanelerine gitmelerine çalışacağız. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz kardeşlerim. Madem her hadisede en hakiki sebeb ve en büyük hisse kader-i İlahinindir.ve madem kader adalet eder. ve adalet vechi güzeldir. ve madem rahmetin her şeyde bir izi bir yüzü var. ve madem haklı ve mazlum olanın ahı arşa kadar çıkar. ve bire mukabil on derece mükafatı var. ve madem biz bu belayı tahrik etmedik. ve madem kutsi hizmetimiz zayi olmadı. ve belki bir cihette tevakkuf da etmedi. Başka sahada tezahüratı var.. ve madem bu işsiz sıkıntılı kışta hakiki ve hakikatli ve samimi ve halis dostlarla sohbet ve dertleşmek gâyet hoştur. ve madem koca alem-i İslam’ın en büyük bir vazifesini milyonlar âdem yerinde Risale-i Nur’un mahdud şakirtleri yapıyorlar. ve aldıkları manevi nur ve sürur ve şeref zahmetlerini rahatlandırır. Akşamda büyük bir ücret alan âdemin ikindide şiddetli çalışmasındaki meşakkati lezzet verir. Sıkıntıları bir cihette lezzetlenir. Elbette ve elbette bize lazım olan sabır içinde daima şükür etmektir. Ben hadsiz şükür derim. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Bir zaman müslim olmayan bir zât.. bir çare bulmuş. tarîkattan hilafet almış. ve irşada başlamış. Terbiyesindeki müridleri terakkiye başlarken birisi keşfen mürşidlerini gâyet sukutta görmüş. O zât ise ferasetiyle bilir. o müridine der. İşte beni sen anladın. O da demiş. Madem senin irşadın ile bu makamı buldum seni bundan sonra daha ziyade başımda tutacağım. Deyip Cenab-ı Hakk'a yalvarmış. o bîçare şeyhini kurtarmış. O şeyh birden terakki edip bütün müridlerinden

127

Geçmiş. yine onlara mürşid-i hakikî kalmış. Demek bazan bir mürid şeyhinin şeyhi oluyor. İşte asıl hüner kardeşini fena gördüğü vakit onu terketmekde değil. belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak ehl-i sadakatın şe'nidir. Münafıklar böyle vaziyetlerde kardeşlerimizin tesanüdünü ve birbirine karşı hüsn-i zanlarını bozmak için derler. İşte o kadar ehemmiyet verdiğin zâtlar.. âdi, âciz insanlardır. Her ne ise: bu musibette gerçi çok zararımız var fakat umum âlem-i İslâmı alâkadar edecek bir keyfiyet ve bir vaziyet olmasından pek çok ucuz olarak pek büyük kıymeti var. Buna benzer vukua gelen hâdiseler.. ya siyaset-i diniye veya başka şeylerle umum âlem-i İslâm namına olmadılar ve bu hizmetimizin bir neticesi olan bu fedakarlık ise.. doğrudan doğruya Kur’ân namına ve hakaik-i İmaniye hesabına ve siyasetsiz hakkaniyet ve din-i İslam niyetine olduğu cihetle umum alem-i İslamı alakadar eden ve bu vatandaki milletin ve hususen Türkün eskiden beri fedakarane hizmet ettiği kutsi dinine daima sahip ve perestijkarı bulunduğuna kuvvetli bir hüccet gösteren ve istikbalde takdirler ve tahsinlerle tebrike layık olan bu imtihanlı musibette ve çok manidar vaziyette ne kadar zarar olsa ve ne kadar masraf edilse ve ne kadar zahmet çekilse yine ucuzdur. yine kıymeti çok fiyatı azdır. diye kanaatim var. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık mübarek kardeşlerim. Birkaç gündür sizinle konuşmadığımın sebebi.. şimdiye kadar emsalini görmediğim şiddetli ve zehirli bir hastalıktır. Ben Risale-i Nur hesabına âhir ömrüme kadar Nur ve Gül dairesindeki sebatkâr ve metin ve sarsılmaz kardeşlerimle Kastamonu fedakârlar ile.. ebeden müteşekkirane iftihar ediyorum ve onlarla bütün zâlimlerin sıkıntılarına karşı bir kuvvetli nokta-i istinad ve tam bir teselli buluyorum. Şimdi ölsem. onlar var diye ferah-ı kalb ile ecelimi karşılayacağım. Ehl-i dünya ben onlarla mübareze ediyorum diye asılsız tevehhüm ederek beni hapse attılar. Fakat kader-i İlahî ben onlarla konuşmadığımdan ve ıslahlarına çalışmadığımdan beni hapse attı. Eğer ölmezsem Ve hapiste yalnız birkaç arkadaşımla kalsam. Ankara makamatına karşı âlem-i İslâmı alâkadar edecek bir alenî muhakeme ve dava isteyeceğim ve edeceğim. ve Meyve Risalesi'ni ve müdafaat parçalarını.

128

yeni harflerle müteaddid nüshalar çıkarıp mühim makamata göndereceğiz. inşâallah.. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬

.Hüsrev’in fıkrasının hülasasıdır Risale-i Nur'un kerametlerindendir ki: Üstadımız Hazretleri (Ey mülhidler ve ey zındıklar Risale-i Nur'a ilişmeyiniz. Risale-i Nur âfâtın def'ine sadaka gibi vesile olduğundan ona karşı olan hücum ve onun ta'tili âfâta karşı olan müdafaasını zaîfleştirir. Eğer ilişirseniz. yakından bekleyen belalar sel gibi üstünüze yağacaklardır.) diye on senedir kerratla söylüyordu. Bu hususta şahid olduğumuz felâketler pek çoktur. Dört senedir. Risale-i Nur'a ve şakirdlerine her ne vakit ilişilmiş ise bir felâket bir musibet takib etmiş. ve Risale-i Nur'un ehemmiyetini ve âfâtın def'ine vesile olduğunu göstermiştir. İşte Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nurla haber verdiği yüzler hâdisat içindeki felâketlerden zelzele eliyle doğruluğunu imza ederek gelen dört felâketle Risale-i Nur'un bir vesile-i def-i bela olduğunu gösterdi. Cenab-ı Hak bize ve Risale-i Nur'a taarruz edenlerin kalblerine iman ve başlarına hakikatı görecek akıl ve göz ihsan etsin. bizleri bu zindanlardan onları da bu felâketlerden kurtarsın. Âmîn. Hüsrev

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك ايُِهَا الن ِب‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz kardeşlerim. Sakın sakın münakaşa etmeyiniz. casus kulaklar istifade ederler. Haklı olsa.. haksız olsa.. bu halimizde münakaşa eden haksızdır. Bir dirhem hakkı varsa münakaşa ile bin dirhem bizlere zararı dokunabilir. Bir zaman Eskişehir hapsinde.. titiz kardeşlerime söylediğim bir hikâyeyi tekrar ediyorum. Eski harb-i umumîde Rusya'da şimalinde doksan zabitimiz ile beraber bir uzun koğuşta esir olarak bulunuyorduk. O zâtların bana karşı haddimden çok ziyade teveccühleri bulunduğundan nasihat ile gürültülere meydan vermiyordum. Fakat birden asabiyet ve sıkıntıdan gelen bir titizlik şiddetli münakaşalara sebebiyet vermeye başladı. Ben de üç dört âdeme dedim. Siz nerede gürültü işitirseniz gidiniz. haksıza yardım ediniz.

129

Onlar da öyle yaptılar. zararlı münakaşalar kalktı. Benden sordular? Neden bu haksız tedbiri yaptın? Dedim Haklı âdem. insaflı olur. bir dirhem hakkını istirahat-ı umumîyenin yüz dirhem menfaatine feda eder. Haksız ise ekseriyetçe enaniyetli olur. feda etmez gürültü çoğalır.. Kardeşlerim. Siz küçük mektublar risalesinde medar-ı teselli ve sabır ve tahammül için yazılan parçaları dikkatle ve tekrarla okuyunuz. Ben en zaîfinizim. ve bu sıkıntılı musibetten en ziyade hissedarım. Çünkü şükür ve tahammül ediyorum. ve bütün suçu bana yükleyenlerden hiç gücenmedim. ve vahdet-i mes'ele itibariyle yalnız kendini müdafaa ederek zımnen cem'iyet ve suçu bize tahmil edenlerden dahi sıkılmadım. Madem kardeşiz. beni bu sırada taklid etmenizi sizden rica ediyorum.Umumunuza çok selam ve selametinize dua ediyorum. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim ve bu misafirhane-i dünyada samimi arkadaşlarım. Ben bu gece Eski Said'in izzetli damarıyla ellerimiz kelepçeli beraber mahkemeye süngülü neferatla sevkimizi düşündüm. Şiddetli bir hiddet geldi. Birden kalbime ihtar edildi ki: Hiddet değil: belki kemal-i iftiharla: şükür ve sevinçle bu vaziyeti karşılamak lâzım. Çünki: zîşuurların ve hadd ü hesaba gelmeyen meleklerin ve ruhanîlerin ve insanlardan ehl-i hakikatın ve ashab-ı vicdanın ve iman-ı tahkikî sahiblerinin nazarlarında hak ve hakikat ve Kur’ân ve iman yolunda bu asra meydan okuyan bir kahramanlar kafilesi suretinde görüyorlar. Bunların: teveccühü rahmet-i İlahiyeyi ve kabul-i Rabbaniyeyi gösteren yüksek takdir ve tahsinlerine karşı..mahdud bir kısım serseri ve haylaz ve sefihlerin tahkirkârane nazarlarının hiçbir ehemmiyeti olamaz. Hattâ bir gün hastalığım için araba ile gittiğim zaman çok ağırlık hissettim. Ve sonra sizin gibi elim bağlı olarak beraber gittiğim vakit.. büyük bir inşirah ve manevî bir ferah hissettim. Demek o hal bu sırdan ileri gelmiş. Evet kardeşlerim. Çok defa söylediğim gibi yine tekrar ediyorum k:i tarihte Risale-i Nur şakirdleri gibi.. hak yolunda pek çok hizmet eden ve pek çok sevab kazanan ve pek az zahmet çeken görülmüyor. Biz ne kadar meşakkat çeksek yine ucuzdur. Said Nursî

130

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ ُ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اي ِهَا الن ِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Bu musibetimizden kaçmak.ve kurtulmak iki cihetle kabil değildi. Birincisi Kader-i İlahî kısmetimizin bir kısmını buradan bize yedirmek için her halde buraya gelecek idik. En hayırlısı bu tarzdır. İkincisi Aleyhimizde çevrilen dolaptan kurtulmak imkânıbulamadım. Ben hissetmiştim. fakat çare yoktu. Bîçare merhum Şeyh Abdülhakîm ve Şeyh Abdülbâki kurtulmadılar. Demek bu musibette biz birbirimizden şekva etmmiz. hem haksız hem manasız hem zararlı hem Risale-i Nur'dan bir nevi küsmektir. Sakın sakın has rükünlerin gösterdikleri faaliyeti bu musibete bir sebeb görüp onlardan gücenmek ise.. Risale-i Nur'dan çekilmek ve hakaik-i imaniyeyi öğrenmekden pişman olmaktır. Bu ise. maddî musibetten daha büyük bir manevî musibettir. Ben kasem ile temin ederim ki: Sizin herbirinizden yirmi-otuz derece ziyade bu musibette hissedar olduğum halde niyet-i hâlise ile faaliyet göstermelerinden ihtiyatsızlığı yüzünden gelen bu musibet on defa daha fazla olsa da yine onlardan gücenmem. Hem geçmiş şeylere itiraz etmek manasızdır. Çünki tamiri kabil değildir. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz Sıddık Kardeşlerim ve hak hakikat yolunda hakikatli pişman olmaz arkadaşlarım. Bu gece fecre yakın hatıra gelen bir hasbihaldir. Kitap ve evraklarımızın Ankara’ya gönderilmesi inşallah çok cihetlerle hayırlı çıkacak. ve Risale-i Nur tam merkezlerinde kendini ilan edip kendini pek kuvvetli hakaikiyle müdafaa edecek. Eğer müsademe dahi olsa: inâyet-i ilahiye ile mağlup olmaz. Bizim şimdilik vazifemiz hem eski harfle hem yeni harfle hem müdafaa ve ifadelerimi hem Meyve risalesini yazıp ve Risale-i Nur’un zahirce zayıf cephesi olan mahrem risalelerine imdat ve yardım etmektir. Gerçi bir derece daha bu medresede beraber kalmakla sıkıntı çekeceğiz. Fakat her birimiz bir vazifeyi kendine meşgale yapsa sıkıntı kalmaz. Zaten işsizliktir ki insanı sıkar. Yeni harfle güzel yazanlar başta diyanet riyaseti olarak makamata gönderilecek olan Meyve ve müdafaayı ve eski yazıları güzel olanları dahi eski yazı ile onları yazsınlar ve bir kısmı Cevşen-ül Kebir ve Evrad-ı Behaiyeyi ve Salavat-ı Nuriyeyi yazsınlar ki. burada Risale-i Nur’a manevi

131

yardım olmak üzere okunsun. ve yazıları güzel olmayanlar ise: yazanlara muhatap ve muavin ve işlerinde yardımcı olsunlar. Hocalar. hususen İstanbul’dan gelenler onları teşvik etmek ve ilmen ve fikren muavenet etmek ve münasip görürlerse hizb-i nuriyeyi tercüme etmek. ta o da diyanet heyetine ve sair münasip makamlara gönderilsin. Ta o da mahremlere yardım etsin. Kardeşlerim Merak musibeti ikileştirir. maddî musibeti kalbde yerleştirmek için, bir kök olur. hem kadere karşı bir nevi itiraz ve tenkidi ve rahmete karşı bir nevi ittihamı işmam eder. Madem her şeyde bir güzellik ciheti var. ve rahmetin bir cilvesi var. ve kader adalet ve hikmetle iş görür. elbette biz bu zamanda umum âlem-i İslâmı alâkadar edecek bir kudsî vazife yüzünden gelen hafif bir zahmete ehemmiyet vermemekle mükellefiz. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Cüz'î ve lüzumsuz âdi bir halimi size yazmak îcab etti. Kardeşlerim. Benim kat'î kanaatım geldi ki: nazar beni şiddetle müteessir ediyor. hasta ediyor. Çok defa tecrübe ettim. Ben ruh u canımla size her vaziyette arkadaş olmak isterim. َ ‫ج‬ َ ‫م‬ ُ ‫خ‬ fakat (‫ر‬ ِ ْ ‫ )اَلنَِظَُر يُد‬meşhur kaide ile nazar beni ُ ‫ل الْقِدَْر وَ الَِر‬ َ ْ ‫ل ال‬ َ ‫ج‬ َ ْ ‫ل الْقَب‬ vurur. Çünki bana bakan ya şiddetli bir adavet ile veya takdir ile nazar eder. Bu iki nazar dahi bazı insanların bir hasiyet-i isabet sırrıyla.. bakmasında bulunur. Bunun için mümkün olsa mecbur etmezlerse sizin ile beraber mahkemeye her vakit gitmemeğe niyet ettim. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. َ ‫ن تَكَْرهُوا‬ ِٰ ُ ‫ختَاَره‬ (‫الل ُهه‬ ْ ‫ما ا‬ َ ْ ‫ ) اَل‬ve (‫م‬ َ َ‫شيْئًا وَهُو‬ ْ َ ‫سى ا‬ َ َ ‫)ع‬ َ ‫خيُْر فِى‬ ْ ُ ‫خيٌْر لَك‬ sırrıyla Risale-i Nur'un en mahrem parçaları en nâmahremlerin ellerine geçmek ve en münkirlerin başlarına vurmak ve en baştakilerin yanlışlarını göstermek için (sırran tenevverat) perdesinden çıktı. Şimdiye kadar mes'ele küçültülmek isteniliyordu. Fakat nasılsa bildiler ki: mes'ele pek büyüktür ve ehemmiyetle celb-i dikkat ise: Risale-i Nur'un parlak fütuhatına ve düşmanlarına da hayretle kendini okutmasına yol açar.

132

Hattâ Eskişehir Mahkemesindeki çok mütereddidleri ve mütehayyirleri ve muhtaçları tenvir edip kurtardı. o zahmetimizi rahmete çevirdi. İnşâallah bu defa da daha geniş bir sahada daha çok mahkemelerde ve merkezlerde o kudsî hizmeti görecek. Evet: Risale-i Nur'un tarz-ı beyanını gören lâkayd kalamaz. Başka eserler gibi yalnız aklı ve kalbi değildir. belki nefsi de.. ve hissiyatı da müsahhar eder.. Sizin tahliyeniz bu hakikata zarar vermez. fakat benim beraetim zarardır. Umum âlem-i İslâmı alâkadar eden bir hakikatın hatırı için değil yalnız dünya hayatını belki lüzum olsa uhrevî hayatımı ve saadetimi dahi ehl-i imanın saadetleri için feda etmeyi nefsim dahi kabul ediyor. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك ايُِهَا الن ِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Hafız Ali benden on gün uzakken: manevi radyo gibi benim onlara karşı konuştuğum ve ihtiyat için tavsiye ettiğim acip sözleri aynı dakikada işitiyor gibi bana aynen yazıyor. cevab veriyor. Şöyle ki. ben Kastamonu’nun Karadağının tepesinde idim. Bir hissi kablelvuku ile başınıza gelecek bu geçen musibetten çekinmek için bağırarak beş defa dedim. Ey kardeşlerim. (Ata et aslana ot atmayınız ata ot aslana et atınız.) yani risalelerden herkese layıkını veriniz. Yedi gün sonra mektubunu gördük. İçinde diyor. evet üstadım Risale-i Nur’un bir kerametidir ki: (ata et.. aslana ot atmaz.) Belki(Ata ot aslana et atar.) o arslan hocaya en evvel ihlas risalesini verdi. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. ve musibet arkadaşlarım. Sizin içinizde mübarek âlimler ve âlicenab müdebbirler ve hâlis fedakâr şakirdler bulunduğundan büyük bir itimad ile size güveniyordum ki: kuvvetli ve dessas ve kesretli düşmanlarımıza karşı vahdetinizi ve tesanüdünüzü muhafaza edeceksiniz diye istirahat ediyordum. sizin ile meşgul olmuyordum. Fakat Birkaç noktayı beyan etmek lüzum oldu. (Birincisi) Tahliyeniz uzamamak için ben Ankara'ya birşey gönderip müracaat etmeyecektim. Fakat mahkeme mahrem ve gayr-ı mahrem

133

risaleleri ve eski ve yeni mektubları karıştırarak Ankara'ya gönderdiğinden mecburiyetle buradaki ehl-i vukuf gibi mahrem risaleleri esas ederek. oradaki ehl-i vukuf aleyhimize hükmetmemek için.. mahremlere hususan Beşinci Şua'ın Süfyan ve İslâm Deccalı hakkında gâyet kuvvetli cevab veren Müdafaat Risalesi'ni ve felsefe-i tabiiyenin verdiği küfr-i mağruraneyi ve iman aleyhinde cür'etkârane tecavüzünü kıran Meyve Risalesi'ni o makamata göndermek zarurî lâzımoldu. (İkinci Nokta) Aziz kardeşlerim. Sizin bu ehemmiyetli mektubunuzun cevabını yazarken. benim elime aynı mektubu verdiler. İkinci Noktaya başladım. kaldı. İşte tamam ediyorum. dikkat ediniz. Eğer bu fikrin müdür veya faidesiz avukatınız tarafından tervici varsa her halde mahkûmiyetimize tarafdar olanların bir tedbiridir ki: Ankara'daki ehl-i vukuf.. buradaki ehl-i vukuf gibi.. neşrolunmayan mahrem ve hususan Beşinci Şua risalesini esas edip bütün Risale-i Nur'a teşmil ederek müsadere etmek için.. ve Beşinci Şua'ın mes'elelerini Risale-i Nur'u okuyan bütün bîçare talebelerin dersleridir diye.. onları benim suçum ile tam bağlamak için dehşetli bir plândır. Beni konuşmaktan men'edip yazdıklarımı müsadere ile Ankara'ya göndermemek.. fikriyle müdür ve muavinin müşkilat vermeleri kuvvetli bir emaredir ki: müdafaatın cerhedilmez cevabları yetişmeden.. Ankara aleyhimize hüküm vermek içindir. (Üçüncü Nokta) Zâten mes'eleyi uzatacak ehemmiyetli kitabları, evrakları, müdafaaları dahi Ankara'ya göndereceğini mahkeme reisi o gün söyledi. Elbette şimdi gitmiş.yetişmiş. Şimdi benim muntazam ve izahlı müdafaanamem gitse. belki mes'eleyi çabuk halleder. mes'ele uzamaz. ta'cil edilir.çabuk aile sahibleri kurtulur. Fakat ben ve benim gibi.............. alâkasızlar.. kurtulmaya değil.. belki: hakaik-i imaniyeyi mülhidlere: mürtedlere karşı müdafaa etmek için en müsaid yer olan hapiste kalmamız lâzımdır. (Dördüncü Nokta) Risale-i Nur beraet etmezse ve benim bu müdafaatım nazara alınmazsa faidesiz zahirî inkârınız sizi kurtarmayacak. Vahdet-i mes'ele haysiyetiyle biz birbirimizle bağlanmışız. yalnız münasebetleri pek az bulunan bir kısım arkadaşlar kurtulabilirler. Eskişehir Mahkemesi bunu bilfiil gösterdi. Bir seneden beri gâyet dikkatle içimize casusları sokan ve safdil ve cür'etkâr talebelerin ifşaatını zabteden ve bil'iltizam bizi perişan ve mesleğimizden pişman etmek için her vesileyi istimal eden.. hattâ..

134

aleyhimize Şeyh Abdülhakîm'i sevkettikleri halde.. onu ve Şeyh Abdülbâki'yi ve bana arasıra itiraz eden Şeyh Süleyman'ı.. bizim gibi perişan eden âdemlere karşı inkârınız ve kaçmanız. onların kanaat-ı vicdaniye dedikleri düşüncelerinde beş para etmez. ve Eskişehir'de dahi etmedi. (Beşinci Nokta) Biz hem burada hem Eskişehir'de tecrübe ile kat'î anladık ki: Biz vahdet-i mes'ele cihetiyle tam bir tesanüde şiddetle muhtacız. Sıkıntıdan gelen gücenmekler ve titizlikler ve itirazlar bizim perişaniyetimizi ikileştirir. Maalesef en ziyade güvendiğim ve itimad ettiğim sizlerdiniz. Bazan hatırıma bir telaş geldiği vakit İstanbul'dan gelen kâmil ve sıddık hocaları ve Kastamonu Vilâyetinde fevkalâde sadakat gösteren zâtları tahattur ile o endişem zâil olurdu. Dikkat ediniz küfr-i mutlakı müdafaa eden gizli komite içinize parmak sokmasın. Benim komşudaki koğuşa parmağını soktu. beni azab içinde bıraktı. Şimdi siz mabeyninizde münakaşasız bir meşveret ediniz. Kararınızı kabul ederim. Fakat benim müdafaatım tâ Ankara'ya gitse, ve medar-ı nazar olsa: buradaki mahkeme kurtulması mümkün olanlar hakkında kararını vermek ihtimalini... hem şimdi bizimle uğraşan ve Abdülbâkiyi ve Abdülhakîmi ve Hacı Süleyman'ı nefyeden ve Yeşil Şemsi'yi tahliyeden sonra burada durduran âdemler elbette Hâfız Muhammed ve ve Seyyid Şefik gibi salabet-i diniyeleri ile ve onların ölmüş reislerine ve suretine baş eğmemeleriyle ve ilhada ve bid'alara tarafdarlıklarını göstermemeleriyle beraber serbest bırakmamak ihtimalini de hem Risale-i Nur'un tesettür perdesinden çıkıp gâyet büyük ve umumî bir mes'elede kendi kendine merkezlerinde mübarezesi zamanında şakirdlerini arkasında bulmak ve kaçmamalarıyla sarsılmaz ve mağlub olmaz bir hakikata bağlandıklarını mütereddid ve mütehayyir ehl-i imana ve alem-i İslama göstermeleri gâyet lüzumlu olduğunu dahi.. nazarınıza ve meşveretinize alınız. Sakın sakın birbirinizin kusuruna bakmayınız. hiddet yerinde hürmet ediniz. itiraz yerinde yardım ediniz. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık ve sadık kardeşlerim. Ben birkaç gündür bir duamı değiştirdim. Şimdiye kadar bazan günde yüz defa tekrar ile söylediğim "‫"وَاغْفِر‬

135

َ‫ِهه‬ Veya (ْ‫ )وَفِههِق‬gibi dualarda (‫ن‬ َ ‫صادِقِي‬ ‫ن‬ ‫)ال َِه‬ َ ‫صادِقِي‬

‫ل النُِورِ ال‬ َ َ ‫)طَلَب‬ ‫ة َر َهه‬ ِ ِ ‫سائ‬

cümlesinden (

kelimesini kaldırdım. tâ ki ruhsatlı amele kendini mecbur bilen ve sıkıntının verdiği evham ve me'yusiyet cihetiyle zahirî inkâr ve çekinmek ile..azimetli sadakata muhalif hareket eden kardeşlerimiz..o dualardan mahrum kalmasınlar. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك ايُِهَا الن ِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz Sıddık Kardeşlerim ِِ ُ ‫ ) لِك‬Ben hem kendimi hem sizleri hem (‫ن‬ ِ ‫م‬ َ ‫جعُو‬ ِ ‫صيبَةٍ اِن َِا ِل ِٰله ِه وَاِن َِا اِلَي ْهِ َرا‬ ُ ‫ل‬ Risâle-i Nur'u ta'ziye ve merhum Hâfız Ali'yi ve Denizli kabristanını tebrik ediyorum. Meyve Risalesinin hakikatını ilmelyakîn ile bilen bu kahraman kardeşimiz aynelyakîn ve hakkalyakîn makamına çıkmak için kabre cesedini bırakıp melekler gibi yıldızlarda ve âlem-i ervahta seyahata gitti. ve tam vazifesini yapıp terhis ile istirahata çekildi. Cenab-ı Erhamürrâhimîn Risâle-i Nur'un bütün yazılan ve okunan harfleri adedince onun defter-i a'maline hasenat yazdırsın. Âmîn. Ve onlar sayısınca ruhuna rahmetler yağdırsın. Âmîn. Ve kabrinde Kur’ânı ve Risâle-i Nur'u ona şirin ve enîs arkadaş eylesin. Âmîn. Onun yerinde on kahramanı ihsan edip çalıştırsın. Âmîn Âmîn Âmîn. Siz dahi benim gibi dualarınızda onu yâdediniz. Bin lisanı onun lisanı yerine istimal edip o kaybettiği bir hayat ve bir dil yerinde manevî bin hayatı kazandı diye rahmet-i İlahiyeden ümidvarız. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك ايُِهَا الن ِب‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Bana karşı su-i kastın bir numunesini ve kanunsuz ve keyfi tecrid ve tazyikin bir misalini beyan etmeye bir ihtar aldım. Şöyle ki: Isparta’da müdde-i umuminin ve müdürün tensibiyle bana hizmet perdesi altında esrarımı anlamak ve kimse ile görüştürmemek için aslen kürd bir âdemi tayin etmiştiler. Ben de bilmeyerek ona itimat ettim. İleride zarurette kalmamak için büyük bir minder kilim antika bir seccade gibi çok eşyamı o âdeme ve ser gardiyana müdürün ve müdde-i umuminin malumatları altında satmak için teslim ettim.

136

O ikisi gittiler. Ucuz sattılar geldiler. Bana doksan banknot verdiler. Hem müdde-i umumi marifetiyle kitap ve evraklarım içinde Kastamonu zabıtasının teharride alıp gönderdiği paradan kırk yedi banknot bana teslim edildi. Tesbihler şemsiyeler gibi sattığım ufak tefek bazı şeylerimi ayrı yazılı fiyatlarıyla beraber yüz elli banknotumu muhafaza edecek hapiste kardeşlerimle hariçte dostlarımla su-i kast eseri olarak hiçbir cihette görüştürmediler. Ta ki emanetlerimi onlara teslim edeyim. Halbuki yalnız bulunduğumdan ve her tarafta tazyik ve bazen teharri ettikleri için o paraları yanımda bırakamadım. Burada ser gardiyan beni arama yaptı. Yalnız otuz banknot bulundu. Bütün hayatımda minnet altına girmediğim için ve mukabelesiz hediyeleri kabul etmediğim için o casusa ser gardiyanın malumatıyla yüz elli banknotumu teslim ettim. Ta ki aşağıya gelen bir sadık dostuma versin. Muhafaza eylesin. O casus gitti. Sonra geldi. Dedi verdim. Beni kimseyle görüştürmediklerinden bir şahit bulamadım ve onu darıltmamak için bir senet almadım. O haini sadık zannettim. Halbuki vermemiş. İşte benim gibi bir âdem böyle vaziyette her vesile ile ihanete maruz ve haysiyetimi kırmak ve tese’ül ile rezil etmek için kanunsuz, keyfi tazyiklere hedef olduğum..bir zamanda bu muamele gerçi şahsi ve cüz’idir. Fakat benim gibi bir âdemde böyle bir vaziyette binler lira hükmünde bir zarardır. Demek kardeşlerimden maddeten en çok zarar görenden benim daha ziyade maddeten yalnız bu parada zararım var. Sizi kasemle temin ederim ki: benim bundan teessürüm yalnız bunun ile muhabere cihetinde alakadar bir iki kardeşimin teessürlerindendir. Yoksa beş para ehemmiyet vermem. Bu maddi zararın binler derece fevkinde Risale-i Nur haysiyetinden gelen manevi zararlara maruz kaldığımız halde kemal-i sabır ile ve neticesi itibariyle kemal-i şükür ile ve alem-i İslam’a imani hizmet itibariyle kemal-i iftiharla karşıladığımızdan bu hadisenin hiçbir ehemmiyeti kalmaz. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık mübarek kardeşlerim. Cenab-ı Erhamürrahimin müdafaat ve rehberin harfleri adedince yazan mübareklerden belaları def eylesin. Amin. Ve her bir harflerine mukabil on günahlarını affetsin. Amin. Ve mübareklerden ve Hafız Ali’nin ve Muhammed Zühtü’nün kabirlerine onların sayısınca

137

rahmetler eylesin. Amin. Ben has üstadlarımın dairesinde Gümüşhane’li (Kuddis-i sirra) ve Mecmuat-ül Ahzab sahibi Hazret-i Ahmed Ziyaeddin (Kuddis-i sirra) ismi yanında Hafız Ali ve Muhammed Zühdü’nün isimlerini mütemadiyen yad ediyorum. Çünkü bu iki zat: Risale-i Nur’un neşrinde Ahmed Ziyaeddin’in hizblerinin neşri gibi çok büyük bir hizmet-i kutsiyede bulunmuşlar. Şimdi de neşrettikleri ve yazdıkları ve ikazlarıyla ölmemiş gibi çalışıyorlar. Manevi ve nuri hayatları dünyada dahi devam ile berzahta onlara mütemadiyen rahmet yağdırıyorlar. Hem onların vefatları bir hizmet daha bize ediyor. Çünkü ben gördüm ki: bazı kardeşlerimiz mahkemede Muhammed Zühdü’nün arkasında kendini saklıyor. O neşretmiş diye o şeref-i azimi bütün ona veriyor. Kendini mahkemenin şerrinden kurtarıyor.ve Isparta’da dahi aynen müddeiden anladım. Hafız Ali dahi onun gibi çoklarımızı zulümden kurtardı diye o iki kahraman büyük üstadlarımın dairesinde bil istihkak makam almışlar. Bir kardeşimiz rüyasında bu iki kahramanın beraber bizim için hapse geldiklerini görmesi ise: hem yardım. hem teşekkür içindir tahmin ederim. Kardeşlerim. her ihtimale karşı ihtiyaten eğer bir arama olsa ve nüshalarınız görünse diyeceksiniz ki: vahdet-i mesele itibariyle bu iki risale her birimizin tam müdafaasıdır. Elbette her birimizin elinde bulunması hakkımızdır. Madem Ankara makamatına resmen gitmişler. Elbette o iki müdafaaya elimizde ilişilmez. ve her birimizin elinde bulunması lazımdır. Eğer denilse neden bu kadar çok yazıyorsunuz ? ve çok uzun ve sadet harcında imani meseleleri müdafaat içinde yazıyorsunuz? Onlara cevaben diyeceksiniz ki: biz altmış kişiyiz. Çoğunun yazısı yok. Hem binler masum Risale-i Nur şakirtlerinin ve yüz otuz risalenin müdafaa namesi elbette o nisbette çok uzun olması lazım gelirken.. mecburiyetle gâyet kısa yazılmış. Tarihlerde bu çeşit imani ve ilmi mahkeme ve hakaik üzerine böyle muhakeme emsali vuku’ bulmamış. Onun için risaleler şeklinde böyle yazıyoruz. Eğer kardeşimiz Said serbest olsa idi.ve görüşmekten tecrid edilmese idi. bu ilmi.. ve imani hakikatlerin müdafaa için on, yirmi risale yazılacaktı. Bununla beraber ihtiyat etmek lazımdır. Gerçi lehimizde bulunanlar çokturlar. Fakat aleyhimizdekiler çok dessas ve alçak ve haindirler. Vazifemiz ise tevakkuf etmiyor. tenevvü’ ediyor. Biz bazen bir tek muallime bir tek risaleyi okuttuğumuzdan memnun ve müteşekkir oluyorduk. Şimdi yüzler belki binler feylesoflara, alimlere büyük memurlara ve adliyecilere ve mebuslara merak ile ve dikkat ile okumaya meydan açılmış. Ne kadar muannid ve mütemerrid bir mu’teriz dahi olsa Risale-i Nur’un keskin hüccetlerine karşı

138

lakayıt kalamaz. Küfr-i mutlaktan küfr-i meşküke çıkar. Bir derece istifade eder. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Cenab-ı Erhamürrâhimîn'e hadsiz şükürler olsun ki: bu acib zamanda ve garib yerde talebe-i ulûmun kıymetli şerefini ve ehemmiyetli hizmetlerini sizler vasıtasıyla bizlere de müyesser eyledi. Ehl-i keşf-el kuburun müşahedesiyle müteaddid vakıat ile tahsil-i ulûm anında vefat eden bazı müştak ve ciddî bir talebe-i ulûm şehidler gibi kendini hayatta ve kendi dersiyle meşgul görüyor. Hattâ meşhur bir ehl-i keşf-el kubur vefat eden ve ilm-i Sarf ve Nahiv okuyan bir talebenin kabrinde Münker Nekir'e nasıl cevab verecek diye murakabe َ ُِ ‫ن َرب‬ etmiş. ve müşahede edip işitmiş ki: Melek-i sual.. ondan sordu. (‫ك‬ َ ) (Senin rabbin ْ ‫م‬ kimdir?) dediği zaman.. o Nahiv dersiyle iştigal ederken vefat eden talebe o meleğe cevabında َ ‫ )َرب ُِه‬onun haberidir. Nahiv ilmince cevab vermiş kendini demiş. (‫ن‬ َ ) mübtedadır (‫ك‬ ‫م ْه‬ medresede zannetmiş. İşte bu vakıaya muvafık olarak ben merhum Hâfız Ali'yi aynen hayatta gibi Risale-i Nur'la meşgul olarak en yüksek bir ilimde en çalışan bir talebe-i ulûm vaziyetinde ve tam şehidler mertebesinde ve tarz-ı hayatlarında biliyorum. ve o kanaatla ona ve onun gibi Mehmed Zühdü'ye bazı dualarımda derim. Ya Rabbi Bunları kıyamete kadar Risale-i Nur kisvesinde hakaik-i imaniye ve esrar-ı Kur’âniye ile kemal-i ferah ve sevinçle meşgul eyle.. Âmîn.. İnşaallah rehber tam bir rehber olup gençleri ve mahbusları rah-ı selamete çıkarır. Cenab-ı Hakk onu yazanlara her harfine on rahmet eylesin. Âmîn. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ِٰ ‫ة‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Bu nevi hadîsler müteşabih kısmındandırlar. Hem cüz'î ve hususî değiller. hem umumi yerlere bakmıyorlar. Bu rakam ise ümmetin başına gelen dinî fitnelerden yalnız birtek zamanı ve Hicaz ve Irak'ı misal olarak gösterir. Zâten Abbasîlerin zamanında

139

o tarihte Mu'tezile, Râfızî, Cebrî ve perde altında zındıklar, mülhidler ve İslâmiyeti zedeleyen çok fırak-ı dâlle meydana gelmiştiler. Şeriat ve itikad noktasında ehemmiyetli sarsıntılar olması hengâmında. Buharî, Müslim, İmam-ı A'zam, İmam-ı Şafiî, İmam-ı Mâlik, İmam-ı Ahmed, İbn-i Hanbel ve İmam-ı Gazalî ve Gavs-ı A'zam ve Cüneyd-i Bağdadî gibi pekçok eazım-ı İslâmiye imdada yetişip o fitne-i diniyeyi mağlub ettiler. O tarihten üçyüz sene kadar o galebe devam etmekle beraber. perde altında yine o ehl-i dalalet fırkaları siyaset yoluyla Hülâgu ve Cengiz fitnesini İslâmların başına getirdiler. Bu fitneden hem hadîs hem Hazret-i Ali Radıyallahü Anh sarih bir tarzda aynı tarihiyle işaret ediyorlar. Sonra bu zamanımızın fitnesi en büyük bir fitne olduğundan hem müteaddid hadîsler hem çok işarat-ı Kur’âniye aynı tarihiyle haber veriyorlar. Buna kıyasen ümmetin geçireceği safahatı küllî bir surette bir hadîs rivâyet.. ettiği vakit bazan o küllînin birtek hâdisesini misal olarak tarihini gösterir. Böyle müteşabih ve manası tamam anlaşılmayan hadîslerin Risale-i Nur eczaları kat'î bir surette tevillerini beyan etmiş. Yirmidördüncü Söz'de Beşinci Şua'da bu hakikatı düsturlarla isbat etmiş. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ ُ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اي ِهَا الن ِب‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Ben merhum Hâfız Ali'yi unutamıyorum. Onun acısı beni sarsıyor. Eski zamanlarda bazan böyle fedakâr zâtlar. kendi dostu yerine ölüyorlardı. Zannederim o merhum benim yerimde gitti.eğer Onun fevkalâde hizmetini sizler gibi o sistemde zâtlar yapmasa idi Kur’âna İslâmiyete büyük bir zayiat olurdu. Ben onun vârisleri olan sizleri tahattur ettikçe o acı gidiyor.bir inşirah geliyor. Medar-ı hayrettir ki: ben şimdi onun manevî belki maddî hayatıyla âlem-i berzaha gitmesi cihetiyle o âleme gitmek için bende bir iştiyak zuhur etti.ve ruhuma başka bir perde açıldı. Nasılki: buradan Isparta'daki kardeşlerimize selâm göndererek muarefe ve muhabere ile sohbet ediyoruz.aynen öyle de Hâfız Ali'nin tavattun ettiği âlem-i berzah nazarımda Isparta,Kastamonu gibi olmuş. Hattâ bu gece mesmuata göre

140

buradan birisi oraya gönderilmiş. On defadan ziyade teessüf ettim. Ne için Hâfız Ali'ye onun ile selâm göndermedim. Sonra ihtar edildi ki:Selâm göndermek için vasıtalara ihtiyaç yok. kuvvetli rabıtası telefon gibidir. hem o gelir. alır. hem O büyük şehid Denizli'yi bana sevdiriyor. daha buradan gitmek istemiyorum. O ve Mehmed Zühdü hayatlarında iken gördükleri vazife-i imaniye ve Nuriyeye devam ediyorlar. Onlar pek yakından temaşa ediyorlar. Evliya-yı azîmenin dairesinde kıymetli hizmet noktasında mevki aldıklarından ben o ikisinin isimlerini silsilemde aktabların isimleri yanında yâdedip hediyelerimi bağışlıyorum... Kardeşlerim bu iki meyve hediyenize mukabil Cenâb-ı Hakk firdevsde iki milyon meyve-i cenneti yazanlara ihsan eylesin. Âmîn. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ Risale-i Nur'un Gençlik Rehberinin Meyve Risalesi'ndeki beş mes'elesinin haylaz gençlerde dokuz tokadı.Risale-i Nur'un bir latif kerameti olduğunu o gençlerde tasdik ediyorlar. (Birincisi) Bana hizmet eden Feyzidir. Bidâyette ona dedim. Sen Meyve"nin bir dersinde bulundun haylazlık yapma. O yaptı. birden tokat yedi.bir hafta eli bağlı kaldı. Evet doğrudur. Feyzi (İkincisi) Bana hizmet eden ve Meyveyi yazan Ali Rıza. Bir gün yazdığını ona ders verecektim. O haylazlığından yemek pişirmek bahanesi ile gelmedi. bir tokat yedi. O vakit onun tenceresi sağlam iken dibi yemek ile beraber tamamen düştü.ve döküldü. Evet doğrudur. Ali Rıza (Üçüncüsü) Ziya: Meyvenin gençliğe ve namaza dair mes'elelerini kendine yazdı.namaza başladı. Fakat haylazlık yaptı.namazı ve yazıyı bıraktı. Birden o vakitte tokat yedi. Hilaf-ı âdet sebebsiz başı üstündeki sepeti ve elbiseleri yandı. O kadar kalabalık içinde yanıncaya kadar kimse farkında olmaması kasdî bir şefkat tokadı olduğunu gösterdi. Evet doğrudur.Ziya (Dördüncüsü) Mahmuddur. Ona Meyvedeki gençlik ve namaz mes'elelerini okudum.ve dedim Kumar oynama.namaz kıl Kabul etti. Fakat haylazlık galebe etti.namaz kılmadı. kumar oynadı. Birden hiddet tokatını yedi. Üç dört

141

defada daima mağlub olup.fakir haliyle beraber kırk lirayı ve sako ve pantolonu kumara verdi.daha aklı başına gelmedi. Evet doğrudur.Mahmud (Beşincisi) Ondört yaşında Süleyman namında bir çocuk.ziyade haylazlık yapıyordu. Ona dedim. Uslu dur.namazını kıl. Senden büyük haylazlar içinde temkinli ol. O namaza başladı. fakat yine namazı terk edip haylazlığa girdi. Birden tokat yedi. Uyuz illetine mübtela oldu. yirmi gündür yatağında yatmağa mecbur oldu.. Evet doğrudur. Süleyman (Altıncısı) Bana bidâyette hizmet eden Ömer. namaza başladı. şarkıları bıraktı. Fakat bir akşam kapıma yakın bir şarkı kulağıma geldi. evrad ile meşguliyetime zarar verdi. Ben hiddet ettim.çıktım. gördüm ki hilaf-ı âdet Ömer'dir. Ben de hilaf-ı âdet bir tokat vurdum. Birden sabahleyin hilaf-ı âdet olarak o Ömer başka hapishaneye gönderildi. Evet doğrudur. (Yedincisi) Hamza namında onaltı yaşında sesi güzel olduğundan şarkı söyleyen bir gençtir. haylazlık ediyordu.başkalarının haylazlık etmesine sebeb oluyordu. Ona dedim. Böyle yapma tokat yiyeceksin. Birden ikinci gün bir eli yerinden çıktı iki hafta azabını çekti. Evet doğrudur. Hamza Bu gibi tokatlar daha var. fakat kâğıt bitti.mana da bitti. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. ِٰ ُ ‫ختَاَره‬ (‫الل ُهه‬ ْ ‫ما ا‬ َ ْ ‫ ) اَل‬sırrıyla bu mes'elemizin te'hiri hayırdır. Çünki bütün َ ‫خيُْر فِى‬ mekteblerde ve dairelerde ve halklarda o ölmüş süfyanın muhabbeti telkin ediliyor. Bu halin ise âlem-i İslâma ve istikbale pek elîm ve acı bir tesiri olacaktı. Şimdi ihtiyarımız haricinde onun mahiyeti ne olduğunu en başta ve en ziyade alâkadar ve en son ondan vazgeçecek âdemlerin ellerine kat'î hüccetlerle gösteren ve isbat eden Risale-i Nur geçmesi kemal-i merak ve dikkatle okunması öyle bir hâdisedir ki:bizler gibi binler âdem hapse girseler hattâ i'dam olsalar Din-i İslâm cihetiyle yine ucuzdur. Hiç olmazsa küfr-i mutlaktan ve irtidaddan en mütemerridleri bir derece kurtarır. meşkuk bir küfre çıkar. mağrurane ve cür'etkârane tecavüzlerini ta'dil eder.

142

Mahkemede son söz olarak yüzlerine söylediğim bu cümle (Milyonlar başlar feda oldukları bir kudsî hakikata başımız dahi feda olsun). bizim nihâyete kadar sebat edeceğimizi dava etmişiz. Bu davadan vazgeçilmez. İçinizde vazgeçecek yok ümid ediyorum. Madem şimdiye kadar sabrettiniz.Daha kısmetimiz ve vazifemiz bitmedi diye tahammül ve sabrediniz. Her halde Meyvedeki kat'î hüccetlerle kabil-i inkâr olmayan i'dam-ı ebedî ve nihâyetsiz haps-i münferid mesleğini müdafaa etmek için Risale-i Nur'a anudane hareket edilmeyecek. belki musalaha veya mütareke çaresi aranılacak.

ْ ُ ‫مفْتَا‬ ُِ ‫ج وَال‬ َِ ‫اَل‬ ‫سُرور‬ ِ ‫صبُْر‬ ِ ‫ح الفََر‬

Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Birbirinizi enaniyetle veya sadakatsızlıkla ittiham etmemek için bir hakikatı beyan etmekliğim ihtar edildi. Ben bir zaman enaniyetini bırakmış ve nefs-i emmaresi kalmamış büyük evliyadan şiddetli bir surette nefs-i emmareden şikâyet ettiğini gördüm. hayrette kaldım.. Sonra kat'î bildim ki: âhir ömre kadar mücahede-i nefsiyenin sevabdar devamı için nefs-i emmarenin ölmesi üzerine onun cihazatı damarlara ve hissiyata devredilir. mücahede devam eder. İşte o büyük evliyalar bu ikinci düşmandan ve nefsin vârisinden şikâyet ederler. Hem manevî kıymet ve makam ve meziyet bu dünyaya bakmıyor ki kendini ihsas etsin. Hattâ en büyük makamda bulunanlardan bazı zâtlara verilen büyük bir ihsan-ı İlahîyi hissetmediklerinden kendilerini herkesten ziyade bîçare ve müflis telakki etmeleri gösteriyor ki: avamın nazarında medar-ı kemalât zannedilen keşf ü keramet ve ezvak u envâr. o manevî kıymet ve makamlara medar ve mihenk olamaz. Sahabelerin bir saati başka velilerin bir güni belki bir çillesi kadar kıymeti olduğu halde keşif ve manevî hârikulâde hâlâta evliya gibi mazhariyetleri her sahabede olmaması bu hakikatı isbat ediyor. İşte kardeşlerim Dikkat ediniz. sizin nefs-i emmareniz kıyas-ı binnefs cihetinde sû'-i zan noktasında sizleri aldatmasın. Risale-i Nur terbiye etmiyor diye şübhelendirmesin. Said Nursî

143

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık sarsılmaz ve tevekkülün mahiyetini ve kıymetini anlayan kardeşlerim. Yirmi seneden beri hiçbir gazeteyi ne okumak için ve ne sormak için merakım olmadığı halde.. pek çok teessüf ile yalnız bir kısım zaîf kardeşlerimizin hatırları için bugün bir gazetenin bir bahsini gördüm. Ondan bildim ki: perde altında ve üstünde ehemmiyetli cereyanlar rol oynuyorlar. Meydanda biz göründüğümüzden bizleri o cereyanlarla alâkadar tevehhüm ediyorlar. İnşâallah Risale-i Nur'un dört sandık kuvvetli ve cerhedilmez risaleleri ve pek kat'î müdafaa defterleri hem bizim hakkımızda hem iman ve Kur’ân ve İslâm hakkında bir hayırlı netice verecekler. Biz onların dünyalarına karışmadık. ve karışacağımızı hiçbir cihetle daha tesbit edemediler. Mecburiyetle bütün Risale-i Nur'u Ankara tahkik için istedi. Madem hakikat budur. ve madem.. şimdiye kadar Risale-i Nur'un hizmetinde inâyet-i Rabbaniye tecellisini inkâr edilmeyecek derecede gördük. herbirimiz cüz'î ve küllî bunu hissetmişiz ve madem şimdi siyasetin ve dünyanın çok cereyanlarının birbirine karşı tahşidatı oluyor. ve madem elimizden kazaya rıza ve kadere teslim ve hizmet-i imaniye ve Kur’âniye ve Nuriyenin verdikleri büyük ve kudsî teselliden başka bir şey gelmiyor. elbette bize en elzem iş telaş etmemek ve me'yus olmamak ve birbirinin kuvve-i maneviyesini takviye etmek

144

ve korkmamak ve tevekkülle bu musibeti karşılamak ve habbeyi kubbe yapan farfaralı gazetecilerin kubbelerini habbe görüp ehemmiyet vermemektir. Bu dünya hayatının hususan bu zamanda bu şeraid altında kıymeti yoktur. Başa ne gelse gelsin hoş görmeli. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Maarif vekili yüzünden perdeyi kaldırdı. ve küfr-i mutlakı başka bir kisvede gösterdi. Bizim son gönderdiğimiz müdafaatı daha almadan başka saik ile o beyannameyi yazmış. Gerçi ben o daireye göndermeyi düşünmüyordum. fakat bazı kardeşlerimizin tensibiyle onlara göndermek hem münasib hem lâzım olduğunu bu hal gösterdi. Çünki herhalde.. bu derece ilhadda taassub taşıyan bir vekil.. Ankara'ya gönderilen evrak ve mahrem risalelere karşı lâkayd kalmazdı.. Birden doğrudan doğruya cerhedilmez müdafaatlar başına vuruldu. çok iyi oldu. İnşâallah o dairede dahi Risale-i Nur lehinde kuvvetli bir cereyan uyandıracak. Kardeşlerim. Madem bir kısmın mahiyetleri bu tarzdır. Onlara ve o kısma teslim olmak manevi bir intihardır. İslâmiyetten pişman olmaktır.. belki dinden insilah etmektir. Çünki o derece taassub etmiş ki: bizim gibilerden yalnız teslimiyetle ve tasannu'la ve onlara politika etmekle razı olmuyorlar. Kalbini ve vicdanını bırak yalnız dünyaya çalış diyorlar. İşte bu vaziyete karşı.. inâyet-i Rabbaniyeye dayanıp metanet ve sabır ve tevekkül ederek.. dört sandık Risale-i Nur eczaları o merkeze yetişip kuvvetli hakikatlarile galebe çalmasına dua etmekten başka çare yoktur. Biz birbirimizden çekinmek ile ve gücenmekle ve Risale-i Nur'dan çekilmek ile ve onlara teslim olmakla hattâ iltihak etmekle faide vermediği şimdiye kadar tecrübe edildi. Hem hiç merak etmeyiniz. O vekilin o farfara telaşı za'fına ve tam korkusuna delalet eder.. Tecavüze değil: belki tedafüe mecburiyeti bildiriyor. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ٰ ‫ة‬ ُِ ِ ‫ك ايُِهَا الن ِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

145

Aziz kardeşlerim. Homa'lı kardeşlerimizden Ali namında bir şakird Hâfız Ali Rahmetullahi aleyhin vefatı günlerinde vefat ettiğini Sami Bey bana söylediği gibi Homa'lı kahramanlardan Mehmed Ali dahi bana yazdı. Ben de o Ali'yi o büyük şehid Ali'ye çok dualarda arkadaş yaptım. Bu yakında bizim ile alâkadar bir hanım üç kardeşimizin öldüğünü görmüştü. Tabiri Bu iki Ali ve Risale-i Nur'a tabi bu asılan Mustafa umumumuzun bedeline âhirete gittiler. ve selâmetimizin hesabına feda oldular demektir. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك ايُِهَا الن ِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz Sıddık Kardeşlerim. İki-üç kardeşlerimiz şöyle güzel bir teselli kendilerine bulmuşlar. Diyorlar ki: Bu hapiste bir kısım kardeşlerimiz bir-iki saat gayr-ı meşru' bir hareket yüzünden bir-iki sene belki on sene bu sıkıntı içinde sabır ve tahammül ediyorlar. Hattâ bir kısmı şükrederek başka günahlardan kurtulduk dedikleri halde.. biz Risâle-i Nur vasıtasıyla en meşru' bir hareket ve hizmet-i imaniye yüzünden altı-yedi ay hayırlı sıkıntıdan neden şekva ediyoruz diyorlar. Ben de bin Bârekâllah onlara derim. Evet beş-on sene hem imanını hem başkaların imanını kurtarmak niyetiyle zevkli, tatlı, hayırlı kudsî bir hizmet ve yüksek bir ubudiyet-i fikriye (A.S.) yüzünden beş-on ay zahmet çekmek. medar-ı şükür ve iftihardır. Bir hadîste ferman etmiş Bir tek âdem seninle hidâyete gelse.. sahra dolusu kırmızı koyun ve keçilerden daha hayırlıdır. İşte burada ve mahkemede ve Ankara'da sizlerin yazılarınız ve hizmetleriniz vasıtasıyla ne kadar insanlar imanlarını dehşetli şüphelerden kurtardığını ve kurtaracağını düşününüz. sabır içinde kemal-i rıza ile şükrediniz.. Eğer Ankara oraya giden Risâle-i Nur'un kuvvetli kitablarına karşı inad etse.. ve musalaha niyetiyle himayesine çalışmazsa.. bizim en rahat yerimiz hapistir. ve mülhidler bolşevizmi Zındıka ile birleştirdiğine alâmettir. ve hükûmet dahi onları dinlemeğe mecbur olur. O zaman Risâle-i Nur çekilir. tevakkuf eder. maddî ve manevî musibetler hücuma başlarlar. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ِٰ ‫ة‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

146

ْ َ ْ‫مع‬ ‫س‬ ِٰ ِ ‫س هههههههههههههههههههههههم‬ ِ ‫ن الَِر‬ ْ ‫الله ِه الَِر‬ ْ ِ‫ب‬ ِ ْ ‫شَر ال‬ َ ‫حيم ِ يَا‬ ِ ‫ج‬ ِ ْ ‫ن وَالِن‬ ِ ٰ‫حم‬ ٌ ‫س‬ ‫م‬ ِ ‫ل‬ ُ ‫م ُر‬ ْ ُ ‫منْك‬ ْ ُ ‫م يَاْتِك‬ ْ َ ‫اَل‬ âyet-i celileleri mucibince cinlerden de peygamber geldiği bildiriliyorsa da bu husustaki müşkilin halli için vaki' suale üstadımızın verdiği cevabdır. Aziz kardeşim Hakikaten senin bu sualin çok ehemmiyeti var. Fakat Risale-i Nur'un en ehemmiyetli vazifesi beşeri dalaletten ve küfr-i mutlaktan kurtarmak olduğundan bu çeşit mes'elelere sıra gelmiyor. onlardan bahis açmıyor. Selef-i Sâlihîn dahi çok bahsetmemişler. Çünki öyle gaybî ve görünmeyen işlerde sû'-i istimal düşer. Hem şarlatanlar hodfüruşluklarına bir vesile yapabilirler. Nasılki şimdi ispirtizmacılar cinler ile muhabere namıyla şarlatanlık yapıyorlar. zararına âlet ederler diye çokça medar-ı bahs edilmez. Hem Hâtem-ül Enbiya'dan sonra cinlerde peygamber gelmemiş. Hem bu zamanda bir tağut-i beşeri olan maddiyunluk fikri cin ve ruhanilerin vucüdunu tanımadığından Risale-i Nur her şeyden evvel Ruhanilerin vücudlarını kat'î hüccetlerle isbat etmeye çalışmış. bu mes'eleye üçüncü derecede bakmış. tafsilini başkalara bırakmış. Belki: inşâallah bir vakit Risale-i Nur'un bir şakirdi Sure-i Rahman'ı tefsir edip bu mes'eleyi de halleder. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك ايُِهَا الن ِب‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz Sıddık Kardeşlerim. Pek ciddi bir cilve–i inâyet olan ihtiyarsız: ve zahiren sebebsiz bir halimi size beyan etmeye bir ihtar aldım. Şöyle ki: geçen seneye kadar Risale-i Nur’un cüzleri her köye ve herkese vermek için ve yetiştirmek cihetiyle küçük parçalar ve birer risale tarzında idiler. Birdenbire ihtiyarsız gibi ehemmiyetli bir surette mecmualar şeklinde toplayarak güya daha mühim yerlerde okunacaktır diye ciltlettirdik. Feyzi cildi güzel yapıyordu. Asiye dahi tezyin ediyordu. Şimdi hikmeti anlaşıldı. Küre, İnebolu, Taşköprü yerlerinde: adliye, muarif, mebuslar dairelerinde o büyük mecmualar okunmaya başladı. Hem medar-ı hayrettir ki: o zaman bütün bütün adetime ve vaziyetime muhalif olarak Abdülmecid’in çocuklarına elbise, erzak gibi çok şeylerimi gönderdim. Güya ben ölüyorum. veya buradan gidiyorum. Zayi olmasın diye Risale-i Nur’un çok ehemmiyetli birkaç mecmualarını da gönderdim.

147

Zerafetli latif bir cilve-i inâyet dahi.. dünden beri göründü. Şöyle ki: Meyveyi tashih ederken: komşumdaki haylazlar içinde heyecanlı bir telaş oldu. Müdür birinin bir pusulasını yakalamış. İçinde Risale-i Nur’dan ve namazdan bahis varmış. Müdür o genci çağırmış. Demiş hocayı dinlemeyiniz. Ben toplayacağım. O genç geldi. Bir velvele verdi. Bütün onların yazdıklarını bana getirdiler. Ben dedim. Sizi değil eğer olsa beni taciz ederler. Sonra ben pencerede otururken müdür geçti. Çağırdım. Dedim bu haylazların terbiyeleri namaz ile olur. Neden? Müdür birden dedi. ağır cezada eski ezan okunuyor. Ben kapatacağım gibi sözler söylemeye başladı. Ben sıkıldım. Bu derece dalalette taassup gösteren bir âdemin tahakkümü ağırdır diye müteessir oldum.. Bu sabah yedi sekiz haylazlar namaza başlayıp dediler. Risale-i Nur’un bir kısım şakirtleri hapisten çıkmak istemiyorlar. Biz dahi o mübareklere benzemeliyiz. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ‫ه‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ َ ‫ح‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ Aziz sıddık kardeşlerim. İhtiyarsız (üç nokta) kalbe geldi. Demek beyanı münasiptir. (Birincisi) (‫شى ب ِههِ فِهى النَِا سِه‬ ‫م ِه‬ َ َ‫حيَيْنَاه ُه و‬ ْ َ ‫فَا‬ ُ ‫جعَلْن َها ل َه‬ ْ َ ‫ه نُوًرا ي‬

‫ميْت ًها‬ َ ‫م نْه كَا‬ َ ‫نه‬ َ َ‫)اَو‬

âyeti hem Risale-i Nur'a hem (‫ميْتًا‬ َ ) kelimesiyle üç kuvvetli emare ve münasebetlerle Risale-i Nur'un bu bîçare şakirdine işareti: Birinci Şua'da izah edilmiş. Şimdi bu hâdisede o emarelerden birisi tam hükmediyor. Çünki bize zulmedenler: ellerinde hayat ve medeniyeti ve lezzeti tutup bizi o tarz-ı hayata ehemmiyet vermemekle ittiham edip mes'ul ediyorlar. hattâ i'dam ve ağır ceza ile hapse sokmak istiyorlar. Fakat kanunca sebeb bulamıyorlar.. Biz de ellerimizde hayat-ı bâkiyenin mukaddemesi ve perdesi olan mevti ve ölümü tutup.. onların başlarına vurup.. intibaha getirmek ve onların hakikî mes'uliyet ve mahkûmiyetten ve i'dam-ı ebedîden ve daimî haps-i münferidden kurtulmalarına bütün kuvvetimizle çalışıyoruz. Hattâ Ankara'ya giden şiddetli risaleler sebebiyle en ağır ceza nefse verilse fakat ceza verenler o risalelerle ölümün i'damından kurtulsalar. hem kalbim hem nefsim razı olur. Demek biz onların iki cihanda yaşamalarını istiyoruz. arıyoruz. Onlar bizim ölmemizi istiyorla.r bahaneler arıyorlar. Fakat güneş gibi zahir ve göz ile görünür gündüz gibi bir hakikat-ı mevtiye ve her gün insanlarda vuku bulan otuzbin cenaze.. ehl-i dalalet hakkında otuzbin i'dam-ı ebedî..

148

otuzbin haps-i münferid fermanlarını i'lamnamelerini gösterdiklerinden biz onlara karşı mağlub değiliz. Ne yaparlarsa yapsınlar. َِ ‫ ) ا ِ ه‬âyeti oniki seneden beri en acınacak (‫ن‬ ِٰ ‫ب‬ ِ ‫ن‬ ‫م الْغَالِبُو َه‬ ‫حْز َ ه‬ ُ ‫اللهههِ هُ ه‬ mağlubiyetimiz zamanında dahi cifir ve ebced hesabıyla galibiyetimize aynı tarihiyle müjde ediyor. Madem hakikat budur biz şimdiden sonra hem mahkemeye hem halka diyeceğiz ki Bu gözümüz önünde ve bizi bekleyen ölümün i'dam-ı ebedîsinden ve karşımızda kapısını açan ve bizi cebr-i kat'î ile çağıran kabrin daimî karanlık haps-i münferidinden kurtulmağa çalışıyoruz. Hem sizin de o dehşetli ve çaresiz musibetten kurtulmanıza yardım ediyoruz. Sizin nazarınızda en büyük bir mes'ele-i dünyeviye ve siyasiye bizim nazarımızda ve hakikat cihetinde kıymeti pek azdır ve bilfiil vazifedar olmayanlara malayani ve ehemmiyetsizdir ve kıymeti yoktur. Fakat bizim iştigal ettiğimiz vazife-i zaruriye-i insaniye ise herkese her zaman ciddî alâkası var. Bu vazifemizi beğenmeyenler ve kaldıranlar ölümü kaldırmalı ve kabri kapamalı İkinci ve üçüncü noktalar şimdilik geri kaldı. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ ُ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اي ِهَا الن ِب‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim ِِ ُ ‫ ) لِك‬Hakikaten Hâfız Ali Hâfız Mehmed (‫ن‬ ِ ‫م‬ َ ‫جعُو‬ ِ ‫صيبَةٍ اِن َِا ِل ِٰله ِه وَاِن َِا اِلَي ْهِ َرا‬ ُ ‫ل‬ ve Mehmed Zühdü'nün vefatları değil yalnız bize ve Isparta'ya belki bu memlekete ve âlem-i İslâma büyük bir zayiattır. Fakat şimdiye kadar bir cilve-i inâyet olarak Risale-i Nur'un bir şakirdi zayi' olduğu zaman der-akab iki-üç tane o sistemde meydana çıktığından kuvvetle ümidvarız ki başka şekilde o kahramanların vazifelerini görecek ümid ettiğimizden ciddî şakirdler çıkarlar görürler. Zâten o üç mübarek merhum zâtlar az bir zamanda yüz senelik vazife-i imaniyeyi gördüler. Cenab-ı Erhamürrâhimîn onların yazdıkları ve neşrettikleri ve okudukları huruf-ı Nuriye adedince onlara rahmetler eylesin Âmîn Benim tarafımdan o Hâfız Mehmed'in akrabasını ve mübarek köyünü ta'ziye ediniz. Ben de onu Hâfız Ali ve Mehmed Zühdü'ye arkadaş edip üstadlarımın aktab kısmının isimleri içinde o üçünün isimlerini dâhil edip Hâfız Âkif'i dahi Âsım ve Lütfü'ye arkadaş ettim. Said Nursî

149

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Haylaz bir gencin mektubudur. Yetmiş yaşında Said Nursî beni yanına çağırdı. Şu ihtarda bulundu. Hoş geldin oğlum. Namazını kıl. Haylazlık yapma. Ben kabul ettim. Sonra bıraktım. Dehşetli bir tokat yedim. Sonra eğer bir daha tekerrür ederse: emin ol ki ikinci bir tokat daha kuvvetli bir şekilde yiyeceksin. Haberin olsun. Çok dikkat. Öbür haylazlar içine sen de karışma dedi. Ben de tövbe ederek o mübarek ellerinden öperek ayrıldım. Aradan tam bir ay geçmişti. Namazımı kılıyordum. ve üstadımın hizmetinde bulunuyordum. Yine kendime ne olduğunu bilmiyorum. Ben de akılsızlığımdan öbür arkadaşlarla beraber haylazlığa devam ettim. Namazımı ve yediğim tokadı fiilen unuttum. Üstadım sorduğu zaman namazımı kılıyorum diye kandırdım. Aradan sekiz gün geçmişti. Şaka yüzünden yaptığımız ağız kavgası ilerleyerek ciddi tehlike suretini aldı. Başımdan ve yüzümden demirle yaralanmak suretiyle neticelendi. O başım secdeyi terk ettiği için aynı secdeye giden yerinden demirle vurulmam benim ikinci bir tokat yediğime kati kanaat verdi. Derhal tövbe ettim. Aynı zamanda benim ile beraber yirmi haylaz gençler üstadımızın bize verdiği emirleri yapmadığımızdan aynı vakitte dokuz âdem birer ikişer şefkat tokadını yedik. Aklımızı başımıza aldık. Tövbe ettiğimizde rahmetin iltifatını gördük. Mesela arkadaşlardan birisi.. hiddet tokadını yediğinden birden tövbe etti. Aynı vakitte tokat kadar şefkat iltifatını gördü. Kaybettiği paranın aynını kazandı. Akılsızlığından yine haylazlığa başladı.. Birisi de Hamza Ali adında üstadımızın yazdığı gibi kolu kırılmak suretiyle şefkat tokadını yedi. Sonra tövbe edip namazına başladı. İkinci gün bu sıkıntılı belalı yerden kurtuldu. Kazasına gitmesi için emir geldi. Gitti. Bir de sekizinci tokadı yiyen Mehmettir. Sesinin güzelliği kendisinin sevimliliği cihetinden gelen hevesi sebebiyle.. üstadımın emirlerini kırdığı vakitte.. aynı cihette hem sesinin hem güzelliğinin üç ay hastalığın vurduğu darbe ile çirkinleşmesi ve o cihette hevesinin tam kırılması bize kati kanaat verdi ki: tesadüfi değil bir tokattır. Bir de dokuz âdemden tokat yiyenlerden birisi de on dört yaşında Süleyman kendini büyük gençlere sevdirmek ve onlarla beraber şarkı söylemekte şiddetli bir hevesi vardı.. Üstadımız birkaç defa bu hallerden vazgeç sen bunlara sokuluyorsun. Bu haylazlar sana peder ve kardeş gibi masumane

150

bakmazlar diye nasihat etti. O da hevesine mağlup oldu. Üstadımızın emirlerini kırdı. Aynı hevesi cihetinde uyuz hastalığıyla şiddetli bir tokat yedi ki: onu şevkle yanlarına alanlar.. nefretle aman yanaşma diye onun temasından korkmaları..bize kati kanaat verdi ki bu bir tokattır. Tesadüfi değil.. Bir de arkadaşlardan birisinin kumar zevki için üstadımızın emrini kırması.. ve aynı noktada tokat yemesi. ve terk ile aynı noktada kazanması.. bize kati kanaat verdi ki: Risale-i Nur’un dikkati altındayız. Ezcümle birisi de iki şefkat tokadını yiyen bu yeni kardeşiniz ve şefkatinize muhtaç ve Risale-i Nur’un bir mübtedi şakirti Ziyadır. Haylazlığım yüzünden tam iki şefkat tokadını yediğimden tövbe ettim. Üçüncü bir tokattan korkarak beş vakit namazımı kılacağıma muhterem üstadımıza hitaben şu sözlerde bulundum. Ey muhterem üstadım. bugünden itibaren hatta bu sabahtan itibaren ibadetime daimi olarak büyük bir itina ile bırakmaksızın devam edeceğim. Üstadım. Şimdi bütün kuvvetimle inanıyorum ve tasdik ediyorum ki: Risale-i Nur şakirtlerinin gittiği yol en doğru yoldur. onlar hakikat içindedirler. Bugünden itibaren namazıma başlıyorum. Ben de şimdi çalışıp Risale-i Nur dairesine girip tam bir talebe olmak isterim. Üstadım Bir daha böyle hallerde bulunmayacağım. hatta onları da kendi gittiğim yola getirmek için bütün kuvvetimle çalışacağım. söz veriyorum. Benim üstadımın müjdesiyle Risale-i Nur’un şakirtlerinden vefat eden Kastamonu’lu Selahaddin yerine kabul edildiğime Cenab-ı Hakka çok şükür ediyorum. Ziya

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ ُ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اي ِهَا الن ِب‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Bir cilve-i inâyet-i Rabbaniyedir ki: daha müdafaatımızı ve evraklarımızı ve kitablarımızı görmeden yalnız perde altında hissedip Maarif Vekilinin dehşetli püskürmesi ve hücumu.. Beşinci Şua ve Hücumat-ı Sitte'nin Zeyli gibi gâyet şiddetli mahrem risaleleri en ehemmiyetli makamat bilfiil tenkid için tedkik etmesi ve müdafaatımın ciddî dokunaklı küfr-i mutlakaya cür'etkârane darbeleri Ankara'nın bize karşı çok şiddetli davranmasını beklerken.. mes'elenin azametine nisbeten gâyet mülayimane belki musalahakârane vaziyet almış olmasıdır.. Ve bu cilve-i inâyetin bir hikmeti de şudur: Risale-i Nur'un umum memlekete alâkası cihetiyle umumî bir dershanede ve büyük makamatta dikkat ve merakla okunmasıdır. Evet bu zamanda böyle yüksek bir ders elbette böyle

151

cem'iyetli ve küllî ve umumî dairelerde okunması büyük bir inâyettir. ve küfr-i mutlakı kırdığına bir kuvvetli emaredir. Kardeşlerim. Herhalde bu kadar sıkıntı ve zararı çeken zaîf bir kısım aile sahibleri bir derece Risale-i Nur'dan ve bizden çekinmek belki vazgeçmek için bir mazeret olabilir zannıyla tahliyeden sonra değişmek ihtimaline binaen derim. Bu derece kıymetdar bir mala bu kadar maddî ve manevî fiat veren ve bu azabı çeken o maldan vazgeçse büyük bir hasarettir. Hem her birisi Risale-i Nur'un eczalarını ve alâkadarlarını ve bizi muhafaza ve yardımı ve hizmeti birden bıraksa hem ona hem bizlere lüzumsuz bir zarardır. Onun için ihtiyatla beraber sadakatını ve irtibatı ve hizmeti değiştirmemek gerektir. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Bir cilve-i inâyet-i Rabbaniye ve bir himâye-i hıfz-ı İlahiyedir ki: Ankara'da ehl-i vukuf heyeti Risale-i Nur'un hakikatlarına karşı mağlub olup.. şiddetli tenkid ve itirazın çok esbabı varken.. âdeta beraetine karar verdiklerini işittim. Halbuki mahremlerin şedid ifadeleri ve müdafaatın dokunaklı meydan okumaları ve Maarif Vekilinin dehşetli hücumu ve ehl-i vukuf heyetinde.. maarif dairesine mensub ehemmiyetli iki maddî feylesofların ve yeni icadlara tarafdar büyük bir âlimin bulunması.. ve bir seneden beri gizli zındıka komitesi aleyhimize Halk Fırkası'nı ve Maarif'i sevketmesi cihetiyle ehl-i vukufun pek şiddetli itirazlarını ve bizi ağır cezalarla ittiham etmelerini beklerken.. himâyet ve inâyet-i Rahmaniye imdada yetişdi. onlara Risale-i Nur'un yüksek makamını göstererek şiddetli tenkidlerden vazgeçirmiş. Hattâ bizi cezalardan kurtarmak fikri ile ve Eskişehir Mes'elesi ve 31 Mart hâdise-i meşhuresiyle beni sâbıkalı mücrim-i siyasî nazarıyla baktırmamak ve sırf din ve iman için hareket ettiğimizi ve siyaset fikri bulunmadığını göstermek fikriyle demişler ki:(Said Nursî eskiden beri adettir. arasıra peygambere verasetlik davasında bulunur. Kur’ân ve iman hizmetinde müceddidlik mehdilik.. tavrını alır yani bazan bir nevi cezbeye mağlub olup meczubane hareket eder.) İşte bu fıkra ile feylesofların dinsizce tabirlerle kim olursa olsun din lehinde kuvvetli hareket edenlere Peygamberlik ediyor.Yani peygamberin vazifesini irsiyetiyle yapıyor. Diye.. hem bir kısım kardeşlerimizin haddimden çok ziyade hüsn-i zanlarını tenkid etmek hem bana bir cezbe isnad etmek şiddetlerimde beni

152

siyasetten ve cezadan tebrie etmek ve bize muarız ve düşman olanlarını bir derece okşamak ve işarat-ı Kur’âniye ve keramat-ı Aleviye ve Gavsiyenin hakikat kuvvetli olduklarını göstermek. ve herkese kıyasen bende dahi bulunması tahminlerince muhakkak olan hubb-ı câh ve enaniyet ve hodfüruşluğu kırmak için o dinsizce feylesofane tabiri istimal etmişler. O tabire karşı Risale-i Nur baştan nihâyete kadar güneş gibi bir cevabdır. Ve mesleğimizin terk-i enaniyet ve uhuvvet olmasından.ve bizde hodfüruşane şatahat bulunmadığından Yeni Said'in Risale-i Nur zamanındaki mahviyetkârane hayatı.. ve mübarek kardeşlerinin ifratkârane hüsn-i zanlarını hatıra bakmayarak mükerrer derslerle ta'dil etmesi.. o tabir ile işmam edilen manayı tam çürütür izale eder. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Hüsrev’in bir mektubudur.

Çok sevgili çok kıymettar çok mübarek üstadımız efendimiz hazretleri. Bugün biz beşaretli ve nurani mektubunuzun tesiriyle bayram yapıyoruz. Her birimiz bizi istila eden sürurun neşesiyle ferahnakız. Bugün biz talebeleriniz siz sevgili üstadımızın arkasında uzun uzun senelerin hak ve hakikat vadilerindeki adımlarının semerelerini iktidaf etmek üzere Nur-ul Envar’ın Hakim ve Rahim cilvelerine mazhar ettiği Risale-i Nur’un sahifeleri içinde satırları arasında kelimelerin ve noktaların altında el açıp hak ve hakikat dili ile ettiği şu (İlahi. Bize ve neslimize nurunla hayat ver. Bizi ve nefsimizi nurunla yaşat. ve o nurunla öldür. ve bizi ve neslimizi bize ihsanın olan pür nurunla haşret. Lutfet. Kerem kıl. (A.S.M.) Hatalarımızı ve seyyiatımızı mağfiret eyle.. ve bizi başında Habib-i Zişan’ın olan fırkai naciye-i kamileye ilhak et.) diye olan dualarına sevinçlerle âmîn âmîn âmîn diyoruz. Ey sevgili üstadımız. Beşaretiniz arasında okuduğumuz Ankara ehl-i vukufunun Risale-i Nur’daki ehl-i dalaletin başına indirilen dehşetli darbeler karşısında.. hakikati inkar edemediklerini görmekle Risale-i Nur’u beraat ettiren Cenab-ı hakka hadsiz şükürler ettik.. ve ediyoruz. Evet sevgili üstadımız talebelerinizce inkar edilemeyen sevgili üstadımızın ahlak-ı seciyelerinde görülen.. hatta bütün latifelerinizdeki bedi’ yüksekliğe herkes meftundur. Ankara ehl-i vukufu o cihette sevgili üstadımıza garazkarane

153

bakmış. Tesir altından kurtulamadıklarını ifade eden bu yanlış ittihamın reddini Cenab-ı hak Risale-i Nur’a ve biz talebelerinize bırakmış. Bundan böyle her vakitte her yerde her kim olursa olsun bu hususta söz söyleyenlerin haksız düşüncelerini tağdil etmek vazifemiz olmuştur. Biz sevgili üstadımızı ittiham edenleri ittiham ediyoruz. Bilhassa ehl-i dalalet hesabına tahammül edemedikleri yerlerde. meczubdur. Hodkamdır. Enaniyetine kapılmış gibi bu geldikleri bar-ı sakili Risale-i Nur ile.. bilhassa talebelerinizin lisanı olan yirmi yedinci mektubla yüzlerine çarpıyoruz. Ey sevgili üstadımız efendimiz.. Bugünkü beşer dünyasını ekseriyetle istila eden küfr-i mutlakı Risale-i Nur’la mağlup eden Allah Zülcelal Hazretlerine nihâyetsiz şükürler ediyoruz. ve bizi Kur’ân’a hadim ve Risale-i Nur’a talebe ettiğinden dolayı sonsuz minnettarlıklarımızı sürurla arz ederek istifsar hatırla mübarek ellerinizden öpüyoruz. ve sıhhatinize her gün mağrib ile ışe’ ortasında dua ediyoruz. Sevgili üstadımız efendimiz hazretleri. Hüsrev

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Bize ihbar edene ve yazana zarar gelmemek için şimdilik ehl-i vukufun ittifakıla kararlarını size göndermeyeceğim. Bu son ehl-i vukuf bütün kuvvetiyle bizi kurtarmak ve ehli dalalet ve bid'iyatın şerrinden muhafaza etmek için çalışmışlar. bize isnad edilen bütün suçlardan tebrie ediyorlar. Ve Risale-i Nur'dan tam ders aldıklarını ihsas ediyorlar.Risale-i Nur'un ilmî ve imanî kısmının ekseriyet-i mutlaka ile vâkıfane yazıldığını.. ve Said ise hem samimî hem ciddî kanaatlerini beyan ederek ondaki kuvvet ve iktidar isnad edildiği gibi tarîkat icadı veya cem'iyet kurmak veya hükûmetle mübareze etmek değildir. belki yalnız Kur’ânın hakikatlarını muhtaçlara bildirmek kuvvet ve iktidarıdır diye.. müttefikan karar vermişler. Ve gayr-ı ilmî tabir ettikleri mahremlere karşı demişler ki: Bazan cezbeye ve şuurun heyecanına ve ihtilâl-i ruhiyeye kapılmasından bu eserlerle mes'ul olmamak lâzım geliyor. manasını ifham ediyorlar. Ve Eski Said ve Yeni Said tabirinde iki şahsiyet ve ikincisinde fevkalâde bir kuvvet-i imaniye ve ilm-i hakaik-i Kur’âniye manasını feylesofların hatırı için Bir nevi cezbe ve ihtilâl-i dimağiye ihtimali vardemişler. hem bizi şiddetli tabiratın mes'uliyetinden kurtarmak için hem muarızlarımızı okşamak için

154

Sem u basar cihetinde hallüsinasyon hastalığı ihtimali nazar-ı dikkate alınabilir. demişler. Onların bu ihtimalini esasıyla çürüten ellerine geçen ve bütün akılları geri bırakan Nur Risaleleri ve bütün avukatlara hayret veren Müdafaa ve Meyve Risaleleri kâfi ve vâfi bir cevabdır. Ben çok şükrediyorum ki: bir hadîs-i şerifin mazhariyeti bu ihtimal ile bana verilmiş. Hem o ehl-i vukuf bütün kardeşlarımı ve beni tam tebrie edip derler Said'in âlimane ve vâkıfane eserlerine iman ve âhiretleri için bağlanmışlar. hiçbir cihette hükûmete karşı bir sû'-i kasdlarına dair bir sarahat ve bir emare ne muhaberelerinde ve ne de kitablarında ve risalelerinde bulmadık niye.. o heyetin ittifakıyla karar verip bir Necati feylesof bir Yusuf Ziya âlim biri de Yusuf feylesof namlarında imza etmişler. Latif bir tevafuktur ki: bu hapse kendimiz hakkında bir medrese-i Yusufiye ve Meyve Risalesi onun meyvesidir dediğimizden.. bu iki Yusuf dahi.. perde altında Biz dahi o Medrese-i Yusufiye'deki derse hissedarız. lisan-ı halleriyle ifade etmeleridir. Hem cezbeye latif bir delildir ki: Otuzüçüncü Söz ve otuzüç pencereli Otuzüçüncü Mektub gibi tabirleri.. hem kendi kedisinin Ya Rahîm Ya Rahîm tesbihini işitmesi hem kendisini bir mezar taşı görmesi.. cezbe ve hallüsinasyon ihtimaline delil göstermeleridir. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ِ‫ح ب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Madem biz çok emarelerle inâyet altındayız. ve madem gâyet çok insafsız düşmanlara karşı Risale-i Nur mağlub olmadı. Maarif Vekili'ni ve Halk Fırkası'nı bir derece susturdu. ve madem bu kadar geniş bir sahada ve mes'elemizi pek ziyade.. i'zam ile hükûmeti telaşa düşürenler her halde iftiralarını ve yalanlarını bir derece setretmeye bahanelerile çalışacaklar. elbette bize lâzım Kemal-i teslimiyetle sabır ve temkinde bulunmak. ve bilhassa inkisar-ı hayale düşmemek. ve bazan ümidin hilaf-ı zuhur etse bile me'yus olmamak. ve muvakkat fırtınalarla sarsılmamaktır. Evet gerçi inkisar-ı hayal ehl-i dünyada kuvve-i maneviyelerini ve şevklerini kırar perişan eder. fakat meşakkat ve mücahede ve sıkıntılar altında inâyet ve rahmetin iltifatlarını gören Risale-i Nur şakirdlerinden inkisar-ı hayal.. gayretlerini ve ileri atılmalerını ve ciddiyetlerini takviye

155

etmek lâzım geliyor... Kırk sene evvel ehl-i siyaset.. bana bir cinnet-i muvakkata isnad ederek beni. tımarhaneye sevkettiler. Ben onlara dedim Sizin akıllılık dediğinizin çoğunu ben ُِ ُ ‫و ك‬ akılsızlık biliyorum. o çeşit akıldan istifa ediyorum. (‫ن‬ ‫جنُو ٌه‬ ْ ‫م‬ َ ‫ل النَِا سِه‬ ْ ‫ن وَ لٰك ِه‬ َ

‫ن‬ ْ ِ ‫ )ع َلَى قَدَرِ الْهَوَى ا‬kaidesini sizlerde görüyorum demiştim. َ َ ‫ختَل‬ ُ ‫جنُو‬ ُ ْ ‫ف ال‬

Şimdi dahi beni ve kardeşlerimi şiddetli bir mes'uliyetten kurtarmak fikriyle bana mahrem risaleler cihetiyle arasıra bir cezbe bir cinnet-i muvakkata isnad edenlere aynı sözleri tekrar etmekle beraber iki cihetle memnunum. Birisi Hadîs-i sahihte vardır ki: Bir âdem kemal-i imanı kazandığına avam-ı nâsın akıllarının tavrı haricindeki yüksek hallerini mecnunluk ve divanelik saymaları onun kemal-i imanına ve tam itikadına delalet eder. diye ferman ediyor. İkinci cihet Ben bu hapisteki kardeşlerimin selâmetleri ve necatları ve zulmetten kurtulmaları için değil yalnız bir divanelik isnadını belki kemal-i fahr u ferahla tamam aklımı ve hayatımı feda etmesini kabul ediyorum. Hattâ siz münasib görürseniz.. o üç zâtlara benim tarafımdan bir teşekkürname yazılsın ve onları manevî kazançlarımıza teşrik ettiğimiz bildirilsin. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. (K.S.) Risale-i Nur şakirdleriyle çok alakadar Hazret-i Mevlâna Hâlid'in cübbesini kardeşlerimizden sebat ve sadakatini muhafaza etmek şartıyla hem Mevlâna Hâlid'in hem Risale-i Nur’un daimi talebesi olur niyetiyle giymeli.. hem başka koğuşlardaki kardeşlerimize de verebilirsiniz. Fakat ben o cübbe ile namaz kıldığım için mezhebimizce şiddetli temizlik şart olduğundan yaş yere konulmasın veya yaş eller yapışmasın. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ ُ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اي ِهَا الن ِب‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Sizin duanız beni ehemmiyetli isabet-i nazar hastalığından ve cebren hastaneye gönderilmek tehlike-i elîmesinden kurtarmaya sebeb olduğuna şübhem kalmadı. Elhamdülillah pek şiddetli olan o hastalığın tehlikesi geçti. hafifleşti..

156

Kardeşlerim Ehl-i vukuf raporundan anlaşılıyor ki: Risâle-i Nur bize karşı bütün muarız taifeleri mağlub ediyor ki: Hüccetullah-il Baliga ve İhtiyarlar ve İhlas Risalelerini tekrar ile nazar-ı dikkati celbediyorlar. Hem gâyet sathî ve cevabları pek zâhir ve güya mutaassıbane hocavari tenkidleri ve hiç münasebeti olmayan ve hakikî mutabık olan mes'eleleri anlamadan mabeynlerinde (tezad var.) demeleri ve risalelerin yüzde doksanını tamamıyla çekinmeyerek tasdikleri ve takdirleri ve teslimleri ve Hücumat-ı Sitte Zeyli'nin pek şiddetli bir sûrette(yeni icadlara fetva verenleri) cerh ve tezyif etmesine mukabil.. yalnız nezahet-i lisaniye değil.. Ve dinsizler tarafından öldürülen mazlum ve dindar hıristiyanlar âhirzamanda bir nevi şehid olabilir dediğimi ve Türkçe ezan okumağa dair Zeyl'in şiddet-i hücumunu (zıd) göstermeleri ile iktifa etmeleri..kat'iyen onların Risâle-i Nur'a karşı mağlubiyetlerini gösteriyor. ve kanaat veriyor. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ‫ه‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ َ ‫ح‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ Aziz sıddık kardeşlerim. İ’caz-ı Kur’ân’da beyan edilmiş ki: kelamın bir kısım kıymeti ve meziyeti mütekellimin makamından geldiği gibi ehemmiyetli bir cezaleti ve belâgatı ve kuvveti muhatabın makamından geliyor. İşte bu kaideye binaen derim. Küçük mektublar risalesi madem en ağır şeraid altında en kutsi bir hizmette en fedakar muhataplarla konuşuyor. Elbette mütekellimin kusurundan aldıkları noksaniyet ise: tam mutabık muktaza–yı hal olarak tam layık ve mütekayyız ve muhtaç muhatapların dirâyet ve iştiyaklarından gelen kemal-i muvaffakat içinde kaybolur. İşte bu cihette bu risale dahi Meyve ve müdafaa risaleleri gibi ehemmiyetlidir. Cenab-ı Hak onu yazanlara her bir mektuba mukabil bin rahmet eylesin. Amin. Amin. Amin. Ankara ehl-i vukufunun ikinci defa sehivlerinin cevablarını bir hafta evvel göndermiştik. Beni çok müteessir eden bir hadise yüzünden haberim olmadan postaneden geri alınmıştı. Şimdi anlaşıldı ki: İnâyet-i İlahiye o gadrli hadiseyi merhamete ve maslahata çeviriyor. Çünkü mecliste okuduğum parçayı ve Risale-i Nur’u müsadereden kurtarmasını diyanet reisine havale etmek fıkrası o cevablarla beraber gitse daha maslahattır diye kanaatim geldi. Ben kendime beraat istemem. Fakat burada her gün Eskişehir hapsindeki bir aydan daha ziyade ağır geliyor. Siz çıktıktan sonra ne kadar elinizden

157

Gelirse.. beni ya İstanbul’a veya Kastamonu’ya veya Isparta’ya naklediniz. Ben kendim müracaat etmem. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Hüsrev’in son söze karşı bir pusulasıdır. Çok sevgili üstadım efendim hazretleri. Dünkü gün mahkemeye veya mahkumiyetten sonra temyize veya diğer yerlere gönderilmek üzere sevgili üstadımızca kaleme alınan son sözde(üç yüz milyar müslümanın haşirde bizi ve Risale-i Nur’u mahkum.. edenlerden hak talep edeceklerini hatırlanarak haksızlıklarını ihtar eden bu küçük sözü elinde tutarak zındıklara meydan okuyan siz sevgili üstadımızın arkasında bulunmak şerefinden dolayı duyduğumuz sürurumuza yayan olmadığını arz etmekle beraber bugün kardeşimiz hafız Mustafa’ya teslimen gönderilen Risale-i Nur şakirtlerinin Müslümanlık dairesi içinde topluluklarının gerek hayat-ı şahsiye ve gerekse hayat- ı ictimaiyeye ettikleri münafi-i ta’dat etmekle Risale-i Nur şakirtlerinin cemiiyetlerinin binlelerle hasenelerini birkaç veciz cümlelerle zındıkların gözlerine sokan bu müdafaatınız hepimizi hayrete düşürmüş. ve sevgili üstadımızı tahsinlerle yad etmeye vesile olmuştur. Hüsrev

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. İşittimki: bize hücum eden gizli komitenin ehemmiyetli bir kısmının yani turancılık komitesinin başımıza geçirmek istedikleri bela başlarına geçirildi. İnşallah öteki gizli kısmı yani zındıklar dahi belalarını bulacaklar. O iki kısım birbiriyle uğraşıyorlar. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ‫ن‬ ِ ِ ‫مد‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ِٰ ‫ة‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

158

Aziz sıddık kardeşlerim. ve hizmet-i Kur’âniyede ve imaniyede hâlis arkadaşlarım. Biz birbirimizden ayrılmamız zamanı yakın olması cihetiyle sıkıntıdan neş'et eden gerginlikler ve kusurlar yüzünden İhlas Risalesi"nin düsturları muhafaza edilmediğinden sizler birbirinizle tamam helâllaşmanız lâzımdır. ve zarurîdir. Siz birbirinize en fedakâr nesebî kardeşten daha ziyade kardeşsiniz. Kardeş ise kardeşinin kusurunu örter. unutur ve affeder. Ben burada hilaf-ı me'mul ihtilafınızı ve enaniyetinizi nefs-i emmareye vermiyorum. ve Risale-i Nur şakirdlerine yakıştıramıyorum. belki nefs-i emmaresini terkeden evliyalarda dahi bulunan bir nevi muvakkat enaniyet telakki ediyorum. Sizler benim bu hüsn-i zannımı inad ile kırmayınız barışınız. Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Eski Said'in matbu' Lemaat başındaki acib imzasını az tağyir ile şimdiki halime ve yetmişinci sene-i ömrüme tam muvafık gelmesi cihetiyle yazdım. Münasib görürseniz hem müdafaatın hem Meyve'nin hem küçük mektubların âhirinde imza yerinde yazarsınız.

‫عى‬ ِ ‫اَلدَِا‬

Yıkılmış bir mezarım ki yığılmıştır içinde Said'den altmış dokuz emvat bâ-âsam âlâma Yetmişinci olmuştur. mezara bir mezar taş beraber ağlıyor hüsran-ı İslâm'a Ümidim var ki istikbal semavatı zemin-i Asya bâhem olur teslim yed-i beyza-i İslâma Zira yemin-i yümn-i imandır verir emn-i eman ü emniyeti enâma.

159

[ Ondördüncü Şua ] Afyon Mahkemesi Müdafaatıdır.

ِٰ ِ ‫س هههههههههههههههههههههههههم‬ ‫ن‬ ِ ‫ن الَِر‬ ْ ‫الله ِه الَِر‬ ْ َ ‫حيم ِ وَ بِهِ ن‬ ْ ِ‫ب‬ ُ ‫ستَعِي‬ ِ ٰ‫حم‬

Onsekiz sene sükûttan sonra mecburiyet tahtında bu istid’a mahkemeye ve sureti Ankara makamatına verilmişken.. tekrar vermeğe mecbur olduğum iddianameye karşı itiraznamemdir. Malûm olsun ki: Kastamonu'da üç defa menzilimi taharri etmek için gelen iki müddeiumumî ve iki taharri komiserlerine ve üçüncüde polis müdürüne ve altı-yedi komiser ve polislere ve Isparta'da müddeiumumînin suallerine ve Denizli ve Afyon Mahkemelerine karşı.. dediğim ayn-ı hakikat küçük bir müdafaanın hülâsasıdır. Şöyle ki: Onlara dedim.Ben onsekiz-yirmi senedir münzevi yaşıyorum. Hem Kastamonu'da sekiz senedir karakol karşısında ve sair yerlerde dahi yirmi senedir daima tarassud ve nezaret altında kaç defalar menzilimi taharri ettikleri halde dünya ile siyaset ile hiç bir tereşşuh hiç bir emare görülmedi. Eğer bir karışık halim olsaydı oranın adliye ve zabıtası ve hükümeti bilmedi. Veyahut bildi aldırmadı. elbette benden ziyade onlar mes'uldürler. Eğer yoksa: bütün dünyada kendi âhireti ile meşgul olan münzevilere ilişilmediği halde.. neden lüzumsuz bana vatan ve millet zararına bu derece ilişiyorsunuz...Biz Risale-i Nur şakirdleri Risale-i Nur'u değil dünya cereyanlarına belki kâinata da âlet edemeyiz. Hem Kur’ân bizi siyasetten şiddetle men'etmiş. Evet Risale-i Nur'un vazifesi ise: hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çeviren küfr-i mutlaka karşı imanî olan hakikatları gâyet kat'î ve en mütemerrid zındık feylesofları dahi imana getiren kuvvetli bürhanlar ile Kur’âna hizmet etmektir. Onun için Risale-i Nur'u hiçbir şeye âlet edemeyiz. (Evvelâ) Kur’ânın elmas gibi hakikatlarını ehl-i gaflet nazarında bir propaganda-i siyaset tevehhümüyle cam parçalarına indirmemek ve o kıymetdar hakikatlara ihanet etmemektir. (Sâniyen) Risale-i Nur'un esas mesleği olan şefkat ve hak ve hakikat ve vicdan.. bizleri şiddetle siyasetten ve idareye ilişmekten men etmiş. Çünki tokada ve belaya müstehak ve küfr-i mutlaka düşmüş bir-iki dinsize mukabil..yedi-sekiz çoluk-çocuk, hasta, ihtiyar masumlar bulunur. Musibet ve bela gelse o bîçareler dahi yanarlar. Bunun için neticenin de husulü meşkuk olduğu halde siyaset yoluyla idare ve asayişin zararına hayat-ı içtimaiyeye karışmaktan şiddetle men'edilmişiz.

160

(Sâlisen) Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi bu acib zamanda anarşilikten kurtulmak için (beş) esas lâzımdır. ve zarurîdir. Birincisi Hürmet ikincisi merhamet üçüncüsü haramdan çekinmek dördüncüsü emniyet beşincisi serseriliği bırakıp itaat etmektir. Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı zaman bu beş esası kuvvetli ve kudsî bir surette tesbit ve tahkim ederek asayişin temel taşını muhafaza eder. delil ise: bu yirmi sene zarfında Risale-i Nur'un yüzbin âdemi vatan ve millete zararsız birer uzv-ı nâfi' haline getirmesidir. Isparta ve Kastamonu vilâyetleri buna şahiddir. Demek Risale-i Nur'un ekseriyet-i mutlaka eczalarına ilişenler herhalde bilerek veya bilmeyerek anarşilik hesabına vatana ve millete ve hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ederler. Risale-i Nur'un yüzotuz risalelerinin (iki üç hususileri müstesna olarak) bu vatana yüzyirmi büyük faidesini ve hasenesini (vehham ehl-i gafletin sathî nazarlarında kusurlu tevehhüm edilen) iki-üç risalenin mevhum zararları çürütemez. Onları bunlar ile çürüten gâyet derecede insafsız bir zâlimdir. Amma benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurları ise. bilmecburiye istemeyerek derim ki: Yirmiiki sene müddetinde gurbette haps-i münferid hükmünde yalnız ve münzevi olarak hayat geçiren ve bu müddet zarfında ihtiyarıyla bir defa çarşıya ve mecma-ı nas büyük câmilere gitmeyen.. ve çok tazyik ve sıkıntı verildiği halde.. bütün emsali menfîlere muhalif olarak istirahatı için birtek defa hükûmete müracaat etmeyen ve yirmi sene zarfında hiçbir gazeteyi okumayan ve dinlemeyen ve merak etmeyen ve tam iki sene Kastamonu'da ve yedi sene başka menfalarında bütün yakın ve görüşen dostlarının şehadetiyle küre-i arz yüzündeki boğuşmaları ve harbleri ve sulh olmuş, ve olmamış ve daha kimler harb ettiklerini bilmeyen ve merak etmeyen ve sormayan ve üç sene yakınında konuşan radyoyu üç defadan başka dinlemeyen ve hayat-ı ebediyeyi imha eden ve hayat-ı dünyeviyeyi dahi elem içinde eleme azab içinde azaba çeviren küfr-i mutlaka karşı.. galibane Risale-i Nur ile mukabele ettiğine onun ile imanlarını kurtaran yüzbin şahidin şehadetiyle isbat eden.. ve Kur’ândan tereşşuh eden Risale-i Nur ile ölümü yüzbin âdem hakkında i'dam-ı ebedîden terhis tezkeresine çeviren bir âdeme.. bu derece ilişmek ve me'yus etmek ve onu ağlatmakla o masum yüzbinler kardeşlerini ağlatmaya hangi kanun var? Hangi maslahat var ?Adalet namına emsalsiz bir gadr olmaz mı? Ve kanun hesabına emsalsiz bir kanunsuzluk değil mi? Eğer bu taharrilerde bazı vazifedar memurların itiraz ettikleri gibi derseniz ki: Sen ve bir-iki risalen rejime ve usûlümüze muhalif.. gidiyorsunuz ? (Elcevab)

161

(Evvelen) Bu yeni usûlünüzün münzevilerin çilehanelerine girmeğe hiçbir hakkı yok. (Sâniyen) Bir şeyi reddetmek ayrıdır.ve kalben kabul etmemek yine ayrıdır ve amel etmemek bütün bütün ayrıdır. Ehl-i hükûmet ele bakar kalbe bakmaz. İdare ve asayişe ilişmeyen (R.A.) şiddetli muhalifler her hükûmette bulunur. Hattâ Hazret-i Ömer'in taht-ı hâkimiyetindeki hristiyanlara kanun-ı şeriatı ve Kur’ânı inkâr ettikleri halde ilişilmiyordu. Hürriyet-i fikir ve serbestiyet-i vicdan düsturuyla Risale-i Nur'un bir kısım şakirdleri idareye dokunmamak şartıyla rejim ve usûlünüzü ilmen kabul etmezse ve muhalif amel etse hattâ rejimin sahibine adavet etseler.. onlara kanunen ilişilmez. Risaleler ise o gibi risalelere mahrem demişiz. neşrini men'etmişiz. Hattâ bu defa.. bu hâdiseye sebebiyet veren risale Kastamonu'da sekiz sene zarfında bir veya iki defa birtek nüsha birisi bana getirdi. Aynı günde kaybettirdik. Şimdi siz onu zorla teşhir ediyorsunuz. ve iştihar da etti. Malûmdur ki: bir mektubda kusur olsa.. yalnız o kusurlu kelimeler sansür edilir. mütebâkisine izin verilir. Eskişehir Mahkemesinde dört ay tedkikat neticesinde yüz Nur Risalelerinde medar-ı tenkid yalnız onbeş kelime bulmaları ve şimdi dörtyüz sahifeli Zülfikar'ın yalnız iki sahifesinde irsiyet ve tesettür âyetlerinin otuz sene evvel yazılmış tefsiri bulunması ve şimdiki kanun-ı medenîyete uygun gelmemesi kat'î isbat eder ki: onun hedefi dünya değil. Herkes. ona muhtaçtır. O dörtyüz sahifelik herkese menfaatli Zülfikar iki sahife için müsadere edilmez. O iki sahife çıkarılsın. ve mecmuamız bize iade edilsin ve onun iadesi hakkımızdır. Eğer dinsizliği bir nevi siyaset zannedip bu hâdisede bazılarının dedikleri gibi derseniz. Bu risalelerin ile medeniyetimizi keyfimizi bozuyorsun? Ben de derim.(Dinsiz bir millet yaşayamaz.)dünyaca umumî bir düsturdur. ve bilhassa küfr-i mutlak olsa Cehennem'den daha ziyade elîm bir azabı dünyada dahi verdiğini Risale-i Nur'un Gençlik Rehberi gâyet kat'î bir surette isbat etmiş. O risale ise şimdi resmen tab'edildi. Bir müslüman el'iyazü billah eğer irtidad etse küfr-i mutlaka düşer. bir derece yaşanan küfr-i meşkukta kalmaz. Ecnebi dinsizleri gibi de olmaz. Ve lezzet-i hayat noktasında mazi ve müstakbeli olmayan hayvandan yüz derece aşağı düşer. Çünki geçmiş ve gelecek mevcudatın ölümleri ve ebedî müfarakatları onun dalaleti cihetiyle onun kalbine mütemadiyen hadsiz firakları ve elemleri yağdırıyor. Eğer iman gelse: kalbe girse.. birden o hadsiz dostlar diriliyorlar. Biz ölmemişiz. Mahvolmamışız. lisan-ı halleriyle dediklerinden..

162

o cehennemî halet cennet lezzetine çevrilir. Madem hakikat budur. size ihtar ediyorum. Kur’âna dayanan Risale-i Nurla mübareze etmeyiniz. O mağlub olmaz bu memlekete yazık (Hâşiye) olur. O başka yere gider. yine tenvir eder. Hem eğer: başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa hergün biri kesilse hakikat-ı Kur’âniyeye feda olan bu başı.. zındıkaya ve küfr-i mutlaka eğmem. ve bu hizmet-i imaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem. Yirmi seneden beri bir münzevinin..elbette ifadedeki kusurlaruna bakılmaz. Risale-i Nur'u müdafaa ettiği için saded harici çıktı denilmez. (1) Madem Eskişehir Mahkemesi mahrem ve gayr-ı mahrem yüz risaleleri dört ay tedkikten sonra yalnız bir-iki risalede hafif bir cezaya temas edecek bir-iki maddeden başka bulmamış. ve yüzyirmi âdemden onbeşine altışar ay ceza verdi. Biz dahi o cezayı çektik. Ve (2) madem birkaç sene evvel Risale-i Nur'un bütün eczaları Isparta hükûmetinin eline geçti. Birkaç ay tedkikten sonra sahiblerine iade edilmiş. Ve (3) madem o cezadan sonra.. Kastamonu'da sekiz sene zarfında şiddetli taharriyatta zabıtayı ve adliyeyi alâkadar edecek bir tereşşuh bulunmamış. Ve (4) madem Kastamonu'daki son taharride bir kısım risalelerimin hiç bulunmayacak ve neşredilmeyecek bir tarzda kaç sene evvel odun yığınları altına saklanmış olduğu göründü. ve heyet-i zabıtaca tahakkuk etti. Ve (5) madem Kastamonu'da polis müdürü ve adliyesi o saklanmış zararsız kitablarımı bana iade etmek üzere kat'î söz verdikleri halde ikinci gün birden Isparta'dan tevkif emri geldiğinden daha o emanetlerimi almadan sevkedildim. Ve (6) madem Denizli ve Ankara Mahkemeleri bizi beraet ettirdiler. ve umum risalelerimizi bize iade ettiler. Elbette ve elbette.. bu mezkûr altı hakikata binaen Denizli Adliyesi ve müddeiumumîsi gibi Afyon adliyesi ve müddeiumumîsi benim çok ehemmiyetli bu hukukumu nazar-ı dikkate almaları vazifeleri muktezasıdır. Ve hukuk-ı umumiyeyi müdafaa eden müddeiumumîden Risale-i Nur münasebetiyle ehemmiyetli bir hukuk-ı âmme hükmüne geçen bu şahsî hukukumu da müdafaa edeceğine ümidvarım ve bekliyorum. Yirmiiki seneden beri hayat-ı içtimaiyeden çekilen ve şimdiki kanunları ve tarz-ı müdafaayı bilmeyen ve Eskişehir ve Denizli Mahkemelerinde cerh edilmez yüz sahifelik müdafaatını bu yeni mahkemeye karşı da aynen takdim eden ve o zamana kadar kusurlarının cezasını çeken. ve ondan sonra Kastamonu'da ve Emirdağı'nda mütemadiyen tarassud altında ve haps-i münferid tarzında yaşayan Yeni Said.. sükût ile.. sözü Eski Said'e bırakıyor. Eski Said de diyor ki:

(Hâşiye):

Dört defa mübareze zamanında gelen dehşetli zelzeleler Yazık olur hükmünü isbat ettiler.

163

Yeni Said dünyadan yüzünü çevirdiği için.. ehl-i dünya ile konuşmayı müdafaat-ı kat'iye mecburiyeti olmadan yapmıyor. lüzum görmüyor. Fakat bu mes'elede çok masum rençber ve esnaf âdemler bize az bir münasebetle tevkif edilerek iş zamanında çolukçocuklarına nafaka tedarik edemediklerinden şiddetli rikkatime dokundu. Derinden derine beni ağlattı. Kasem ederim eğer mümkün olsay idi onların bütün zahmetlerini kendime alırdım. Zâten bir kusur varsa benimdir. Onlar masumdurlar. İşte bu elîm halet için Yeni Said'in sükûtuna rağmen ben diyorum. Madem Isparta ve Denizli ve Afyon müddeiumumîlerinin yüzer lüzumsuz suallerine bîçare Yeni Said cevab veriyor. Benim de onüç sene evvel başta Kaya Şükrü olarak dâhiliye vekaletinden ve şimdiki adliye vekaletinden hukukumuzu müdafaa niyetiyle (üç sual) sormak bir hakkımdır. (Birincisi) Risale-i Nur'un talebesi olmayan ve yanında yalnız âdi bir mektubumuz bulunan Eğirdir'li bir âdemin bir jandarma çavuşuyla vukuatsız bir münakaşa-i lisaniyesi yüzünden beni ve yüzyirmi âdemi tevkif ile dört ay mahkeme tedkikinden sonra onbeş bîçareden başka.. bütün beraet kazanmakla masumiyetleri tahakkuk eden yüzden ziyade âdemlere binler lira zarar vermek hangi kanun iledir? Böyle imkânatı vukuat yerinde istimal etmek hangi usûl iledir? Ve Denizli'de dokuz ay tedkikten sonra beraet kazanan yetmiş bîçarelere binler lira zarar vermek adaletin hangi düsturuyladır? (İkinci Sual)(‫رى‬ ْ ُ ‫ )وَل َ تَزُِر وَازَِرة ٌ وِْزَر ا‬ferman-ı esasîsi ile bir kardeşin َ ‫خ‬ hatasıyla diğer öz kardeşi mes'ul olmadığı halde yanlış mana verilmemek için neşrini men'ettiğimiz.. ve sekiz sene zarfında bir veya iki defa elime geçen ve yirmibeş seneden daha evvel aslı yazılan ve ehemmiyetli noktalarda imanı şübhelerden ve manası anlaşılmayan bir kısım müşabih hadîsleri inkârdan kurtaran bir küçük risalenin bizden uzak bir yerde bilmediğimiz bir âdemde bulunmasıyle ve yanlış mana verilmesiyle ve Kütahya ve Balıkesir tarafında bir dokunaklı mektub bulunmasıyla bizleri bu Ramazan-ı Şerifte ve bu dehşetli soğukta pekçok masum rençber ve esnafları hattâ âdi ve eski bir mektubumuz yanında bulunmasıyla ve arabası beni gezdirmesiyle ve bize bir dostluk münasebetiyle.. veya bir kitabımı okumasıyla tevkif edip perişan etmek.. ve maddeten ve manen onlara ve vatana ve millete lüzumsuz bir evham yüzünden binler lira zarar vermek hangi adalet kanunuyladır? Adliyenin hangi madde-i kanuniyesiyledir? Ayağımızı yanlış atmamak için o kanunları bilmek taleb ederiz. Evet.. hem Denizli'de hem Afyon'da tevkifimizin bir sebebinin bir hakikatı şudur ki: Bir kısım hadîslerin manası ve tevili bilinmemesinden

164

Akıl kabul etmiyor diye inkâr edenlere karşı avamın imanını kurtarmak fikriyle çok zaman evvel Dâr-ül Hikmet-i İslâmiyede iken ve daha evvel aslı yazılan Beşinci Şua farz-ı muhal olarak dünyaya ve siyasete baksa.. ve bu zamanda da yazılsa.. madem gizlidir. (1) ve taharriyatta (2) bizde bulunmadı. ve gaybî (3) haberleri doğrudur.. ve imanî (4) şübheleri izale eder ve asayişe (5) dokunmuyor. ve mübareze (6) etmiyor ve yalnız (7) ihbar eder. ve şahısları (8) tayin etmiyorve ilmî (9) bir hakikatı küllî bir surette beyan ederr. Elbette o hakikat-ı hadîsiye bu zamanda dahi bir kısım şahıslara mutabık çıksa.. ve münakaşaya sebeb olmamak için mahkemelerin teşhir ve neşirlerinden evvel bizce tam mahrem tutulsa.. adalet cihetinde hiçbir vecihle bir suç teşkil etmez. Hem bir şeyi reddetmek ayrıdır. ve ilmen kabul etmemek veya amel etmemek bütün bütün ayrıdır. O risale yakın bir istikbalde gelecek bir rejimi ilmen kabul etmiyor diye bir suç olduğuna dünyada adliyelerin bir kanunu bulunduğuna ihtimal vermiyoruz. (Elhâsıl) Hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi dehşetli bir zehire çeviren ve lezzetini imha eden küfr-i mutlakı otuz seneden beri köküyle kesen. ve tabiiyunun dehşetli bir fikr-i küfrîlerini öldürmeğe muvaffak olan.. ve bu milletin iki hayatının saadet düsturlarını hârika hüccetlerle parlak bir surette isbat eden. ve Kur’ânın hakikat-ı arşiyesine dayanan Risale-i Nur böyle küçük bir risalenin bir-iki maddesiyle değil: belki bin kusuru dahi olsa.. onun binler büyük haseneleri.. onları affettirir diye dava ediyoruz.. ve isbatına da hazırız. (Üçüncü sual) Bir mektubun yirmi kelimesinde beş kelime kusurlu görülse.. o beş kelime sansür edilir. Mütebâkisine izin vermek bir düstur iken.. Eskişehir Mahkemesi'nin dört ay tedkikten sonra yüzbin kelime içinde zahirî nazarda zararlı tevehhüm edilen yalnız onbeş kelimeden başka bulmamasıyla ve heyet-i vekile de dört yüz sahifeli Zülfikar'ın yalnız iki sahifesinde şimdiki kanuna uygun olmamasından otuz sene evvel yazılan iki âyetin tefsirinden başka ilişmemesiyle ve Denizli ve Ankara ehl-i vukufu onbeş sehivden başkalarına ilişmemesiyle ve şimdiye kadar yüzbinler âdemin ıslahına vesile olmasıyla vatana ve millete bin büyük menfaatı tahakkuk eden Risale-i Nur'a küçük bir hizmet eden veya kendi imanını kurtardığı için bir risalesini yazan ve Emirdağı'nda garib ve ihtiyarlığıma şefkaten bana kardeşlik eden Çalışkanlar gibi rıza-yı İlahî için bana hizmet eden bîçareleri iş mevsiminde ve dehşetli kışta taht-ı tevkife almak hükûmet-i cumhuriyenin hangi prensibiyle kabil-i tevfik olabilir? Ve hangi kanunu müsaade etmeğe imkânı var?

165

Madem cumhuriyet prensipleri hürriyet-i vicdan kanunula dinsizlere ilişmiyor elbette mümkün olduğu kadar dünyaya karışmayan ve ehl-i dünya ile mübareze etmeyen ve âhiretine ve imanına ve vatanına dahi nâfi' bir tarzda çalışan dindarlara ilişmemek gerektir. ve elzemdir. Bin seneden beri bu milletin gıda ve ilâç gibi bir hacet-i zaruriyesi olan takvayı ve salahatı bu mazhar-ı enbiya olan Asya'da hükmeden ehl-i siyaset yasak etmez. ve edemez biliyoruz. Yirmi seneden beri münzevi yaşayan ve yirmi sene evvelki Said'in kafasıyla sorduğu bu suallerde bu zamanın tarz-ı telakkisine uygun gelmeyen kusurlarına bakmamak insaniyetin muktezasıdır. Vatan ve millet ve asayişin menfaatı hesabına bunu da hatırlatmak bir vazife-i vataniyem olması cihetiyle derim.. Böyle bize ve Risale-i Nur'a az bir münasebetle taht-ı tevkife alınmak ve gücendirmek yüzünden vatana ve asayişe dindarane menfaatı bulunan pekçok zâtları idare aleyhine çevirebilir. anarşiliğe meydan verir. Evet Risale-i Nur ile imanlarını kurtaran ve millete zararsız ve tam menfaatdar vaziyete girenler. yüzbinden çok ziyadedir. Hükûmet-i cumhuriyenin belki her büyük dairesinde ve milletin her tabakasında faideli ve müstakimane bir surette bulunuyorlar. Bunları gücendirmek değil. belki himaye etmek elzemdir. Şekvamızı dinlemeyen ve bizi söyletmeyen ve bahanelerle sıkıştıran bir kısım resmî âdemler. vatan aleyhinde anarşiliğe meydan açıyorlar diye kuvvetli bir vehim hatırımıza geliyor. Hem maslahat-ı hükûmet namına derim. Madem Beşinci Şua'ıyı hem Denizli hem Ankara Mahkemeleri tedkik edip ilişmemişler bize verdiler. Elbette onu yeniden resme koyup dedikodulara meydan açmamak idarece zarurîdir. Biz o risaleyi mahkemelerin ellerine geçmeden ve onu teşhirlerinden evvel gizlediğimiz gibi Afyon hükûmet ve mahkemesi dahi onu medar-ı sual ve cevab etmemeli. Çünki kuvvetlidir. reddedilmez. Kabl-el vuku' haber vermiş. doğru çıkmış. Hem hedefi dünya değil. olsa olsa ölmüş gitmiş bir şahsa müteaddid manalarından bir manası muvafık geliyor. Onun dostluğu taassubu ile o gaybî ihbarı ve manayı resme koymamayı ve bizi onunla muahaze etmekle daha ziyade teşhirine yol açmamayı vatan ve millet ve asayiş ve idare hesabına ihtar etmeye vicdanım beni mecbur etti. Said Nursî

166

Afyon Müddeiumumîsi ve Mahkeme Reisi ve A'zalarına Denizli'nin adliyesine hukukumu müdafaa için arzettiğim (Dokuz Esası) aynen size de takdim ediyorum. Yirmi senedir hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhassa böyle resmî ve ince ve siyasî hayatı terketmişim. O hallere karşı alınması lâzım gelen vaziyeti bilmiyorum. ve düşünmüyorum. ve düşünmesi beni cidden incitiyor. Fakat mecburiyetle başka mahkemede insafsız bir zâtın intizamsız ve mükerrer ve lüzumsuz pekçok suallerine verdiğim cevabların hâtimesi ve hülâsası olan bu intizamsız müdafaatım ve istid’amda belki saded harici ve lüzumsuz tekrarat ve intizamsızlık ve aleyhime dönecek şiddetli tabirler ve bilmediğim yeni kanunlara muhalif ifadeler bulunabilir. Fakat madem hakikat üzere gidiyor. hakikatın hatırı için o kusurlara bakmamak gerektir. O istid’a ve müdafaatım (Dokuz Esas) üzerine gidiyor. (Birinci Esas) Madem hükûmet-i cumhuriye cumhuriyetteki hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmiyor. Elbette dindarlara ve takvacılara da ilişmemek gerektir. Ve madem dinsiz bir millet yaşamaz. ve Asya din noktasında Avrupa'ya benzemez. ve İslâmiyet hayat-ı şahsiye ve uhreviye cihetinde hristiyanlığa uymaz. ve dinsiz bir müslüman başka dinsizler gibi olmaz. Ve bu bin seneden beri dünyayı diyanetiyle ışıklandıran ve bütün dünyanın tehacümatına karşı salabet-i diniyesini kahramanane müdafaa eden bu vatandaki milletin bir ihtiyac-ı fıtrîsi hükmüne geçen diyanet ve salahat ve bilhassa iman hakikatlarının.. öğrenmesi yerlerine hiçbir terakkiyat hiçbir medeniyet tutamaz. ve o ihtiyacı onlara unutturamaz. Elbette bu vatandaki millete hükmeden bir hükûmet Risale-i Nur'a adalet ve kanun ve asayiş cihetinde ilişemez ve iliştirmemeli. (İkinci Esas) Madem bir şeyi reddetmek başkadır. ve onun ile amel etmemek bütün bütün başkadır. Ve her hükûmette şiddetli.. muhalifler bulunur ve Mecusi hâkimiyeti altında Müslümanlar ve hükûmet-i İslâmiye-i Ömeriyede Yahudiler ve Hristiyanlar bulunması.. ve asayişe ve idareye ilişmeyenin hürriyet-i şahsiyesi her hükûmette vardır. ve ilişilmez ve hükûmet ele bakar kalbe bakmaz. Ve madem asayişe ve idareye ve siyasete ilişmek isteyen herhalde hiç şübhesiz gazetelerle ve dünya hâdisatı ile alâkadar olacak.. tâ kendine yardım eden cereyanlar ve vaziyetleri ve hâdisatı bilsin tâ yanlış ayağını atmasın.

167

Risale-i Nur ise şakirdlerini o derece men'etmiş ki: benim yakın dostlarım biliyorlar ki: yirmibeş senedir değil gazeteleri okumak.. belki sormasını ve merak etmesini ve düşünmesini bana terkettirmiş. Şimdi on senedir kat'iyen dünya cereyanlarından ve vaziyetlerinden Alman'ın mağlubiyetinden ve Bolşevik'in istilasından başka: hiçbir haber almayacak derecede beni hayat-ı içtimaiyeden çekmiş. Elbette ve elbette hikmet-i hükûmet ve kanun-ı siyaset ve düstur-ı adalet bana ve benim gibi kardeşlerime ilişemez. ve ilişen herhalde ya evhamından ya garazından veya inadından ilişir. (Üçüncü Esas) Sâbık mahkememizde bir müddeiumumînin yanlış bir mana ile Beşinci Şua'a dair suallerinde kanun hesabına değil. belki bir ölmüş şahsın dostluğu taassubu hesabına manasız ve lüzumsuz itirazları sebebiyle bu gelecek uzunca tafsilâtı vermeğe mecbur oldum. Evvelâ.. Bu Beşinci Şua'yı hükûmetin eline geçmeden evvel biz mahrem tutuyorduk. Hem bütün taharrilerde bende bulunmadı. Hem maksadı yalnız avamın imanlarını şübhelerden ve müteşabih hadîsleri inkârdan kurtarmaktır. Dünya cihetine üçüncü, dördüncü derecede dolayısıyla bakar.. Hem verdiği haberler doğrudur. Hem ehl-i siyaset ve dünya ile mübareze etmiyor. yalnız ihbar eder. Hem şahısları tayin etmiyor. Küllî bir surette bir hakikatı hadîsiyeyi beyan eder. Fakat gizli ellerde gezdiği için bir iki hâşiye bilmediğimiz bazı zatlar tarafından ilave edilerek o küllî hakikatı bu asırdaki dehşetli bir şahsa tam tatbik etmişler. Onun için bu senelerde yeni te'lif edilmiş zannıyla itiraz ettiler. Hem o risalenin aslı Dâr-ül Hikmet'ten daha eskidir. Yalnız bir zaman sonra tanzim edildi. Risale-i Nur'a girdi. Şöyle ki: Bundan kırk sene evvel ve hürriyetten bir sene evvel İstanbul'a geldim. O zaman Japonya'nın baş kumandanı İslâm ülemasından dinî bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular? Hem çok şeyleri o münasebetle sual ettiler. Ezcümle bir hadîste Âhirzamanda dehşetli bir şahıs sabah kalkar. alnında (‫ر‬ ٌ ِ‫ )هَذ َا كَاف‬yazılmış bulunur diye hadîs var. deyip benden sordular? Dedim Bir acib şahıs bu milletin başına geçer. ve sabah kalkar başına şapka giyer. ve giydirir. Bu cevabımdan sonra bunu sordular. Acaba o zaman onu giyen kâfir olmaz mı.? Dedim Şapka başa gelecek secdeye gitme diyecek. Fakat baştaki iman o şapkayı da secdeye getirecek. inşâallah müslüman edecek. Sonra dediler. Aynı şahıs bir su içecek. onun eli delinecek. ve bu hâdise ile..

168

Süfyan olduğu bilinecek. Ben de cevaben dedim. Bir darb-ı mesel var. Çok israflı âdeme eli deliktir denilir. Yani elinde mal durmuyor. Akıyor. zayi' oluyor.deniliyor. İşte o dehşetli âdem.bir su olan rakıya mübtela olup onun ile hasta olacak.ve kendisi hadsiz israfata girecek.başkalarını da alıştıracak.. Sonra birisi sordu ki:O öldüğü zaman İstanbul'da Dikili Taş'ta şeytan dünyaya bağıracak ki:filan öldü. O vakit ben dedim. Telgrafla haber verilecek Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim.on sene sonra Dâr-ül Hikmet'te iken dedim.Şeytan gibi radyo ile dünyaya işittirecek. Sonra: Sedd-i Zülkarneyn ve Ye'cüc Me'cüc ve dabbet-ül arz ve Deccal ve nüzul-i İsa (Aleyhisselam) hakkında sualler sormuşlardı. Ben de cevablarını vermiştim. Hattâ eski risalelerimde onlar kısmen yazılmışlardır. Bir zaman sonra. Mustafa Kemal iki defa şifre ile Van vilâyetinin eski valisi ve benim dostum Tahsin Bey'in vasıtasıyla.. beni (neşredilen Hutuvat-ı Sitte'ye mükâfaten taltif için) Ankara'ya celb etti. gittim. Şeyh Sünusî Kürdçe lisanı bilmediğinden beni onun yerinde üçyüz lira maaşla vilayat-ı şarkıye vaiz-i umumîsi hem meb'us olmak hem diyanet riyaseti dairesinde Dâr-ül Hikmet a'zalarıyla beraber eski vazifem ile memnun etmek ve benim Van'da temelini attığım Medreset-üz Zehra ve şark dâr-ül fünunuma Sultan Reşad'ın verdiği ondokuz bin altun lira (ikiyüz meb'us içinde yüzaltmışüç meb'usun imzasıyla) yüzellibin banknota iblağ edilerek kabul edildiği halde..ben Beşinci Şuaın aslının verdiği haberin bir kısmını orada bir âdemde gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım. Ve bu âdemle başa çıkılmaz mukabele edilmez diye dünyayı ve siyaseti ve hayat-ı içtimaiyeyi terk edip. yalnız imanı kurtarmak yolunda vaktimi sarfettim. Fakat bazı zâlim ve insafsız memurlar bana dünyaya bakacak iki üç risaleyi yazdırdılar. Sonra bazı zâtlar âhirzaman hâdisatını haber veren müteşabih hadîsleri sual etmek münasebetiyle.. o eski risalenin aslını tanzim ettim. Risale-i Nur'un Beşinci Şuaı namını aldı. Risale-i Nur'un numaraları te'lif tertibiyle değil. Meselâ Otuzüçüncü Mektub Birinci Mektub'dan daha evvel te'lif edilmiş. ve bu Beşinci Şua'ın aslı ve Risale-i Nur'un bir kısım eczaları Risale-i Nur'dan evvel te'lif edilmiş. Her ne ise: Bu makamda bir müddeiumumînin Mustafa Kemal'e dostluğu taassubuyla kanunsuz ve lüzumsuz ve yanlış itirazları

169

ve sualleri beni bu saded harici gibi izahatı vermeğe mecbur eyledi. Ben onun adliye kanunu namına tamamen şahsî ve kanunsuz bir sözünü misal olarak beyan ediyorum. Dedi.Beşinci Şua'da sen hiç kalben nedamet etmedin mi ki: onu rakıdan ve şarabdan su tulumbası gibi tabirlerle..tezyif etmişsin ?Ben onun bütün bütün manasız ve yanlış ve dostluk taassubuna mukabil derim. Kahraman ordunun zaferi ve şerefi ona verilmez. yalnız onun bir hissesi olabilir. Nasılki ordunun ganîmeti, malları erzakları bir kumandana verilse zulümdür. dehşetli bir haksızlıktır. Evet nasıl o insafsız, o çok kusurlu âdemi sevmemekle beni ittiham etti.âdeta vatan haini yaptı. Ben de onu orduyu sevmemekle ittiham ediyorum. Çünki bütün şerefi ve manevî ganîmeti o dostuna verip orduyu şerefsiz bırakıyor. Hakikat.. ise müsbet şeyler, haseneler, iyilikler cemaate, orduya tevzi edilir. ve menfîler ve tahribat ve kusurlar başa verilir. Çünki bir şeyin vücudu bütün şeraidin ve erkânının vücudu ile olur ki: kumandan yalnız bir şarttır Ve o şeyin ademi ve bozulması ise bir şartın ademi ile ve bir rüknün bozulması ile olur. Mahvolur. bozulur. O fenalık başa ve reise verilebilir. İyilikler ve haseneler ekseriyetle müsbet ve vücudîdir. Başlar sahib çıkamazlar. Fenalıklar ve kusurlar ademîdir.ve tahribîdir. Reisler mes'ul olurlar. Hak ve hakikat böyle iken.. nasılki: bir aşiret.. fütuhat yapsa: Âferin Hasan Ağa. mağlub olsa Aşirete tuh diye aşiret tezyif edilse bütün bütün hakikatın aksine hükmedilir. Aynen öyle de beni ittiham eden o müddeî bütün bütün hak ve hakikatın aksine bir hatasıyla güya adliye namına hükmetti. Aynen bunun hatası gibi. Eski harb-i umumîden biraz evvel ben Van'da iken bazı dindar ve müttaki zâtlar yanıma geldiler. Dediler ki:Bazı kumandanlarda dinsizlik oluyor.gel bize iştirak et. Biz bu reislere isyan edeceğiz. Ben de dedim. O fenalıklar ve o dinsizlikler o gibi kumandanlara mahsustur. Ordu onun ile mes'ul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki yüzbin evliya var. Ben bu orduya karşı kılınç çekmem.ve size iştirak etmem. O zâtlar benden ayrıldılar.kılınç çektiler.neticesiz Bitlis hâdisesi vücuda geldi. Az zaman sonra harb-i umumî patladı. O ordu din namına iştirak etti cihada girdi. O ordudan yüzbin şehidler evliya mertebesine çıkıp beni o

170

davamda tasdik edip..kanlarıyla velâyet fermanlarını imzaladılar. Her ne ise biraz uzun söylemeye mecbur oldum. Çünki:hiçbir hissiyatla ve haricî tesiratla müteessir olmamak mahiyetinin kat'î hassası bulunan adalet hakikatı namına ve cüz'î ve hata hissiyat ve tarafgirlik ile bize ve Risale-i Nur'a karşı müzeyyifane hareket eden bir müddeiumumînin acib vaziyeti beni bu uzun ifadeye sevketti. (Dördüncü Esas) Eskişehir Mahkemesi yüz risaleleri ve mektubları dört ay tedkikten sonra yalnız yüzyirmi âdemden onbeş âdeme altışar ay ceza ve bana da yüz risaleden yalnız bir iki risalede onbeş kelime ile bir sene ceza verebildi. Tarîkatçılık, ve cem'iyetçilik ve şapka mes'elelerinde beraet ettirdiler. Biz dahi o cezayı çektik. Ondan sonra Kastamonu'da çok defa taharrilerde hiçbir ilişiğimi bulmadılar. Ve kaç sene evvel Isparta'da mahrem ve gayr-ı mahrem Risale-i Nur'un bütün eczaları bilâ-istisna hükûmetin eline geçti. Üç ay tedkikten sonra umumu sahiblerine iade edildi. Birkaç sene sonra Denizli ve Ankara Mahkemelerinde bütün risaleler iki sene kaldı. Tamamen bize iade edildi. Madem hakikat budur.Beni ve Risalei Nur'un şakirdlerini ittiham eden ve o gibi kanun namına kanunsuz ve garazla ve hissiyatla bizi muahaze edenler: elbette bizden evvel hem Eskişehir Mahkemesini hem Kastamonu hükûmetini zabıtasını hem Isparta Adliyesini hem Denizli Mahkemesini hem Ankara'nın Ağır Ceza Mahkemesini ittiham edip onları varsa suçumuza tam teşrik ediyorlar. Çünki bir suçumuz olsa idi bu üç dört hükûmet yakınında çok zaman tecessüsüyle görmedi.veya aldırmadı. bizden ziyade onlar suçlu olurlar. Halbuki bizde dünyaya karışmak arzusu bulunsa idi böyle sinek vızıltısı gibi değil top güllesi gibi ses ve patlak verecekti. Evet. 31 Mart'ta Divan-ı Harb-i Örfî'de ve Mustafa Kemal'in hiddetine karşı divan-ı riyasette şiddetli ve dokunaklı bir serbest müdafaa eden bir âdem onsekiz sene zarfında kimseye sezdirmeden dünya entrikalarını çeviriyor diye onu ittiham eden elbette bir garazla eder. Biz Denizli müddeiumumîsinden ümid ettiğimiz gibi Afyon müddeiumumîsinden de ümid ederiz ki:bizi böylelerin itirazından ve garazlarından kurtarsın.ve hakikat-ı adaleti göstersinler. (Beşinci Esas) Risale-i Nur şakirdlerinin mümkün olduğu kadar siyasete ve idare işine ve hükûmetin icraatına karışmamak. bir düstur-ı esasîleridir. Çünki hâlisane hizmet-i Kur’âniye onlara her şeye bedel kâfi geliyor. Hem şimdi hükmeden

171

öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse istiklaliyetini ve ihlasını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak.dünyevî maksadına âlet edecek.O hizmetin kudsiyetini bozacak. Hem maddî mübarezede şu asrın bir düsturu olan eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdad ile birinin hatasıyla onun masum çok tarafdarlarını ezmek. lâzım gelecek. Yoksa mağlub düşecek. Hem dünya için dinini bırakan veya âlet edenlerin nazarlarında Kur’ânın hiçbir şeye âlet olmayan kudsî hakikatları bir propaganda-i siyasette âlet olmuş tevehhüm edilecek. Hem milletin her tabakası muvafıkı muhalifi memuru ve âmisinin o hakikatlarda hisseleri var. onlara muhtaçtırlar. Risale-i Nur şakirdleri tam bîtaraf kalmak için siyaseti ve maddî mübarezeyi tam bırakmak ve hiç karışmamak lâzım gelmiş. (Altıncı Esas) Bu mes'elede benim şahsımın veya bazı kardeşlerimin kusuruyla Risale-i Nur'a hücum edilmez. O doğrudan doğruya Kur’âna bağlanmış. Kur’ân da arş-ı a'zamla bağlıdır. Kimin haddi var. elini oraya uzatsın. o kuvvetli ipleri çözsün. Hem bu memlekete maddî ve manevî bereketi ve fevkalâde hizmeti: otuzüç âyât-ı Kur’âniyenin işaratıyla ve İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'ın üç keramet-i gaybiyesi ile ve Gavs-ı A'zam'ın (K.S.) kat'î ihbarıyla tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur bizim âdi ve şahsî kusurlarımızla mes'ul olmaz. ve olamaz. ve olmamalı. Yoksa bu memlekete hem maddî hem manevî telafi edilmeyecek derecede zarar olacak. Risale-i Nur'a karşı.. gizli düşmanlarımızdan bazı zındıkların şeytanetiyle çevrilen plânlar ve hücumlar inşâallah bozulacaklar. onun şakirdleri başkalara kıyas edilmezler. Dağıttırılmazlar. Vazgeçirilmezler. Cenab-ı Hakk'ın inâyetiyle mağlub edilmezler. Eğer maddî müdafaadan Kur’ân men'etmeseydi. bu milletin can damarı hükmünde umumun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan o şakirdler Şeyh Said ve Menemen hâdiseleri gibi cüz'î ve neticesiz hâdiselerle bulaşmazlar. Allah etmesin eğer mecburiyet-i kat'iye derecesinde onlara zulmedilse elbette gizli zındıklar ve münafıklar bin derece pişman olacaklar. Elhâsıl: madem biz ehl-i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz.onlar da bizim âhiretimize ve imanî hizmetimize bu derece ilişmesinler. Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış. ve resmen zabta geçmemiş. ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı..ve latif bir kıssa-i müdafaayı beyan ediyorum. Orada benden sordular ki: Cumhuriyet hakkında fikrin nedir ?Ben de dedim. Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden ben dindar cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım isbat eder.

172

Hülâsası şudur. O zaman şimdiki gibi hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim. bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. ekmeğimi onun suyu ile yiyordum. Benden sordular ?ben dedim Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten taneleri karıncalara veriyorum. Sonra dediler.Sen selef-i sâlihîne muhalefet ediyorsun? Cevaben diyordum. Hulefa-i Raşidîn hem halife hem reis-i cumhur idiler. Sıddık-ı Ekber Aşere-i Mübeşşere'ye ve Sahabe-i Kiram'a elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değildi. belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler. İşte ey müddeiumumî ve mahkeme a'zaları Elli seneden beri bende olan bir fikrin aksiyle beni ittiham ediyorsunuz. Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız ?ben biliyorum ki lâik manası bîtaraf kalmak yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişilmediği gibi dindarlara ve takvacılara da ilişmez.bir hükûmet telakki ederim. Yirmibeş senedir hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum. El'iyazü billah farz-ı muhal olarak eğer dinsizlik hesabına imanına ve âhiretine çalışanları mes'ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmiş ise.. bunu size bilâ-perva ilân ve ihtar ederim ki.Bin canım olsada.. imana ve âhiretime feda etmeğe hazırım. Ne yaparsanız yapınız Benim son sözüm (‫ه‬ ِٰ ‫سبُنَا‬ َ ‫ح ْه‬ ‫الل ُه‬

ُ ‫م الْوَكِي‬ ‫ل‬ َ ْ ‫ )وَنِع‬olarak sizin beni i'dam ve ağır ceza ile zulmen mahkûm etmenize mukabil

derim.Ben Risale-i Nur'un keşf-i kat'îsi ile i'dam olmuyorum. belki terhis edilip nur ve saadet âlemine gidiyorum.ve sizi ey gizli düşmanlarımız ve dalalet hesabına bizi ezen bedbahtlar İ'dam-ı ebedî ile ve daimî haps-i münferid ile mahkûm bildiğimden ve gördüğümden tamamıyla intikamımı sizden alarak rahat-ı kalb ile teslim-i ruh etmeye hazırım Onlara demiştim. (Yedinci Esas) Afyon Mahkemesi başka yerlerdeki sathî tahkikata binaen bize bir cem'iyet-i siyasiye noktasında bakmış. Buna cevabımız Evvelâ..Bütün benim ile arkadaşlık eden zâtların şehadetiyle ondokuz seneden beri hiçbir gazeteyi okumayan ve dinlemeyen ve sormayan ve bu on sene beş aydır harb-i umumîden Alman'ın mağlubiyetinden ve komünistin dehşetinden başka hiçbir haber almayan ve merak etmeyen ve bilmeyen bir âdemin elbette siyasetle hiçbir alâkası yoktur. ve siyasî cem'iyetlerle hiçbir münasebeti olmaz.

173

Sâniyen.. Risale-i Nur'un yüzotuz parçaları meydandadır. İçinde imanî hakikatlardan başka bir hedef bir maksad-ı dünyevî olmadığını anlayan Eskişehir Mahkemesi yalnız bir iki risaleden başka- ilişmemesi ve Denizli Mahkemesi hiçbirine ilişmemesi ve koca Kastamonu zabıtasının sekiz sene zarfında daimî tarassud ile beraber iki hizmetçimden ve yalnız üç âdemden başka bahane ile müttehem hiçbir kimseyi bulmaması kat'î bir hüccettir ki: Risale-i Nur şakirdleri hiçbir vecihle siyasî cem'iyet değiller. Eğer iddianamedeki cem'iyetten maksadı imanî ve uhrevî bir cemaat ise.. ona cevaben deriz ki: Eğer dâr-ül fünun talebelerine ve her nevi esnafa birer cem'iyet namı verilse. bize de o neviden bir cem'iyet namı verilebilir.. Eğer dinî hissiyatla emniyet-i dâhiliyeyi ihlâl edecek bir cemaat namı veriyorsanız? buna mukabil deriz. Yirmi sene zarfında bu fırtınalı halde Nur şakirdleri hiçbir yerde hiç bir vukuatla emniyet-i dâhiliyeye ilişmemeleri. ve iliştikleri ne hükûmetçe ve ne de mahkemelerce kaydedilmemesi bu ittihamı çürütüyor. Eğer hissiyat-ı diniyeyi kuvvetlendirmesinden istikbalde emniyet-i dâhiliyeye zarar verebilir diye bir cem'iyet namı verilmiş ise..buna mukabil deriz. Evvelen Başta Diyanet Riyaseti bütün vaizler aynı hizmeti görüyorlar. Sâniyen Risale-i Nur şakirdlerinin değil emniyete ve asayişe zarar vermek. belki bütün kuvvetleriyle ve kanaatlarıyla.. milleti anarşilikten muhafaza ve emniyet ve asayişi temin etmek için çalıştıklarına delil ise.. birinci esasta beyan edilmiş. Evet biz bir cemaatız. Hedefimiz ve proğramımız evvelâ kendimizi sonra milletimizi i'dam-ı ebedîden. ve daimî berzahî haps-i münferidden kurtarmak. ve vatandaşlarımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhaya vesile olan zındıkaya karşı Risale-i Nur'un çelik gibi hakikatlarıyla kendimizi muhafazadır. (Sekizinci Esas) Risalelerde bazı dokunaklı cümleler var diye başka yerlerin nâkıs ve sathî tahkikatlarına binaen bizi ittiham ediyorlar? Buna mukabil deriz. Madem maksadımız iman ve âhirettir. ehl-i dünya ile mübareze değildir. Ve madem o pek cüz'î ve yalnız bir-iki risaleye mahsus ilişmek kasdî değil. belki maksadımıza yürürken onlara çarpılmışız. Elbette bir garaz-ı siyasî manasında olamaz. Ve madem imkânat başkadır. vukuat başkadır Hakkımızda asayişe zarar yapmış değil. yapabilir diye ittiham ise: herkes bir âdemi öldürebilir diye ittiham gibi: manasız bir ittihamdır. Ve madem yirmi sene müddetinde yirmibinler âdemde ve binler nüshalar ve mektublarda hem Eskişehir hem Kastamonu hem Isparta hem Denizli de şiddetli tedkik ve taharrilerde hakikî bir suç teşkil edecek maddeleri..

174

bulmadılar.ve Eskişehir Mahkemesi bir şey bulmadığından mecburiyetle bir lastikli kanun maddesinden tek bir küçük risale ile bizi mes'ul ettiği gibi bütün dinî dersini verenleri dahi mes'ul eder bir tarzda yüz âdemden onbeş âdeme altışar ay ceza verebildi. Acaba bizim gibi bir âdemin sizden olsa bir senede yirmi mahrem mektubları bu tarzda tedkik edilse onu mes'ul ve mahcub edecek.. yirmi cümle bulunmaz mı? Halbuki:bizde yirmi bin âdemden yirmi bin nüsha risalelerde ve mektublarda hakikî mes'ul edecek yirmi cümle bulamamalarından gösteriyor ki: Risale-i Nur'un hedefi doğrudan doğruya âhirettir. Dünya ile alış-verişi yoktur. (Dokuzuncu Esas) Denizli Mahkemesi'nin insaflı müddeiumumîsinin başka yerlerin insafsız ve sathî zabıtnamelerine binaen iddianamede kaydettiği maddeler gibi. Afyon Mahkemesinde dahi sorguda gördüğümüz vaziyet delaletiyle aleyhimizde aynı maddelerdir. tarihsiz mektublar. hem yirmi, onbeş ,on sene zarfındaki muhaberelerde..ve kat'î cevabı üçüncü esasta ve istid’amın ikinci sualinde bulunan Beşinci Şua'da.. ve yüzotuz risalelerin yalnız dört-beş risalelerinde.. ve Eskişehir Mahkemesinin tedkikinden geçen ve cezasını çektiren ve af kanunları gören ve Denizli beraetini gören mektublarda ve risalelerde ittihamımıza medar bazı bahaneler var.. Acaba 31 Mart hâdisesinde Bâb-ı Seraskerî'de Şeyhülislâmı ve ülemayı dinlemeyen sekiz taburu bir nutuk ile itaate getiren bir âdem. sekiz sene zarfında zabıtnamelere göre çalışmış Böyle yirmi otuz âdemi kandırabilmiş. Meselâ koca Kastamonu'da beş âdemi iğfal edebilmiş denilebilir mi? İşte Kastamonu'da Denizli hâdisesinde mahrem ve gayr-ı mahrem bütün evraklarımı ve kitablarımı odunlar yığını altından çıkarıp.. üç ay tedkikten sonra yalnız Feyzi, Emin, Hilmi, Tevfik ve Sadık'tan başka kimseyi.. o koca Kastamonu'da bulmadılar. Bu beş zât ise lillah için bana şahsî hizmet münasebetiyle.. ve üçbuçuk senede Emirdağı'nda üç kardeşi ve üç dört âdemi bulup göndermişler. Eğer o sathî zabıtnameler gibi yapsa idim. beşon değil belki beşyüz. belki beşbin. ve belki beşyüz bin âdemleri kandırabilirdim.. O zabıtnamelerde ne kadar yanlışlar bulunduğuna.. Denizli Mahkemesinde söylediğim bir iki nümuneyi beyan ediyorum. Bir sene cezasını çektiğim ve mahrem tutulan ve zabıtnamede kaydedildiği gibi odun yığınları altından çıkarılan Tesettür Risalesi bu sene yazılmış ve neşredilmiş gibi bizi ittiham etmek istiyor.. Hem Ankara'da hükûmetin riyasetinde bulunan

175

malûm birisine ettiğim itirazlara ve söylediğim ağır sözlere karşı o reis mukabele etmeyip sükût etmesi.. ve o öldükten sonra onun yanlışını gösteren bir hakikat-ı hadîsiyeyi kırk sene evvel beyandaki fıtrî ve lüzumlu ve küllî ve mahrem tenkidlerimi.. makam-ı iddia cerbezesiyle ona tam tatbik ile.. bize medar-ı mes'uliyet yapılmış. Ölmüş ve hükûmetten alâkası kesilmiş bir şahsın hatırı nerede?. Hükûmetin ve milletin bir hatıraı ve Cenab-ı Hakk'ın bir tecelli-i hâkimiyeti olan adalet kanunları nerede?.Hem biz hükûmet-i cumhuriye esaslarından olan ve en ziyade kendimize medar-ı istinad yaptığımız ve onun ile kendimizi müdafaa ettiğimiz hürriyet-i vicdan esası.. bizim aleyhimizde medar-ı mes'uliyet tutulmuş. güya biz hürriyet-i vicdan esasına muarız gidiyoruz. Hem bir risalede medeniyetin seyyiatını ve kusurlarını tenkid etmemden hatır ve hayalime gelmeyen bir şeyi zabıtnamelerde isnad ediyor. Güya ben radyoyu ve tayyareyi ve şimendiferin kullanılmasını kabul etmiyorum diye terakkiyat-ı hazıra aleyhinde bulunduğumla mes'ul ediyor.. İşte bu nümunelere kıyasen ne kadar hilaf-ı adalet bir muamele olduğunu inşâallah insaflı ve adaletli olan Denizli müddeiumumîsi ve mahkemesi gibi.. Afyon Mahkemesi göstererek o zabıtnamelerin evhamlarına ehemmiyet vermeyecekler. Hem en garibi şudur ki: bir yerde demişim. Cenab-ı Hakk'ın büyük nimetleri olan tayyareyi ve şimendiferi ve radyoyu büyük şükür ile mukabele lâzım iken beşer şükür etmedi. tayyarelerle başlarına bombalar yağdı. Ve radyo öyle büyük bir nimet-i İlahiyedir ki: ona mukabil şükür ise. o radyo milyonlar dilli bir küllî hâfız-ül Kur’ân olup zemin yüzündeki bütün insanlara dinlettirsin. Yirminci Söz'de Kur’ânın medeniyet hârikalarından gaybî haber verdiğini beyan ederken bir âyetin işareti olarak kâfirler şimendiferle âlem-i İslâmı mağlub ederler demişim. İslâmı bu hârikalara teşvik ettiğim halde bir sebeb-i ittihamım olarak şimendifer ve tayyare ve radyo gibi terakkiyat-ı hazıra aleyhindedir. diye sâbık mahkemelerin bazı müddeiumumîleri bizi ittiham etmiş.. Hem hiç bir münasebeti olmadığı halde bir âdem Risale-i Nur'un ikinci bir ismi olan Risalet-ün Nur tabirinden Kur’ânın nurundan bir risalettir. yani bir ilhamdır. ve risaletin şeriat vazifesini yapan bir vâristir demiş. Bir iddianamede başka yerin verdiği yanlış mana ile benim için bir sebeb-i ittiham tutulmuş. Hem müdafaatımda yirmi yerde kat'î bir surette hüccetlerle isbat etmişiz ki: bütün dünyaya karşı da olsa.. dini ve Kur’ânı ve Risale-i Nur'u âlet edemeyiz. biz onların bir hakikatını dünya saltanatına değiştiremeyiz. ve bilfiil öyleyiz. Ve bu davanın emareleri yirmi senede binlerdir. Halbuki

176

şimdi Afyon sorgusunun gidişatından ve iddianamede başka zabıtnamelere binaen.. güya bizim maksadımız ve sa'yimiz dünya entrikalarını çevirmek ve dünya garazlarına koşmak. ve dini hasis şeylere âlet etmek ve kudsiyetini düşürtmektir. diye bizi ittiham ediyorlar. Madem ُ ‫م الْوَكِي‬ öyledir. ben ve biz bütün kuvvetimizle deriz. (‫ل‬ ِٰ ‫سبُنَا‬ َ ). ْ ‫ح‬ َ ْ‫الل ُهه وَنِع‬ Said Nursî

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Afyon Mahkemesinin bizi ittiham etmesine karşı itiraznamenin tetimmesidir. Bu itirazımda muhatabım Afyon müddeîsi ve mahkemesi değildir. Belki: başka yerlerdeki müddeiumumîlerin ve muhbir.. ve taharricilerin yanlış ve nâkıs zabıtnameleriyle burada ve sorgu dairesindeki acib vaziyeti aleyhimize çeviren. garazkâr ve vehham memurlardır. Evvelen.. Aslı ve faslı olmayan ve hatırıma gelmeyen bir siyasî cem'iyet namını masum ve siyasetle hiç alâkaları olmayan Risale-i Nur talebelerine takıp ve o daire içine giren ve iman ve âhiretinden başka bir maksadları bulunmayan bîçareleri o cem'iyetin naşiri veya faal bir rüknü veya mensubu veya Risale-i Nur'u okumuş. ve okutmuş veya yazmış diye suçlu sayıp mahkemeye vermek ne kadar adaletin mahiyetinden uzak olduğunun kat'î bir hücceti şudur ki:Kur’ân aleyhinde yazılan Doktor Duzi'nin ve sair zındıkların o muzır eserlerini okuyanlar.. hürriyet-i fikir ve hürriyet-i ilmiye düsturuyla suçlu sayılmadığı.. halde hakikat-ı Kur’âniyeyi öğrenmeğe gâyet muhtaç ve müştak olanlara güneş gibi bildiren Risale-i Nur'u okumak yazmak bir suç sayılmış. Ve hem yüz risale içinde yanlış mana verilmemek için mahkemelerin teşhirlerinden evvel mahrem tuttuğumuz iki üç risalede yalnız birkaç cümlelerini bahane gösterip ittiham etmiş. Halbuki o risalelerden biri müstesna Eskişehir Mahkemesi tedkik etmiş. îcabına bakmış. yalnız birtek Tesettür Risalesi'nin bir-iki mes'elesine ilişmiş. ve müstesnasının hem istid’amda hem itiraznamemde gâyet kat'î cevabı verildiği.. ve Elimizde nur var. topuz yok. Eskişehir Mahkemesi'nde yirmi vecihle kat'î isbat edildiği.. ve Denizli Mahkemesi bilâ-istisna bütün risaleleri tedkik etmiş. hiçbirisine

177

ilişmediği halde.. insafsız müddeîler o iki üç risalenin üç-dört cümlelerini bütün Risale-i Nur'a teşmil edip.. hattâ dörtyüz sahifeli Zülfikar'ı iki sahife için müsadere eder gibi Risale-i Nur'u okuyan ve yazanı suçlu ve beni de hükûmet ile mübareze eder diye ittiham etmişler.. Ben benim ile görüşen dostlarımı işhad eder ve kasemle temin ederim ki.. Bu on seneden ziyadedir ki: iki reis ve bir meb'ustan ve Kastamonu Valisinden başka hükûmetin erkânını, vükelasını, kumandanlarını, memurlarını, meb'uslarını kimler olduğunu kat'î bilmiyorum. ve bilmeyi de merak etmemişim. Yalnız bir sene evvel bir iki zât benimle alâkadarlık gösterdiklerinden beş altı erkânı bildim. Acaba hiç imkânı var mı ki: bir âdem mübareze ettiği âdemleri tanımasın. ve bilmeyi merak etmesin. ve dost mu düşman mı diye karşısındakini tanımasına ehemmiyet vermesin.. Bu hallerden anlaşılıyor ki: bil'iltizam herhalde beni perişan etmek için gâyet asılsız bahaneleri icad ederler. Madem keyfiyet böyledir ben de buradaki mahkemeye değil.. belki o insafsızlara derim. Ben sizin bana vereceğiniz en ağır cezanıza da beş para kıymet vermem. ve hiç ehemmiyeti yok. Çünki ben kabir kapısında yetmiş yaşındayım. Böyle mazlum ve masum bir iki sene hayatı şehadet mertebesiyle değiştirmek benim için büyük saadettir. Risale-i Nur'un binler hüccetleriyle kat'î imanım var ki: ölüm bizim için bir terhis tezkeresidir. Eğer zahirî i'dam da olsa.. bizim için bir saat zahmet ebedî bir saadetin ve rahmetin anahtarı olur. Fakat siz ey gizli düşmanlar ve zındıka hesabına adliyeyi şaşırtan ve hükûmeti bizimle sebebsiz meşgul eden insafsızlar.. Kat'î biliniz ve titreyiniz ki.. siz i'dam-ı ebedî ile mahkûm oluyorsunuz? İntikamımız sizden pekçok muzaaf bir surette alınıyor görüyoruz. Hattâ size acıyoruz. Evet bu şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm. hakikatının elbette hayattan ziyade bir istediği var. Ve onun i'damından kurtulmak çaresi insanların her mes'elesinin fevkinde en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac-ı zarurîsi ve kat'îsidir. Acaba bu çareyi kendine bulan Risale-i Nur şakirdlerini ve o çareyi binler hüccetlerle bulduran Risale-i Nur'u âdi bahanelerle ittiham edenler.. kendileri ne kadar hakikat ve adalet nazarında müttehem oluyorlar. divaneler de anlar. Bu insafsızları aldatan ve hiç münasebeti olmayan bir siyasî cem'iyet vehmini veren (üç madde) dir. (Birincisi) Eskiden beri benim talebelerim benim ile kardeş gibi şiddetli alâkadar olmaları bir cem'iyet vehmini vermiş. (İkincisi)

178

Risale-i Nur'un bazı şakirdleri..her yerde bulunan ve cumhuriyet kanunları müsaade eden ve ilişmeyen cemaat-ı İslâmiye heyetleri gibi hareket ettiklerinden bir cem'iyet zannedilmiş. Halbuki o mahdud üç dört şakirdin niyetleri cem'iyet memiyet değil.. belki sırf hizmet-i imaniyede hâlis bir kardeşlik ve uhrevî bir tesanüddür. (Üçüncüsü) O insafsızlar kendilerini dalalet ve dünyaperestlikte bildiklerinden ve hükûmetin bazı kanunlarını kendilerine müsaid bulduklarından fikren diyorlar ki: herhalde Said ve arkadaşları bizlere ve hükûmetin bizim medenîce nâmeşru hevesatımıza müsaid kanunlarına muhaliftirler. Öyle ise muhalif bir cem'iyet-i siyasiyedirler? Ben de derim. Hey bedbahtlar.. Eğer dünya ebedî olsa idi. ve insan içinde daimî kalsa idi. ve insanî vazifeler yalnız siyaset bulunsa idi. belki bu iftiranızda bir mana bulunabilirdi. Hem eğer ben siyaset ile işe girse idim. yüz risalelerde on cümle değil. belki bin cümleyi siyasetvari mübarezekârane bulacaktınız. Hem farz-ı muhal olarak eğer biz dahi sizin gibi bütün kuvvetimizle dünya maksadlarına ve keyiflerine ve siyasetlerine çalışıyoruz.ahiretten haberimiz yok.hile perdesi altında dünya garazları peşinde koşuyoruz diye ki: şeytan da bunu inandırmağa çalışamıyor. Ve kimseye kabul ettiremez.haydi böylede olsa..madem yirmi senede hiç bir vukuatımız gösterilmiyor. Hükûmet ele bakar. kalbe bakamaz. ve herbir hükûmette şiddetli muhalifler bulunur. Elbette adliye kanunu ile bizleri mes'ul etmezsiniz. Son sözüm َ َ ْ ُِ ‫ت وَهُوَ َر‬ (ِ‫ش الْعَظِيم‬ ِٰ ‫ى‬ َ ) dir. ْ ‫ح‬ ُ ْ ‫ه اِل ِ هُوَ ع َلَيْهِ تَوَك ِل‬ َ ٰ‫الل ُهه ل َ اِل‬ ِ ‫ب العَْر‬ َ ِ ‫سب‬

Denizli beraetimizden sonra üç sene münzevi ve siyasetten alâkasız olduğum halde Afyon hapsini netice veren bu yeni hâdisenin (on vecihle) kanunsuz olduğunu beyan ediyorum. (Birincisi) Üç mahkemenin ve üç ehl-i vukufun ve Ankara'nın yedi makamatında ve adliyelerin elinde iki sene Risale-i Nur tedkikten geçtiği halde.. ittifak ile hiç biri muhalif kalmadan hem umum risalelerin beraetine hem Said ile beraber yetmişbeş arkadaşı birlikte beraet ettirildiği ve bir gün bile ceza verilmediği halde.. yeniden evrak-ı muzırra gibi o risalelere el uzatmak ne derece kanunsuzdur? zerre kadar insafı olan bilir.

179

(İkincisi) Beraetten sonra üç buçuk sene Emirdağı'nda münzevi, garib kapısını hem dışarıdan kilit ile hem içeriden sürgü ile kapayan ve yüzde bir âdemi zarurî bir iş olmadan yanına kabul etmeyen ve yirmi seneden beri devam eden te'lifini de bırakıp daha te'lif etmeyen bir âdeme dünya siyaseti için kapısının kilidini kırarak gelip Arabî evradından ve başındaki levha-i imaniyeden başka taharriciler birşey bulamadıkları halde.. bu eziyetin verilmesi ne derece hilaf-ı kanun olduğunu zerre kadar insafı bulunan anlar. (Üçüncüsü) Mahkemede dediğim gibi Yetmiş şahidin tasdiki ile yedi sene harb-i umumîyi bilmeyen ve merak etmeyen ve sormayan ki.. şimdi on senedir aynı halde bulunan ve yirmibeş seneden beri hiçbir gazeteyi okumayan ve dinlemeyen ve otuz seneden beri ( َِ ‫م ن ال‬ ‫ة‬ ِٰ ِ ‫ ) اَع ُوذ ُ ب‬deyip siyasetten bütün kuvvetiyle kaçan ve ِ ‫س‬ ِ ‫ن وَ ال‬ َ ‫سيَا‬ ِ ‫شيْطَا‬ َ ِ ‫الله ِه‬ yirmiiki sene işkenceli sıkıntılar çektiği halde ehl-i siyasetin nazar-ı dikkatini kendine celbetmemek ve siyasete karışmamak için bir defa istirahatı için hükûmete müracaat etmeyen bir âdeme.. dehşetli bir siyasî gibi ve siyasî entrikacısı gibi onun menzilini ve inzivagâhını basıp hasta halinde emsalsiz bir sıkıntı vermek. hiçbir kanuna muvafık gelir mi?. Zerre kadar vicdanı bulunan bu hale acıyacak. (Dördüncüsü) Eskişehir Mahkemesinde altı ay tedkikten sonra sebebi de cem'iyetçilik tarîkatçılık olduğu o evham bahanesiyle büyük reisin ona şahsî garazı ile onun aleyhinde bazı adliyecileri teşvik ettiği halde cem'iyetçilik ve tarîkatçılık ve Risale-i Nur cihetinde beraet ettirip yalnız Risale-i Nur'un bir küçük parçası olan Tesettür Risalesi'ni bahane ederek kanun ile değil de yalnız kanaat-ı vicdaniye ile yüz şakird içinde beş on şakirde altışar ay ceza verdiler ki: tedkik zamanına kadar dörtbuçuk ay mevkuf yani birbuçuk ay hapis kaldıkları ve on sene sonra Denizli Mahkemesi yine dokuz ay cem'iyetçilik, ve tarîkatçılık gibi birkaç bahane ile yirmi senelik bütün mektubat ve te'lifatlarını inceden inceye tedkik ile beraber.. Ankara'nın Ağır Ceza Mahkemesine beş sandık kitabları gönderdikleri halde..ve iki sene o kitablar ve mektublar Ankara ve Denizli Mahkemelerinde tedkikten geçtikleri halde.. o (Hâşiye 436. sahifede) mahkemeler ittifakla cem'iyetçilik tarikatcılık vesair bahaneler cihetinde beraet kararı verip o kitab ve mektubları aynen sahiblerine iade ettikleri ve Said'i arkadaşlarıyla beraber beraet ettirdikleri halde.. bir siyasî cem'iyetçi nazarıyla.. ve entrikacı bir âdem tarzında

180

onu ittiham etmek. ve adliye memurlarını onun aleyhinde tarîkat noktasında sevketmek. ne kadar kanunsuz olduğunu insaniyeti sukut etmeyen bilir. (Beşincisi) Benim ve Risale-i Nur'un mesleğinin esası.. ve otuz seneden beri bir düstur-ı hayatım olan şefkat itibariyle bir masuma zarar gelmemek için bana zulmeden canilere değil ilişmek. belki beddua ile de mukabele edemiyorum. Hattâ en şiddetli bir garaz ile bana zulmeden bazı fâsıklara belki dinsiz zâlimlere hiddet ettiğim halde.. değil maddî mukabele belki beddua ile de mukabeleden beni o şefkat men'ediyor. Çünki o zâlim gaddarın ya peder ve vâlidesi gibi ihtiyar bîçarelere veya evlâdları gibi masumlara maddî zarar gelmemek için o dörtbeş masumların hatırına binaen o zâlim gaddara ilişmiyorum. Bazan da hakkımı helâl ediyorum. İşte bu sırr-ı şefkat içindir ki: idare ve asayişe kat'iyen ilişmediğim gibi bütün arkadaşlarımada o derece tavsiye etmişim ki.. üç vilâyetin insaflı zabıtalarının bir kısmı itiraf etmişler. Bu Nur şakirdleri manevî bir zabıtadır. idare ve asayişi muhafaza ediyorlar dedikleri bu hakikata.. binler şahid ve yirmi sene hayatıyla tasdik.. ve binler şakirdlerin de zabıtaca hiç bir vukuat kaydetmemeleri ile teyid ettikleri halde.. o bîçare âdemin ihtilâlci ve insafsız bir komiteci gibi menzilini basmak ve insafsız âdemler ona ihanet etmek ve menzilinde bir şey bulmamakla beraber yüz cinâyeti bulunan bir âdem gibi.. hattâ gâyet kıymetdar ve antika ve mu'cizeli Kur’ânını ve başındaki levhalarını evrak-ı muzırra gibi toplamak. acaba hangi kanun müsaade eder? Böyle asayişe ve hüsn-i ahlâka hizmet eden dindar binler zâtları evham yüzünden idare ve asayiş aleyhine zorla sevketmek hangi maslahat îcabıdır? ___________ (435ci sahife hâşiyesi)

___________

_________________

Nurların esası ve hedefi iman-ı tahkikî ve hakikat-ı Kur’âniyedir. Onun için üç mahkeme tarîkat noktasında beraet verdiler. Hem bu yirmi senede hiçbir âdem Said bana tarîkat vermiş. Dememiş.Hem bin seneden beri bu milletin ekser ecdadı bağlandığı bir meslek sebeb-i mes'uliyet olamaz. Hem gizli münafıklar. hakikat-ı İslâmiyete tarîkat namını takıp bu milletin dinine taarruz ettiklerine karşı galibane mukabele edenler tarîkatla ittiham edilmezler. Cem'iyet ise: uhuvvet-i İslâmiye cihetinde bir uhrevî kardeşliktir. Yoksa siyasî cem'iyet olmadığına üç mahkeme hüküm vermişler. O cihette beraet ettirmişlerdir.

181

(Altıncısı) Bundan otuz sene evvel Cenab-ı Hakk'ın inâyetiyle dünyanın muvakkat şan ve şerefinin ve enaniyetli hodfüruşluğunun şöhretperestliğinin ne kadar faidesiz ve manasız olduğunu hadsiz şükürler olsun ki Kur’ânın feyziyle anlamış bir âdemin o zamandan beri bütün kuvvetiyle nefs-i emmaresiyle mücadele edip mahv etmek. benliğini bırakmak tasannu ve riyakârlık yapmamak için elden geldiği kadar çalıştığına ona hizmet eden ve arkadaşlık edenler kat'î bildirdikleri ve şehadet ettikleri halde.. ve yirmi seneden beri herkes kendi hakkında hoşlandığı ziyade hüsn-i zandan ve teveccüh-i nâsdan.. ve şahsını medh ve senadan ve kendinin manevî makam sahibi olduğunu bilmekten herkese muhalif olarak bütün kuvvetiyle kaçtığını ve hem has kardeşlerinin onun hakkındaki hüsn-i zanlarını reddedip o hâlis kardeşlerinin hatırlarını kırması.. ve yazdığı cevabî mektublarında onun hakkındaki medihlerini ve ziyade hüsn-i zanlarını kabul etmemesi ve kendini faziletten mahrum gösterip bütün fazileti Kur’ânın tefsiri olan Risale-i Nur'a ve dolayısıyla Nur şakirdlerinin şahs-ı manevîsine verip.. kendini âdi bir hizmetkâr bilmesi kat'î isbat ediyor ki.. şahsını beğendirmeğe çalışmadığı ve istemediği ve reddettiği halde. onun rızası olmadan bazı dostları uzak bir yerden onun hakkında ziyade hüsn-i zan edip medhetmeleri ve bir makam vermeleri.. ve Kütahya havalisinde tanımadığı bir vaizin bazı sözleriyle ve Kütahya'ya hiç bir mektub göndermediğim ve benim imzamı taklid ile yazılan ve medar-ı mes'uliyet tevehhüm edilen bir mektub ile ve kimin yazısı bilinmeyen dokunaklı bir kitab bulunmasıyla acaba hangi kanun ile medar-ı mes'uliyet olur ki: o bîçare, hasta, ve çok ihtiyar ve garibin münzevi odasına büyük bir cinâyet işlemiş gibi kilidini kırıp taharri memurlarını sokmak hem evradından ve levhalarından başka bir bahane bulamamak acaba dünyada hiç bir kanun hiç bir siyaset bu taarruza müsaade eder mi? (Yedincisi) Bu sırada dâhilde o kadar dâhilî ve haricî heyecanlı parti cereyanları varken. ve bundan tam istifade etmek. yani mahdud birkaç arkadaşına bedel çok diplomatları kendisine taraftar kazanmak için zemin hazır iken.. sırf siyasete karışmamak ve ihlasına zarar vermemek ve hükûmetin nazarını kendine celbetmemek ve dünya ile meşgul olmamak için.. bütün arkadaşlarına yazdı ki: Sakın cereyanlara kapılmayınız. siyasete girmeyiniz. asayişe dokunmayınız dediği ve iki cereyan bu çekinmesinden ona zarar verdikleri. eskisi evhamından.. yenisi de Bize yardım etmiyor diye ona çok sıkıntı verdikleri halde.. ehl-i dünyanın dünyalarına hiç karışmayıp kendi âhireti ile meşgul olan..

182

ve memleketinde Nurs Karyesi'nde öz kardeşine yirmi iki sene zarfında birtek mektub yazmayan. ve o vilâyetlerdeki dostlarına yirmi senede on mektub yazmayan bir bîçareye ve onun âhiret meşguliyetine bu kadar ilişmeğe hangi kanun müsaade ediyor? Vatana ve millete ve ahlâka çok zararlı olan dinsizlerin kitablarının intişarına ve komünistlerin neşriyatına serbestiyet kanunu ile ilişilmediği halde.. üç mahkeme medar-ı mes'uliyet olacak içinde hiçbir maddeyi bulmayan ve millet ve vatanın hayat-ı içtimaiyesini ve ahlâkını ve asayişini temine ve yirmi seneden beri çalışan ve bu milletin hakikî bir nokta-i istinadı olan âlem-i İslâmın uhuvvetini ve bu millete dostluğunu iadeye ve o dostluğu takviyeye tesirli bir surette çabalayan ve Diyanet Riyasetinin üleması tenkid niyetiyle Dâhiliye Vekilinin emriyle üç ay tedkikten sonra tenkid etmeyerek tam kıymetini takdir edip Kıymetdar eser diye Diyanet kütübhanesine konulan Zülfikar ve Asâ-yı Musa gibi ve Kabr-i Peygamberî (Aleyhissalâtü Vesselâm) üzerinde alâmet-i makbuliyet olarak Asâ-yı Musa mecmuasını hacılar gördükleri halde.. Nur eczalarını evrak-ı muzırra gibi toplayıp mahkeme eline vermek. acaba hiç bir kanun hiç bir vicdan hiç bir insaf buna müsaade eder mi? (Sekizincisi) Yirmi iki sene sıkıntılı, sebebsiz bir nefiyden sonra tam serbestiyet verildiği halde.. binler akraba ve ahbabı bulunan doğduğu memlekete gitmeyerek gurbeti kimsesizliği tercih ederek tâ ki dünyaya ve hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete temas etmesin. ve çok sevablı olan câmideki cemaatın hayrını bırakıp odasında yalnız namazını kılıp oturmasını tercih eden. yani halkın hürmetinden çekinmek olan bir halet-i ruhiyeyi taşıyan. ve yirmi sene hayatının şehadetiyle ve binler Türk kıymetdar zâtların tasdikiyle dindar müttaki bir Türk'ü lâkayd çok Kürdlere tercih eden hattâ mahkemede Hâfız Ali gibi kuvvetli imanı bulunan bir Türk kardeşini yüz Kürd'e değiştirmediğini isbat eden ve hürmet ve ihtiram görmemek için zaruret olmadan halklarla görüşmeyen.. ve câmiye gitmeyen ve kırk seneden beri bütün kuvvetiyle bütün âsârıyla İslâmiyetin uhuvvetine ve müslümanların birbirine muhabbetine çalışan ve Türk milleti Kur’ânın bayrakdarı ve sena-i Kur’âniyeye mazhar olduğu için o milleti çok seven.. ve hayatını onlar içinde geçiren bir âdem hakkında.. (sâbık vali resmî lisanla ihanet için propaganda yapması. ve dostlarını ürkütmek için O Kürddür. siz Türksünüz. o Şafiîdir. siz Hanefîsiniz deyip herkesi ürkütüp ondan çekindirmeğe çalışması. ve yirmi senede ve iki mahkemede tarz-ı kıyafeti değiştirilmeğe mecbur edilmeyen ve şapka yarı askerin başından kalkmasıyla beraber münzevi bir âdemin zorla başına şapka giydirmeğe cebretmeye hangi maslahat hangi kanun buna müsaade eder?

183 (Hâşiye)

(Dokuzuncusu) Çok mühimdir. kuvvetlidir. fakat siyasete temas ettiği için sükût ediyorum. (Onuncusu) Bu da hiçbir kanun müsaade etmediği ve hiç bir maslahat bulunmadığı ve yalnız manasız evhamdan bir habbeyi kubbeler yapmaktan ve hiçbir kanuna girmeyen bir taarruzdur. Bu da mesleğimizce bakamadığımız siyasete temas etmemek için sükût ederek. ُ ‫م الْوَكِي‬ Böylece on vecihle kanunsuz muamelelere karşı.. yalnız. (‫ل‬ ِٰ ‫سبُنَا‬ َ ) ‫ح ْه‬ َ ‫ه وَنِعْه‬ ‫الل ُه‬ deriz. Said Nursî

Afyon hükûmetine ve mahkemesine ve zabıtasına daha (birkaç nokta) maruzatım var. (Birincisi) Ekser enbiyanın şarkta ve Asya'da zuhurları ve ağleb-i hükemanın garbda ve Avrupa'da gelmeleri kader-i ezeliyenin bir işaretidir ki Asya'da din hâkimdir. Felsefe ikinci derecededir. Bu remz-i kadere binaen Asya'da hüküm süren dindar olmazsa da din lehine çalışanlara ilişmemeli. belki teşvik etmelidir. (İkincisi) Kur’ân-ı Hakîm bu zemin kafasının aklı ve kuvve-i müfekkiresidir. Eğer el'iyazü billah Kur’ân küre-i arzın başından çıksa arz divane olacak akıldan boş kalan kafasını bir seyyareye çarpması bir kıyamet kopmasına sebeb olması akıldan uzak değildir. Evet Kur’ân arşı ferş ile bağlamış bir zincirdir. bir hablullahtır. Cazibe-i umumiyeden ziyade zemini muhafaza ediyor. İşte bu Kur’ân-ı Azîmüşşan'ın hakikî ve kuvvetli bir tefsiri olan Risale-i Nur bu asırda bu vatanda bu millete yirmi seneden beri tesirini göstermiş. büyük bir nimet-i İlahiyedir. ve sönmez bir mu'cize-i Kur’âniyedir. Hükûmet ona ilişmemeli ve talebelerini ondan ürkütüp vazgeçirmemeli. belki himaye etmeli okumasına teşvik etmelidir. (Üçüncüsü) Ehl-i imandan bütün gelenler.. maziye gidenlere mağfiret dualarıyla ve hasenatlarını onların ruhlarına bağışlamalarıyla yardımlarına binaen Denizli Mahkemesinde demiştim. Mahkeme-i kübrada milyarlar ehl-i imandan davacılar tarafından Kur’ân hakikatlarına ___________ (Hâşiye):

___________

_________________

İslâm hükûmetlerinde Hristiyanlar ve Yahudiler bulunması.. ve Hristiyan ve Mecusi hükûmetlerinde Müslümanlar bulunduğu gösteriyor ki: idare ve asayişe bilfiil ilişmeyen muhaliflere ilişilmez. Hem imkânat medar-ı mes'uliyet olamaz. Yoksa herkes bir âdemi öldürebilir. diye herkesi bu imkânat ile mahkemeye vermek lâzım gelir.

184

hizmet eden Nur talebelerini mahkûm ve perişan etmek isteyenlerden ve sizlerden sorulsa ki Serbestiyet kanunuyla dinsizlerin ve komünistlerin neşriyatlarına ve anarşiliği yetiştiren cem'iyetlerine müsamahakârane bakıp ilişmediğiniz halde.. vatanı ve milleti anarşistlikten ve dinsizlik ve ahlâksızlıktan ve vatandaşlarını ölümün i'dam-ı ebedîsinden kurtarmağa çalışan Risale-i Nuru ve talebelerini hapisler ve tazyiklerle perişan etmek istediniz. diye sizlerden sorulsa, ne cevab vereceksiniz Biz de sizlerden soruyoruz ? Onlara demiştim. O zaman o insaflı ve adaletli zâtlar bizi beraet ettirdiler. adliyenin adaletini gösterdiler. (Dördüncüsü) Ben bekliyordum ki: Ya Ankara ya Afyon beni sorguya pek büyük mes'eleler için Nurların o mes'elelere hizmeti cihetinde bir meşveret dairesine alsınlar. ve böyle bir sual cevab beklerdim. Evet üçyüz elli milyon müslümanların eski kardeşliğini ve muhabbetini ve hüsn-i zannını ve manevî yardımlarını bu memleketteki millete kazandıracak çareleri bulmak ki: en kuvvetli çare ve vesile Risale-i Nur olduğuna bir emaresi şudur... Bu sene Mekke-i Mükerreme'de gâyet büyük bir âlim hem Hind lisanına hem Arab lisanına Nur'un büyük mecmualarını tercüme edip Hindistan'a ve Arabistan'a göndererek en kuvvetli nokta-i istinadımız olan vahdet ve uhuvvet-i İslâmiyeyi temine çalışıldığı gibi Türk milletinin daima dinde ve imanda ileri olduğunu Nur Risaleleri gösteriyor demişler. Hem beklerdim ki: vatanımızda anarşiliğe inkılab eden komünist tehlikesine karşı Nurların hizmeti ne derecededir? ve bu mübarek vatan bu dehşetli selden nasıl muhafaza edilecek gibi dağ misillü mes'elelerin sorulmasının lüzumu varken: sinek kanadı kadar ehemmiyeti olmayan ve hiç bir medar-ı mes'uliyet olmayan cüz'î ve şahsî ve garazkârların iftiralarıyla habbe kubbeler yapılmış mes'eleler için.. bu ağır şeraid altında hiç ömrümde çekmediğim bir perişaniyetime sebebiyet verildi. Bize üç mahkemenin sorduğu ve beraet verdiği aynı mes'elelerden ve âdi ve şahsî bir iki mes'ele için mesela bindiği at.. kimindir ?Ve kabul etmediği otomobili kim almış gibi manasız sualler edildi. (Beşincisi) Risale-i Nur'la mübareze edilmez. o mağlub olmaz. Yirmi senede en muannid feylesofları susturuyor İman hakikatlarını güneş gibi gösteriyor. Bu memlekette hükmedenler. onun kuvvetinden istifade etmeleri gerektir. (Altıncısı) Benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurlarıyla beni çürütmek ve ihanetlerle nazar-ı âmmeden düşürmek Risale-i Nur'a

185

zarar vermez. belki bir cihette kuvvet verir. Çünki benim fâni bir dilime bedel Risale-i Nur'un yüzbin nüshalarının bâki dilleri susmazlar. konuşurlar. Ve hâlis talebeleri binler kuvvetli lisanlarıyla o kudsî ve küllî vazife-i Nuriyeyi şimdiye kadar olduğu gibi inşâallah kıyamete kadar devam ettirecekler. (Yedincisi) Sâbık mahkemelerde dava ettiğim ve hüccetlerini gösterdiğimiz gibi bizim gizli düşmanlarımız ve hükûmeti iğfal ve bir kısım erkânını evhamlandıran ve adliyeleri aleyhimize sevkeden resmî ve gayr-ı resmî muarızlarımız ya gâyet fena bir surette aldanmış veya aldatılmış veya anarşilik hesabına gâyet gaddar bir ihtilâlcidir. veya İslâmiyete ve hakikat-ı Kur’ân'a karşı mürtedane mücadele eden bir dessas zındıktır ki: bize hücum etmek için istibdad-ı mutlakaya cumhuriyet namını vermekle: irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla. sefahet-i mutlakaya medeniyet namını takmakla cebr-i keyfî-i küfrîye kanun namını vermekle.. hem bizi perişan.. hem hükûmeti iğfal.. hem adliyeyi bizimle manasız meşgul eylediler. Onları Kahhar-ı Zülcelal'in kahrına havale edip kendimiz onların şerrinden ُ ‫م الْوَكِي‬ muhafaza için (‫ل‬ ِٰ ‫سبُنَا‬ َ ) kal'asına iltica ederiz. ْ ‫ح‬ َ ْ‫الل ُهه وَنِع‬ (Sekizincisi) Geçen sene Ruslar çoklukla hacıları hacca gönderip.. onlar ile propaganda yaptılar ki. Ruslar başka milletlerden ziyade Kur’âna hürmetkârdır. diye âlem-i İslâmı din noktasında bu vatandaki dindar millet aleyhine çevirmeğe çalıştığı aynı zamanda Risale-i Nur'un büyük mecmuaları hem Mekke-i Mükerreme'de hem Medine-i Münevvere'de hem Şam-ı Şerif'te hem Mısır'da hem Haleb'de âlimlerin takdirleri altında kısmen intişar ile o komünist propagandasını kırdığı gibi.. âlem-i İslâma gösterdi ki: Türk Milleti ve kardeşleri eskisi gibi dinine ve Kur’ânına sahibdir. ve sair ehl-i İslâm'ın dindar büyük bir kardeşi ve Kur’ân hizmetinde kahraman kumandanıdır diye o ehemmiyetli kudsî merkezlerde o Nur mecmuaları gösterdiler. Acaba Nur'un bu kıymetdar hizmet-i milliyesi bu tarzı işkencelerle mukabele görse zemini hiddete getirmez mi? (Dokuzuncusu) Denizli Müdafaatında izahı ve isbatı bulunan bir mes'elenin kısacık bir hülâsasıdır. Bir dehşetli kumandan.. deha ve zekâvetiyle ordunun müsbet hasenelerini kendine aldı ve kendinin menfî seyyielerini orduya verdi. o efrad adedince haseneleri gazilikleri bire indirdi. ve seyyiesini o ordu efradına isnad etti. onların adedince seyyieler hükmüne getirdiğinden dehşetli bir zulüm ve hilaf-ı hakikat olduğundan ben kırk sene evvel beyan ettiğim gibi..bir hadîsin o şahsa vurduğu tokada binaen sâbık mahkemelerimizde bana hücum eden bir müddeiumumîye dedim.

186

Gerçi onu hadîslerin ihbarıyla kırıyorum. fakat ordunun şerefini muhafaza ve orduyu büyük hatalardan vikaye ediyorum. Sen ise birtek dostun için Kur’ânın bayrakdarı ve âlem-i İslâm'ın kahraman bir kumandanı olan ordunun şerefini kırıyorsun. ve hasenelerini hiçe indiriyorsun dedim. İnşâallah o müddeî insafa geldi hatadan kurtuldu. (Onuncusu) Adliyede adalet hakikatı.. ve müracaat eden herkesin hukukunu bilâ tefrik muhafazaya sırf hak namına çalışmak vazifesi hükmettiğine binaender ki: İmam-ı Ali (R.A.) hilafeti zamanında bir Yahudi ile beraber mahkemede oturup muhakeme olmuşlar. Hem bir adliye reisi bir memuru kanunen bir hırsızın elini kestiği vakit. o memurun o zâlim hırsıza hiddet ettiğini görür. O dakikada o memuru azleder. Hem çok teessüf ederek demişki: Şimdiye kadar adalet namına böyle hissiyatını karıştıranlar pekçok zulmetmişler. Evet hükm-i kanunu icra etmekte o mahkûma acımasa da hiddet edemez etse zâlim olur. Hattâ kısas cezası da olsa. hiddetle katletse bir nevi katil olur diye o hâkim-i âdil demiş. İşte madem mahkemede böyle hâlis ve garazsız bir hakikat hükmediyor. Üç mahkeme bizlere beraet verdiği halde.. ve bu milletin yüzde bilseler belki doksanı Nur talebelerinin zararsız olarak millete ve vatana menfaatli olduklarına pekçok emarelerle şehadet ettikleri halde.. burada o masum ve teselliye ve adaletin iltifatına çok muhtaç Nur talebelerine karşı.. ihanetler ve gâyet soğuk hiddetli muameleler yapılıyor. Biz her musibete ve ihanetlere karşı sabra ve tahammüle karar verdiğimizden sükût edip Allah'a havale ederek Belki bunda da bir hayır var. dedik. Fakat evham yüzünden ve garazkârların jurnalleriyle bu bîçare masumlara böyle muameleler belaların gelmesine bir vesile olacağından korktum. bunu yazmağa mecbur oldum. Zâten bu mes'elede bir kusur varsa benimdir. Bu bîçareler sırf imanları ve âhiretleri için bana rıza-i İlahî dairesinde yardım etmişler. Pekçok takdire müstehak iken böyle muameleler hattâ kışı dahi hiddete getirdi. Hem medar-ı hayrettir ki: bu defa da yine cem'iyet vehmini tekrar ileri sürüyorlar. Halbuki üç mahkeme bu ciheti tedkik edip beraet vermekle beraber mabeynimizde böyle medar-ı ittiham olacak hiçbir cem'iyet hiçbir emare mahkemeler, zabıtalar, ehl-i vukuflar bulmamışlar. Yalnız bir muallimin talebeleri ve dâr-ül fünun şakirdleri ve Kur’ân dersini veren hâfızın hıfza çalışanları gibi Risale-i Nur talebelerinde bir uhrevî kardeşlik var. Bunlara cem'iyet namını veren ve onunla ittiham eden bütün esnaflara ve mekteblilere ve vaizlere siyasî cem'iyet nazarıyla bakmak gerektir. Bunun için ben böyle asılsız ve manasız ittihamlarla buraya hapse gelenleri

187

müdafaa etmeğe lüzum görmüyorum. Yalnız hem bu memleketi hem âlem-i İslâmı çok alâkadar eden ve maddî ve manevî bu vatana ve bu millete pekçok bereket ve menfaatı tahakkuk eden Risale-i Nur'u üç defa müdafaa ettiğimiz gibi.. tekrar aynı hakikat ile müdafaamı men'edecek hiçbir sebeb yok. ve hiçbir kanun ve hiçbir siyaset yasak etmez. ve edemez. Evet.. biz bir cem'iyetiz. ve öyle bir cem'iyetimiz var ki.. her bir asırda üçyüz elli milyon dâhil mensubları var. Ve her gün.. beş defa namazla o mukaddes cem'iyetin prensiplerine kemal-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar.ve (‫ن‬ ِ ‫مو‬ ُ ْ ‫ما ال‬ َ َِ ‫اِن‬ َ ‫منِي‬

ْ ِ ‫ )ا‬kudsî proğramıyla birbirinin yardımına dualarıyla ve manevî kazançlarıyla koşuyorlar. ٌ‫خوَة‬

İşte biz bu mukaddes ve muazzam cem'iyetin efradındanız. Ve hususî vazifemiz de Kur’ânın imanî hakikatlarını tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip onları ve kendimizi i'dam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cem'iyetlerle ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cem'iyetçilik gibi asılsız ve manasız gizli cem'iyetle hiçbir münasebetimiz yoktur. ve tenezzül etmiyoruz. Ve dört mahkeme inceden inceye tedkikten sonra o cihette bize beraet vermişdir.

İtiraznamenin tetimmesi ve lâhikasıdır. Afyon Mahkemesine beyan ediyorum ki: Artık yeter. sabır ve tahammülüm kalmadı. Yirmi iki sene sebebsiz bir nefy içinde daimî tarassudlarla.. hem tecrid-i mutlak ve haps-i münferid tarzında beni sıkmakla beraber altı mahkeme iki üç mes'eleden başka Risale-i Nur'un yüz kitabında medar-ı mes'uliyet bulmadığı halde.. evham yüzünden ve imkânatı vukuat yerinde istimal etmek cihetiyle kanunsuz bizi üç defa hapse sokup yüzbinler lira Nur şakirdlerine zarar vermek. Dünyada hiç emsali vuku bulmamış bir gadirdir ki: istikbal ve nesli âti -pek şiddetli olarak o zâlim müsebbiblerini lanetle yâd edecekleri gibi mahkeme-i kübrada dahi Cehennem'in esfel-i safilînine atmakla o zâlimleri mahkûm edeceklerine kat'î kanaatımızla şimdiye kadar bir derece teselli bulup sükût ederek tahammül ediyorduk. İşte onbeş sene zarfında altı mahkeme.. yirmi sene Nur risalelerini ve mektublarımızı tedkik edip beşi bize her cihetle beraet vermek manasıyla ilişmediler. Yalnız Eskişehir Mahkemesi tek bir mes'ele olan (tesettür-i nisa) hakkındaki bir küçük risalenin beş-on kelimesini bahane ederek lastikli bir kanun ile hafif bir ceza verdiği zaman Mahkeme-i Temyiz'den sonra

188

layiha-yı tashihimde kanunsuzluğun yalnız tek bir nümunesi olarak resmen Ankara'ya yazdım ki: Bin üçyüz elli senede üçyüzelli milyonun kudsî bir düsturuyla daimî ve kuvvetli bir âdet-i İslâmiyeyi ders veren ve emreden tesettür âyetini eskide bir zındığın Kur’ânın bu âyetine itirazına ve medeniyetin tenkidine karşı müdafaa için üçyüzelli bin tefsirin icmaına ve hükümlerine ittiba ederek o âyeti tefsir edip bin üçyüzelli senede geçen ecdadımızın mesleğine iktida eden bir âdeme.. o tefsiri için verilen ceza ve mahkûmiyeti dünyada adalet varsa elbette o hükmü nakzedecek ve bu acib lekeyi bu hükûmet-i İslâmiyedeki adliyeden silecek diye layiha-yı tashihimde yazdım. İşte bu nümune gibi.. size ve Ankara makamatına takdim edilen ve müdafaanamemde böyle acib çok nümuneleri elbette.. anladınız. Ben Afyon mahkemesinden taleb ve ümid ederim ki: bu millete ve bu vatana bir ordu kadar hizmeti ve bereketi bulunan Risale-i Nur'un tam serbestiyetine karar vermenizi hakikat-ı adalet namına sizden bekliyoruz. Yoksa.. münasebetimle hapse giren beş-on âdem arkadaşlarımın gitmesiyle beraber size haber veriyorum ki: beni en büyük cezaya çarpacak bir suç işleyip bu çeşit hayattan veda edeceğime mecbur eden bir fikir kalbime gelmiş. Şöyle ki: Hükûmet beni tam himaye etmek ve bana yardım etmek milletin maslahatına ve vatanın menfaatına çok lüzumu varken.. beni sıkması îma eder ki: kırk seneden beri benim ile mücadele eden zındıka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden bir kısım komünist komitesinden bir kısmı.. ehemmiyetli birer resmî makamları elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükûmet ise: ya bilmiyor. veya aldırmıyor diye çok emareler bana endişe veriyor.

İddianamede benim hakkımda (dört esas) var. (Birinci Esas) Güya bende tefahur ve hodfüruşluk var. ve kendimi müceddid biliyorum. Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem Mehdilik isnadını hiç kabul etmediğimi bütün kardeşlerim şehadet ederler. Hattâ Denizli'deki ehl-i vukuf Eğer Said.. mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirdleri kabul edecek dediklerine mukabil.. Said itiraznamesinde demiş ki.. (Ben seyyid değilim Mehdi seyyid olacak) diye onları reddetmiştir. ve hiçbir vakit hatırıma gelmemiş. ve dememişim ki: benim mehdiliğim var. Yalnız bir def'a bir risalede demişim ki âhirzamanda gelecek.. Âl-i Beyt'ten Hazret-i

189

Mehdi'nin çok vazifelerinden bir vazifesi olan iman-ı tahkiki ile ehl-i imanı kurtarmak vazifesi Risale-i Nur'da misli var. İnşaallah o zat geldiği vakit Risale-i Nur'u o cihette bir program yapacak dediğim. yoksa ben seyyid olmadığım gibi hiçbir vakit böyle haddimden yüz derece ziyade hülyalarda bulunmadım. ve Risale-i Nur'un bazı hüsn-i zanlı talebelerinin mübalağakârane mahremce üstadına haddinden ziyade hüsn-i zan edip Risale-i Nur'un hadimliği itibariyle bazı böyle müceddid gibi ünvanları verdikleri için onları reddedip hatırlarını kırmışım. (İkinci Esas) neşriyatı gizlemek ise.. Gizli düşmanlarımız yanlış mana verdirmesin içindir. Yoksa siyasete: ve dünya asayişine teması cihetiyle değildir. Hem eski harf ile teksir makinesini bir bahane bulmasınlar içindir. hem Mustafa Kemal'e karşı.. Nur'un kırk sene evvelbeyanına istinaden tokatı ise: altı mahkeme ve Ankara makamatı bilmiş ilişmemişler ve bize beraet verdiler. ve Beşinci Şua ile beraber bütün kitablarımızı iade ettiler. Hem onun fenalığını göstermek ordunun kıymetini muhafaza etmek içindir. Bir şahsı sevmemesi orduyu muhabbetkârane sena içindir. (Üçüncü esas) Emniyeti ihlâle teşvik ediyor. demesine mukabil.. yirmi sene zarfında yüz bin âdem Nurcuların yüz bin nüsha Nur Risalelerinin altı mahkemede on vilâyette emniyeti ihlâle ve asayişi bozmağa dair.. on vilâyetin zabıtaları ve altı mahkeme hiçbir maddelerini kaydetmemesi ve bulmaması bu acib ittihamı çürütüyor. Bu yeni iddianamede üç mahkemenin beraet verdikleri aynı noktalara aid ve cevabları mükerreren verilmiş ehemmiyetsiz birkaç mes'eleye cevab vermek manasızdır. O mes'elelerle bizi ittiham etmek ondan bize beraet veren Ankara Ağır Ceza ve Denizli ve Eskişehir Mahkemelerini ittiham etmek hükmünde olmasından cevabını onlara bırakıyorum. Ondan başka da (iki üç mes'ele) var. (Birisi) İki sene Denizli ve Ankara Ağır Ceza Mahkemelerinde inceden inceye tedkikten sonra bize beraet verip o kitabı bize iade ettikleri halde.. o Beşinci Şua'ın bir iki mes'elesini ölmüş gitmiş bir kumandana tatbik edip.. bize suç gösteriyor. Biz dahi deriz. Ölmüş gitmiş hükûmetten alâkası kesilmiş bir şahıs aleyhinde tatbik edilebilen küllî bir haklı tenkidi hiç bir kanun suç saymaz..Hem küllî bir tevil manasından makam-ı iddia cerbezesiyle o kumandana bir hisse çıkarıp ona tatbik etmiş. Böyle yüzde bir âdem fehmeden bir hakikatin bir mahrem ve gizli bir risalede bulunmasını hiçbir kanun suç sayamaz... Hem o risale hârika bir tarzda müteşabih hadîslerin tevillerini beyan etmiş.

190

O beyan otuz-kırk sene evvel olduğu halde..ve üç mahkemeye ve mahkemenize ve Ankara'nın altı makamatına üç sene zarfında iki defa takdim edilip tenkid görmeyen müdafaa risalesinde kat'î cevab verildiği halde.. o hadîsin hakikatını beyan sadedinde bir kusurlu şahsa mutabık çıkmasını.. hiç bir kanun suç sayamaz.. Hem o şahsı tenkid ve o içinde bulunduğu ve kusurlara sebeb olduğu bir inkılab yalnız onun değil. belki ordunun ve hükûmetindir. Onun da yalnız bir hissesi var. Onun kusurları için onu tenkid etmek elbette bir suç olmadığı gibi inkılaba hücum ediyor denilmez. Hem bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’ân. ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılınçlarının pek büyük ve antika bir yadigârı olan Ayasofya Câmii'ni puthaneye ve Meşihat Dairesini kızların lisesine çeviren bir âdemi sevmemek bir suç olması imkânı var mı.? İddianamede (sebeb-i ittihamım İkinci Mes'ele) Üç mahkemede ondan beraet kazandığımız ve kırk sene evvel bir hadîsin hârika tevilini beyan ederken. cinn ve insin Şeyhülislâmı Zenbilli Ali Efendi'nin şaka ile dahi olsa başa koymağa hiç bir cevaz yok demesiyle beraber bütün şeyhülislâmlar ve bütün ülema-i İslâm cevazına müsaade etmedikleri halde.. avam-ı ehl-i iman.. onu giymeğe mecbur olduğu zaman.. o büyük allâmelerin adem-i müsaadeleri avam ehli imanı tehlikede bırakdı. yani ya bir kısım münafıklar gibi dinini bırakmak.veya vilâyeti şarkiyedeki isyanlar gibi isyan etmek vaziyetindeler iken.. kırk sene evvel yazılan Beşinci Şua'ın bu fıkrası (Şapka başa gelecek. secdeye gitme diyecek. Fakat baştaki iman o şapkayı da secdeye getirecek. inşâallah müslüman edecek.) demesiyle. avam-ı ehl-i imanı hem isyandan hem ihtilâlden hem ihtiyarıyla imanını ve dinini bırakmaktan kurtardığı halde.. ve hiçbir kanun münzevilere böyle şeyleri teklif etmediği halde.. ve yirmi senede altı hükûmet beni onu giymeğe mecbur etmediği halde.. ve bütün memurlar dairelerde ve kadınlar ve çocuklar ve câmilerdekiler ve ekser köylüler onu giymeğe mecbur olmadıkları halde..ve şimdi askerin başından resmen kalktığı halde.. ve örme ve bir iki bere çok vilâyetlerde yasak olmadığı delaletiyle.. hem şapkada hiç bir maslahat hiç bir menfaat ve idare ve asayişi alakadar edecek hiç bir faide bulunmadığı halde..hem benim hem arkadaşlarımın bir sebeb-i ittihamımız gösterilmiş. Acaba dünyada hiçbir kanun hiçbir maslahat hiçbir usûl bu pek manasız ittihamı bir suç sayabilir mi? (Üçüncü medar-ı ittiham) Emirdağı'nda emniyeti ihlâle teşviktir. Buna karşı itiraz ise: Evvelâ Buradaki mahkemeye.. hem

191

Ankara'nın altı makamatına bu mahkemenin malûmat ve müsaadesiyle verilen ve cerhedilmeyen itiraznamemdir. Onu aynen şimdi. iddianameye karşı itiraz olarak izhar ediyorum... Sâniyen Emirdağı'nda orada bütün benim ile konuşan zâtların şehadetleriyle. ve ahalinin ve zabıtanın tasdikiyle beraetimden sonra bütün kuvvetimle inzivamda dünya siyasetine karışmaktan çekinmişim. Hattâ te'lifi ve muhabereyi de bırakmıştım. Yalnız tekrarat-ı Kur’âniye ve meleklere dair iki nükteden başka te'lif etmedim. Ve haftada bir tek mektub bir yere Nurlara teşvik için yazardım. Hattâ öz kardeşime üç senede üç-dört mektub yazdım. Memleketdeki biraderime yirmi senede hiç yazmadığım halde.. iddianame beni emniyeti ihlâl suçu ile ittiham edip ve cerbezesi ile eski nakaratı tazeleyerek İnkılaba karşı geliyor. demiş. Buna karşı deriz. Yirmi sene zarfında yirmi bin Nur nüshalarını merak ve kabul ile okuyan yirmi bin belki yüz bin âdemden altı mahkeme ve alâkadar on vilâyetin zabıtaları emniyeti ihlâle dair hiçbir maddeyi kaydetmemesi gösteriyor ki: hakkımızda binler ihtimalden bir tek ihtimal ile bir imkâna kat'î vukuat nazarıyla bakıyor. Halbuki iki-üç ihtimalden bir ihtimal olsa eseri görülmez ise: bir suç olmaz. Hem binler ihtimalden bir ihtimal değil. belki her âdem... hem aleyhime hücum eden müddeî.. çok âdemleri öldürebilir. Anarşist ve komünist hesabına emniyeti ve asayişi bozabilir. emniyeti ihlâl edebilir. ve böyle pek acib ve ifratkârane imkânatı vukuat yerinde istimal etmesi. adliyeye ve kanuna karşı ihanettir. Hem her hükûmette muhalifler bulunur. Yalnız fikren muhalefet bir suç olmaz. Hükûmet ele bakar. kalbe bakmaz. Ve bilhassa vatan ve millete zararsız çok hizmeti ve faidesi bulunan ve sonra hayat-ı içtimaiyeye karışmayan ve tecrid-i mutlakta yaşattırılan ve eserleri âlem-i İslâmın en mühim merkezlerinde kemal-i takdir ve tahsin ile karşılanan ve bu eserleri hakkında makam-ı iddia iddianamesinde. yüz yanlışından sekseninci yanlışında demiş ki.. Beşinci Şua'daki te'villeri yanlıştır... (Elcevab) Beşinci Şua'da (Allahu alem bir tev'ili budur) cümlesi denildiğinden manası budur ki: bu hadisin bir ihtimal ile manası bu olmak mümkündür. demektir. Bu ise mantıkça tekzibi kabil değil. yalnız muhaliyetini isbat ile tekzib edilebilir. Sâniyen Yirmi seneden beri belki kırk seneden beri benim muarızlarım ve Risale-i Nur'a itiraza çalışanlar hiçbir te'vilimizi ilmen ve mantıken reddetmedikleri ve o muarız ulemalarla beraber Nur Şakirdlerinin binler alimleri tasdik edip (‫ر‬ ٌ َ ‫ )فِيه ِه نَظ‬demedikleri halde.. Kur’ân'ın kaç sûre olduğunu bilmeyen bunu inkâr ile karşılasa ne kadar insaf haricinde olduğunu

192

insafınıza havale ediyorum. Elhâsıl: Te'vilin mânası.. hadisin veyahut âyetin birçok mânalarından bir mümkün ve muhtemel mânâsı demektir. İşte böyle bir âdem hakkında büyük, acib ve asılsız ittihamları yapanlar. Anarşilik,komünistlik hesabına bilmeyerek istimal ediliyorlar diye ben de onları ittiham ediyorum. Afyon Mahkemesine beyan ediyorum ki: Bazı emarelerle bildim ki: gizli düşmanlarımız Nurların kıymetini düşürmek fikriyle siyaset manasını hatırlattıran mehdilik davasını tevehhüm ile güya Nurlar buna bir âlettir diye çok asılsız bahaneleri araştırıyorlar. o gizli zâlim düşmanlara ve onları aleyhimizde dinleyenlere deriz. Hâşâ Sümme hâşâ. Hiç bir vakit böyle haddimden tecavüz edip iman hakikatlarını şahsıma bir makam-ı şan ü şeref kazandırmağa âlet etmediğime yetmişbeş senelik hayatım hususan bu otuz senelik hayatım.. ve yüzotuz Nur Risaleleri ve benim ile tam arkadaşlık eden binler zâtlar şehadet ederler. Evet Nur şakirdleri biliyorlar. ve mahkemelerde hüccetlerini göstermişim ki.. şahsıma değil bir makam-ı şan ü şeref ve şöhret vermek ve uhrevî ve manevî bir mertebe kazandırmak. belki bütün kanaat ve kuvvetimle ehl-i imana bir hizmet-i imaniye yapmak için değil yalnız dünya hayatımı ve fâni makamatımı belki: lüzum olsa âhiret hayatımı ve herkesin aradığı uhrevî bâki mertebeleri feda etmeyi.. hattâ Cehennem'den bazı bîçare ehl-i imanı kurtarmağa vesile olmak için lüzum olsa Cennet'i bırakıp Cehennem'e girmeyi kabul ettiğimi hakikî kardeşlerim bildikleri gibi mahkemelerde dahi bir cihette isbat ettiğim halde beni bu ittiham ile Nur ve iman hizmetime bir ihlassızlık isnad etmekle ve Nurların kıymetlerini tenzil etmekle milleti onun büyük hakikatlarından mahrum etmektir. Acaba bu bedbahtlar..dünyayı ebedî ve herkesi kendileri gibi dini ve imanı dünyaya âlet ediyor tevehhümüyle dünyadaki ehl-i dalalete meydan okuyan ve hizmet-i imaniye yolunda hem dünyevî hem -lüzum olsa- uhrevî hayatlarını feda eden ve mahkemelerde dava ettiği gibi bir tek hakikat-ı imaniyeyi dünya saltanatıyla değiştirmeyen ve siyasetten ve siyasî manasını işmam eden maddî ve manevî mertebelerden ihlas sırrı ile bütün kuvvetiyle kaçan ve yirmi sene emsalsiz işkencelere tahammül edip siyasete imani meslek itibariyle- tenezzül etmeyen ve kendini nefsi itibariyle talebelerinden çok aşağı bilen ve onlardan daima himmet ve dua bekleyen.. ve kendi nefsini çok bîçare ve ehemmiyetsiz itikad eden bir âdem hakkında.. bazı hâlis kardeşleri Risale-i Nur'dan aldıkları fevkalâde kuvve-i imaniyeye mukabil onun tercümanı olan o bîçareye.. tercümanlık münasebetiyle.. Nurların bazı feyzlerini hususî mektublarında ona isnad etmeleri ve hiç bir siyaset hatırına gelmeyerek âdete binaen insanlar sevdiği..

193

âdi bir âdeme da Sultanımsın velinimetimsin. demeleri nev'inden yüksek makam vermeleri. ve haddinden bin derece ziyade hüsn-i zan etmeleri. ve eskiden beri üstad ve talebeler mabeyninde carî ve itiraz edilmeyen makbul bir âdet ile teşekkür manasında pek fazla medh ü sena etmeleri.ve eskiden beri makbul kitabların âhirlerinde mübalağa ile medhiyeler ve takrizler yazılmasına binaen hiç bir cihetle suç sayılabilir mi? Gerçi mübalağa itibariyle hakikata bir cihette muhaliftir. fakat kimsesiz garib ve düşmanları pekçok ve onun yardımcılarını kaçıracak çok esbab varken insafsız çok mu'terizlere karşı sırf yardımcılarının kuvve-i maneviyelerini takviye etmek ve kaçmaktan kurtarmak ve mübalağalı medhedenlerin şevklerini kırmamak için onların bir kısım medihlerini Nurlara çevirip bütün bütün reddetmediği halde.. onun bu yaşta ve kabir kapısındaki hizmet-i imaniyesini dünya cihetine çevirmeğe çalışan bazı resmî memurların ne derece haktan ve kanundan ve insaftan uzak ِِ ُ ‫ ) لِك‬dur. düştükleri anlaşılır. Benim son sözüm.(‫ن‬ ِ ‫م‬ َ ‫جعُو‬ ِ ‫صيبَةٍ اِنَِا ِل ِٰله ِه وَاِنَِا اِلَيْهِ َرا‬ ُ ‫ل‬

___________

___________

(Hâşiye):

_________________

İddianamede yanlış bir mana verilip Nurların kerametlerinden tokat tarzındaki bir kısmı.. medar-ı ittiham sayılmış. Güya..Nurlara hücum zamanında gelen zelzele gibi belalar Nur'un tokatlarıdır... Hâşâ sümme hâşâ Biz öyle dememişiz. ve yazmamışız. Belki mükerrer yerlerde hüccetleriyle demişiz ki: Nurlar makbul sadaka gibi belaların def'ine vesiledir. Ne vakit Nurlara hücum edilse.. Nurlar gizlenir.. musibetler fırsat bulup başımıza geliyorlar. Evet Nur'un binler şakirdlerinin tasdik ve müşahedeleriyle yüzler vukuat ve hâdisat ile.. tesadüf ihtimali olmayan o hâdisatın tevafukları ve Kur’ânın müteaddid işarat ve tevafukatıyla.. hattâ mahkemelerde kısmen gösterildiği cihetle kat'î kanaatımız var ki: o tevafukat Risale-i Nur'un makbuliyetine bir ikram-ı İlahîdir. ve Kur’ân hesabına Nurlara bir nevi kerametlerdir.

Said Nursî

194

[ Lahika ] Sorgu hâkimliğinin son tahkikat kararnamesinin arkasında denilmiş ki. Heyet-i vekile Mu'cizat-ı Kur’âniyeyi yani yalnız Yirmibeşinci Söz Risalesini. üç âyetin medeniyete karşı beyanatı şimdiki kanun-ı medeniyete uygun gelmediği bahanesiyle resmen dağılmasının yasak edilmesine ve toplanmasına dört ay evvel bir karar vermiş. diye yazılı gördüm. Buna cevaben.. Mu'cizat-ı Kur’âniye şimdi Zülfikar'dadır.. ve Zülfikar'ın dörtyüze yakın sahifesinden yalnız iki sahifesinde otuz sene evvel medeniyetin Kur’âna karşı tenkidlerine itiraz edilmez bir tarzda cevab verilen ve üç eski risalelerimde bulunan üç âyetin ُِ ‫م هِ ال‬ tefsiridir. Biri tesettür-i nisvan hakkındaki âyet.. kincisi irsiyet hakkında (‫س‬ ِ ُ ‫)فَِل‬ ُ ُ ‫سد‬

ْ ‫ح ِِه‬ ُ ْ ‫مث‬ üçüncüsü yine irsiyet hakkında (‫ن‬ ِ ِ‫ )فَلِلذَِكَر‬âyetlerindeki hakikatların َ ‫ل‬ ِ ‫ظ الُنْثَيَي ْه‬ hikmetini feylesofları ilzam edecek bir surette iki sahifeyi yirmi sene evvel ve başka risalelerimde otuz sene evvel yazdığım halde bugün yazılmış gibi tevehhümüyle dörtyüz sahife Zülfikar yasak edilmesinin yerine o iki sahifeyi Zülfikar'dan çıkarıp kitabımızı bize iade etmek kanunen hakkımızdır. Nasılki bir mektubda zararlı bir-iki kelime bulunsa o kelimeler kaldırılır. mütebâkisinin neşrine izin verilir. Bu kabilden mahkeme-i âdilenizden bu hakkımızı isteriz. İki ay evvel itiraznamem. Bir aya yakın evvel de itiraznamemin tetimmesi ve lâhikası hem Ankara'nın altı makamatına hem makamınıza da verilmiş. İşte bu itirazname o iddianameyi esasıyla kesiyor. ve reddediyor. Yeniden iddianameye karşı itirazname yazmağa hiç lüzum görmüyorum. Yalnız iki-üç noktayı makam-ı iddiaya hatırlatmak nev'inden derim ki: Ben iddianameyi nazar-ı itibara alıp cevab vermediğimin sebebi bizi beraet ettiren üç âdil mahkemenin haysiyetini kırmamak ve ihanet etmemek içindir. Çünki o mahkemeler şimdiki iddianamedeki esasları tamamıyla inceden inceye tedkikten sonra bize beraet vermişler. Onların beraetini hiçe saymak adliyenin şerefine ilişmektir. (İkinci Nokta) Makam-ı iddia cerbezesiyle binler mesail içinde bir-iki mes'eleye hatırımıza gelmeyen bazı manalar vererek bizi ittiham ediyor. Halbuki o mesail Nur'un büyük mecmualarında var. Mısır Câmi-ül Ezher üleması ve Şam-ı Şerif büyük âlimleri ve Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere'nin müdakkik hocaları Haleb ve saire.. hususan Diyanet Riyasetinin muhakkik âlimleri onları görüp kemal-i takdir ile tahsin ve tasdik ettikleri halde hocavari ve âlimane bazı ilmî itirazları bu iddianamede

195

hayretle ve taaccüble gördüm. Haydi bazı yanlışlarım bulunsa bile binler âlimlerin görmedikleri veya ilişmedikleri itiraznamedeki o yanlışlar hakikî olsa da.. bir suç olamaz. yalnız ilmî bir hata olabilir. Hem üç mahkeme bütün Risale-i Nur'u ve bizleri.. beraet ettirdi. Yalnız Eskişehir Mahkemesi bir tesettür-i nisvan mes'elesine dair Yirmidördüncü Lem'anın onbeş kelimesini sebeb gösterip bana ve yüzde onbeş arkadaşıma hafifçe bir ceza verdi. Size takdim ettiğim tetimme-i itirazımda üçyüzelli bin tefsirin hükmüne ittiba ile o tefsirim için mahkûmiyetimi rûy-i zeminde adalet varsa o hükmü kabul etmez diye yazmışım. Makam-ı iddia bin dereden su getirir gibi yirmi seneden beri yazılan kitab ve mektubların bazı cümlelerini zekâvetiyle aleyhimize çevirmeğe çalışmış. Halbuki: bu noktada bizi beraet ettiren üç değil belki beş-altı mahkeme bu mevhum suçta bize şerik oluyorlar. Ben o âdil mahkemelerin haysiyetine ilişmemek lâzım geliyor diye makam-ı iddiaya hatırlatıyorum. (Üçüncüsü) Ölmüş gitmiş hükûmetten alâkası kesilmiş. ve inkılabdaki bazı kusurata sebeb olmuş bir reise sarihan tenkid ve itiraz da olsa.. kanunen bir suç olamaz. Halbuki sarahat değil.. o kendi cerbezesiyle küllî beyanatımızı ona tatbik etmiş. O mahrem ve herkese bildirmediğimiz manaları izhar ve teşhir edip umumun nazar-ı dikkatini celbediyor. Eğer onda bir suç varsa.. o makam-ı iddia suçlu olur. Çünki halkı teşvik edip o manalara nazar-ı dikkati celbediyor. (Dördüncüsü) Üç mahkeme cem'iyet noktasında bize kat'î beraet verdiği halde.. yine eski nakarat gibi gizli cem'iyet vehmine bin dereden su toplamak gibi emareler araştırmış. Halbuki siyasî ve vatan ve millete zararlı olan müteaddid cem'iyetler varken onlara müsaade ve müsamahakârane bakmak ile beraber bizim gibi binlerle şahidlerin ve emarelerin şehadetleriyle ve altı vilâyetin ilişmemeleri ile sabit olan Nur talebelerinin ders arkadaşlıklarına ve sırf vatan ve millet ve din menfaatine ve saadet-i dünyeviye ve uhreviye hesabına ve hariçten ve dâhilden gelen ifsad cereyanlarına karşı mücahidane tesanüdlerine gizli cem'iyet namını vermek ve yirmi senede yüzbinler Risale-i Nur şakirdlerinin emniyeti ihlâle dair hiçbir vukuatları kaydedilmediği halde.. Dini âlet ederek emniyeti ihlâle halkı teşvik ediyor diye makam-ı iddia onları ittiham etmesi.. değil nev'-i beşeri.. belki zemini de hiddete getirip o ittihamı reddeder. Her ne ise daha fazla söylemeye lüzum görmüyorum. İddianameden çok evvel yazılan itirazname ve tetimmesi ona bir cevabımızdır.

196

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Afyon Mahkemesine ve Ağır Ceza Reisine beyan ediyorum ki: Eskiden beri fıtratımda tahakkümü kaldıramadığım için dünyaya karşı alâkamı kesmiştim. Şimdi o kadar manasız ve lüzumsuz tahakkümler içinde hayat bana gâyet ağır gelmiş yaşayamayacağım. Hapsin haricinde yüzler resmî âdemlerin tahakkümlerini çekmeğe iktidarım yok. Bu tarz hayattan bıktım. Ben sizden bütün kuvvetimle tecziyemi taleb ediyorum. Şimdi kabir elime geçmiyor. Hapiste kalmak bana lâzımdır. Makam-ı iddianın asılsız isnad ettiği suçlar.. siz de bilirsiniz ki yok. Beni cezalandırmaz. Fakat beni manen cezalandıracak vazife-i hakikiyeye karşı büyük kusurlarım var. Eğer sormak münasib ise sorunuz cevab vereyim. Evet.. büyük kusurlarımdan bir tek suçum: Vatan ve millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi -dünyaya bakmadığım için- yapmadığımdan hakikat noktasında afvolunmaz bir suç olduğuna.. ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine şimdi.. bu Afyon hapsinde kanaatım geldi. Nur şakirdlerinin hâlis ve sırf uhrevî Nurlara ve tercümanına karşı alâkalarına dünyevî ve siyasî cem'iyet namını verip onları mes'ul etmeğe çalışanlar ne kadar hakikattan ve adaletten uzak düştüklerine karşı üç mahkemenin o cihette beraet vermesiyle beraber deriz ki: Hayat-ı içtimaiye-i insaniyenin hususan millet-i İslâmiyenin üss-ül esası Akrabalar içinde samimane muhabbet.. ve kabile ve taifeler içinde alâkadarane irtibat..ve İslâmiyet milliyetiyle mü'min kardeşlerine karşı manevî fedakârane bir alâka.. ve hayat-ı ebediyesini kurtaran Kur’ân hakikatlarına ve naşirlerine sarsılmaz bir rabıta ve iltizam ve bağlılık gibi hayat-ı içtimaiyeyi esasıyla temin eden bu rabıtaları inkâr etmekle.. ve şimaldeki dehşetli anarşilik tohumunu saçan ve nesil ve milliyeti mahveden ve herkesin çocuklarını kendine alıp karabet ve milliyeti izale eden ve medeniyet-i beşeriyeyi ve hayat-ı içtimaiyeyi bütün bütün bozmağa yol açan kızıl tehlikeyi kabul etmekle.. ancak Nur şakirdlerine medar-ı mes'uliyet cem'iyet namını verebilir. Onun için hakikî Nur şakirdleri çekinmeyerek Kur’ân hakikatlerine karşı kudsî alâkalarını ve uhrevî kardeşlerine karşı sarsılmaz irtibatlarını izhar ediyorlar. O uhuvvet sebebiyle gelen her cezayı memnuniyetle kabul ettiklerinden mahkeme-i âdilenizde hakikat-ı hali olduğu gibi itiraf ediyorlar. Hile ile dalkavukluk ile ve yalanlarla kendilerini müdafaaya tenezzül etmiyorlar. Said Nursî

197

Afyon Mahkemesine iddianameye karşı verilen itirazname tetimmesinin bir zeylidir. (Evvelâ) Mahkemeye beyan ediyorum ki: bu yeni iddianame de Denizli ve Eskişehir Mahkemelerimizdeki o eski iddianamelere ve aleyhimizde sathî ehl-i vukufların sathî tahkikatlarına bina edildiğinden mahkemenizde dava ettim ki: Bu iddianamenin yüz yanlışını isbat etmezsem yüz sene cezaya razıyım. İşte o davamı isbat ettim. yüzden ziyade yanlışların cedvelini isterseniz takdim edeceğim. (Sâniyen) Ben Denizli Mahkemesinde kitab ve evraklarımız Ankara'ya gittiği sırada aleyhimizde hüküm verilecek diye telaş ve me'yusiyetle beraber arkadaşlarıma yazdım. Ve bazı müdafaatımın âhirinde bulunan o yazdığım parça şudur. Eğer Risale-i Nur'u tenkid fikriyle tedkik eden adliye memurları imanlarını onunla kuvvetlendirseler ve kurtarsalar.. sonra beni i'dam ile mahkûm etseler şahid olunuz ben hakkımı onlara helâl ediyorum. Çünki biz hizmetkârız. Risale-i Nur'un vazifesi imanı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmeyerek hizmet-i imaniyeyi hiçbir tarafgirlik girmeyerek yapmağa mükellefiz. İşte ey heyet-i hâkime.. bu hakikata binaen Risale-i Nur'un cerhedilmez kuvvetli hüccetleri elbette mahkemede kalbleri kendine çevirmiş. aleyhimde ne yapsanız ben hakkımı helâl ederim. gücenmem. Bunun içindir ki: eşedd-i zulüm ile bir eşedd-i istibdad tarzında şahsımı hiç ömrümde görmediğim ihanetlerle çürütmek ile damarıma dokundurulduğu halde tahammül ettim. Hattâ beddua da etmedim. Bize karşı bütün ittihamlara ve bütün isnad edilen suçlara karşı elinizdeki Risale-i Nur'un mecmuaları benim mukabele edilmez müdafaanamem ve cerhedilmez itiraznamemdirler. Medar-ı hayrettir ki: Mısır, Şam, Haleb, Medine-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme allâmeleri ve Diyanet Riyasetinin müdakkik hocaları o Nur mecmualarını tedkik edip hiç tenkid etmeyerek takdir ve tahsin ettikleri halde. iddianameyi aleyhimize toplayan zekâvetli zât.. Kur’ânı yüzkırk suredir diye acib ve pek zahir bir yanlışı ile ne derece sathî bakmışki..ve Risale-i Nur bu ağır şeraid içinde ve benim gurbet ve kimsesizliğim ve perişaniyetimde ve aleyhimde dehşetli hücumlarla beraber.. yüzbinler ehl-i hakikata kendini tasdik ettirdiği halde.. daha Kur’ânın kaç suresi var dikkatsizlikle bilmeyen o iddiacı zât.. (Risale-i Nur Kur’ânın tefsirine ve hadîslerin teviline çalışmasıyla beraber bir kısmında okuyanlara bir şey öğretme

198

bakımından ilmî bir mahiyet ve kıymet taşımadığı görülmektedir). diye tenkidi ne derece kanundan hakikattan adaletten ve haktan uzak olduğu anlaşılıyor... Hem size şekva ediyorum ki: kırk sahifeli ve yüzer yanlışı.. bulunan ve kalblerimizi yaralayan iddianameyi tamamıyla bize iki saat dinlettirdiğiniz halde.. ayn-ı hakikat birbuçuk sahifeyi ona karşı ısrarımla beraber- iki dakika okumağa müsaade etmediğiniz için ona mukabil itiraznamemi tamamıyla.. okumağa adalet namına sizden müsaade isterm. (Sâlisen) Herbir hükûmette muhalifler var. Asayişe ilişmemek şartıyla kanunen onlara ilişilmez. Ben ve benim gibi dünyadan küsmüş. ve yalnız kabrine çalışanlar elbette bin üçyüzelli senede ecdadımızın mesleğinde ve Kur’ânımızın daire-i terbiyesinde ve her zamanda üçyüzelli milyon mü'minlerin takdis ettiği düsturlarının müsaade ettiği tarzda hayat-ı bâkiyesine çalışmayı terkedip gizli düşmanlarımızın icbarıyla ve desiseleriyle fâni kısacık hayat-ı dünyeviyesi için sefihane bir medeniyetin ahlâksızcasına belki bir nevi bolşevizmde olduğu gibi vahşiyane kanunlarave düsturlara tarafdar olup.. onları meslek kabul etmekliğimiz hiç mümkün müdür? Ve dünyada hiçbir kanun ve zerre mikdar insafı bulunan hiç bir insan bunları onlara kabul ettirmeğe cebretmez. Yalnız o muhaliflere deriz. Bize ilişmeyiniz. biz de ilişmemişiz. İşte bu hakikata binaendir ki: Ayasofya'yı puthane ve Meşihat'ı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen tarafdar değiliz. ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz. Ve bu yirmi sene işkenceli esaretimde eşedd-i zulüm şahsıma edildiği halde.. siyasete karışmadık. idareye ilişmedik. asayişi bozmadık. Yüzbinler Nur arkadaşım varken asayişe dokunacak hiç bir vukuatımız kaydedilmedi. Ben şahsım itibariyle hiç hayatımda görmediğim ve bu âhir ömrümde ve gurbetimde şiddetli ihanetler ve damarıma dokunduracak haksız muameleler sebebiyle yaşamaktan usandım. Tahakküm altındaki serbestiyetten dahi nefret ettim. Size bir istid’a yazdım ki: herkese muhalif olarak ben beraetimi değil belki tecziyemi taleb ediyorum. Ve hafif cezayı değil.. sizden en ağır cezayı istiyorum. Çünki bu emsalsiz acib zulmî muameleden kurtulmak için ya kabre veya hapse girmekten başka çarem yok. Kabir ise intihar caiz olmadığından ve ecel gizli olduğundan (Hâşiye) şimdilik elime geçmediğinden.. beş-altı ay tecrid-i mutlağında bulunduğum hapse razı oldum. Fakat bu istid’ayı masum arkadaşlarımın hatırları için şimdilik vermedim.

199

(Râbian) Benim bu otuz sene hayatımda ve Yeni Said tabir ettiğim zamanımda bütün Risale-i Nur'da yazdıklarımın ve şahsıma temas eden hakikatlarının tasdikiyle ve benimle ciddî görüşen ehl-i insaf zâtların ve arkadaşların şehadetleriyle iddia ediyorum ki: Ben nefs-i emmaremi elimden geldiği kadar hodfüruşluktan şöhretperestlikten tefahurdan men'e çalışmışım. ve şahsıma ziyade hüsn-i zan eden Nur talebelerinin belki yüz defa hatırlarını kırıp cerhetmişim. Ben mal sahibi değilim. Kur’ânın mücevherat dükkânının bir bîçare dellâlıyım dediğimi hem yakın dostlarım hem kardeşlerimin tasdikleriyle ve emarelerini görmeleriyle.. ben değil dünyevî makamatı ve şan ü şerefi şahsıma kazandırmak belki manevî büyük makamat faraza bana verilse de fakat hizmette ihlasıma.. nefsimin hissesi karışmak ihtimaline binaen korkarak o makamatı da hizmetime feda etmeğe karar verdiğim ve fiilen de öylece hareket ettiğim halde.. mahkeme-i âlînizde güya en büyük bir siyasî mes'ele gibi bana karşı bazı kardeşlerimin Nur'dan istifadelerine manevî bir şükran olarak ben kabul etmediğim halde.. pederinden çok fazla hürmet ettiğini medar-ı sual ve cevab yaptınız. Bir kısmını inkâra sevkettiniz. ve bize hayret ile dinlettirdiniz. Acaba kendi razı olmadığı ve kendini lâyık bulmadığı halde.. başkaların onu medhetmeleriyle o bîçareye bir suç tevehhüm edilebilir mi? (Hâmisen) Kat’iyen size beyan ediyorum ki: hiç bir cem'iyetçilik ve cem'iyetlerle ve siyasî cereyanlarla hiçbir alâkası olmayan Nur talebelerini cem'iyetçilikle ve siyasetçilikle ile ittiham etmek doğrudan doğruya kırk seneden beri İslâmiyet ve iman aleyhinde çalışan gizli bir zındıka komitesi namına ve bu vatanda anarşiliği yetiştiren bir nevi bolşevizm namına bilerek veya bilmeyerek bizimle bir mücadeledir ki: üç mahkeme cem'iyetçilik cihetinde bütün Nurcuların ve Nur risalelerinin beraetlerine karar vermişler. Yalnız Eskişehir Mahkemesi o kararları içinde (tesettür-i nisa) hakkında bir küçük risalenin birtek mes'elesini belki bu gelen cümleyi (Mesmuata göre Merkez-i hükûmette bir kundura boyacısı çarşı içinde büyük âdemin yarım çıplak karısına sarkıntılık edip o acib edebsizliği yapması tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzüne şamar vuruyor.) diye eskiden yazılmış cümle sebebiyle bir sene bana ve yüzyirmi âdemden onbeş arkadaşıma altışar ay ceza verdiler. Demek şimdi Risale-i Nur'u ve şakirdlerini ittiham etmek. o üç mahkemeyi mahkûm etmek ve itham ve ihanet etmek demektir. (Sâdisen) Risale-i Nur ile mübareze edilmez. Onu gören bütün ülema-i İslâm Kur’ânın gâyet hakikatlı bir tefsiri

200

yani hakikatlarının kuvvetli hüccetleri ve bu asırda bir mu'cize-i maneviyesi ve şimalden gelen tehlikelere bu millet ve bu vatanın bir kuvvetli seddi olduğundan mahkeme-i aliniz bunun talebelerini bundan ürkütmek değil, belki hukuk-ı âmme noktasında tergib etmek bir vazifeniz biliyoruz.. ve onu sizden bekliyoruz. Millete vatana asayişe muzır dinsizlerin ve bazı siyasî zındıkların risalelerine ve mecmualarına hürriyet-i ilmiye serbestiyetiyle ilişilmediği halde.. masum ve muhtaç bir gencin imanını kurtarmak ve sû'-i ahlâktan kurtulmak için Nur'a talebe olması elbette değil bir suç.. belki hükûmet ve maarif dairesi teşvik ve terğib edecek bir halettir. Son sözüm Cenab-ı Hak hâkimleri adalet-i hakikiyeye muvaffak etsin. Âmîn deyip (

‫م‬ ِٰ ‫سبُنَا‬ َ ْ ‫ح‬ َ ْ ‫ه وَنِع‬ ‫الل ُه‬ ُ ‫ ) الْوَكِي‬dir. ‫ل‬

‫صيُر‬ ِ َِ ‫م الن‬ ِ َ ‫ب اْلعَال‬ ِ ‫مد ُ ِل ِٰله ِه َر‬ َ ْ ‫اَل‬ َ ْ ‫مولَى وَ نِع‬ َ ْ ‫ن نِع‬ ْ ‫ح‬ ْ َ ْ ‫م ال‬ َ ‫مي‬

[ Son Sözüm ] Heyet-i hâkimeye beyan ediyorum ki: Hem iddianameden hem uzun tecridlerimden anladım ki bu mes'elede en ziyade şahsım nazara alınıyor. ve şahsımı çürütmek maslahat görülmüş. Güya şahsimin idareye ve asayişe ve vatana zararı var. Ve ben de din perdesi altında dünyevî maksadlarabir nevi siyaset peşinde koşuyormuşum.Ve saf dil biçareleride aldatmışım.. Buna karşı size bunu kat'iyetle beyan ediyorum. Bu evham yüzünden benim şahsiyetimi çürütmek suretinde Risale-i Nur'a ve bu vatana ve bu millete fedakâr ve kıymetdar olan.. şakirdlerini incitmeyiniz. Yoksa bu vatana ve bu millete manevî büyük bir zarara belki bir tehlikeye vesile olur. Hem bunu da kat'iyen beyan ediyorum. Şahsıma tahkir ve ihanet ve çürütmek ve işkence ceza gibi ne gelse, -Risale-i Nur'a ve şakirdlerine benim yüzümden zarar gelmemek şartıyla şimdiki mesleğim itibariyle- kabule karar vermişim. Bunda da âhiretim için bir sevabı var. Ve nefs-i emmarenin şerrinden kurtulmama vesiledir diye bir cihette ağlarken memnun oluyorum. Eğer bu bîçare masumlar benimle beraber bu mes'elede hapse girmese idiler. mahkemenizde pek şiddetli konuşacaktım. Siz de gördünüz ki.. iddianameyi yazan bin dereden su toplamak gibi yirmi,otuz senelik hayatımda -mahrem ve gayr-ı mahrem bütün kitablarımdan ve mektublarımdancerbezesiyle ve kısmen yanlış mana vermesiyle.. güya umum onlar bu sene yazılmış.. hiç mahkemeleri görmemiş ve af kanunlarına ve mürur-ı zamana uğramamış gibi onun ile benim şahsımı çürütmek istiyor.

201

Ben kendim şahsımın çürük olduğunu yüz defa söylediğim ve aleyhimde olanlar da her vesile ile şahsımı çürüttükleri halde.. ehl-i siyaseti evhamlandıracak derecede teveccüh-i âmmeye karşı faide vermediğinin sebebi.. İmanın kuvvetlenmesi için bu zamanda ve bu zeminde gâyet şiddetli bir ihtiyac-ı kat'î ile bazı şahıslar lâzımdır ki: hakikatı hiç bir âlet etmesin. Nefsine hiç bir hisse vermesin. Tâ ki imana dair dersinden istifade edilsin.kanaat-ı kat'iye gelsin. Evet.hiçbir zaman..bu zeminde bu zaman kadar böyle bir ihtiyac-ı şedid olmamış gibidir. Çünki tehlike hariçten şiddetle gelmiş. Şahsımın bu ihtiyaca karşı gelmediğini itiraf edip ilân ettiğim halde.. yine şahsımın meziyetinden değil..belki şiddet-i ihtiyaçtan ve zahiren başkaları çok görünmemesinden şahsımı o ihtiyaca bir çare zannediyorlar. Halbuki ben de çoktan beri buna taaccüb ve hayret ile bakıyordum.ve hiç bir cihetle lâyık olmadığım halde dehşetli kusurlarımla beraber teveccüh-i âmmenin hikmetini şimdi bildim. Hikmeti de şudur. Risale-i Nur'un hakikatı ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsi bu zaman ve bu zeminde o şiddetli ihtiyacın yüzünü kendine çevirmiş Benim şahsımı hizmet itibariyle binden bir hissesi ancak bulunduğu halde o hârika hakikatın ve o hâlis muhlis şahsiyetin bir mümessili zann edip o teveccühü gösteriyorlar. Gerçi bu teveccüh hem bana zarar hem ağır geliyor. Hem de hakkım olmadığı halde hakikat-ı Nuriyenin ve şahsiyet-i maneviyesinin hesabına sükût edip o (R.A.) (K.S.) manevî zararlara razı olurdum. Hattâ İmam-ı Ali ve Gavs-ı A'zam gibi bazı evliyanın ilham-ı İlahî ile bu zamanımızda Kur’ân-ı Hakîm'in mu'cize-i maneviyesinin bir âyinesi olan Risale-i Nur'un hakikatına ve hâlis talebelerinin şahs-ı manevîsine işaret-i gaybiye ile haber verdikleri içinde benim ehemmiyetsiz şahsımı.. o hakikata hizmetim cihetiyle nazara almışlar. Ben hata etmişim ki:onların şahsıma aid bir parçacık iltifatlarını bazı yerde tevil edip Risale-i Nur'a çevirmemişim. Bu hatamın sebebi de za'fiyetim ve yardımcılarımı ürkütecek esbabın çoğaltılmaması ve sözlerime itimadı kazanmak için zahiren şahsıma bir kısmını kabul etmiştim. Size ihtar ediyorum.Fâni kabir kapısındaki çürük şahsımı çürütmeğe ihtiyaç yok. ve bu kadar ehemmiyet vermeğe de lüzum yok. Fakat Risale-i Nur'la mübareze edemezsiniz.ve etmeyiniz. Onu mağlub edemezsiniz. Mübarezede millet ve vatana..büyük zarar edersiniz. şakirdlerini dağıtamazsınız. Çünki hakikat-ı Kur’âniyenin muhafazası yolunda kırk elli milyon şehid veren bu vatandaki geçmiş ecdadlarımızın ahfadlarına: bu zamanda hakikat-ı Kur’âniyenin muhafazası. ve âlem-i İslâmın nazarında

202

eskisi gibi dindarane kahramanlıkları terk ettirilmeyecek. Zahiren çekilseler de o hâlis şakirdler ruh ve canıyla o hakikata bağlıdırlar. Ve o hakikatın bir âyinesi olan Risale-i Nur'u terkedip o terk ile vatana ve millete ve asayişe zarar vermeyeceklerdir.emir dağında üç buçuk sene içinde kat i benim kendi hattımla ve imzam ile siyasete ve asayişin ihlaline temas iden bir mektubum varsa mahkemede cevab vereceğim. Yoksa beraat kazanan ve müruru zamana uğrayan ve af kanunlarına göre veya bazı dostlarımın hususi ve cüzi mektublarına cevab vermeğe kanunen mükellef olmadıgımdan lüzumsuz cevab vermeğe mecbur değilim.Son َ َ ْ ُ‫ولَِوْا فَق‬ sözüm.bu gelen âyettir. (‫ت‬ ِٰ ‫ى‬ َ ‫ل‬ ْ ِ ‫فَا‬ ْ ‫ح‬ ُ ْ ‫ه اِل ِ هُوَ ع َلَي ْهِ تَوَك ِل‬ َ ٰ‫ه ل َ اِل‬ ‫الل ُه‬ َ َ‫ن ت‬ َ ِ ‫سب‬

ْ ْ ُِ ‫)وَهُوَ َر‬ ‫يم‬ ِ ِ ‫ش العَظ‬ ِ ‫ب العَْر‬

Heyet-i Vekile'ye gâyet ehemmiyetli bir ricam var. Risale-i Nur'dan Siracünnur namındaki üçyüz sahifeden ziyade mecmuanın âhirinde ve aslı çok zaman evvel yazılan ve onbeş sahife kadar olan ve Heyet-i Vekilece o mecmuanın toplanmasına vesile bulunan Beşinci Şua..herkese hususan musibetzedelere ve ihtiyarlara ve imanda şübhelere düşenlere pekçok faideleri tahakkuk eden Siracünnur'dan (o zararlı tevehhüm edilen parçayı) çıkarıp yasak ederek mütebâki üçyüz sahifenin neşrine izin verilmesini ve tesellisinden tam istifade eden bütün musibetzedeler ve ihtiyarlarla ve iman hakikatlarına muhtaçlarla beraber Heyet-i Vekile'den rica ederiz. Hem dörtyüz sahifelik Zülfikar'da otuz sene evvel Avrupa feylesoflarına karşı yazılan irsiyet ve tesettür hakkındaki iki âyetin tefsiri iki sahife.. hem otuz sene evvel tab'edilen َِ ‫ح‬ ِٰ ‫ل‬ İşarat-ül İ'caz'da (‫م الرِبَوا‬ َ َ ‫ ) ا‬âyetine dair yazılan bankaya dair bir َ َ‫الل ُهه الْبَي ْعَ و‬ َ ‫حَِر‬ satır.. hem otuz sene evvel ben Dâr-ül Hikmet'te iken İngiltere'nin Anglikan Kilisesi'nin baş papazının Meşihat-ı İslâmiyeden sorduğu altı sual içinde bir satır kadar yazılan yazıların kaldırılarak şimdiki kanun-ı medenîye uygun gelmediği iki sahife bir satır bahanesiyle müsadere edilen ve âlem-i İslâmca çok tahsin edilen ve çok menfaatı bilfiil görülen ve üç rükn-i imanîyi hârika bir tarzda isbat eden o Zülfikar mecmuamızı.. iade etmesini rica edip istiyoruz. hakkımızdır. Bir mektubda beş kelime sansür edilse bâki kısmına izin verilmesi gibi biz de kanunen ehemmiyetli bu hakkımızı isteriz. Ve hakkımızda habbeyi kubbeler yapanların zulmünden kurtarılmamızı.. millet ve vatana

203

ve asayişe Nurlarla hizmet eden Kur’ân ve imanperverlerle beraber taleb ederiz. Hem onsekiz sene evvel şiddetli bir zulme maruz olduğum.. hiddetli bir zamanımda yazdığım Hücumat-ı Sitte'yi onsekiz seneden beri görmediğim gibi mahrem deyip neşrine izin vermemişim. hem üç dört mahkemenin eline geçmiş.o risaleyi sahiblerine iade etmişlerdir.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Diyanet Riyasetindeki ehl-i vukufa bir teşekkürname. ve tedkiklerindeki cüz'î ve cevabı zahir ve verilmiş tenkidlerine tashihle yardım etmek için (üç noktayı)beyan edeceğim. (Birinci Nokta) Üç cihetle o âlimlere teşekkür ederim. Ve Şahsım itibariyle minnettarım. (Birincisi) Siracünnur mecmuasının Beşinci Şua'dan başka onüç parçasını takdirkârane hülâsa etmeleridir. (İkincisi) Medar-ı ittihamımız olan tarîkatçılık ve cem'iyetçilik ve emniyeti ihlâl bahanelerini reddetmeleridir. (Üçüncüsü) Benim mahkemedeki davamı tasdikleridir. Yani mahkemeye dedim. Kusur varsa bütün o kusur benimdir. Nur talebeleri hâlis ve masum olup imanları için Nurlara çalışmışlar. İşte o ehl-i vukuf dahi Nurcuları kurtarıyorlar. Bütün kusuru bana veriyorlar. Ben de onlara Allah sizden razı olsun derim. Yalnız merhum Hasan Feyziyi ve merhum Hâfız Ali'yi ve o iki mübarek şehidin sisteminde ve vârislerinden iki üç zâtı benim suçuma şerik etmişler. Fakat bir cihette sehvetmişler. Çünki o zâtlar kusurda değil. belki hizmet-i imaniyede benden ileri ve benim hatalarımdan müberra olarak za'fiyetime merhameten inâyet-i İlahiye tarafından bana yardımcı verilmişler. (İkinci Nokta) O ehl-i vukuf.. Beşinci Şua'daki rivâyetlerin bir kısmına zaîf ve bir kısmına mevzu' demişlerdir. ve tevillerinin bir kısmına yanlış demişler ki:bu Afyon'da aleyhimizdeki iddianame o tarzda yazılmış. ve onbeş sahifede seksenbir yanlış yaptığını bir cedvelde isbat etmişiz. Muhterem ehl-i vukuf o cedveli görsünler. Bir tek nümunesi şudur. İddiacı demiş. (Bütün teviller yanlıştır. ve o rivâyetler ya mevzu' veya zaîftir.) Biz dahi deriz. Tevil demek (bu mana bu hadîsten murad olmak mümkündür. Muhtemeldir) demektir. Mantıkça o mananın imkânını reddetmek ise muhaliyetini isbat etmek ile olur. Halbuki o mana göz ile göründüğü ve tahakkuk ettiği gibi hadîsin mana-yı işarî tabakasının

204

külliyetinde bir ferd olduğunu bilmüşahede mu'cizane bir lem'a-yı ihbar-ı gaybîyi bu asrın gözüne gösterdiğinden.. hiç bir cihetle kabil-i inkâr ve itiraz olamaz. Hem o bütün rivâyetler mevzudur. veya zaîftir. iddiacının demesi üç vecihle yanlış olduğu cedvelde isbat edilmiş. Birisi Bir milyon hadîsi hıfzına alan İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel.. ve beşyüz bin hadîsi hıfzeden İmam-ı Buharî'nin cesaret edemedikleri.. ve o nefyin isbatı kabil olmadığı. ve bütün hadîs kitablarını görmediği.. ve ümmetin ekseriyeti her asırda o rivâyetlerin manalarının zuhurlarını veya o küllînin bir ferdini görmesini bekledikleri.. ve ümmetçe telakki-i bilkabul derecesine yakınlaşmış ve ayn-ı hakikat bazı nümuneleri ve ferdleri meydana çıkıp görüldüğü halde..o rivâyetleri külliyetle inkâr etmek on vecihle hatadır. (İkinci Vecih) Mevzu'dur manası..(bu rivâyet an'aneli senedli hadîs değil)demektir. Yoksa manası yanlıştır demek değildir. Madem ümmette hususan ehl-i hakikat ve keşf ve bir kısım ehl-i hadîs ve ehl-i içtihad kabul edip manalarının vuku'larını beklemişler. Elbette o rivâyetlerin "durub-ı emsal gibi" umuma bakan hakikatları vardır. (Üçüncü Vecih) Hangi mes'ele veya rivâyet var ki: meşrebleri ve mezhebleri muhtelif âlimlerin bir kitabında ona itiraz edilmesin Meselâ İslâm içinde birkaç deccal geleceğine dair rivâyetlerden birisi bu hadîs-i şerif. sarih bir surette Cengiz ve Hülâgu fitnesinden haber verir. ْ َ َ ‫ن تََزا‬ (‫مهَا اِلَى‬ ُ َ‫خلَف‬ ِ ْ ‫ل ال‬ ‫مى ِه‬ ِ ‫ة فِهى وِلْد ِ ع َه‬ َ ‫س‬ َ ‫حت ِهَى ي ُه‬ ُ ِِ ‫سل‬ ْ ‫ل َه‬ ‫صنْوِ اب ِهى العَبَِا ِه‬

َِ َِ ‫ )الد‬yani. (Uzun zaman hilafet-i Abbasiye devam edecek.sonra o saltanat deccal eline ‫ل‬ ِ ‫جا‬

geçecek.) diye (beşyüz seneden sonra İslâm içine bir deccal gelecek. o hilafeti bozacak) gibi ki:eşhas-ı âhirzamandan çok rivâyetler haber verdikleri halde..mezhebi ayrı.. veya fikri ayrı müfrit bir kısım ehl-i içtihad kabul etmemişler. mevzu veya zaîftir. Demişler.. Her ne ise şimdi bu uzun kıssayı kısa kesmeme sebeb Risale-i Nur ile alâkadar ve Nurlara hücumun aynı zamanında zeminin hiddetini gösteren dört büyük zelzelenin tevafuku gibi bu cevabı yazdığım aynı saatte burada iki şiddetli zelzele vuku buldu. Şöyle ki: Akşamda elime verilen ehl-i vukuf raporundaki ameliyat-ı cerrahiyenin yaralarından elîm bir teessür ve temassızlıktan hazîn bir zahmetle kendim perişan kalemimle yazmaktan teellüm hiss ederken iki zelzelenin tevafukudur. Evet sekiz ay tecrid ve sıkıntılar içinde en ziyade güvendiğim ve raporlarıyla imdadıma yetişmelerini beklediğim Diyanet Riyaseti dairesinden gelen raporu akşamdan aldım. Bu sabah bildim ki pek ehemmiyetsiz şeylerle imdadıma değil. belki iddiacıya yardım ederek (Geçen dört zelzeleler Nur'un kerametlerindendir

205

Said demiş.) dediklerini gördüm. Cedvelde yazdığım gibi. Nurlar sadaka-i makbule misillü belaların def'ine bir vesiledir. ne vakit Nurlara hücum edilse musibetler fırsat bulup gelirler.ve (Hâşiye) bazan da zemin hiddet eder diye yazmağa niyet ederken burada iki şiddetli zelzele oldu. beni o bahsi yazmaktan vazgeçirdi. Onu bırakıp üçüncü noktaya geçiyorum.

(Hâşiye):

Bu iki zelzele 18.9.1948 tarihine müsadif eden cum'a günü kuşluk vakti olmuştur.. Afyon hapsinde Risale-i Nur talebeleri namına Halil,Mustafa,Feyzi,Hüsrev

(Üçüncü Nokta) Ey müdakkik ve hakikatlı ve insaflı ehl-i vukuf âlimlerimiz. Eskiden beri ehl-i ilim mabeyninde bir makbul âdet-i müstemirreye binaen yeni te'lif edilen güzel kitabların âhirlerinde başkaların o kitaba medhiyeleri ve takrizleri ve mübalağane ve bazan de müfritane senaları yazılıp neşredildiği..ve müellif kemal-i memnuniyetle o takrizcilere minnettar olduğu halde.. ve rakibleri dahi onu hodfüruşlukla ittiham etmedikleri halde..Nur'un bir kısım has ve hâlis şakirdlerinin ve merhum Hasan Feyzi ve şehid Hâfız Ali tarzında yazdıkları takrizleriyle aleyhime şiddetli hücum eden pekçok insafsız muarızlara karşı.. aczime ve za'fıma ve garibliğime ve kimsesizliğime yardım olarak Nurlara muhtaçları teşvik fikriyle olan medhiyelerini bütün bütün redd etmediğimi ve şahsıma aid kısmını Nurlara çevirdiğimi.. bir hodfüruşluk telakki etmenizi. kemal-i dikkatinize ve tahkikî ilminize ve şefkatkârane muavenetinize ve insafınıza yakıştıramadığımdan müteessir oldum. Ve o medhiyeleri yazan sâfi kardeşlarımın hiç siyaseti düşünmeyerek riyazî bir hesabla Mana-yı işarî külliyetinin bir mâsadakı ve cüz'î bir ferdi bu zamanda Risale-i Nur'dur. demelerine hata denilmez. Çünki zaman tasdik ediyor. Haydi çok mübalağa veya hata dahi olsa..ilmî bir hatadır. Herkes kendi kanaatını yazabilir. Acaba Şeriatta oniki mezheb hususan Hanefî,Mâlikî,Şafiî,Hanbelî Mezheblerinde ve yetmişe yakın ilm-i kelâm ve usûl-üd din dairesindeki allâmelerin fırkalarında ne kadar ayrı ayrı kanaatlar ve fikirler kitablara yazılmış bilirsiniz. Halbuki bu zaman kadar hiç bir zaman din âlimlerinin ittifakına ve münakaşa etmemesine muhtaç olmamış. Şimdilik teferruattaki ihtilafı bırakmağa ve medar-ı münakaşa etmemeğe mecburuz.

Ehl-i vukufun insaflı hocalarından (üç sualim) var? (Birisi) Bir âdem diğer bir âdemi sâfi bir niyetle onu medhetmekle mes'ul olur mu? Hususan o istemediği ve elinden

206

geldiği kadar o medihleri ya red veya başkasına çevirmesi ve o hâlis dostunu kaçırmamak için onu tekdir etmeyip medhini yüz derece haddimden fazladır diye sükût ile mukabele etmesi: hiç hodfüruşluk sayılır mı.? (İkinci Sual) Acaba ortalıkta din aleyhinde bu dehşetli hücumlar içinde ve dağ gibi dinî mes'eleler içinde Nur şakirdlerinden bir hakikat âşıkı zararsız ve cüz'î bir hata-i ilmî ve yanlış bir kanaatı cihetinde böyle tekdir ve tezyife müstehak olur mu? Siz gibi üstadlardan medhiye yazan talebe şefkatle hatasını ihtar beklerken. böyle adliye eliyle tokatlamak caiz olur mu.? (Üçüncü Sual) Bu yirmi senedir hadsiz muarızlara karşı sarsılmayan ve yüzbinler muhtaçların imanlarını kuvvetlendiren Risale-i Nur'a bir iki mes'ele için bu tarz tenkidiniz yakışır mı? Hem o müdakkik âlimlere bunu hatırlatıyorum ki. raporlarında Ahmed Feyzi'nin medhiyesinin başında bir mektubumu görmelerinden güya o medihleri ben kendime yapmışım gibi tenkid ediyorlar. Halbuki o mektubum benim şahsımın hakkındaki medihlerini kabul etmemek ve kaldırmak için idi ki.. bir kısmını kaldırdım. Bir kısmını da ta'dil edecektim. Fakat acele edip.. tam yapmadan o mektubu bir kardeşime göndermiştim. Onlar dahi o mahrem medhiyenin başına koyup hususî bir zâta gönderdikleri zaman hükûmetin eline geçmiş. Acaba böyle hususî bir takriz ve sırf ilmî ve bir kanaat-ı vicdaniye ve mahrem arkadaşların mabeyninde ve sonra tam ta'dil etmek fikriyle bir meşveret tarzında gezmesi bu şiddetli itiraza müstehak olur mu? Hem kırmızı ve siyah cildli iki mecmuacık. arkadaşlara hususî ve tebrik ve teşvik ve taltif için yazılmış bazı hususî mektublardır. Her nasılsa bir iki zât merak edip zayi' olmasın diye bir deftere toplamış. Taharride zabıta eline geçmiş. Acaba böyle mektublardan ahkâm çıkarmak ve sual ve cevaba medar etmek. ve siyasete temas ettirmeğe çalışmağa hiç ihtiyaç var mı ?Kur’âna hücum eden dehşetli ejderhaları görmüyor.ve onlara bakmıyor. sineklerin ısırmasıyla uğraşıyor gibi olmaz mı.? Dini ve terbiye-i Muhammediyeyi (Aleyhissaletü Vesselam) zehir diyen Saraçoğlu'nu bırakıp hakikat-ı Kur’âniyeyi güneş gibi gösteren ve nev'-i beşerin yaralarına tam tiryak olduğunu isbat eden Siracünnur ile münakaşa ederek.. Nur'un o mecmuasının âhirine ilhak edilen bir risalede zayıf hadîslerin tevilleri var demek. o mecmuanın müsaderesine yardım etmek çıkmaz mı?

207

Bizler sizin gibi zâtlardan yaralarımıza merhem sürmenizi ve ferasetinizle yardım etmenizi bekler.. cüz'î tenkidlerinizden gücenmeyiz. Mevkuf Said Nursî

[ Hata Savab Cedveli ] İddianamede yirmi sahifeden ziyadesi arkadaşlara aid olduğundan yanlışlarını beyan etmedim. Bu yanlışların hepsi yüzden fazladır. Mahkemede kırk sahife iddianame iki saate yakın bize dinlettirildi.bu iddaanamede Hem hukukumuza hem hayat-ı şahsiyemize. hem hayat-ı içtimaiyemize.. hem şerefimize. hem Risale-i Nur'un kıymetine çok dokunduğu halde.. gücenmediğimize mukabil iddianameyi yazan zâtın mes'elemizdeki sathîliğine ve dikkatsizliğine ve cerbezeliğine dokunacak bir cihet varsa.. onun da gücenmemesini ve mahkemenin de tamamen itiraznamemi okumaklığıma müsaadesini taleb ederiz. Mahkemede leyhimizdeki iddianamede yüz yanlışını isbat etmezsem yüz sene cezaya razıyım diye iddia ettiğime bir hüccet olarak iddianamenin kırk sahifesinde şahsıma aid onbeş sahifedeki seksenbir yanlışını gösteren bu cedveli takdim ediyorum. 1. Dini âlet ederek. Reddedilmemiş müdafaatımdaki hüccetler bu yanlışı herkese gösterir. 2. Emniyeti bozabilecek. Yirmi senede bir vukuatı altı mahkeme göstermemesi bu yanlışını isbat eder. 3. Gizli bir cem'iyet kurmak. Üç mahkemenin bu noktada beraet vermesi bu yanlışı isbat eder. 4. Gizli cem'iyete girmek. Bu defa yirmiüç âdemi makam-ı iddia tahliye etmesi ile kendi yanlışını kendi gösteriyor. 5. Hiç bir iş ile meşgul olmayan Risale-i Nur'un te'lifi ve tashihi ile olan büyük meşgaleyi görmemesi bu yanlışını herkese gösteriyor. 6.7. Devletin emniyetini ihlâle teşvik edecek hareketlerde bulunduğundan ve gizli cem'iyet kurduğundan.. Eskişehir Mahkemesinin yalnız tesettür ve şapka mes'elesini esas tutması ve cem'iyet ve emniyeti ihlâle ehemmiyet vermemesi bu yanlışını gösteriyor. 8. Kanunun (163) üncü maddesi Zahiren o madde-i kanunî ile fakat hakikate Eskişehir Mahkemesi kanaat-ı vicdaniye ile hüküm vermesi.. Tesettür Risalesi'nin eskiden yazıldığını anlamasıyla mecburiyet ile kanaat-ı vicdaniyeye müracaat etmesi bu yanlışını gösteriyor.

208

9. Dinen mukaddes tanınan şeyleri âlet etmesi. Bu otuz senedeki hayatım ve bütün benim ile görüşenler ve mahiyetimi bilenler.bu hükmü tekzib ediyorlar. 10. Devletin emniyetini bozacak hareketlere halkı teşvik ve tergib ederek Yirmi senede hiç bir Nur şakirdi böyle bir vukuata sebeb olmadığı gibi. on vilâyetin zabıtaları da kayd etmemeleri bunun hata olduğunu gösteriyor. 11. Gizli cem'iyet kurmak. Üç mahkemenin o noktada beraet vermesi ve yirmi senedir siyaseti terk etmekliğim bu hatanın ne kadar açık bir iftira olduğunu gösteriyor. 12. Gizli neşriyatta bulunmak. Âlem-i İslâm'ın mühim merkezlerinde ve burada merkez-i hükûmette ve dâr-ül fünunda yazdıkları Nur mecmuaları ellerde gezmesiyle bu yanlışını gösteriyor. 13. Gençlik Rehberi Nurcular cem'iyeti arasında gizli satılmasına.. Cerh edilmeyen müdafaatta yedi makama gönderilen itiraznamede kat'î hüccetlerle ki.. Nur talebeleri hiç bir vecihle siyasî cem'iyet olmazlar. Hem Eskişehir Emniyet Müdürlüğü müsaadesiyle resmen tab'edilen Gençlik Rehberi değil yalnız Nurcular arasında herkese alenen satıldığı bu hatasını isbat eder. 14. Zülfikar ve Asâ-yı Musa'nın gizli satılmasına Doğrudan doğruya Diyanet Riyasetine bera-yı malûmat bu mecmuaların gönderilmesi.. hem alenen İstanbul'da ciltlenmesi ve İstanbul'daki mühim zâtlara hattâ bazı kitabçılara ki Hindistan'a kadar gönderilmek için gönderilmesi gizli satılmadığını belki ilânatla teşhir edilmekle satıldığı bu hatasını gösteriyor. 15. Yüzkırk sure Kur’ân demesine Kur’ân yüzondört sure olduğunu Kur’ânı okuyan herkes bildiği halde.. sathîliği..ve aceleliği bu acib yanlışa sevketmiş. 16. Kur’ân-ı Kerim'e âdeta bir nazire yüzbin defa hâşâ.. Risale-i Nur Kur’ânın bu asırda bir mu'cize-i maneviyesinin bir âyinesi ve ondan tereşşuh etmiş bir tefsiri olduğuna bütün Nurcuların ve Risale-i Nur'daki yazıları görenlerin

209

kanaatları bu yanlışı tekzib ediyor. 17. Risale-i Nur yüzkırk parçadan ibaret Müdafaatımda belki pekçok defalar lüzumu için yüzotuz parça diye tekrarımız bu yanlışını gösteriyor. 18. Risale-i Nur'un te'lifi yirmiüç senede tamamlandığı bildirilen (R.A.) (K.S.) İmam-ı Ali'nin ve Gavs-ı A'zam'ın işarat-ı gaybiyeleriyle ve mana-yı işarîleriyle bir vakit yirmidört.. senede Risale-i Nur tamam olacak denilmesi bu yanlışı tashih eder. 19. Üç kitabda toplanan Nur Risalelerinin.. Belki yalnız Yirmiyedinci Mektub Lâhikasıyla beraber o üç mecmua kadar olduğu gibi.. onlardaki Nur'un Risaleleri o üç mecmuada ancak beşten birisi olması dikkatsizlikten gelen bu yanlışını gösteriyor. 20. Perakende halinde bulunan Nur Risaleleri.. Şimdi Nurları yazan binler kalemlerin ve güzel itina ile tevafukla yazan yüzler kâtiblerin aşk-ı imanî ve ilmî ile yazdıkları Nur Risalelerine perakende ehemmiyetsiz parçalar namı verilmesi zahir bir yanlıştır. 21. Bazı kısmında mevzu ve gâye ile hiç ilgisi olmadığı.. Eski zamanda mantıkta en derin ulemaları ilzam eden ve şimdiye kadar müdakkik ulemaların.. Risale-i Nur'u o cihette tenkid edememeleri bu hatayı söyleyene iade eder. 22.23. Risale-i Nur'un bir kısmında okuyanlara birşey öğretme bakımından ilmî mahiyet taşımadığı.. Yirmi seneden beri hükûmetin iğfal olunmuş bazı rükünleri ve aldanmış bazı mutaassıb hocalar Risale-i Nur'un aleyhinde hücum ettikleri ve herkesi ürküttükleri halde.. hiçbir esere müyesser olmayan yüzbinler her sınıftan muhtac-ı ilm-i hakikat ona talib olup istifadeleri bu iftirayı pek çirkin gösteriyor. 24. Şimalden gelecek büyük kızıl tehlikeye karşı bir sed olduğunu iddia ve zann etmektedir. Nurları okuyan bütün zâtlar değil zan ve tahmin belki kat'î ve yakînî bir surette Risalei Nur'un şimalden gelen tehlikeye bir sed olduğunu söylemeleri bu hatayı gösteriyor. 25. Devletin emniyetini ihlâl etmiş. Üç mahkemede ve üç müdafaatımda bu iftiranın asılsız olduğunu isbat ettiğim gibi bu yirmi senede bulunduğum beş altı vilâyet zabıtaları emniyeti ihlâle dair hiçbir emareyi ne Said'in ve ne de arkadaşlarının hakkında kaydetmemesi bu iftirayı tamamıyla reddeder.

210

26. Nurcuların zanları hilafına olarak Nur Risaleleri yegâne okunacak tefsir değildir. Nur Risalelerinde ve talebelerinin lisanında her vakit söylenen (Bu zamanda en kuvvetli bir tefsir-i Kur’ânîdir)cümlesidir. Yoksa hiçbir vakit başka tefsirlere ilişmek hatırlarına gelmediği bu acib hatanın ne kadar çirkin olduğunu gösterir. 27. Nurcular adı verilen talebelerin de yekdiğerleriyle görüşmeleri gizli olduğu. Isparta vilâyetinde bütün köylerinde zabıtanın ve hükûmetin taht-ı nezaretinde aşikâre bir surette görüşmeleri ve bazı köylerde yüz kalemle yazıları neşretmeleri gizlilik isnadını kırıyor. 28. Teksir makinesiyle çoğaltılması ve alanların bulunduğu yerlere gönderilmesi gizli yapılmaktadır. Bu ifadede bir dirhem doğruluk varsa üç dirhem yanlış var. Evet insafsız gizli düşmanlarımız bahane bulmamaları için dörtte bir gizli yapılmıştı. Yoksa şimdi buldukları bahane ile bizi daha evvelden adliyeye sürüklemeleri ihtimaline binaen bir parça gizli idi. Yoksa herbirisi üçyüz dörtyüz sahifeli mecmualardan binbeşyüze yakın mikdarı memleketin her tarafına mümanaatsız gitmesi bu hatayı tam gösterir. 29. Ve nitekim mektubların mürsillerin bulunduğu yerden değil başka yer postahanesinden verilerek gönderilmekte olduğu Yirmisekizinci yanlışta zikri geçtiği gibi. onda biri doğru ise dokuzu yanlıştır. Mektublar pek nâdir olarak postahaneye mürsillerin bulundukları yerlerden verilmemiştir. 30. Cem'iyet mensubîyetinden Ali Savran tarafından gönderildiği Makam-ı iddianın o Ali Savran'ı tahliye etmesi ve sonra da bu mahkemede yine tevkif etmeyip memleketine gitmesine izin vermesi. cem'iyetçilik olmadığını makam-ı iddia kendi kalemiyle isbat etmiştir. 31. Yine gizlice bazı vatandaşların mensub oldukları gizli cem'iyete Böyle asılsız bir hatayı tekrar etmek de büyük bir hata olduğu malûmdur. 32. Herkese okunmasının dahi sevab olduğunu söyleyerek iğfale çalıştıkları. Otuzüç âyât-ı Kur’âniyenin işaratına mazhar ve şimdiye kadar yüzbinler âdeme iman cihetinde tesirli hizmet eden ve pek çok gençleri ıslah eden Risale-i Nur'la iğfal edilmiş diyen elbette nefs-i emmarenin iğfaline kapılmış ki böyle hata ediyor.

211

33. Bundan başka gizli maksad görünmüyorsa bu gizliliğe mahal görünmezdi. Kırk seneden beri bana sû'-i kasda çalışan gizli düşmanlarımın desiselerle şahsıma karşı eşedd-i zulmü yapanlardan çekinmek için gizlenmiştir. 34. Dinî hissiyatı âlet ederek devletin emniyetini bozmağa halkı teşvik eden hareketlerinin Hiç aslı olmayan uzak bir imkânı vukuat yerinde sarfederek bu kadar tekrar etmek yalnız garazkârane bir iftiradır. 35.36. Kanunî ve zarurî olarak takib edilmesine münafıklık, zındıklık dinsizlik ve zulüm olarak tavsif eden Bizi kanunsuz hapislere sokmak ve gizli düşmanlarımızın desiseleriyle bizi perişan etmek sırasında o gizli düşmanlarımıza münafıklık, zındıklık, dinsizlik söylediğimizi iğfallerine kapılmış memurlara atfetmesi hatadır. 37.38. Kimse ile görüşmediğini ileri sürdüğü halde gizli olarak vilâyet ve kaza ve köylerden gelenleri kabul edip görüşmüş Bu yazıda bir doğru varsa.. yirmisi yanlıştır. Çünki yirmi otuz ziyaretçiden ancak... bir tanesini kabul ettiğimi mahallî zabıtası ve ahali bildiği halde..böyle küllî ve daimî bir surette isnad etmek iftiradır. 39. Sureten bu inziva hali yakınları olan talebeleri tarafından bir çok kerametlerin mevcudiyetinin kabulüne bütün Nurculara inandırılmasına yol açmış. Bu inziva böyle kanunsuz belalara düşmemek ve tasannu ve hodfüruşluktan kurtulmak için olduğu ve Nur şakirdlerinin bu inzivayı beğenmedikleri halde bundan kendimi keramet sahibi göstermek ve dostları da onunla onu kerametli bilmesi manasız bir iftiradır. 40. Kerametleri ve veliliği hakkındaki söylenenleri ve yazıları red ve cerh etmiyor. Bu pek zahir bir hatadır. Yüz yerde kardeşlerime yazmışım ki: şahsımda hiç bir ehemmiyet yok. Bana karşı hüsn-i zannınız yanlıştır. Sizin ihlasınız var. Ben belki ihlasa muvaffak olamıyorum. Hizmette de size yetişemiyorum dediğim ve hiç bir defa nefsimi medhetmediğim halde.. bu isnad büyük bir iftiradır. 41. Ve bu yolda öğünmesine bir sebeb olmuştur. İddianameyi yazan sathîlik ve garazla baktığı için Risale-i Nur'un senasını benim şahsımın senası zannetmiş.bu hataya düşmüş. Ve çok yerlerde böyle hataya düşüyor. 42. Said tefahura düşkündür. Bu otuz senelik yeni hayatım. ve bütün beni tanıyanlar onun bu iftirasını tekzib eder. 43. Bunu eserlerinin muhtelif yerlerinde görmek mümkündür İddiacının bu dediği tefahur.. benim şahsıma değil bütün o tefahuru hatırına

212

getiren senalar Risale-i Nur'a aidtir. Risale-i Nur da Kur’ânın tefsiridir. 44. Siracünnur kitabında eserin dörtbuçuk saat zarfında yazıldığı kaydedilmiştir. Bu yazısında iki hatası var. Birisi Siracünnur dörtbuçuk saatte te'lif edilmiş değildir. onun içinde onbeş yirmi sahifeden ibaret Hastalık Risalesi'ne aidtir. Orada imzaları bulunan iki kâtibin arzularıyla bir tahdis-i nimet olarak yazılmıştır. Bunda hiçbir kimsenin hatırına tefahur gelmez.. ancak bir şükürdür. 45. İlminin vüs'atini ve karihasının genişliği ve zekâsının feyzini ve yüksekliği anlatmak istemiştir. Elli altmış senelik hayat-ı ilmiyesi böyle temeddühlere ihtiyaç bırakmadığı gibi âhir ömründe şahsını temeddühten bütün bütün çekindiği yalnız hakaik-i imaniyenin beyanında yanlış etmediği.. ve huruf-ı Kur’ânın feyzinden iktibas ettiğine dair beyanı böyle hodfüruşane bir surete çevirmek büyük bir iftiradır. Hattâ o yanlış doğru da olsa meşhur Abdülvehhab-ı Şiranî ve Muhyiddin-i Arabî gibi pekçok ehl-i hakikat ülema tahdis-i nimet nev'inde bu tarz ihsan’at-ı İlahiyeyi çok defa kitablarında zikretmişler. 46.47. Kendi kerametine o kadar inanmıştır ki İlahî ve tabiî olan bir çok hâdiseleri kendisinin ve Risale-i Nur'un kerametidir der. Bu hatasında birkaç vecihle yanlışı var. İlahî ve tabiî olarak iki kısma ayırmak ve tabiata da bir hisse-i icad vermek dinde bir yanlış olduğu gibi Risale-i Nur'a ve şakirdlerine gelen zulmün aynı zamanında zelzele gibi müteaddid hâdiselerin tevafukları Risale-i Nur'un makbuliyetine ve bir sadaka-i makbule hükmüne geçtiğine bir işaret-i gaybiyedir demesini tefahur zannetmek iftira olduğunu herkes bilir. 48. Risale-i Nur'un tokadı olarak vasıflandırmaktadır. Bunu müdafaatımda pek zahir bir hata olduğunu isbat ettiğimiz gibi.. Risale-i Nur'un tokadıdır denilmemiş. belki Risale-i Nur sadaka-i makbule gibi belaların def'ine vesile olmasından gizlendiği ve müsadere edildiği zamanda bazı belalar fırsat bulup başımıza gelir denilmiş. Bu ise adalet-i İlahiyenin bir tokadıdır. 49. Muhtelif yerlerde olan zelzeleler ve seylablar Risale-i Nur'un şiddetli birer tokadı olarak vuku bulmuştur. Cevabı mükerrer verilmiş bir hatayı tekrar etmek garazkârane bir yanlıştır.

213

50.51. Bu seylâb ve zelzeleden Risale-i Nur'un ve binnetice kendisinin kerametiyle kurtulmuştur. Ve masumlar ve çocuklar o belalardan zarar görmüşler. Said bunu izah etmemiş ve edememiştir. Risale-i Nur'un mükerrer yerlerinde yazılmış ki: zâlimlere gelen musibetlerde masumların telef olan malları sadaka ve vefat edenler de şehid hükmünde olduğunu beyan bu yanlışını ve sathîliğini gösterir. 52. Hayır ve şerrin Allah'tan olduğunu inkâr yoluna sapmak gibi bir tezada düşmüştür. Risale-i Nur'dan Kader Risalesi olan Yirmialtıncı Söz'ün sırr-ı kaderi emsalsiz bir surette beyanı.. ve imanın erkânlarını Risale-i Nur'un hârika bir tarzda isbatı meydanda iken böyle bir iftira garazkârlıktan başka bir şey değildir. 53. Nur şakirdlerinin bazıları ona bir mehdilik de tevcih etmişlerdir İtiraznamemde kat'î hüccetlerle onun bu hatası reddedilmiş. Hem hiç bir vakit değil böyle büyük makamları belki medih ve hüsn-i zan ile nefs-i emmaresine bir benlik vermemek için reddettiği mahkemelerde de görülmüştür. 54. Müceddidlik ve büyük makamlar veren şakirdlerinin hitabelerine enaniyet ve tefahura olan meyli îcabı itiraz etmeyerek bu teveccühleri kabul ettiği görülmektedir. Bu hatasında kaç vecihle iftira var olduğu itiraznamemde ve bu cedvelde kaç yerde isbat edilmiştir. (R.A.) 55. Hazret-i Ali'nin ilm-i hakikat itibariyle şakirdi olduğumdan manevî evlâdı olabilirim demesiyle kendine atfedilen makamlara liyakatını kabul etmiş görülmektedir.. (R.A.) Bedi' manasında olan Celcelutiye kasidesinde İmam-ı Ali'nin çok cihetlerle Risale-i Nur'a sarahat derecesine yakın işaratı içinde Bediüzzaman ismini Risale-i Nur'a vermesinden bana emaneten verilen o ismi Risale-i Nur'a iade ettiğimi yazmışım. Bununla beraber ben de manevî Âl-i Beyt'ten sayılabilirim demekten maksadım bir kısım müçtehidlerin (ِ‫حبِه‬ ْ ‫صه‬ َ َ‫ )وَ ع َلَى ال ِههِ و‬duasında Seyyid olmayan fakat ehl-i takva bulunanlar o duada dâhildirler dediklerinden o umumî duada benim de bir hissem bulunması için ricakârane bir tevildir. Yoksa:bu hatakârane mana hiç hatırıma gelmemiş. 56. Ahmed Feyzi'nin risaleciğinin başında Said'in ikibuçuk sahifelik yazısı ile (‫ي َها اَيُِهَها‬

ُ ‫م‬ ‫ل‬ ِ ‫مَِز‬ ُ ْ ‫ )ال‬âyet-i kerimesinden ebced hesabıyla Kürdî kelimesi çıkarılmış

Burada benim iki sahifecik yazıma Ahmed Feyzi'nin hakkımda mübalağakârane medihlerini kabul ettiğim manası verilmiş. hata etmiş. Çünki benim o mektubum Ahmed Feyzi'nin dikkatini

214

ve ilmini takdir ile beraber hakkımda haddimden ziyade hüsn-i zanları cerh ve ta'dil için yazılmıştır. Hem âyetin mana-yı işarî tabakasından riyazî ve ebcedî bir tevafukla üstadına karşı bir mana çıkarıp hizmetine bir makbuliyet alâmeti olarak yazmış. Böyle şeylere yanlış denilmez ki medar-ı mes'uliyet olsun. Olsa olsa ilmî bir hatadır. Siyasete teması yoktur. Yine Ahmed Feyzi'nin.. Risale-i Nur'un müsellem faziletinin bir parçasını kendi üstadına isnad etmesi ve bu zamanın bir hidâyet vasıtası olduğunu demesini medar-ı mes'uliyet görüyor. Halbuki herkes sevdiği bir âdem hakkında mübalağakârane ve ifratkârane medh ü sena etmekte örfen ve âdeten ve ilmen dahi hata olmadığı halde.. hiç münasebeti olmayan bir sözdür. 57. Böyle acib davalarla belki bir zaman peygamberliğini dava ile hezeyan hali başlamış oluyor. Bunun bu iftira ve isnad ve hatasından el'iyazü billah derim. Böyle hiç bir kimsenin hatırına gelmeyen ve bizi bilen hiç bir kimseyi kandırmayan isnadları elbette kanun siyaset ve idarenin haricinde bunda dehşetli bir mana hükmediyor ki: böyle şeytanın da kimseyi inandıramadığı iftirayı ediyor. 58. İhtiyar Risalesi'nde Yedinci Ricayı gibi bazı risaleleri halkı devletin aleyhine teşvik edecek harekette ve mahiyette görülüp Eskişehir Mahkemesinde mahkûmiyetine karar verilmiş. Bu da zahir bir hatadır. Yedinci Rica ve İhtiyarlar Risalesi değil sebeb-i mahkûmiyet ve emniyeti ihlâl etmek. belki çok cihetlerle beni zulümden kurtardığı gibi Eskişehir'deki kanaat-ı vicdaniye ile verilen hafif ceza da Tesettür Risalesi'nin bir mes'elesi içindir. Makam-ı iddianın dikkatsizliği ve sathîliği ile: böyle yanlışlar oluyor. 59. Hüsrev Altunbaş Türk harfleri kanununa aykırı olarak Asâ-yı Musa ve Zülfikar gibi mecmuaları Arab harfleriyle yazmış. Şimdiye kadar Kur’ân harfleri ve Kur’ân hattı Türk milletinin hatt-ı kadîmi olduğu halde latin harflerini Türk harfleri deyip Kur’ân harfleriyle Asâ-yı Musa'yı yazan Hüsrev'i mes'ul etmek birkaç vecihte yanlış olduğunu ehl-i insaf anlar.

215

60.61.62.63. İstinad ettiği hadîsler zaîf ve hattâ mevzu olmakla beraber tevilleri yanlış ve aslı yoktur. Bütün ümmetin bin seneden beri telakki-i bilkabul ettiği ve âlem-i İslâm içinde az bir kısım ülemanın başka tevilleriyle bir derece za'fiyetine hükmettiklerine mukabil cumhur-ı muhaddisînin ve ümmet-i Muhammediyenin (Aleyhisselatü Vesselam) kabul ettiği âhirzamanda gelen bazı hâdiseler hakkındaki muhtelif rivâyetleri tevil.. yani mümkün bir ihtimal manası ile bu zamanda vukua gelen ve gözle görülen hâdiselere tam mutabık çıktığını beyana dünyada hiçbir ehl-i ilim yanlış diyemez. Faraza o hadîslerden birisi mevzu da olsa.. mevzuun manası hadîs değil demektir. Yoksa manası yanlıştır demek değildir ki. darb-ı mesel nev'inde ümmet o rivâyeti kabul etmiş. Bu nevi tevilata yanlış diyenler kaç cihette yanlış oldukları gibi ümmetin telakkisine ihanet ve hadîsleri inkârdır. Ve Süfyan'a dair hiç bir hadîs yoktur. varsa mevzudur. diyen müddeî hiç hadîs kitablarını okumadığı belki Kur’ânın surelerinin ne kadar olduğunu bilmediği halde.. biri bir milyon diğeri beşyüz bin hadîsi hıfzına alan İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel ve İmam-ı Buharî gibi müçtehidler böyle küllî ve umumî bir tarzda cesaret edemedikleri halde. o müddeî küllî bir surette ve umumî bir tarzda (Süfyan hakkında hiç hadîs yoktur varsa mevzu'dur.) demesiyle haddinden.. binler defa tecavüz edip büyük bir hatayı irtikâb etmiştir. Farz-ı muhal olarak hadîs de olmasa ümmet-i İslâmiyede bir hakikat-ı içtimaiyedir ve müteaddid defalar eseri görülmüş vaki' ve hak bir hâdise-i istikbaliyedir. 64. İrsiyette kadın ve erkeğin müsavatı aleyhinde olduğu gibi medenî kanunları kabul etmediğinden inkılab aleyhindedir. Otuz sene evvel medenî kanunlara istinad edip Kur’ânın bir-iki âyetini tenkid eden Doktor Duzi'nin kitabını ifsad için neşreden bir-iki münafığa karşı bazı âyetlerin cerhedilmez bir tarzdaki tefsirini şimdi yazılmış gibi telakki edip.. medar-ı mes'uliyet etmek Kur’ânın o âyetlerini inkâr etmek hükmünde bir hatadır. 65. Süfyan ve bir İslâm Deccalı Mustafa Kemal olduğu Beşinci Şua'da anlaşılıyor. Beşinci Şua küllî bir surette çok zaman evvel müteşabih bir hadîsin bir tevilini beyan etmesi ve itiraznamemde kat'î cevabı verilmesi bu zahir yanlışı ve medar-ı mes'uliyet olması

216

büyük hata olduğunu gösteriyor. Eğer mes'uliyet varsa: bu ince küllî manayı böyle cüz'î bir şahsa tatbik edip mahkemede teşhir eden kimse mes'ul ve suçlu olur. 66. Şapka fes gibidir. İman ile hiç alâkası yoktur. İman ise tamamen vicdanî ve kalbî olduğunu Said bilmekten âcizdir. İslâm üleması ve müçtehidleri ve şeyhülislâmlar hususan İmam-ı A'zam, imanı zedeleyen çok alâmetleri ve harekâtları kaydettikleri halde.. hususan şapka ve zünnarın kütübi kelâmiyede dahi ülemanı imanın muktezasına münafî olduğunun ittifaklarına karşı.. böyle sözleri yazan ne kadar hata ve yanlış olduğunu divaneler de anlar. Şapka hakkında itiraznamemdeki beyanat ve Risale-i Nur'daki iman-ı tahkikînin hârika hüccetleri Said'in idrakinde âcizdir. demesini yüzüne çarpar. 67.68. Şapkanın küfür alâmeti ve devam-ı ısrarı da dinsizlik olması üzerinde çok durmaktadır. Şapkanın giyilmemesi için propagandaya ve kendi tabirlerince mücadele ve mücahedeye giriştikleri görülmektedir. İtiraznamemin dört-beş yerinde gâyet kat'î bir surette bu yanlışın ne kadar manasız olduğunu gösterir. 69. Nur talebelerinin şapka giymeyerek bere giydikleri müşahede edilmiştir. Nur talebelerinin umumu değil ehl-i takva olanlar hususan hayat-ı içtimaiye ile alâkaları az olanlar lüzumsuz manasız secdeye mani olan şapkayı giymediklerini medar-ı mes'uliyet zanneden kendisi hakikat ve adalet ve maslahat-ı millet nazarında mes'uldür. 70. Şapkanın küfür alâmeti olması ve sayılması bir iman haline geldiği Kırk sene evvel İstanbul ülemasına verdiğim cevabı mahkemede beyan ettiğim gibi bütün ülema-i İslâmın istimal ettiği bir tabiri yalnız bana isnad etmek ve bunu da bir iman haline geldiği ile tabir etmek hem İslâmiyete hem ehl-i ilme hem bana karşı bir ittiham değil divanecesine bir ihanettir. Ona iade ediyorum. 71. Medreselerin ve tekyelerin kapanmasından ezan ve kamette Allahü Ekber denilmemesinden bunlar âhirzaman alâmetlerinden sayıldığından inkılab hareketlerine karşı bir kışkırtmak istediği anlaşılmıştır. Kırk sene evvel bir-iki hadîsin tevilini beyan ettiğimi ve Diyanet Riyasetinin ülemasının yeni icadların fetvasına karşı onbeş sene evvel yazdığım bir risaleyi reddetmeyip bana ilişmedikleri halde.. bu mes'eleyi şimdi medar-ı bahsetmek adliye kanunuyla hiç bir münasebeti yok.

217

Makam-ı iddia eski nakaratı tekrar edip bin dereden su toplamak nev'inde isnad etmesi hem yanlış hem hata hem de idareye bir zararı muhtemeldir. 72. Beşinci Şua'ın mes'elelerini herkese göstermek caiz değildir. mahremdir ihtarını yapmayı unutmamıştır. Her bahane ile bizi perişan etmek isteyen gizli düşmanlarımızın şerlerinden tahaffuz ve müddeî gibi sathîce manalar verilmemek için (Bu mahremdir. herkese gösterilmesin) denilmesini bir suç sayıp ve suçunu ikrar ediyor manasına çevirmek zahir bir yanlıştır. 73. Ahmed Feyzi Bediüzzaman-ül Kürdî kelimesini bulmak için iki kerre Muhammed (Aleyhisselatü Vesselam) kelimesinin tevafukunu göstermiş. Acaba Said-ül Kürdî Peygamberimiz Muhammed Mustafa'ya (Aleyhisselatü Vesselam) benzetilmek.. mi istenilmiştir? Ahmed Feyzi'nin Risale-i Nur Kur’ânın bir tefsiri olmasından. ve her vakit nübüvvetin ْ‫ةا‬ şeriatını tatbik eden ve veraset-i nübüvvet ve (ِ‫لَنْبِيَاء‬ ُ َ ‫ماءُ وََرث‬ َ َ ‫ )اَلْعُل‬hadîsine istinaden bîçare Said'i o irsiyette ve o Kur’ân hizmetinde değil bir benzemek: belki sünnete ittiba etmek َِ َ ‫َه‬ manasındaki ilmî ve ebcedî istihracını medar-ı mes'uliyet gören.. hem (‫ق‬ ‫خل‬ ‫ا‬ ‫ب‬ ‫ُوا‬ ‫ق‬ ‫خل‬ ْ َ َ‫ت‬ ِ ِ

ِٰ ِ‫سو‬ ِ‫اللههه‬ ‫َر ُه‬

) manasını anlamayan elbette üç cihette yanlış etmiş. Zât-ı Ahmediyenin (Aleyhisselatü Vesselam) güneşinden tereşşuh eden bir zerrecik nuruna mazhariyetini büyük bir saadet telakki eden Said'in elbette yüzbin derece kendi haddinden tecavüz edip ona kendini benzetmeğe çalıştığını söyleyen divanedir. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'a ittibaı ve sünnetine iktida manasını anlamamıştır. 74. İslâm tarihinde hiç bir din âliminin Kur’ân-ı Kerim'i ve hadîsleri böyle şahsî fikirlere ve maksadlara âlet ettiği görülmemiş ve işitilmemiştir. Bunun bu yanlışında beş vecihle hata var. Hem kitabları ve ülemayı tefsirleri görmediğine ve mana-yı sarihî ile mana-yı işarî ve mana-yı küllî ile hususî ferdlerin farkını anlamayan bir cehalettir. Necmeddin-i Kübra ile Muhyiddin-i Arabî gibi binler ülemaların küllî hâdiselere hattâ nefsin cüz'î ahvaline dair âyâtın mana-yı sarihi değil işarî manalarını beyan sadedinde çok yazıları var olduğu malûmdur. Hem âyâtın mana-yı işarî-i küllîsinde her asırda efradı bulunduğu gibi bir ferdi bu zamanda bu asırda Risale-i Nur ve bazı şakirdleri de bulunduğuna.. eskiden beri ülema mabeyninde makbul bir riyazî

218

düsturu olan ebced ve cifir hesabıyla bir tevafuk göstermek elbette hiç bir cihetle âyâtı şahsî fikirlere âlet ediyor denilmez. Ve böyle diyen büyük bir hata eder ve hakaik-i ilmiyeye ihanet eder. 75. Ehl-i Sünnete göre İmam-ı Mahfî ve İmam-ı Muntazır akidesi bâtıldır. Mehdi hakkında Şi'alaıin oniki imamdan birisi hayatta iken gizlenmiş. âhirzamanda çıkacak demelerine mukabil.. Ehl-i Sünnetin bir kısmı İmam-ı Muntazır akidesi bâtıldır. demişler. Az bir kısım Hanefî üleması da (‫سى‬ ِ َِ ‫مهْدِى اِل‬ ‫عي َه‬ َ َ ‫ )ل‬demişler. Bunda hem Denizli'deki ehl-i vukufun bir kısmı hem makam-ı iddia yanlış mana vermişler. Her asırda mehdi manasına ümmetin fıtrî bir ihtiyacına binaen beklemişler. Ve birkaç vecihte rivâyetlerin delaletiyle birkaç mehdi belki her asırda bir nevi mehdi. sâdât-ı Ehl-i Beyt'ten geleceği ümmetçe kabul edilmiş. Buna hata diyen birkaç cihette yanlış eder. 76. Bir kitabda Mehdi'ye dair hadîslerin kâffesi zaîftir denilmiş: Hangi mes'ele var ki: bazı kitablarda ona ilişilmesin. Hattâ İbn-i Cevzî gibi büyük bir muhaddis bazı sahih ehadîsi mevzu' dediğini ülemalar taaccüble nakletmişler. Hem her zaîf veya mevzu' hadîsin manası yanlıştır. demek değildir. Belki an'aneli sened ile hadîsiyeti kat'î değildir. demektir. Yoksa manası hak ve hakikat olabilir. 77. Bunların zaîf ve muzdarib olduğunda ittifak vardır. İmam-ı Şafiî değil mevzuu mürseli de kabul etmediği halde Said Şafiî iken bunları kabul etmesinin hikmeti anlaşılamamıştır. İttifak olmadığına bin seneden beri ehl-i hadîsçe ve ümmetçe bu hakikatın devamı kat'î bir delildir. Bu da hata içinde bir hatadır. Hem İmam-ı Şafiî mürsel ve zaîf hadîsleri ahkâm-ı şer'iyede hüküm çıkarmak için hüccet tutmuyor. Yoksa (hâşâ) ümmetçe kabul edilen hakikatlı hadîsleri ahkâmda değil. fezail-i a'malde ve hâdisat-ı İslâmiyede hüccetlerini ve delaletlerini kabul etmiştir. 78. İlm-i gayb Allah'a mahsustur. Hiç bir veli tasarrufat yapamaz. ve gaybı bilemez. Hattâ Peygamber de bilmez. Halbuki bir risalede işarat-ı hadîsiye ile hilafetin mebde' ve müntehası gösterilmiş. Evet herkes bizzât gaybı bilmez. Fakat i'lam ve ilham-ı İlahî ile bilinebilir ki bütün mu'cizat ve keramat ona dayanır.. Hazret-i İmam-ı Ali'nin işarat-ı gaybiyesiyle

219

َِ ‫)ا ِه‬ Risale-i Nur'a işaratına dair bir risalenin âhirinde (‫ة‬ َ َ‫خلَف‬ ِ ْ ‫ن ال‬ ً َ ‫سن‬ ‫ة بَعْدِى ثَلَثُو َه‬ ‫ن َه‬ hadîs-i şerifinin işaratında birkaç lem'a-yı i'caziyeyi tam vakıaya mutabık güzel bir tarzda ve görenlerin takdirine mazhar olmuş bir beyanı çürük görmek ve itiraz etmek bir cehalet bir hata eseridir. 79.80. Gizli cem'iyet kurduğu ve din perdesi altında emniyeti bozmak.... maksadıyla kitab ve mektubların vasıtalarla gönderilmiş olması. Üç mahkeme gizli cem'iyet noktasında beraet vermesi ve beş-on vilâyetin zabıtaları hiç ilişmemesi ve itiraznamemde reddine dair yüz hüccet gösterilmesiyle beraber böyle onbeş sahifede onbeş defa tekrarı on vecihte hatadır. 81. Beşinci Şua'nın tevilleri yanlıştır. Bunun ve sair bütün tenkid ve itirazlarının cevabları itiraznamemin âhirinde kat'î bir surette zikredilmesinden kısa kesiyoruz. Hata-Savab Cedvelinin Zeylidir. 82. Gizli cem'iyeti var Emirdağı'nda onunla meşgul olmuş. Bu ittihamı hiç bir cihetle isbat edemeyeceğine ve iftira olduğuna kat'î delili.. şiddetli tarassudlar ve tam bir inziva ve dünya hâdisatına hiç kulak vermeyecek derecede bir tecerrüd ve ihtiyarlık ve za'fiyet ve hastalık içinde bulunmasıdır. Haftada yalnız bir tek mektub birtek yere göndermekten başka hiç muhabere etmeyen ve te'lifi dahi bırakan ve serbestiyet verildiği halde hadsiz dostları ve onu dinleyecek hemşehrileri bulunan memleketine gitmeyen ve hizmeti için bir-iki terzi çırağından başka kimseyi istemeyen ve ziyaret için gelenlerden kırktan birisini birkaç dakikadan ziyade yanında durdurmayan bir garib ve kabir kapısında ve beraet etmiş ve otuz seneden beri siyaseti terketmiş bir bîçare hakkında bu gizli cem'iyet isnadının ittihamı. öyle büyük ve insafsızca ve zâlimane bir hatadır ki ona temas edenlerden zerre kadar aklı bulunan

220

bu yalandır ve asılsızdır der. 83.84.85. İddiacı demiş Said'in gizli düşmanı yok Ve onu zehirleyen yok Ve zındık namını verdiği ve kırk seneden beri Said onların ehl-i iman hakkındaki ifsadatına karşı Kur’ân'ın hakikatları ile mukabele ettiği bir komite yoktur. Belki onu tazyik eden bir kısım memurlara zındık ve münafık diyor. İddiacının bu ittihamı. hem kaç vecihle hata ve yalandır. hem bîçare ve aldanmış ve vazife itibariyle Said'i hapis veya tazib etmiş bir kısım müslüman ve ehl-i iman memurlara o münafık ve zındık tabirini vermek büyük bir cinâyettir. Ve bu dindar milleti tahkir ve ittihamdır ki: Said mükerrer demiş..O vazifeperver müslümanlar ve Nurlara zarar vermeyen ve istifade eden adliye memurları beni i'damla mahkûm.. etseler. hakkımı onlara helâl ederim deyip mümkün olduğu kadar musalahakârane onların vazifelerine dokunacak harekâttan çekinen bir münzevi ve garib âdem hakkında bu ittiham büyük bir günah ve bir iftiradır. Halbuki Said'i bilenler bilirler ki:mümkün olduğu kadar tekfirden çekinir. Hattâ sarih küfrü bir âdemden görse de yine tevile çalışır. Onu tekfir etmez. Her vakit hüsn-i zan ile.. hareket ettiği halde ona bu ittihamı yapan elbette kendisi o ittiham ile tam müttehemdir. Hem gizli düşmanı yok. ve ifsad komitesi yok demesi.. öyle bir yalandır ki:Komünist ve Mason ve Taşnak gibi çok komiteler lisan-ı hal ile bu iftiradır. biz meydandayız derler. Ve otuz seneden beri emsalsiz bir tarzda Said'in başına gelen elîm hâdiseler hususan bu on ay tecrid-i mutlak ve Said'in herşeyi bırakıp bütün kuvvetiyle Kur’ân için o mütecaviz din düşmanlarına karşı. yüz Nur risaleleriyle galibane çalışması o yalan davayı yüz hüccetle tekzib eder. Hem iddiacının Onu zehirleyen olmamış demesi öyle bir hatadır ki:o daima Said ile bulunmakla ve sergüzeşte-i hayatına tamamen muttali olmakla ancak o menfî hükmünü isbat etmekle ve yirmi sene koltuğumun altında işleyen ve görenler hayret eden ve aşılamakla olan zehir çıbanı ve yanımda bulunan dostların görerek şehadetleriyle.. hem Kastamonu'da hem Denizli hapsinde hem Emirdağı'ndaki tesemmümlerimi inkâr etmekle o hatasını tamir edebilir.

221

86. İddiacı der. Zelzele gibi bazı hâdiselerin Nurlara hücum zamanında gelmeleri Nur'un kerametidir ki: zemin hiddet eder. İşte Said'in bu fiili zemine vermesi dine muhaliftir. Kur’ânda (‫ظ‬ ِ ْ ‫ن الْغَي‬ ِ ‫ميَُِز‬ َ َ ‫ )تَكَاد ُ ت‬âyetinde Cehennem ehl-i küfre öyle hiddet eder َ ‫م‬ ki parçalanmak derecesine gelir. manasında olduğu tarzında teşbih suretinde Nurlara hücum hatasıyla zemin hiddet eder ve hava ağlar. ve kış kızar. Yani emr-i İlahî ile o mahluklar vazifeleri içinde kuvvet ve kudret-i Rabbaniye tecellisine mazhar olup.. gazab-ı İlahîyi gösterirler. Beşeri ikaz için titrer.ağlar demektir. 87. Hem tefahura meylini gösterir kendini müceddid bildirir. İddiacının Tefahura meyli var. kendini makam sahibi bilir. Hatta (Said ben seyyid ve Âl-i Beyt'ten değilim.fakat bir cihette manevi Âl-i Beyt'ten sayılabilirim.) demesine cevab.. Evvelen Ben Âl-i Beyt'ten sayılabilirim. demekten maksadım. (ِ‫ )وَ ع َلَى الِه‬duasında dâhil olmak için bir ricadır. Sâniyen Nefs-i emmaremi tebrie etmem. Her fenalığa meyli olabilir. Fakat o nefsin kırk sene belasını çeken ve otuzbeş seneden beri onun şerlerinden. ve heveslerinden çekilmeğe çalışan: ve a'malde bütün kuvvetini ihlasta gören.. ve o halini yakın dostları müşahede eden ve Nur'un eczaları ve onun müstenkifane ve müstağniyane halkın hürmetinden ve medihlerinden çekilmesi onun mahviyetkârane meşrebine şehadet eden bir âdemi.bu ittiham ile mes'ul etmek pek insafsızca bir hatadır. Hem Said Nurlar bir sadaka-i makbule gibi belaların def'ine bir vesiledir.deyip muhtaçları Nurlara teşvik için bazı fevkalâde ihsan’at-ı İlahiyeyi.. bir nevi keramet-i Nuriyeyi.. ve bir lem'a-i mu'cize-i Kur’âniyeyi.. hakikatlarının bir tefsiri olan Nurlara in'ikas etmiş demesinin ve izhar etmesinin sebebi ise.. Bu millet ve vatana bir hizmet-i imaniye yapmak için o ikramat-ı İlahiyeyi bazan yazarım. tâ Nurlara itimad ve hüccetlerine kanaat gelsin. Yoksa:bu kadar insafsız muarızlara ve evhamlı memurlara karşı zaîf, fakir ve garib bir bîçare bu kudsî hizmet-i milliye ve vataniyeyi yapamazdı. Bin dereden su toplayan ve habbeyi kubbeler yapan iddiacı gibiler mani olurdu. Nurların makbuliyetine imza basan ve şehadet eden

222

bine yakın işaret-i gaybiye ve emaratı ve vakıatı Sikke-i Gaybiye mecmuası delilleriyle isbat etmiş. Bin ince ipler toplansa kopmaz bir halat olur. 88. İddiacı der Nur tefsir değil hem bazan akideye muhalif gider Tefsir iki kısımdır Biri ibaresini izah eder biri de hakikatlarını isbat eder. Nurlar bu ikinci kısım tefsirlerin en kuvvetlisi ve en kıymetdarı olduğuna ehl-i dirâyet ve dikkat yüzbinler şahidler var. Ve Mısır, Şam ve Haremeyn-i Şerifeyn'in muhakkik âlimlerinin ve İstanbul ve sair yerlerin müdakkik hocalarının Nurları tasdik edip ilişmemeleri.ve Said'in müddet-i hayatında mantıkî ve galibane mücadele-i ilmiyesi. iddiacının bu isnad ve ittihamını tamamıyla tekzib ve reddeder. 89. İddiacının Eski zamanda Ehl-i Sünnete karşı.. Hasan Sabbah Bâtıniyun mezhebiyle ve Şeyh-ül Cebel bir gulat-ı Şîa tarîkıyla meydana çıkıp siyasî sarsıntı vermeleri gibi.. Said'i onlara benzetmesi ve ittiham etmesi.. pek acib bir yanlıştır. Evet sünnete muhalif hareket etmemek ve siyasete karışmamak için yirmiüç sene işkenceli esareti ve hapsi ve ihanetleri kabul eden.. ve siyasete girmemek için bütün dünyevî rütbelerinden yüzünü çeviren bîçare Said'i onlara benzetmek öyle soğuk bir hatadır ki: bugünlerde hararetli ümidlerimizi kıran o iddianın aynı zamanında gelen kar ve soğuktan daha bâriddir. Hem iddiacı güya dünyada ebedî kalınacak ve herkes her cihetle dünya maksadlarına çalışıyor gibi diyor.Said inkılab aleyhinde ve emniyeti ihlâl fikriyle mukaddesatı âlet yapıp halkı fesada teşvik ediyor.diye ittihamı..öyle bir yanlıştır ki:Nur'un bütün kudsî hakikatlarının ve talebelerinin uhrevî alâkaları onu reddederler. O iddiacı bilsin ki: birtek hakikat-ı imaniyeyi dünya saltanatıyla değiştirmeyiz. Ve birtek nükte-i Kur’âniyenin. bir paşalık rütbesinden daha ziyade yanımızda ehemmiyeti var. 90. İddiacı.. bin dereden su toplamak gibi Nur şakirdlerinin birbirlerine karşı muhabbetkârane ve hususî hissiyatlarını ve Nurlardan istifadelerini samimane ve bazan müfritane gösteren mektublarını bir esas yaparak cerbezesiyle onlardan medar-ı ittiham çıkarıp.. bizi irtica ile ittiham etmeğe çalışması öyle bir hatadır ki: kabrinde onun çok azabını

223

çekecek. Meselâ Uzak bir köyde muallim Mustafa Sungur'un bir mektubunu hem ona hem bize medar-ı irtica yapıyor. Acaba o genç muallim.. Nurlarla hakikî ve imanlı bir muallim olduğuna ve masum çocuklara hüsn-i ahlâk sahibi ve terbiye edici vaziyetine girdiğine şükür ve hamd manasında.. Ben eski sefahet ve dalaletimden kurtuldum demesiyle bir irtica... olur mu? İrtidaddan çekinmek ve dalaletten sakınmak ile bir fesad bir irtica değil.. belki dersini dinleyecek masumlar adedince bir ıslah ve bir manevî terakkidir.

Son Posta Gazetesine Yazdıranların Ve İhbar Edenlerin Ve Mahkemeyi Mecbur Edip Bize Ceza Verdirenlerin İltibasları, Sehiv Ve Yanlışları. 1- Yedinci Rica'da Ankara kal'asında dört beş ihtiyarlığın ve hilafet saltanatının vefatı beni mahzun eyledi. demiştim. Ondört sene evvel Eskişehir Mahkemesi bu kelimeye ilişti. Ben dedim saltanatın vefatı değil. belki hilafet saltanatının vefatı demişim. Siz bir nunu okumadınız. Sonra sustular. 2- Latin harfinin kabulü değil.. belki Kur’ân harflerinin dersinin men'ine yirmi sene evvel bir mahrem risalede itiraz etmişim. 3- Otuz-kırk sene evvel hakaik-i Kur’âniyeyi müdafaa için bütün İslâm müçtehidlerine ve müfessirlerine ittibaen Kur’ân'ın irsiyet ve tesettür hakkındaki sarih âyetlerini tefsirim ve dört-beş defa hükûmetin tedkikinden geçtikten sonra bize iade edilen yalnız Tesettür Risalesi bahanesiyle kanunen değil.. belki kanaat-ı vicdaniye ile bana hafif ceza çektiren ve mürur-ı zamana uğrayan ve af kanunları gören ve Denizli ve Temyiz Mahkemelerince beraet kazanan birkaç cümleye yanlış mana verip.. bize ceza vermesini haklı gören Son Posta Gazetesi düşünsün ki: ne kadar o neşriyatta hata var. Efkâr-ı âmmeyi aldatmamak lâzımdır. 4- Nur'un bir şakirdinin hususî kanaatını umum Nurculara vermesi...(1) ve birisinin hususî bir dostuna yazdığı âdi bir mektubunu mevhum bir gizli cem'iyetin naşir-i efkârı telakki etmesi...(2) ve otuz-kırk senede te'lif edilen yüzotuz

224

risaleyi.. bu sene yazılmış ve hiç mahkemeleri görmemiş gibi üç-dört mahrem risalede olan otuz-kırk kelimeyi yüzotuz Risale-i Nur'daki bütün yüzbin kelimelere teşmil edip mes'ul etmesi...(3) ve yirmiüç seneden beri beni tarassud ve nezaret altında tutan ve dört-beş mahkemeye sevkeden ve beş-altı defa Risale-i Nur'un ekseriyet-i mutlaka eczalarını müsadereden sonra iade eden beş-altı vilâyetin hükûmetlerini.. ve adliyelerini ve zabıtalarını bizim o mevhum asılsız suçlarımıza tam teşrik etmesidir.(4) 5- Nur'un mahrem parçalarında tesadüf ihtimali -kanaatımızca- bulunmayan bazı tevafukat-ı gaybiye ve tetabukat-ı riyaziye ve ebcediye ve çok işarat-ı Kur’âniye bil'ittifak hem mana hem riyazî ve cifrî hesabıyla Risale-i Nur'un makbuliyetine imza basmalarını ve (R.A.) İmam-ı Ali Celcelutiye'sinde sarahata yakın Risale-i Nur'dan haber verdiğini.. ve Gavs-ı (K.S.) A'zam'ın yine imza basığını bizler kat'î bir kanaat ile hakkımızda bir inâyet-i Rabbaniye ve bir ikram-ı Sübhanî ve Nurların makbuliyetine bir işaret-i gaybiye ve Kur’ânın bir mu'cizei maneviyesi olan Risale-i Nur'daki hakaik-i imaniyenin bir nevi keramatı biliyoruz. Biz hususan ben gâyet derecede kuvve-i maneviyeye ve kudsî teselliye çok muhtaç olduğumuz bir zamanda ihtiyarımızın haricinde bu işarat-ı gaybiyeyi gördük. ve tasdik ettik. Fakat bir zaman gizledik. Sonra şahsımın aleyhinde pek şiddetli propaganda ve eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdad başlamasıyla Nurlara muhtaç ve müştaklar çekinmeğe başlamamaları.. için has kardeşlerime gösterdim. onlara çok faide verdiği için bir derece izhar ettik. Yirmiiki sene eşedd-i zulme hedef olduğumun ve hukuk-ı medeniyeden iskat edildiğimin tek bir nümunesi şudur ki: Onbir ay tecrid-i mutlakta hizmetçilerim ve has kardeşlerim bana temas etmemeleri için şiddetle yasak edilip aleyhimizde müddeiumumî altmış sahife ve mahkeme ellibir sahife iddianame ve kararname yazdıkları halde. çok rica ettiğimizle beraber yalnız iki günde üç-dört saatten başka izin vermediler. Ben yeni harfı bilmediğimden çok yalvardım ki: benim dilimi bilecek ve bana kararnameyi ve iddianameyi okuyacak ve benim itiraznamemi yazacak bir talebemin yanıma gelmesine izin veriniz. İzin vermediler. Hattâ dört saat: yüz yanlışını isbat ettiğimiz iddianameyi ve birkaç ay sonra daha garazkârane bin dereden su toplamakla ve yanlış mana vermekle aleyhimizde pek şiddetli ikinci bir iddianameyi bize dinlettirdikleri halde.. çok yalvardım ki üç sahifecik mukabelemi okumağa müsaade ediniz. İzin vermediler.

225

Medar-ı hayrettir ki: beni konuştursa idiler Nur'un dünyaya baktığı nâdir bazı cümlelerini lehimde söyleyecektim. Kararnamede aynı cümleleri yanlış mana vererek aleyhimde yazmışlar. ben de mahkemeye verdikleri cezaya mukabil teşekkürname yazdım. Benim bedelime siz Risale-i Nur'un bir kısım mühim fıkralarını neşredip bir cihette Nurcu olduğunuzu isbat ettiniz dedim. Ben de şimdiye kadar bana hilaf-ı kanun verdikleri azab ve sıkıntıdan onlara hakkımı helâl ettim. Acaba garib, hastalıklı, çok ihtiyar, çok zaîf ve çok fakir ve yarım ümmi ve kendini çok bîçare bilir. ve hodfüruşluktan ve tasannu'dan kaçmak isteyen bir âdem. vatan ve millete belki âlem-i İslâma ehemmiyetli alâkası bulunan bir vazife-i imaniye ve Kur’âniyeyi hakkıyla yapmak için siyasetle alâkaları bulunmayan bazı zâtların yardımlarını ve ondan kaçmamalarını temin etmek fikriyle kat'î kanaat getirdiği ve büyük ediblerin ve meşhur âlimlerin kabul ettikleri bir kaide ile binden ziyade işarat-ı gaybiyeden ve yüz hâdisatın tam tamına tevafuklarından bir kısmını izhar etmesi... hiçbir cihetle medar-ı itiraz ve mes'uliyet olabilir mi? ve dine muhalif ve kanuna aykırı olur mu? diye Son Posta Gazetesinden ve bizi suçlu yapanlardan soruyorum.? َِ ‫م ن ال‬ 6- Bir âdem otuz sene evvel (ِ‫سة‬ ِٰ ِ ‫ ) اَع ُوذ ُ ب‬deyip.. ِ ‫ن وَ ال‬ َ ‫سيَا‬ ِ ‫شيْطَا‬ َ ِ ‫الله ِه‬ efkârında ve hayatında bir düstur yapan ve yirmibeş sene gazeteleri okumayan ve dinlemeyen ve on sene harb-i umumîyi bilmeyen. merak etmeyen sormayan ve oniki sene zarfında hükûmetin erkân ve vükelasının ve meb'uslarının kimler olduğunu bilmeyen ve dünyanın en hoş mertebelerine hiç ehemmiyet vermeyen ve bu halini mahkemelerdeki bütün dostlarını şahid göstererek dava edip bir cihette isbat eden.. ve imanın cüz'î bir hakikatına ve Kur’ânın bir kudsî nüktesine dünya saltanatından ziyade ehemmiyet verip bütün hayatını öyle hakikatlara sarfeden ve dünya ahvalini âhiret işlerine tercih edenleri divaneler telakki eden.. o münzevi âdemi siyaset-i dünyeviye ile ve gizli entrikalar ile ittiham etmek ne kadar çirkin ve zâlimane bir yanlış olduğunu ceza verdirenlerin ve SonPosta Gazetesine ihbar edenlerin vicdanlarına havale ediyorum. Temyiz Mahkemesine temyiz layihası olarak iddianameye karşı büyük itiraznamemi takdim ediyorum. Afyon Cezaevinde onbir ay tecrid-i mutlakta azab çeken Said Nursî

226

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Aşağıda yazılan fıkraların mukaddimesidir. Mahkeme-i Temyiz'in lehimizde olarak aleyhimizdeki Afyon kararnamesini haklı ve hakikatlı deliller ile bozmasına bir cüz'î yardım etmek fikriyle: kararnamede olan sehivlerden bir kısmına kısa işaretler etmek için aşağıda onların mahrem risalelerden suç mevzuu diye zikrettikleri fıkraları aynen kaydedip yanlışlarını göstererek..bizi mahkûm edenleri mes'ul ederiz. Ezcümle Beni şiddetli ceza ile mahkûm etmek için bütün suçlarımın fihristi olarak kararın âhirinde yazmışlar ki: Said Nursî'nin reddettiği maddeler.. (biri) (Saltanat ve hilafetin ilgası) Hem hata hem sehivdir. Çünki İhtiyarlar Lem'asında (Hilafet saltanatının vefatı beni mahzun eyledi) diye yazdığımı onbeş sene evvel Eskişehir Mahkemesine cevab verdim.sustular. Mürur-ı zamana uğramış. af kanunu ve beraet görmüş.ehemmiyetsiz bir hatayı suç sayan kendisi suçlu olur. Hem bu mevhum suça bir sened diye benim bir Lem'ada ve Mu'cizat-ı Ahmediye'de َِ ِ ‫ا‬ َِ ُ ‫ة ث‬ (Aleyhisselatü Vesselam) bir hadîs-i şerifte (‫ن‬ َ َ‫خلَف‬ ِ ْ ‫ن ال‬ ً َ ‫سن‬ ُ ‫م تَكُو‬ َ ‫ة بَعْدِى ثَلَثُو‬ َ ‫ن‬

‫جبَُروتًا‬ َ َ‫سادًا و‬ ً ‫ضو‬ ُ َ ‫ملْك ًا ع‬ َ َ ‫ضا وَف‬ ُ ) yani Hulefa-i Raşidîn'den sonra bir fesad olacak. İşte

bu hadîs üç mu'cize-i gaybiyeyi gösterdiğini bir eski risalemde yazmıştım. Kararda benim bir suçum olarak Said bir risalede demiş. (Hilafetten sonra ceberrut olacak.) Ey sathî nazarlı heyet Bir işaret-i gaybiyede bu zamanımızda maddî ve manevî en büyük bir fesad-ı beşerîyi ve zemini zîr ü zeber eden bir hâdiseyi haber veren bir hadîsin i'cazını beyan etmeği suç sayan maddeten ve manen suçludur. Hem suçlarından diye Tekye ve zaviyelerin ve medreselerin kapatılması ve lâikliğin kabulü İslâmiyet yerine milliyet esaslarının konulması. şapka giyilmesi tesettürün kaldırılması latin harflerinin huruf-ı Kur’âniye yerinde cebren kabulü Türkçe ezan ve kamet okunması mekteblerde din derslerinin kaldırılması kadınlara erkekler derecesinde irsiyet ve hak tanınması ve taaddüd-i zevcatın kaldırılması gibi.. inkılab hareketlerini bid'at,dalalet, ilhaddır diyen irtica ile suçludur diye yazmışlar..Ey insafsız heyet Eğer her asırda üçyüzelli milyonun kudsî ve semavî rehberi

227

ve bütün saadetlerinin proğramı ve dünyevî ve uhrevî hayatın mukaddes hazinesi olan Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın tesettür ve irsiyet ve taaddüd-i zevcat ve zikrullah ve ilm-i dinin dersi ve neşri ve şeair-i diniyenin muhafazası hakkında gelen ve tevil kaldırmayan sarih çok âyât-ı Kur’âniyeyi inkâr etmek mümkün ise.ve bütün İslâm müçtehidlerini ve umum şeyhülislâmları suçlu yapmak mümkün ise:ve mürur-ı zamanı ve müteaddid mahkemelerin beraetlerini ve af kanunları ve mahremiyeti ve mahrem vechini ve hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikri ve fikren ve ilmen muhalefeti memleketten ve hükûmetlerden kaldırabilirseniz. beni bu şeylerle suçlu yapınız. Yoksa siz hakikat ve hak ve adalet mahkemesinde dehşetli suçlu olursunuz. Said Nursî

Mahkemenin aleyhlerinde iken.hayretle aleyhimizde yazdığı bir fıkradır. Ben de adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üçyüzelli senede ve her asırda yaşamış üçyüzelli milyon müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikatlı bir düstur-ı İlahîyi üçyüzelli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve binüçyüzelli senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir âdemi mahkûm eden haksız bir kararı elbette rûy-i zeminde adalet varsa o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir.

Mahkemenin taaccüb ve takdir ile kararnamede yazdığı bir fıkra olup güya aleyhimizdedir. Halbuki:onları mahkûm eder. Yirmialtıncı Mektub'da Said Nursî kendisinden bahisle (Bu bîçare kardeşinizde üç şahsiyet var ki: birbirinden çok uzaktırlar. (Birincisi) Kur’ân-ı Hakîm'in hazine-i âliyesinin dellâllığı cihetindeki muvakkat ve sırf Kur’âna aid bir şahsiyetim var. Onda dellâllığın iktiza ettiği pek yüksek ahlâk var ki:o benim değildir. ben sahibi değilim. O makamın ve vazifenin iktiza ettiği bir seciyedir. Bende bu nevden ne görseniz benim değil. onunla bana bakmayınız.o makamındır. (İkincisi) Ubudiyet vaktinde dergâh-ı İlahîye müteveccih olduğum vakit.. Cenab-ı Hakk'ın ihsanıyla muvakkat bir şahsiyet görünüyor ki: o şahsiyetin bazı âsârı var. mana-yı ubudiyetin esası olan kusurunu bilmek fakrini ve aczini anlamak tezellül ile dergâh-ı İlahîye iltica etmek noktalarından ileri geliyor ki:o şahsiyet ile kendimi

228

herkesten ziyade bedbaht, bîçare, âciz, kusurlu görüyorum. O vakit bütün dünya beni medh ü sena etse: beni inandıramaz. Ki: iyiyim. sahib-i kemalim.(Üçüncüsü) Hakikî şahsiyetim. Eski Said'in bozması bir şahsiyetim var. Onda Eski Said'den irsiyet kalma bazı damarlar var ki:bazan riya ve hubb-ı câha bir arzu bulunuyor. Hem asîl bir hanedandan olmadığımdan hısset derecesinde iktisada düşkün ve pest ahlâklar görünüyor. Sizi bütün bütün kaçırmamak için bu şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve sû'-i hallerini söylemeyeceğim. Cenab-ı Hak merhametkârane inâyetini benim hakkımda böyle göstermiş ki en edna bir nefer gibi bu şahsımı.. en âlî ve has bir mürşid hükmünde olan esrar-ı Kur’âniyede istihdam ediyor. Yüzbin şükür olsun.. Nefis cümleden edna .. Vazife cümleden a'lâ.. Mahkeme dehşetli korktuğu ve kararda aleyhimizde kaydettiği bir cümledir. Halbuki onbeş sene evvel yazılan o şiddetli cümle sonradan bu gelen cümle ile ta'dil edilmiş. (Kardeşlerim Masumların ve ihtiyarların hatırları için beni zulmen öldürenlerden intikamımı almayınız. Azab-ı kabir ve sakar onlara yeter.) fıkrası onları insafa getirmek lâzımdı. Madem sizlerle..itikadınızca ve bana edilen muameleye nazaran.. küllî bir muhalefetimiz var. Siz dininizi ve âhiretinizi dünyanız uğrunda feda ediyorsunuz. biz dahi hilafınıza olarak dünyamızı dinimiz uğrunda ve âhiretimize her vakit feda etmeğe hazırız. Sizin zâlimane ve vahşiyane hükmünüz altında bir-iki sene zelilane geçecek hayatımızı kudsî bir şehadeti kazanmak için feda etmek bize âb-ı kevser hükmüne geçer. Fakat Kur’ân-ı Hakîm'in feyzine ve işaretine istinaden sizi titretmek için size kat'î haber veriyorum ki.. Beni öldürdükten sonra yaşayamayacaksınız. Kahhar bir el ile bu fâni cennetinizden ve mahbubunuz olan dünyadan tardedilip ebedî zulümata çabuk atılacaksınız. Arkamdan pek çabuk sizin nemrudlaşmış reisleriniz gebertilecek ve yanıma gönderilecek. Ben de huzur-ı İlahîde yakalarını tutup adalet-i İlahiye onları esfel-i safilîne atmakla intikamımı alacağım. Ey din ve âhiretini dünyaya satan bedbahtlar Yaşamanızı isterseniz bana ilişmeyiniz. İlişseniz intikamım muzaaf bir surette sizden alınacağını biliniz. Titreyiniz. Ben rahmet-i İlahiyeden ümid ederim ki:mevtim hayatımdan ziyade dine hizmet edecek.ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak. Cesaretiniz varsa ilişiniz. Yapacağınız varsa göreceğiniz de var.) deniliyor ve bir âyetle bitiriliyor.

229

Bu fıkrayı mahkeme aleyhimizde yazmış. Halbuki onları ifrat ile ittiham eden bir fıkradır. Ankara'da Mustafa Kemal.. şiddet ve hiddetle divan-ı riyasete girip Seni buraya çağırdık ki: bize yüksek fikirler beyan edesin. Sen geldin.namaza dair şeyler yazdın. içimize ihtilaf verdin.dediğini. Said'in de ona Namaz kılmayan haindir. hainin hükmü merduddur. Dediğini. sonra Mustafa Kemal bir nevi tarziye verip hiddetini geri aldığını.. ve Mustafa Kemal'in hissiyatını ve prensiplerini rencide ettiği halde kendisine ilişilmediğini.. ve bu cebbar kumandanların âdeta Eski Said'den korkmalarının Risale-i Nur'un ilerideki kahraman şakirdlerinin şahs-ı manevîsinin hârika bir kuvveti ve Risale-i Nur'un parlak bir kerameti olduğu yazmaktadır. Aleyhimizde yazılan fakat mahkemeyi mes'ul eden bir fıkradır. Ayasofya'yı puthaneye çeviren ve Meşihat'ı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz. ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz. denilmektedir. 29.8.1948 tarihli dilekçesinde. (Bir fikir kalbime gelmiş şöyle ki: Hükûmet beni tam himaye ve bana yardım etmesi milletin maslahatına ve vatanın menfaatına çok lüzumlu iken:beni sıkması îma eder ki: benim ile mücadele eden gizli zındıka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden komünist fırkasından bir kısmı ehemmiyetli resmî makamları elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükûmet ise ya bilmiyor. veya müsaade ediyor. Kahraman bir milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada yegane bir pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve antika bir yadigârı olan Ayasofya Câmii'ni puthaneye çeviren ve Meşihat Dairesini kızların lisesi yapan bir âdemi sevmemek bir suç olmasına imkân var mıdır? Mahkemenin Said'i cezalandırmak için en kuvvetli tahmin ettikleri fıkradır. Said'in gizli düşmanlarına karşı Denizli Mahkemesinde istimal ettiği bu sözünü mahkeme bütün bütün yanlış mana vererek devlete ve hükûmete çevirip tecziyeme sebeb göstermiş. Bu inkılabları mevki-i mer'iyete koyan devletin bir kısım yeni kanunlarına cebr-i keyfî-i küfrî.. cumhuriyete istibdad-ı mutlak..ve rejime irtidad-ı mutlak ve bolşeviklik ve medeniyete sefahet-i mutlaka demiştir.

230

Mahkeme kararında hayret ve takdir ile yazılan bir fıkradır.

Risale-i Nur'u yazmanın uhrevî ve dünyevî pekçok faideleri olduğu, bunların da: 1- Ehl-i dalalete karşı manen mücahede etmek.. 2- Üstadına neşr-i hakikatta yardım etmek.. 3- Müslümanlara iman cihetinde hizmet etmek.. 4- Kalem ile ilmi tahsil etmek.. 5- bir saati bir sene ibadet hükmüne geçen tefekkürî ibadeti yapmak.. 6- İman ile kabre girmektir.. dünyevî faideleri ise: 1- Rızıkta bereket.. 2- Kalbde rahat ve sürur.. 3- Maişette sühulet.. 4- İşlerinde muvaffakıyet.. 5- bütün Nur talebelerinin dualarına hissedar olmak olduğu.. ve bunların yakında gençlik tarafından idrak olunup.. üniversitenin bir Nur Mektebi haline döneceği.yazılıyor. Medar-ı hayrettir ki: bu samimî fedakârlığı suç saymışlar. Gizli münafıkların takib ettikleri iki plândan birisi.. Benim haysiyetimi kırmak ile güya Nurların kıymeti düşecek. İkincisi: Nur şakirdlerine telaş ve fütur vermekle Nurların intişarına mani olunacak.. Hiç korkmayınız Milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikata bizim gibi bazı bîçarelerin başları da feda olsun. Pek acibdir ki merhum Hasan Feyzi'nin gâyet hâlisane ve ayn-ı hakikat. ve vakıa mutabık ve hiç zararı olmayan ve çoklara menfaatli olan takrizini ve medhiyesini bir suç mevzuu diye Nur'un bir mecmuasının âhirinde bulunmasıyla o mecmuanın müsaderesine vesile yapılmak istenilmiş. Hasan Feyzi'nin bir mektubu vardır. Hülâsası (Ey Risale-i Nur: Senin hakkın dili ve Hakk'ın ilhamı olup onun izni ile yazıldığına şübhe yok. Ben kimsenin malı değilim. Ben hiç bir kitabdan alınmadım. hiç bir eserden çalınmadım. Ben Rabbanî ve Kur’ânîyim. Bir Lâyemut'un eserinden fışkıran kerametli bir Nur'um. Sen çok feyizli ve rahmetli bir hak kitabsın. Bazı has ve hâlis talebelerini evliya ve asfiya nişanlarıyla taltif ve tezyin ediyorsun. Hem mahkemelere senin eczaların bir mücrim bir maznun sıfatıyla değil. belki bir muallim bir mürebbi ve bir mürşid olarak girmiştir. Her divan-ı adalette en büyük dehşet ve savletini. azamet ve izzetini.. parlak ve şaşaalı bir surette gösterdin. Onları da iman ve Kur’ân suyuyla yıkadın. Ey Risale-i Nur'un bir hâdimi.. ve tercümanı olan Üstadım. Allah'ın abdi İmam-ı (R.A.) (K.S.) Ali'nin manevî veledi ve Gavs-ı A'zam'ın müridi

231

olan üstadım. Beni huzur-ı âlî-yi irfanına çıkar. İşte ancak bir kilo kadar olan bir aylık erzakı ve zahîresi.. paket halinde kâğıtta sarılı. ve çivide asılı duruyor. O yokluk içinde tükenmez bir varlığa kavuşuyor. Hediye ve behiyeleri almaktan çekiniyor. Zekat ve sadakaları teberrük ve teberruları alsa idi bugün bir milyon servet sahibi olurdu.

Risale-i Nur tesmiyesinin dokuz sebebi içinde yalnız birisine ilişmişler. Nur isimli has şakirdlerinden göremiyoruz. demişler. Hâşiyede cevab verildiği gibi şimdi de Nuri Benli. ve Küre'li saatçı Nuri Nur hizmetinde mümtazdırlar. Demek tenkid edemiyorlar.cüz'î bahanelere mecbur oluyorlar. Yirmialtıncı Söz Risalesinde (otuzüç aded Sözlerin otuzüç aded Mektubların otuzbir aded Lem'aların ve onüç aded Şuaların mecmuuna Risale-i Nur denilmesinin sırrı şudur ki: Bütün hayatımda Nur kelimesi her yerde bana rast gelmiş. Ezcümle karyem Nurs'tur. merhum vâlidemin ismi Nuriye'dir. Nakşî üstadım Seyyid Nur Muhammed'dir. Kadirî üstadlarımdan Nureddin Kur’ân üstadlarımdan Nuri talebelerimden benimle en ziyade alâkadar Nur isimli (Hâşiye) bulunanlarıdır. (Ne garibdir ki: mühim Nur şakirdleri arasında Nuri isimli kimseye rastlanmamaktadır.) Hem kitablarımı en ziyade izah ve tenvir eden nur temsilleridir. Hem hakaik-i İlahiyede müşkilâtımın ekserisini halleden esma-i hüsnadan Nur ism-i nuranisidir. Hem Kur’âna şiddet-i şevk ve inhisar-ı hizmetim için hususî imamım Osman-ı Zinnureyn'dir. (R.A.)

Hücumat-ı Sitte ve Zeyli.. hem yirmi sene evvel. hem şiddetli ve zâlimane bir tecavüze karşı. hem gâyet mahrem hem mahkemeleri görmüş hem hiddet zamanında yazılmış. hem ikinci harb-i umumî o hiddeti haklı göstermiş iken. şimdi yazılmış gibi suç sayıp müsadere etmek adaletten çok uzaktır. Hücumat-ı Sitte'nin Zeyli başlıklı yazı.. (İstikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için.. Yani.. Tuh o asrın gayretsiz âdemlerina denildiği zaman yüzümüze tükürük gelmemek için veya silmek için şu mahrem zeyl yazılmıştır. Avrupa'nın insaniyetperver maskesi altındaki vahşi reislerinin kulakları çınlasın. ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden

(Hâşiye):

O zaman öyle idi. Şimdi ise yirmi sene oldu.

232

o zâlimlerin görmeyen gözlerine sokulsun. Bu asırda yüz bin cihette yaşasın Cehennem dedirten mimsiz medeniyetperestlerin başlarına vurulmak için yazılmış bir arzuhaldir. yazısıyla başlıyor. (Bu yakınlarda ehl-i ilhadın perde altında tecavüzleri gâyet çirkin bir suret aldığından çok bîçare ehl-i imana ettikleri zâlimane ve dinsizcesine tecavüz nev'inden hususî ve gayr-ı resmî kendim tamir ettiğim bir mabedimde bana ve hususî bir iki kardeşimle hususî ibadetime ve gizli ezan ve kametimize müdahale edildi. Ne için Arabî kamet ediyorsunuz. ve gizli ezan okuyorsunuz? denildi. Sükûtta sabrım tükendi. Kabil-i hitab olmayan öyle vicdansız alçaklara değil.. belki milletin mukadderatıyla keyfî istibdad ile oynayan bir kısım firavunmeşreb gizli komitenin başlarına derim ki: Ey ehl-i bid'a ve ilhad..(Altı sualime cevab isterim.) (Birincisi) Dünyada hükûmet süren hükmeden her kavmin hattâ insan eti yiyen yamyamların ve vahşi ve canavar çete reislerinin dahi bir usûlü var. bir düstur ile hükmeder. Siz hangi usûl ile bu acib tecavüzü yapıyorsunuz? Kanununuzu ibraz ediniz. Yoksa bazı alçak memurların keyiflerini kanun mu kabul ediyorsunuz? Böyle hususî ibadette kanun olmaz. Medar-ı teessüftür ki: hem eski hem mahrem hem hakikatlı olan İşarat-ı Seb'ada bir-iki cümleye ilişip müsaderesine ve bize suç yapmağa çalışmışlar. Halbuki o hakikat o kadar kuvvetlidir ki: bütün beşeriyete ve dünyaya ilân edilecek bir maslahat-ı hayat-ı içtimaiyedir. Dünyada en büyük ahmak odur ki: dinsiz serserilerden terakkiyi ve saadet-i hayatiyeyi beklesin. Böyle ahmaklardan mühim bir mevkiyi işgal eden birisi demiş ki: Biz Allah Allah diye diye geri kaldık. Avrupa top tüfenk diye diye ileri gitti. bu ahmakların arkalarında bedbaht gafiller de bulunduklarından deriz ki: dünya bir misafirhanedir. Madem ölüm var. kabre girilecek. Bu hayat gidiyor. bâki bir hayat geliyor. Bir defa top tüfenk dense bin defa Allah Allah demek lâzımdır. Mûcib-i hayrettir ki: Onaltıncı Lem'ada bizim lehimizde olan bir cümleyi aleyhimize çevirip o kıymetdar menfaatli risalenin müsaderesine meyil göstermişler. Onaltıncı Lem'adan: (Harb belası bizim hizmet-i Kur’âniyemize mühim bir zarardır. Kadir-i Küll-i Şey bir dakikada bu zulümatlı ve

233

Ve rahmetsiz bulutları izale edip hakaiki şeriati güneşi gösterir.. Onun rahmetinden bekleriz ki: bize pahalı satmasın. Baştakilerin başlarına akıl ve kalblerine iman versin o vakit kendi kendine iş düzelir. Madem ki: sizin elinizdeki nurdur. Nurdan zarar gelmez. Neden arkadaşlarınıza ihtiyat tavsiye ediyorsunuz? Bu suale karşı muhtasar cevabım şudur. Baştaki başların bir kısmı sarhoştur okumaz okusa da anlamaz. yanlış mana verip ilişir. İlişmemek için aklı başına gelinceye kadar göstermemek lâzımdır. Onun için kardeşlerime tavsiye ediyorum ki: İhtiyat etsinler. nâehillerin ellerine hakikatları vermesinler.) denilmektedir. [Tesettür Kur’ânın emri ve çok kuvvetli cevabı verilmiş ve eskiden yazılmış ve cezasını çektirmişken. yine suç yapmaları.. ve İhtiyar Lem'asında gâyet kıymetli ve herkese menfaatli.. ve Rehber'de yazılmış bir hakikatın yalnız başını yazıp.. bir suç mevzuu diye müsaderesine yürümeleri.. gösteriyor ki medar-ı tenkid bir şey bulamıyorlar.] Yirmidördüncü Lem'ada tesettür hakkında (tesettür Kur’ânın emri olduğunu izahtan sonra.. Mesmuatıma göre Merkez-i hükûmette çarşı içinde gündüzde ahalinin gözleri önünde gâyet âdi bir kundura boyacısı dünyaca rütbeten büyük bir âdemin açık bacaklı karısına sarkıntılık etmesi.. tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor. denilmektedir. Yirmialtıncı Lem'a ihtiyarlar hakkında.. (Ankara'nın eskimiş kal'asının başına çıktım. O kal'a tahaccür etmiş hâdisat-ı tarihiye suretinde bana göründü. Benim ihtiyarlığım. kal'anın ihtiyarlığı. şanlı Osmanlı Devleti'nin ihtiyarlığı.. hilafet saltanatının vefatı bana gâyet hazîn geldi. Firkatli bir halet içinde geçmiş zamanın derelerine ve gelecek zamanın tepelerine baktım. Mazi teselli yerine dehşet verdi. istikbal benim ve emsalimin ve nesl-i âtinin büyük ve karanlık bir kabri suretinde bana göründü. Hazır günüme baktım. Ölüm ile bir hareket-i mezbuhanenin ızdırabını çeken cismimin cenazesini taşıyan bir tabut suretinde göründü.) denilmektedir.

Onlar bunu çok takdir etmeleri lâzım iken tenkid etmişler suç mevzuu yapmışlar. Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye'de aldığım maaştan çoğunu sarfetmiştim. Az bir kısmını hacca gitmek için saklamıştım. O cüz'î para

234

iktisad ve kanaat bereketiyle bana kâfi geldi. Yüz suyumu döktürmedi.. O mübarek paradan biraz daha var. deniliyor. Yirmiikinci Lem'a: mahrem işaretli ve en has ve hâlis ve sadık kardeşlerime mahsustur. kayıdlıdır. (Birinci İşaret) Sen ehl-i dünyanın dünyasına karışmadığın halde.. nedendir ki: onlar her fırsatta senin âhiretine karışıyorlar.? Bu suale cevab verecek Isparta vilâyetinin hükûmeti ve bu vilâyetin milletidir. Şefkat-i imaniyeden gelen bu masumane ve hâlisane ve hayretkârane ümidimi ve arzu ve temennimi bir suç tevehhüm edenler elbette kendileri suçludurlar.. Said imzalı bir mektubda (Yedi yaşından on beş yaşına kadar masum çocuklar faytonla gezdiğim vakit beni görünce koşarak gelip ellerime sarılmalarının hikmeti nedir? diye hayret ediyordum. Birden ihtar edildi ki: Küçük masumlar taifesi bir hiss-i kabl-el vuku' ile Risale-i Nur'la saadet bulacaklarını ve tehlike-i maneviyeden kurtulacaklarını hissettiklerini anladım.) denmektedir. Bu fıkra başta lehimde ve âhirde bir arzu ve bir temenni iken suç saymak insaftan hariçtir. Bir kısım âyetlerin ve hadîslerin müttefikan bu asırda bir hakikat-ı nuraniyeye işaret ettikleri ve âhirzamanda gelecek bir müceddid-i ekberi gösterdikleri ve o gelecek zâtın ve cem'iyetinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi imanı kurtarmak olduğu ve şeriatı ihya ve hilafeti tatbik gibi çok geniş dairede hükmeden bu iki vazifesini nazara almamalarının zararsız olduğu. fakat Nur'un muarızlarının hususan siyasî taifenin tenkidine ve hücumuna vesile olabileceği.. onun için kendisinin (müdakkik kardeşimizin risaleciğinin bir kısmını ve bazı cümlelerini kaldırıp ta'dil ederek göndereceği.. yazılıyor. Said Nursî imzalı bir mektubda Dârَ ‫صَر‬ ül fünuna inkılab eden Harbiye Nezareti'nin kapısındaki ((‫زا‬ ِٰ ‫ك‬ ً ‫صًرا ع َزِي‬ ْ َ ‫الل ُهه ن‬ ُ ْ ‫وَ يَن‬

َ َ ‫حنَال‬ ‫مبِينًا‬ ً ْ ‫ك فَت‬ ْ َ ‫ ))اِنَِا فَت‬hatt-ı Kur’ânînin üzeri mermer taşlarla kapatılmışken meydana ُ ‫حا‬

çıkarılması.. şimdi görünüyor. Gerçi her asırda hidâyet edici bir nevi Mehdi ve müceddid geliyor. ve gelmiş. Fakat her biri üç vezifeden birisini bir cihette yapması itibariyle.. Âhirzamanın büyük Mehdisi ünvanını almamışlar. (İkincisi) Âhirzamanın o büyük şahsı Âl-i (R.A.) Beyt'ten olacak. Gerçi manen ben Hazret-i Ali'nin bir veled-i manevîsi hükmündeyim. Ondan hakikat dersini aldım. Ve Âl-i Muhammed Aleyhisselatü Vesselam bir manada hakikî Nur şakirdlerine şamil olmasından ben de Âl-i Beyt'ten sayılabilirim.

235

Fakat Nur'un mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet, şahsî makamları arzu etmek, şan ve şeref kazanmak olmaz. Nur'da ihlası bozmamak için uhrevî makamat dahi bana verilse bırakmağa kendimi mecbur biliyorum. diye yarı muvafakat şeklinde bir cevab verilmekte ve (Hâşiye) bu mehdilik teklifi açık ve keskin olarak redd edilmemektedir. İmanı kurtarmak ve hilafet-i Muhammediye Aleyhisselatü Vesselam ünvanıyla şeair-i İslâmiyeyi ihya etmek ve inkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyenin zedelenmesi ile ve Şeriat-ı Muhammediyenin Aleyhisselatü Vesselam kanunlarının bir derece ta'tile uğramasıyla o zât bu vazife-i uzmayı yapmağa çalışır. Nur şakirdleri birinci vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur'da gördüklerinden ikinci üçüncü vazifeleri de buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecededir diye.Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi mehdi telakki ediyorlar. Bir kısmı o şahs-ı manevînin bir mümessili olan bîçare tercümanını zannettiklerinden bazan o ismi ona da veriyorlar. Hattâ evliyanın bir kısmı keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur'u aynı o âhirzamanın hidâyet edicisi olduğu.. bu tahkikatla tevil ile anlaşılır diyorlar. (İki noktada bir iltibas var) tevil lâzımdır. (Birincisi) Âhirdeki iki vazife gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller. Fakat hilafet-i Muhammediye (Aleyhisselatü Vesselam) ve ittihad-ı İslâm avamda ve ehl-i siyasette hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece genişdir. Hem yeniden hatt-ı Kur’ânîye bir nümune-i müsaade ve Risale-i Nur'un takib ettiği maksadına bir vesile ve üniversitenin bir Nur Medresesi olmasına işaret olarak gösterilmektedir.

Tekbirat-ül Hüccac mektubumda hakikat ve izahıma karşı tenkidlerine Hüsrev'in âhirdeki hâşiyesi tam bir cevabdır. Said-ün Nursî imzalı Tekbirat-ül Hüccac fî Arafat başlıklı mektubda Nur'un ehemmiyetli bir kısım şakirdleri pek musırrane olarak âhirzamanda gelen Âl-i Beyt'in büyük bir mürşidi seni zannediyorlar. Sen de onların fikirlerini musırrane kabul etmiyorsun.. çekiniyorsun. Bu bir tezaddır. Hallini isteriz. diye sormaları münasebetiyle onlara cevab olmak üzere: bundan sonra Mehdi-i Resul'ün temsil ettiği kudsî cemaatin şahs-ı manevîsinin üç vazifesi olduğu bunların.........

(Hâşiye):

Ey insafsız heyet Bundan daha keskin red cevabı nasıldır ? namına Hüsrev

Nur Talebeleri

236

Bu fıkradaki hâdiseler vakıa mutabık ve acib bir tarzda Beni mahzun etmeyiniz zemin hiddet eder. dediğimden üç dakika sonra zelzele olmasını hayret ve taaccüble tahsin etmek şefkatın iktizası olduğu halde medar-ı tenkid yapmışlar.halbuki medarı tenkid olamaz. Dört saat ifadesi alınıp sıkıntı çekmesinden on saat sonra aynı zamanda iki milyon lira zarar veren maarif yangını gösterdi ki: Risale-i Nur belaların def'ine bir vesiledir ki: Nurlara hücum edildi.bela yol buldu geldi. denilmektedir. 141 numaralı mektubda dört buçuk saat ifadesi alındıktan sonra. Ankara'da maarif dairesinin ve otomobil garajının İzmir'de bir fabrikanın Adana'da büyük bir binanın yandığından bahisle bunun bir tesadüf olmadığını isbata kalkışıldıktan sonra Beni risalelerimden mahrum etmeyiniz. Yoksa hem bana hem bu vatana yazık olur. zemin zelzele ile hiddet eder dediğinden üç dakika sonra üç saniye devam eden zelzele zeminin hiddetini ve ateş ile.. maarif dairesini sarması mahkemece dört defa isbat edilen çok defa zelzelenin Risale-i Nur'a ve şakirdlerine taarruzları zamanında gelmesi tesadüf olamaz. Risale-i Nur'un bu memlekette belaların def'ine vesile olduğu çok hâdiselerle tahakkuk etmiştir. denilmektedir. 147 numaralı mektubda Bu defa bize hücumların aynı zamanında kış çok hiddet etti. Şiddetli soğuk ve fırtına ile havanın kızdığı gösterdi ki: hücumların durmasıyla ve Nurcuların ferahlanmasıyla Zemherir günlerinin Nevruz günleri gibi gülmeye başlaması Ve maarif dairesinin yanması küllî bir tokattır. Tebrik ve âferin ile mukabele edilecek bir hale itiraz nazarıyla bakılmaz. Bu defa bana mahkemede sordukları çok manasız sualler içinde Ne ile yaşıyorsun ? dediler. Dedim ki İktisad bereketiyle.. Bir vakit Isparta'da bir Ramazanda bir ekmek bir kilo torba yoğurdu bir kilo pirinç ile yaşayan bir âdem maişet için dünyaya tenezzül etmez.ve hediyeyi de kabul etmeğe mecbur olmaz. dedim. Zübeyr'in mahkemede okuduğu müdafaası gibi parlak medhiyesi inşâallah onları takdir ve tahsine sevketmiş ki taaccüble kararnamede yazmışlar.

237

Zübeyr Gündüzalp'ın daktilo ile yazdığı (Gençliğimiz hak ve hakikatı öğreten malûmat ve yüksek ahlâk istiyor.) adlı bir formasında onuncu sahifede (Risale-i Nur yirminci asrın müslümanlarını ve bütün insanları koyu fikir karanlığından kurtarmak için müellifinin kendi ihtiyarıyla değil büyük yaratıcımızın ihtarıyla yazılmış bir şaheserdir.) Onikinci sahifede (Risale-i Nur'a hizmet eden birisine dense Risale-i Nur yerine şu kitabları kopya et de Ford'un servetini sana vereyim. O Risale-i Nur satırlarından kaleminin ucunu bile kaldırmadan şöyle cevab verir. Dünya servet ve saltanatının hepsini de verseniz kabul etmem.) Onbeşinci sahifede (Dürüst fikirli yazarlara bağlılığımızın derecesi on ise.. Bediüzzaman gibi dünya ve âhiretimize rehberlik eden büyük bir şahsiyete bir kentrilyondur.sonsuzdur.) Onikinci sahifede (Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi asrın içtimaî ve ruhî ve dinî hastalıklarını teşhis etmiş.ve müzminleşmiş içtimaî illetleri tedavi edecek şekilde Kur’ân-ı Hakîm'in hakikatlarını İlahî bir emirle bu zamanda yaşayan bütün insanlara arz etmiştir.) Kırkdördüncü sahifede (Bediüzzaman bu risaleleri bir sene okuyan bu zamanın mühim bir âlimi olabilir.demiştir. Evet öyledir.) Ellidördüncü sahifede (Risale-i Nur okuyan hâkimlerin isabetsiz karar verdikleri görülmüyor.) denilmektedir. Bu gelen parça tam lehimde ve ayn-ı hakikat iken kararnamede suç mevzuları içine konulmamalı idi. Ahmed Feyzi'nin eserinin bir kısmını tadil ettiğini.. Fakat bir kısmının da aceleye geldiğinden ta'dil edemeden gönderdiğini.. Dine ve terbiye-i Muhammediye (Aleyhisselatü Vesselam) zehir diyen Saraçoğlu'nu bırakıp hakikat-ı Kur’âniyeyi güneş gibi gösteren Siracünnur ile münakaşa etmek. onun müsaderesine yardım etmek demek olduğunu beyan ediyoruz) denilmektedir. Mahkemeye tarihsiz ibraz ettiği bir müdafaasında neticeden Kendisinin ve şakirdlerinin siyasetle iştigal etmediklerini. tecavüz olarak gösterilen yazıların mahrem olduklarını.. vicdan ve tefekkür hürriyeti mevcud olduğunu.. bunların bazı kanunları tenkid mahiyetinde de görülse.. suç teşkil etmeyeceğini.. ele alınan birçok risalelerin eskiden yazılmış olduğunu..bilirkişi tedkikatından geçerek zararsız bulunduklarının tesbit olunduğunu evvelce de Eskişehir Mahkemesinde bunlardan dolayı mahkûmiyet kararı verildiği gibi.. Denizli mahkemesinde de beraet ettiklerini.. artık bir daha aynı suçtan dolayı mahkeme edilmelerinin doğru olmadığını.. kendisinin ve gerekse Nur şakirdlerinin şimdiye kadar asayişi bozacak hareketlerde bulunmadıklarını

238

Beşinci Şua'da isim tasrih etmemesine ve maksadının sadece ihbardan ibaret olmasına göre bunların da bir suç teşkil etmeyeceğini ileri sürerek savunmuş ve bu nümunelere daha başkaları kıyas edilsin denmiştir. [ Temyiz Mahkemesi Riyasetine ] Afyon Mahkemesinden hakkımızda sadır olan haksız hükmün temyizen bozulması üzerine yapılan duruşmamızda beni yine konuşturmadılar. Hakkımızda üçüncü bir şiddetli iddianameyi bize dinlettirdiler. Hem yanıma kimseyi bırakmadılar ki: gelsin. Yazı ile bana yardım etsin. Yazım noksan olmakla beraber hasta halimle beraber yazdığım bu şekvamı bu zamanda hakkımda iki defa tam adalet eden makamınıza bir layiha-i temyizim olarak takdim ediyorum.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Haşirdeki mahkeme-i kübraya bir arzuhaldir.. ve dergâh-ı İlahiyeye bir şekvadır. Ve bu zamanda Mahkeme-i Temyiz ve istikbaldeki nesl-i âti ve dâr-ül fünunların münevver muallimleri ve talebeleri dahi dinlesinler... İşte bu yirmiüç senede yüzer işkenceli musibetlerimden (on tanesini) âdil Hâkim-i Zülcelal'in dergâh-ı adaletine müştekiyane takdim ediyorum. (Birincisi) Ben kusurlarımla beraber bu milletin saadetine ve imanına hayatımı vakfettim. Ve milyonlar kahraman başların feda oldukları bir hakikata yani Kur’ân hakikatına benim başım dahi feda olsun diye bütün kuvvetimle Risale-i Nur'la çalıştım. Bütün zâlimane taziblere karşı tevfik-i İlahî ile dayandım. geri çekilmedim. Ezcümle: Bu Afyon hapsimde ve mahkememde başıma gelen çok gaddarane muamelelerden (Birisi) Üç defa ve her defasında iki saate yakın aleyhimizde garazkârane ve müfteriyane ittihamnameleri bana ve adaletten teselli bekleyen masum Nur talebelerine cebren dinlettirdikleri halde.. çok rica ettim. beş-on dakika bana müsaade ediniz ki hukukumuzu müdafaa edeyim. Bir-iki dakikadan fazla izin vermediler. İşte mes'elelerden birisi ve aleyhimizde olanlarca en ehemmiyetlisi şudur...(Ben otuz kırk sene evvel müteşâbih bir Hâdis-i Şerif'in bir harika manasını

239

beyan etmiştim.ve sonra Risale-i Nur'da yazmıştım. (Bir kumandan hayatıyla ve memâtıyla beni tasdik etti ki: (Bir âdem sabah kalkar alnında (‫ر‬ ٌ ِ‫ )هَذ َا كَاف‬yazılmış bulunur. Yani Avrupa gibi başına şapka giyer. ve onu cebren giydirir.) İşte o âdem benim diye.. acib icraatıyla isbat ettiği halde.. ben mahrem tuttum. tâ zâlimler Nurlara ilişmesinler.. Sonra gördüm ki.İslâm Ordusunun hasenelerini o kumandana vermekle milyonlar haseneler bir tek haseneye iner. sukut eder. Ve o kumandanın kusurunu ve seyyiesini orduya vermekle o seyyie bir milyon seyyie olur. o şanlı ve kahraman orduyu tam lekedar eder. bildim. Benim gizli ve mahrem tutmakta hata ettiğime kanaat getirdiğim aynı zamanda mahkemeler o hakikatı, tam tamına teşhir etti. İzahını büyük müdafaatıma havale edip gâyet kısa bir işareti şudur. Mahkeme bizi cezalandırmak için ileri sürdüğü en büyük sebeb.. benim o kumandanı sevmemekliğin ve sevdirmemekliğim ve Kur’ân'ın çok âyâtına karşı O'nun inkârını ve muarazasını red etmekliğim fikren ve ilmen kat'i hüccetlerle O'nun mesleğini kabul etmemekliğimdir. Ben yirmi ay tecrid-i mutlakta durdurulduğum halde yalnız üç-dört saat biriki arkadaşıma izin verildi. Müdafaatımın yazısında az bir parça yardım oldu. Sonra onlar da men'edildi. Pek gaddarane muameleler içinde cezalandırdılar. Müddeînin bin dereden su toplamak nev'inden ve yanlış mana vermekle ve iftiralar ve yalan isnadlarla garazkârane ve onbeş sahifesinde seksenbir hatasını isbat ettiğim aleyhimizdeki ithamnamelerini dinlemeğe bizi mecbur ettiler. Beni konuşturmadılar. Eğer konuştursalardı diyecektim. Hem dininizi inkâr eden hem ecdadınızı dalaletle tahkir eden ve Peygamberinizi (Aleyhisselatü Vesselam) ve Kur’ânınızın kanunlarını reddedip kabul etmeyen yahudi ve nasrani ve mecusileri hususan şimdi bolşevizm perdesi altındaki anarşist ve mürted ve münafıklara hürriyet-i vicdan hürriyet-i fikir bahanesiyle ilişmediğiniz halde ve İngiliz gibi hristiyanlıkta mutaassıb cebbar bir hükûmetin daire-i mülkünde ve hâkimiyetinde milyonlarla müslümanlar her vakit Kur’ân dersleriyle İngiliz'in bütün bâtıl akidelerini ve küfrî düsturlarını reddettikleri halde.. onlara mahkemeleriyle ilişmediği halde..ve her hükûmette bulunan şiddetli muhalifler.. alenen fikirlerini neşrde o hükûmetin mahkemeleri ilişmediği halde.. benim kırk senelik hayatımı ve yüzotuz kitabımı.. ve en mahrem risale ve mektublarımı hem Isparta hükûmeti hem Denizli Mahkemesi hem Ankara Ceza Mahkemesi hem Diyanet Riyaseti hem iki defa belki üç defa Mahkeme-i Temyiz tam tedkik ettikleri halde.. ve onların ellerinde iki-üç sene Risale-i Nur'un mahrem

240

ve gayr-ı mahrem bütün nüshaları kaldığı halde.. ve bir küçük cezayı îcab edecek birtek maddeyi göstermedikleri halde.. hem bu derece za'fiyetim ve mazlumiyetim ve mağlubiyetim ve ağır şeraidimle beraber.. ikiyüz bin hakikî ve fedakâr şakirdlere vatan ve milletin ve asayişin menfaatinde en kuvvetli ve sağlam ve hakikatlı bir rehber kendini gösteren Risale-i Nur'un elinizdeki mecmuaları ve dörtyüz sahife müdafaatlarımız.. masumiyetimizi isbat ettikleri halde.. hangi kanun ile hangi vicdan ile hangi maslahat ile hangi suç ile bizi ağır ceza ile ve pek ağır ihanetlerle ve tecridlerle mahkûm ediyorsunuz.?Elbette.. mahkeme-i kübra-i haşirde sizden sorulacak.

(İkinci dane: musibet ve madde) Beni cezalandırmağa gösterdikleri bir sebeb: Benim tesettür irsiyet ve zikrullah ve taaddüd-i zevcat hakkında Kur’ânın gâyet sarih âyetlerine medeniyetin itirazlarına karşı onları susturan tefsirimdir. Onbeş sene evvel Eskişehir Mahkemesine ve Ankara'ya Mahkeme-i Temyiz'e ve tashihe yazdığım ve aleyhimdeki kararnamede yazdıkları bu gelen fıkrayı Hem haşirde mahkeme-i kübraya bir şekva hem istikbalde münevver ehl-i maarif heyetine bir ikaz.. hem iki defa beraetimizde insaf ve adaletle feryadımızı dinleyen Mahkeme-i Temyiz'e Elhüccetüzzehra ile bir nevi lâyiha-i temyiz.. hem beni konuşturmayan ve seksen bir hatasını isbat ettiğimiz garazkârane ittihamname ile beni iki sene ağır ceza ve tecrid-i mutlak ve iki sene başka yere nefy ve göz nezareti hapsiyle mahkûm eden heyete aynen o fıkrayı tekrar ediyorum. Ben de adliyenin mahkemesine derim ki. Binüçyüzelli senede ve her asırda üçyüzelli milyon müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde kudsî ve hakikî bir düstur-ı İlahîyi.. üçyüzelli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve binüçyüz senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir âdemi mahkûm eden haksız bir kararı elbette rûy-i zeminde adalet varsa o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir.) diye bağırıyorum. Bu asrın sağır kulakları dahi işitsin. Acaba bu zamanın bazı (1) ilcaatının iktizasıyla (2) muvakkaten kabul edilen bir kısım(3) ecnebi kanunlarını fikren(4) ve ilmen kabul etmeyen(5) ve siyaseti bırakan ve hayat-ı içtimaiyeden çekilen bir âdemi.. o âyâtın tefsirleriyle suçlu yapmakla İslâmiyeti (1) inkâr.. ve dindar ve kahraman bir milyar ecdadlarımıza (2) ihanet.. ve milyonlarla tefsirleri (3) itham çıkmaz mı?) Diye kararnamelerinde (bir ihtar) tabirinden hiddet edenlere ihtar ederim.

241

(Üçüncü dane ve madde) Mahkûmiyetime gösterdikleri bir sebeb: emniyeti ihlâl ve asayişi bozmaktır. Pek uzak bir ihtimal ve yüzde belki binde bir imkân ile.. hattâ uzak imkânı vukuat yerine koyup.. bazı mahrem risale ve hususî mektublarda Risale-i Nur'un yüzbin kelime ve cümlelerinden kırk-elli kelimesini" yanlış mana vererek" bir sened gösterip bizi ittiham ettiler. ve cezalandırdılar... Ben de bu otuz-kırk senelik hayatımı bilenleri ve Nur'un binler has şakirdlerini işhad ederek derim İstanbul'u işgal eden İngilizin baş kumandanı İslâm içinde ihtilaf atıp hattâ şeyhülislâmı ve bir kısım hocaları kandırıp birbiri aleyhine sevk ederek itilafçı ve ittihadçı fırkalarını birbiriyle uğraştırmasıyla Yunan'ın galebesine ve harekât-ı milliyenin mağlubiyetine zemin hazırladığı bir sırada. İngiliz ve Yunan aleyhinde "Hutuvat-ı Sitte" eserimi Eşref Edib'in gayretiyle tab edip neşr etmekle o kumandanın dehşetli plânını (1) kıran ve onun i'dam tehdidine karşı geri (2) çekilmeyen.. ve Ankara reisleri o hizmeti için onu çağırdıkları halde Ankara'ya (3) kaçmayan.. ve esarette Rus'un baş kumandanının i'dam kararına ehemmiyet(4) vermeyen.. ve 31 Mart hâdisesinde sekiz taburu bir nutukla itaate(5) getiren.. ve Divan-ı Harb-i Örfî'de mahkemedeki paşaların Sen de mürtecisin. şeriat istemişsin? diye suallerine karşı i'dama beş para kıymet (6) vermeyip.. cevaben Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise: bütün cinn ve ins şahid olsun ki: ben mürteciyim ve şeriatın birtek mes'elesine ruhumu feda etmeğe hazırım(7) diyen.. ve o büyük zabitleri hayretle takdire sevkedip i'damını beklerken beraetine karar verdikleri. ve tahliye olup dönerken onlara teşekkür etmeyerek Zâlimler için yaşasın Cehennem diye yolda(8) bağıran.. ve Ankara'da divan-ı riyasette Afyon Kararnamesinin yazdığı gibi.. Mustafa Kemal hiddetle ona dedi. Biz seni buraya çağırdık ki: bize yüksek fikirler beyan edesin. Sen geldin. namaza dair şeyleri yazdın. içimize ihtilaf verdin.. Ona karşı İmandan sonra yüksek namazdır. Namaz kılmayan haindir.hainin hükmü merduddur. diye kırk-elli meb'usun huzurunda(9) söyleyen. o dehşetli kumandan ona bir nevi tarziye verip hiddetini geri (10) aldıran.. ve altı vilâyet zabıtasınca ve hükûmetçe asayişin ihlâline dair birtek maddesi(11) kaydedilmeyen.. ve yüzbinler Nur şakirdlerinin hiçbir vukuatı (12) görülmeyen.. yalnız bir küçük talebe birisinin soğuk tacizinden ve tarassudundan hayattan usanıp intihar edeceği anda yazdığı vaziyetini gören birisi onu intihardan men’ etmesiyle yine o muacciz ona musallat oldu. O da onun

242

ağzına bir yara vurdu. Bundan başka hiç bir şakirdinde hiç bir cinâyet (13) işitilmeyen.. ve hangi hapse girmiş ise o mahpusları ıslah (14)eden.. ve Risale-i Nur'dan yüzbinler nüsha memlekette intişar etmekle beraber menfaattan başka hiç bir zararları olmadıklarını yirmiüç senelik hayatının ve üç hükûmet ve mahkemenin beraetler vermelerinin ve Nur'un kıymetini bilen yüzbin şakirdlerinin kavlen ve fiilen tasdiklerinin şehadetiyle isbat (15) eden.. ve münzevi, mücerred, garib, ihtiyar, fakir ve kendini kabir kapısında(16) gören.. ve bütün kuvvet ve kanaatıyla fâni şeyleri bırakıp eski kusuratına bir keffaret ve hayat-ı bâkiyesine bir medar(17)arayan.. ve dünyanın rütbelerine hiç ehemmiyet(18) vermeyen.. ve şiddet-i şefkatinden masumlara ihtiyarlara zarar gelmemek için kendisine zulüm ve tazib edenlere beddua(19) etmeyen.. bir âdem hakkında.. Bu ihtiyar münzevi asayişi bozar. emniyeti ihlâl eder. maksadı dünya entrikalarıdır ve muhabereleri dünya içindir. öyle ise suçludur diyenler ve onu pek ağır şeraid altında mahkûm edenler elbette yerdengöğe kadar suçludurlar. Mahkeme-i kübrada hesabını verecekler. Acaba bir nutuk ile isyan eden sekiz taburu itaate(1) getiren.. ve kırk sene evvel bir makalesiyle binler âdemi kendine taraftar(2) yapan.. ve mezkûr üç dehşetli kumandanlara karşı korkmayan, dalkavukluk (3) etmeyen.. ve mahkemelerde başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa ve her gün biri kesilse zındıkaya ve dalalete teslim-i silâh etmem vatan ve millete ve İslâmiyete hıyanet(4) etmem.. hakikat-ı Kur’âna feda olan bu başımı zâlimlere eğmem..(5) diyen.. ve Emirdağı'nda beş-on âhiret kardeşi ve üç-dört hizmetçilerden başka kimse ile alâkadar(6) olmayan.. bir âdem hakkında.. ittihamnamede Bu Said Emirdağı'nda gizli çalışmış. asayişe zarar vermek fikriyle orada bir kısım halkları zehirlemiş. Yirmi kadar âdem da etrafında onu medhedip hususî mektublar yazdıkları gösteriyor ki: o âdem. inkılab ve hükûmet aleyhinde gizli bir siyaset çeviriyor diyerek emsalsiz bir adavet ve ihanetlerle iki sene hapse sokmak ve hapiste tecrid-i mutlakla ve mahkemede konuşturmamakla tazib edenler.. ne derece haktan ve adaletten ve insaftan uzak düştüklerini vicdanlarına havale ediyorum. Hiç mümkün müdür ki: böyle haddinden yüz derece ziyade teveccüh-i âmmeye mazhar olan.. ve bir nutuk ile binler âdemi itaate getiren.. ve bir makale ile binlerle insanları (A.S.M.) İttihad-ı Muhammediye Cem'iyetine iltihak ettiren.. ve Ayasofya Câmiinde elli bin âdeme.. takdir ile nutkunu dinlettiren bir âdem.. üç sene Emirdağı'nda çalışsın.. yalnız beş-on âdemi kandırsın.

243

ve âhiret işini bırakıp siyaset entrikalarıyla uğraşsın. Yakın olduğu kabrine nurlar yerine lüzumsuz zulmetler doldursun. Hiç kabil midir.?Elbette şeytan dahi bunu kimseye kabul ettiremez. (Dördüncü dane ve madde) Şapka giymediğimi mahkûmiyetime ehemmiyetli bir sebeb göstermeleridir. Beni konuşturmadılar. Yoksa beni cezalandırmağa çalışanlara diyecektim ki: Üç ay Kastamonu'da komiser ve polisler karakolunda misafir kaldım. Hiçbir vakit bana demediler. Şapkayı başına koy.. Ve üç mahkemede şapkayı başıma koymadığım ve başımı mahkemede açmadığım halde..(afyon müstesna) bana ilişmedikleri.. ve yirmiüç sene bazı dinsiz zâlimler o bahane ile bana gayr-ı resmî çok sıkıntılı ve ağır bir nevi ceza çektirdikleri halde.. ve şimdi asker neferatının başlarından kalktığı..ve çocuklar ve kadınlar ve ekser köylüler ve dairelerde memurlar ve bere giyenler şapka giymeğe mecbur olmadıkları.. ve hiç bir maddî maslahat giymesinde bulunmadığı halde.. benim gibi bir münzeviyi bütün müçtehidlerin ve umum şeyhülislâmların yasak ettikleri bir serpuşu giymediğim bahanesiyle ve uydurmalar ilâvesiyle yirmi sene ceza çektiğim ve libasa aid manasız bir âdetle tekrar beni cezalandırmağa çalışan.. ve çarşıda ramazanda rakı içenleri namaz kılmayanları hürriyet-i şahsiye var diye kendine kıyas edip ilişmediği halde..bu derece şiddet ve tekrarla ve ısrarla beni bir kıyafetim için suçlandırmağa çalışan elbette ölümün i'dam-ı ebedîsini ve kabrin daimî haps-i münferidini gördükten sonra mahkeme-i kübrada ondan bu hatası sorulacak. (Beşinci dane ve madde) Otuzüç âyât-ı Kur’âniyenin tahsinkârane işaretine mazhariyeti.. ve İmam-ı Ali (Kerremallahü Vechehü) ve Gavs-ı A'zam (Kuddise Sırruhu) gibi evliyanın takdirlerini.. ve yüzbin ehl-i imanın tasdiklerini.. ve yirmi senede millete vatana zararsız pekçok menfaatli bir mertebeyi kazanan Risale-i Nur'u: sinek kanadı gibi bahanelerle bazı risalelerinin müsaderesine hattâ dörtyüz sahife ve yüzbin âdemin imanlarını kurtaran ve kuvvetlendiren Zülfikar Mu'cizat-ı mecmuasını eskiden yazılmış ve mürur-ı zaman ve af kanunları görmüş iki âyetin tam haklı tefsirine dair iki sahifesi bahanesiyle o pekçok menfaatli ve kıymetdar mecmuanın müsaderesine sebeb oldukları gibi: şimdi de Nur'un kıymetdar risalelerinden herbirisinde bin kelime içinde bir-iki kelimeye yanlış mana vermekle o bin menfaatli risalenin müsaderesine çalışıldığı bu üçüncü iddianameyi işittiren ve ِِ ُ ‫لِك‬ neşrettiğimiz kararnameyi gören tasdik eder. Biz dahi (ِ‫صيبَةٍ اِن َِا ِل ِٰله ِه وَاِن َِا اِلَي ْه‬ ِ ‫م‬ ُ ‫ل‬

ُ ‫م الْوَكِي‬ ِٰ ‫سبُنَا‬ ‫ل‬ َ ‫ن‬ َ ‫ج ُعو‬ ْ ‫ح‬ ِ ‫َرا‬ َ ْ‫الل ُهه َونِع‬

) deriz.

(Altıncı dane ve madde) Nur'un şakirdlerinden bazılarının Nurlardan fevkalâde iman hüccetlerini ve sarsılmaz aynelyakîn ulûm-ı imaniyeyi görüp istifade ettiklerinden bu bîçare tercümanına bir nevi teşvik ve tebrik ve takdir ve teşekkür nev'inden ziyade hüsn-i zan ile müfritane medh etmeleriyle beni suçlu gösterene derim. Ben âciz. Zaîf. Gurbette. Menfî. yarım ümmi aleyhimde propaganda ile halkı benden ürkütmek haleti içinde.. Kur’ânın ilâçlarından ve imanî ve kudsî hakikatlarından kendi dertlerime tam derman bulduğum zaman

244

bu millete ve bu vatan evlâdlarına dahi tam bir ilâç olduğuna kanaat getirdiğim için o kıymetdar hakikatları kaleme aldım. Hattım pek noksan olmasından yardımcılara pekçok muhtaç iken. inâyet-i İlahiye, bana sadık, has, metin yardımcıları verdi.. Elbette ben onların hüsn-i zanlarını ve samimane medihlerini bütün bütün reddetmek ve hatırlarını tekdir ile kırmak o hazine-i Kur’âniyeden alınan Nurlara bir ihanet..ve adavet hükmüne geçer. Ve o elmas kalemli ve kahraman kalbli muavinleri kaçırır diye. onların âdi ve müflis şahsıma karşı medh ve senalarını asıl mal sahibi ve bir manevî mu'cize-i Kur’âniye olan Risale-i Nur'a ve has şakirdlerinin şahsiyet-i maneviyesine çeviriyordum. Benim haddimden yüz derece ziyade hisse veriyorsunuz diye bir cihette hatırlarını kırıyordum. Acaba hiç bir kanun müstenkif olan kanun ve razı olmayan bir âdemi başkalarını onu medhetmesiyle suçlu yapar mı ki: kanun namına hareket eden resmî memur beni suçlu yapıyor? Hem neşrettiğimiz aleyhimizde yazılan kararnamenin ellidördüncü sahifesinde (Âhirzamanın o büyük şahsı neslen Âl-i Beyt'ten olacak. Biz Nur şakirdleri ancak manevî Âl-i Beyt'ten sayılabiliriz. Hem Nur'un mesleğinde hiç bir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsî makamları arzu etmek.şan ü şeref kazanmak. olmaz. Nur'daki ihlası bozmamak için uhrevî makamat dahi bana verilse: bırakmağa kendimi mecbur bilirim.) denmektedir diye: kararnamede yazmışlar.. Ve yine kararnamede yirmiikinci ve üçüncü sahifesinde (Kusurunu bilmek fakr ve aczini anlamak. tezellül ile dergâh-ı İlahîye iltica etmek ki: o şahsiyetle kendimi herkesten ziyade bîçare.âciz,kusurlu görüyorum. O halde bütün halk beni medh ve sena etse beni inandıramazlar ki:iyiyim,ve sahib-i kemalim. Sizi bütün bütün kaçırmamak için üçüncü hakikî şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve sû'-i hallerini söylemeyeceğim. Cenab-ı Hak inâyetiyle en edna bir nefer gibi bu şahsımı esrar-ı Kur’âniyede istihdam ediyor. Yüzbin şükür olsun.. Nefis cümleden edna..vazife cümleden a'lâ.) fıkrasını

245

Kararname de yazdıkları halde.. beni başka zâtların medhiyle ve Risale-i Nur manasıyla büyük bir hidâyet edici vasfını vererek beni suçlu yapanlar elbette bu hatanın cezasını dehşetli çekmeğe müstehak olurlar. (Başıma gelen musibetlerden yedinci dane ve madde) Biz ve umum Nur Risaleleri Denizli ve Ankara Ağır Cezalarının ve Temyiz Mahkemesinin ittifakıyla beraet ettiğimizden umum risale ve mektublarımızı bize iade ettikleri ve Temyiz'in bozma kararında Denizli beraetinde faraza bir hata dahi olsa.. o beraet ve hüküm kat'iyet kesbetmiş olmasıyla daha tekrar muhakeme edilmez dedikleri halde.. Emirdağı'nda üç sene münzevi yaşayan.. ve iki-üç terzi çırağı nöbetle hizmetini yapan.. ve pek nâdir olarak beş-on dakika bazı dindar zâtlardan başka zaruret olmadan konuşmayan.. ve tek bir yere Nurlara teşvik için haftada birtek mektubdan başka mukabere eymeyen ve kendi müftü kardeşine üç senede üç mektubdan başka yazmayan ve yirmi-otuz seneden beri devam eden te'lifini bırakan.. yalnız bütün ehl-i Kur’ân ve imana menfaatli yirmi sahifelik iki nükte biri Kur’ândaki tekraratın hikmetini diğeri melekler hakkında bazı mes'elelerden başka hiçbir risale daha te'lif etmeyen..ve yalnız mahkemelerin iade ettikleri risalelerin büyük mecmualar yapılmasına ve eski harf ile tab'edilen Âyet-ül Kübra'nın beşyüz nüshası mahkeme tarafından bize teslim edildiğinden ve teksir makinesi resmen yasak olmadığından âlem-i İslâm'ın istifadesi fikriyle kardeşlerime neşr için teksirine izin vererek onların tashihleri ile meşgul olan.. ve kat'iyen hiç bir siyasetle alâkadar olmayan.. ve memleketine gitmek için resmen izin verildiği halde bütün menfîlere muhalif olarak dünyaya ve siyasete karışmamak için sıkıntılı bir gurbeti kabul edip memleketine gitmeyen bir âdem hakkında.. bu üçüncü ittihamnamedeki asılsız isnadlar ve yalan bahisler ve yanlış manalarla o âdemi suçlu yapmağa çalışanda (şimdilik ismini söylemeyeceğim) dehşetli iki mana hükmettiğini bu yirmi ayda bana karşı muamelesi isbat ediyor. Ben de derim. Kabir ve sakar yeter mahkeme-i kübraya havale ediyorum. (Sekizinci dane ve madde) Beşinci Şua bu risale iki sene Denizli ve Ankara Mahkemelerinin ellerinde kaldıktan sonra bize iade ettiklerinden Denizli Mahkemesinde beraetimizi netice veren müdafaatımla beraber Siracünnurun büyük mecmuanın âhirinde yazılmış. Gerçi evvelce mahrem tutuyorduk. fakat madem mahkemeler onu teşhir edip beraetle bize iade ettiler. Demek bir zararı yoktur diye teksirine izin verdim. o Beşinci Şua'ın aslı otuz-kırk sene evvel yazılmış müteşabih birkısım hadîslerdir.

246

fakat ümmette eskiden beri intişar eden bir kısmına gerçi bazı ehl-i hadîs bir za'fiyet isnad etmişler. fakat zahirî manaları medar-ı itiraz olduğundan sırf ehl-i imanı şübhelerden kurtarmak için yazıldığı halde.. bir zaman sonra.. onun hârika tevillerinin bir kısmı gözlere göründüğü için biz onu mahrem tuttuk. tâ yanlış mana verilmesin. Sonra müteaddid mahkemeler onu tedkik edip teşhirine sebeb olmakla beraber bize iade ettikleri halde.. şimdi beni tekrar onun ile suçlu yapmak ne kadar adaletten, haktan, insaftan uzak olduğunu.. bizi kanaat-ı vicdaniye ile mahkûm edenlerin vicdanlarına ve onları dahi mahkeme-i kübraya ُ ‫م الْوَكِي‬ havale ederek (‫ل‬ ِٰ ‫سبُنَا‬ َ ) deriz. ْ ‫ح‬ َ ْ‫الل ُهه وَنِع‬ (Dokuzuncu dane ve madde) Çok mühimdir. Fakat bizi mahkûm edenler Risale-i Nur'u mütalaa ettiklerinin hatırı için onları kızdırmamak fikriyle yazmadım. (Onuncu dane ve madde) Kuvvetli ve ehemmiyetlidir. Fakat yine onları küstürmemek niyetiyle şimdilik yazmadım. Tecrid-i mutlakta mevkuf ve mahkum. Said Nursî

Onbeş sene evvel Eskişehir Mahkemesinde Heyet-i Vekile'ye (Hâşiye) yazılan arzuhalin bir parçasıdır. Ey ehl-i hall ve akd.. Dünyada emsali nâdir bulunan bir haksızlığa giriftar edildim. Bu haksızlığa karşı sükût etmek hakka karşı bir hürmetsizlik olduğundan bilmecburiye gâyet ehemmiyetli bir hakikatı ifşa etmeğe mecburum.ve Diyorum ki: Ya benim i'damımı ve yüzbir sene cezayı istilzam edecek kusurumu kanun dairesinde gösteriniz. veyahut bütün bütün divane olduğumu isbat ediniz. veyahut benim ve risalelerimin tam serbestiyetimizi verip zarar ve ziyanımızı müsebbiblerinden alınız. Evet. herbir hükûmetin bir kanunu, bir usûlü var. O kanuna göre ceza verilir. Hükûmet-i Cumhuriyenin kanunlarında beni ve dostlarımı en ağır cezaya müstehak edecek esbab bulunmazsa.. elbette takdir ve mükâfat ile ve tarziye ile beraber tam hürriyetimizi vermek lâzım gelir.

(Hâşiye):

Madem onbeş sene evvel aynı mes'ele için bu istid’a Heyet-i Vekile'ye yazılmış. Şimdi tekrar aynı mes'ele için aynını tekraren alâkadar makamata vermeğe mecbur oldum.

247

Çünki meydandaki gâyet ehemmiyetli hizmet-i Kur’âniyem eğer hükûmetin aleyhinde olsa.. bir senelik ceza bana ve birkaç dostuma altışar ay mahkûmiyetle olamaz. Belki yüzbir sene ve i'dam gibi ceza bana ve en ağır cezaları da benim ciddî hizmetimeçalışanlara verilmesi lâzım. Eğer hükûmetin aleyhinde olmazsa o vakit değil ceza, hapisve ittiham. belki takdir ve mükâfat ile karşılanmak lâzım gelir.. Çünki bir hizmet ki yüzyirmi risale o hizmetin tercümanları olmuş. ve o hizmetle koca Avrupanın feylesoflarına meydan okuyup esasları zîr ü zeber edilmiştir. Elbette o tesirli hizmet ya dâhilde gâyet müdhiş bir netice verir.veyahut gâyet nâfi' ve yüksek ve ilmî bir semere verecek. Onun için göz boyamak nev'inde ve efkâr-ı âmmeyi aldatmak tarzında ve hakkımızda zâlimlerin entrikalarını ve yalanlarını setretmek suretinde çocuk oyuncağı gibi bana bir sene ceza verilmez. Benim emsalim ya i'dam olurlar darağacına müftehirane çıkarlar. veyahut lâyık olduğu makamda serbest kalırlar. Evet binler lira kıymetinde elmaslar çalabilen mahir bir hırsız on kuruşluk bir cam parçasına hırsızlık etmekle elmas çalmış gibi aynı cezaya kendini mahkûm etmek dünyada hiç bir hırsızın belki hiçbir zîşuurun kârı değildir. hırsız kurnaz olur böyle nihâyet derecede eblehane hareket etmez. Ey efendiler. Haydi vehminiz gibi ben o hırsız gibi hain olsam. Ben Isparta nahiyelerinden perişan bir köyde dokuz sene inzivada bulundum. ve şimdi benimle beraber gâyet hafif bir cezaya mahkûm olan safdil beş-on bîçarelerin fikirlerini hükûmet aleyhine çevirmekle.. kendini ve gâye-i hayatı olan risalelerimi tehlikeye atmaktan ise eski zamanda olduğu gibi Ankara'da veya İstanbul'da büyük bir memuriyetle oturup binler âdemi takib ettiğim maksada çevirebilirdim. O vakit böyle zelilane mahkûmiyetle değil..belki mesleğime ve hizmetime münasib bir izzet ile dünyaya karışabilirdim. Evet.. fahr ve temeddüh niyetiyle değil.. belki mecburiyet ve mahcubiyetle hodfüruşane eski bir kısım riyakârlıklarımı hatırlatmakla vücudundan istifade edilmez âdi mertebeye sukut ettirmek isteyenlerin yanlışlarını göstermek için derim. İki Mekteb-i Musibet Şehadetnamesi namındaki matbu' eski müdafaatımı görenlerin tasdikiyle: bir nutuk ile isyan etmiş sekiz taburu itaate getiren.. ve bir zaman gazetelerin yazdıkları gibi İstiklal Harbinde Hutuvat-ı Sitte

248

namındaki bir makale ile İstanbul'daki efkâr-ı ülemayı İngiliz aleyhine çevirip harekât-ı milliye lehinde ehemmiyetli hizmet eden.. ve Ayasofya'da kırkbin âdeme nutkunu dinlettiren.. ve Ankara'daki Meclis-i Meb'usanın şiddetli alkışlamasıyla karşılanan.. ve yüzelli bin banknot(yüzaltmışüç meb'usun imzasıyla medrese ve dâr-ül fünununa) tahsisatı kabul ettiren.. ve reis-i cumhurun hiddetine karşı divan-ı riyasetinde kemal-i metanetle fütur getirmeyerek mukabele ediphiddet yerine taltif gören.. ve Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye'de hükûmet-i İttihadiyenin ittifakıyla hikmet-i İslâmiyeyi Avrupa hükemasına tesirli bir surette kabul ettirmek vazifesine lâyık görülen ve cephe-i harbde yazdığı ve şimdi müsadere edilen İşarat-ül İ'caz mecmuası o zamanın baş kumandanı Enver Paşa'ya o derece kıymetdar görünmüş ki kimseye yapmadığı bir hürmetle istikbaline koştuğu o yadigâr-ı harbin hayrına ve şerefine hissedar olmak fikriyle.. İşarat-ül İ'caz'ın tab'ı için kâğıdını vererek müellifinin harbdeki mücahedatı takdirkârane yâd edilen bir âdem Böyle bir âdi beygir hırsızı veyahut kız kaçırıcı ve bir yankesici gibi en aşağı bir cinâyetle kendini bulaştırıp izzet-i ilmiyesini ve kudsiyet-i hizmetini ve binler kıymetdar dostlarını rezil edip sukut edemez ki: siz onu bir senelik ceza ile mahkûm edip âdi bir keçi. koyun hırsızı gibi muamele edesiniz.. Ve sebebsiz on sene sıkıntılı bir tarassud ile tazib ettikten sonra şimdi de bir sene hapis ile beraber bir sene nezaret altında tutmak suretiyle padişahın tahakkümünü kaldıramadığı halde.. garazkâr bir hafiyenin veya bir polisin tahakkümü altında azab çektirmekten ise i'dam edilmesini daha evlâ görür. Eğer öyle bir âdem dünyaya karışsa idi. ve karışmağa arzusu olsa idi. ve hizmet-i kudsiyesi müsaade etse idi. Menemen hâdisesinin ve Şeyh Said vakıasının onar misli olacak bir tarzda karışırdı. Dünyaya işittirilecek bir top sadâsı bir sinek sadâsına inmeyecekti. Evet.. hükûmet-i cumhuriyenin nazar-ı dikkatine arz ediyorum ki: beni bu belaya sevkeden gizli komitenin yaptığı tedbirlerle ve ettiği propagandalar ve entrikalarla bir dehşet aleyhimize döndüğüne delil şudur ki: Altı aydır. yüzbin dostum varken:hiçbiri bana bir mektub yazamadı. bir selâm gönderemedi. Hükûmeti iğfale çalışan entrikacıların ihbaratıyla vilayat-ı şarkıyeden tâ vilayat-ı garbiyeye kadar her yerde istintakların taharriyatların devam ettiğidir. İşte bu entrikacıların çevirdiği plân benim gibi binler âdemi en ağır cezalara çarpacak bir hâdiseye göre tertib edilmiş. Halbuki en bir âdemin en âdi bir hırsızlığı gibi bir hâdiseyi

249

andıracak bir cüz'i vaziyeti netice verdi. Yüzonbeş âdemden belki beşyüz âdemden onbeş masuma beşer altışar ay ceza verildi. Acaba dünyada hiç bir zîakıl.. elinde gâyet keskin elmas bir kılınç bulunsa. müdhiş bir arslanın veya bir ejderhanın kuyruğuna hafifçe iliştirip kendine musallat eder mi? Eğer maksadı tahaffuz veya döğüşmek ise.. kılıncı başka yerine havale eder. İşte sizin nazarınızda ve vehminizde beni o âdem gibi telakki etmişsiniz ki: beni bu tarz cezaya ve mahkûmiyete çarptınız. Eğer bu derece hilaf-ı şuur ve muhalif-i akıl hareket ediyorsam.koca memlekete dehşet verip bir propaganda ile efkâr-ı âmmeyi aleyhime çevirmek..değil belki âdi bir divane gibi tımarhaneye gönderilmem lâzım gelir. Eğer verdiğiniz ehemmiyete mukabil bir âdem isem: elbette arslanı kendine saldırtmak için veya ejderhayı kendine hücum ettirmek için o keskin kılıncı onların kuyruklarına uzatmaz. mümkün olduğu kadar kendini muhafazaetmeye çalışacak.işte bende on sene ihtiyarî bir inzivayı ihtiyar edip tâkat-ı beşerin fevkinde sıkıntılara tahammül ederek hükûmetin işine hiçbir cihetle karışmadım. ve karışmak arzu etmedim. Çünki hizmet-i kudsiye beni men'ediyor. Ey ehl-i hall ve akd.. Acaba hiç mümkün müdür ki. yirmibeş sene evvel gazetelerin yazdığı gibi bir makale ile otuz bin âdemi kendi fikrine çeviren, ve koca Hareket Ordusu'nun nazar-ı dikkatini kendine döndüren.. ve İngiliz'in başpapazının altıyüz kelime ile istediği suallerine altı kelime ile cevab veren.. ve bidâyet-i hürriyette en meşhur bir diplomat gibi..nutuk söyleyen bir âdemin yüzyirmi risalesinde dünyaya ve siyasete bakacak yalnız onbeş kelime mi bulunur? Hiç bir akıl kabul eder mi ki: bu âdem siyaseti takib ediyor. maksadı dünyadır. ve hükûmete ilişmektir.. Eğer fikri siyasete ve hükûmete ilişmek olsa.. böyle bir âdem birtek risalesinde sarihan ve işareten yüz yerde maksadını ihsas edecekti.eğer Acaba o âdemin maksadı siyasetçe tenkid olsa idi yalnız tesettür ve irsiyete dair eski zamandan beri câri bir-iki düsturdan başka medar-ı tenkid şeyler bulamaz mı idi? Evet koca inkılabı yapan bir hükûmetin rejimine muhalif bir fikr-i siyaseti takib eden bir âdem. bir-iki malûm maddeler değil yüzbinler madde-i tenkidi bulabilirdi. Güya hükûmet-i cumhuriyenin yalnız inkılabı bir-iki küçük mes'elededir. Ben de onu hiç bir tenkid maksadım olmadığı halde eskiden yazdığım bir-iki kitabımda zikrettiğim bir-iki kelime

250

varmış diye.bana Hükûmetin rejimine ve inkılabına hücum ediyor. denilmiş. İşte ben de soruyorum. Böyle en edna bir cezaya medar olamayan ilmî bir maddeye koca hükümeti meşgul edip.. endişe verecek şekil verilir mi..? İşte beni ve beş-on dostumu bu âdi ve ehemmiyetsiz cezaya çarpmak...umum memlekette aleyhimize şiddetli propaganda ve milleti korkutmak ve bizden nefret ettirmek. ve Dâhiliye Nâzırı Şükrü Kaya'nın mühim bir kuvvetle Isparta'da birtek neferin göreceği işi görmek için yani beni tevkif etmek için Isparta'ya celbedilmesi.. ve Heyet-i Vekile reisi İsmet'in vilayat-ı şarkıyeye o münasebetle gitmesi.. ve iki ay hapiste bütün bütün konuşmaktan men'edilmekliğim.. ve bu gurbette ve kimsesizlikte hiç bir kimsenin halimi sormasına ve selâm göndermesine meydan verilmemesi gösteriyor ki: dağ gibi bir ağaçta nohut gibi birtek meyve bulundurup manasız,hikmetsiz,kanunsuz bir vaziyet verilmiştirki: değil hükûmet-i cumhuriye gibi en ziyade kanunperest ve kanunî bir hükûmet belki hikmetle iş görmek manasıyla hükûmet namı verilen dünyada hiç bir hükûmetin işi olamaz. Ben hükümet-i cumhuriyenin kanunlarına istinaden hukukumu kanun dairesinde istiyorum. Kanun namına kanunsuzluk edenleri cinâyetle ittiham ediyorum. Böyle canilerin keyiflerini elbette hükûmet-i cumhuriyenin kanunları redd eder. ve hukukumu iade eder. ümidindeyim. Said Nursî

251

Bu kısım: Nur Talebelerinin Üçüncü Medrese-i Yusufiyeleri olan Afyon Hapishanesinde Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin Nur Talebelerine ve hapislere yazdığı nasihatleri ihtiva eden gâyet Müessir ve nurani mektublardır. Mücahede-i maneviyenin en yüksek kıymet ve ehemmiyetini gâyet Parlak bir surette göstermektedir.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz Sıddık Kardeşlerim. Sizleri ta'ziye değil.. belki tebrik ediyorum. Madem kader-i İlahî bizi bu üçüncü Medrese-i Yusufiye'ye bir hikmet için sevk etti. ve bir kısım rızkımızı bize burada yedirecek. ve rızkımız bizi buraya çağırdı. ve madem şimdiye kadar kat'î tecrübelerle (‫ن‬ ْ ‫سى ا َه‬ َ ‫ع َه‬

َ ‫)تَكَْرهُوا‬ ‫م‬ َ َ‫شيْئًا وَهُو‬ ْ ‫خيٌْر لَك ُه‬

sırrına inâyet-i İlahiye bizi mazhar etmiş. ve madem Medrese-i Yusufiye'deki yeni kardeşlerimiz herkesten ziyade Nurlardaki teselliye muhtaçtırlar. ve adliyecilerin memurlardan ziyade Nur kaidelerine ve sair kudsî kanunlarına ihtiyaçları var. ve madem Nurun nüshaları pek kesretle hariçteki vazifenizi görüyorlar. ve fütuhatları tevakkuf etmiyor.ve madem burada herbir fâni saat bâki ibadet saatleri hükmüne geçer. elbette biz bu hâdiseden mezkûr noktalar için kemal-i sabır ve metanet içinde mesrurane şükr etmemiz lâzımdır. Denizli hapsinde teselli için yazdığımız bütün o küçük mektubları size de aynen tekrar ederim. İnşâallah o hakikatlı fıkralar sizleri de müteselli ederler. Said Nursî

Aziz sıddık kardeşlerim. Evvelâ.. Hadsiz şükür ederim ki: Risale-i Nur'un hakikî sahibleri olan müftüler vaizlerve imamlar ve hocalardan manevî kahramanlar meydana çıktılar. Şimdiye kadar Nur'un fedakârları gençler ve mektebliler ve muallimler idi. Bin bârekâllah Edhem İbrahimler, Ali Osmanlar ehl-i medresenin yüzlerini ak ettiler. çekingenliklerini cesarete çevirdiler. Sâniyen.. Hâlisane faaliyetlerinden ve heyecanlarından neş'et eden bu hâdiseden teessüf etmesinler. Çünki Denizli hapsi netice itibariyle ihtiyatsız hareket edenleri tebrik ettirdi. Zahmet pek az faide-i maneviye pek çok oldu. İnşâallah

252

bu üçüncü Medrese-i Yusufiye dahi ikinciden geri kalmayacak. Sâlisen: Meşakkat derecesinde sevabın ziyadeleşmesi cihetinde bu şiddetli hale şükr etmeliyiz. Vazifemiz olan hizmet-i imaniyeyi ihlas ile yapmağa çalışmalı ve vazife-i İlahiye olan muvaffakıyet ve hayırlı neticeleri vermek cihetine karışmamalıyız. (‫مور‬ َ ِ ُ ُ ‫خيُْر اْل‬

‫مُزهَ ها‬ ْ َ ‫)ا‬ َ ‫ح‬

deyip bu çilehanedeki sıkıntılara sabır içinde şükretmeliyiz. Amelimizin makbuliyetine alâmet ve kudsî mücahedemizin imtihanında tam bir şehadetname almamıza bir emaredir bilmeliyiz.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Hapis musibetine düşenlere merhametkârane sadakatla hariçten gelen erzaklarına nezaret ve yardım edenlere kuvvetli bir teselliyi (Üç Nokta'da) beyan edeceğim. (Birinci Nokta)..Hapiste geçen ömür günleri herbir gün on gün kadar bir ibadet kazandırabilir.ve fâni saatleri meyveleri cihetiyle manen bâki saatlere çevirebilir. ve beş-on sene ceza milyonlar sene haps-i ebedîden kurtulmağa vesile olabilir. İşte ehl-i iman için bu pek büyük ve çok kıymetdar kazancın şartı farz namazını kılmak ve hapse sebebiyet veren günahlardan tövbe etmek. ve sabır içinde şükretmektir. Zâten hapis çok günahlara manidir.günahları işlemeye meydan vermiyor. 1111 ferahla teneffüs eder. (İkinci Nokta) Zeval-i lezzet elem olduğu gibi.. zeval-i elem dahi lezzettir. Evet herkes geçmiş safalı günlerini düşünse. teessüf ve tahassür elem-i manevîsini hiss edip Eyvah der. ve geçmiş musibetli ve elemli günlerini tahattur etse zevalinden bir manevî lezzet hisseder ki: Elhamdülillah şükür. o bela sevabını bıraktı gitti. (1111) der. Demekle. bir saat muvakkat elem, zevaliyle ruhta bir manevî lezzet bırakır. ve lezzetli saat: bilakis elem bırakır. Madem hakikat budur. ve madem geçmiş musibet saatleri elemleri ile beraber madum ve yok olmuş.ve gelecek bela günleri şimdi madum ve yoktur. ve yoktan elem yok.. ve madumdan elem gelmez. Meselâ birkaç gün evvel aç ve susuz olmasından bir-iki gün sonra da aç ve susuz olmak ihtimalinden.. bugün onlar niyetiyle mütemadiyen ekmek yese ve su içse.. ne derece divaneliktir. Aynen öyle de geçmiş ve gelecek elemli saatleri ki (hiç olmuşlar. madum ve yok olmuşlar) şimdi onları düşünüp sabırsızlık göstermek ve kusurlu nefsini bırakıp.

253

Allah'tan şekva etmek gibi oof of demek. divaneliktir. Eğer sağa,sola yani geçmiş ve geleceğe karşı sabır kuvvetini dağıtmazsa ve hazır saate ve o güne karşı tutsa tam kâfi gelir. Sıkıntı ondan bire iner. Hattâ şekva olmasın ben bu üçüncü Medrese-i Yusufiyede birkaç gün zarfında..hiç ömrümde görmediğim maddî ve manevî sıkıntılı hastalıklı musibetimde hususan Nur'un hizmetinden mahrumiyetimden gelen bir me'yusiyet ve kalbî ve ruhî sıkıntılar beni ezdiği sırada inâyet-i İlahiye bu mezkûr hakikatı gösterdi. Ben de sıkıntılı hastalığımdan ve hapsimden razı oldum. Çünki benim gibi kabir kapısında bir bîçareye gafletle geçebilir bir saati on saat ibadet saatleri yapmak büyük bir kârdır diye şükr eyledim. (Üçüncü Nokta) Şefkatkârane hizmetiyle yardım etmek ve muhtaç oldukları rızıklarını ellerine vermek ve manevî yaralarına tesellilerle merhem sürmek. az bir amel ile büyük bir kazanç var. Ve dışarıdan gelen yemeklerini onlara vermek aynı yemek kadar o gardiyanlara ve gardiyanlarla beraber dâhilde ve hariçte bîçare mahpuslara çalışanlara bir sadaka hükmünde defter-i hasenatlarına yazılır. Hususan musibetzede ihtiyar veya hasta veya fakir veya garib olsa o sadaka-i maneviyenin sevabı çok ziyadeleşir. İşte bu kıymetli kazancın şartı farz namazını kılmaktır. Tâ ki o hizmeti lillah için olsun. Hem bir şartı da sadakat ve şefkat ve sevinçle ve minnet etmemek ile yardımlarına koşmaktır.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Denizli Müdafaatında isbatı ve izahı bulunan bir mes'elenin kısacık bir hülâsasıdır. Bir dehşetli şahıs deha ve zekâvetiyle ordunun müsbet hasenelerini kendine alıp. ve kendinin menfî seyyielerini o orduya vermekle efrad adedince haseneleri gazilikleri bire indirir. Ve tek seyyiesini ordu efradına isnad etmekle onların adedince seyyieler hükmüne geçtiğinden dehşetli bir zulüm ve hilaf-ı hakikat olmasından ben kırk sene evvel beyan ettiğim bir hadîsin o şahsa vurduğu tokada binaen sâbık bana hücum eden müddeiumumîye dedim ki: gerçi hadîslerin ihbarıyla bir âdemi kırıyorum. fakat ordunun şerefini muhafaza ve büyük hatalardan vikaye ederim. Sen ise birtek dostun için Kur’ânın bayrakdarı ve âlem-i İslâm'ın kahraman kumandanı olan ordunun şerefini kırıyorsun. ve hasenelerini hiçe indiriyorsun.

254

Gençlik Rehberi'nin küçük bir hâşiyesidir. Risale-i Nur'daki hakikî teselliye mahpuslar çok muhtaçtırlar. Hususan gençlik darbesini yiyen ve taze ve şirin ömrünü hapiste geçirenlerin Nurlara ekmek kadar ihtiyacı var. Evet gençlik damarı akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise: kördürler. Akibeti düşünmezler. Bir dirhem hazır lezzeti ileride bir batman lezzete tercih ederler. Bir dakika intikam lezzeti ile katl eder.. seksen bin saat hapis elemini çeker. ve bir saat sefahet keyfiyle bir namus mes'elesinde binler gün..hem hapsin hem düşmanının endişesinden sıkıntılar içinde ömrünün saadeti mahvolur. Bunlara kıyasen bîçare gençlerin çok vartaları var ki: en tatlı hayatını en acı ve acınacak bir hayata çeviriyorlar. ve bilhassa şimalde koca bir devlet gençlik hissiyatını elde ederek bu asrı fırtınalarıyla sarsıyor. Çünki akibeti görmeyen kör hissiyatla hareket eden gençlere ehl-i namusun güzel kızlarını ve karılarını ibahe eder. Belki hamamlarında erkek, kadın beraber çıplak olarak girmelerine izin vermeleri. bu fuhşiyatı teşvik eder.. Hem serseri ve fakir olanlara zenginlerin mallarını helâl eder. Ki: bütün beşer bu musibete karşı titriyor. İşte bu asırda İslâm ve Türk gençleri kahramanane davranıp iki cihette hücum eden bu tehlikeye karşı Risale-i Nur'un Meyve ve Gençlik Rehberi gibi keskin kılınçlarıyla mukabele etmelerilazımdır.. ve elzemdir.Yoksa o bîçare genç hem dünya istikbalini ve mes'ud hayatını hem âhiretteki saadetini ve hayat-ı bâkiyesini azablara elemlere çevirip mahveder. ve sû'-i istimal ve sefahetle hastahanelere ve hissiyatlarının taşkınlıklarıyla hapishanelere düşer. Ihtiyarlığında eseflerle çok ağlayacak. Eğer terbiye-i Kur’âniye ve Nur'un hakikatlarıyla kendini muhafaza etse tam bir kahraman genç ve mükemmel bir insan ve mes'ud bir Müslüman ve sair zîhayatlara hayvanlara bir nevi sultan olur. Evet: bir genç hapiste yirmidört saat her günkü ömründen tek bir saatini beş farz namazına sarfetse: ve ekser günahlara hapis mâni olduğu gibi o musibete sebebiyet veren hatalardan dahi tövbe edip sair zararlı ve elemli günahlardan çekilse: hem hayatına hem istikbaline hem vatanına hem milletine hem akrabasına büyük faidesi olacağı gibi o beş-on senelik fâni gençlikle ebedî parlak baki bir gençliği kazanacağını başta Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyan bütün Kütüb ve Suhuf-ı Semaviye kat'î haber verip müjde ediyor. Evet.. şirin güzel gençlik nimetine istikametle ve taatle şükr etse hem ziyadeleşir. hem bâkileşir.

255

hem lezzetlenir. Yoksa hem bela olur. hem gamlı ve kâbuslu bir rüya olur. Hem akrabasına ve vatanına ve milletine muzır bir serseri hükmüne geçmeğe sebebiyet verir. Eğer mahpus zulmen mahkûm olmuş ise: farz namazını kılmak şartıyla herbir saati bir gün ibadet hükmünde olduğu gibi.. o hapis onun hakkında bir çillehane-i uzlet olup eski zamanda mağaralara girerek ibadet eden münzevi sâlihlerden sayılabilirler. Eğer fakir veya ihtiyar veya hasta ve iman hakikatlarına müştak ise.. farzını kılmak ve tövbe etmek şartıyla herbir saatleri dahi. yirmişer saat ibadet olup.. hapis ona bir istirahathane ve merhametkârane ona bakan dostlar için bir muhabbethane bir terbiyehane bir dershane hükmüne geçer. O hapisten haricdeki her tarafta müşevveş günahların hücumlarına maruz olan serbestiyetten daha ziyade hoşlanabilir.Ve Hapisten tam terbiye alır. Çıktığı zaman bir katil ve bir müntakim olarak değil belki tövbekâr, tecrübeli, terbiyeli millete menfaatli bir âdem çıkar. Hattâ Denizli hapsindeki zâtların az bir zamanda Nurlardan fevkalâde aldıkları hüsn-i dersini alanlarını gören bazı alâkadar zâtlar demişler ki (Terbiye için onbeş sene hapse atmaktan ise. onbeş hafta Risale-i Nur dersini alsalar. daha ziyade onları ıslah eder. Madem ölüm ölmüyor. ve ecel gizlidir.her vakit gelebilir ve madem kabir kapanmıyor. kafile kafile arkasında gelenler oraya girip kayboluyorlar. ve madem bu hayat-ı dünyeviye gâyet sür'atle gidiyor. ve madem ölüm ehl-i iman hakkında i'dam-ı ebedîden terhis tezkeresine çevrildiğini hakikat-ı Kur’âniye ile Risale-i Nur güneş gibi göstermiştir. ve ehl-i dalalet ve sefahet hakkında göz ile göründüğü gibi bir i'dam-ı ebedîdir. bütün mahbubatdan ve mevcudattan bir firak-ı lâyezâlîdir. Elbette ve elbette hiç bir şübhe kalmaz ki en bahtiyar odur ki: sabır içinde şükredip hapis müddetinden tam istifade ederek Nurlardan dersini alarak istikamet dairesinde imanına ve Kur’âna hizmete etmeye çalışır. Ey zevk ve lezzete mübtela olan insan: Ben yetmiş yaşımdayım binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynelyakîn bildim ki: Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır. ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir. on tokat vurur. hayatın lezzetini kaçırır. Ey hapis musibetine düşen bîçareler: Madem dünyanız ağlıyor. ve tatlı hayatınız acılaştı. çalışınız âhiretiniz dahi.. ağlamasın. ve hayat-ı bâkiyeniz gülsün. hapisten istifade ediniz. Nasıl bazan ağır şeraid altında düşman karşısında bir saat nöbet.. bir sene ibadet hükmüne geçebilir. Öyle de sizin ağır şeraid altında herbir saat ibadet zahmeti çok saatler olup o zahmetleri rahmetlere çevirir.

256

Başta müdür olarak hapsin heyet-i idaresine sureten ehemmiyetsiz fakat bence çok ehemmiyetli bir maruzatım var. Yirmiiki sene tecrid-i mutlak içinde geçen hayatım ve yetmişbeş yaşımda vücudumun aşılara tahammülü yoktur. Hattâ çok zaman evvel beni aşıladılar. yirmi sene onun eseri olarak cerahat yapıyordu. Müzmin bir zehir hükmüne geçti. Emirdağı'nda iki doktor ve arkadaşlarım bunu biliyorlar. Hem dört sene evvel Denizli'de beni de umum mahkûmlar içinde aşıladılar. Hiçbirisine zarar olmadığı halde beni yirmi gün hasta etti. Hıfz-ı İlahî ile benim için tehlikeli olan hastahaneye gitmeye mecbur edilmedim. Kat’iyen vücudum aşıya gelmez. Hem mazeretim kuvvetlidir. Hem yetmişbeş yaşında gâyet zaîf olduğumdan ancak on yaşında bir çocuğa edilen aşıya ancak tahammül edebilirim. Hem madem daima tecrid-i mutlak içindeyim. benim başkalarıyla temasım yok. Hem bir ay evvel iki doktoru vali Emirdağı'na gönderdi. beni tam muayene ettiler. hiç bir sâri hastalık bulunmadı ve yalnız gâyet za'fiyetten ve tecridden ve ihtiyarlıktan ve kulunç hastalığından başka birşey bulamadılar. Elbette bu hal beni kanunca aşılamağa mecbur etmez. Hem büyük bir ricam var beni hastahaneye sevketmeyiniz. Bütün hayatımda hususan bu yirmiiki sene tecrid-i mutlak ömrümde tahammül edemediğim bir vaziyete yani tanımadığım hastabakıcıların hükmü altına mecbur etmeyiniz. Gerçi bu sıralarda kabre girmeyi hoş görmeğe başlamıştım. Fakat insaniyetlerini gördüğüm bu hapis heyet-i idaresinin ve hatırları ve mahpusların tesellileri için şimdilik hapsi kabre tercih ettim.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Evvelâ.. Benim şahsıma edilen eziyet ve ihanetlerden müteessir olmayınız. Çünki Risale-i Nur'da bir kusur bulamıyorlar. onun bedeline benim ehemmiyetsiz ve çok kusurlu şahsımla uğraşıyorlar. Ben bundan memnunum. Risale-i Nur'un selâmetine ve şerefine binler şahsî elemler, belalar, tahkirler görsem yine müftehirane şükretmek. Nur'dan aldığım dersin muktezasıdır. ve onun için bana bu cihette acımayınız. Sâniyen.. Pek geniş ve şiddetli ve merhametsiz bu taarruz ve hücum şimdilik yirmiden bire indi. Binler haslar yerinde birkaç

257

Zât. ve yüzbinler alâkadarlar bedeline mahdud birkaç yeni kardeşleri topladılar. Demek inâyet-i İlahiye ile pek hafif bir surete çevrilmiş. Sâlisen.. İnâyet-i Rabbaniye ile.. iki sene aleyhimizde plân çeviren sâbık vali def'oldu. ve aleyhimizde pek ziyade evhamlandırılan Dâhiliye Vekili.. hemşehriliği ve nesilce cedleri ziyade dindarlık cihetiyle bu dehşetli hücumu pek çok hafifleştirdiğine kuvvetli bir ihtimal var. Onun için me'yus olmayınız. ve telaş etmeyiniz. Râbian.. Pek çok tecrübelerle ve hâdiselerle kat'î kanaat verecek bir tarzda Risale-i Nur'un ağlamasıyla ya zemin titrer veyahud hava ağlar. Gözümüzle çok gördüğümüz ve kısmen mahkemelerde dahi isbat ettiğimiz gibi tahminimce bu kış emsalsiz bir tarzda yaz gibi bidâyette gülmesi Risale-i Nur'un perde altında teksir makinesiyle gülmesine ve intişarına tevafuku.. ve her tarafta taharri ve müsadere endişesiyle tevakkufla ağlamasına birdenbire kışın dehşetli hiddeti ve ağlamasıyla tetabuku kuvvetli bir emaredir ki: hakikat-ı Kur’âniyenin bu sırada parlak bir mu'cize-i kübrasıdır zemin ve kâinat onun ile alâkadar...

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Bugün birden hatıra geldi ki: mes'ele-i Nuriye münasebetiyle bu medreseye kader-i İlahî ve kısmetin sevkiyle gelenleri ta'ziye yerine tebrik eyle. Çünki ekseriyetin herbiri yirmiotuz sene belki yüz sene belki bin masum kardeşlerimize bedel gelip onları bir derece zahmetten kurtarıyor. Hem Nurlarla imana hizmetiniz devam etmekle beraber herbiri az zamanda çok hizmet etmiş. bazıları on senede yüz senelik iş görmüş gibidir. Hem bu yeni Medrese-i Yusufiye'nin imtihanında bulunup onun geniş ve küllî kıymetdar neticelerine bilfiil hissedar olmak için bu zahmetli mücahedeye giriyorlar. Ve kolayca görmelerine müştak oldukları, hâlis sadık kardeşlerini görüp tatlı bir ders alıp veriyorlar. Hem madem dünyanın istirahat zamanları devam etmiyor. boşboşuna gidiyor. elbette böyle az zahmetle çok kâr kazananlar tebrike lâyıktırlar. Kardeşlerim. bu geniş hücum Risale-i Nur'un fütuhatına karşıdır. Fakat anladılar ki Nurlara iliştikçe daha ziyade parlar. ders dairesi genişlenip ehemmiyet kesbeder. ve mağlub olmaz. Yalnız sırran tenevverat perdesi altına girer. Onun için plânı değiştirdiler zahiren Nurlara ilişmiyorlar.. Biz madem inâyet altındayız.. elbette kemal-i sabır içinde şükretmeliyiz.

258

_________

Aziz sıddık kardeşlerim. Garib ve latif iki halimi beyan etmek lâzım geldi.. Birincisi Benim tecrid-i mutlakta sizin gibi canımdan ziyade sevdiğim kardeşlerimle serbest görüşemediğimden bir inâyet-i İlahiye ve bir maslahat bulunduğu kalbime ihtar edildi. Çünki elli lirayı sarfedip görüşmek için Emirdağı'na gelerek elli dakika bazı on dakika bazı hiç görüşmeden giden çok âhiret kardeşlerimiz birer bahane ile kendilerini bu Medrese-i Yusufiye'ye atacaklardı. Benim dar vaktim ve inzivadan gelen halet-i ruhiyem bıraksa o fedakâr dostlarile tam sohbet etmeğe hizmet-i Nuriye müsaade etmezdi. İkincisi: Bir zaman meşhur bir allâme harbin müteaddid cephesinde cihada gidenler görmüşler. ona demişler. O da demiş (Bana sevab kazandırmak ve derslerimden ehl-i imana istifade ettirmek için benim şeklimde bazı evliyalar benim yerimde işler görmüşler.) Aynen bunun gibi Denizli'de câmilerde beni gördükleri gibi resmen ihbar da edilmiş. müdür ve gardiyana aksetmiş. Bazıları telaş ederek "Kim ona hapishane kapısını açıyor "demişler. Hem burada dahi aynen öyle oluyor. Halbuki benim çok kusurlu ehemmiyetsiz şahsiyetime pek cüz'î bir hârika isnadına bedel. Risale-i Nur'un hârikalarını isbat edip gösteren Sikke-i Gaybîyye Mecmuası yüz derece belki bin derece ziyade Nurlara itimad kazandırır. ve makbuliyetine imza basar. Hususan Nur'un kahraman talebeleri ve onlar hakikaten hârika halleriyle ve kalemleriyle imza basıyorlar.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Beni merak etmeyiniz. ben sizinle beraber bir binada bulunduğumdan bahtiyarım. memnun ve mesrurum. Şimdi vazifemiz Bir müdafaa nüshası Isparta'ya gitsin. Mümkün ise hem yeni hurufla hem makine ile eski huruf yirmi nüsha çıksın. Hattâ oranın müdde-i umumîsine gösterilsin. Hem bir nüsha avukatımıza bizzât verilsin. ve ayrı bir nüsha da müdüre verip tâ onu da dava vekilimize o versin. Hem Ankara makamatına yeni harfle ve beraberinde eski harfle Denizli'de olduğu gibi gönderilecek. Mümkün ise: beş nüsha makamata hazırlansın. Çünki müsadere edilen Nurlar. eski harfle o makamata hususan Diyanet Riyaseti heyetine gönderilmiş. sonra buraya gelmiş. Hem vekilimiz Ahmed Bey'e haber veriniz ki müdafaayı makine ile yazdığı vakit sıhhatine pekçok dikkat etsin. Çünki ifadelerim başkasına benzemiyor. Bir harfin ve bazan bir noktanın

259

yanlışıyla bir mes'ele değişir. mana bozulur. Hem buraya gelen iki makine size müsaade َِ ‫ا ِه‬ verilmezse geri gitsin. Hem telaş edip sıkılmayınız me'yus olmayınız. (‫سر‬ َ ‫ن‬ ِ ْ ‫مع َه الْعُه‬

‫سًرا‬ ْ ُ ‫)ي‬

sırrıyla inâyet-i İlahiye inşâallah çabuk imdadımıza yetişir.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Risale-i Nur benim bedelime sizlerle görüşür. derse müştak yeni kardeşlerimize güzelce ders verir. Nurlarla ya okumak veya okutmak veya yazmak suretiyle meşguliyet.. tecrübelerle kalbe ferah ruha rahat rızka bereket vücuda sıhhat veriyor. Şimdi Hüsrev gibi Nur kahramanı size ihsan edildi. İnşâallah bu medrese-i Yusufiye dahi Medreset-üz Zehra'nın bir mübarek dershanesi olacak. Ben şimdiye kadar Hüsrev'i ehl-i dünyaya göstermiyordum. gizliyordum. Fakat neşredilen mecmualar onu ehl-i siyasete tamamıyla gösterdi. gizli birşey kalmadı. Onun için ben onun iki-üç hizmetini has kardeşlerime izhar ettim. Hem ben hem o daha gizlemek değil.. lüzum ise aynı hakikat beyan edilecek. Fakat şimdilik karşımızda hakikatı dinleyecekler içinde dehşetli ve tezahür etmiş iki muannid.. hem zındık hem komünist hesabına (biri Emirdağı'nda malûm olmuş. biri de burada) gâyet dessasane aleyhimizde iftiralarla memurları ürkütmeğe çalışıyorlar. Onun için biz şimdilik çok ihtiyat edip telaş etmemek. ve inâyet-i İlahiyenin imdadımıza gelmesini tevekkül ile beklemek lâzımdır.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬

Ey hapis arkadaşlarım ve din kardeşlerim. Size hem dünya azabından hem âhiret azabından kurtaracak bir hakikatı beyan etmekliğim kalbime ihtar edildi. O da şudur. Meselâ birisi birisinin kardeşini veya akrabasını öldürmüş. Bir dakika o hiddet yüzünden milyonlar dakika hem kalbî sıkıntıyı hem hapis azabını çeker. Ve maktulün akrabası dahi intikam endişesiyle ve karşısında düşmanını düşünmesiyle hayatının lezzetini ve ömrünün zevkini kaçırır. Hem korku hem hiddet azabını çeker. Bunun tek bir çaresi var. O da Kur’ânın emrettiği ve hak ve hakikat ve maslahat ve insaniyet ve İslâmiyetin iktiza ve teşvik ettikleri olan barışmaktır. ve musalaha etmektir. Evet hakikat ve maslahat sulhtur. Çünki ecel birdir. değişmez. O maktul herhalde ecel geldiğinden daha dünyada

260

kalmayacaktı. O katil ise o kaza-i İlahiyeye vasıta olmuş. Eğer barışılmazsa.. iki taraf da daima korku ve intikam azabını çekecekler. Onun içindir ki: Üç günden fazla bir mü'min diğer bir mü'mine küsmemeyi İslâmiyet emrediyor. Eğer o katl bir adavetten ve bir kinli garazdan gelmemiş ise ve bir münafık o fitneye vesile olmuş ise: çabuk barışmak elzemdir. Yoksa o cüz'î musibet büyük olur devam eder. Eğer barışsalar ve öldüren tövbe etse ve maktule her vakit dua etse.. o halde her iki taraf çok kazanırlar.ve kardeş gibi olurlar. Bir gitmiş kardeşe bedel birkaç dindar kardeşleri kazanır. Ve Kaza ve kader-i İlahîye teslim olup düşmanını afveder. ve bilhassa madem Risale-i Nur dersini dinlemişler elbette mabeynlerinde bulunan bütün küsmekleri bırakmağa hem maslahat ve istirahat-ı şahsiye ve umumiye iktiza ediyor. Nasılki Denizli hapsinde birbirine düşman olan bütün mahpuslar Nurlar dersiyle birbirlerine kardeş oldular. ve bizim beraetimize bir sebeb oldular. Ve hattâ dinsizlere de serserilere de o mahpuslar hakkında Mâşâallah bârekâllah dedirttiler. o mahpuslar tam teneffüs ettiler. Ben burada gördüm ki: birtek âdemin yüzünden yüz âdem sıkıntı çekip beraber teneffüse çıkmıyorlar. Onlara zulüm olur. Merd vicdanlı bir mü'min küçük ve cüz'î bir hata veya menfaat yüzünden yüzer zararı ehl-i imana vermez. Eğer hata etse verse.. çabuk tövbe etmek lâzımdır.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Ben hem Risale-i Nur'u hem sizleri hem kendimi "Hüsrev ve Hıfzı ve Bartın'lı Seyyid'in kıymetdar müjdeleriyle" hem tebrik hem tebşir ediyorum. Evet bu sene hacca gidenler Mekke-i Mükerreme'de Nur'un kuvvetli mecmualarını büyük âlimlerin hem Arabçaya hem Hindçeye tercüme ve neşre çalışmaları gibi Medine-i Münevvere'de dahi o derece makbul olmuş ki: Ravza-i Mutahharada makber-i saadet üstünde konulmuş. Hacı Seyyid kendi gözüyle Asâ-yı Musa mecmuasını kabr-i Peygamberî (Aleyhisselatü Vesselam) üzerinde görmüş. Demek makbul-i Nebevî olmuş ve rıza-yı Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm dairesine girmiş. Hem niyet ettiğimiz ve buradan giden hacılara dediğimiz gibi.. Nurlar bizim bedelimize o mübarek makamları ziyaret etmişler. Hadsiz şükür olsun Nur'un kahramanları bu mecmuaları tashihli olarak neşretmeleriyle: pekçok faidelerinden birisi de beni tashih vazifesinden ve merakından kurtardığı gibi kalemle yazılan sair nüshalara tam bir me'haz olması cihetinde yüzer tashihçi hükmüne geçtiler. Cenab-ı Erhamürrâhimîn o mecmuaların herbir harfine mukabil onların defter-i hasenatlarına bin hasene yazdırsın. Âmîn âmîn âmîn.

261

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك ايُِهَا الن ِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Müjdeli ve tabiri çıkmış latif bir rü'ya. Bana hizmet eden Ali geldi dedi." Ben rü'yamda gördüm ki: sen Hüsrev'le beraber.. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın elini öptün." Birden bir mektub aldım ki: Hüsrev'in hattıyla yazılan Asâ-yı Musa mecmuasını kabr-i Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm üzerinde hacılar görmüşler. Demek benim bedelime Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın manevî elini Hüsrev ve kaleminin vasıtasıyla öpmüş ve rıza-yı Nebeviyeye mazhar olmuş.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. ve hapis arkadaşlarım. Evvelâ: Sureten görüşmediğimizden merak etmeyiniz. Bizler manen her zaman görüşüyoruz. Benim ehemmiyetsiz şahsıma bedel Nurdan elinize geçen hangi risaleyi okusanız veya dinleseniz benim âdi şahsım yerine Kur’ânın bir hâdimi haysiyetiyle beni o risale içinde görüp sohbet edersiniz. Zâten ben de sizinle bütün dualarımda ve yazılarınızda.. ve alâkanızla hayalimde görüşüyorum. ve bir dairede beraber bulunmamızdan her vakit görüşüyoruz gibidir. Sâniyen: Bu yeni Medrese-i Yusufiye'de Risale-i Nur'un yeni talebelerine deriz. Kuvvetli hüccetlerle hattâ ehl-i vukufu da teslime mecbur eden işarat-ı Kur’âniye ile Nur'un sadık şakirdleri iman ile kabre girecekler. Hem şirket-i maneviye-i Nuriyenin feyziyle herbir şakird derecesine göre umum kardeşlerinin manevî kazançlarına ve dualarına hissedar olur. Güya binler dil ile istiğfar eder ibadet eder. Bu iki faide ve netice bu acib zamanda bu bütün zahmetleri sıkıntıları hiçe indirir. pek çok ucuz olarak o iki kıymetdar kârları sadık müşterilerine verir.

‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Afyon müdafaanamesinin hem bize hem bu Nurlara hem bu memlekete hem âlem-i İslâm'a ehemmiyetli hakikatları var. Herhalde.. yeni hurufla beş-on nüsha çıkarmak lâzımdır. tâ Ankara makamatına gönderilsin. Bizi tahliye ve tecziye etseler de hiç ehemmiyeti yok. Şimdi vazifemiz o müdafaattaki hakikatları hem hükûmete hem adliyelere hem millete bildirmektir. Belki de kader-i İlahî bizi bu dershaneye sevketmesinin bir hikmeti de budur. Mümkün olduğu kadar çabuk makine ile çıksın. Bizi bugün tahliye etseler yine onu bu makamata vermeğe mecburuz. Sizi aldatıp te'hir edilmesin. yeter

262

Aynı mes'ele için onbeş senede üç defa bu eşedd-i zulüm ve bu bahaneler ve emsalsiz işkencelere karşı son müdafaamız olsun. Madem kanunen kendimizi müdafaa etmek için sâbık mahkemelerde makineyi bize vermişler. burada o hakkımızı bizden hiç bir kanunla. men'edemezler. Eğer resmen çare bulmazsanız bizim avukatımız hariçten herşeyden evvel bulacağınız makine ile beş nüshasını çıkarsın. hem sıhhatına çok dikkat etsin.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz yeni kardeşlerimve eski mahpuslar Benim kat'î kanaatım gelmiş ki: buraya girmemizin inâyet-i İlahiye cihetinde bir ehemmiyetli sebebi sizsiniz. Yani sizi Nurların tesellileriyle ve imanın hakikatlarıyla bu hapis musibetinin sıkıntılarından ve dünyevî çok zararlarından ve boşuboşuna gam ve hüzün ile giden hayatınızı faidesizlikten ve bâd-i heva zayi' olmasından ve dünyanızın ağladığı gibi âhiretinizi ağlamaktan kurtarıp tam bir teselli size vermektir. Madem hakikat budur. Elbette siz dahi Denizli mahpusları ve Nur talebeleri gibi birbirinize karşı kardeş olmanız lâzımdır. Görüyorsunuz ki: bir bıçak içinize girmemek ve birbirinize tecavüz etmemeniz için dışarıdan gelen bütün eşyalarınızı ve yemek ve ekmeklerinizi ve çorbalarınızı karıştırıyorlar. Size sadakatla hizmet eden gardiyanlar çok zahmet çekiyorlar. Hem siz hep beraber teneffüse çıkmıyorsunuz. güya canavarlar ve vahşiler gibi birbirinize saldıracaksınız. İşte şimdi sizin gibi fıtrî kahramanlık damarını taşıyan yeni arkadaşlar.. bu zamanda manevî büyük bir kahramanlık ile heyet-i idareye deyiniz ki: Değil elimize bıçak ve mavzer ve rovelver verilse: hem emir de verilse biz bu bîçare ve bizim gibi musibetzede arkadaşlarımıza dokunmayacağız. Eskiden yüz düşmanlık ve adavetimiz dahi olsa da onları helâl edip hatırlarını kırmamağa çalışacağımıza Kur’ânın ve imanın ve uhuvveti İslâmiyenin ve maslahatımızın emriyle ve irşadıyla karar verdik diyerek bu hapsi bir mübarek dershaneye çeviriniz.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ِٰ ‫ة‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Ehl-i dünya.. bir siyasette ve bir san'atta ve bir vazifede veya bir hayat-ı içtimaiyeye aid bir hizmette ve hususî bir nevi ticarette bulunan herbir taifenin bir nevi kongrede toplanması ve müzake etmeleri.. gibi iman-ı tahkikî hizmet-i kudsiyesinde bulunan..

263

Nur talebeleri dahi kader-i İlahiyenin emriyle ve inâyet-i Rabbaniyenin tensibi ve sevkiyle bu Medrese-i Yusufiye kongresine gelmelerinde inşâallah pek çok kıymetdar manevî faideler ve ehemmiyetli neticeler ihsan edilecek. ve Nur'un erkânları herbiri bir elif gibi. tek başına bir yerde bir kıymeti varsa bir elif üç elifle omuz omuza gelip halen görüşse binyüzonbir olduğu gibi bu içtimada kıymeti ve inşâallah kudsî hizmeti ve sevabı bin olur. o elif elfün olur.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Bugün benim pencerelerimi mıhlamalarının sebebi mahpusla müarefe ve selâmlaşmamaklığım içindir. Zahirde başka bahane gösteriyorlar.Hiç merak etmeyiniz. Bilakis benim ehemmiyetsiz şahsım ile meşgul olup Nurlara ve talebelerine çok sıkıntı vermediklerinden.. beni cidden ve kalben onların şahsî ihanetler ve işkencelerle tazib etmeleri Nurların ve sizlerin bedeline olduğu.. ve bir derece Nurlara ilişmemeleri cihetinde memnunum ve sabır içinde şükrederim. merak etmiyorum. Siz dahi hiç müteessir olmayınız. Gizli düşmanlarımız. memurların nazar-ı dikkatlerini şahsıma çevirmelerinden" Nurların ve talebelerinin selâmetleri ve maslahatları noktasında" bir inâyet ve bir hayır var diye kanaatım var. Bazı kardeşlerimiz hiddet edip dokunaklı konuşmasınlar. hem ihtiyatla hareket etsinler. ve telaş etmesinler hem herkese bu mes'eleden bahis açmasınlar. Çünki: safdil kardeşlerimiz. ve ihtiyata daha alışmayan yeni kardeşlerimizin sözlerinden mana çıkaran casuslar bulunur. Habbeyi kubbe yaparak ihbar edebilirler. Şimdi vaziyetimiz şaka kaldırmıyor. Bununla beraber hiç endişe etmeyiniz. Biz inâyet-i İlahiye altındayız. ve bütün meşakkatlara karşı kemal-i sabır ile belki şükür ile mukabele etmeğe azmetmişiz. Bir dirhem zahmet ve bir batman rahmet ve sevabı netice verdiğinden şükretmeğe.. mükellefiz.

(‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫)بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. İki ehemmiyetli sebeb ve bir kuvvetli ihtara binaen ben bütün vazife-i müdafaatı buraya gelen ve gelecek olan Nur erkânlarına bırakmağa kalben mecbur oldum. Hususan (*) (H,R,T,F,S) Birinci Sebeb: Ben hem sorgu dairesinde. hem çok emarelerden kat'î bildim ki: bana karşı ellerinden geldiği kadar müşkilât yapmağa

(*):

Hüsrev, Re'fet, Tahiri, Feyzi, Sabri.

ve fikren onlara galebe etmemden kaçmağa çalışıyorlar. ve resmen de onlara iş'ar var. Güya ben konuşmamla mahkemeleri ilzam edecek derecede diplomatları susturacak bir iktidar-ı ilmî ve siyasî göstereceğim diye benim konuşmama bahanelerle mani oluyorlar. Hattâ sorguda bir suale karşı dedim Tahattur edemiyorum. O hâkim taaccüb ve hayretle dedi."Senin gibi fevkalâde acib zekâvet ve ilim sahibi" nasıl unutur. Onlar Risale-i Nur'un hârika yüksekliklerini ve ilmî tahkikatını benim fikrimden zannedip dehşet almışlar. Beni konuşturmak istemiyorlar. Hem güya benim ile kim görüşse birden Nur'un fedakâr bir talebesi olur. Onun için beni görüştürmüyorlar. Hattâ Diyanet Reisi demiş Kim onunla görüşse ona

264

kapılır. cazibesi kuvvetlidir.. Demek şimdi işimi de sizlere bırakmağa maslahatımız iktiza ediyor. Ve yanınızdaki yeni ve eski müdafaatlarımı benim bedelime sizin meşveretinize bırakıyorum ve iştirak ediyorum. o kâfidir. İkinci Sebeb: Başka vakte bırakıyorum. Fakat ihtar-ı manevînin kısa bir işareti şudur. Bana yirmibeş sene siyaseti ve gazeteleri ve sair çok fâni şeyleri terkettiren ve onlarla meşguliyeti men'eden kuvvetli bir vazife-i uhreviye ve tesirli bir halet-i ruhiye benim bu mes'elenin teferruatıyla iştigal etmeme kat'iyen mani oluyor. Sizler bazan arasıra iki dava vekilinizle meşveretle benim vazifemi dahi görüşürsünüz.

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Şimdi namazda bir hâtıra kalbe geldi ki: Kardeşlerin ziyade hüsn-i zanlarına binaen senden maddî ve manevî ders ve yardım ve himmet bekliyorlar. Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin. erkânların meşveretlerine bıraktın. ve isabet ettin. Aynen öyle de uhrevî ve Kur’ânî ve imanî ve ilmî işlerinde dahi Risale-i Nur'u ve şakirdlerin şahs-ı manevîsini tevkil ile o hâlis ve muhlis kardeşların şahs-ı manevîleri.. senden çok mükemmel o vazifeni kendi vazifeleriyle beraber yaparlar. Hem daima da şimdiye kadar yapıyorlar. Meselâ seninle görüşen.. muvakkat bir dirhem ders ve nasihat alsa Risale-i Nur'dan bir cüz'ünden yüz dirhem ders alabilir. Hem senin yerinde nasihat alır. sohbet eder. Hem Nur şakirdlerinin hasları bu vazifeni her vakit yapıyorlar. Ve inşâallah pek yüksek bir makamda bulunan ve duası makbul olan şahs-ı manevîlerinin daima beraberlerinde bir üstad yardımcıdır diye. ruhuma hem teselli hem müjde hem istirahat verdi..

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim.

265

Bu iki gün zarfında iki küçük patlak.. zahirî hiç bir sebeb yokken acib manidar bir tarzda olması tesadüfe benzemiyor.. Birincisi.. Koğuşumda muhkem demirden olan soba birden kuvvetli tabanca gibi ses verip aşağısındaki kalın ve metin demiri bomba gibi patladı. iki parça oldu. Terzi Hamdi korktu. bizi hayret içinde bıraktı. Halbuki çok defa kışta taş kömürü ile kızdığı ve kırmızılaştığı halde tahammül ediyordu. İkincisi: Feyzilerin koğuşunda hiç bir sebeb yokken birden su destisi üstünde duran bardağın acib bir surette parça parça olması.. Hatıra geliyor ki: inşâallah bize zarar dokunmadan aleyhimizdeki dehşetli bombalar Ankara'nın altı makamatına gönderilen müdafaat nüshaları patlattırdılar. bize zarar vermeden aleyhimize ateşlenen ve kızışan hiddet sobası iki parça oldu. Hem ihtimal var ki: mübarek soba benim teessüratımı ve tazarruatımı dinleyen tek ve menfaatli arkadaşım. bana haber veriyor ki: Bu zindandan ve hapishaneden gideceksin. bana ihtiyaç kalmadı.

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Bugün manevî bir ihtar ile sizin hesabınıza bir telaş bir hüzün bana geldi. Çabuk çıkmak isteyen ve derd-i maişet için endişe eden kardeşlerimiz hakikaten beni müteellim ve mahzun ettiği aynı dakikada bir mübarek hatıra ile bir hakikat ve bir müjde kalbe geldi. Beş günden sonra çok mübarek ve çok sevablı ibadet ayları olan şuhur-ı selâse gelecek. Her hasenenin sevabı.. başka vakitte on ise: Receb-i Şerifte yüzden fazladır. Şaban-ı Muazzamda üçyüzden ziyadedir. Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar. ve cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadir'de otuzbine çıkar. Bu pekçok uhrevî faideleri kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşher ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehli imana temin eden şuhur-ı selâseyi..böyle bize çok kâr veren Medrese-i Yusufiye'de geçirmek elbette büyük bir kârdır. Ne kadar zahmet çekilse, ayn-ı rahmettir. İbadet cihetinde böyle olduğu gibi Nur hizmeti dahi nisbeten kemmiyet değilse de keyfiyet itibariyle bire beştir. Çünki bu misafirhanede mütemadiyen giren, çıkanlar Nur'un derslerinin intişarına bir vasıtadırlar. Bazan bir âdemin ihlası yirmi âdem kadar faide verir. Hem Nur'un sırr-ı ihlası siyasetkârane yapacak kahramanlık damarını taşıyan Nur'un tesellilerine pekçok muhtaç bulunan mahpus bîçareler içinde intişarı için bir parça zahmet ve sıkıntı olsa da ehemmiyeti yok. Derd-i maişet ciheti ise Zâten bu üç ay âhiret pazarı olduğundan herbiriniz çok şakirdlerin bedeline hattâ bazınız bin âdemin

266

yerinde buraya girdiğinden elbette sizin haricî işlerinize yardımları olur diye tamamıyla ferahlandım. ve bayrama kadar burada bulunmak büyük nimettir bildim.

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Evvelâ Receb-i Şerifinizi ve yarınki Leyle-i Regaibinizi ruh-ı canımla tebrik ederiz. Sâniyen Me'yus olmayınız. hem merak ve telaş etmeyiniz. inâyet-i Rabbaniye inşâallah imdadımıza yetişir. Bu üç aydan beri aleyhimizde ihzar edilen bomba patladı. Benim sobam ve Feyzilerin su bardağı ve Hüsrev'in iki su bardaklarının verdikleri haber doğru çıktı. Fakat dehşetli değil hafif oldu. İnşâallah o ateş tamamen sönecek. Bütün hücumları şahsımı çürütmek ve Nur'un fütuhatına bulantı vermektir. Malûm münafıktan daha muzır ve gizli zındıkların elinde âlet bir âdem ve bid'atkâr bir yarım hoca ile beraber bütün kuvvetleriyle bize vurmaya çalıştıkları darbe yirmiden bire inmiş. İnşâallah o bir dahi bizi mecruh ve yaralı etmeyecek ve düşündükleri ve kasdettikleri bizi birbirimizden ve Nurlardan kaçırmak plânları dahi akîm kalacak. Bu mübarek ayların hürmetine ve pekçok sevab kazandırmalarına itimaden sabır ve tahammül içinde şükür ve tevekkül etmek. Ve (‫ن‬ ِ َ ‫ن بِالْقَدَرِ ا‬ َ ‫نا‬ َ َ ‫م‬ ْ ‫م‬ َ ‫م‬

‫ن الْكَد َ ِر‬ ِ ) düsturuna teslim olmak elzemdir vazifemizdir. َ ‫م‬

Ankaranın altı makamatına ve Afyon Ağır Ceza Mahkemesine verilen müdafaanın İtirazname tetimmesi ve lâhikasıdır. Afyon Mahkemesine beyan ediyorum ki. Artık yeter. sabır ve tahammülüm kalmadı. Yirmiiki sene sebebsiz bir nefy içinde daimî tarassudlarla tecrid-i mutlak ve haps-i münferid tarzında beni sıkmakla beraber altı mahkeme bir tek mes'eleden başka Risale-i Nur'un yüz kitabında medar-ı mes'uliyet bir şey bulamadığı halde evham yüzünden ve imkânatı vukuat yerinde istimal etmek cihetiyle kanunsuz bizi üç defa hapse sokup yüzbin lira Nur şakirdlerine zarar vermek dünyada emsali hiç vuku bulmamış bir zulum bir gadirdir ki: istikbal ve nesl-i âti -pek şiddetli olarak- zâlim müsebbiblerini lanetle yâd edecekleri gibi.. mahkeme-i kübrada Cehennem'in esfel-i safilînine atmakla o zâlimleri mahkûm edeceklerine kat'î kanaatımızla şimdiye kadar bir derece teselli bulup sükût ederek tahammül ediyordum. Yoksa hakkımızı tam müdafaa edebilirdik. İşte onbeş sene zarfında altı mahkeme yirmi senelik Nur risalelerini ve mektublarımızı tedkik edip beşi her bir cihetle bize beraet vermek

267

manasıyla ilişmediler. Yalnız Eskişehir Mahkemesi tek bir mes'ele olan tesettür-i nisa hakkında bir küçük risalenin beş-on kelimesini bahane ederek lastikli bir kanun maddesiyle hafif bir ceza verdiği zaman Mahkeme-i Temyiz'den sonra layiha-yı tashihimde kanunsuzluğun tek bir nümunesi olarak resmen Ankara'ya yazdım ki: Bin üçyüz elli senede üçyüzelli milyonun kudsî bir düsturuyla daimî ve kuvvetli bir âdet-i İslâmiyeyi ders veren ve emreden tesettür âyetini medeniyetin tenkidine karşı müdafaa için üçyüzelli bin tefsirin icmaına ve hükümlerine ittiba ederek o âyeti tefsir edip bin üçyüzelli senede geçmiş ecdadımızın mesleğine iktida eden bir âdeme o tefsiri için verilen ceza ve mahkûmiyeti dünyada adalet varsa elbette o hükmü nakzedecek ve bu acib lekeyi bu hükûmet-i İslâmiyedeki adliyeden silecek.) diye layiha-yı tashihimde yazdım oranın. müddeiumumîsine gösterdim. Ondan dehşet aldı. Dedi. Aman buna lüzum kalmadı. Cezanız az. hem pek az kaldı. Bunu vermeğe lüzum kalmadı. İşte bu nümune gibi size ve Ankara makamatına takdim edilen itirazname ve müdafaanamemde böyle acib çok nümuneleri elbette anladınız. Ben Afyon mahkemesinden taleb ve ümid ediyorum ki: bu milletin ve bu vatanın menfaatine bir ordu kadar hizmeti ve bereketi bulunan Risale-i Nur'un tam serbestiyetine karar vermenizi hakikat-ı adalet namına sizden bekliyoruz. Yoksa münasebetimle hapse giren beş-on arkadaşımın gitmesiyle beraber size haber veriyorum ki, ben en büyük cezaya çarpacak bir suç işleyip bu çeşit hayattan veda edeceğime mecbur eden bir fikir kalbime gelmiş. Şöyle ki: Hükûmet beni tam himaye ve bana yardım etmesi milletin maslahatına ve vatanın menfaatına çok lüzumu varken..beni sıkması îma eder ki: kırk seneden beri benimle mücadele eden gizli zındık komitesiyle şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı ehemmiyetli birer resmî makam elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükûmet ise ya bilmiyor. veya müsaade ediyor diye çok imalar bana endişe veriyor. Reis Bey. Müsaadenizle çok hayret ettiğim bir şeyi soracağım. Neden hiç siyasete karışmadığım halde ehl-i siyaset beni bütün bütün hukuk-ı medeniyeden ve hukuk-ı hürriyetten belki hukuk-ı hayattan iskat ediyorlar. Hattâ yüz cinâyeti bulunan gibi beni üçbuçuk ay tecrid-i mutlak içinde hayatıma sû'-i kasd edenler.. onbir defa zehirleyen gizli düşmanlarımın şerrinden beni muhafazaya çalışan çok dikkatli kardeşlerimin ve sadık hizmetçilerimin de benimle temaslarını yasak etmişler. ve ihtiyarlık ve gurbet ve hastalık içinde yalnızlığımdan daima ünsiyet ettiğim mübarek ve zararsız kitablarımın mütalaasından dahi beni mahrum etmişlerdir??? Müddeiumuma çok rica ettim ki: bana bir kitabımı ver. Va'dettiği halde vermedi. Yalnız olarak büyük, kilitli soğuk bir koğuşta

268

meşgalesiz durmağa mecbur etti. alâkadar memurları ve hademeleri bana karşı dostluk etmleri ve teselli vermeleri yerinde âdeta adavetkârane bakmalarına teşvik etti. Bir küçük nümunesi şudur. Müdüre müdde-i umumîye ve mahkeme reisine bir istid’a yazdım. Bir kardeşime gönderdim. tâ bilmediğim yeni hurufla yazsın. ve yazıldı. onlara verildi. Güya büyük bir suç işlemişim diye benim pencerelerimi mıhladılar. Ve duman beni sıkıyordu. bir pencereyi bırakmadım ki: mıhlamasınlar. Şimdi onu da mıhladılar. Hem hapis usûlü tecrid onbeş gün kadar olduğu halde beni üçbuçuk ay tecrid-i mutlakta hiçbir arkadaşımla temas ettirmediler. Hem üç aydan beri benim aleyhimde kırk sahifelik bir iddianame yazılıp bana gösterildi. Yeni hurufu bilmediğimden hem rahatsız ve hattım çok noksan olduğundan çok rica ettim ki. Bana biri iddianameyi okuyacak. ve dilimi bilen talebelerimden benim itiraznamemi yazacak iki kişiye izin veriniz.. dedim. izin vermediler. Dediler. Avukat gelsin okusun. Sonra onu da bırakmadılar. Yalnız bir kardeşe dediler ki: Eski hurufa çevir ona ver.. Halbuki o kırk sahifeyi yazmak altı-yedi günde ancak olur. Bir saatte bana okumak işini altı-yedi gün kadar uzatmak tâ benimle kimse temas etmesin fikri ise: pek dehşetli bir istibdad ile benim bütün hukuk-ı müdafaamı iskat etmektir. Dünyada yüz cinâyeti bulunan ve asılacak olan bir âdem dahi böyle muamele görmez. Ben hakikaten bu emsalsiz işkencenin hiçbir sebebini bilmediğimden çok azab çekiyorum. Ben haber aldım ki: mahkeme reisi vicdanlı ve merhametlidir.. Bu kanaate binaen ilk ve son bir tecrübe olarak makamınıza bu istirhamname ve şekvayı yazdım. Tecrid-i mutlakta hasta ve perişan Said Nursî

Başbakanlığa Dâhiliye Bakanlığına Adliye Bakanlığına Hürriyet ilânını Birinci Harb-i Umumîyi mütareke zamanlarını Millî Hükûmetin ilk teşekkülünü ve Cumhuriyet zamanını birden derkeden bütün hükûmet ricali beni pek iyi tanırlar. Bununla beraber müsaadenizle hayatıma bir sinema şeridi gibi sizinle beraber göz gezdirelim. Bitlis vilâyetine tâbi Nurs köyünde doğan ben.. talebe hayatımda rastgelen âlimlerle mücadele ederek ilmî münakaşalarla karşıma çıkanları inâyet-i İlahiye ile mağlub ede ede İstanbul'a kadar geldim. İstanbul'da bu âfetli şöhret içinde mücadele ederek nihâyet rakiblerimin ifsadatıyla merhum Sultan Abdülhamid'in emriyle tımarhaneye kadar sürüklendim. Hürriyet ilânıyla ve 31 Mart Vak'asındaki hizmetlerimle İttihad ve Terakki hükûmetinin nazar-ı dikkatini celbettim. Câmi-ül Ezher gibi Medreset-üz Zehra namında bir İslâm üniversitesinin Van'da açılması teklifi ile karşılaştım. Hattâ temelini attım. Birinci harbin patlamasıyla talebelerimi başıma toplayarak gönüllü alay kumandanı olarak harbe

269

iştirak ettim. Kafkas cephesinde Bitlis'te esir düştüm. Esaretten kurtularak İstanbul'a geldim. Dâr-ül Hikmet-il İslâmiyeye a'za oldum. Mütareke zamanında istila kuvvetlerine karşı bütün mevcudiyetimle İstanbul'da çalıştım. Millî hükûmetin galibiyeti üzerine yaptığım hizmetler Ankara hükûmetince takdir edilerek Van'da üniversite açmak teklifi tekrarlandı. Buraya kadar geçen hayatım bir vatanperverlik hali idi. Siyaset yoluyla dine hizmet etmek hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim. ve kendi ıstılahıma göre Eski Said'i gömdüm. Büsbütün âhiret ehli Yeni Said olarak dünyadan elimi çektim. Tam bir inziva ile bir zaman İstanbul'un Yuşa Tepesi'ne çekildim. Daha sonra doğduğum yer olan Bitlis ve Van tarafına giderek mağaralara kapandım. Ruhî ve vicdanî hazzımla başbaşa kaldım. "Eûzü billahi mineşşeytani vessiyase"deyip yani Şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınırım düsturuyla kendi ruhî âlemime daldım. Ve Kur’ân-ı Azîmüşşan'ın tedkik ve mütalaasıyla vakit geçirerek Yeni Said olarak yaşamağa başladım. Fakat kaderin cilveleri beni menfî olarak muhtelif yerlerde bulundurdu. Bu esnada Kur’ân-ı Kerim'in feyzinden kalbime doğan füyuzatı yanımdaki kimselere yazdırarak Risale-i Nur külliyatı vücuda geldi. Bu risalelerin heyet-i mecmuasına Risale-i Nur ismini verdim. Hakikaten Kur’ânın nuruna istinad ettiği için bu isim vicdanımdan doğmuş. Ve Bunun ilham-ı İlahî olduğuna bütün imanımla kaniim. ve bunları istinsah edenlere Bârekâllah dedim. Çünki iman nurunu başkalarından esirgemeye imkân yoktur. Bu risalelerim bir takım iman sahibleri tarafından birbirinden alınarak istinsah edildi. Bana böyle bir kanaat verdi ki: müslümanların zedelenen imanlarını takviye için bir sevk-i İlahîdir. Bu sevk-i İlahîye hiç bir sahib-i iman mani olamayacağı gibi teşvike de dinen mecbur bulunduğumu hissettim.. Zâten bugüne kadar yüzotuzu bulan bu risaleler tamamen âhiret ve iman bahislerine aid olup siyasetten ve dünyadan kasdî olarak bahsetmez. Buna rağmen bir takım fırsat düşkünlerinin de iştigal mevzuu oldu. Üzerinde tedkikat yapılarak Eskişehir Kastamonu Denizli'de tevkif edildim. muhakemeler oldu. Neticede hakikat tecelli etti adalet yerini buldu.Fakat bu düşkünler bir türlü usanmadılar. Bu defa da beni tevkif ederek Afyon'a getirmişlerdir. Mevkufum. isticvab altındayım. Bana şunları isnad ediyorlar. 1- Sen siyasî bir cem'iyet kurmuşsun.. 2- Sen rejime aykırı fikirler neşrediyorsun.. 3Sen Siyasî bir gâye peşindesin.? Bunların esbab-ı mûcibeleri ve delilleri de risalelerimin iki-üçünden on-onbeş cümleleridir. Sayın bakan.. Napolyon'un dediği gibi "Bana tevili kabil olmayan bir cümle getiriniz sizi onunla i'dam edeyim." Beşerin ağzından çıkan hangi cümle vardır ki: tevillerle cürüm ve suç teşkil etmesin. Bilhassa benim gibi yetmişbeş yaşına varmış. ve bütün

270

dünya hayatından elini çekmiş.sırf âhiret hayatına hasr-ı hayat etmiş bir âdemin yazıları elbette serbest olacaktır. Hüsn-i niyete makrun olduğu için pervasız olacaktır. Bunları tedkikle altında cürüm aramak insafsızlıktır. Başka birşey değildir. Binaenaleyh bu yüzotuz risalemden hiç birisinde dünya işini alâkalandıran bir maksad yoktur. Hepsi de Kur’ân nurundan iktibas edilen âhirete ve imana taalluk eder. Ne siyasî ve ne de dünyevî hiç bir gâye ve maksad yoktur. Nitekim hangi mahkeme işe başlamış ise: aynı kanaatla beraet kararını vermiştir. Binaenaleyh lüzumsuz mahkemeleri işgal etmek.ve masum iman sahiblerini işlerinden güçlerinden alıkoymak.vatan ve millet namına yazıktır. Eski Said bütün hayatını vatan ve milletin saadeti uğrunda sarfetmişken..bütün bütün dünyadan el çekmiş yetmişbeş yaşına gelmiş Yeni Said nasıl olur da siyasetle iştigal eder.bu halime tamamen siz de kanisiniz. Benim birtek gâyem vardır..O da.. Mezara yaklaştığım bu zamanda.İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor. Halkı.bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve müslümanları imana davet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedem ile inşâallah.Allah huzuruna girmek istiyorum bütün faaliyetim budur. Beni bu gâyemden alıkoyanlar da korkarım ki bolşevikler olsun.Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan sizin gibi dindar kuvvetlerle el ele vermek benim için mukaddes bir gâyedir. Beni serbest bırakınız. El birliğiyle komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına ve Allah'ın birliğine hizmet edeyim. Afyon Hapihanesinde Mevkuf Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Bu dünyada hususan bu zamanda hususan musibete düşenlere ve bilhassa Nur şakirdlerindeki dehşetli sıkıntılara ve me'yusiyetlere karşı en tesirli çare birbirine teselli ve ferah vermek.ve kuvve-i maneviyesini takviye etmek.ve fedakâr hakikî kardeş gibi birbirinin gam ve hüzün ve sıkıntılarına merhem sürmek.ve tam şefkatle kederli kalbini okşamaktır. Mabeynimizdeki hakikî ve uhrevî uhuvvet gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz. Madem ben size bütün kuvvetimle itimad edip bel bağlamışım.ve sizin için değil yalnız istirahatımı ve haysiyetimi ve şerefimi belki sevinçle ruhumu da feda etmeğe karar verdiğimi bilirsiniz.belki de görüyorsunuz. Hattâ kasemle temin ederim ki:Sekiz gündür Nur'un iki rüknü zahirî birbirine nazlanmakla ve teselli yerine hüzün vermek olan ehemmiyetsiz hâdisenin bu sırada benim kalbime verdiği azab cihetiyle Eyvah eyvah El'aman el'aman Ya Erhamerrâhimîn

271

meded Bizi muhafaza eyle..bizi cinn ve insî şeytanların şerrinden kurtar.kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet leve uhuvvet ve şefkatle doldur diye: hem ruhum hem kalbim hem aklım feryad edip ağladılar. Ey demir gibi sarsılmaz kardeşlerim. Bana yardım ediniz. Mes'elemiz çok naziktir. Ben sizlere çok güveniyordum ki:bütün vazifelerimi şahs-ı manevînize bırakmıştım. Siz de bütün kuvvetinizle benim imdadıma koşmanız lâzım geliyor. Gerçi hâdise pek cüz'î ve geçici ve küçük idi. Fakat saatimizin zenbereğine ve gözümüzün hadekasına gelen bir saç ve bir zerrecik dahi incitir. Ve bu noktada ehemmiyetlidir. maddî üç patlak ve manevî üç müşahedeler:tam tamına haber verdiler.

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim Sobamın ve Feyzilerin ve Sabri ve Hüsrev'in iki su bardaklarının parça parça olması dehşetli bir musibet geldiğini haber verdiler. Evet bizim en kuvvetli nokta-i istinadımız olan hakikî tesanüd ve birbirinin kusuruna bakmamak. ve Hüsrev gibi bir Nur kahramanından benim yerimde ve Nur'un şahs-ı manevîsinin çok ehemmiyetli bir mümessili olmasından hiç bir cihetle gücenmemek elzemdir. Ben kaç gündür dehşetli bir sıkıntı ve me'yusiyet hissettiğimden Düşmanlarımız bizi mağlub edecek bir çare bulmuşlar. diye çok telaş etdim. Hem sobam. hem hayalî ayn-ı hakikat müşahedem doğru haber verdiler. Sakın sakın sakın. şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü çabuk tamir ediniz. Vallahi bu hâdise bizim hapse girmemizden daha ziyade Kur’ân ve iman hizmetimize hususan bu sırada zarar vermek ihtimali kavîdir.

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim Leyle-i Mi'rac ikinci bir Kadir hükmündedir. Bu gece mümkün oldukça çalışmakla kazanç birden bine çıkar. Şirket-i maneviye sırrıyla inşâallah herbiriniz kırkbin dil ile tesbih eden bazı melekler gibi kırkbin lisan ile bu kıymetdar gecede ve sevabı çok bu çilehanede ibadet ve dualar edeceksiniz. ve hakkımızda gelen fırtınada binden bir zarar olmamasına mukabil bu gecedeki ibadet ile şükredersiniz. Hem sizin tam ihtiyatınızı tebrik ile beraber.hakkımızda inâyet-i Rabbaniye pek zahir bir surette tecelli ettiğini tebşir ederiz. Said Nursî

272

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim Evvelâ:Sizin Leyle-i Mi'racınızı bütün ruh u canımla tebrik ediyorum. Sâniyen Yirmi seneden beri bir davamız olan asayişe mümkün olduğu kadar Nur şakirdleri dokunmuyorlar. Ve bize hücum edenlerin en başta emniyeti ve asayişi bozmak davalarına bir emare ve davamızı cerhetmeğe bahane olması kuvvetle muhtemel bulunan bu hapis hâdisesi inâyet-i İlahiye ile hârika bir tarzda sizin sadakat ve ihlasınızın bir kerameti olarak yüzde bire indi. Kubbe habbe edildi. Yoksa hakkımızda habbeyi kubbe yapanlar bundan istifade edip iftiralarını çoklara inandıracaklardı. Sâlisen.. Beni merak etmeyiniz. Sizinle bir binada bulunmam her zahmetimi ve sıkıntımı hiçe indirir. Zâten burada toplanmamızın çok cihetlerle ehemmiyeti var. Ve hizmet-i imaniyeye faideleri çoktur. Hattâ bu defa tetimme-i itirazımdaki ehemmiyetli bazı hakikatlar o altı makamata gidip tam dikkatlerini celb ederek hükmünü bir derece onlarda icra etmesi bütün sıkıntılarımızı hiçe indirdi.. Râbian.. Mümkün olduğu kadar Nurlarla meşguliyet hem sıkıntıları izale eder. hem beş nevi ibadet sayılabilir. Hâmisen.. Nur'un dersleri vasıtasıyla geçen musibet yüzden bire indi. Yoksa: zemin ve zamanın nezaketi cihetiyle baruta ateş atmak hükmünde o tek habbe kubbeler olacaktı.. Hattâ resmî bir kısım memurlar demişler ki... Nur dersini dinleyenler karışmadılar. "Eğer umum nur dersini dinlese idiler hiçbirşey olmazdı. Siz mümkün olduğu kadar.. ikiliğe meydan vermeyiniz. Hapis sıkıntısına başkası ilâve olmasın. Mahpuslar dahi Nurcular gibi kardeş olsunlar.birbirine küsmesinler.

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık muhlis kardeşlerim. Bizler imkân dairesinde bütün kuvvetimizle Lem'a-i İhlas'ın düsturlarını ve hakikî ihlasın sırrını mabeynimizde ve birbirimize karşı istimal etmekliğimiz vücub derecesine gelmiştir. Kat'î haber aldım ki: üç aydan beri buradaki has kardeşleri birbirine karşı meşreb veya fikir ihtilafıyla:bir soğukluk vermek için üç âdem tayin edilmiş. Hem metin Nurcuları usandırmakla sarsmak.ve nazik ve tahammülsüzleri evhamlandırmak ve hizmet-i Nuriyeden vazgeçirmek için. sebebsiz mahkememizi uzatıyorlar. Sakın sakın şimdiye kadar mabeyninizdeki fedakârane uhuvvet:ve samimane muhabbet sarsılmasın. Bir zerre kadar olsa bize büyük zarar olu:. Çünki pek az bir sarsıntı Denizli'de olduğu gibi:hocaları yabanileştirir. birbirimize lüzum olsa ruhumuzu feda etmeğe hizmet-i Kur’âniye ve imaniyemiz iktiza ettiği: halde sıkıntıdan veya başka şeylerden gelen titizlikle hakikî fedakârlar birbirine karşı küsmeğe değil: belki kemal-i mahviyetle ve tevazu ve teslimiyetle kusuru kendine

273

alır.muhabbetini samimiyetini ziyadeleştirmeğe çalışır. Yoksa habbe kubbe olup tamir edilmeyecek bir zarar verebilir. Sizin ferasetinize havale edip kısa kesiyorum.

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim Ehemmiyetli bir manevî ihtara binaen şimdilik bir-iki vazife-i Nuriye var ki: bütün kuvvetinizle bu üçüncü Medrese-i Yusufiye'de musibetzede bîçare mahpuslar içinde ikilik ve garazkârane tarafgirlik düşmemesi için Nur dersleriyle çalışdırmaktır. Çünki ihtilaftan ve garaz ve kin ve inaddan istifadeye çalışan, perde altında dehşetli müfsidler var. Madem bu hapis arkadaşlarımız çoğu lüzum olsa vatanına ve milletine ve ahbabına fedakârane ruhunu feda ettiren kahramanlık damarını taşıyorlar. Elbette o civanmerdler inadlarını ve garazlarını ve adavetlerini milletin selâmeti ve bu hapislerin istirahatı ve perde altında anarşiliğe çalışan ve bolşevizmi aşılayanların ifsadlarından kurtulmak için hiç menfaatı bulunmayan ve bu fırtınalı zamanda zararı çok olan adavetini ve inadını feda etmeleri lâzımdır. Yoksa bu zamanda baruta ateş atmak gibi hem yüz bîçare mahpuslara hem Nur'un masum talebelerine hem bu Afyon memleketine ehemmiyetli zahmetlere sarsıntılara belki memlekete giren ecnebi komitesi parmaklarının ilişmesine bir vesile olur. Madem bizler onların hatırları için kader-i İlahiyle buraya girdik. ve bir kısmımız onların saadeti ve manevî rahatları için buradan çıkmak istemiyoruz:ve istirahatımızı onlar için feda edip her sıkıntıya sabır ve tahammül ediyoruz.elbette o yeni kardeşlerimiz dahi Denizli mahpusları gibi kardeşliğimiz hatırı için şaban ve ramazan hürmetine birbirine küsmemeleri ve kardeş olup barışmaları lâzım ve elzemdir. Zâten biz ve ben onları Nur talebeleri dairesinde biliriz. ve dualarımıza girmişledir.

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ َ ُ َ ْ ‫م ع َلي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اي ِهَا الن ِب‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. ِٰ ُ ‫ختَاَر ه‬ Evvelâ: ‫الل ُهه‬ ْ ‫ما ا‬ َ ْ ‫ اَل‬sırrıyla inşâallah mahkememizin te'hirinde َ ‫خيُْر ف ِى‬ ve tahliye olan kardeşlerimizin yine mahkeme gününde burada bulunmalarında büyük hayırlar var. Evet Risale-i Nur'un mes'elesi âlem-i İslâmda hususan bu memlekette küllî bir ehemmiyeti bulunduğundan böyle heyecanlı toplamalar ile umumun nazar-ı dikkatini Nur hakikatlarına celbetmek lâzımdır ki: ümidimizin ve ihtiyatımızın ve gizlememizin ve muarızların küçültmelerinin fevkinde ve ihtiyarımızın haricinde böyle şaşaa ile Risale-i Nur kendi derslerini dost ve düşmana aşikâre veriyor. En mahrem sırlarını en nâmahremlere çekinmeyerek gösteriyor. Madem hakikat budur. biz küçücük sıkıntılarımızı kinin gibi bir acı ilâç bilip sabır ve

274

Şükr etmeliyiz.Yâhu.. bu da geçer demeliyiz.. Sâniyen Bu Medrese-i Yusufiye'nin nâzırına yazdım. Ben Rusya'da esir iken en evvel Bolşevizm'in fırtınası hapishanelerden başladığı gibi: Fransız İhtilâl-i Kebiri dahi en evvel hapishanelerden başlamıştır. tarihde serseri namıyla yâdedilen mahpuslardan çıkmasına binaen biz Nur şakirdleri hem Eskişehirde hem Denizlide hem burada mümkün oldukça mahpusların.. ıslahına çalıştık. Eskişehir ve Denizli'de tam faidesi görüldü. Burada daha (Hâşiye) ziyade faidesi olacak: ki bu nazik zaman ve zeminde Nur'un dersleriyle geçen fırtınacık yüzden bire indi. Yoksa ihtilaftan ve böyle hâdiselerden istifade eden ve fırsat bekleyen haricî muzır cereyanlar o baruta ateş atıp bir yangın çıkabilirdi.

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık sarsılmaz sıkıntıdan usanıp bizlerden çekilmez kardeşlerim. Şimdi maddî manevî bir sıkıntıdan nefsim sizin hesabınıza beni mahzun eylerken birden kalbe geldi ki: hem senin hem buradaki kardeşlerin tek birisiyle yakından görüşmek için bu zahmet ve meşakkatin başka surette on mislini çekse idiniz yine ucuz olurdu. Hem Nur'un takvadarane ve riyazetkârane meşrebi hem umuma ve en muhtaçlara hattâ muarızlara ders vermek mesleği hem dairesindeki şahs-ı manevîyi konuşturmak için eski zamanda ehl-i hakikatın senede hiç olmazsa bir-iki defa içtimaları ve sohbetleri gibi Nur şakirdlerinin de birkaç senede en müsaid olan Medrese-i Yusufiye'de bir defa toplanmalarının lüzumu cihetinde bin sıkıntı ve meşakkat dahi olsa ehemmiyeti yoktur. Eski hapishanemizde birkaç zaîf kardeşlerimizin usanıp daire-i Nuriyeden çekinmeleri onlara pek büyük bir hasaret olup.. Nurlara hiçbir zarar gelmedi. Onların yerine daha metin daha muhlis şakirdler meydana çıktılar. Madem dünyanın bu imtihanları geçicidir. çabuk giderler. Sevablarını meyvelerini bizlere verirler. Biz de inâyet-i İlahiyeye itimad edip sabır içinde şükretmeliyiz.

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ َ ُ َ ْ ‫م ع َلي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اي ِهَا الن ِب‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim Evvelâ:Son iki parçayı ya eski harf veya makine harfiyle bera-yı malûmat gayr-ı resmî mahkeme reisine münasib gördüğünüz bir ciddî âdemle..verdiğiniz vakit.. ayrı bir pusula da ona yazınız ki:Said size teşekkür eder. Derki: Pencerelerimi açtılar. Fakat hiçbir kardeşim ve hizmetçilerime yanıma gelmeğe müddeiumumî müsaade vermiyor. Hem zâtınızdan çok rica eder ki mahkemede bulunan mu'cizatlı ve antika Kur’ânını ona veriniz ki: bu

(Hâşiye):

Bu fırtına ise Afyon hapsinde bir isyan çıktı.hiç bir Nur talebesi karışmadı.

mübarek aylarda okusun. O hârika Kur’ânından üç cüz'ü Diyanet Riyaseti'ne nümune için gönderilmişti. tâ fotoğrafla tab'ına çalışsınlar. Hem onun ile beraber Risale-i Nur'un mahkemedeki mecmualardan birisini sizden istiyor ki: bu tecrid-i mutlakta ve yalnızlıkta ve şiddetli sıkıntılarında mütalaasıyla bir medar-ı tesellisi ve bir arkadaşı olsun. Zâten o mecmuaları üç-dört mahkeme gördükleri ve ilişmedikleri gibi.. hacıların.. şehadet ve müşahedeleriyle o büyük mecmuaları.. hem Mekke-i Mükerreme'de hem Medine-i Münevvere'de hem Şam-ı Şerif'te hem Haleb'de hem Mısır da Câmi-ül Ezher'deki büyük

275

âlimler çok takdir ve tahsin edip.. hiç tenkid ve itiraz etmemişlerdir. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Hizb-i Nurî'den Feyzilerin yanında iki nüsha var. Eğer onlara lüzum yoksa: birisi bana gönderilsin. veya Mehmed Feyzi daha bir nüshayı yazsın. Hem Ramazaniye Risalesi ve matbu' Âyet-ül Kübra burada bulunması lâzımdır. Mabeyninizdeki gerginliği çabuk tamir ediniz. Sakın sakın az bir inhirafınız Nur dairesine pek büyük zararı olacak. Sıkıntıdan gelen hislere kapılmayınız. Sobamın patlaması bu musibete işaret idi.

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Hüsrev, Mehmed Feyzi,Sabri. Ben sizlere bütün kanaatımla itimad edip.istirahat-ı kalble kabre girmeyi ve Nurların selâmetini size bırakmayı bekliyordum. ve hiç bir şey sizi.. birbirinden ayıramayacak biliyordum. Şimdi dehşetli bir plânla Nur'un erkânlarını birbirinden soğutmak için resmen bir iş'ar var. Madem sizler lüzum olsa birbirinize hayatınızı kuvvet-i sadakatinizin ve Nurlara şiddet-i alâkanızın muktezası olarak feda edersiniz. Elbette gâyet cüz'î ve geçici ve ehemmiyetsiz hissiyatınızı feda etmeğe mükellefsiniz. Yoksa kat'iyen bizlere bu sırada büyük zararlar olacağı gibi Nur dairesinden ayrılmak ihtimali var diye titriyorum. Üç günden beri hiç görmediğim bir sıkıntı beni tekrar sarsıyordu. Şimdi kat'iyen bildim ki: göze bir saç düşmek gibi az bir nazlanmak sizin gibilerin mabeyninde hayat-ı Nuriyemize bir bomba olur. Hattâ size bunu da haber vereyim. Geçen fırtına ile bizi alâkadar göstermeğe çok çalışılmış. Şimdi mabeyninizde az bir yabanilik atmağa çabalıyorlar. Ben sizin hatırınız için herbirinizden on derece ziyade zahmet çektiğim halde sizin hiç birinizin kusuruna bakmamağa karar verdim. Siz dahi haklı ve haksız olsanız. benlik yapmamaklığınızı üstadınız olan şakirdlerin şahs-ı manevîsi namına istiyorum. Eğer o acib yerde beraber bulunmaktan gizli parmaklar karışıyorlarsa biriniz Tahirî'nin koğuşuna gidiniz. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim Rica ediyorum. üçünüzün hakkında birbirinden ziyade gücenmenize ehemmiyet verdiğimden gücenmeyiniz. Çünki Hüsrev'le Feyzi'de benim gibi insanlardan tevahhuş ve sıkılmak var. Hem birbirinden meşrebce bir derece ayrıdırlar. Sabri ise akraba ve tarz-ı maişet cihetinde hayat-ı içtimaiye ile birkaç vecihle alâkadar. ve ihtiyata mecburdur. İşte üçünüz bu ihtilaf-ı meslek ve meşreb haysiyetiyle o dağdağalı koğuşta ve sıkıntılı kalabalık içinde her halde tam tahammül ve sabır edemediğinizden ben telaş edip vesvese ediyorum. Çünki pek az bir muhalefetin bu sırada pek çok zararı var.

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ َ َ َ َ ْ ‫م ع َلي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك ايُِهَا الن ِب‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim bu Medrese-i Yusufiye'de ders arkadaşlarım. Bu gelen gece Leyle-i Berat bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin proğramı nev'inden olması cihetiyle Leyle-i Kadr'in kudsiyetindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadir'de otuzbin olduğu gibi Leyle-i Berat'ta herbir

276

amel-i sâlihin ve herbir harf-i Kur’ânın sevabı yirmibine çıkar.. Sair vakitlerde on ise şuhur-ı selâsede yüz ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyali-i meşhurede onbinlere veya yirmibine veya otuzbinlere çıkar. Bu geceler elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur’ânla ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak pek büyük bir kârdır.

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Elli senelik bir manevî ibadet ömrünü ehl-i imana kazandırabilen Leyle-i Beratınızı ruh-ı canımızla tebrik ederiz. Herbiriniz şirket-i maneviye sırrıyla ve tesanüd-i manevî feyziyle kırk bin lisanla tesbih eden bazı melekler gibi herbir hâlis muhlis Nur şakirdlerini kırkbin dil ile istiğfar ve ibadet etmiş gibi.. rahmet-i İlahiyeden kabul edilmemizi kanaat-ı tâmme ile ümid ediyoruz.

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Evvelâ.. Bid'akâr bazı hocaların telkinatıyla iddianamede İslâm Deccalı ve müteaddid birkaç deccalın geleceğini kabul etmiyorlar gibi Beşinci Şua'ın bir mes'elesine itiraz etmişler. Buna cevaben gâyet parlak ve kat'î bir mu'cize-i Nebeviyeyi (Aleyhisselatü Vesselam) gösteren bu hadîs-i sahihte

277

ْ َ َ ‫ن تََزا‬ ‫م َها اِلَى‬ ُ َ‫خلَف‬ ِ ْ ‫ل ال‬ ‫مى ِه‬ ِ ‫ة فِهى وِلْدِ ع َه‬ َ ‫س‬ َ ‫حت ِهَى ي ُه‬ ُ ِِ ‫سل‬ ْ ‫ل َه‬ ‫صنْوِ اب ِهى العَبَِا ِه‬ َِ َِ ‫ )الد‬Yani Benim amcam pederimin kardeşi Abbas'ın oğullarında Hilafet-i İslâmiye ‫ل‬ ِ ‫جا‬ (

devam edecek. Tâ Deccalin o hilafet yani saltanat-ı hilafet Deccal'ın muhrib eline geçecek.Yani uzun bir zaman beşyüz sene kadar hilafet-i Abbasiye vücuda gelecek.ve devam edecek. Sonra Cengiz ve Hülâgu denilen üç deccaldan birisi o saltanat-ı hilafeti mahvedecek.ve deccalane İslâm içinde hükûmet sürecek.. Demek İslâm içinde müteaddid hadîslerde üç deccal geleceğine zahir bir delildir. Bu hadîsedeki ihbar-ı gaybî kat'î iki mu'cizedir.mucizenin birisi hilafet-i Abbasiye vücuda gelecek ve beşyüz sene devam edecek. İkincisi de..sonunda en zâlim ve tahribci Cengiz ve Hülâgu namındaki bir deccal eliyle inkıraz bulacak... Acaba kütüb-i hadîsiyede Kur’âna ve şeriat-ı İslâm'a aid.. hattâ cüz'î şeyleri de haber veren Sahib-i Şeriat hiç mümkün müdür ki bu zamanımızdaki pek acib hâdisattan haber vermesin? Hem hiç mümkün müdür ki: bu acib hâdisatta Kur’âna sebatkârane geniş bir sahada en acib bir zamanda en ağır şeraid altında hizmet eden ve o hizmetin semerelerini dost ve düşmanları tasdik eden Risale-i Nur şakirdlerine işaretleri bulunmasın.

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ ب َََركَات‬ َ ‫ح‬ (‫ة‬ ُ ِ ‫ذِل‬ ُ َ ‫سكَن‬ ِ ‫م ال‬ ْ ‫م‬ ُ ِ ‫ت ع َلَيْه‬ ْ َ ‫ضرب‬ َ ْ ‫ة وَال‬ ِ ُ َ‫ )و‬Âyet-i celilesinin bir nüktesi..Aziz Nur

kumandanı ve Kur’ânın hâdimi kardeşim Re'fet Bey. Yahudi milleti hubb-ı hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeğe müstehak olmuşlar. Fakat bu Filistin mes'elesinde hubb-ı hayat ve dünyaperestlik hissi değil..belki Enbiya-i Benî İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin.. o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunmaları cihetiyle bir cihette bir ehemmiyeti hiss-i ve millî ve dinî olmasından çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa koca Arabistan'da az bir zümre hiç dayanamayacaktı çabuk meskenete gireceklerdi. Said Nursî

‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Sual.. Küre-i Arz'ın kürevî olduğuna dair.. bir âyet var mı? ve hangi surededir? Müstevî veya kürevî olduğunda tereddüdüm vardır! Her hükûmetin bulunduğu arazi deniz ortasındadır. Bu denizlerin etrafını muhafazakâr neler var? Lütfen beyanını rica eder. ellerinizden öperim. Emirdağlı Ali Hoca. Risale-i Nur bu çeşit mesaili hall etmiş. Küreviyet-i Arz ülema-i İslâmca kabul edilmiş. dine muhalefet yoktur. Âyetteki satıh demesi kürevî olmadığına delalet etmiyor. Müçtehidlerce istikbal-i kıble namazda şart olması.. ve şart ise bütün erkânda bulunması sırrıyla.. secde ve rükû'da istikbal-i kıble lâzım geliyor. Bu ise yerin zeminin küreviyeti ile ve şer'an kıble Kâ'be-i Mükerreme'nin üstü" tâ arşa kadar" ve altı ta ferşe kadar bir amud-ı nurani olması küreviyetle istikbal erkânda bulunabilir. Said Nursî

278

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Mübarek ramazan-ı şerifinizi bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak bu ramazan-ı şerifin Leyle-i Kadrini umumunuza bin aydan hayırlı eylesin. âmîn. Ve seksen sene bir ömr-i makbul hükmünde hakkınızda kabul eylesin. Âmîn.. Sâniyen.. Bayrama kadar burada kalmamızın bizlere çok faidesi ve hayrı olduğuna kanaatım var. Şimdi tahliye olsaydık. bu Medrese-i Yusufiye'deki hayırlardan mahrum kaldığımız gibi sırf uhrevî olan ramazan-ı şerifi dünya meşgaleleriyle huzur-ı manevîmizi haleldar edecektik.(‫ر فِهى‬ َ ْ ‫اَل‬ ُ ْ ‫خي‬

ِٰ ُ ‫ختَاَره‬ ْ ‫ما ا‬ ‫الل ُهه‬ َ

) inşâallah bunda da hayırlı büyük neticeler olacak. Mahkemede siz de anladınız ki.. hattâ kanunlarıyla da hiçbir cihetle bizi mahkûm edemediklerinden ehemmiyetsiz sinek kanadı kadar kanunla teması olmayan cüz'î mektubların cüz'î hususiyatı gibi cüz'î şeyleri medar-ı bahsedip büyük ve küllî mesail-i Nuriyeye ilişmeğe çare bulamadılar. Hem gâyet küllî ve geniş Nur talebelerinin ve Risale-i Nur'un bedeline yalnız şahsımı çürütmek. ve ehemmiyetten iskat etmek. bizim için büyük bir maslahattır ki Risale-i Nura ve talebelerine kader-i İlahî iliştirmiyor. Yalnız benim şahsımla meşgul ediyor. Ben de size ve bütün dostlarıma beyan ediyorum ki Bütün ruh u canımla hattâ nefs-i emmaremle beraber Risale-i Nur'un ve sizlerin selâmetine şahsıma gelen bütün zahmetleri manevî sevinç ve memnuniyetle kabul ediyorum. Cennet ucuz olmadığı gibi Cehennem de lüzumsuz değil... Dünya ve zahmetleri fâni ve çabuk geçici olduğu gibi bize gizli düşmanlarımızdan gelen zulüm de mahkeme-i kübrada ve kısmen de dünyada yüz derece ziyade intikamımız alınacağından hiddet yerinde onlara teessüf ediyoruz. Madem hakikat budur. Telaşsız ve ihtiyat içinde kemal-i sabır ve şükürle hakkımızda cereyan eden kaza ve kader-i İlahîye ve bizi himaye eden inâyet-i İlahiyeye karşı teslim ve tevekkül ile ve buradaki kardeşlerimizle de hâlisane ve tesellikârane ve samimane ve mütesanidane hakikî bir ülfet ve muhabbetle ve sohbetle ramazan-ı şerifte hayrı birden bine çıkan evradlarımızla meşgul olup ilmî derslerimizle bu cüz'î ve geçici sıkıntılara ehemmiyet vermemeğe çalışmak büyük bir bahtiyarlıktır. Ve Nur'un pek ehemmiyetli bu imtihanındaki tesirli dersleri ve muarızları (Hâşiye) kendini okutturması ehemmiyetli bir fütuhat-ı Nuriyedir. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ِٰ ‫ة‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim.

(Hâşiye):

Bazı kardeşlerimizin lüzumsuz talebeliğini inkâr etmeleri ve hususan eskide ehemmiyetli kendi hizmet-i Nuriyelerini lüzumsuz setr etmeleri gerçi çirkin olmuştur. fakat onların sâbık hizmetleri için afv edip gücenmemeliyiz.

279

Evvelâ.. Rivayat-ı sahiha ile "Leyle-i Kadr'i nısf-ı âhirde hususan aşr-ı âhirde arayınız." ferman etmesiyle bu gelecek geceler seksen küsur sene bir ibadet ömrünü kazandıran Leyle-i Kadr'in gelecek gecelerde ihtimali pek kavî olduğundan istifadeye çalışmak böyle sevablı yerlerde bir saadettir. Kadere iman eden gam ve hüzünden emin olur. Herşeyin güzel cihetine bakınız.saniyen (‫ر‬ ِ ‫ن‬ ِ َ ‫ن بِالْقَدَرِ ا‬ َ ‫نا‬ َ ) sırrı ile ( َ ‫م‬ َ ‫م‬ َ ‫م‬ ْ ‫م‬ ِ َ ‫ن الْكَد‬

َ ‫وَاُولٰئ ِهه‬ ِِ ُ ‫ن ك‬ َ ‫ل‬ ‫ه‬ ‫م‬ ُ ) kaidesinin sırrıyla ve (‫م اُولُوا‬ ‫ك هُهه‬ ِ ‫خذ ُوا‬ ْ َ‫ئ ا‬ ‫ح َهه‬ ُ َ ‫سن‬ ْ ٍ ْ ‫شي‬ ‫ْهه‬ َ َ َ َ ْ‫ن الْقَو‬ ‫م‬ ‫ه اُولٰئ ِه‬ ِ َ ‫ست‬ ْ َ‫ن ا‬ ‫ل فَيَتَِبِعُو َه‬ َ ‫معُو‬ ‫ح َه‬ ْ ‫ن ي َه‬ ُ ‫ن هَدَيهُه‬ ُ َ ‫سن‬ ‫اْلَلْبَا ِه‬ ‫)اَل ِذِي َه‬..(‫ب‬ ‫ك ال ِذِي َه‬ ‫ه‬ ِٰ ) âyet-i kerimesiyle. Ki.. (Sözleri dinleyip en güzeline tâbi' olanlar ve fenasına ‫الل ُهه‬ bakmayanlar hidâyet-i İlahiyeye mazhar akıl sahibi onlardır.)fermani ilahi ile Bizler için şimdi herşeyin iyi tarafına ve güzel cihetine ve ferah verecek vechine bakmak lâzımdır ki: manasız,lüzumsuz, zararlı, sıkıntılı, çirkin, geçici haller nazar-ı dikkatimizi celbedip kalbimizi meşgul etmesin. Sekizinci Söz'de bir bahçeye iki âdem biri çıkıyor. diğeri giriyor. Bahtiyarı bahçedeki çiçeklere güzel şeylere bakar. safa ile istirahat eder. Diğeri bedbaht temizlemek elinden gelmediği halde çirkin pis şeylere hasr-ı nazar eder.midesini bulandırır. İstirahata bedel sıkıntı çeker çıkar gider. Şimdi hayat-ı içtimaiye-i beşeriyenin safhaları hususan Yusufiye Medresesi bir bahçe hükmündedir. Hem çirkin hem güzeldir. hem kederli hem ferahlı şeyler beraber bulunur. Âkıl odur ki ferahlı ve güzel şeylerle meşgul olup. çirkin sıkıntılı şeylere ehemmiyet vermez. şekva ve merak yerinde şükreder. sevinir. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Evvelâ. Yarın gece Leyle-i Kadir olması ihtimali çok kuvvetli olduğundan.. bir kısım müçtehidler o geceye Leyle-i Kadr'i tahsis etmişler. Hakikî olmasa da madem ümmet o geceye o nazarla bakıyor. İnşâallah hakikî hükmünde kabule mazhar olur. Sâniyen.. Sarsıntılı olan altıncıdaki kardeşlerimizin istirahatlarını merak ediyorum. Bir parmak hariçten hapse hususan altıncıya karışıyor. oradaki kardeşlerimiz dikkat ve ihtiyat edip hiç bir şeye karışmasınlar. Sâlisen.. Avukata.reise okutmak için müdaafa parçasını gönderdiniz mi? Hem Halil Hilmi vahdet-i mes'ele itibariyle yalnız Sabri'nin değil.. belki umumumuzun avukatıdır. Ben bu nazarla ona bakıyordum. Şimdi umumumuzun hesabına birinci avukatımıza tam yardım etsin. Râbian: Taşköprülü Sadık Bey'in mukaddemesini istinsah için Sabri'ye vermiştim. Eğer yazılmış ise tashihten geçen parça ona gönderilecek. Yeni yazılan bir sureti bana gönderilsin. Hem Sadık'ın manzumeciği yanımdadır. sizde yoksa göndereceğim. Said Nursî

280

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Evvelâ Hem sizin hem hapisteki arkadaşlarımızın bayramınızı tebrik ederiz. Sizin ile bayramlaşanı aynen benimle bayramlaşmış gibi kabul ediyorum.ve umumuyla bizzât bayram ziyaretini yapmışım gibi biliniz.ve bildiriniz. Sâniyen.. Sebebsiz kalın demir sobamın parçalanmasıyla verdiği haber ve biz dahi o işarete binaen tam bir ihtiyat ve temkinle hareket ettiğimizden bu geçen fırtınacık yüzden bire indi. barut ateş almadı. Şimdi yine sebebsiz mataramın acib bir tarzda parçalanması küçücük parçalara inkısam etmesi. bize tekrar tam bir temkine ve tahammüle ve ihtiyata sarılmamızın lüzumunu haber veriyor. Aldığım manevî bir ihtar ile..gizli münafıklar dindarlara karşı namazsız sefahetçileri ve mürted komünistleri istimal etmek istiyorlar. hattâ parmaklarını (Hâşiyecik) buraya da sokmuşlar. ___________ (Bir Hâşiyecik)

___________

_________________

Dün kalbimde bir ferah ve sevinç vardı. baktım.Nurs'taki kardeşim Nurs'un balını bir matara içinde sekiz ay evvel bana Emirdağı'na göndermişti. Dün de Emirdağı'ndan bana geldi. Aman bana çabuk getirin dedim. Bekledim gelmedi. O sevinç bir hiddete döndü. Yüz matara kadar yanımda kıymetli bulunan o ballı matarayı yabani ellere verip çarşıya gönderilmesi sebeb oldu. o matara da birdenbire kırıldı. Kırksekiz seneden beri görmediğim Nurs köyünün meskat-i re'simin bir teberrükü olan o tatlıdan bayram tatlısı olarak herbir kardeşim bir parmakcığını tatsın diye bir mikdar gönderdim. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Talebelerin itiraznamelerini müdüre vermedim. Dedim Diyanet Riyaseti'ne ve bize risalelerimizle beraet veren Ankara'nın Ağır Ceza dairesine itiraznamemin âhiriyle beraber göndermek istiyoruz. Hem Hata-Savab Cedveli de o iki makama fakat mahrem yalnız bera-yı malûmat olarak göndermek münasibse. Dedi Münasibdir. Şimdi siz avukata deyiniz. Birkaç nüsha talebelerin itiraznamelerinin ve cedvelin iki nüsha çıkarsın. Hem Diyanet Riyasetine yazınız ki:Ulûm-ı diniye ehlini himaye etmek vazife-i zaruriyenizi Said ve arkadaşları hakkında bu defa Afyon'a gönderdiğiniz raporla mükemmel yapdığınızdan hem mazlum Said hem masum arkadaşları dairenize çok müteşekkir ve fevkalâde minnetdar oldular. Zâten mes'elemiz dinî ve ilmî olduğundan her daireden ve adliye ve zabıtadan evvel Diyanet Dairesi alâkadardır. Onun için hem Denizli'de hem Afyon'da en evvel o dairelere müracaat edip şekvamızı oradaki âlimlere yazdık. Bu mealde bir başlık yazınız. Said Nursî

281

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ ِٰ ‫ة‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ Aziz, sıddık kardeşim Re'fet Bey. Kur’ân-ı Azîmüşşan'ın hürmetine ve alâka-i Kur’âniyenizin hakkına ve Nurlar ile yirmi sene zarfında imana hizmetiniz şerefine çabuk bu dehşetli zahiren küçücük fakat vaziyetimizin nezaketine binaen pek elîm ve feci' ve bizi mahva çalışan gizli münafıklara büyük bir yardım olan birbirinize küsmekten ve baruta ateş atmak hükmündeki gücenmekten vazgeçiniz. ve geçiriniz. Yoksa bir dirhem şahsî hak yüzünden bizlere ve hizmet-i Kur’âniye ve imaniyeye yüz batman zarar gelmesi şimdilik ihtimali pek kavîdir. Sizi kasemle temin ederim ki. biriniz bana en büyük bir hakaret yapsa ve şahsımın haysiyetini bütün bütün kırsa fakat hizmet-i Kur’âniye ve imaniye. ve Nuriyeden vazgeçmezse ben onu helâl ederim barışırım gücenmemeğe çalışırım. Madem cüz'î bir yabaniliktenve düşmanlarımız istifadeye çalıştıklarını biliyorsunuz.çabuk barışınız. Manasız çok zararlı nazlanmaktan vazgeçiniz. Yoksa bir kısmımız Şemsi. Şefik. Tevfik gibi muarızlara sureten iltihak edip. hizmet-i imaniyemize büyük bir zarar ve noksaniyet olacak. Madem inâyet-i İlahiye şimdiye kadar bir zayiata bedel çoklarını o sistemde vermiş. İnşâallah yine imdadımıza yetişir. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Müdür Âyet-ül Kübrayı ve Rehber'i çok beğenmiş. Şimdi Asâ-yı Musa ve Zülfikar'ı istiyor. Ben de söz verdim Sana getirteceğim. Eğer burada Afyon'da varsa.. bir Asâ-yı Musa bir Zülfikar ciltli bir Rehber bir Âyet-ül Kübra ısmarlayınız. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ِ‫مدِه‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫م ع َلَي‬ َِ ‫اَل‬ ‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَا النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Evvelâ.. Bu raporun neticesi aynen Denizli'dekinin aynıdır. Bizi medar-ı ittiham noktalardan tebrie etmek içinde.onlara hoş görünmek.. ve Nurcu olmadıklarını göstermek fikriyle Vehhabîlik damarıyla.. bir parça ilmî tenkidiyle hücum etmişler. Tahminimce bu rapor iddianameden evvel buraya gelmiş ki bazı noktaları iddianame ondan almış. Öyle ise cedvelimiz onlara dahi tam cevabdır. Siz nasıl biliyorsunuz. Hem yeni cevabımız nasıldır.?iyi midir ?Pek acele ve perişan bir halde yazdım. Sâniyen.. Şimdiye kadar zahiren bizim şahıslarımızla ve cem'iyet ve tarîkat ile ve cüz'î bazı hususî mektublarla bizimle meşgul oluyordulardı. Şimdi Siracünnur Hücumat-ı Sitte'nin müsaderesiyle ve ehl-i vukufun Nurlara nazarı çevirmeleriyle ve gizli düşmanlarımızın desiseleriyle

282

bu vatanın bir medar-ı rahatı olan Risale-i Nur'a bir nevi hücum olduğundan şimdiye kadar çok defa olduğu gibi aynen bu memlekete bu hücumun aynı zamanında hem iki şiddetli zelzele geldiki: ben o bahsi yazıyordum.. Beni tasdik etti. ve yazmaya lüzum yok dedi. Ben de daha yazmadım. Bugün de işittim ki: harb korkusu başlamış. Ben de buranın âmirine dedim: Şimdiye kadar ne vakit Nurlara hücum edilse ya zemin hiddet eder. veya harb korkusu başlar. Tesadüf ihtimali kalmayacak derecede çok hâdiseleri gördük. ve mahkemelere dahi gösterildik. Demek bugünlerde bilmediğimiz halde Nurlar hakkında şiddetli telaşım. ve ehl-i vukufun hasudane tenkidleri ve Nur'un bir mühim mecmuasının müsaderesi sadaka-i makbule mahiyetinde olmasıyla musibetlerin def'ine bir vesile olan Siracünnur tesettür perdesinin altına girdi. zelzele ve harb korkusu başladı Said Nursî

َ َِ ‫مدِه اَل‬ َ ‫ن‬ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ ْ ‫م وَ َر‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ ُ َ ‫سل‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِٰ ِ‫ما‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫اللهِ وَ بََركَات‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Merak etmeyiniz.biz inâyet altındayız. Zahiren zahmetler altında rahmetler var. Ehl-i vukufu mecbur etmişler ki: bir parçasını çürütsünler. Elbette onların kalbleri Nurcu olmuş. Said Nursî

َ َِ ‫مدِه اَل‬ َ ‫ن‬ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ ْ ‫م وَ َر‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ ُ َ ‫سل‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِٰ ِ‫ما‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫اللهِ وَ بََركَات‬

Aziz sıddık kardeşlarım. Sarsılmaz. telaş etmez âhiretini bırakıp dünyaya dönmez. Arkadaşlarım. Bir parça daha burada kalmaktan ve mes'elemizi bir derece genişlendirmek istemelerinden mahzun olmayınız. Bilakis benim gibi memnun olunuz. Madem ömür durmuyor. zevale koşuyor. Böyle çilehanede uhrevî meyveleriyle bâkileşiyor. Hem Nur'un ders dairesi genişliyor. Meselâ. ehl-i vukufun hocaları tam dikkatle Siracünnur'u okumağa mecbur oluyorlar. Hem bu sırada çıkmamızla bir-iki cihetle hizmet-i imaniyemize bir noksan gelmek ihtimali var. Ben sizlerden şahsen çok ziyade sıkıntı çektiğim halde çıkmak istemiyorum. Siz de mümkün olduğu kadar sabır ve tahammüle ve bu tarz-ı hayata alışmağa ve Nurları yazmak ve okumaktan teselli ve ferah bulmağa çalışınız. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Evvelâ..Yanımda bulunan yeni harfle müdafaatımın âhirindeki cedvelden iki tanesini ehl-i vukufa cevabla beraber Diyanet Riyasetine ve Ankara'nın Ağır Ceza Mahkemesine göndermek için lüzum varsa size göndereceğim. Hem ehl-i vukufa cevabın bir sureti buradaki mahkemeye verilsin. Sâniyen.. Mes'elemizi genişlettirmeleri hayırdır. Şimdiye kadar kıymetini düşürmek fikriyle zahiren küçük ve ehemmiyetsiz gösterip.. gizli çok ehemmiyet veriyordulardı. Şimdi bu vaziyet inşâallah hizmet-i imaniye ve Kur’ânîye daha ziyade hayırlı ve faideli olacak. Said Nursî

283

َ َِ ‫مدِه اَل‬ َ ‫ن‬ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ ْ ‫م وَ َر‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ ُ َ ‫سل‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِٰ ِ‫ما‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫اللهِ وَ بََركَات‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Evvelâ..Bu sene serbest olsaydık. belki bir kısmımız hacca gidecekti. İnşâallah bu niyetimiz fiili hacca gitmiş gibi kabul olup bu sıkıntılı halimizde hizmet-i imaniye ve Nuriyemiz öyle büyük bir hac sevabını verecek. Sâniyen. Risale-i Nur Kur’ânın çok kuvvetli hakikî bir tefsiridir. tekrar ile dediğimizden bazı dikkatsizler tam manasını bilemediklerinden bir hakikatı beyan etmeğe bir ihtar aldım. O hakikat şudur. Tefsir iki kısımdır. Birisi Malûm tefsirlerdir ki Kur’ân'ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin manalarını beyan ve izah ve isbat ederler. İkinci kısım tefsir ise: Kur’ânın imanî olan hakikatlarını kuvvetli hüccetlerle beyan ve izah etmektir. Bir kısmının pekçok ehemmiyeti var. Zahirdeki malûm tefsirler bu kısmı bazan mücmel bir tarzda dercediyorlar. Fakat Risale-i Nur doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş emsalsiz bir tarzda muannid feylesofları susturan bir manevî ali tefsirdir. Sâlisen.. Sabahleyin birşey yazacaktım.geri kaldı. Şimdi aynı mes'ele çıktı. kâtib Sâlim Bey izin verdi. Yarın Heyet-i Vekile'ye bir istid’a yazmak için Hüsrev ve Tahirî yanıma gelsinler. Said Nursî

َ َِ ‫مدِه اَل‬ َ ‫ن‬ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ ْ ‫م وَ َر‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ ُ َ ‫سل‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ‫ما‬ ِٰ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Acaba ortalıkta en ziyade zararlı biz ve Nurlar mıdır ki: her muharrir serbest yazıyorlar. ve her sınıf müdahalesiz toplantı yapıyorlar. Halbuki: din terbiyesi olmasa Müslümanlarda istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlakadan başka çare olmaz. Çünki nasıl bir Müslüman şimdiye kadar hakikî Yahudi ve Nasrani olmamış. Ve olmaz. belki dinsiz olur. bütün bütün bozulur. Öyle de bir Müslüman Bolşevik olamaz. Belki anarşi olur. daha istibdadı mutlaktan başka idare edilmez. Biz Nur talebeleri hem idareye hem asayişe hem vatan ve milletin saadetine çalışıyoruz. Karşımızdakiler dinsiz ve anarşist ve millet ve vatan düşmanlarıdır. Hükûmet için bize ilişmek değil tam himaye ve bize yardım etmek elzemdir. Said Nursî

284

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Ehl-i vukufun insafsızca ve hatalı ve haksız tenkidleri Vehhabîlik damarıyla İmam-ı Ali'nin Radıyallahü Anhın Nurlarla ciddî alâkasını ve takdirini çekemeyerek ve geçen sene zemzem sularını döktüren ve bu sene haccı men'eden evhamın tesiri altında o yanlış ve hasudane itirazları. Beşinci Şua'a etmişler. Bu sırada böyle evhamlı ve telaşlı bir zamanda bizim için en selâmetli yer hapistir. İnşâallah Nurlar hem kendimizin hem kendilerinin serbestiyetini kazandıracaklar. Madem emsalsiz bir tarzda çok ağır şeraid altında pek çok muarızlar karşısında bu derece Nurlar kendilerini okutturuyorlar. talebelerini hapiste çeşit çeşit suretlerde çalıştırıyorlar. perişaniyetlerine inâyet-i İlahiye ile meydan vermiyorlar. bizler bu dereceye kanaat edip şekva yerinde şükr etmekle mükellefiz. Benim bütün şiddetli sıkıntılara karşı tahammülüm bu kanaattan geliyor. Vazife-i İlahiyeye karışmam. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ِ َ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه ابَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َليْك‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Re'fet Mehmed Feyzi.Sabri. Ben. şiddetli bir işaret ve manevî bir ihtarla sizin üçünüzden Risale-i Nur'un hatırı ve bu bayramın hürmeti ve eski hukukumuzun hakkı için çok rica ederim ki dehşetli yeni bir yaramızın tedavisine çalışınız. Çünki gizli düşmanlarımız iki plânı takib ediyorlar. birisi beni ihanetlerle çürütmek ikincisi mabeynimize bir soğukluk vermektir. Başta Hüsrev aleyhinde bir tenkid ve itiraz ve gücenmek ile bizi birbirimizden ayırmaktır. Ben size ilân ederim ki: Hüsrev'in bin kusuru olsa: ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünki: şimdi onun aleyhinde bulunmak doğrudan doğruya Risale-i Nur aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyanettir ki: benim sobamın parçalanması gibi acib sebebsiz bir hâdise başıma geldi. Ve bana yapılan son işkence dahi. bu manasız ve çok zararlı tesanüdsüzlüğünüzden geldiğine kanaatım var. Dehşetli bir parmak buraya hususan altıncıya karışıyor. Beni bu bayramımda ağlatmayınız. çabuk kalben tam barışınız. Said Nursî

َ َِ ‫مدِه اَل‬ َ ‫ن‬ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ ْ ‫م وَ َر‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ ُ َ ‫سل‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ‫ما‬ ِٰ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬

Aziz sıddık kardeşlerim Bu iki nüshanın biri benimdir. biri müdüründür. Başta benim hattımla yazısı bulunan nüshaya göre müdürün nüshasını tashih ediniz. Ben bu defa Âyet-ül Kübra'yı mütalaa ederken İkinci Makamını âhire kadar. âhirdeki manevî muhavereyi. pekçok ehemmiyetli gördüm. ve çok istifade

285

ettim. Sizin istifadeniz için biri okusun biri dinlesin. Tashih ile beraber muattal kalmaması için ikişer kardeşlerimiz mütalaa etsinler. Sâniyen.. Bana aid Onuncu Söz ve buradaki mektublar defteri ve saire zayi' olmasın. ve muattal kalmasın. Ben nezaretini Ceylan'a bırakmıştım. Said Nursî

َ َِ ‫مدِه اَل‬ َ ‫ن‬ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ ْ ‫م وَ َر‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ ُ َ ‫سل‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ِ ‫ما‬ ٰ ً ِ ‫ه ابَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Ben şimdi Celcelutiye'yi okurken."

َ ‫ق ِ تَبَاَر‬ َِ ُ ‫ك ث‬ ‫ل‬ َ ِ ‫ "ب‬cümlesinde َ َ‫ن و‬ ٍ ِ ‫سائ‬ ٍ ‫م نُو‬ ِ ‫ح‬ َِ ‫ "ث ُه‬suresi Kader Sözüyle Risale-i Kader'e işaret eden yirmialtıncı mertebede.." ‫ن‬ ‫م نُو ْه‬ münasebeti nedir? kalbime geldiği ânda ihtar edildi. O surenin başını okurken gördüm ki..(‫ن‬ ٓ ‫ن‬ َ ‫سطُُرو‬ ْ َ ‫ما ي‬ َ َ‫ )وَالْقَلَم ِ و‬âyeti bütün kalemlerin ve tastir ve kitabların aslına ve esasına ve ezelî me'hazına ve sermedî üstadına kaderin kalemine ve Nuruna ve ilm-i ezelînin nuruna işaret eden (‫ن‬ ِ ‫ )وَالذَِارِيَا‬Zerrat Risalesi'ne işareti gibi kuvvetli bir ٓ ) kelimesidir. Demek (‫ت‬ münasebetle (‫ن‬ ٓ ) kelimesi:Risale-i Kader'e kuvvetli işaretle bakar. Said Nursî

َ َِ ‫مدِه اَل‬ َ ‫ن‬ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ ْ ‫م وَ َر‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ ُ َ ‫سل‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِٰ ِ‫ما‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫اللهِ وَ بََركَات‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Ben bugün yalnız iki-üç kardeşimizin tahliyelerini isterdim. Fakat hakkımızdaki inâyet-i İlahiye onların menfaati için geri bıraktı. Ve yirmi gün kadar bizim bu vaziyetimiz lâzım ve elzemdir. Çünki bu bayramda beraber bulunmamız hem bize hem Nurlara hem hizmetimize hem manevî ve maddî istirahatımıze ve hacıların dualarından tam bir hisse almamıza ve Ankara'ya gönderilen Risale-i Nur'un müsadereden kurtulmasına ve bizim mazlumiyetimize acıyıp Nurlara sarılanların çoğalmasına ve hazır büyük hatalara rıza ile vatan ve millet ve din hainlerine dehalet etmediğimize bir hüccet olması lâzımdı. Said Nursî

َ َِ ‫مدِه اَل‬ َ ‫ن‬ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ ْ ‫م وَ َر‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ ُ َ ‫سل‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ِ ‫ما‬ ٰ ً ِ ‫ه ابَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬

Aziz sıddık sarsılmaz kardeşlerim. ِٰ ‫ختَاَره ُه‬ Evvelâ (‫ه‬ ْ ‫ما ا‬ َ ْ ‫ ) اَل‬sırrınca mes'elemizin te'hirinde hayır var. ‫الل ُه‬ ‫خيُْر فِهى َه‬ Kalbim ve Nurların serbestiyeti öyle istiyordu. Siz hem birbirinizi teselli hem kuvve-i maneviyeyi takviye hem tatlı sohbetle müzakere-i ilmiye hem Nurların yazması ve mütalaalarıyla bu geçici zahmetin noktasını siler. rahmet yapmağa ve bu fâni saatleri bâki saatlere çevirmeğe muvaffak olursunuz. İnşâallah.. Sâniyen Madem bayramlaşmamız mahkemenin muvakkat hapis menzilinde oldu. ben de bayram tatlısı olarak Konya kahramanı Zübeyr'in bana getirdiği zemzem ile Nurs Karyesi'nin bence çok manidar balını size gönderdim. Siz bal matarasına su koyun. karıştırınız. Sonra zemzemi içine dökünüz kemal-i âfiyetle içiniz. Said Nursî

286

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬ Aziz sıddık sarsılmaz kardeşlerim. Sizi ruh u canımla tebrik ediyorum. çabuk yaramızı tedavi ettiniz. Ben de bu gece şifadan tam ferahlandım. Zâten Medreset-üz Zehra tevessü' edip hakikî ihlası ve tam fedakârane terk-i enaniyeti ve tevazu-ı tâmmı daire-i Nur'da aşılıyor. Neşr ediyor. Elbette gâyet cüz'î ve muvakkat hassasiyet ve titizlik ve nazlanmak o kuvvetli ve uhuvvet alâkayı bozamaz. ve İhlas Lem'ası bu noktada mükemmel bir nâsihtir. Şimdi en ziyade bizi ve Nurları vurmak ve sarsmak için en fena plân.. Nur talebelerini birbirinden soğutmak ve usandırmak ve meşreb ve fikir cihetinde birbirinden ayırmaktır. Gerçi gâyet cüz'î bir nazlanmak oldu. Fakat göze bir saç düşse başa düşen bir taş kadar incitir ki büyük bir hâdise hükmünde mataram haber verdi. Merhum Hâfız Ali'nin küçücük böyle bir halden vefatından bir parça evvel şekvası o vakitten beri belki yüz defa hatırıma gelmiş.ve beni müteessir etmiştir. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Ehemmiyetli bir taraftan ehemmiyetli ve manidar bir sual edilmiş. Bana sordular: Sizin cem'iyet olmadığınız üç mahkeme o cihette beraet vermesiyle ve yirmi seneden beri tarassud ve nezaret eden altı vilâyetin o noktadan ilişmemeleriyle tahakkuk ettiği halde.. Nurcularda öyle hârika bir alâka var ki: hiç bir cem'iyette hiçbir komitede yoktur. Bu müşkilimi hall etmenizi istiyoruz. dediler. Ben de cevaben dedim ki: Evet:Nurcular:cem'iyet, memiyet değiller. hususan siyasî ve dünyevî ve menfî ve şahsî ve cemaatî menfaat için teşekkül eden cem'iyet ve komite değiller. ve olamazlar. Fakat bu vatanın eski kahramanları kemal-i sevinçle şehadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden milyonlar İslâm fedailerinin ahfadları ve oğulları ve kızları o fedailik damarından irsiyet almışlar ki: bu hârika alâkayı gösterip Denizli Mahkemesinde bu âciz bîçare kardeşlerine bu gelen cümleyi onlar hesabına söylettirdiler.(Milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir hakikata başımız dahi feda olsun) diye onlar namına söylemiş. mahkemeyi hayret ve takdirle susturmuş. Demek Nurlarda hakikî hâlis sırf rıza-yı İlahî için ve müsbet ve uhrevî fedailer var ki: mason ve komünist ve ifsad ve zındıka ve ilhad ve Taşnak gibi dehşetli komiteler o Nurculara çare bulamıyorlar. Hükûmeti, adliyeyi aldatarak lastikli kanunlarla onları kırmak ve dağıtmak istiyorlar. İnşâallah bir halt edemezler. Belki Nur'un ve imanın fedailerini çoğaltmağa sebebiyet vereceklerdir. Said Nursî

287

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬ Aziz sıddık kardeşlerim. Dünkü suale benzer kırk sene evvel olmuş bir sual ve cevabı size hikâye edeceğim. O eski zamanda Eski Said'in talebelerinin üstadlarıyla alâkaları fedailik derecesine geldiğinden Van ve Bitlis tarafından Ermeni komitesi Taşnak fedaileri çok faaliyette bulunuyorlardı. Eski Said onlara karşı duruyordu.onları bir derece susturuyordu. Kendi talebelerine mavzer tüfekleri bulup alıyordu. bir vakit medresesi asker kışlası gibi silâhlar ve kitablarla beraber bulunurken vakit bir asker feriki geldi. Gördü. Dedi. Bu medrese değil kışladır. Bitlis hâdisesi münasebetiyle evhama düştü. Emretti. Onun silâhlarını alınız.dedi. Bizden ellerine geçen onbeş mavzerimizi aldılar. Bir-iki ay sonra harb-i umumî patladı. Ben tüfeklerimizi geri aldım. Her ne ise.. Bu haller münasebetiyle benden sordular ki: Dehşetli fedaileri bulunan Ermeni komitesi sizden korkuyorlar ki. siz Van'da Erek Dağı'na çıktığınız zaman ermeni fedailer sizden çekinip dağılıyorlar. başka yere gidiyorlar. Acaba sizde ne kuvvet var ki:öyle oluyor.? Ben de cevaben diyordum. Madem fâni dünya hayatı küçücük ve menfî milliyetin muvakkat menfaati ve selâmeti için bu hârika fedakârlığı yapan Ermeni fedaileri karşımızda görünüyorla. Elbette hayat-ı bâkiyeye ve pek büyük İslâm millet-i kudsiyesinin müsbet menfaatlerine çalışan ve (Hâşiye) Ecel birdir. itikad eden talebeler o fedailerden geri kalmazlar. Lüzum olsa o kat'î ve zahirî birkaç sene mevhum ömrünü milyonlar sene bir ömre ve milyarlar dindaşlarının selâmetine ve menfaatine tereddüdsüz müftehirane feda ederler. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ِ َ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه ابَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َليْك‬

Aziz sıddık vefadar ve şefkatkar kardeşlerim. İki gündür hem başımda hem asabımda tesirli bir nezle ağrısı var. Böyle hallerde bir derece dostlarla görüşmeğe teselli ve ünsiyet almağa ihtiyacım içinde.. bu acib tecridim ve yalnızlık vahşeti beni sıktı. bir nevi şekva kalbe geldi. Neden bu tazib oluyor. hizmetimize faidesi nedir? Birden bu sabah kalbe ihtar edildi ki: Siz bu şiddetli imtihana girmeniz ve inceden inceye sizi kaç defa (altun mu? bakır mı?) diye mehenge vurmak ve her cihette sizi insafsızca tecrübe etmek ve nefislerinizin hisseleri ve desiseleri var mı yok mu? üç-dört eleklerle elenmek. Hâlisane sırf hak ve hakikat namına olan hizmetinize pekçok lüzumu vardı ki: kader-i İlahî ve inâyet-i Rabbaniye müsaade ediyor. ___________ (Hâşiye):

___________

_________________

Kardaşlarımın namına âcizane diyorum ki: Lüzum olursa. Inşâallah. çok ileri geçeceğiz. Bizler dinde olduğu gibi kahramanlıkta da ecdadımızın vârisleri olduğumuzu göstereceğiz.

Çünki böyle meydan-ı imtihanda inadcı ve bahaneci insafsız muarızların karşısında teşhir edilmesinden herkes anladı ki: Hiç bir hile hiç bir enaniyet hiçbir garaz-ı dünyevî ve uhrevî ve hiçbir şahsî menfaat karışmayarak tam hâlis hak ve hakikattan geliyor. Eğer perde altında kalsa idi çok manalar verilebilirdi. Daha avam-ı ehl-i iman itimad etmezdi. Belki bizi kandırdılar. Derlerdi. ve havas kısmı dahi vesvese ederdi. Belki bazı ehl-i makamat gibi kendilerini satmak ve itimad kazanmak için böyle yapıyorlar derlerdi.daha tam kanaat etmezlerdi. Şimdi imtihandan sonra en muannid vesveseli dahi teslime mecbur oluyor. Zahmetimiz bir kârımız bindir. inşâallah.

288

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Said Nursî

Aziz sıddık kardeşlerim. Esaretimdeki hâdisenin gazete ile ilânı şiddetli yasak olmakla ahaliyi her tarafta bizden kaçırmağa çalışmakla beraber teveccüh-i âmmeyi ziyadeleştirmiş Bize hususan şahsıma ihanet etmeğe tarafdar üç resmî âdem dün avluda havluda demişler. (Said pencereden göründüğü vakit ahali toplanıp ona bakıyorlar. pencerede durmasın. Yoksa koğuşunu değiştiriniz.) dediklerini baş gardiyan söyledi. Hiç merak etmeyiniz. Ben her sıkıntıya tahammüle karar vermişim. Dualarınız bereketiyle inşâallah sıkıntılar sevinçlere dönecek. O esaret hâdisesi doğrudur. Fakat şahidim olmadığından tafsilen beyan etmemiştim. Yalnız bir manga beni i'dam etmek için geldiğini bilmiyordum. sonra anladım. Ve Rus Kumandanı tarziye için Rusça birşeyler söyledi. ben bilmedim. Demek hazır bulunan ve bu hâdiseyi gazeteye ihbar eden müslüman yüzbaşı anlamış ki kumandan tekrar tekrar affet demiş. Kardeşlerim ben Nurlarla meşgul olduğum zamanlar sıkıntılar azalıyor. Demek vazifemiz Nurlarla iştigal etmektir. ve geçici şeylere ehemmiyet vermemek ve sabır ve şükr etmektir. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Kardeşlerim. Hem benim iştiham kesildiği için hem hediye bana dokunduğu için benim hisseme düşen üç parça yağı ve bir sepet üzümü ve bir kese elmayı ve iki paket çayi ve şekeri size gönderdim. Ben sizlere teberrük verecektim. Fakat sordum. sizinki de var. Hem ben onların fiatıyla yoğurt ekmek gibi şeyleri alacağım. tâ Medreset-üz Zehra benden gücenmesin. Teberrükümü yemedi demesin. Hem muhtac olanlara hem bir parça ucuz hem lâyıklara satınız ki iki cihetle Medreset-üz Zehra ve şubelerinin hediyeleri tam mübarek olsun. hem bana hem alanlara ilâçlı bir teberrük olsun. hem Hüsrev ve nezaretçi Ceylan ve Hıfzı satıcı olsun. Said Nursî

289

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ Bediüzzaman'ın akıllara hayret veren bir seciyesi. Ehl-i Sünnet mecmuasının 10 Teşrin-i evvel 1948 tarihli nüshasında.. neşredilmiştir. Ehl-i Sünnet gazetesi sahibi avukat bir zâtın makalesidir... Ben Birinci Cihan Harbinde Bitlis mevkiinde yaralı olarak esir olurken.. Bediüzzaman da o gün esir düşmüştü. O Sibirya'ya gönderilmiş. en büyük esirler kampında idi. Ben Bakü'nün Nangün adasında idim. Günün birinde esirleri teftişe gelen ve kampı gezerken Bediüzzaman'ın önünden geçen Nikola Nikolaviç'e Bediüzzaman hiç ehemmiyet vermez ve yerinden kımıldamaz. Baş kumandanın nazar-ı dikkatini çeker. Tekrar bir bahane ile önünden geçer. Yine kımıldanmaz. Üçüncü defasında önünde durur. tercüman vasıtasıyla aralarında şöyle bir muhavere geçiyor. –Beni tanımadılar mı? –Evet tanıdım. Nikola Nikolaviç. Çar'ın dayısı. Kafkas cephesi başkumandanı. –O halde ne için hakaret ettiler? –Hâyır affetsinler. ben kendilerine hakaret etmiş değilim. Ben mukaddesatımın emrettiğini yaptım. –Mukaddesat ne emrediyormuş? –Ben müslüman âlimiyim. Kalbimde iman vardır. Kendisinde iman olan bir şahıs.. imanı olmayan şahıstan efdaldir. Ben ona kıyam etseydim. mukaddesatıma hürmetsizlik yapmış olurdum. Onun için ben kıyam etmedim.der. –Şu halde bana.. imansız demekle benim şahsımı hem ordumu hem de milletimi ve Çar'ı tahkir etmiş oluyor. Derhal divan-ı harb kurulunda isticvab edilsin. Bu emir üzerine divan-ı harb kurulur. Karargâhtaki Türk Alman ve Avusturya zabitleri ayrı ayrı Bediüzzaman'a rica ederek başkumandana tarziye vermesi için ısrar ederlar. Verdiği cevab bu oluyor. –Ben âhiret diyarına göçmek ve huzur-ı Resulullah'a varmak istiyorum. Bana bir pasaport lâzımdır. Ben imanıma muhalif hareket edemem. Buna karşı kimse sesini çıkarmaz. neticeyi bekliyor. İsticvab bitiyor. Rus Çarını ve Rus ordusunu tahkir maddesinden i'dam kararını veriyorlar. Kararını infaz için gelen bir manga askerin başındaki subaya Bediüzzaman kelime-i şehadetle (Müsaade ediniz onbeş dakika vazifemi ifa edeyim.) der.abdest alır iki rek'at namaz kılarken Nikola Nikolaviç gelir kendisine hitaben. –(Beni affediniz. Sizin beni tahkir için bu hareketi yaptığınızı zannediyordum. Hakkınızda kanunî muamele yaptım. Fakat şimdi anlıyorum ki: siz bu hareketinizi imanınızdan alıyorsunuz. ve mukaddesatın emirlerini îfa ediyorsunuz. Hükmünüz ibtal edilmiştir. dinî salahatinizden (sâlihliğinizden) dolayı şâyan-ı takdirsiniz. sizi rahatsız ettim. tekrar tekrar rica ediyorum beni affediniz, der. Bütün müslümanlar için şâyan-ı imtisal olan bu salabet-i diniye ve yüksek seciyeyi arkadaşlarından bir yüzbaşı. müşahedesine

290

müsteniden anlatıyor. Bunu duydukça ihtiyarsız olarak gözlerim yaşla doldu. Abdurrahîm. Ehl-i Sünnet gazetesinin bu fıkrasının yazılmasını Üstadımız emretmedikleri halde hem çok merakaver. hem çok ibretli hem çok heyecan verici olmasından buraya yazılmıştır. Hüsrev

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Aziz sıddık kardeşlerim. İki-üç defadır ehemmiyetli bir halet-i ruhiye bana ârız oluyor. Aynen otuz sene evvel İstanbul'da beni Yuşa Dağı'na çıkarıp İstanbul'un ve Dâr-ül Hikmet'in cazibedar hayat-ı içtimaiyesini bıraktıran hattâ İstanbul'da bulunan Nur'un birinci şakirdi ve kahramanı olan merhum Abdurrahman'ı dahi zarurî hizmetlerimi görmek için de yanıma almağa müsaade etmeyen ve Yeni Said mahiyetini gösteren acib inkılabat-ı ruhînin bir mislini şimdi mukaddematı bende başlamış. Üçüncü bir Said ve bütün bütün târik-i dünya olarak zuhuruna bir işaret tahmin ediyorum. Demek Nurlar ve kahraman şakirdleri benim vazifelerimi yapacaklar. daha bana hiç ihtiyaç kalmamış. Zâten Nur'un her bir câmi' yani cem olunmuşu ve cüzleri ve sarsılmayan hâlis şakirdlerinin her birisi benden daha mükemmel ders veriyorlar. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Evvelâ.. Hakkımda gazete münasebetiyle şimdi ihtar edildi ki. Rus'un cebbar bir kumandanı gösterdiğin izzet-i imaniye karşısında hiddetini bırakıp tarziye verdiği halde.. Risale-i Nur'un gâyet kuvvetli şahsımın yüz derece fevkinde hâlisane salabet-i imaniye derslerini gören resmî memurlar kalben insafa gelmezler ve inadlarında devam ederlerse elbette Cehennem'den başka hiç bir ceza onları temizlemez. Muvakkat bir ömürde bu azîm hatanın cezası yerleşmez. Çünki bir yağ bozulsa daha yenilmez. Süt ve yoğurt gibi değil. İnşâallah Nurlar onların çoğunu bozulmadan kurtaracak. Sâniyen Mehmed Feyzi Bedriye'ye yazsın ki: ben onun mektubunda bulunanları duama dâhil ediyorum. onlar da bana dua etsinler. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ِ َ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه ابَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َليْك‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Evvelâ Medar-ı ibret ve hayret iki esaretimde şahsıma karşı bir muameleyi beyan etmekliğim ihtar edildi. Şöyle ki:

291

Rusya'da Kosturma'da doksan esir zabitlerimizle beraber bir koğuşta idik. Ben o zabitlerimize arasıra ders veriyordum. Bir gün Rus kumandanı geldi. Gördü dedi. Bu Kürd gönüllü alay kumandanı olup çok askerimizi kesmiş. Şimdi de burada siyasî ders veriyor. Ben yasak ediyorum ders vermesin. İki gün sonra geldi. Dedi." Madem dersiniz siyasî değildir. belki dinî ve ahlâkîdir. dersine devam eyle.deyip izin verdi. İkinci.. Esaretimde bu hapiste iken yirmi sene derslerimi dinlemiş. ve benden daha güzel ders veren bir has kardeşimin. ve zarurî hizmetimi gören hizmetçilerimin benim yanıma gelmeleri adliye memuru tarafından yasak edildi. tâ benden ders almasınlar. Halbuki: Nur Risaleleri başka derslere hiç ihtiyaç bırakmıyor ve hiçbir dersimiz kalmamış ve hiç bir sırrımız gizli kalmamış. Her ne ise bu uzun kıssayı kısa kesmeye bir hal sebeb oldu. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Ben dava eder ve ispat ederim ki: bu soğukta soğuk muamele gören ve millete ve vatana zararlı tevehhüm edilen ve vücudca hastalıklı bulunan Hüsrev.. Türk milletinin manevi büyük bir kahramanı.. ve bu vatanın bir halaskarıdır ve Türk milleti onun ile iftihar edecek bir halis fedakarıdır. ve sırrı ihlasa tam mazhar olduğundan benlik ve riyakarlık ve şöhretperestlik bulunmaması cihetiyle çok hizmet-i vataniye ve milliyesinden bir ikisini beyan etmek zamanı geldi. Birincisi bu zat müstesna ve şirin kalemiyle nurlardan altı yüz risaleye yakın yazmış. ve vatanın her tarafına neşrederek komünist perdesi altında dehşetli ifsada çalışan anarşistliği kırdı. ve tecavüzünü durdurdu. ve bu mübarek vatanı ve bu kahraman milleti o zehirden kurtarmak için tesirli tiryakları her tarafa yetiştirdi. Türk gençlerini ve nesli atiyi büyük bir tehlikeden kurtarmağa vesile oldu... Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Aziz sıddık metin kardeşlerim. On aydan beri münafıkların bir resmî memuru elde edip bütün desiseleriyle yaptıkları hücum en küçük bir şakirdi bile sarsmadı. O iftiraları hiç hükmündedir. İsbat ettiğimiz onun yüz yalanına karşı bir gazetenin. sâbık valinin tekaüde sevkini bir mektubumuzda bulup hilafı vaki'dir diye birtek yanlış bulmuş. Halbuki o yanlış o gazeteye aidtir. Her ne ise: böylelerden böyle iftiralar binden bir tesiri bizde olmadığı gibi

292

inşâallah daire-i Nur'a da zararı olmayacak. Size söylediğim gibi.. memurun iftiranamesine çok ehemmiyet vermeyiniz zihninizi bulandırmasın. Eğer müdafaatımda cevabı bulunmayan kanunî nokta varsa kısa cevab verirsiniz. Hem deyiniz. Said der ki: Bizi ve Nurları beraet ettiren üç mahkemeyi kızdırmamak tenkis etmemek için o garazkârane iddianameye karşı cevab verip ehemmiyet vermeyeceğim. Büyük müdafaatım hususan on vecihle kanunsuzluğa tam ve mükemmel bir cevabdır. diyor. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Evvelâ: Re'fet ve Edhem ve Çalışkanlar ve Bürhan gibi Nur naşirlerini tahliye etmeleri gösteriyor ki: Nurların intişarı yasak değildir ve mahkeme ilişemiyor. Hem cem'iyetçilik bulunmadığına bir karar alâmetidir. Hem mes'elemizi uzatmakda Nurlara nazar-ı dikkati geniş bir dairede celbetmesinden onları okumasına bir umumî davet ve resmî bir ilân hükmünde işiten müştakların okumak heveslerini tahrik ettiğinden sıkıntımızdan ve zarardan yüz derece ziyade bize ve ehl-i imana menfaatlere vesiledir. Zâten bu zamanda en geniş dairei zeminde en dehşetli ve küllî bir hücumda tecavüz eden dalalet ordularına karşı.. böyle kudsî bir ders bu suretle atom bombası gibi inşâallah tesirini göstermeğe bir işarettir. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Evvelâ Ben bazı emarelerle tahmin ederim ki: neşredilen mecmualarımızdan en ziyade Rehber'e ehemmiyet veriyorlar. Ben zannederim ki "Hüve Nüktesi" gizli zındık düşmanlarımızın bellerini kırmış. onların istinadgâhı olan tabiat tagutunu dağıtmış. kesif toprakta bir derece saklayabilirken şeffaf havada –"Hüve Nüktesi"'nden sonra hiç bir cihetle o tagutu saklamak imkânı kalmamışki: küfr-i inadî ve temerrüd-i irtidadî sebebiyle adliyeyi aldatıp aleyhimize sevkediyorlardı. İnşâallah Nurlar adliyeleri lehine çevirip onların bu hücumunu dahi akîm bırakacaklar.. Sâniyen Bu sırada hem Ehl-i Sünnet gazetesi hem buranın gazetesi hem Zübeyr'in hararetli mukabelesi Nurlarla iştigalleri güzel bir ilânat hükmüne geçtiler. Benim bedelime benim hoşuma giden bize dair bahislerine bakınız bana bildiriniz. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Mehmed. Mustafa. İbrahim. Ceylan Evvelâ: Dün dördünüzün hararetli sohbetinizi gördüm. çok sevindim. memnun oldum. Ben de yanınızda bulunuyorum gibi ferahla dinledim.

293

Birden baktım ki iki tarafınızda sizi dinleyenler var. Yarım saat devam etti. Merak ettim. Habbeyi kubbe yapan ve yanlış mana veren bir casus dinleyenler içinde bulunmak ihtimali var ki: dikkatle kulak veriyorlar. ve konuşan kardeşler ihtiyatsızlıklarından.. ve sohbetin keyfinden hiç onlara bakmıyorlar.Ve dikkat etmiyorlar diye size cevab gönderdim. Elhamdülillah bir zararlı konuşma olmadığını bildim. Bu nazik sırada ihtiyat lâzımdır.. Sâniyen.. Hoca Hasan'ın haddimden yüz derece ziyade bir hüsn-i zan ile yazdığı bir mektubundan bildim ki aynen Denizli kahramanı merhum Hasan Feyzi sisteminde bir Nur naşiri olacak. İnşâallah onun gibi Afyon'da dahi Hasan Feyziler çıkacaklar. Afyon Denizli'den geri kalmayacak zahmetimizi rahmete çevirecek. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Hüsrev’in Mektubudur.

Çok aziz çok sevgili çok kıymetdar çok mübarek üstadımız efendimiz hazretleri. Arz-ı ta'zimat ve takdim-i ihtiramat ile istifsar-ı hatır eder sıhhat ve âfiyetinize dua eder mübarek damenlerinizden ve ellerinden öpüyoruz. Müşfik üstadımız efendimiz.Siz sevgili üstadımızdan bize gönderilen ve müdafaatın sonuna ilâve edilen üç kıymetdar mektubunuz ile (Hüve Nüktesi') ni nasıl bulduğumuzu siz sevgili üstadımıza arzetmemizi bir mübarek kardeşimizle siz sevgili üstadımız emretmişler.. Sevgili üstadımız efendimiz.. Birinci mektubunuz yirmi seneden beri tarassudlar ve nezaretlerle beraber altı vilâyet ve üç mahkemenin bulamayıp beraet verdikleri cem'iyetçilikten sizde hiç bir eser görülmediği halde.. hiç bir cem'iyette ve hiç bir komitede görülmeyen Nurculardaki hârika alâka. ehemmiyetli bir taraftan bir sual ile siz sevgili üstadımızdan sorulmuş olup. şehadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden milyonlar İslâm fedailerinin ahfadları ve evlâdları o fedailiği ecdadlarından irsiyet aldıkları içindir ki: siz sevgili üstadımıza mahkemeleri hayret ettirip susturan.. (Milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir hakikata başımız dahi feda olsun) diye bu acib cümleyi söyletmeye vesile olan talebelerinizde gördüğünüz hakikî, hâlis sırf rıza-yı İlahî ve müsbet ve uhrevî fedakârlığın karşısında.. menfî cemaat ve komitelerin mağlub oldukları.. hem Nurcuları dağıtmak isteyenlerin inşâallah muvaffak olamayacakları ve hem Nur'un ve imanın fedailerini çoğaltmaya sebebiyet verecekleri izah edilmekle cevab verilmiştir. İkinci mübarek mektubunuzda Siz sevgili üstadımız: Van ve Bitlis'te tedriste bulunduğunuz talebelerinizle birlikte.. etraflarında bulunan ehl-i imanı titreten Ermeni Taşnak fedailerine karşı çıkarak o fedaileri durduran ve dağılmağa mecbur eden siz sevgili üstadımızdaki ve talebelerinizdeki hârika kuvvet.. küçücük fâni dünya hayatı ile menfî milliyetin muvakkat menfaati ve selâmeti için Ermeni fedailerinde

294

görülen hârika fedakârlığa mukabil. hayat-ı bâkiyeye ve İslâm millet-i kudsiyesinin müsbet menfaatlerine çalışan ve ecel birdir itikad eden ve üstadlarına olan şiddet-i rabıtaları fedailik derecesine varan talebelerinizin birkaç sene mevhum ömürlerini milyonlar sene ömre ve milyarlar dindaşların selâmetine ve menfaatine müftehirane feda etmelerinden mütevellid olduğu kırk sene evvel siz sevgili üstadımızdan sorulan bir suale cevab olarak bildirilmektedir. Üçüncü mübarek mektubunuz Dokuz aydan beri temadi eden pek acib tecridinizle beraber teselli ve ünsiyet ihtiyacını tevlid eden hastalığınız içinde neden bu tazyik oluyor diye siz sevgili üstadımızın kalb-i mübareklerine gelen şekvaya bir ihtar olup.. inadcı ve bahaneci ve insafsız muarızlar karşısında girdiğimiz bu şiddetli imtihanda altun olanlar bakır olanlardan ayrılmak için mehenge vurulmak.. ve insafsız bir tecrübe ile nefislerin hisseleri olup olmadığı bilinmek için ince eleklerle elenmek. sırf hak ve hakikat namına olan hâlisane hizmetimize pek çok lüzumu olduğu için kader-i İlahînin ve inâyet-i Rabbaniyenin bu dehşetli tazyike verdiği müsaade hiç bir hile.. hiç bir enaniyet hiç bir garaz hiç bir dünyevî ve uhrevî menfaat karışmayarak yapılan ve tam hâlis ve hak ve hakikattan gelen ve şimdi en muannid vesveseli olanları dahi teslime mecbur eden ve bir zahmete mukabil inşâallah bin kâr bırakan bu hizmetimiz eğer perde altında kalsaydı çok manalar verilmekle beraber avam-ı ehl-i iman ile havas kısmı birer bahane ile tam kanaat etmeyeceklerinden olduğu bildirilmektedir. ْ ُ‫ ق‬ve َِ‫ل َ اِلٰ َهه اِل‬ Dördüncü mektub olan (Hüve Nüktesi) ise:(ٌ‫حد‬ ِٰ َ‫ل هُو‬ َ َ ‫الل ُهه ا‬

‫و‬ َ ُ‫ )ه‬kelime-i kudsiyeleriyle maddî cihetinde (Hüve) lafzında siz sevgili üstadımızın bir seyahat-ı hayaliye-i fikriyelerinde hava sahifesinin mütalaalarıyla görülen zarif bir nükte-i tevhidde iman mesleğindeki gâyet derecede kolaylık ile meslek-i dalaletteki nihâyetsiz müşkilât kısa bir işaretle beyan edilmiş. Kudret-i İlahiyenin bir arşı olan bir avuç toprağa konulan muhtelif tohumların mahiyetlerinde ve emir ve iradenin diğer bir arşı olan havanın bir parçasında neşv ü nema bulan (Hüve) lafzında görülen hârikalar esbaba verildikçe dehşetli müşkilâtın zuhuru ve Vâhid-i Ehad'e verildikçe fevkalâde sühuletin vücudu. hem ehl-i dalaletin hususan maddiyun ve tabiiyun meslek erbabına hem ehl-i imana gâyet şirin gâyet güzel gâyet hoş hem gâyet mukni' ve müskit bir şekilde isbat edilerek bir risale kadar kıymeti bulunan hususan tahavvülât-ı zerrat hakkındaki Otuzuncu Söz'le Tabiat Risalesi olan Yirmiüçüncü Lem'anın bir nevi hülâsası olabilir kanaatını bize veren bu kıymetdar yazılarınızla Risale-i Nur baştan başa her okuyanı hem tenvir edip yükseltiyor hem sevgili üstadımıza nihâyetsiz minnetdarlıklara vesile oluyor. Hüsrev

295

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫وَا‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ْ ‫ح‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫وَ َر‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬

‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َِ ‫اَل‬ ‫م‬ ُ َ ‫سل‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Kardeşlerim. Ben gazeteleri merak etmiyordum. Fakat bu sırada hem Ehl-i Sünnet hem Sebilürreşad'ın lehimizdeki yazıları herhalde aleyhimizdeki kıskançları ve gizli düşmanlarımız zındıkları şaşırtmış. Bunlar o dostları susturmak için çalışmak ihtimali beni meraklandırdı. Said Nursî

‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Sıkıntılı musibetlerimi hiçe indiren bir hakikatlı tesellidir. Birincisi: Hakkımızda zahmet rahmete dönmesi. İkincisi: Kader adaleti içinde rıza ve teslim ferahı.. Üçüncüsü: İnâyet-i hâssanın Nurcular hakkında hususiyetindeki sevinç. Dördüncüsü.. Geçici olmasından zevalindeki lezzet.. Beşincisi.. Ehemmiyetli sevablar.. Altıncısı:Vazife-i İlahiyeye karışmamak.. Yedincisi: En şiddetli hücumda en az meşakkat ve küçük yaralar. Sekizincisi: Sair musibetzedelere nisbeten çok derece hafif olması Dokuzuncusu: Nur ve iman hizmetinde şiddetli imtihandan çıkan yüksek ilânatın tesiratındaki sürurlardır. İşte bu dokuz aded manevî sevinçler öyle teskin edici bir merhemdir ve oyle tatlı bir ilâçtır ki: tarif edilmez.. ağır elemlerimizi teskin ediyor. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Evvelâ.. Bir inâyettir ki: o âdemin müfteriyane iddianamesini işitemedim. Yoksa şiddetle konuşacaktım. Reise seni mahkemeye veriyorum yani haksızlığınla mahkeme-i kübraya ve kanunsuzluğunla dünya mahkemesine. Ve avukatım yok dediğimden maksad. onlara bizim umumumuzun küllî mes'elede vekilimizdir. benim hususî şahsıma gelen hücuma ancak ben mukabele edebilirim demektir. Ahmed Hikmet'e bildiriniz. Sâniyen: Savcının isnadatına karşı eski müdafaatımız kâfidir. Sâlisen Mustafa Osman, Ceylan: nasıl telakki ettiklerini ve hiç bulantı onlara vermediğini ve daire-i Nur'da dahi fena tesir etmeyeceğini bana yazdılar. Kahraman Tahir'iyi gördüm. O da öyle telakki etmiş. Hüsrev ve Feyzi'leri ve Sabri'yi merak ettim. Râbian: Zannederim ki: şimdi küfür ve dalalet komiteler ve cem'iyetler şeklinde hücum ettikleri içindir ki: kader-i İlahî bunlara bu eşedd-i zulüm ile bir cem'iyet isnadıyla bizi tazib ettiriyor. Demek şimdi ehl-i imanın ittihadına pekçok lüzum var. Biz o hakikatı bilmediğimiz için kaderin adalet tokadını yiyoruz. Said Nursî

296

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Evvelâ.. Haccı men'eden zemzemi döktüren hakkımızda eşedd-i zulmle müsaadekâr davranan ve Zülfikarın ve Siracünnur'un müsaderesine ehemmiyet vermeyen ve bizi garazkârane kanunsuz tazib eden memurları terfi ettirip.. hadisemizden çıkan mazlumane lisan-ı hal ile yüksek ağlamamızı ve sesimizi işitmeyen bir müstebid kabinenin zamanında en rahat yer hapistir. Yalnız mümkün olsa başka hapse naklolsak tam selâmet olur.. Sâniyen.. Onlar nasıl zorla en mahrem risaleleri en nâmahremlere okuttular.. öyle de zorla ısrar edip bizi cem'iyet yapmağa mecbur ediyorlar. Halbuki: cem'iyet ve komiteciliğe hiç ihtiyacımızı hissetmiyorduk. Çünki ittihad-ı ehl-i iman cemaatındeki uhuvvet-i İslâmiye Nurcularda pek hâlisane fedakârane inkişaf ettiği gibi. ve eski ecdadlarımızın kemal-i aşkla ruhlarını feda ettikleri bir hakikata Nur şakirdleri o milyonlar kahraman ecdadlarından irsiyet aldıkları kuvvetli bir fedakarlık.. ile o hakikata bağlanmaları şimdiye kadar resmî veya siyasî, gizli ve aşikâr cem'iyetler ve komiteciliğe ihtiyaç bırakmıyordu. Demek şimdi bir ihtiyaç var ki: kader-i İlahî onları bize musallat ediyor. Kader ise neden tam ihlasla tam bir tesanüdle tam bir hizbullah olmadınız diye bizi onların elleriyle tokatladı. adalet etti. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Aziz sıddık kardeşlerim. Evvelâ.. Sizi teselliye muhtaç bilmiyorum. Birbiriniz kuvve-i maneviyenizi takviye edersiniz. o kâfidir. Karşımdaki levha dahi bana kâfi geliyor. Bu son hücumda tam haksız ve kanunsuz ve yalnız evhamdan ve za'fiyetten gelen bir korkutmak olduğu anlaşıldı. ve ahalinin ve zabıtanın vaziyeti o manasız hücuma bir itiraz hükmünde idi.. Sâniyen.. Benim müdafaatım yeni isnadata dahi kâfi gelir mi? Hem Zübeyr ve avukatlar çalışıyorlar mı? Telaşları yok mu? Hiç merak etmesinler. Bize medar-ı mes'uliyet ettiği maddelere göre bütün uhuvvet-i imaniyeyi taşıyanları hattâ bütün imamların cemaatlerini ve bütün üstadların ve muallimlerin talebelerini dahi mes'ul etmek lâzım gelir. Demek muhalifleri çok kuvvet bulmuşlar ki: bütün bu telaşlı ve imkânatı vukuat yerinde istimal ederek acib evhamla bize hücum ettiler. Sâlisen.. Benim kendi kanaatım tâ bahara kadar hapiste kalmak gerektir. Zâten kışta herşey tevakkuf eder. İnşâallah inâyet-i İlahiye yine imdadımıza yetişir. Said Nursî

297

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Hüsrev’in Mektubudur.

Sevgili Üstadımız Efendimiz. Garazkâr raporlarıyla hakkımızda Afyon adliyesini pek büyük bir dikkate sevkeden ve sekiz aydan beri şiddetli bir tazyik altında siz sevgili üstadımızı yaşatan ve biz talebelerinizle birlikte Afyon hapsinde temadi-i mevkufiyetimize sebeb olan ve Nur'un kabil-i inkâr olmayan mu'ciznüma hakikatlarını hasudane nazarla mütalaa eden ehl-i vukuf ülemasına siz sevgili üstadımız hem Risale-i Nur yirmibeş seneden beri sükût etmiş iken.. o muhterem allâmelerin ehl-i imanı.. hususan hamele-i Kur’ânı müdafaa ve muhafaza etmek en büyük vazifeleri iken.. Afyon adliyesini aleyhimize teşvik edip tahrik eden raporlarına karşı siz sevgili üstadımızı esefle mukabeleye mecbur eden yazılarınız. şefkatinizin eseri olduğu şübhesizdir. Yirmibeş seneden beri zaman zaman gizli düşmanlarınıza karşı bir avuç talebelernizle mücadeleye giren siz sevgili üstadımızı ve Kur’ânın en büyük hakikatlarını muhtevi Risale-i Nur'u müdafaa etmek şöyle dursun en tehlikeli vakitlerimizde cephe alan bu âlimlere karşı pekçok sualleri sormak hakkınız iken pek cüz'î sualleriniz o âlimleri ikazdan başka birşey olmayacak. Böyle en nazik zamanlarda muavenetinize pekçok muhtaç olduğumuz menba'lardan doğan ümidsizliğimizi büyük bir şevke tebdil eden ve pek büyük bir ihsan-ı İlahî olan inâyet-i hassa bu Afyon hapsinde yine tekrar kendini gösterdi. Sekiz aydan beri titremeyen zemin siz sevgili üstadımız Risale-i Nur'a hücum zamanlarında gizli düşmanların hücumularıyla gelen zelzeleleri yazarken bugün yine zemin hiddet edip iki defa şiddetli bir surette titremesiyle bizi de şahid gösterdi. Ve ümidlerimizi takviye ederek imhanıza susayan düşmanlarınızın en dehşetli savletleri karşısında zahirî kimsesizliğinize şefkat edip maddeten aczinize merhamet etmiş. imdadınıza yetişmiş. titreyen zemin ile davanızın doğruluğunu tasdik etmiş. İlahî ve melekûtî bir kudretle mübarek kaleminizden çıkıp yükselen "Zafer bizimdir" beşaretlerinizi ihtar ile bizleri siz sevgili üstadımıza çok minnetdar eylemiştir. ‫ اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى‬Çok kusurlu talebeniz Hüsrev

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Aziz, sıddık kardeşlerim. Evvelâ: İhtiyat ve temkin ve meşveret etmek lâzımdır. Sâniyen: Zübeyr bana merhum biraderzadem Abdurrahman yerine ve Ceylan merhum biraderzadem Fuad bedeline verilmiş diye manevî ihtar aldım. Ben de burada işimi onlara bıraktım. Sâlisen: Haber aldım ki çok çalışan fakat ihtiyatsız Ahmed Feyzi'nin Maidet-ül Kur’ânın başında malûm mektubumu

298

mahkeme heyeti bahane ederek. (Said kendi hakkındaki medihleri vesaireyi tasdik etmiş).demişler.Ve benim mahkûmiyetime bir sebeb göstermişler. Ben mükerreren dedim ki herşeyden evvel Ahmed Feyzi onu beyan edip (ki. o mektub kendi hakkındaki mektubları kabul etmemek ve sair bir kısmını ta'dil etmek lâzımken) lüzumsuz onları hiddete getiren şeyleri yazmış. Ben onun bin kusurunu görsem ondan gücenmem. Fakat Nurlara zarar gelmemek için cesurane ve ihtiyatsız hareketten bir derece çekinmek lâzımdır. Râbian.. Feyzilerin bir kahramanı olan Ahmed Feyzi kardeşimize de Tahirî'nin koğuşu olan medresesinde aynen Tahirî gibi davranmalı. Ve gidenlerin yerinde onların şakirdlerini Kur’ân ve Nur dersleriyle ve yazılarıyla teşvik etsin. Dün bana gönderdiği yeni talebelerin defterleri benim hazîn halimi sevince tebdil etti. Elhamdülillah dedim.

‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ُ َ ‫حان‬

Bu defa taarruz pek geniş dairede Reis-i Hükûmet ve hazır kabine plânıyla dehşetli bir evham ile bir hücum etti. Benim aldığım bir habere göre ve çok emarelerle gizli münafıkların yalan jurnalleriyle ve desiseleriyle bizi hilafet komitesiyle ve Nakşî tarîkatının gizli cem'iyetiyle tam alâkadar hgösterip belki pişdar gösterip hükûmeti büyük bir telaşa sevkederek.. Nur'un büyük mecmualarının İstanbul'da cildlenip âlem-i İslâm'a intişarını ve gâyet makbuliyetlerini bir delil gösterip hükûmeti korkutup kıskanç resmî hocaları ve vehham memurları aleyhimize insafsızca çevirdiler. Tahminlerince herhalde çok vesikalar ve emareler görülecek hem Eski Said damarıyla tahammül etmeyerek ortalığı karıştıracak diye kanaatları varmış. Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun. o musibeti binden bire indirdi. Bütün taharrilerde hiç bir cem'iyete ve komitelerle bir alâkamızı bulamadılar. Yoktur ki bulsunlar. Onun için savcı iftiralara yanlış manalarla medar-ı mes'uliyet olmayan cüz'î isnadlara mecbur olmuş. Madem hakikat budur. Nurlar ve biz yüzde doksandokuz derece musibetten halas olduk. Öyle ise: değil şekva belki binler şükür etmekle inâyet-i İlahiyenin bu cilvesinin tamamını sabır ve şükür ve istirhamla beklemeliyiz. ve Nur dersleriyle bu medresenin mütemadiyen çıkan ve giren muhtaç ve müştaklarına teselli vererek yardım etmeliyiz. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Aziz sıddık kardeşim. Şiddetli bir ihtar ile bildim ki: Ceylan ve Ahmed Feyzi Nur'un mesleği olan mübareze etmemek ve ehl-i dünya ile uğraşmamak.

299

ve siyasete girmemek ve yalnız lüzum-ı kat'î olduğu zaman kısaca müdafaa etmek lazımdır. Sizin pek ziyade ve zararlı mübarezekârane ve siyasetvari mahkemedeki okuduğunuz parçalar.. Nurlara çok zarar vermiştir. Hattâ bizim cezamıza ve benim sıkıntılarıma sebebiyet vermiştir. Ben Ceylandan ve Ahmed Feyzi'den gücenmem. Fakat bana evvelce göstermek lâzımdı. Maddî kaza-yı İlahî olarak o vaziyet size verilmiş. Onun tamiri için benim tarzımda davranmak lâzımdır. Feyzi dahi bütün kuvvetiyle siyasî müdafaatı bırakıp Nurlarla ve Tahirî gibi yeni talebelerle meşgul olmak elzemdir. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Aziz kardeşlerim. Bana ve Nurlara aid kırk küsur sahife ile beraber Hata-Savab Cedveli ve zeyli Posta gazetesine verilen cevabı herhalde hem yeni harfle hem eski harfle basmasına hem Isparta'da hem İstanbul'da eğer mümkünse burada dahi çalışmak lâzımdır. Madem mahkeme aleyhimizde zannettiği mes'elelerini makina ile teksir ediyorlar. Biz dahi aynı mes'eleleri ve doksan sehvi teksir etmemiz kanunen hakkımızdır. Ve teksir etmemiz lâzımdır. Sonrada büyük müdafaatımla, Ahmed Feyzi Zübeyr Mustafa Osman Hüsrev Sungur Ceylan gibi arkadaşların itiraznameleri de inşâallah bastırılacak. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬ Aziz sıddık kardeşlerim. İki saat zarfında iki acib ve latif zahiren küçük hakikaten ehemmiyetli iki hâdiseyi size yazmak için ihtar aldım. Birincisi.. Nur'un iki namzed talebesine Rehber'den Leyle-i Kadir'de ihtar edilen mes'eleyi okudum. Âhirinde Beş-on senede medrese hocalarının tahsil derecelerini Nur şakirdleri on haftada kazanır dediğim aynı dakikada kalbe geldi ki: Eski Said'in onbeş yaşında iken medrese usûlünce onbeş senede okunan ilmi onbeş haftada okumağa inâyet-i İlahiye ile muvaffak olması gibi rahmet-i Rabbaniye ile Risale-i Nur dahi ilm-i hakikatta ve imaniyede onbeş seneye mukabil bu medresesiz zamanda onbeş hafta kâfi geldiğini bu onbeş senede belki onbeş bin âdem kendi tecrübeleriyle tasdik ediyorlar. İkincisi.. Aynı saatte ağır penceremiz âdeta sebebsiz kablarım ve şişelerim ve yemeklerim üzerine düştü. Biz tahmin ettik ki hem bütün şişe ve bardaklarım kırıldılar. ve içlerindeki taamlar zayi' oldular. Halbuki: hârika olarak hiç bir kırık ve zayiat

300

olmadı. Yalnız bana hediye gelen pişirdiğim et döküldü. Fakat Nur'un namzed yeni talebelerine kısmet oldu benim de hediye kabul etmemek olan kaidemi muhafaza etti. ve birinci hâdiseye hârikalığıyla tasdik edip imza bastı. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Kardeşlerim. Bütün bütün kanunsuz olarak bizim temyiz evraklarımız ve layihalarımız daha temyize gönderilmemiş. Bizim üç muktedir avukatlarımız mümkün olduğu kadar pek çabuk evraklarımızın Mahkeme-i Temyiz'e gönderilmesine herhalde bir çare bulsunlar. Yoksa onbir ay bahanelerle tevkifimizi uzatmak ve beni mahkemede konuşturmamak ve onbir ay tecrid-i mutlakta soğuk sıkıntılarla tazib etmekle hakikat-ı adaletin kabul etmediği bir garazı ihsas ettiğinden bizim mahkememizi başka bir vilâyetin mahkemesine nakletmek için hem avukatlarımız hem sizler bütün kuvvetinizle çalışmak lâzımve elzemdir. Said Nursî

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ِ َ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه ابَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َليْك‬

Aziz sıddık hâlis sebatkâr fedakâr kardeşlerim.. Evvelâ.. (Sırr-ı İnna A'tayna) hiç yanımda bulunmadığının sebebi.. eski zamanda iki hiss-i kabl-el vukuumda bir iltibas olmuş. Birincisi: Bir hiss-i kabl-el vuku ile yalnız vatanımızda dehşetli bir hâdiseyi ve zâlimlerin musibetini hissettim. Halbuki büyük dairede zemin yüzünde haber verdiğimiz gibi oniki sene sonra aynen o sırr-ı azîm görüldü. Benim istihracımı gerçi zahiren bir parça tağyir etti. Fakat hakikat cihetinde pek doğru ve ayn-ı hakikat meydana çıktı. Bunun için o risaleyi yanımda bulundurmuyorum ve başkalarına vermiyorum. İkincisi: Kırk sene evvel tekrarla dedim. Bir nur göreceğiz. Büyük müjdeler verdim. O nuru büyük daire-i vataniyede zannediyordum. Halbuki: o Nur Risale-i Nur idi. Nur şakirdlerinin dairesini.. umum vatan ve memleket siyasî dairesi yerinde tahmin edip sehiv etmiştim.

َ َ ‫ن‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫مد‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫س‬ َ ِ‫ح ب‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ه وَا‬ َ ْ ‫سب‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ْ ‫ح‬ ُ َ ‫حان‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َِ ‫اَل‬ ‫ما‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬

Müdür Bey. Size teşekkür ederim ki: kurtuluş bayramının bayrağını koğuşuma taktırdınız. Harekât-ı milliyede İstanbul'da İngiliz ve Yunan aleyhindeki Hutuvat-ı Sitte eserimi tab' edip ve neşr etmekle belki bir fırka asker kadar hizmet ettiğimi Ankara bildi. Mustafa Kemal şifre ile iki defa beni Ankara'ya taltif için istedi. Hattâ demişki: "Bu kahraman hoca bize lâzımdır." Demek benim bu bayramda bu bayrağı takmak hakkımdır... Said Nursî

301

[ Onbeşinci Şua ] [ Elhüccetüzzehra ] Bir sureti Ankara’ya temyiz Mahkemesine Verilmiştir.

Afyon hapishanesine Said ile beraber giren ve Saidden Elhüccetüzzehra’yı ders alan Nur Şakirdlerinin ilmi bir müdafaanameleridir. Evet biz nur talebeleri bizi mahkum edenlere deriz. madem meselemiz birdir. Said-en Nursî’nin aynı suçu ile mesul oluyoruz. Madem bu yirmi senede pek şiddetli teharrilerde ve mahkemelerin tetkikinde Said’in siyasete ve emniyetin ihlaline dair kati bir maddesi bulunmamış. ve Denizli mahkemesinde dava edip bizleri şahit gösterdiği gibi bizler de yakinen biliyoruz ki: Said otuz senedir siyaseti bırakmış. ve gazeteleri okumamış. ve on sene harb-i umumiyi sormamış. Merak etmemiş.ve hükümetin erkan-ı mebusları kimlermiş bilmemiş. Merak edip sormamış. ve istirahatı için yirmi beş sene hiç müracaat etmemiş. ve her sıkıntıya tahammül etmiş. Elbette onun suçu siyasi olamaz. Demek yalnız ve yalnız onun mevhum suçu ilmidendir. Belki de onun hayatını vakfettiği hakaik-i imaniye ve Kur’âniye’nin beyanında medar-ı mesuliyet bir şey var diye tevehhüm edilmiş. Hatta Denizli’de bu mezkür hakikate binaen Meyve risalesini yazdı. Bir müdafaa-yı nuriye namında Ankara’nın yedi makamatına gönderdi. Hem orada takdir edildi. Hem beraatımıza bir sebeb oldu. İşte biz nur talebeleri bu Afyon hapsinde ders aldığımız" Elhüccetüzzehra"yı aynen meyve risalesi gibi bir müdafaa name olarak.. bir ay malumat makamınıza takdim ediyoruz.

Mahkemeye giden Elhüccetüzzehra’nın Mukaddimesi (Mukaddime) Risale-i Nur’un gizli düşmanları münafıklar.. hükûmetin nazar-ı dikkatini benim şahsıma çevirdiler. Eski siyasî hayatımı hatırlattırdılar. Hem adliyeyi hem maârif dairesini hem zabıtayı hem dahiliye vekâletini evhamlandırdılar. Partilerin cereyanları ve komünistlerin perdesinde anarşistlerin tahrikâtiyle o evham genişlendi. Bizi tazyik ve tevkife ve ellerine geçen Risaleleri müsadereye başladılar. Nur Şâkirdlerinin faaliyetine tevakkuf geldi. Benim şahsımı çürütmek fikriyle bir kısım resmî me'murlar hiç kimsenin inanmıyacağı isnadlarda bulundular. Pek acib iftiraları işâaya çalıştılar. Fakat kimseyi inandıramadılar. Sonra pek âdi bahanelerle zemheririn en soğuk günlerinde beni tevkif ederek büyük ve gâyet soğuk ve iki gün sobasız bir koğuşta tecrid-i mutlak içinde

302

haps ettiler. Ben kendi küçük odamda günde bir kaç defa soba yakar. ve daima mangalımda ateş varken.. zâif ve hastalığımdan zor dayanabilirdim. Şimdi bu vaziyette hem soğuktan bir sıtma hem dehşetli bir sıkıntı ve hiddet içinde çırpınırken.. bir inâyet-i İlâhiye ile bir hakikat kalbimde inkişaf etti. Mânen denildiki: Sen hapse Medrese-i Yûsufiye namı vermişsin. hem Denizli'de sıkıntınızdan bin derece ziyade hem ferah hem manevî kâr hem oradaki mahpusların Nurlardan istifadeleri hem büyük dairelerde Nurun fütuhatı.. gibi neticeler size şekvâ yerinde binler şükr ettirdi. Herbir saat hapsinizi ve sıkıntınızı on saat ibadet hükmüne getirdi. O fâni saatleri bâkileştirdi. İnşâallah bu Üçüncü Medrese-i Yûsufiyedeki musîbetzedelerin Nurlardan istifadeleri.. ve teselli bulmaları senin bu soğuk ve ağır sıkıntılarını hararetlendirip sevinçlere çevirecek. ve hiddet ettiğin âdemler.. eğer aldanmışlar ise.bilmiyerek sana zulmediyorlar. Onlar hiddete lâyık değiller. Eğer bilerek ve garazla ve dalâlet hesabına seni incitiyorlar ve işkence ediyorlarsa.. onlar pek yakın bir zamanda ölümün îdam-ı ebedîsiyle kabr haps-i münferidine girip daimî sıkıntılı azab çekecekler. Sen onların zulmü yüzünden hem sevab hem fâni saatlerini bâkileştirmeyi hem manevî lezzetleri hem vazife-i ilmiye ve dîniyeyi ihlâs ile yapmasını kazanıyorsun. diye ruhuma ihtar edildi. Ben de bütün kuvvetimle Elhamdülillâh! dedim. İnsaniyet damariyle o zâlimlere acıdım. Ya Rabbî Onları ıslah eyle diye dua ettim. Bu yeni hâdisede ifademde Dahiliye Vekâletine yazdığım gibi.. bu hadisenin on vecihle kanunsuz olduğu gibi ve kanun namına kanunsuzluk eden o zâlimler.. asıl suçlu onlar olduğu gibi.. öyle bahaneleri aradılar ki: işitenleri güldürecek ve hakperestleri ağlattıracak iftiralarıyla ve uydurmalariyle ehl-i insâfa gösterdiler ki: Risale-i Nur'a ve şâkirdlerine ilişmeye kanun ve hak cihetinde imkân bulamıyorlar. divaneliğe sapıyorlar. Ezcümle: Bir ay bizi tecessüs eden me'murlar birşey bahane bulamadıklarından bir pusula yazmışlarki: Said'in hizmetkârı bir dükkândan rakı almış saide götürmüş diye o pusulayı imza ettirmek için hiç bir kimseyi bulamamamışlar. sonra yabancı ve sarhoş bir âdemi yakalamışlar. tehditkârâne Gel bunu imza et demişler. O da: Tövbeler tövbesi olsun. Bu acib yalanı kim imza edebilir demiş. Onları puslayı yırtmağa mecbur etmiş. İkinci bir nümûne: Bilmediğim ve şimdi dahi tanımadığım bir zat.. atını beni gezdirmek için vermişti.. Ben de rahatsızlığım için teneffüs kasdıyle ekser günlerde yazda bir iki saat geziyordum. O at ve araba sahibine elli liralık kitab vermeyi söz vermiştim. Tâ kaidem bozulmasın ve minnet altına girmeyeyim. Acaba bu işte hiçbir zarar ihtimali var mı ? Halbuki O at kimindir diye elli defa bizlerden hem vâli hem adliyeciler. hem zâbıta ve polisler sordular. Gûya büyük bir hâdise-i siyasiyedir..

303

ve asâyişe temas eden bir vâkıadır. Hattâ bu mânasız sorguların kesilmesi için iki zat hamiyeten biri At benimdir. diğeri Araba benimdir. dedikleri için ikisini de benimle beraber tevkif ettiler. Bu nümûnelere kıyasen çok çocuk oyuncaklarına seyirci olup gülerek ağladık.ve anladık ki:Risale-i Nur'a ve şâkirdlerine ilişenler maskara olurlar. O nümûnelerden lâtif bir muhavere.. Benim tevkif kâğıdımda tevkifime sebeb emniyeti ihlâl suçu yazıldığından. ben daha o puslayı görmeden müddei umumiye dedim. Seni geçen gece gıybet ettim. Emniyet müdürü hesabına beni konuşturan bir polise dedim. Eğer bin müddeiumumî ve bin emniyet müdürü kadar bu memlekette emniyet-i umumiyeye hizmet etmemiş isem.üç defa Allah beni kahretsin dedim.. Sonra bu sırada bu soğukta en ziyade istirahata ve üşümemeğe ve dünyayı düşünmemeğe muhtaç olduğum bir hengâmda garazı ve kasdı ihsas eder bir tarzda beni bu tahammülümün fevkinde bu tehcire ve tecride ve tevkife ve tazyîka sevkedenlere fevkalâde bir iğbirar ve kızmak geldi. Bir inâyet imdada yetişti. Mânen kalbe ihtar edildi ki: İnsanların sana ettikleri ayn-ı zulümlerinde ayn-ı adalet olan Kader-i İlâhînin büyük bir hissesi var ki bu hapistekileri nurlandırmak ve teselli vermek ve size sevab kazandırmaktır. Bu hisseye karşı da sabır içinde binler şükretmek lâzımdır. Hem senin nefsin bilmediğin kusurlariyle onda bir hisse var. O hisseye karşı istiğfar ve tövbe ile nefsine Bu tokata müstahak oldun demelisin. Hem gizli düşmanların desiseleriyle bazı safdil ve vehham me'murları iğfal ile.. o zulme sevketmek cihetiyle onların da bir hissesi var. Ona karşı Risale-i Nur'un o münafıklara vurduğu dehşetli manevî tokatlar senin intikamını tamamen onlardan almış. O tokatlar onlara yeter. En son hisse bilfiil vasıta olan birkısım resmî memurlardır. Bu hisseye karşı onların tenkid niyetiyle nurlara bakmalarında ister َ ْ ‫ن الْغَي‬ istemez şüphesiz iman cihetinde istifadelerinin hatırı için ( ‫ن‬ ِ ِ ‫وَالْكَاظ‬ َ ‫ظ وَالْعَافِي‬ َ ‫مي‬

َ ‫س‬ ِ ‫ن الن ِا‬ ِ َ ‫ )ع‬düsturiyle onları afv etmek bir ulûvvücenablıktır.. Ben de bu hakikatlı ihtardan

kemal-i ferah ve şükür ile bu yeni Medrese-i Yûsufiyede durmağa hatta aleyhimde olanlara yardım etmek için kendime mûcib-i ceza zararsız bir suç yapmağa karar verdim. Hem benim gibi yetmiş beş yaşında, alâkasız, dünyada sevdiği dostlarından hayatta ancak yetmişden beşi kalmış. ve onun vazife-i Nûriye'sini görecek yetmişbin Nur nüshaları bâki kalıp serbest geziyorlar. Ve bir dile bedel binler dil ile hizmet-i imaniyeyi yapacak kardeşleri ve vârisleri bulunan benim gibi bir âdeme kabir bu hapisten yüz derece ziyade hayırlıdır. Ve bu hapis dahi haricinde

304

hürriyetsiz tahakkümler altındaki serbestiyetten yüz derece daha rahattır. daha faidelidir. Çünki haricinde tek başıyla yüzer alâkadar memurların tahakkümlerini çekmeğe mukabil.. hapiste yüzer mahpuslarla beraber yalnız müdür ve gardiyan gibi bir iki zatın maslahata binaen hafif tahakkümlerini çekmeğe mecbur olur. Ona mukabil hapiste çok dostlardan kardeşane taltifler ve teselliler görür. Hem İslâmiyet şefkati ve insaniyet fıtratı bu vaziyette ihtiyarlara merhameten gelmesi hapis zahmetini rahmete çeviriyor. diye hapse razı oldum. Bu üçüncü mahkemeye geldiğim sırada zaafiyet ve ihtiyarlıkyan ve rahatsızlıktan ve ayakta durmağa sıkıldığımdan mahkeme kapısının haricinde bir iskemlede oturdum. Birden bir hâkim geldi hiddet etti.Neden ayakta beklemiyor. ihanetkarâne dedi. Ben de ihtiyarlık cihetinde bu merhametsizliğe kızdım. Birden baktım. pek çok müslümanlar kemal-i şefkat ve uhuvvetle. merhametkârane bakıyorlar. etrafımızda toplanmışlar.dağıtılmıyorlar. Birden (İki Hakikat)ihtar edildi. (Birincisi) Benim ve Nurların gizli düşmanlarımız benim istemediğim hakkımdaki teveccüh-i âmmeyi kırmakla Nurun fütuhatına sed çekilir diye:bazı safdil resmî memurları kandırıp şahsımı millet nazarında çürütmek fikriyle böyle ihanetkârane muameleye sevketmişler. Buna karşı inâyet-i İlâhiye Nurların iman hizmetine mukabil bir ikram olarak o bir tek âdemin ihanetine bedel bu yüz âdeme bak bunlar Hizmetinizi takdir ile size şefkatkârâne acıyorlar.ve alâkadarane sizi istikbal ve teşyî ediyorlar. Hattâ ikinci gün ben müstantık dairesinde müddeiumumun suallerine cevab verirken:hükûmet havlusunda mahkeme pencerelerine karşı.. bin kadar ahali kemal-i alâka ile toplanmışlar. lisan-ı halleriyle “Bunları sıkmayınız” dediklerini vaziyetleriyle ifade ediyorlar. göründüler. Polisler onları dağıtamıyorlardı. Kalbime ihtar edildi ki: Bu ahali bu tehlikeli asırda tam bir teselli ve söndürülmez bir nur ve kuvvetli bir iman ve saadet-i bâkıyeye doğru bir müjde istiyorlar. ve fıtraten arıyorlar. ve Nur Risalelerinde aradıkları bulunuyor. diye işitmişler ki: benim ehemmiyetsiz şahsıma imana bir parça hizmetkârlığım için haddimden çok ziyade iltifat gösteriyorlar. (İkinci Hakikat) Emniyeti ihlâl vehmiyle ve bize ihanet etmek nitetiyle ve teveccüh-i âmmeyi kırmak kasdiyle.. aldanmış mahdut âdemlerin tahkirkârâne bed muamelelerine mukabil hadsiz ehl-i hakikatın ve nesl-i âtînin takdirkârâne alkışlamaları var diye ihtar edildi. Evet komünist perdesi altında anarşistliğin emniyet-i umumiyeyi bozmağa dehşetli çalışmasına karşı.. Risale-i Nur.. ve şâkirdleri iman-ı tahkiki kuvvetiyle bu vatanın her tarafında o müdhiş ifsadı durduruyorlar. ve kırıyorlar.. Emniyeti ve âsâyişi te'mine

305

çalışıyorlar ki: pek çok bir kesrette olan ve memleketin her tarafında bulunan Nur Talebelerinden bu yirmi senede alâkadar üç dört mahkeme ve on vilâyetin zabıtaları emniyeti ihlâle dair hiçbir vukuatlarını bulmamıştır. ve kaydetmemiştir. Ve üç vilâyetin insaflı bir kısım zabıtaları demişler Nur talebeleri manevî bir zabıtadır. ve Âsâyişi muhafazada bize yardım ediyorlar. İman-ı tahkikî ile Nurları okuyan her âdemin kafasında bir yasakçıyı bırakıyorlar. Emniyeti te'mine çalışıyorlar. Bunun bir nümûnesi.. Denizli Hapishanesidir. Nurlar o mahpuslar için yazılan Meyve Risalesi.. oraya girmesiyle: üç-dört ay zarfında ikiyüzden ziyade olan o mahpuslar öyle fevkalâde itaatli dindarane bir salâh-ı hâl aldılar ki: üç dört âdemi öldüren bir âdem. tahta bitlerini öldürmekten çekiniyordu. Tam merhametli,zararsız, vatana nâfi bir uzuv olmaya.. başladılar. Hattâ resmî memurlar bu hale hayretle ve takdirle bakıyorlardı. Hem daha hüküm almadan bir kısım gençler dediler. bu Nurcular hapiste kalsalar. biz kendimizi mahkûm ettireceğiz. ve ceza almaya çalışacağız. tâ onlardan ders alıp onlar gibi olacağız. Onların dersiyle kendimizi ıslah edeceğiz. İşte bu mahiyette bulunan Nur Talebelerini emniyeti ihlâl ediyorlar diye itham edenler herhalde ve gâyet fena bir surette aldanmışlar veya aldatılmışlar. veyahut bilerek veya bilmiyerek anarşistlik hesabına hükûmeti iğfal edip bizleri eziyetlerle ezmeye çalışıyorlar. Biz de bunlara karşı deriz. Madem ölüm öldürülmüyor. ve kabir kapanmıyor. ve dünya misafirhanesinde yolcular gâyet sür'at ve telâşla kafile kafile.. arkasında toprak arkasına girip kayboluyorlar. elbette pek yakında birbirimizden ayrılacağız. Siz zulmünüzün cezasını dehşetli bir surette göreceksiniz. Hiç olmazsa (mazlûm ehl-i iman hakkında terhis tezkeresi olan) ve ölümün îdam-ı ebedîsi olan dar ağacına çıkacaksınız. Sizin dünyada tevehhüm-i ebediyetle aldığınız fâni zevkler bâkî ve elîm elemlere dönecek. Maatteessüf gizli münafık ve düşmanlarımız bu dindar milletin yüzer milyon velî makamında olan şehidlerinin ve kahraman gazilerinin kanıyla ve kılıncıyla kazanılan ve muhafaza edilen İslâmiyete. bazen Tarikat namını takıp ve o güneşin tek bir şuaı olan tarikat meşrebini.. o güneşin aynını gösterip hükûmetin bazı dikkatsiz memurlarını aldatıp hakikat-ı Kur’âniyeye ve hakaik-ı imaniyeye tesirli bir surette çalışan Nur Talebelerine Tarikatçı ve Siyasî cemiyetçi namını vererek aleyhimize sevk etmek istiyorlar. Biz hem onlara hem onları aleyhimizde dinliyenlere Denizli Mahkeme-i Âdilesinde dediğimiz gibi deriz.

306

Yüz milyon başların feda oldukları bir kudsî hakikata bizim dahi başlarımız feda olsun. Dünyayı başımıza ateş yapsanız Hakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu başlar zındıkaya teslim-i silah etmiyecek. ve vazife-i kudsiyelerinden vazgeçmiyecekler.İnşaallah

[ Elhüccetüzzehra ] [ İki Makamdır ] Bu ders: zahiren küçük hakikatte pek büyük ve çok kuvvetli ve çok geniş bir risaledir. Hem benim tefekkürî hayatımın hem Nur'un tahkikî hayat-ı maneviyesinin ilmelyakîn,aynelyakîn ittihadından çıkan bir meyve-i imaniye ve firdevsî bir semerei Kur’âniyedir.

Birinci Makam Üç Kısımdır: Yirminci Mektub'un hülâsat-ül hülâsası. Ve üçüncü Medrese-i Yusufiye'de verilen dersin Birinci Kısmı'dır. Müellifi Said Nursî

‫ن‬ ِٰ ِ ‫س ههههههههههههههههههههههههههههههم‬ ِ ‫ن الَِر‬ ْ ‫الله ِه الَِر‬ ْ َ ‫حيم ِ وَ بِهِ ن‬ ْ ِ‫ب‬ ُ ‫ستَعِي‬ ِ ٰ‫حم‬ [ Birinci Makam ] Afyon hapsinde onbir ay tecrid-i mutlakta bulunduğuma dair Mahkeme-i Temyiz'e yazdığım istid’a bahanesiyle otuzbeş sene inzivada olan ve hususan gecelerde dünyayı unutmakta bulunan ve garazkârane tarassudlarla yirmiüç sene sıkıntı çekdiğinden insanlardan tevahhuş edip.. yalnız tek başına kalarak hizmetçisinden ve Nur dersini iştiyakla arzu edenden başka kimse ile bir saat beraber bir yerde bulunmakdan çok sıkılan benim gibi bir bîçareyi beşinci koğuşa cebren naklettiler. ve kardeşlerimin yanıma gelmelerini yasak ettiler. O kalabalık içinde yaşamayacağım diye çok telaş ederken: birden bir alâmet-i hiddet ve gazab olarak.. soğuk derecesi o kadar şiddetlendi ki: eğer o eski yerimde kalsa idim. hiç dayanamayacaktım. O zahmet benim hakkımda rahmete döndü. Kalbe geldi ki: Gerçi Nur şakirdleri her koğuşta hem kendileri hesabına hem senin bedeline tam Nur dersleriyle çalışıyorlar.

307

Fakat bu beşinci koğuş: bir nevi tecridhane olduğundan gelip gidenlerle tazeleniyor. Değişiyor. Nur dersine daha ziyade muhtaçtır. Hem Rus'un dehşetli bir inkâr ile ve Allah'ı tanımamakla hücumunu yazan gazetelerin yazılarını okuyan gençler ve ihtiyarlar. elbette iman-ı billahtaki mevcudiyet ve vahdaniyet-i İlahiyeye dair gâyet kat'î ve kuvvetli derslere pek ziyade ihtiyaçları var diye tesbihatta kalbe geldi. Ben de sabah namazından sonra eskiden beri onar defa okuduğum ve koca Yirminci Mektub risalesi onbir kelimesinde hem onbir bürhan-ı vücub u vücudu ve vahdet-i Rabbaniyeyi hem onbir müjdeyi gâyet parlak güneş gibi tafsilatıyla gösteren.. ve bir rivâyette ism-i a'zamı taşıyan bu tehlil ve tevhid-i muazzam: (َ‫ر و‬ َ ْ ‫ت بِيَدِهِ ال‬ َ َ‫وَ هُو‬ ُ ‫مو‬ ُ َ ‫حى ل َ ي‬ ُ ْ ‫خي‬

َ ‫شرِي‬ ِِ ُ ‫هُوَ ع َلَى ك‬ َ َ ‫حد َه ُ ل‬ َ ‫ل‬ ‫ه‬ ِٰ َِ ‫ه اِل‬ ِ ‫م‬ ْ َ‫الل ُهه و‬ ُ َ‫ك ل‬ َ ٰ‫صيُر ل َ اِل‬ َ ْ ‫ئ قَدِيٌر وَ اِلَي ْهِ ال‬ ٍ ْ ‫شي‬ ُ ‫مل ْه‬ ‫ت‬ ِ ُ ‫حي ِهى وَ ي‬ ْ ُ ‫مد ُ ي‬ َ ْ ‫ه ال‬ ُ ْ ‫ه ال‬ ُ ‫ ) ل َه‬olan kudsî cümleyi mütefekkirane tekrar ‫مي ُه‬ ْ ‫ح‬ ُ ‫ك وَ ل َه‬ edip: Yirminci Mektubun kısa bir hülâsat-ül hülâsasını beraber düşünüyordum. Birden kalbe geldi ki: Bu kısacık hülâsayı Nadir Hoca'ya ve buradaki gençlere ders ver. Ben de Bismillah deyip başladım. Dedim. Bu kelâm-ı tevhidde onbir müjde ve onbir hüccet-i imaniye var. Şimdi yalnız hüccetlere gâyet kısa bir işaret edip izahını ve müjdelerini Yirminci Mektuba ve Nur eczalarına havale edeceğim. Fakat şimdi o dersi yazdığım zaman. onlara söylemediğim bazı kelimeleri ve nükteleri dahi yazmayı münasib gördüm. ِٰ َِ ‫ه اِل‬ İşte o kelâm-ı tevhidin onbir kelimesinden Birinci Kelimesi (‫ه‬ َ ٰ‫ )ل َ اِل‬dır. ‫الل ُه‬ Bundaki hüccet ise: matbu' Âyet-ül Kübra Risalesidirki: O emsalsiz hüccetin hârikalığı içindir (R.A.) ki: İmam-ı Ali Nur'un eczalarından haber verdiği sırada (‫ن‬ ِ َ ‫وَ بِاْلي‬ ِ ‫منِى‬ ِ َ ‫ة الْكُبَْرى ا‬ َ ‫م‬

‫ت‬ َ َ‫)الْف‬ ‫ج ْه‬

deyip o Âyet-ül Kübra'yı şefaatçı yaparak Nur şakirdlerinin: Denizli hapsinde o risalenin hem Ankara hem Denizli Mahkemelerinde galebesiyle ve perde altında tesirli intişarıyla Denizli hapsinden necatlarını ve beraet kazanmalarına sebeb olduğu gibi onun gizli (R.A.) tab'ı da şakirdlerinin dokuz ay mevkufiyetlerine vesile olmasıyla İmam-ı Ali ın hem keramet-i gaybiyesini hem Nur şakirdlerinin bedeline duasını pek zahir bir surette tasdik etti. Evet Âyet-ül Kübra Şuaı otuzüç icma-i azîmi ve küllî hüccetleri mevcudatın heyet-i mecmuasında gösterip.. herbir hüccet-i külliyede hadsiz bürhanlara işaret ederek başta semavat yıldızlar kelimeleriyle.. arz hayvanat ve nebatat kelâmları ve cümleleriyle gitgide tâ kâinat mecmuası müştemilât ve mevcudat ve hudûs ve imkân ve tegayyür hakikatlarının kelimeleriyle.. Vâcib-ül Vücud'un mevcudiyetini ve vahdaniyetini güneş zuhurunda ve gündüz kat'iyetinde isbat ediyor. Sarsılmaz bir iman isteyenler ve dinsiz anarşistliğe

308

karşı kırılmaz bir kılınç arayanlar Âyet-ül Kübra'ya müracaat etsinler. (İkinci Kelime).( ‫ه‬ ْ َ‫ )و‬dur. Bundaki hüccete gâyet kısa bir işaret şudur. ُ َ ‫حد‬ Bu kâinatta her cihette bir birlik bir vahdet görünüyor. Meselâ Kâinat bir muntazam şehir bir muhteşem saray bir mücessem manidar kitab bir cismanî ve her bir âyeti hattâ herbir harfi ve herbir noktası mu'cizekâr bir Kur’ân hükmünde bulunmasıyla bir vahdet ve birlik gösterdiği gibi o sarayın lâmbası bir takvimci kandili bir ve ateşli aşçısı bir ve sakacı süngeri sucusu bir.. bir bir bir tâ binbirler kadar birlikleri ve vahdetleri göstermekle o sarayın ve şehrin o kitabın o cismanî Kur’ân-ı Kebir'in sahibi, hâkimi, kâtibi, musannifi bilbedahe mevcud ve vâhid ve birdir diye kat'î isbat eder. َ ‫شرِي‬ َ َ ‫ )ل‬dur. Bundaki hüccete gâyet kısa bir işaret şoyledir. (Üçüncü Kelime)(‫ه‬ ُ َ‫ك ل‬ Âyet-ül Kübra Şuaının madeni, üstadı, esası ve Âyet-ül Kübra namında olan (‫و‬ ْ َ‫ل‬

ْ ُ‫ق‬ ‫ل‬

ْ َ ً‫سبِيل‬ ٌ َ‫ه الِه‬ َ ‫ما يَقُولُو‬ َ ‫ )كَا‬ilâ âhir.. âyet-i َ ‫ش‬ َ َ‫ة ك‬ ُ َ ‫مع‬ َ ‫ن‬ ِ ‫ن اِذ ًا لَبْتَغَوْا اِلى ذِى العَْر‬

ekberidir. Yani Eğer şerik olsaydı. ve başka parmaklar icada ve rububiyete karışsa idiler intizam-ı kâinat bozulacaktı. Halbuki: küçücük sineğin kanadından ve gözbebeğindeki bir hüceyrecikten.. tut tâ tayyare-i cevviye olan hadsiz kuşlara tâ manzume-i şemsiyeye kadar her şeyde cüz'î ve küllî, küçük ve büyük en mükemmel bir intizam bulunması şeksiz ve kat'î bir surette.. şeriklerin muhaliyetine ve madumiyetine delalet ettiği gibi. Vâcib-ül Vücud'un mevcudiyetine ve vahdetine bilbedahe şehadet eder. ُ ‫مل ْه‬ (Dördüncü Kelime) (‫ك‬ ُ ‫ )ل َه‬dür. Bundaki uzun hüccete gâyet kısa bir işaret ُ ْ ‫ه ال‬ ederiz. Evet gözümüzle görüyoruz ki zemin yüzünü bir tarla yapıp içinde herbir baharda yüzbin nevi nebatatın tohumlarını beraber karışık olarak o pek geniş tarlada ekiyor. Ve mahsulâtlarını hiç karıştırmayarak şaşırmayarak kemal-i intizamla ayrı ayrı kaldırıp ikiyüzbin nevi hayvanatına ondan -rahmet ve hikmet eliyle- erzak ve tayinatlarını ihtiyaçlarına göre tevzi eden hadsiz kudret ve ilim sahibi bir mutasarrıf perde arkasında var ki bu geniş ve zengin mülkünde hususan zemin tarlasında bu tasarrufatı yapıyor.O Mutasarrıf-ı Hakîm'i ve Mâlik-i Rahîm'i tanımayan bu zemini ahmak Sofestaîler gibi..bu zemini mahsulâtıyla inkâr etmeğe mecbur olur. (Beşinci Kelime) ( ‫د‬ ُ ‫م‬ َ ْ ‫ه ال‬ ْ ‫ح‬ ُ ‫ )ل َه‬dür. Bundaki pek geniş hüccete gâyet kısa bir işaretimiz şudur. Evet gözümüz ile

309

görüyoruz ki: ve aklımızla dabedahetle biliyoruz ki: bu kâinat şehrinde ve zemin mahallesinde ve insan ve hayvanat kışlasında öyle bir Rezzak-ı Rahîm ve öyle bir Muhsin-i Kerim tasarruf ve nezaret ve terbiye ediyor ki: kendi nimetlerine mukabil hamd ve şükrettirmek için zemini bir sefine-i ticaret ve erzak getiren bir şimendifer.. ve yüzündeki bahar mevsimini bir vagon tarzında yapıp yüzbin nevi taamlarla ve memeler denilen konserve paketleriyle doldurup kış âhirinde erzakları biten muhtaç zîhayatlara yetiştiren bir Rezzak-ı Rahîm'in işleri olduğunu zerre kadar aklı bulunan tasdik eder. Ve tasdik etmeyip inkâra sapan.. elbette zemin yüzünde vesile-i hamd ü şükran olan bütün muntazam nimetleri ve muayyen rızıkları inkâr etmeğe mecbur olup ahmak bir muzır hayvan olur. (Altıncı Kelime) (‫حي ِى‬ ْ ُ ‫ )ي‬dir. Hüccetine gâyet kısa bir işaret şöyledir. Evet Onuncu Söz'de ve Nur eczalarında bürhanlarıyla isbat edilmiş ki: Her baharda zîhayatlardan üçyüzbin nevi ve çeşit çeşit tarzlarda olan ve hadsiz efradı bulunan bir ordu-yu Sübhanî rûy-i zeminde ihya ediliyor. Onlara kemal-i intizamla hayat ve levazımat-ı hayatiye veriliyor. Haşr-i A'zam'ın yüzbin nümunelerini belki emarelerini gösterip o ayrı ayrı hadsiz mahlukatı beraber birbiri içinde sehivsiz. yanlışsız.noksansız hiç şaşırmayarak karışık iken hiç karıştırmayarak hiç unutmayarak kemal-i mizan ve intizamla dirilten ve hayat veren. ve nutfe denilen mütemasil su katrelerinden ve toprağa müteşabih tohumlarından ve az farklı habbeciklerinden ve sineklerin birbirinin aynı olan yumurtacıklarından ve kuşların aynı havadan birbirinin aynı nutfelerinden hem birbirinin misli veya az farklı yumurtalarından o hadsiz efradı bulunan ve birbirinden suretçe, san'atça ve maişetçe ayrı ayrı yüzbinler zîhayatları dirilten ve zeminde hususan bahar sahifesinde yüzbin başka başka kitabları beraber birbiri içinde hatasız gâyet mükemmel yazan hadsiz bir dikkat.. ve nihâyetsiz bir hikmetle iş gören tasarruf eden bir Zâtı Hayy-ı Kayyum ve Muhyî bir Hallak-ı Alîm olduğuna kanaat getirmeyen.. elbette hem kendini hem bütün zeminde ve zaman şeridine asılan bütün geçmiş baharlarda ve hayatlı zemin ve feza yüzlerinde bulunmuş olan bütün zîhayatları inkâr etmeğe ve en ahmak ve bedbaht bir zîhayat olmağa mecburdur. (Yedinci Kelime)(‫ت‬ ِ ُ ‫ )وَ ي‬dur. Bunun hüccetine gâyet kısa bir işaret ise: Evet ‫مي ُه‬ görüyoruz ki: Güz mevsiminde üçyüzbin nevi zîhayat. vefat namıyla terhis edilirken.. herbir nevi ve ferdinnin sahife-i amellerinin

310

kutucukları ve işlediklerinin fihristleri ve gelecek baharda işleyeceklerinin listeleri ve bir cihette bir nevi ruhları olan tohumları onların yerlerinde Hafîz-i Zülcelal'in yed-i hikmetine emanet edildiğini.. ve incirin tohumları ve çekirdekleri gibi zerrecik o küçücük tohumları birer ruh-ı bâki gibi incir ağacının bütün kavanin-i hayatiyesini taşıyan ve bir kitab-ı kadar kuvve-i hâfızadaki yazı misillü: ağacın tarihçe-i hayatını çekirdeğinde kader kalemiyle yazan ve büyük bir kitab hükmüne getiren bir Hallak-ı Hakîmi bir Hayy-ı Lâyemut'u tanımayan.. elbette değil ahmak bir insan ve divane bir hayvan..belki: Cehennem ateşini karıştıran bir serseri şeytandan daha bedbaht olur ve ebedî ölüme mahkûm olur. Evet bu kelimelerin hüccetlerine işaret eden.. küllî ve ihatalı.. ve hadsiz hârikalı ve nihâyetsiz hârikaları ve mu'cizeleri ihtiva eden bu mezkûr hakimane ef'alin.. fâilsiz olmaları binler derece muhal ve bâtıl olduğu gibi.. kör, âciz, şuursuz, sağır, camid, karmakarışık, intizamsız, karışık ve istilâcı olan esbaba isnad etmek keza binler derece mümteni' ve esassızdır. Yoksa toprağın herbir zerresinde hadsiz bir kudret ve bir hikmet.. ve bütün otların ve çiçeklerin teşkilâtına dair pek hârika ve küllî san'atkârlık bulunması.. ve havanın herbir zerresinde "Rehber'deki Hüve Nüktesi'nin dediği gibi" bütün konuşmaları. ve telefonların ve radyoların kelimelerini bilecek ve sair zerrelere ders verecek bir kabiliyet bulunması lâzım gelir. Bu acib fikri ise: hiçbir şeytan hiçbir kimseye kabul ettiremez. Ve bu derece akıldan ve hakikattan uzak ve bütün mevcudata karşı bir tahkir ve tecavüz olan küfür ve inkârın cezası.. ancak dehşetli Cehennem olabilir. ve ayn-ı adalettir. Elbette öyle münkir için Yaşasın Cehennem dememiz lâzım. (Sekizinci Kelime) (‫ت‬ ‫ )وَ هُوَ َه‬dur. Bundaki hüccete gâyet kısa bir ‫مو ُه‬ ُ َ ‫حى ل َ ي‬ işaret şudur. Meselâ Nasılki gündüzde.. çalkanan bir denizin yüzünde ve akan bir nehirin üstündeki kabarcıklarda görünen güneşçiklerin gitmeleriyle arkalarından gelen yeni kabarcıklar aynen gidenler gibi güneşçikleri göstermekle gökteki güneşe işaret ve şehadet ederler. ve zeval ve vefatlarıyla bir daimî güneşin mevcudiyetine ve bekasına delalet ederler. aynen öyle de Her vakit değişen kâinat denizinin yüzünde ve tazelenen hadsiz fezasında ve zerrat tarlasında ve bütün hâdisatı ve fâni mevcudatı kucağına alarak beraber çalkanan zaman nehrinin içinde mahlukat mütemadiyen sür'atle akıp gidiyorlar. zahirî sebebleriyle beraber vefat ediyorlar. Her sene her gün bir kâinat ölür. bir tazesi yerine gelir. Ve zerrat tarlasında mütemadiyen seyyar dünyalar ve seyyal âlemler mahsulâtı alındığından

311

elbette kabarcıklar ve içindeki güneşçiklerinin zevalleriyle daimî bir güneşi gösterdikleri gibi..o hadsiz mahlukatın ve mahsulâtın vefatları.. ve zahirî sebebleriyle beraber kemal-i intizamla terhisleri.. gündüz gibi şübhesiz güneş gibi zahir bir kat'iyette bir Hayy-ı Lâyemut'un bir Hallak-ı Bâki'nin ve bir Kumandan-ı Akdes'in vücub-ı vücudu ve vahdeti ve mevcudiyeti kâinatın mevcudiyetinden bin derece zahir ve kat'îdir. diye bütün mevcudat ayrı ayrı ve beraber şehadet ederler. İşte kâinatı dolduran bu yüksek sesleri ve kuvvetli şehadetleri işitmeyen ve kulak vermeyen ne derece. sağır ve ahmak ve cani olduğunu elbette anladınız. (Dokuzuncu Kelime) (‫ر‬ َ ْ ‫ )بِيَد ِهِ ال‬dır. Bundaki hüccete gâyet kısa bir işaret şudur. ُ ْ ‫خي‬ Görüyoruz Bu kâinatta.. her daire, her nev, her tabaka, hattâ her ferd, her a'za, hattâ her bedendeki herbir hüceyrenin ihtiyat rızkını taşıyan bir mahzeni bir deposu ve levazımatını yetiştiren ve muhafaza eden bir tarlası ve hazinesi var ki: gâyet intizam ve mizan ile ve gâyet hikmet ve inâyet ile vakti vaktine muhtacın iktidar ve ihtiyarı haricinde bir dest-i gaybî tarafından o muhtacın eline veriliyor. Meselâ Dağlar: zîhayata ve insana lâzım olan bütün madenleri, ilâçları ve hayata lâzım şeyleri taşıyorlar. ve birinin emriyle ve tedbiriyle gâyet mükemmel bir hazine ve bir anbar olduğu gibi.. zemin dahi bütün o zîhayatın erzaklarını bir Rezzak-ı Hakîm'in kuvvetiyle kemal-i mizan ve intizamla yetiştiren bir tarla bir harman ve bir matbahtır. Hattâ her insanın ve cismindeki herbir uzvun.. bir deposu ve bir mahzeni hattâ bir hüceyrenin dahi bir ihtiyat mahzenciği bulunduğu gibi.. git gide tâ dâr-ı âhiretin bir mahzeni dünyadır. ve Cennet'in bir tarlası ve deposu bu âlemdeki hüsünleri ve hasenatları ve nurları mahsul veren âlem-i İslâmiyet ve hakikatlı insaniyet.. ve Cehennem'in bir anbarı ise: şerleri ve çirkinleri ve küfürleri mahsul veren ve şer olan ve ademden gelen ve hayır olan vücud âlemlerini telvis eden pis maddelerin ve taifelerin.. ve yıldızların hararet mahzeni bir Cehennem ve nurlar hazinesi bir Cennet'tir ki..(‫ر‬ َ ْ ‫ )بِيَد ِههِ ال‬kelimesi bütün o hadsiz ُ ْ ‫خي‬ hazinelere işaretle pek parlak bir hücceti gösteriyor. ِِ ُ ‫مقَالِيد ُ ك‬ َ ‫ل‬ Evet bu kelime ile ve (‫ئ‬ َ ِ‫ )بِيَدِه‬cümlesiyle yani Her şeyin anahtarı ٍ ْ ‫شي‬ onun elindedir. nihâyetsiz geniş ve hadsiz hârikalı bir hüccet-i rububiyet ve vahdet bütün bütün kör olmayana gösterir. Meselâ o hadsiz hazinelerden ve anbarlardan yalnız buna bak ki: Herbiri bir koca ağacın veya bir parlak çiçeğin cihazatını ve mukadderatının proğramını taşıyan ve küçücük mahzencikler olan çekirdeklerin ve tohumların anahtarları elinde bulunan bir Mutasarrıf-ı Hakîm..bir çekirdeğin kabukcığını Uyan emriyle..

312

ve irade anahtarıyla tam mizan-ı nizamla açtığı gibi.. zemin hazinesini dahi yağmur anahtarıyla açarak mahzencikleri ve nebatatın nutfeleri olan bütün habbeleri ve hayvanatın menşe'leri ve kuşların ve sineklerin su ve havadan nutfeleri olan ve bütün inkişaf emrini alan katreler mahzenciklerini beraber hatasız açtığı vakitte kâinattaki küllî ve cüz'î maddî ve manevî bütün hazineleri ve depoları hikmet ve irade ve rahmet ve meşiet eliyle herbirine mahsus bir anahtarla açtığını bilmek ve görmek istersen.. senin bir nevi mahzenciklerin olan kendi kalbine ve dimağına ve cesedine ve midene ve bahçene ve zeminin çiçeği olan baharada ve ondaki çiçeklere ve meyvelere bak ki: kemal-i nizam ve mizan ve rahmet ve hikmetle bir dest-i gaybî tarafından (emr-i kün feyekûn) tezgâhından gelen ayrı ayrı anahtarlarla açıyor. Bir dirhem kadar bir kutucuktan bir batman belki bazan yüz batman.. taamları kemal-i intizam ile çıkarıyor. zîhayatlara ziyafetler veriyor. Acaba böyle alimane basîrane nihâyetsiz muntazam bir fiile ve tesadüfsüz tam hikmetli bir san'ata ve yanlışsız tam mizanlı bir tasarrufa ve zulümsüz tam adaletli bir rububiyete hiç mümkün müdür ki: kör kuvvet sağır tabiat serseri tesadüf camid,cahil,âciz esbab müdahale edebilsin Ve bütün eşyayı birden görüp ve beraber idare edemeyen ve zerratla seyyarat yıldızları emrinde bulunmayan bir mevcud.bu her cihetle hikmetli, mu'cizeli, mizanlı tasarrufa ve idareye karışabilsin. İşte her hayr elinde herşeyin anahtarı yanında bulunan böyle bir Mutasarrıf-ı Rahîm'i ve böyle bir Rabb-ı Hakîm'i tanımayan ve inkâra sapana. Elbette (‫ظ‬ ِ ‫ن الْغَي ْه‬ ِ ‫ميَُِز‬ َ َ ‫ )تَكَاد ُ ت‬âyetinin dediği gibi ‫م َه‬ Cehennem ona kızıyor. ve kızışıyor. Ve lisan-ı hal ile hadsiz bir azaba müstehaktır. merhamete hiç lâyık değildir.diyor. ِِ ُ ‫ )وَ هُوَ ع َلَى ك‬dir. Bundaki hüccete gâyet kısa َ ‫ل‬ (Onuncu Kelime)(‫ر‬ ٍ ْ ‫شي‬ ٌ ‫ئ قَدِي‬ bir işaret şöyledir. Bu misafirhane-i dünyaya gelen her zîşuur gözünü açtıkça görür ki: Bir kudret bütün kâinatı kabzasında tutmuş. ve hiç şaşırmayan ezelî ve ihatalı nihâyetsiz bir ilim ve gâyet dikkatli mizansız ve faidesiz hiç hareket etmeyen bir sermedî hikmet ve inâyet o kudretin içinde bulunup zerrat ordusundan birtek zerreyi meczub mevlevî gibi döndürerek çok vazifelerde istihdam ettiği.. gibi küre-i arzı aynı anda aynı kanunla bir senede yirmidört bin senelik bir dairede yine bir meczub mevlevî misillü gezdirir. Mevsimlerin mahsulâtlarını hayvan ve insanlara getirdiği aynı kanunla aynı zamanda güneşi bir mekik ve bir çıkrık yaparak merkezinde cezbedarane.. ve cazibekârane döndürüp manzume-i şemsiye ordusu olan seyyarat yıldızlarını kemal-i mizan ve intizamla vazifelerde çalıştırır.

313

Ve aynı kudret aynı zamanda aynı kanun-ı hikmetle zemin sahifesinde yüzbinler kitab hükmünde yüzbinler nevileri beraber birbiri içinde iltibassız sehivsiz yazar. haşr-i a'zamın binler nümunelerini izhar eder. Ve aynı kudret aynı zamanda hava sahifesini bir yazar bozar tahtasına çevirir. Ve havanın Bütün zerrelerini birer kalem uçları ve o kitabın noktaları hükmünde emir ve iradenin onlara tayin ettiği vazifelerinde istimal ederek.. ve bütün o zerrelere herbirine bir kabiliyet vermiş ki.. güya bütün sözleri ve konuşmaları bilir gibi alır. Neşreder. şaşırmaz. Küçücük bir kulak incecik birer lisan olarak istihdam edip.. unsur-ı havanın emir ve irade-i İlahînin bir arşı olduğunu isbat eder. İşte bu kısa işarete kıyasen bu kâinatı bir muntazam şehir ve bir mükemmel apartman ve misafirhane bir mu'cizatlı kitab ve Kur’ân hükmüne getirip.. heyet-i mecmuasından tâ bir zerreye kadar bütün mahlukat tabakalarını ve dairelerini ve taifelerini mizan-ı ilim ve nizam-ı hikmetle kabzasına alan tasarruf eden ve kudreti içinde rahmetini gösteren ve rububiyet-i mutlakası içinde mevcudiyetini ve vahdaniyetini güneş ve gündüz gibi bildirip tanıtan.. ve bidirip tanıtmasına mukabil.. imanla tanımağı ve sevdirmesine mukabil ubudiyetle mukabele etmeği ve ihsan’atlarına mukabil şükür ve hamd etmeği isteyen. böyle bir Rahman-ı Rahîm'i tanımayan.. ve ubudiyetle onu sevmeye çalışmayan belki inkâr ile ona bir nevi adavet taşıyan insan suretindeki şeytanlar.. birer küçük Nemrud ve birer küçük Firavun hükmünde nihâyetsiz bir azaba elbette müstehak olurlar. (Onbirinci Kelime) (‫ر‬ ِ ‫م‬ َ ْ ‫ )وَ اِلَيْهِ ال‬dir. Yani Daire-i huzuruna ve âlem-i bâkisine ُ ‫صي‬ ve âhiretine ve sermedî dâr-ı saadetine gidileceği gibi bütün kâinattaki mahlukatın mercii odur.bütün esbab silsileleri ona dayanır.ve kudretine istinad eder. ve o kudretinin tasarrufatına birer perdedirler. o kudret-i kudsiyenin izzetini ve haşmetini muhafaza için bütün zahirî sebebler yalnız birer perdedirler. icadda da hiç tesirleri yoktur. emir ve iradesi olmazsa hiçbir şey hattâ hiçbir zerre hareket edemez demektir. Bu kelimedeki hüccete gâyet kısa işaret ederiz. Evvelâ.. Bu kudsî kelimenin ifade ettiği haşir ve âhiret ve hayat-ı bâkiye hakikatının bu gelen bahar gibi kat'î ve şübhesiz tahakkukunu ve geleceğini tam iman ettirmek ve isbat etmek cihetini Onuncu Söz ve zeyillerine ve Yirmidokuzuncu Söz'e ve Meyvenin Yedinci Mes'elesi'ne ve Münacat Şuaına ve Nur'un imanî risalelerine havale ederiz. Elhak onlar bu rükn-i imanîyi öyle bir

314

tarzda hadsiz hüccetlerle isbat etmişler ki: dünyanın mevcudiyeti derecesinde âhiretin tahakkukunu en muannid münkirleri de tasdike mecbur eden bir surette isbat etmişler. Sâniyen Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyanın üçten birisi haşre ve âhirete bakar. her davayı ona bina eder. Öyle ise Kur’ânın hakkaniyetini isbat eden bütün mu'cizeleri ve hüccetleri âhiretin vücuduna dahi delalet ettikleri gibi Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın nübüvvetine şehadet eden bütün mu'cizeleri ve umum delail-i nübüvveti ve sıdkının bütün hüccetleri haşir ve âhirete dahi şehadet ederler. Çünki o zâtın (Aleyhisselatü Vesselam).. bütün hayatında daimî bir büyük davası âhiret olduğu gibi.. bütün yüzyirmidört bin peygamberler (Aleyhimüsselâm) dahi hayat-ı bâkiye ve saadet-i ebediyeyi dava edip beşere müjde ederek hadsiz mu'cizelerle ve kat'î delillerle isbat ettiklerinden elbette onların peygamberliklerine ve sadıkıyetlerine delalet eden bütün mu'cizeleri ve hüccetleri onların en büyük ve daimî davaları olan âhirete ve hayat-ı bâkiyeye şehadet ederler. Buna kıyasen sair erkân-ı imaniyeyi isbat eden bütün deliller dahi haşrin vukuuna ve dâr-ı saadetin açılmasına şehadet ederler. Sâlisen Hiç mümkün müdür ki: kendi kemalâtını ve kudretini ve rububiyetini izhar etmek için bu kâinatı bütün zerratıyla ve seyyarat ve eczasıyla ve tabakatıyla halk edip.. kemal-i hikmetle her birisini bir vazife ile belki çok vazifelerle mütemadiyen çalıştıran ve sermedî ve hadsiz cilve-i esmasını göstermek için kafile kafile arkasında belki müteceddid seyyar dünya dünya arkasında. mahlukat taifelerini bu misafirhane-i âleme ve hayat-ı dünyeviye meydan-ı imtihanına gönderip âlem-i misalde kurulan uhrevî sinemalarla ve berzahî fotoğraflarla suretlerini ve amellerini ve vaziyetlerini alarak onları terhisten sonra başka taifeleri ve kafileri ve seyyal ve seyyar bir nevi dünyaları o meydana vazifelerle ve cilve-i esmasına âyineler olmak için gönderen bir Sâni'-i Zülcelal bir Hâlık-ı Zülcemal ve bir Allah-ı Zülkemal bu fâni dünyada şuur ve akıl ile o Hâlık'ın bütün maksadlarına karşı mukabele eden ve bütün istid’adıyla o Hâlık'ı sevip sevdiren ve tanıyıp ve tanıttırıp hadsiz dualarla beka-i âhiret saadetini yalvaran ve akıl sebebiyle nihâyetsiz elemleri aldığından bütün fıtratı ve ruhu ve istid’adıyle ayn-ı lezzet olan hayat-ı bâkiyeyi isteyen bu nev'-i insan için bir dâr-ı mükâfat ve mücazat ve bir haşir neşir olmasın.Hâşâ Yüzbin defa hâşâ ve kellâ.. İşte bu kısacık işaretin izahatı ve tafsilâtı ve hüccetleri parlak ve kuvvetli bir surette Risale-i Nur'da bulunduğundan..ona havale ederek bu pek uzun kıssayı kısa kesiyoruz.

َ َ َ َ ‫حان‬ َ َِ ‫متَنَا اِن‬ ‫م‬ ِ َ‫ك ل‬ َ ْ ‫سب‬ َ ْ ‫م ال‬ ُ ُ ‫حكِي‬ ُ ‫ت الْعَلِي‬ َ ْ ‫ك اَن‬ َ ِ ‫م لَنَا اِل‬ َ ْ ‫عل‬ ْ ِ ‫ما ع َل‬

315

Fatiha-i Şerife'nin Bir Muhtasar Hülâsası Üçüncü Medrese-i Yusufiye'de muvakkat bir zamanda ve az bir vakitte tecridden temasa naklimde verilen yalnız tek bir dersin İkinci Kısmıdır. Hapiste Nur şakirdlerine verilen kısacık bir dersin nümunesidir. Fatiha-i Şerife denizinden bir katre ve güneşindeki elvan-ı seb'adan yani ziyasındaki yedi renginden birtek lem'a beyan etmeyi namazdaki Fatiha kalbe emretti. Gerçi Yirmidokuzuncu Mektub'un bir kısmında (hususan Na'büdü) Nunundaki seyahat-ı hayaliye) ve Rumuz-ı Semaniye'de ve İşarat-ül İ'caz Tefsiri'nde ve sair Nur eczalarında bu kudsî hazinenin çok tatlı ve güzel nüktelerini yazmışız. Fakat o pek şirin hülâsa-i Kur’âniyeden yalnız imanın rükünlerine ve hüccetlerine dair işaratını gâyet kısa bir muhtasar hülâsasını birinci kısımdaki tarz-ı ifade gibi kendim namazdaki tefekkürümü yazmamaklığıma bir cihette mecbur oldum.. ِٰ ِ ‫سم‬ ِ ‫ن الَِر‬ ْ ‫الله ِه الَِر‬ ْ ِ ‫ ب‬kelimesini Nur'un iki üç risalelerine havale edip ِ‫حيم‬ ِ ٰ‫حم‬ (‫ِل ِٰله ِه‬

ُ ‫مد‬ َ ْ ‫ ) اَل‬dan başlıyorum. ْ ‫ح‬ ِٰ ِ ‫سم‬ ‫الخ‬... ‫ن‬ ِ ‫ن الَِر‬ ِ َ ‫ب الْعَال‬ ِ ‫مد ُ ِل ِٰله ِه َر‬ َ ْ ‫حيم ِ اَل‬ ْ ‫الله ِه الَِر‬ ْ ِ‫ب‬ ْ ‫ح‬ َ ‫مي‬ ِ ٰ‫حم‬

(Birinci Kelime) (ِ‫مد ُ ِل ِٰله ه‬ َ ْ ‫ ) اَل‬dır. Bundaki hüccet-i imaniyeye gâyet kısa bir ْ ‫ح‬ işaretimiz şudur. Evet kâinatta medar-ı hamd ve şükür olan kasdî in'amlar ve nimetler (hususan kan ve fışkı içinde safi, temiz, gıdalı bir sütü âciz yavrulara göndermek) ve ihtiyarî ihsanlar ve hediyeler ve merhametli ikramlar ve ziyafetler zemin yüzünü belki kâinatı doldurmuş. Onların fiyatı dahi başta Bismillah âhirde Elhamdülillah ortada nimetiçinde inamı hiss etmek ve Rabbisini onun ile tanımaktır.

316

Sen. kendi nefsine, midene, duygularına bak.. Ne kadar şeylere, nimetlere muhtaçtırlar. Ve ne kadar hamd ve şükür fiyatıyla rızıkları lezzetleri isterler gör.. her zîhayatı kendine kıyas eyle.. İşte bu umumî in'amlar mukabilinde hal ve kal dilleriyle edilen hadsiz hamdler pek kat'î bir surette bir Mabud-ı Mahmudun ve bir Mün'im-i Rahîm'in mevcudiyetini ve umumî rububiyetini güneş gibi gösterir. (İkinci Kelime) (‫ن‬ ِ َ ‫ب الْعَال‬ ِ ‫ )َر‬dir. Bundaki hüccete gâyet kısa bir işaret olarak َ ‫مي‬ deriz. Evet gözümüzle görüyoruz ki: Bu kâinatta binler değil.. belki milyonlar âlemler. küçük kâinatlar ekseri birbiri içinde herbirinin idaresinin ve tedbirinin şeraidi ayrı ayrı olduğu halde.. öyle bir mükemmel terbiye ve tedbir idare ediliyorlar ki: bütün kâinat bir sahife gibi her an nazarında ve bütün âlemler birer satır gibi kalem-i kudret ve kaderiyle yazılır: tazelenir, değişir. Bir nihâyetsiz rububiyet içinde nihâyetsiz bir ilim ve hikmet ile ve ihatalı hadsiz bir rahmet ve dikkat ile bu milyonlar âlemleri ve seyyal kâinatları idare eden bir Rabb-ül Âlemîn'in vücub-ı vücuduna ve vahdetine küllî ve cüz'î şehadetler.. zerreler adedince ve zerrelerden terekküb eden mevcudlar adedince hadsiz ve nihâyetsiz şehadetler.. her an ve zaman geliyorlar. Zerrat tarlasından tâ manzume-i şemsiyeye tâ Samanyolu denilen Kehkeşan dairesine kadar.. ve bir hüceyre-i bedenden tâ zemin mahzenine.. tâ kâinat heyet-i mecmuasına kadar.. aynı kanun ile aynı rububiyet ile aynı hikmet ile beraber idare ve terbiye eden bir rububiyetini tasdik ve hissetmeyen.. bilmeyen, görmeyen bir insan.. elbette hadsiz bir azaba kendini müstehak eder. ve merhamete liyakatını selbeder. (Üçüncü Kelime) (‫حيمه‬ ْ ‫ )اَلَِر‬dir. Bundaki hüccete gâyet kısa bir işaret ِ ِ ‫ن الَِر‬ ‫حمٰ ِه‬ şöyledir. Evet kâinatta hadsiz rahmetin mevcudiyeti ve hakikatı aynen güneşin ziyası gibi görünüyor. Ve ziyanın güneşe kat'î şehadeti misillü bu geniş rahmet dahi perde arkasında bir Rahman-ı Rahîm'e şehadet eder. Evet rahmetin bir ehemmiyetli kısmı rızıktır ki: Rahman'a Rezzak manası verilir. Rızık ise: o derece zahir bir tarzda bir Rezzak-ı Rahîm'i gösterir ki: zerre kadar şuuru bulunan tasdike mecbur olur. Meselâ.. Bütün zîhayatın hususan âcizlerin ve bilhassa yavruların rızklarını bütün zeminde ve fezada ihtiyar ve iktidarlarının haricinde gâyet hârika bir tarzda hiçten ve mütemasil çekirdeklerden ve su katrelerinden ve toprak habbeciklerinden yetiştiriyor. Hattâ ağacın başındaki yuvada kanatsız zayıf kuşçuklara annelerini emirber nefer gibi gezdirir. rızıklarını getirttirir.

317

Aç bir arslanı yavrusuna müsahhar eder. elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna yedirir. Ve sair hayvanatın ve insaların yavrularına memeler musluğundan âb-ı kevser gibi hoş, mugaddi, safi, hâlis, beyaz bir sütü kırmızı kan ve mülevves fışkı içinden..bulaştırmadan bulandırmadan imdadına gönderir. vâlidelerinin şefkatlerini yardımcı verir. Ve bir nevi rızık isteyen umum ağaçlara münasib rızıklarını onlara pek hârika bir tarzda koşturduğu gibi.. bir nevi maddî ve manevî rızık isteyen insanın duygularına akıl kalb ve ruhlarına dahi pek geniş bir sofra-i erzak onlara ihsan ediyor. Güya kâinat gül çiçeğinin yaprakları ve mısır sünbülünün gömlekleri gibi birbiri içinde sarılı yüzbinler ayrı ayrı ve çeşit çeşit sofralardır ki: o sofralar adedince ve onlardaki taamlar.. ve nimetler mikdarınca diller ile ve ayrı ayrı küllî ve cüz'î lisanlar ile bir Rahman-ı Rezzak'ı ve bir Rahîm-i Kerim'i bütün bütün kör olmayana gösterir. Eğer denilse Bu dünyadaki musibetler, çirkinlikler, şerler. o ihatalı rahmete münafîdir. bulandırıyor??(Elcevab) Risale-i Kader gibi Nur'un risalelerinde bu dehşetli suale tam cevab verilmiş. Onlara havale ederek kısacık bir işareti şudur. Herbir unsurun herbir nev'in herbir mevcudun küllî ve cüz'î müteaddid vazifeleri var. ve o herbir vazifenin de çok neticeleri ve meyveleri var. Ve ekseriyet-i mutlakası maslahat ve güzel ve hayır ve rahmettirler. Ve az bir kısmı ya kabiliyetsizlere veya yanlış mübaşeret edenlere veya ceza ve terbiyeye müstehak olanlara veyahud çok hayırları sünbül vermeye vesile olanlara rastgelir. Zahirî cüz'î bir şer bir çirkinlik olur. bir merhametsizlik görünür. Eğer o cüz'î şer gelmemek için rahmet tarafından o unsur ve küllî mevcud o vazifesinden men'edilse: o vakit bütün hayırlı ve güzel sair neticeleri vücud bulmaz. Bir hayrın ademi şer olması ve bir güzelliğin bozulması çirkinlik olması itibariyle o neticeler adedince şerler çirkinlikler husul bulur. Demek tek bir şer gelmemek için yüzer şerler merhametsizlikler irtikâb edilir ki: bütün bütün hikmete maslahata rububiyetteki rahmete muhalif düşer. Meselâ: Kar, soğuk, ateş, yağmur gibi nevilerin yüzer hikmetleri ve maslahatları içinde bazı dikkatsizler ve ihtiyatsızlar sû'-i ihtiyarlarıyla kendileri hakkında şer yapsa.. meselâ elini ateşe soksa: ateşin hılkatında rahmet yoktur dese: ateşin hadd ü hesaba gelmeyen hayırlı. maslahatlı merhametli faideleri onu tekzib edip ağzına vurur.

318

Hem insanın hodgâm hevesatı ve süflî ve akibeti görmeyen hissiyatı kâinatta cereyan eden rahmaniyet ve hakîmiyet ve rububiyet kanunlarına mikyas ve mihenk ve mizan olamaz. Kendi âyinesinin rengine göre görür. Merhametsiz siyah bir kalb kâinatı ağlar, çirkin, muzlim ve zulümat suretinde görür. Fakat iman gözüyle baksa.. yetmiş güzel hulleler giymiş bir cennet hurisi gibi rahmetlerden ve hayırlardan ve hikmetlerden dikilmiş. yetmiş binler güzel libasları birbiri üstüne giymiş daima güler, rahmetle tebessüm eder bir insan-ı ekber.. ve ondaki insan nev'ini bir kâinat-ı suğra ve herbir insanı bir âlem-i asgar müşahede eder. Bütün ruh u canıyla (‫ن‬ ِ ‫ن الَِر‬ ِ َ ‫ب الْعَال‬ ِ ِ ‫مال‬ ْ ‫ن الَِر‬ َ ْ ‫) اَل‬ َ ِ ‫حيم‬ ْ ‫ح‬ ِ ‫مد ُ ِل ِٰله ِه َر‬ َ ‫مي‬ ِ ‫ك يَو ْم ِ الدِي‬ ِ ٰ‫حم‬ der. (Dördüncü Kelime) ( ‫ن‬ ِ ‫مال ِه‬ َ ) dir. Hüccetine gâyet kısa bir işaret ‫ك يَوْهم ِ الدِي ِه‬ şöyledir. (Evvelâ) Bu dersin birinci kısmının âhirinde (‫ر‬ ِ ‫م‬ َ ْ ‫ال‬ ُ ‫صي‬

ِ‫ )وَ اِلَي ْه‬hüccetine ve haşre ‫ن‬ ِ ِ ‫مال‬ َ ..in işaret ettiği. imanî ve ِ ‫ك يَو ْم ِ الدِي‬

ve âhirete şehadet eden bütün deliller aynen geniş hakikata şehadet ederler. (Sâniyen) Onuncu Söz'ün âhirinde denildiği gibi bu kâinat Sâniinin sermedî rububiyeti, rahmeti ve hikmeti.. ve ezelî ve ebedî cemali ve celali ve kemali ve nihâyetsiz sıfatları ve yüzer isimleri âhireti kat'î bir surette istediği gibi.. Kur’ân binler âyât ve bürhanları ile ve Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm yüzler mu'cizat ve hüccetleriyle.. ve bütün enbiya Aleyhimüsselâm ve semavî kitablar ve suhuflar hadsiz delilleriyle şehadet ettikleri dâr-ı âhiretteki hayat-ı bâkiyeye inanmayan bir insan.. kendini dünyada dahi küfürden neş'et eden bir manevî cehenneme atar. daima azab çeker. Rehber'de izah edildiği gibi bütün geçmiş ve gelecek zamanlar ve mahluklar ve kâinatlar zeval ve firaklarıyla onun ruhuna ve kalbine mütemadiyen onun ruh ve kalbine hadsiz elemleri yağdırıyorlar Cehennem'e gitmeden evvel Cehennem azabını çektiriyorlar. (Sâlisen) ( ‫ن‬ ‫ )يَوْهم ِ الدِي ِه‬remziyle büyük ve kuvvetli bir hüccet-i haşriyeye işaret ederiz. Fakat bu makamda bir hal birden o hücceti başka zamana te'hire sebeb oldu belki de ona daha ihtiyaç kalmadı. Çünki Nur Risaleleri geceden sonra gündüzün ve kıştan sonra baharın gelmesi kat'iyetinde yüzer kuvvetli hüccetlerle.. haşir ve neşrin sahibini ve baharını isbat etmişler. َ ‫ك نَعْبُد ُ وَاِيَِا‬ َ ‫ )اِيَِا‬dir. Bundaki hüccete işaretten (Beşinci Kelime) (‫ن‬ ْ َ‫ك ن‬ ُ ‫ستَعِي‬ evvel hakikatlı bir seyahat-ı

319

hayaliyeyi Yirmidokuzuncu Mektub'un izahına binaen kısaca beyan etmek kalbe geldi. Şöyle ki: Bir zaman Kur’ânın mu'cizelerini ararken Risale-i Nur'da hususan İşarat-ül İ'caz tefsir-i Nurî'de ve Rumuz-ı Semaniye'deki beyanları gibi Sure-i Feth'in âhirindeki âyette dört-beş َ ِ ‫ك بِبَدَن‬ َ ‫جي‬ mu'cize ve ihbar-ı gaybîyi.. hattâ (‫ك‬ َ ْ ‫ )اَلْيَو‬cümlesinde bir tarihî mu'cizeyi ِ َ ‫م نُن‬ hattâ çok kelimelerinde müteaddid i'caz lem'alarını. ve bazı harflerinde mu'cizane nükteleri bulduğum bir zamanda.. namazda Fatiha'yı okurken (‫ن‬ ْ َ ‫ )نَعْبُدُرن‬nunları bir mu'cizesini ُ ‫ستَعِي‬

bana bildirmek için bir sual kalbime geldi.. Neden (‫ن‬ ْ َ ‫ )اَع ْبُد ُ ا‬yani (Ben ibadet ve ُ ‫ستَعِي‬ istiane ederim) denilmedi?. Nun-ı mütekellim-i maalgayr: ile yani Biz sana ibadet ve istiane ederiz denilmiş? Birden o nun kapısıyla bir seyahat-ı hayaliye meydanı açıldı. Namazdaki cemaatın azîm sırrını ve büyük menfaatini ve bu tek harf bir mu'cize olduğunu şuhud derecesinde bildim ve gördüm. َ ‫اِيَِا‬ Şöyle ki: Ben o zaman İstanbul'da Bayezid Câmii'nde namaz kılarken: ( ُ‫ك نَعْبُد‬

َ ‫ )وَاِيَِا‬dedim. Baktım. o câmideki cemaat benim gibi diyerek bu davama ve ( ‫ن‬ ْ َ‫ك ن‬ ُ ‫ستَعِي‬ ‫ )اِهْدِن َها‬daki duama tamamen iştirak edip tasdik ediyorlar. O zaman bir perde daha açıldı.

Gördüm ki: İstanbul'un bütün mescidleri büyük bir Bayezid camii hükmüne geçtiler. Aynen َ ‫ك نَعْبُد ُ وَاِيَِا‬ َ ‫ )اِيَِا‬diyorlar. Ve benim davalarıma ve dualarıma imza benim gibi (‫ن‬ ْ َ‫ك ن‬ ُ ‫ستَعِي‬ basıyorlar. âmîn diyorlar. Ve bana bir nevi şefaatçi suretini aldılar. Onda hayalime bir perde daha açıldı. Gördüm ki: âlem-i İslâm büyük bir mescid suretini aldı. Mekke ve Kâ'be mihrab hükmüne geçti. Bütün namaz kılan müslümanların safları dairevî bir tarzda o kudsî mihraba َ ‫ك نَعْبُد ُ وَاِيَِا‬ َ ‫ )اِيَِا‬diyorlar. herbiri umum teveccüh ederek benim gibi (‫ن اِهْدِن َا‬ ْ َ‫ك ن‬ ُ ‫ستَعِي‬ namına hem dua ediyorlar hem tasdik ediyorlar. hem onları kendine şefaatçi yapıyorlar. Hem bu kadar azîm bir cemaatin yolu ve davası yanlış olamaz. ve duaları reddedilmez.Ve şeytanî vesveseleri tard eder diye düşünürken ve namazda cemaatin büyük menfaatlerini bilmüşahede tasdik ederken. bir perde daha açıldı. Gördüm ki: Kâinat bir câmi-i ekber.. ve bütün mahlukat taifeleri bir salât-ı kübrada cemaat ile herbiri kendine mahsus bir ibadetle ve hal dili ile bir nevi namaz kılıyorlar gibi Mabud-ı Zülcelal'in muhit rububiyetine karşı çok geniş bir ubudiyetle mukabele için herbiri umumun şehadetlerini ve tevhidlerini tasdik ediyor ki: aynı neticeyi isbat tarzında vaziyet alıyorlar. diye müşahede ettim.Derken bir perde daha açıldı. Gördüm ki nasıl bir insan-ı ekber olan kâinat lisan-ı hal ile

320

َ ‫اِيَِا‬ ve çok eczaları istid’ad ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla ve zîşuur mevcudatları lisan-ı kal ile (‫ك‬ ‫)نَعْبُد ُ وَاِيَِا َ ه‬ ‫ن‬ ْ ‫ك ن َه‬ ُ ‫ستَعِي‬

diyorlar. ve Hâlıkının merhametkârane rububiyetine karşı.. ubudiyetlerini gösteriyorlar aynen öyle de birer küçücük kâinat hükmünde o cemaat-ı uzmada herbir arkadaşımın cesedi gibi benim cesedimdeki zerrelerin ve kuvvelerin ve duygularım َ ‫ك نَعْبُد ُ وَاِيَِا‬ َ ‫اِيَِا‬ dahi Hâlıklarının rububiyetine karşı itaat ve ihtiyaçlarının lisan-ı haliyle (‫ك‬

‫ن‬ ْ ‫ )ن َه‬diyerek emir ve irade-i İlahiyeye göre hareket ettiklerini ve her an Hâlıklarının ُ ‫ستَعِي‬

inâyetine ve rahmetine ve yardımına muhtaç olduklarını gösteriyorlar gördüm. Hem namazdaki cemaatin kudsî sırrını hem nun'un güzel mu'cizesini hayretle müşahede erttim Ve ‫ك نَعْبُد ُ وَاِيَِا َه‬ ‫)اِيَِا َه‬ nun kapısıyla girdiğim gibi çıktım Elhamdülillah dedim. (‫ن‬ ْ ‫ك ن َه‬ ُ ‫ستَعِي‬ cümlesini o üç cemaatin ve o büyük ve küçücük arkadaşlarım hesabına söylemeye alıştım. Şimdi mukaddime bitti sadede dönüyoruz. ‫ك نَعْبُد ُ وَاِيَِا َه‬ ‫ )اِيَِا َه‬in işaret ettikleri hüccete gâyet kısa bir işarettir. (‫ن‬ ْ ‫ك ن َه‬ ُ ‫ستَعِي‬ (Evvelâ) Biz gözümüzle görüyoruz ki Kâinatta. hususan zemin yüzünde dehşetli ve daimî bir faaliyet ve hallakıyet intizamla cereyan ediyor.Bu cereyan içinde merhametkârane ve müdebbirane bir rububiyet-i mutlaka hadsiz zîhayatların istianelerine ve fiilen ve halen ve kalen istimdadlarına ve dualarına kemal-i hikmet ve inâyet ile imdad ediyor. ve herbirine fiilen cevab veriyor.Bu imdad etmek ve cevab vermek tezahürü içinde bir uluhiyet-i mutlakanın ve bir mabudiyet-i âmmenin tecelliyatının umum mahlukatın hususan zîhayatın ve bilhassa insan taifelerinin fıtrî ve ihtiyarî binler tarzdaki ibadetlerine mukabelesini akl-ı selim ve iman gözü gördüğü gibi bütün semavî fermanlar ve enbiyalar haber veriyorlar. (Sâniyen) ( ُ‫ )نَعْبُد‬nun'unun remziyle. mukaddimede mezkûr üç cemaatin: herbiri ve umumu beraber çeşit çeşit fıtrî ve ihtiyarî ibadetlerle meşgul olmaları şeksiz ve bedahetle bir mabudiyete karşı şâkirane bir mukabele ve bir Mabud-ı Mukaddes'in mevcudiyetine hadsiz ve şübhesiz bir şehadettir. Ve (‫ن‬ ْ َ ‫ )ن‬nun'unun remziyle mezkûr üç cemaatin yani mecmu-ı ُ ‫ستَعِي‬ kâinattan tâ bir ceseddeki zerrelerin cemaatine kadar herbir taifenin herbir ferdin fiilî ve halî istianeleri ve duaları var. Ve onların muavenetlerine koşan ve dualarına kabul etmekle cevab veren bir şefkatli müdebbire şübhesiz şehadet ederler. Meselâ Yirmiüçüncü Söz'de denildiği gibi zemindeki umum mahlukatın üç nevi duaları pek hârika

321

ve ümidin haricinde kabul olması bir Rabb-ı Rahîm Mücîb'e kat'î şehadet eder. Evet tohumların ve çekirdeklerin istid’ad lisanıyla herbiri birer ağaç birer sünbüle olmayı Hâlıkından istemesi ve duaları gözümüzün önünde kabul olması gibi..bütün hayvanatın ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla elleri yetişmediği yerlerden istedikleri rızıklarını ve hayatlarına lüzumu bulunan ve iktidarlarının haricindeki matlublarını birisinden istemeleri. Ve o fıtrî ihtiyaç diliyle ettikleri bütün dualarını..gözümüzün önünde kabul eden ve imdadlarına acib ve şuursuz mahlukatı vakti vaktine hikmetle koşturan bir Hâlık-ı Kerim'e zahir şehadet eder. İşte bu iki kısma kıyasen lisan-ı kal ile edilen duaların bütün nevileri.. hususan enbiyaların َ ‫ )اِيَِا‬deki hüccet(Aleyhimüsselâm) ve havasların hârika bir surette makbuliyeti (‫ن‬ ْ َ‫ك ن‬ ُ ‫ستَعِي‬ i vahdaniyete şehadet eder. َ ‫صَرا‬ (Altıncı Kelime) (‫م‬ ِ ‫ )اِهْدِنَا ال‬dir. Bundaki hüccete gâyet kısa bir ْ ‫م‬ َ ‫ستَقِي‬ ُ ْ ‫ط ال‬ işaret şöyledi r. Evet nasıl bir yerden bir yere giden yolların ve bir noktadan uzak bir noktaya çekilen hatların en kısası. en doğrusudur ve müstakimidir. Aynen öyle de maneviyatta ve manevî yollarda ve kalbî mesleklerde en doğrusu en müstakimi en kısa ve en kolayıdır. Meselâ Risale-i Nur'da bütün müvazeneler ve küfür ve iman yollarının mukayeseleri kat'î gösteriyor ki:iman ve tevhid yolu gâyet kısa ve doğru ve müstakim ve kolaydır. Ve küfür ve inkârın yolları gâyet uzun ve müşkilâtlı ve tehlikelidir. Demek bu istikametli ve hikmetli ve herşeyde en kısa ve kolay yolda sevkedilen bu kâinattaki hakikatler elbette şirk ve küfrün hakikatları olamaz. ve iman ve tevhidin hakikatları bu kâinata güneş gibi lâzım ve vâcibdir. Hem ahlâk-ı insaniyede en rahat.. en faydalı. ve en kısa.. ve en selâmetli yol ise sırat-ı müstakimde ve istikamettedir. Mesela Kuvve-i akliye:hadd-i vasat olan hikmeti ve kolay faydalı istikameti kaybetse ifrat veya tefritle muzır bir cerbezeye ve belalı bir belâhete düşer. uzun yollarında tehlikeleri çeker.. Ve kuvve-i gazabiye, hadd-i istikamet olan şecaati takib etmezse..ifratile çok zararlı ve zulümlü tehevvüre ve tecebbüre ve tefrit ile çok zilletli ve elemli cebanete ve korkaklığa düşer. ve istikameti kaybetmesinin hatasının cezası olarak daimî vicdanî bir azabı çeker.. Ve insandaki kuvve-i şeheviye selâmetli istikameti ve iffeti zayi' etse: ifrat ile musibetli rezaletli fücura fuhşa ve tefritile humuda yani nimetlerdeki zevk ve lezzetlerden mahrum düşer.ve o manevî hastalığın azabını çeker.. İşte bunlara kıyasen

322

hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin bütün yollarında, istikamet en faydalı ve kolay ve kısadır. Ve sırat-ı müstakim kaybedilse o yollar pek belalı ve uzun ve zararlı olur. Demek ( َ ‫صَرا‬ ‫م‬ ِ ‫)اِهْدِن َا ال‬pek çok câmi' ve geniş bir dua ve bir ubudiyet olduğu gibi.. ْ ‫م‬ َ ‫ستَقِي‬ ُ ْ ‫ط ال‬ bir hüccet-i tevhide ve bir ders-i hikmete ve bir talim-i ahlâka işaret eder. َ َ (Yedinci Kelime) (‫م‬ ‫صهَرا‬ ِ ) dir. Bundaki hüccete gâyet ْ ‫ت ع َلَيْهِه‬ ‫م َه‬ ْ َ‫ط ال ِذِي نَه اَنْع‬

ُِ ‫وال‬ kısa bir işaret. Evvelâ (‫م‬ ْ ِ ‫ )ع َلَيْه‬kimlerdir? diye ( ‫ئ‬ ِ ‫شهَدَا‬ َ َِ ‫)وَال‬ ‫ن‬ ِ ِ ‫صال‬ َ ‫حي‬

‫ن‬ ِ ‫ن وَال‬ ِ َ ‫صدِيقِي‬ َ ‫ن النَِبِيِي‬ َ ‫م‬

âyeti onları beyan ederek nev'-i beşerde istikamet nimetine mazhar bu dört

taifeyi beyan içinde o taifelerin reislerine (‫ن‬ َ ‫ )اَلنَِبِي ِي‬ile Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a

ُِ ‫ )وال‬ile Ömer ve Osman (‫ن‬ ِ ‫ )وَال‬ile Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahü Anh'a (ِ‫شهَدَاء‬ َ ‫صدِيقِي‬ َ ve Ali Radıyallahü Anhüm'e işaret edip Peygamber'den (Aleyhisselatü Vesselam) sonra Sıddık (R.A.) (R.A.) (R.A.) (R.A.) , sonra Ömer , Osman , Ali üçü hem şehid hem halife olacaklar diye gaybî ihbarla bir lem'a-i i'caz gösterir. Sâniyen Nev'-i beşerin en yüksek en müstakim en sadık bu dört taifesi (Âdem Aleyhisselam zamanından beri hadsiz hüccetlerle ve mu'cizelerle ve kerametlerle ve delillerle keşfiyatlarla) bütün kuvvetleriyle dava ettikleri ve beşerin ekserisi onları tasdik ettikleri hakikat-ı tevhid..elbette güneş gibi kat'îdir. Bu hadsiz meşahir-i insaniyenin yüzbinler mu'cizelerle ve hadsiz hüccetlerle doğruluklarını ve hakkaniyetlerini gösterdikleri tevhid ve vücub-ı vücud ve vahdet-i Hâlık gibi müsbet mes'elelerde ittifakları ve icma'ları öyle bir hüccettir ki hiçbir şübheyi bırakmaz. Acaba kâinatın ehemmiyetli netice-i hılkatı ve zeminin halifesi ve zîhayatların istid’adca en cem'iyetlisi ve yükseği olan nev'-i beşerin en müstakimleri en sadık ve musaddak mürşidleri ve kemalâtta reisleri olan mezkûr o dört taifenin icma' ve ittifakla iman edip haber verdikleri.. ve kâinatı bütün mevcudatıyla delil gösterip hakkalyakîn, ve aynelyakîn ve ilmelyakîn itikad ettikleri ve sarsılmaz kanaat getirdikleri bir hakikatı tanımayan ve inkâr eden hadsiz bir cinâyet ve nihâyetsiz bir azaba müstehak olmaz mı? َِ ‫م وَل َ ال‬ (Sekizinci Kelime) (‫ن‬ ُ ْ‫مغ‬ ْ ِ‫ب ع َلَيْه‬ َ ْ ‫ )غَيْرِ ال‬dir. Bundaki hüccete ِ ‫ضو‬ َ ‫ضال ِِي‬ kısa bir işarettir.

323

Evet. tarih-i beşer ve kütüb-i mukaddese tevatürlere ve küllî ve kat'î hâdisat ve malûmata ve müşahedat-ı beşeriyeye istinaden bil'ittifak sarih ve kat'î bir surette haber veriyorlar ki: Sırat-ı müstakim ehli olan Peygamberlere (Aleyhimüsselâm) binler vakıatta istimdadlarına hârika bir tarzda gaybî imdad gelmesi. ve onların istedikleri aynen verilmesi.. ve düşmanları olan münkirlere yüzer hâdisatta aynı zamanda gazab gelmesi. ve semavî musibet başlarına inmesi.. kat'î ve şeksiz gösterir ki: bu kâinatın ve içindeki nev'-i beşerin Hakîm ve Âdil ve Muhsin ve Kerim ve Aziz ve Kahhar: bir Mutasarrıfı bir Rabbi var ki: Nuh ve İbrahim Musa ve Hud ve Sâlih gibi (Aleyhimüsselâm) çok nebilere pek hârika bir surette tarihî ve geniş hâdiselerle muzafferiyet ve necatları vermiş. ve Semud ve Âd ve Firavun kavimleri gibi çok zâlimlere ve münkirlere dahi peygamberlerine isyanlarına mukabil dünyada dahi bir ceza olarak başlarına dehşetli semavî musibetler indirmiş. Evet. Âdem (Aleyhisselam) zamanından beri beşeriyette iki cereyan-ı azîm birbiriyle çarpışarak gelmiş. Biri istikamet yolunu takib ile nimet ve saadet-i dâreyne mazhar olan ehl-i nübüvvet ve salahat ve imandır.bunlar kâinattaki kainatın hakikî güzelliğine ve intizam ve kemaline mutabık olarak istikamette hareket ettiklerinden hem kâinat sahibinin lütuflarına hem iki cihanın saadetine mazhar olup beşeri melekler derecelerine belki fevkine terakki ettirmeğe vesile olarak dünyada iman hakikatlarıyla manevî bir cennet âhirette bir saadet kazanmışlar ve kazandırmışlar. İkinci cereyan istikameti bırakıp ifrat ve tefrit ile aklı bir vesile-i azaba ve elemler toplayıcı bir âlete çevirdiklerinden insaniyeti en bedbaht bir hayvaniyetten aşağı düşürüp dünyada zulümlerine mukabil gazab-ı İlahî ve musibet tokatlarını yemekle beraber dalaletleri cihetinde akıl alâkadarlığıyla kâinatı bir hüzüngâh ve matemhane-i umumiye ve zevalde yuvarlanan zîhayatlar için bir mezbaha.ve bir selhhane ve gâyet çirkin ve karışık görür. Ruhu ve vicdanı dünyada bir manevî cehennemde olur.âhirette daimî bir azab çekmeğe kendini müstehak eder. َ İşte Fatiha-i Şerife'nin âhirinde (‫ب‬ ُ ْ‫مغ‬ ْ ‫ت ع َلَيْهِ ه‬ ‫م َه‬ ْ َ‫ن اَنْع‬ َ ْ ‫م غَيْرِ ال‬ ‫ضو ِ ه‬ ‫اَل ِذِي َ ه‬

َِ ‫م وَل َ ال‬ ‫ن‬ ْ ِ ‫ )ع َلَيْه‬âyeti bu iki cereyan-ı azîmi ders veriyor. Ve Risale-i Nur'daki bütün َ ‫ضال ِِي‬

müvazenelerin menbaı ve esası ve üstadı bu âyettir. Madem yüzer müvazenelerle Nurlar bu âyeti tefsir etmişlerdir biz dahi izahını ona havale ederek. bu kısa işaretle iktifa ederiz.

324

ُ‫)نَعْبُد‬

(Dokuzuncu Kelime) (‫ن‬ ِ ‫ )ا‬dir. Buna kısacık bir işaret: Madem (‫ن‬ ْ َ ‫ )ن‬ve ( َ ‫مي‬ ُ ‫ستَعِي‬

deki "nunlar" üç cemaat-ı azîmeyi bilhassa âlem-i İslâm câmiindeki muvahhidîn cemaatini hususan o vakit namazda bulunan milyonlar cemaati bize gösterip bizi içlerinde bulunduruyor. ve dualarına ve bizim söylediğimizi aynen söylemeleriyle tasdiklerine ve bir nevi şefaatlerine hissedar olmamıza yol açıyor. biz dahi bu Âmîn kelimesiyle o cemaat-ı muvahhidînin ve musallînin o Âmîn ile rica etmemizle bizim cüz'î ubudiyetimizi ve dua ve davamızı küllî geniş bir ubudiyete çevirip küllî ve umumî rububiyete mukabele ettirir. Demek uhuvvet-i imaniye ve vahdet-i İslâmiye sırrıyla her namaz vaktinde âlem-i İslâm mescidinde milyonlarla efradı bulunan bir cemaatin rabıta-i vahdet itibariyle: ve manevî radyolar vasıtasıyla Fatiha'daki Âmîn külliyet kesbeder milyonlarla Âmînler hükmüne geçebilir.

‫ن‬ ِ َ ‫ب الْعَال‬ َ ْ ‫اَل‬ ْ ‫ح‬ ِ َ ‫مد ُ ِل ِٰله ِه َر‬ َ ‫مي‬ َ َ َِ ‫متَنَا اِن‬ َ َ ‫حان‬ ‫م‬ ِ َ‫ك ل‬ َ ْ ‫م ال‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ْ ِ ‫ما ع َل‬ ُ ‫حكِي‬ ُ ‫ت الْعَلِي‬ َ ْ ‫ك اَن‬ َ ِ ‫م لَنَا اِل‬ َ ْ ‫عل‬

ِٰ ِ ‫س هههههههههههههههههههههههههم‬ ‫ن‬ ِ ‫ن الَِر‬ ْ ‫الله ِه الَِر‬ ْ َ ‫حيم ِ وَ بِهِ ن‬ ْ ِ‫ب‬ ُ ‫ستَعِي‬ ِ ٰ‫حم‬ Üçüncü Medrese-i Yusufiye'nin tek bir dersinin Üçüncü Kısmıdır.

َ

ْ َ‫ا‬ ْ ‫شهَد ُ ا َه‬ ‫ن ل َ اِلٰ َهه‬ َِ ‫شهَد ُ ا َه‬ ْ َ ‫وَ ا‬ ِٰ ) feyziyle İkinci Kısım yazıldığı gibi: namazdaki teşehhüdde dahi (‫ن‬ ‫ه‬ ‫الل ُ ه‬ َِ ‫ح‬ ‫الله ِه‬ ِٰ ُ‫سو‬ َ ‫م‬ ‫مدًا َر ُه‬ ُ ) cümlesinin diliyle manevî ihtarıyla ve Sure-i Feth'in âhirinde ‫و‬ َ َ ُ‫ه‬ َ ‫سول‬ َ ْ َ ‫س‬ ‫ن كُل ِِهِ وَ كَف َى‬ ‫ه بِالْهُدَى وَدِي‬ َ ْ ‫ن ال‬ ُ ‫ل َر‬ َ ‫ال ِذِى اَْر‬ ُ ِ ‫ق ِ لِيُظهَِر ه ُ ع َلى الدِي‬ ِ ‫ح‬ ِ َ َِ ‫ح‬ َ ِ‫اللههه‬ ِٰ ُ‫سو‬ ُ‫ماء‬ ِٰ ِ ‫ب‬ ِ َ‫ه ا‬ َ ُ ‫شهِيدًا م‬ َ ‫شدَِاءُ ع َلَى الْكُفَِارِ ُر‬ ‫مد ٌ َر ُ ه‬ َ ‫ن‬ ُ ‫معَ ه‬ َ ‫ح‬ ‫اللهههِ وَال ِذِي َ ه‬ ‫الخ‬... ‫م‬ ْ ‫ بَيْنَهُه‬beş mu'cize-i gaybiyeyi gösteren bu büyük âyetin nuruyla üçüncü kısmını (Mukaddime) Namazdaki Fatiha'nın manevî emriyle ve (ِ‫اِل‬

yazmaya (şimdi beyanına iznim olmayan) üç sebeb için mecbur oldum. Tafsilâtını izahatını ve senedli hüccetlerini: risalet-i Muhammediyeye dair Zülfikar Mu'cizat-ı Ahmediyeye ve Arabî Hizb-i Nurî'ye havale edip yalnız gâyet muhtasar kısacık (üç işaret) ile Arabî Hizb-i Nurî'nin hülâsasının bir hülâsası ve tesbihatta tekrar ettiğim kelime-i tevhid ile daimî virdim bir َِ ‫ح‬ tefekkür-i (Arabî olarak) burada yazılan risaleciğinin (‫اللهه‬ ِٰ ‫سو‬ َ ‫م‬ ُ ) şehadetine dair ُ ُ ‫مد ٌ َر‬ parçanın bir nevi tercümesi:İkinci ve Üçüncü İşaret'te yazılacak.

325

(Birinci İşaret) Bu kâinat sahibinin tezahür-i rububiyetine ve sermedî uluhiyetine ve nihâyetsiz ihsan’atına küllî bir ubudiyet ve tanıttırmakla mukabele eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm bu kâinatta güneşin lüzumu gibi elzemdir. nev'-i beşerin üstad-ı َ ‫ك لَوْل َه‬ َ ‫لَوْل َه‬ ekberi ve büyük peygamberi zişanı ve Fahr-i Âlem ve (‫ت‬ َ ‫ما‬ ُ ‫خلَقْه‬ َ ‫ك ل َه‬

َ ‫)اْلَفْل َه‬ ‫ك‬

hitabına mazhar ve hakikat-ı Muhammediyesi (Aleyhisselatü Vesselam) hem sebeb-i hılkat-i âlem hem neticesi hem en mükemmel meyvesi olduğu gibi.. bu kâinatın hakikî kemalâtı ve sermedî Cemil-i Zülcelal'in bâki âyineleri ve sıfatlarının cilveleri ve hikmetli ef'alinin vazifedar eserleri ve çok manidar mektubları olması ve bâki bir âlemi taşıması ve bütün zîşuurların müştak oldukları bir dâr-ı saadet ve âhireti netice vermesi gibi hakikatlar.. hakikat-ı Muhammediye (Aleyhisselatü Vesselam) ve Risalet-i Ahmediye (Aleyhisselatü Vesselam) ile tahakkuk ettiğinden nasıl bu kâinat onun risaletine gâyet kuvvetli ve kat'î şehadet eder Öyle de Başta âlem-i İslâm bütün beşer ve bütün zîşuur. Cehennem'den daha acı ve korkunç olan ademden hiçlikten, i'dam-ı ebedîdene ve fena-i mutlaktan kurtulmak için daimî aşk ve şevkle her zamanda ve câmi' mahiyetinin bütün kuvvetleriyle bütün istid’adat lisanlarıyle bütün dualarının ve ibadetlerinin ve ricalarının dilleriyle istedikleri hayat-ı bâkiyeyi kuvvetli ve kat'î beşaret veren risalet-i Ahmediyeye (Aleyhisselatü Vesselam) ve hakikat-ı Muhammediyeye (Aleyhisselatü Vesselam) şehadet edip nev'-i beşerin medar-ı iftiharı ve eşref-i mahlukat olduğuna imza bastığı gibi.. her zamanda üçyüzelli milyon ehl-i َِ ‫ )اَل‬sırrınca her gün işledikleri bütün hasenatlar ve hayırların bir imanın (‫ل‬ ِ ‫ب كَالْفَا‬ ُ َ ‫سب‬ ِ ‫ع‬ misli Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın defter-i hasenatına girmesi.. ve o tek şahsiyet-i Muhammediye (Aleyhisselatü Vesselam) yüzer milyon belki milyarlar âbid-i muhsin kadar küllî bir ubudiyete ve füyuzata mazhar bir makam kazanması..o zâtın (Aleyhisselatü Vesselam) risaletine pek kuvvetli şehadet edip imza basar. (İkinci İşaret) Benim virdimde her vakit tefekkürle baktığım yirmiden ziyade َِ ‫ح‬ َ ِ‫ن ب‬ şehadetlere işaret eden ‫ه‬ ِٰ ُ‫سو‬ ِ ِ ‫ش َهادَةِ ظُهُور‬ ِ َ ‫صادِقُ الْوَعْد ِ اْل‬ َ ‫م‬ ُ ‫مد ٌ َر‬ ُ َ ‫الله ِه‬ ِ ‫مي‬

َ َ‫ميَِةٍ و‬ ً َ‫دَفْع‬ ٍ‫ن وَ اِع ْتِقَاد‬ ِ َ ‫سل‬ ِ ُ ‫مع َه ا‬ ْ ‫ن وَ ا ِه‬ َ ‫ة‬ َ ‫شرِيعَةٍ وَ بِاَقْوَى اِي‬ َ ْ ‫ميَِت ِههِ بِاَك‬ ‫ما ٍه‬ ِ ‫م‬ ‫ل دِي ٍه‬ ِ َ‫و‬ ٍ‫متَانَة‬ ‫جاة وَدَع َوَا ٍههه‬ َ ‫منَا‬ َ ‫م ِههه‬ ِ َ ‫م ِههه تَبْلِي ٍهههغ وَ اَت‬ ِ َ ‫ت وَ بِاَع‬ ُ َ‫عبَادَةٍ وَ بِاَع ْلَى دَع ْوَةٍ و‬ َ َ ْ ‫مث‬ ‫ل ل َها‬ َ Kısa bir nevi tercümesi ve meali.. ِ َ‫ت ل‬ ٍ ‫مَرا‬ ِ ْ ‫مث‬ ٍ ‫خارِقَا‬ ُ ‫ت‬

Yani Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) risaletine şehadet eden Birisi: Onbir hâlâtından çıkan bir hüccet-i risalettir. Evet okumak

326

yazmak öğrenmediği ve ümmi olduğu halde.. ondört asrın ukalâsını ve feylesoflarını hayrette bırakan ve edyan-ı semaviyede birinciliği kazanan bir din ile birden hem tecrübesiz hem def'aten meydana çıkması emsal kabul etmez bir halet olduğu halde..sözlerinden, fiillerinden, hallerinden çıkan İslâmiyet..her zamanda üçyüzelli milyon insanın ruhlarına nefislerine akıllarına terbiyekârane ders vermesi..ve manevî terakkiyata sevketmesi emsalsiz bir halettir. Hem öyle bir şeriatla meydana gelmiş ki âdilane kanunları ile nev'-i beşerin beşten birisini ondört asırda maddî ve manevî terakki içinde idare etmesi misilsiz bir halet olduğu gibi.. o zât (Aleyhisselatü Vesselam) öyle bir iman ve itikadla meydana çıktı ki.. bütün ehl-i hakikat her zaman onun mertebe-i imanından feyz almalarıyla beraber en yüksek ve en kuvvetli bir derecededir diye müttefikan tasdikleri ve o zamanda hadsiz muarızlarının ona muhalefeti zerre kadar bir telaş ve bir vesvese ve bir şübhe vermemesi gösteriyor ki:kuvvet-i imaniyede dahi onun emsali yok.ve o küllî ve yüksek imanı misilsizdir. Hem öyle bir ubudiyet ve ibadet gösterdi ki: ibtida ve intihayı birleştirip, hiç kimseyi taklid etmeyerek ibadetin.. en ince esrarını görmüş ve müraat emiş ve en dağdağalı zamanlarda dahi tam tamına ubudiyeti yapması emsalsiz bir halet olduğu gibi..Hâlıkına karşı öyle dualar ve münacatlar ve ricalar yapmış ki bu zamana kadar telahuk-ı efkârla beraber o mertebeye yetişilmemiş. Meselâ Cevşen-ül Kebir münacatında binbir esma-i İlahiyeyi şefaatçi ederek Hâlıkını öyle bir tarzda tavsif ve tarif eder ki: emsali yok. Ve marifetullahta kimse ona yetişememesi misilsiz bir halettir.. Hem öyle bir metanetle insanları dine davet etmiş. ve öyle bir cür'etle risaletini tebliğ etmiş ki: kavmi ve amcası ve dünyanın büyük devletleri ve eski dinlerin etbaları ona muarız ve düşman oldukları halde. zerre kadar korkmayarak çekinmeyerek umumuna meydan okuması ve başa da çıkarması emsalsiz bir halettir. İşte onun sıdkına ve nübüvvetine bu hârika ve emsalsiz sekiz haletin mecmuu gâyet kuvvetli bir şehadettir. Ve bu haletler o zâtın (Aleyhisselatü Vesselam) nihâyet derecede ciddiyetine ve itminanına.. ve kemal-i sıdkına ve hakkaniyetine kat'î kanaatı var olduğunu gösterir. َ ‫م ع َلَي ْه‬ Âlem-i İslâm her günde her teşehhüdde milyonlar lisanla (‫ك اَيُِهَها‬ ُ َ ‫سل‬ ‫اَل َِه‬

‫ه‬ ُِ ِ ‫النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ ‫اللههِ وَ بََركَات ُه‬ َ ‫ح‬

) der. Ve onun memuriyetine teslimiyetini ve getirdiği saadet-i ebediye beşaretini tasdik ettiğini ve beşeriyetin derin bir aşk ile.. ve fıtrî ve istid’adî pek kuvvetli bir iştiyakla aradığı hayat-ı bâkiyeye sağlam bir yol açtığına karşı..

327

َِ ‫ )اَل‬ile bir manevî َ ْ ‫م ع َلَي‬ âlem-i İslâm minnetdarane ve müteşekkirane (‫ى‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِه َا النَِب‬ ُ َ ‫سل‬ ziyaret ve görüşmekle ve üçyüzelli milyon belki milyarlar namına onu tebrik eder. َ ِ ‫وَ ب‬ Çok şehadetleri ihtiva eden yirmi külli şehadetten (İkinci Şehadet) (ِ‫شهَادَة‬ ِ‫صدِيقِه‬ ِ ‫ج‬ َ ‫ع‬ َ ) َ ‫ق اْلِي‬ ْ ‫ن ع َلَى ت َه‬ ‫ما ِه‬ ِ ‫حقَائ ِه‬ ‫مي ِه‬

..yani İmanın altı rükünlerinin hakikatları ve tahakkuklar ve hakkaniyetleri Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) risaletine ve hakkaniyetine kat'î şehadet eder. Çünki onun risalet hayatının şahsiyet-i maneviyesi ve bütün davalarının esası ve mahiyet-i nübüvveti o altı rükündür. Öyle ise: o rükünlerin tahakkuklarına delalet eden bütün delilleri Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) risaletinin hak olduğuna ve onun sadıkıyetine dahi delalet ederler.. Hem âhiretin tahakkukuna sair rükünlerinin delaletini Meyve Risalesi ve Onuncu Söz'ün zeyilleri beyan ettikleri gibi öyle de herbir rükün hüccetleriyle.. beraber onun risaletine bir hüccettir. َ ِ ‫وَ ب‬ Binler şehadetleri ihtiva eden (Üçüncü Küllî Şehadet) (ِ‫شهَادَةِ ذ َات ِههِ ع َلَي ْهه‬

َ‫صلَة ُ وَ ال ِه‬ َ‫)ال ِ ه‬ ‫ه‬ ْ َ ‫مالَت ِههِ وَ ع ُلُوِ ا‬ ِ ‫خلَقِ ه‬ ِ ‫م بِآل َ ه‬ ُ َ ‫سل‬ َ َ ‫جَزات ِههِ وَ ك‬ ِ ْ‫مع‬ ُ ‫ف‬

Yani O Zât (Aleyhisselatü Vesselam). Güneş gibi kendi kendine delildir. Binler mu'cizat ve kemalâtıyla ve yüksek ve güzel ahlâkıyla risaletine ve sadıkıyetine pek kuvvetli şehadet eder. Evet Mu'cizat-ı Ahmediye (Aleyhisselatü Vesselam) risale-i hârikada üçyüzden ziyade mucizat-ı nakl-i sahih ile isbat ettiği gibi.. o zâtın (Aleyhisselatü Vesselam) َِ ِ ‫ت وَلٰ ك‬ َ ْ ‫ )وَ ان‬âyetlerinin sarahatıyla ِٰ ‫ن‬ (‫مى‬ َ ‫ما َر‬ َ َ‫مُر( )و‬ َ ‫ت اِذ ْ َر‬ َ ْ ‫مي‬ َ ْ ‫مي‬ َ ‫الل َهه َر‬ َ َ‫شقَِ الْق‬ avucunun bir parmağıyla Kamer iki parça olması.. ve nakl-i sahih ve tevatürle.. aynı elin beş parmağından beş çeşme su akması ve susuz kalan bütün ordusu o sudan içmesi ve şahid olması ve bu acib hârika mucizenin iki defa başka yerde de vuku bulması. ve aynı avuç ile bir parça toprağı hücum eden düşman ordusuna atması ve her birisinin gözüne bir avuç toprak girmesiyle hücumda iken kaçmaları.. ve aynı avuçta küçük taşların insanlar gibi tesbih edip Sübhanallah demeleri gibi nakl-i sahih ile ve bir kısmı tevatürle tarihlerde kat'i vukua gelen yüzer mucizatın ve ehl-i tahkik yanında bine kadar mu'cizatın elinde zuhuru.. ve dost ve düşmanların ittifakıyla onda güzel hasletlerin ve ahlâk-ı hasenenin en yüksek derecesinde (Hâşiye 583.sahifede) bulunması

328

ve arkasında ona tebaiyetle sülûk edip kemalâta erişen ve hakikata aynelyakîn yetişen bütün ehl-i tahkik ittifakla kemalât-ı Muhammediye (Aleyhisselatü Vesselam) en yüksek derecede bulunduğuna hakkalyakîn tasdikleri ve onun dininden gelen âlem-i İslâm'ın füyuzatı ve koca İslâmiyet'in hakikatları onun hârika kemalâtına delalet eder. O zât (Aleyhisselatü Vesselam) bizzât kendi risaletine gâyet parlak ve küllî geniş şehadet eder. demektir. َ ِ ‫وَ ب‬ Pekçok kuvvetli şehadetleri ihtiva eden (Dördüncü Şehadet) (‫ن‬ ِ ‫شهَادَةِ الْقُْرا‬

ِ‫حقَائِقِهههِ وَ بََراهِين ِههه‬ ِ ُِ ‫حد‬ َ ‫ن‬ َ ُ ‫ما ل َ ي‬ َ ‫)ب ِهه‬ ‫م ْهه‬

yani Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyan hadsiz hakikatlariyle ve hüccetleriyle o zatın risaletine ve sadıkıyetine şehadet eder. Evet kırk vecihle mu'cize olduğu Zülfikar Mecmuası'nda isbat edilen.. ve ondört asrı nurıyla nurlandıran ve nev'-i beşerin beşten birisini tebeddül etmeyen kanunlarıyla idare eden.. ve o zamandan şimdiye kadar bütün muarızlara meydan okuyup hiç kimse mislini getirmeğe hattâ bir suresinin mislini getirmeğe cesaret etmeyen.. ve Âyet-ül Kübra risalesinde isbat edildiği gibi altı ciheti nuranî olup şübheler giremyen ve altı makam-ı kübra hakkaniyetine imza basan.. ve sarsılmaz altı hakikatlara dayanan.. ve her zamanda yüzer milyon lisanlarla şevk ve hürmetle okunan.. ve her dakikada milyonlar hâfızların kalblerinde kudsiyetle yazılan.. ve âlem-i İslâm'ın bütün şehadetleri ve imanları onun şehadetinden tereşşuh eden... ve bütün ulûm-ı imaniye ve İslâmiye onun menbaından akan... ve o eski semavî kitabları tasdik ettiği gibi bütün kütüb suhuf-ı semaviyenin manevî tasdiklerine mazhar bulunan Kur’ân-ı Azîmüşşan bütün hakikatleriyle ve hakkaniyetini isbat eden bütün hüccetleriyle Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sıdkına ve risaletine şehadet eder. demektir. (Beşinci, Altıncı, Yedinci, Sekizinci Küllî Şehadetler)

َ ْ‫جو‬ َ ِ ‫وَ ب‬ َ ِ ‫سيَِةِ ا‬ ‫ل النُِورِ بِقُوَِةِ دَلَئِلِهِ َو‬ ِ ْ ‫ن بِقُد‬ َ ْ ‫شهَادَةِ ال‬ َ ‫شاَراتِهِ وَ َر‬ ِ ِ ‫سائ‬ ِ ‫ش‬ ‫ه‬ ِ ِ ‫حادِثَات‬ ِ ‫ما‬ َ ‫ف‬ ِ َ ‫ق ال‬ ْ ِ ‫صاتِهِ وَ اْل‬ َ ْ ‫ال‬ ْ َ ‫ستِقْبَا ِ بِت‬ َ ‫ضى بِتَوَاتُرِ اِْرهَا‬ ِ ‫صدِي‬

Yani Binbir esma-i İlahiyeye sarihan ve işareten bakan ve bir cihette Kur’ândan çıkan bir hârika münacat olan ve marifetullahta ___________ (583. sahifenin Hâşiyesidir):

___________ (R.A.)

_________________

Hattâ şecaat kahramanı Hazret-i Ali diyor. Harbde biz korktuğumuz zaman Peygamber (Aleyhisselatü Vesselam)ın arkasına saklanır tahassun ederdik. diyor Şecaat gibi her haslette faik olduğunu o zaman düşmanları dahi tasdik ettiklerini tarihler naklediyorlar.

329

terakki eden bütün âriflerin münacatlarının fevkinde bulunan ve bir gazvede Zırhı çıkar. onun yerine bu Cevşen'i oku: diye Cebrail vahiy getiren Cevşen-ül Kebir münacatı içindeki hakikatlar ve tam tamına Rabbine karşı tavsifler Muhammed (Aleyhisselatü Vesselam)ın risaletine ve hakkaniyetine şehadet ettiği gibi. Kur’ândan tereşşuh eden ve bir cihette Cevşen'den feyiz alan ve tevellüd eden Resail-in Nuriye yüzotuz parçasıyla risalet-i Muhammediyeye (Aleyhisselatü Vesselam)ın birtek hüccet olarak risaletinin bütün hakikatlarını aklen ve mantıken isbatıyla, hattâ felsefenin nazarında akıldan pek uzak mes'elelerini göz önünde gibi gâyet kolay ve makul bir tarzda ders vermesiyle Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) sadıkıyetine ve risaletine küllî bir surette şehadet eder. Hem zaman-ı mazi dahi.. risaletine bir küllî şahiddir ki: irhasat denilen nübüvvetten evvel zuhur eden ve gelecek peygamberin mu'cizatı sayılan hârikalar tarihlerde ve siyer kitablarında kat'î tevatür tarzında nakledilen pekçok vakıalar gâyet sağlam bir surette risaletine şehadet eder. ve çok nevileri var. Bir kısmı gelecek şehadetlerde beyan edilecek. bir kısmı da Zülfikar'da ve tarih kitablarında sahih bir surette nakledilmiş. Meselâ Viladet-i Peygamberiyeye (Aleyhisselatü Vesselam) yakın bir vakitte Kâ'be'yi tahrib etmeğe gelen Ebrehe askerlerinin başlarına Ebabil kuşlarının elleriyle taşların yağması.. ve viladet gecesinde Kâ'be'deki sanemlerin baş aşağı düşmesi.. ve Kisra-yı Fars sarayının harab olması ve ateşperest Mecusilerin yanması 1000 seneden beri devam eden ateşi o gece sönmesi.. ve Buheyra-yı Rahibin ve Halime-i Sa'diye'nin kat'î ihbarlarıyla bulutlar başına gölge etmesi gibi.. çok hâdiseler nübüvvetinden evvel nübüvvetini haber vermişler. Hem istikbalde yani vefatından sonra.. onun haber verdiği hâdiseler pekçoktur ve çok

330

nevileri var. Birisi Âl-i Beytine ve ashabına ve fütuhat-ı İslâmiyeye aid ihbarat-ı gaybiyesidir ki: Zülfikar'da Mu'cizat-ı Ahmediye kısmında nakl-i sahih ile seksen vakıanın aynen haber (R.A.) (R.A.) verdiği gibi çıkması.. meselâ Hz. Osman mushaf okurken Hz. Hüseyin Kerbelâ'da şehid edilmeleri.. ve Şam ve İran ve İstanbul'un fetihleri.. ve Abbasî Devleti'nin zuhuru ve Cengiz ve Hülâgu onu mağlub ve mahvetmesi gibi seksen ihbar-ı gaybî mu'cizatı nakl-i sahih ile ve tarih ve siyer kitablarına istinaden tafsilen yazılması gibi ihbar-ı gaybînin sair nevileriyle ve Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) hakkaniyetine delalet eden pekçok vakıat-ı istikbaliye ile.. zaman-ı istikbal dahi kuvvetli ve küllî bir surette risalet-i Muhammediyeye (Aleyhisselatü Vesselam) ve sadıkıyetine şehadet eder. demektir. (Dokuzuncu, Onuncu, Onbirinci, Onikinci Şehadetlere işaret eden)

َ ِ ‫وَ ب‬ ‫ب‬ ِ َ ‫ق الْي‬ ِ ‫ق‬ ِ ‫صدِي‬ ِ َ ‫شهَادَةِ اْل بِقُوَِةِ ي‬ َ ‫ص‬ َ ِ‫جة‬ َ ‫ه بِدََر‬ ِ ‫ح‬ ْ ِ‫قينِيَِاتِه‬ ِ ‫حا‬ ْ َ ‫ن وَ اْل‬ ْ َ ‫م فِى ت‬ ِ ‫قي‬ ْ ‫م‬ ْ َ ‫صفِيَاءِ بِقُوَِةِ ت‬ َ ‫صدِيقِهِ بِدََر‬ ْ ِ‫حقِيقَاتِه‬ ْ ِ‫مانِه‬ َ ‫ما ِ اِي‬ َ َ ‫بِك‬ ْ َ ‫ن وَ اْل‬ ْ َ ‫م فِى ت‬ ِ ‫ن اليَقِي‬ ِ ْ ‫جةِ ع َي‬ ْ ْ ِ ِ‫جة‬ ِ‫سالَتِه‬ َ ‫صدِيقِهِ بِدََر‬ َ ِ‫م ع َلَى ر‬ ْ ِ‫ب بِتَطَابُقِه‬ ِ ‫ن وَ اْلَقْطَا‬ ْ َ ‫فِى ت‬ ِ ‫علم ِ اليَقِي‬ ْ ْ ْ َ ‫م‬ ْ َ ‫بِالك‬ ‫ يعني‬.‫ن‬ ِ َ ‫ت بِالي‬ ِ ‫شاهَدَا‬ ِ ‫ش‬ ُ ‫ف وَ ال‬ ِ ‫قي‬

Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) sadıkıyetine ve hakkaniyetine küllî َِ ُ ‫ماءُ ا‬ َ ‫سَرائِي‬ şehadetlerden (Dokuzuncusu) (‫ل‬ ْ ِ ‫مت ِى كَاَنْبِيَاءِ بَن ِى ا‬ َ َ ‫ )ع ُل‬sırrına mazhar ve salavatlarda âl-i İbrahim Aleyhisselâm'a mukabil olan âl-i Muhammed Aleyhissalâtü (R.A.) (R.A.) (R.A.) (R.A.) Vesselâm'ın içindeki büyük evliyalar ve Ali ve Hasan ve Hüseyin ve ehl-i (K.S.) (K.S.) (K.S.) beytin oniki imamı.. ve Gavs-ı A'zam ve Ahmed-i Rüfaî Ahmed-i Bedevi (K.S.) (K.S.) İbrahim-i Desukî Ebu-l Hasan-ı Şazelî gibi aktablar ve imamlar ittifakla hakkalyakîn bir itikadla ve keşfiyat ve müşahedatla ve ümmette gösterdikleri hârika irşadatlarla ve kerametlerle risalet ve hakkaniyet ve sadıkıyet-i Muhammediyeye (Aleyhisselatü Vesselam) imanları ve şehadetleri ile imza basıyorlar.

331

(Onuncusu) Enbiyadan sonra en muhterem ve yüksek taife.. ve ümmi ve bedevi oldukları halde az bir zamanda nur-ı Muhammedî (Aleyhisselatü Vesselam) ile şarktan garba kadar âdilane idare eden cihangir devletleri mağlub ederek müterakki, fenli, medenî, siyasî, milletlere üstad muallim diplomat hâkim-i âdil olarak o asrı bir asr-ı saadet hükmüne getiren sahabeler Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) her halini tedkik ve taharriden sonra gözleriyle gördükleri çok mu'cizatın kuvvetiyle eski düşmanlıklarını ve ecdadlarının mesleklerini ve (Hâlid İbn-i Velid ve İkrime İbn-i Ebu Cehil) gibi- çokları pederlerinin tarafdarlıklarını kavim ve kabilelerini tamamıyla bırakıp bütün ruh u canlarıyla gâyet fedakârane bir surette İslâmiyete girerek aynelyakîn derecesinde Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) sadıkıyetine ve risaletine imanları sarsılmaz küllî bir şehadettir. (Onbirincisi) Asfiya ve sıddıkîn denilen müçtehidler, imamlar, allâmeler, İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi dâhî feylesoflar misillü binler ehl-i tahkik aklî ve mantıkî bir tarzda her biri ayrı bir meslekte şübhesiz binler hüccetlere ve kat'î bürhanlara istinaden ilmelyakîn derecesinde Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) risaletine ve hakkaniyetine imanları öyle küllî bir şehadettir ki: onların umumu kadar bir zekâsı bulunmayan karşılarına çıkamaz. İşte o hadsiz şahidlerden birisi bu zamanda Risale-i Nur'dur ki: münkirler ona karşı hiçbir çare bulamadıklarından zabıta ve adliyeyi aldatıp mahkeme eliyle susturmasına çalışıyorlar. (Onikincisi) Âlem-i İslâmda herbiri ümmetin ehemmiyetli bir kısmını daire-i dersine alıp hârika irşad ve kerametlerle manevî terakki ettiren ve hüccetlerde yerinde müşahedata keşfiyata dayanan ve aktab denilen en derin ehl-i tahkik ve hakikat.. ruhanî terakkilerinde Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) risaletini ve sadıkıyetini ve en yüksek mertebe-i hakkaniyette bulunduğunu keşfen ve şuhuden görüp müttefikan ve mütetabıkan nübüvvetine şehadetleri öyle bir imzadır ki:onların umumu kadar bir yüksek mertebe-i kemalâtı kazanmayan o imzayı bozamaz. (Onüçüncü Şehadet) (Dört: küllî ve çok geniş ve kat'î hüccetlerden) ibarettir.

ْ ِ ‫شاَرا‬ َ َ ‫ضيَِةِ بِتَوَاتُرِ ب‬ َ ِ ‫وَ ب‬ ِ‫ف وَ الْعَُرفَاء‬ ِ ‫شهَادَةِ اْلَْز‬ ِ ‫ما‬ ِ ِ ‫ن وَ الْهَوَات‬ َ ْ ‫منَةِ ال‬ ِ ِ ‫ت الكَوَاه‬ ْ ْ َِ ‫فِى الَدْوَارِ ال‬ َ ‫م‬ َ ِ ‫ل وَ الَنْبِيَاءِ وَ ب‬ َ َ ‫شاهَدَةِ ب‬ ‫م‬ ِ ‫شاَرا‬ ِ ِ ‫سال‬ ُ ‫ت الُِر‬ ُ ِ ‫ن وَ ب‬ ْ ِ‫شهَادَتِه‬ ِ ‫س‬ َ ‫في‬ َِ ‫صلَة ُ وَ ال‬ َِ ‫م ال‬ َِ ‫ح‬ َِ ‫مد ٍ ع َلَيْه ال‬ َ َ ‫وَ ب‬ ‫م فِى‬ َ ‫م‬ ُ َ ‫سل‬ ُ َ ‫سل‬ َ ِ‫م بِر‬ ُ ِ‫سالَة‬ ُ ِ‫م ع َلَيْه‬ ْ ِ‫شاَرتِه‬ ‫ة‬ َ ‫س‬ َ َِ ‫مقَد‬ ُ ْ ‫ب ال‬ ِ ُ ‫الْكُت‬

Bu fıkranın kısaca bir meali burada beyan edilecek. ve izahatı ve senedleri Zülfikar'ın Mu'cizat-ı Ahmediye

332

kısmının âhirinde mükemmelen vardır.. Yani Geçmiş zamanlarda nev'-i beşerin meşahirlerinden ve namdarlarından başta enbiyalar olarak ârifler, kâhinler, hâtifler, müttefikan Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) risaletine ve geleceğine irhasat nev'inden gâyet sarih ve mükerrer haber verdiklerini nakl-i sahih ile ve bir kısmı tevatürle tarih ve siyer ve hadîs kitablarında kayıd ve kabul edilmesine ve Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesinde o binler ihbaratın en kuvvetli ve kat'î kısmını tafsilen beyanına binaen ona havale edip burada gâyet kısa bir işaretle deriz ki: Enbiyaların mukaddes semavî kitablarında Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) nübüvvetine dair.. Tevrat, İncil, Zebur'un yüzer âyetlerinde sarahata yakın kısmından yirmi âyetler Ondokuzuncu Mektub'da yazılmış. Hristiyanlar ve Yahudiler tarafından çok tahrifat yapılmakla beraber yine nübüvvet-i Ahmediyeyi haber veren yüz âyeti Hüseyn-i Cisrî kitabında yazmış. Kâhinler ise: meşhur Şıkk ve Satih olarak ruhanî ve cinn vasıtasıyla gaibden haber veren "ve şimdi medyum denilen" tevatürle ve bir nakl-i sahih ile Peygamber'in geleceğine ve Fars Devleti'ni kaldıracağına sarih bir surette haber verdikleri gibi hem şübhe kaldırmaz bir tarzda yakında bir Peygamber Hicaz'da zuhurunu mükerrer söyledikleri gibi.. ârif-i billah kısmından Peygamber'in cedlerinden Kâ'b İbn-i Lüeyy.. ve Yemen ve Habeş padişahlarından Seyf İbn-i Zîyezen ve Tübba' gibi çok ârifler. o zaman evliyaları pek sarih bir surette Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) risaletinden haber verip şiirlerle ilân etmişler. Ondokuzuncu Mektub'da ehemmiyetli ve kat'î bir kısmı yazılmış. Hattâ o padişahlardan birisi demiş. Ben Muhammed'e (Aleyhisselatü Vesselam) hizmetkâr olmasını bu saltanata tercih ederim. Birisi de demiş. Ah.. ben ona yetişse idim onun ammizadesi olurdum. Yani Hazret-i Ali gibi fedai bir hizmetkârı ve veziri olurdum. Her ne ise: tarih ve siyer kitabları bu haberleri tamamen neşr ile bu ârifler risalet-i Muhammediyeye (Aleyhisselatü Vesselam) kuvvetli ve küllî bir şehadetle sadıkıyetine imza basıyorlar. Hem o ârifler ve kâhinler gibi risalet-i Muhammediyeyi (Aleyhisselatü Vesselam) gaybî haber veren ve sözleri işitilen ve şahısları görünmeyen hâtif denilen ruhanîler.. pek sarih bir surette Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) nübüvvetinden haber verdikleri gibi. çok muhbirler hattâ sanemlere kesilen kurbanlar ve sanemler. ve mezar taşları nübüvvetinden haber vermeleriyle onun risaletine ve hakkaniyetine imza basıp tarih lisanıyla şehadet etmişler.

333

(Ondördüncü Şehadet) Kâinatın kuvvetli şehadetine işaret eden bu Arabî fıkra

َ ِ ‫وَ ب‬ ‫ة‬ ِ َ ‫سال‬ ِ ‫مقَا‬ ِ ‫شهَادَةِ الْكَائِنَا‬ َ ِ‫صد ِ اْلِلٰهِيَِةِ فِيهَا ع َلَى الر‬ َ ْ ‫ت بِغَايَاتِهَا وَ بِال‬ ُ َِ ‫ح‬ ِ‫صد‬ ِ ‫مقَا‬ ِ ‫ت الْكَائِنَا‬ ِ ‫صوِ غَايَا‬ ِ ‫جا‬ ُ ‫ف‬ ِ ِ‫ب تَوَق‬ َ ْ ‫مدِيَِةِ ال‬ َ ‫م‬ َ ِ ‫معَةِ ب‬ َ ْ ‫ت وَ ال‬ ُ ْ ‫ال‬ ُ ‫ح‬ ِ َ ‫سب‬ ِ ِ‫اْلِلٰهِيَِة‬ ِ‫منْهَا وَ تَقَُِرر‬ ُ َ َ ‫مالِهَا وت‬ ‫حقَائِقِهَا ع َلَى‬ ِ ‫ق‬ َ ِ ‫حكَم‬ ُ ِ‫متِهَا وَ وَظَائِفِهَا وَ تَبَاُرز‬ ْ ‫ح‬ َ َ ‫سنِهَا وَ ك‬ َ ْ ‫قِي‬ َ ِ ِ‫حق‬ َِ ‫ح‬ ِ َ ‫سانِيَِةِ ل‬ َ ‫م‬ َ ِ‫ما ع َلَى الِر‬ َ ِ‫الِر‬ َ ْ ‫سالَةِ اْلِن‬ ُ ْ ‫ى ال‬ ُ ْ ‫سالَةِ ال‬ َ َِ ‫سي‬ َ‫مظْهَِرة ُ و‬ َ ِ ‫مدِيَِةِ اِذ ْ ه‬ َ ْ ْ ُِ َ ‫مدَاُر الَت‬ ‫م لهَا َو‬ َ ‫ال‬ َِ َ ‫مك‬ ‫معَانِى‬ ُ َ ‫مل‬ ُ ‫ة وَ الْكِتَا‬ َ ْ ‫ب الْكَبِيُر ذ ُو ال‬ ُ ْ ‫ت ال‬ ُ ‫ت هٰذِهِ الْكَائِنَا‬ ْ ‫صاَر‬ َ َ ‫لَوْلَهَا ل‬ ٌ‫حا‬ َِ ‫ال‬ َ َ ‫ساقِط‬ ِ َ ‫مال‬ َ ‫م‬ َ َ ‫مت‬ ُ ‫و‬ ُ ‫م َعانِى‬ َ ْ ‫متَطَايَِرة َ ال‬ ُ ‫منْثُوًرا‬ َ ً‫مدِيَِةِ هَبَائ‬ َ ‫سْر‬ َ َ ‫ة الْك‬ َ ُ‫ت و َ ه‬ ‫ت‬ ٍ ‫جهَا‬ ِ ُ ُ‫ن و‬ ِ َ‫جوهٍ و‬ ْ ‫م‬

İşte bu Arabî fıkranın mealine dair Âyet-ül Kübra demiş. Bu kâinat nasılki kendini icad ve idare ve terbiye eden.. ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray bir kitab gibi..ve bir sergi ve bir temaşagâh gibi tasarruf eden sâniine ve kâtibine ve nakkaşına delalet eder. öyle de Kâinatın hılkatindeki makasıd-ı İlahiyeyi bilecek bildirecek.. ve tahavvülâtındaki Rabbanî hikmetlerini talim edecek ve vazifedarane harekâtındaki neticeleri ders verecek.. ve mahiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudatın kemalâtını ilân edecek.. ve Nereden geliyorlar? Ve nereye gidecekler? Ve ne için buraya geliyorlar? Ve çok durmuyorlar? Gidiyorlar.?" diye dehşetli suallere cevab verecek.. ve o kitab-ı kebirin manalarını ve âyât-ı tekviniyesinin hikmetlerini tefsir edecek..bir yüksek dellâl bir doğru keşşaf ve bir muhakkik üstad ve bir sadık muallim istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına delalet ettiği cihetle.. elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın hakkaniyetine ve bu kâinat hâlıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna kuvvetli ve َِ َ ‫شهَد ُ ا‬ َِ ‫ح‬ ْ َ ‫ ) ن‬der. küllî şehadet edip (‫الله ِه‬ ِٰ ُ‫سو‬ َ ‫م‬ ُ ‫مدًا َر‬ ُ ‫ن‬ Evet Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) getirdiği nur ile: kâinatın mahiyeti, kıymeti, kemalâtı ve içindeki mevcudatın vazifeleri ve neticeleri ve memuriyetleri ve kıymetleri bilinir tahakkuk eder. Ve kâinat baştan başa gâyet manidar mektubat-ı İlahiye.. ve mücessem bir Kur’ân-ı Rabbanî ve muhteşem bir meşher-i âsâr-ı Sübhaniye olur. Yoksa adem ve hiçlik ve zeval ve fena karanlıklarında yuvarlanan karmakarışık vahşetli bir virane ve dehşetli bir matemhane mahiyetine düşer. Bu hakikata binaen kâinatın kemalâtı ve hikmetli tahavvülâtı ve sermedî manaları kuvvetli bir tarzda َِ َ ‫شهَد ُ ا‬ َِ ‫ح‬ ْ َ ‫ ) ن‬der. (‫الله ِه‬ ِٰ ‫سو‬ َ ‫م‬ ُ ‫ن‬ ُ ُ ‫مدًا َر‬

334

(Onbeşinci Şehadet) Pekçok kudsî şehadetleri ihtiva eden. bu kâinatta tasarruf ederek. zerrattan seyyarata kadar. bütün tahavvülât ve harekât ve sekenat ve hayat ve memat gibi.. bütün tasarrufat emriyle, iradesiyle, kuvvetiyle bulunan Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un icraat-ı rububiyeti ve ef'al-i Rahmaniyeti cihetinde risalet-i Muhammediyeye (Aleyhisselatü Vesselam) mukaddes şehadetine işaret eden bu gelen Arabî fıkradır.

َ َ ‫حب الْكَائِنات و‬ َِ ‫ح‬ َ ِ ‫وَ ب‬ ‫ة‬ ِ َِ ‫مدِي‬ َ ‫م‬ َ ِ‫صرِفِهَا ع َلَى الر‬ ُ ْ ‫سالَةِ ال‬ ُ َ‫خل ِقِهَا و‬ َ َ ‫مت‬ ِ ِ ‫صا‬ َ ِ‫شهَادَة‬ َ ِ َ ِ ‫جَراا‬ ْ ‫ل الَِر‬ ْ ِ ‫مانِيَِتِهِ وَ بِا‬ ْ ‫بِاَفْعَا ِ َر‬ ِ ْ‫مع‬ ُ ْ ‫ن ال‬ َ ‫ح‬ َ ‫ح‬ ِ ‫مانِيَِةِ بِاِنَْزا ِ الْقُْرا‬ ِ ْ‫ت ُربُوبِيَِتِهِ كَفِع‬ ِ‫جز‬ ‫مايَتِهِ فِى‬ ِ َ‫ت ع َلَى يَدَيْهِ وَ بِتَوْفِيقِهِ و‬ ِ ‫جَزا‬ َ ‫ح‬ ِ ْ‫مع‬ ُ ْ ‫ن ع َلَيْهِ وَ بِاِظْهَارِ اَنْوَاِع ال‬ ِ ‫الْبَيَا‬ ِِ ُ ‫مةِ دِينِهِ بِك‬ ِِ ُ ‫ك‬ َ َ‫متِهِ و‬ ‫شَرفِهِ َو‬ ُ ِ ‫مقَام‬ َ ‫ل‬ َ ‫ل‬ َ ‫حْر‬ َ ِ‫حقَائِقِهِ وَ بِاِع ْلَء‬ َ ‫حالَتِهِ وَ بِاِدَا‬ َ ‫م‬ ْ ‫م‬ ِ‫ل ُربُوبِيَِتِه‬ ِ ‫خلُوقَا‬ ِ ‫ج‬ ِ ‫اِكَْرا‬ َ ‫مهِ ع َلَى‬ ُ ْ ‫ت بِال‬ َ ْ ‫ميِع ال‬ ِ ْ‫ن وَ كَفِع‬ ِ َ ‫شاهَدَةِ وَ الْعَيا‬ َ ِ‫سالَتِه‬ ‫ت‬ ً َِ ‫معْنَوِي‬ َ َ ‫ست‬ ِ َ ‫مال‬ َ ِ ‫ة لِكَائِنَاتِهِ وَ ب‬ َ ِ‫ب‬ ْ ِ‫ل دِينِهِ فِهْر‬ ً ‫م‬ َ ِ‫ل ر‬ َ َ‫ة ك‬ َ ‫سا‬ ْ ‫ش‬ ِ ْ‫جع‬ ِ ْ‫جع‬ ِ ِ‫حقِيقَتِه‬ َ ‫ل‬ َ ِ ‫عبَادِهِ وَ ب‬ ِ ْ‫جع‬ ً َ‫مع‬ َ ِ ‫ت اُلُوهِيَِتِهِ وَ بِتَوْظِيفِهِ بِوَظَائ‬ ِ ‫جا‬ ِ‫جود‬ ِ ِ ‫جل ِِيَا‬ َ ً ‫مْرآة‬ ُ ‫و‬ َ َ ‫ة لِت‬ َ ‫ف‬ َ ِ‫ضُرورِيَِةٍ لَز‬ ُ ِ ‫مةٍ ل‬ ْ ‫م‬ ِ ْ ‫مةِ وَ ال‬ ِ ‫ت فِى هٰذِهِ الْكَائِنَا‬ ِ ‫خلُوقَا‬ ْ ‫ت كَلُُزوم ِ الَِر‬ َ ْ ‫حك‬ َ ‫ح‬ َ ْ ‫ال‬ َ‫مةِ وَ الْعَدَالَةِ و‬ ِ‫ضيَاء‬ ِ ‫ماءِ وَ الْهَوَاءِ وَ ال‬ َ َ‫ك‬ َ ْ ‫ضُروَرةِ لُُزوم ِ الْغِذ َاءِ وَ ال‬

Bu pek kat'î ve çok geniş ve kudsî şehadetin tafsilâtını Risale-i Nur'a havale edip gâyet kısacık bir işaretle meal-i icmalîsine bakacağız. Evet bu kâinatta gözümüz önünde bu muntazam tasarrufatı içinde adalet ve hikmet ile ve rahmet ve inâyet ve himâye ile.. her zaman iyileri himaye ve fenaları ve yalancıları tokatlamak rububiyetin bir âdeti olmasından ef'al-i Rahmaniyet muktezasıyla bir Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyan'ı Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) eline vermesi(1)..ve bine yakın mu'cizelerin pekçok enva'ını ona vermesi(2).. ve bütün hâlâtında ve en tehlikeli vaziyetlerinde şefkatkârane himaye etmesi ve hattâ güvercin ve örümcekle muhafaza etmesi(3).. ve büyük vazifelerinde onu tam muvaffak etmesi(4).. ve dinini bütün hakikatlarıyla idamesi etmesi(5).. ve İslâmiyetini zeminin ve nev'-i beşerin başına geçirmesi(6)..ve bütün mahlukat üstünde bir makam-ı şeref ve meşahir-i insaniyenin fevkinde daimî bir rütbe-i makbuliyeti ve dost ve düşmanın ittifakıyla.. en yüksek hasletleri taşıyan bir şahsiyeti vermekle: beşerin beşten birisini ona ümmet etmesi(7).. gâyet kat'î bir tarzda sadıkıyetine ve risaletine şehadet ettiği gibi ef'al-i rububiyet cihetinde dahi görüyoruz ki: Bu âlemin mutasarrıfı ve müdebbiri Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) risaletini bu kâinata bir manevî güneş yapıp Nur Risalelerinde isbat edildiği gibi onunla bütün karanlıkları izale ve nurani hakikatlarını gösterip ve bütün zîşuuru belki kâinatı hayat-ı bâkiye müjdesiyle sevindirdiği gibi(8).. dinini dahi bütün makbul ehl-i ibadetin fihriste-i kemalâtı ve harekât-ı ubudiyette

335

sağlam bir proğram yapmasıgibi(9).. Muhammed'in (Aleyhisselatü Vesselam) şahsiyet-i maneviyesi olan hakikatını Kur’ânın ve Cevşen'in delaletiyle tecelliyat-ı uluhiyetine bir âyine-i câmia yapması(10).. ve sâbıkan işaret ettiğimiz hakikatların ve ondört asırda her gün ümmetinin bütün hasenatlarının bir mislini kazanmasının ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyedeki âsârının delaletiyle nev'-i beşere en yüksek reis ve üstad yapması(11).. ve onu büyük ve kudsî vazifelerle beşerin imdadına gönderip.. rahmet, hikmet, adalet, gıda, hava, mâ,ziya (Hâşiye) derecesinde insanları onun dinine şeriatine İslâmiyetteki hakikatlarına muhtaç yapması(12).. ile oniki küllî ve kat'î hüccetlerle risalet-i Muhammediyeye (Aleyhisselatü Vesselam) kudsî şehadet ettiği halde.. acaba hiç mümkün müdür ki: sinek kanadının ve bir çiçeğin tanziminden lâkayd kalmayan bu kâinat sahibinin bu derece küllî ve geniş şehadetlerine mazhar olan risalet-i Muhammediye (Aleyhisselatü Vesselam) kâinatın manevî bir güneşi olmasın. İşte onbeş küllî şehadetler herbiri pekçok şehadetleri etmekle: hattâ Üçüncü Şehadet َِ ‫شهَد ُ ا َه‬ ْ َ‫ا‬ mu'cizat lisanıyla bin şehadeti ihtiva edip.. öyle bir kat'iyetle ve kuvvetle (‫ن‬

َِ ‫ح‬ ‫الله ِه‬ ِٰ ُ‫سو‬ َ ‫م‬ ُ ‫مدًا َر‬ ُ

) olan davayı isbat etmiş ve tahakkukunu ve kıymetini ve ehemmiyetini ilân etmiş ki: her gün beş defa âlem-i İslâm yüzer milyon lisanlar ile teşehhüdde o davayı kâinata ilân ettiği gibi. o davanın esası olan hakikat-ı Muhammediye (Aleyhisselatü Vesselam) kâinatın çekirdek-i aslîsi.. bir sebeb-i hılkati.. ve en mükemmel meyvesi olduğunu milyarlar ehl-i iman tereddüdsüz tasdik ederek kabul etmişler. Ve bu kâinatın sahibi Celle Celalühü o şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi (Aleyhisselatü Vesselam).. saltanat-ı rububiyetine bir yüksek dellâl. ve kâinat tılsımının ve hılkat muammasının bir doğru keşşafı.. ve lütf u rahmetinin bir parlak misali. ve şefkat ve muhabbetinin bir belig lisanı. ve âlem-i bâkideki.. (Hâşiye):

Ben bu ihtiyarlığım ve perişaniyetim içinde, Zât-ı Muhammediye'nin (Aleyhisselatü Vesselam) getirdiği erzak-ı maneviyenin milyondan birisini hissettim. Elimden gelse idi milyonlar lisanla salavatlarla ona teşekkür edecektim. Şöyle ki: Ben firaktan ve zevalden çok inciniyordum. Halbuki sevdiğim dünya ve dünyevîler beni bırakıp gidiyorlar. Benden müfarakat ediyorlar.Ben de gideceğimi biliyorum. Bu pek elîm ve canhıraş me'yusiyete karşı birden saadet-i ebediye ve hayat-ı bâkiye müjdesini Zât-ı Ahmediye'den (Aleyhisselatü Vesselam) işitmekle kurtuluyorum. ve tam teselli

َ ‫م ع َلَي ْه‬ buluyorum. Hattâ teşehhüdde (‫ه‬ ُِ ِ ‫ك اَيُِهَها النَِب‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ْ ‫ى وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ ‫) اَل َِه‬ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات ُه‬ َ ‫ح‬ Dediğimde hem ona biat hem memuriyetine teslim ve itaat hem vazifesini tebrik hem bir nevi teşekkür ve saadet-i ebediye müjdesine bir mukabeledir ki: Müslümanlar her gün beş defa bu selâmı yaparlar.

336

hayat-ı daime ve saadet-i ebediyenin en kuvvetli bir müjdecisi ve elçilerinin en sonu ve büyüğü bir resul eylemiş. Acaba bu mahiyetteki bir hakikata kanaat etmeyen veya ehemmiyet vermeyen ne derece hasaret ve hata ve belâhet ve cinâyet işlediğini kıyas eylesin. İşte َ ْ َ‫ا‬ namazdaki Fatiha nasıl İkinci Kısım'da işaretleriyle teşehhüdde (ِ‫ن ل َ اِلٰ َهه اِل‬ ْ ‫شهَد ُ ا َه‬

‫اللهه‬ ِٰ

) taki hakikat-ı tevhid davasına kat'î hüccetleri gösterir.Ve hadsiz imzalar basar. Bu

َِ ‫شهَد ُ ا َه‬ َِ ‫ح‬ ْ َ ‫) وَ ا‬ta hakikat-ı Üçüncü Kısım'da dahi yine teşehhüdde (ِ‫اللهه‬ ِٰ ُ‫سو‬ َ ‫م‬ ‫مدًا َر ُه‬ ُ ‫ن‬ risalet davasına kuvvetli şahidleri getirip nihâyetsiz tasdik imzalarını bastırır. Yâ Erhamerrâhimîn! Bu Resul-i Ekrem'in (Aleyhisselatü Vesselam) hürmetine bizi onun şefaatine mazhar eyle..ve sünnetinin ittibaına muvaffak eyle ve dâr-ı saadette onun âl ve ashabına komşu eyle. Âmîn.. âmîn.. âmîn.. َِ ‫ا َ ِٰلله ُه‬ ِِ ‫ص‬ ‫ن‬ ِ ‫حُرو‬ ُ ِ ‫حبِهِ بِعَدَد‬ ْ ‫ص‬ َ َ‫ل و‬ ْ ِِ ‫سل‬ َ َ‫م ع َلَيْهِ وَ ع َلَى ٓالِهِ و‬ َ ‫م‬ ِ ‫ف الْقُْرا‬ ‫ن‬ ِ ‫مكْتُوبَةِ ا‬ َ ْ ‫ال‬ َ ْ ‫ال‬ َ ‫مي‬ َ‫مقُْروئَةِ و‬ َ َ َ َِ ‫متَنَا اِن‬ َ َ ‫حان‬ ‫م‬ ِ َ‫ك ل‬ َ ْ ‫م ال‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ْ ِ ‫ما ع َل‬ ُ ‫حكِي‬ ُ ‫ت الْعَلِي‬ َ ْ ‫ك اَن‬ َ ِ ‫م لَنَا اِل‬ َ ْ ‫عل‬ ‫مين‬ ِ ‫مين ا‬ ِ ‫ٓا‬ [ Elhüccetüzzehra'nın İkinci Makamı ]

ِٰ ِ ‫س ههههههههههههههههههههههههههههههههههم‬ ِ ‫ن الَِر‬ ْ ‫الله ِه الَِر‬ ْ ِ‫ب‬ ِ‫حيم‬ ِ ٰ‫حم‬ ‫ن‬ ْ َ ‫وَ بِهِ ن‬ ُ ‫ستَعِي‬ Fatiha'nın âhirinde ehl-i hidâyet ve istikametin ve ehl-i dalalet ve tuğyanın müvazenesine işaret eden ve Risale-i Nur'un bütün müvazenelerinin menbaı olan âyetin bir ْ َِ ‫ا َ ِٰلل ُهه نُوُر ال‬ ُ َ ‫مث‬ ْ ‫م‬ hakikatını Sure-i Nur'dan ‫شكَاةٍ فِيهَا‬ ِ َ ‫ل نُورِهِ ك‬ ِ ‫سمٰوَا‬ َ ‫ض‬ ِ ‫ت وَالَْر‬

َ ‫ن‬ ُ ‫ج‬ ٍ‫جَرة‬ ِ ُ ‫ب دُِرِى يُوقَد‬ ِ ِ ْ ‫ح اَل‬ َ ‫ش‬ ٌ َ ‫ة كَاَنَِه َا كَوْك‬ ٌ ‫صبَا‬ َ ‫جا‬ َ ‫جةٍ اَلُِز‬ َ ‫جا‬ َ ‫ح ف ِى ُز‬ ُ ‫صبَا‬ ْ ‫م‬ ْ ‫م‬ ْ ‫م‬ َ ْ‫ى يَغ‬ ‫ما ٍه‬ ٍ‫مبَاَركَة‬ ْ َ ‫ت فِهى ب‬ ٌ ‫موْه‬ َ ُ ‫اَوْ كَظُل‬ ِ ُ ‫حرٍ ل‬ ُ ilâ âhir âyeti ve arkasındaki (‫ج‬ َ ‫شي ُهه‬ ٍِ ‫ج‬ ‫ج‬ ِ ) ilâ âhir âyetiyle beraber pek acib bir tarzda o müvazeneyi mu'cizane ٌ ‫موْه‬ َ ِ‫م نْه فَوْقِهه‬ ifade ederler. Birinci âyet-i nur: Birinci Şua'da isbat edilmiş ki on işaretle Risale-i Nur'a bakıyor. Kur’ânın o tefsirinden mu'cizane haber veriyor. Ve Risale-i Nur'a Nur namını verilmesine en birinci sebeb olduğundan Yirmidokuzuncu Mektub'un bir kısmında bir seyahat-ı hayaliye temsilinde bu acib âyetin Nur kelimesinde Nun-ı Na'büdü mu'cizesi gibi bir manevî mu'cizesinin beyanına binaen.. Âyet-ül Kübra Risalesinde dünya seyyahı Hâlıkını aramak bulmak tanımak için bütün kâinattan ve enva'-ı mevcudatından sorduğu ve otuzüç yol ile ve kat'î bürhanlarla hâlıkını ilmelyakîn ve aynelyakîn bildiği gibi.. o aynı seyyah asırlarda ve arz ve semavat tabakalarında aklıyla, kalbiyle, hayaliyle, gezen yorulmaz

337

tok olmaz. bütün dünyayı bir şehir gibi görüp teftiş ederek kâh Kur’ân hikmetine kâh felsefe hikmetine aklını bindirip geniş hayal dûrbîniyle en uzak tabakalara bakarak hakikatları vaki'de olduğu gibi görmüş bizlere Âyet-ül Kübra'da kısmen haber vermiş. İşte şimdi biz o ayn-ı hakikat ve bir temsil manasında olan seyahat-ı hayaliyesiyle girdiği çok âlemlerlerden ve çok tabakalardan nümune için yalnız (üç tabakasını) Fatihanın âhirindeki müvazenenin yalnız kuvve-i akliye cihetinde bir misalini gâyet muhtasar beyan edeceğiz. Sair meşhudatını ve müvazenelerini Risale-i Nur'un müvazenelerine havale ederiz. (Birinci nümune) şöyle: O dünyaya sırf hâlıkını tanımak ve bulmak için gelen seyyah aklına dedi. Biz herşeyden hâlıkımızı sorduk. güzel tam cevab aldık. Şimdi Güneş'i güneşten sormak lâzım. darb-ı meseli gibi biz dahi hâlıkımızı İlim ve İrade ve Kudret gibi kudsî sıfatlarının tecellileriyle ve meşhud eserleriyle ve isimlerinin cilveleriyle tanımak ve bulmak için bir seyahat daha yapacağız. diye dünyaya girdi. Ve ikinci bir cereyan olan ehl-i dalalet gibi birden küre-i arz sefinesine bindi. Hikmet-i Kur’âniyeye tâbi' olmayan fen ve felsefe gözlüğünü taktı. Ve Kur’ân okumayan coğrafya fenninin proğramıyla baktı gördü ki: Nihâyetsiz bir boşlukta bir senede yirmidört bin senelik bir dairede top güllesinden yetmiş defa sür'atli bir hareketle gezer. Yüzbinler nevi bîçare âciz zîhayatları içine almış. Eğer bir dakika yolunu şaşırsa veya bir serseri yıldıza çarpsa parçalanarak hadsiz fezada sukut edecek ile bütün o bîçare zîhayatları ademe hiçliğe boşaltacak.dökecek.diye anladı. (ِ‫غَيْر‬

َِ ‫م وَل َ ال‬ ‫ن‬ ُ ْ‫مغ‬ ْ ‫ب ع َلَيْهِهه‬ َ ْ ‫ )ال‬cereyanının dehşetli manevî musibetini (‫ا َ ْو‬ ‫ضو ِهه‬ ‫ضال ِِي َهه‬ ‫ى‬ ٍ ‫ما‬ ِ ُ ‫حرٍ ل‬ ْ َ ‫ت فِى ب‬ َ ُ ‫ )كَظُل‬in boğucu karanlığını hissederek Eyvah: Ne yaptık Bu dehşetli ٍِ ‫ج‬ gemiye neden bindik? Bundan kurtulmak çaresi nedir? diye o kör felsefenin gözlüğünü kırdı ( َ ‫م‬ ْ ِ‫ت ع َلَيْه‬ َ ‫م‬ ْ َ‫ن اَنْع‬ َ ‫ )اَل ِذِي‬cereyanına girdi. Birden hikmet-i Kur’âniye imdadına geldi. tam hakikatını gösteren bir dûrbîn aklına َ verdi Şimdi bak dedi. Baktı gördü ki (‫ر ضِه‬ ِ ‫سمٰوَا‬ ‫ )َر ُِه‬ismi (‫هُوَ ال ِذِى‬ ‫ب ال َِه‬ ْ َ ‫ت وَ اْل‬ َ َ‫جع‬ ُ ‫م‬ ِ‫م نْه رِْزق ِه‬ ِ ‫منَاكِبِهَها وَ كُلُوا‬ َ ) burcunda bir َ ‫شوا فِهى‬ ْ ‫ضه ذ َلُول ً فَا‬ ُ ‫ل لَك ُه‬ َ ‫م اْلَْر‬ güneş olarak gibi tulû' etti. Zemini gâyet muntazam ve selâmetli bir gemi ve zîhayatları rızıklarıyla beraber içine doldurmuş. kâinat denizinde çok hikmetler ve menfaatler için seyahatla güneşin etrafında gezdirip mevsimlerin mahsulâtını erzak isteyenlere getirir. ve Sevr ve Hut namlarında iki meleği o sefineye kaptan yapmış.gâyet güzel ve muhteşem memleket-i Rabbaniyede Hâlık-ı Zülcelal'in mahlukatını ve misafirlerini keyiflendirmek için gezdiriyor. Ve onun ile (‫ر ضِه‬ ِ ‫سمٰوَا‬ ‫ه نُوُر ال َِه‬ ‫ ) ا َ ِٰلل ُ ه‬hakikatını gösterir. hâlıkını bu ismin ْ َ ‫ت وَاْل‬ cilvesiyle

338

tanıttırır diye anladı. Bütün ruh u canıyla

‫م‬ ْ ِ‫ت ع َلَيْه‬ َ ‫م‬ ْ َ‫اَنْع‬

‫ن‬ ِ َ ‫ب الْعَال‬ ‫مد ُ ِل ِٰله هِ َر ِ ِه‬ َ ْ ‫اَل‬ ْ ‫ح‬ ‫مي َه‬

dedi

َ ‫ن‬ ‫اَل ِذِي َه‬

taifesine girdi. O seyyahın âlemlerdeki seyahatından ikinci nümunesi.. O seyyah küre-i arz gemisinden çıkıp hayvanat ve insanlar âlemine girdi. Dinden ruh almayan hikmet-i tabiiye gözlüğü ile o âleme baktı. gördü ki: O hadsiz zîhayatların hadsiz ihtiyaçları ve onları inciten ve hırpalayan hadsiz muzır düşmanları ve merhametsiz hâdiseleri varken o ihtiyaçlara karşı sermayeleri binden bir olabilir. belki yüzbinden bir ancak olabilir. Ve o muzır şeylere mukabil iktidarları milyondan ancak birdir. Bu çok dehşetli ve acınacak vaziyette rikkat-i cinsiye ve şefkat-i nev'iye ve akıl alâkadarlığı ile onların haline o derece acıdı ve mahzun ve me'yus oldı.ve cehennem azabı gibi elemler alırken ve o perişan âleme girdiğine bin pişman olurken.. َ birden hikmet-i Kur’âniye imdadına yetişti. (‫م‬ ْ ِ ‫ت ع َلَيْه‬ َ ‫م‬ ْ َ‫ن اَنْع‬ َ ‫ )اَل ِذِي‬Dûrbînini verdi. Bak dedi. Baktı gördü ki: (‫ر ضِه‬ ِ ‫سمٰوَا‬ ‫ه نُوُر ال َِه‬ ‫ ) ا َ ِٰلل ُه‬âyetinin tecellisiyle Rahman, ْ َ ‫ت وَاْل‬ Rahîm, Rezzak, Mün'im, Kerim, Hafîz gibi çok esma-i İlahiye her biri birer güneş gibi (

َ ُ ‫م‬ ‫و‬ ِ ‫ما‬ ِ ‫ح‬ ِ ‫ن‬ ْ َ ‫ن دَابَِةٍ ل َ ت‬ ْ ‫ه يَْرُزقُهَها وَاِيَِاك ُه‬ ‫م َه‬ ‫ل رِْزقَهَها ا َ ِٰلل ُ ه‬ َ ُ‫ن دَابَِةٍ اِل ِ ه‬ ‫م ْه‬ ‫م ْه‬ ْ ‫وَكَاَي ِ ِه‬ َ ْ َِ ‫صيَتِهَا ( )ا ِه‬ ‫م‬ ِ ‫ )ا‬gibi âyetlerin ‫خذ ٌ بِنَا ِه‬ َ ‫من َها بَن ِهى اد َه‬ ْ ‫يمه ( )وَلَقَد ْ كََِر‬ ٍ ِ‫ن الَبَْراَر لفِهى نَع‬

burçlarında tulû' ettiler. O insan ve hayvan dünyasını rahmetle, ihsanla doldurup bir nevi muvakkat cennete çevirdiler. Ve bu şâyan-ı temaşa, güzel, ibretli misafirhanenin mihmandar-ı kerimini tam bildirdiklerini bildi. Bin kerre Elhamdülillahi Rabb-il Âlemîn dedi. Seyahatındaki yüzer müşahedatından üçüncü nümunesi.. Hâlıkını isimlerinin ve sıfatlarının tecellileriyle ve cilveleriyle tanımak isteyen o dünya seyyahı akıl ve hayaline dedi ki: Haydi Ruhlar ve melekler gibi biz dahi cesedimizi yerde bırakıp göklere çıkacağız. Hâlıkımızı semavattakilerden soracağız. Ruh hayale ve akıl fikre bindiler. semaya çıktılar. Kozmoğrafya fennini kendilerine rehber ettiler. Dini dinlemeyen bir felsefe nazarıyla mağdub ve dâllîn cereyanıyla baktılar. Gördüler ki: Küre-i arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yüz defa çabuk hareket edenler içlerinde bulunan binler kitleler,ateş saçan yıldızlar. Şuursuz, camid. serseri gibi birbiri içinde sür'atle gezerler. Bir dakika bir tesadüfle biri yolunu şaşırsa. o boş ve hududsuz ve sedsiz ve nihâyetsiz âlemde bir şuursuz küre ile çarpışsa

339

kıyamet gibi bir herc ü merce sebeb olur. O seyyah hangi tarafa baktı. dehşet ve vahşet ve hayret ve korkmak aldı. göğe çıktığına bin pişman oldu. Akıl ve hayal bütün bütün bozuldular. Bizim vazifemiz güzel hakikatları görmek ve göstermek iken böyle cehennem gibi çirkin ve azablı manaları bilmek ve müşahede etmek vazifesinden istifa ediyoruz.ve istemiyoruz. derken birden (‫ر ضِه‬ ِ ‫سمٰوَا‬ ‫ه نُوُر ال َِه‬ ‫ ) ا َ ِٰلل ُه‬tecellisi ile. (Hâlık-us Semavati Ve-l ْ َ ‫ت وَاْل‬ Arz) ve (Müsahhir-üş Şemsi Ve-l Kamer) ve (Rabb-ül Âlemîn)gibi çok isimler.. her biri birer َِ ‫ )وَلَقَد ْ َزيَِن َِا ال‬ve (ِ‫ماء‬ َِ ‫م يَنْظُُروا اِلَى ال‬ güneş gibi (‫ح‬ َ ‫صابِي‬ َ ِ ‫ماءَ الدُِنْي َا ب‬ َ ‫س‬ َ ‫س‬ ْ َ ‫اَفَل‬ َ ‫م‬

َ ‫ستَوَى اِلَى ال‬ َِ ‫ث ُه‬ َِ ُ‫سوَِيه‬ ‫ف بَنَيْنَاهَها وََزيَِنَِاهَها‬ َ ‫م كَي ْه‬ ‫ن َه‬ َ ‫ئ فَه‬ ‫م ا ْه‬ ْ ‫ )فَوْقَهُه‬ve (َ‫سبْع‬ َ ‫سِه‬ ِ ‫ما‬ ‫ت‬ ٍ ‫سموَا‬ ‫ ) َه‬gibi âyetlerin burçlarında tulû' ettiler. Bütün semavatı nurla meleklerle َ doldurdular. bir büyük câmiye ve mescide ve ordugâha çevirdiler. O seyyah (‫ت‬ َ ‫م‬ ْ َ‫ن اَنْع‬ َ ‫اَل ِذِي‬ ‫م‬ ٍ ‫ما‬ ْ َ ‫ت ف ِى ب‬ ْ ِ ‫ )ع َلَيْه‬cereyanına girdi. (Dâllîn) den ve (‫ى‬ ِ ُ ‫حرٍ ل‬ َ ُ ‫ )اَوْ كَظُل‬den kurtuldu. ٍِ ‫ج‬ Birden cennet gibi muntazam, güzel muhteşem bir memleket gördü. Her tarafta Hâlık-ı Zülcelal'i bildiriyorlar bir vaziyeti müşahede etti. akıl ve hayalin kıymetleri ve vazifeleri bin derece terakki etti. İşte o seyyahın kâinatta seyahatınde yüzer nümunesinden bu mezkûr üç nümuneye kıyasen sair müşahedatını ve isimlerin cilveleriyle Vâcib-ül Vücud'un marifetini Risale-i Nur'a havale edip bu pek kısa işarete iktifaen bu pek uzun kıssayı kısa keserek hâlıkımızı bildiren kudsî sıfatlarından ve sıfât-ı seb'asından yalnız İlim ve İrade ve Kudret gibi üç mühim sıfatların eserleriyle tecellileriyle ve tahakkuklarının hüccetleriyle kâinat hâlıkını tanımağa o dünya seyyahı gibi gâyet kısa işaretlerle çalışacağız. Tafsilâtını Risale-i Nur'a havale ederiz. İşte Arabî Hizb-i Nurî'nin hülâsat-ül hülâsasından daimî tefekkürî bir virdim. ve Allahü Ekber cümlesinin otuzüç mertebesinden üç mertebeyi beyan eden bu gelen Arabî fıkranın bir nevi tercümesi içinde kısa işaretlerle ülema-i ilm-i kelâmı ve akide ülemasını pek çok meşgul eden(ilim ve irade ve kudret-i İlahiyenin) kâinattaki cilveleriyle onları aynelyakîn tasdik etmeye ve onlarla Vâcib-ül Vücud'un bedahetle mevcudiyetine ve vahdaniyetine ilmelyakîn tasdik ile tam iman etmeye yol açan bu Arabî fıkradır.

َ ‫م‬ ِٰ ِ ‫سم‬ ِ َِ ‫م يَت‬ ِ ‫ن الَِر‬ َ ْ ‫ل ال‬ ْ ‫الله ِه الَِر‬ ْ ِ‫ب‬ ْ ‫ح‬ ْ َ ‫خذ ْ وَلَدًا وَ ل‬ ْ َ ‫مد ُ ِل ِٰله ِه ال ِذِى ل‬ ِ ُ‫حيمِ وَق‬ ِ ٰ‫حم‬ ٌ ‫شرِي‬ َ ‫ه‬ ‫ك‬ ِ ْ ‫مل‬ ُ َ‫ن ل‬ ُ ْ ‫ك فِى ال‬ ْ ُ ‫)يَك‬

340

ِِ ُ ‫ن ك‬ ِِ ‫ن ال ُِذ‬ َ ‫ل‬ ‫ئ ُقدَْرةً َو‬ ِ ‫ل َو كَب ِْرهُ تَكْبِيًرا * ا َ ِٰلل ُهه اَكْبَُر‬ ِ ‫ه َولِى‬ ُ َ‫ن ل‬ ْ َ ‫َو ل‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ َ ‫م‬ ْ ُ ‫م يَك‬ )‫شي َهة ا‬ ِ ‫حا‬ َ ) ‫شيئ بعل ْهم محي ط لَز م‬ ِِ ُ ‫ه َو ال ْ َعلِي ُمه بِك‬ ُ ْ ‫ما اِذ‬ ِ ‫ى للِذَِا ِه‬ ‫ت يَلُْز ُمه‬ ً ‫عل ْه‬ ٍ ‫ل َ ْ َ ٍ ِ ِ ٍ ُ ِ ٍه ِه‬ ِ ٍ ِ ‫ذ َات‬ ُ َ‫ة‬ ْ ْ ‫َهه‬ ْ ِ ‫ن يَنْفَ ه‬ ِ ‫ضور َو ال‬ َ ‫ه‬ ْ َ ‫ال‬ ِ ‫حاط‬ ِ ‫ئ بِه‬ ٌ ْ ‫شي‬ َ ِ ‫ش ُهودِ َو ال‬ ُ ‫ر ال‬ ْ ‫نا‬ ُ ‫ك عَن ْهه‬ ْ ُ ‫شيَا َء ل َ ي‬ ُ ‫مك ِهه‬ ِ ُ ‫ح‬ ِ ‫س‬ ‫جو ِد‬ ِ َ ‫حاط‬ ِ َِ ‫مي‬ ِ ‫مو‬ ِ ِ ‫ة َو ب‬ ِ َِ ‫النُِوَرانِي‬ ُ ‫ور ال ْ ِعل ْم ِ ب ِ َعال َم ِ ال ْ ُو‬ َ ِ ‫ة َو ا‬ ُ ‫ستِلَْزام ِ ال ْ ُو‬ ْ ِ‫ر ا‬ ُ ‫جودِ لِل ْ ُع‬ ِ ُ‫ة ن‬ ِ ‫س‬ َِ ‫ة ال ْ َعا‬ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ُ َِ ‫دي‬ ُ ‫م‬ ُ َ ‫موُزون‬ ِ ْ ‫ة َو ال‬ ِ ‫ص‬ ‫ما ُه‬ َ ‫م َفاْلِنْتِظَا‬ ْ ‫نَعَه‬ ُ ‫حك َه‬ َ ‫منْظُو‬ َ ْ ‫ت ال‬ ‫ة َو اْلِتَِزانَا ُه‬ ْ ‫م الْقَه‬ ْ َ ْ ‫ت ال‬ َِ ‫ة ال‬ ‫مَرةُ َو‬ ْ ‫م‬ ُ ‫م‬ ُ َِ ‫ضي‬ ُ ‫ص‬ ُ َ ‫مل‬ ِ ْ ‫مث‬ ِ ‫ة َو اْل َ ْق‬ ِ ‫شا‬ ُ ْ ‫ة َو اْل َ ْقدَاُر ال‬ َ َ ‫منْتَظ‬ ُ ْ ‫ة ال‬ َ ْ ‫ت ال‬ ‫َو ال ْ ِعنَايَا ُهه‬ َ ‫صو‬ ‫خ ُهه‬ ُ ‫جا‬ ‫ة َو‬ ُ َ ‫م َعيَِن‬ ُ َ ‫م َقنَِن‬ ُ َ ‫مَزيَِن‬ ُ َ ‫م َفنَِن‬ َ ‫اْل‬ ْ ِ ‫ة َو اْل‬ ُ ْ ‫ل ال‬ ُ ْ ‫ة َو اْلَْرَزا ُ ال‬ ُ ْ ‫ت ال‬ ‫ما ُه‬ َ ‫ما‬ َ ِ ‫حت‬ ُ ْ ‫ت ال‬ ‫ة َو اْلِطْقَانَا ُه‬ ‫ت ف ِى‬ ُ َ ‫غَاي‬ ِ ْ ‫ل اْلِنْتِظَام ِ اْلِن‬ ِ ‫مطْلَقَا‬ َ ‫س‬ َ ِ ‫جام ِ اْلِت‬ َ َ‫ة ك‬ ُ َ ْ ‫از ال‬ ْ ِ ‫ن اْل‬ ِ ‫ما‬ ِ ‫ن اْلِتَِزا‬ ِ ‫سا ِ اْلِتْقَا‬ ِ َ ‫متِي‬ ‫خبِيُر‬ َ ْ ‫ف ال‬ َ ‫ن‬ ‫ه َو الل ِطِي ُه‬ ُ ‫ق َو‬ ُ َ ‫سب‬ ِ ‫مطْل َ َق‬ ِ َ ‫س ُهول‬ ْ ‫ة َفن ِه‬ ‫ل ال ُِه‬ َ ‫خل َه‬ َ ‫م‬ ُ ‫ة اَل َ ي َ ْعل َه‬ ُ ْ ‫ة ال‬ َ َ‫ك‬ ‫م ْه‬ ِ ‫ما‬ َ َ ِِ ُ ‫ب بِك‬ َ ‫ل‬ ‫ن‬ ِ ‫ة‬ ِ ‫صن ْ َع‬ ِ َ ‫ئ دَلَل‬ ِ َ ‫حاط‬ ُ ‫ة‬ َ ِ ‫ت عَلَى ا‬ ْ ‫ح‬ َ ْ ‫ة اْلِن‬ ٌ ِ ‫دَال‬ َ ‫ن‬ ٍ ْ ‫شي‬ ِ ‫عل ْم ِ عَل ِم ِ ال ْ ُغيُو‬ ِ ‫سا‬ ِ ‫س‬ ُ ‫عَلَى‬ ‫ق‬ َ ِ ‫عل ْم‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫ن عَلَى‬ ِ ‫خل ْ َق‬ ِ َ ‫ة دَلَل‬ ِ َ ‫سب‬ ُ ‫ة‬ ْ ‫ح‬ ْ ِ ‫ن اِلَى ن‬ َ ْ ‫ور اْلِن‬ َ ْ ‫ة اْلِن‬ ِ ‫سا‬ ِ ‫سا‬ ِ ‫ش ُع‬ ِ ِ ‫خال‬ ِ ‫س‬ َ َ ‫ش ْع‬ َ ‫ما ِء اِلَى‬ ‫ة‬ ِ ‫ش َع‬ ِ َ ‫ة فِههههى الل ِيْل‬ ِ َ ‫ة الذُِبَيْب‬ ِ ‫ج‬ ِ ‫مي ْ َع‬ ِ َ ‫سب‬ َ ْ ‫جي‬ َ ‫ة ُز‬ ْ ‫ن كَن ِهههه‬ َ ‫اْلِن ْهههه‬ َ ‫ة الدَِ ْه‬ َ ُ‫ة ل‬ ِ ‫سا‬ َِ ‫ال‬ ‫ار‬ ِ ‫س ِفى َراب ِ َع‬ ْ ‫ش‬ ِ ‫ة الن َِ َه‬ ِ ‫م‬ Gâyet kısa bir nevi tercümesi içinde ilm-i İlahîye ve bu pek ehemmiyetli hakikat-ı (Hâşiye-2) imaniyeye kısacık işaretler edip tafsilâtını Risale-i Nur'a havale ederek deriz. Evet nasılki rahmet.. rızk-ı acaibiyle güneş gibi kendini gösterip perde-i gaybda bir Rahman-ı Rahîm'i kat'iyetle isbat ediyor. Öyle de.. yüzer âyât-ı Kur’âniyede mevki alan.. ve kudsî yedi sıfattan bir cihette en birincisi olan ilim dahi. nizam ve mizanın hikmetleri ve meyveleriyle güneşin ziyası misillü kendini gösterdiği gibi bir Alîm-i Küll-i Şey'in mevcudiyetini kat'iyetle bildirir. Evet. insanın şuuruna ve ilmine delalet eden düzgün ölçülü bir san'atı ile.. insan hâlıkının ilmine hikmetine delalet eden hüsn-i hılkat-i insan müvazenesi.. aynen yıldız böceğinin gecedeki ışığının ve lem'acığının gündüzde güneşin ihatalı ziyasına nisbeti gibidir. Şimdi ilm-i İlahînin delillerini beyan etmeden evvel. o kudsî sıfatın kâinatın enva'ındaki tecellileriyle.. Zât-ı Akdes'i pek zahiri bir tarzda göstermesine delalet ve şehadet eden Mi'rac-ı Muhammedî (Aleyhisselatü Vesselam) gecesinde huzur ve hitab-ı İlahîye mazhar olduğu zaman ___________ (Hâşiye-1):

___________

َِ ‫ط لِل‬ ۪ ُ ْ ‫___________ال‬ ‫ئ‬ ‫س‬ ِ ‫محي‬ ِ ‫)كَلُُزوم ِ ال‬ ْ ‫ش‬ ِ ‫ضيَا‬ ِ ‫م‬

___________

(Hâşiye-2):

_________________

ُ َ ‫مث‬ ‫ل اْلَع ْلٰى‬ َ ْ ‫وَ ِل ِٰله ِه ال‬

)

_________________

Bundan sonraki kısım bütün ömrümde görmediğim dehşetli ve semli bir hastalık içinde yazılmıştır. Kusuratıma nazar-ı müsamaha ile bakılsın. Hüsrev münasib görmediği kısmı ta'dil, tebdil, ıslah edebilir.

341

َ

َِ ‫ت اَل‬ Birden (‫ت ِل ِٰله ِه‬ ِ َِ ‫ ) اَلت‬diyerek bütün zîhayatlar ve ُ ‫ت اَلط ِيِبَا‬ ُ ‫صلَوَا‬ ُ ‫مبَاَركَا‬ ُ ْ ‫ت اَل‬ ُ ‫حيَِا‬ enva'-ı mahlukat namına meb'us ve elçi olduğundan. bütün bunların sıfat-ı ilmin cilveleriyle Rablerini bildirdikleri tarzda selâm yerinde umum zîşuurun bedeline hâlıkına umum َ َِ ‫ت اَل‬ zîhayatın hediyelerini takdim eder.. Yani (‫ت‬ ِ َِ ‫)اَلت‬ ُ ‫ت اَلط ِي ِبَا‬ ُ ‫صلَوَا‬ ُ ‫مبَاَركَا‬ ُ ْ ‫ت اَل‬ ُ ‫حيَِا‬ bu dört kelimeler ile umum zîhayatın dört taifesinin ezelî ebedî ilmin cilveleriyle Allâm-ül Guyub'a karşı tahiyelerini tebriklerini ubudiyetlerini, güzel marifetlerini gösterdiğinden bu kudsî mükâleme-i mi'raciyeyi geniş manasıyla okumak teşehhüdde umum İslâmın farz bir vazifesi olmuş. O kudsî mükâlemenin izahatını Risale-i Nur'a havale edip gâyet kısa dört işaretle bir manasını beyan edeceğiz. (Birincisi) (‫ت ِل ِٰله ِه‬ ِ َِ ‫ ) اَلت‬dır. Kısacık meali şudur. Nasıl bir usta pek hârika bir ‫حيَِا ُه‬ makineyi.. derin ilmi ve mu'cizekâr zekâsıyla yapsa.. o acib makineyi gören herkes: o ustayı takdirkârane tebrik edip alkışlar. ve tahsinkârane medihlerle ve ihsanlarla ona maddî manevî hediyeler ve tahiyeler verir. o makine dahi o ustanın istediği tarzda tam tamına gâyet mükemmel olarak arzularını ve hârika ince san'atını ve meharet-i ilmiyesini göstermesiyle kendi ustasını lisan-ı hal ile alkışlar.. Tebrik eder. manevî tahiyeler ve hediyeler verir. Aynen öyle de. kâinatta bütün zîhayat taifelerini herbiri ve herbir ferdi her tarafı mu'cizeli birer hârika makinedir ki: ustasının herşeyin herşey ile münasebetini gören ve herşeyin hayatına lâzım bütün şeyleri görüp tam yerinde ona yetiştiren. ihatalı ilminin derin ve ince cilveleri ile kendini tanıttıran Sâni'-i Zülcelalini hayatlarının lisan-ı halleriyle ins ve cinn ve melek olan zîşuurların kal dilleri gibi tahiyelerle alkışlarlar. ve tebriklerle (‫ت‬ ِ َِ ‫اَلت‬ ُ ‫حيَِا‬

‫ِل ِٰله ِه‬

) derler. Ve hayatlarının fiyatını doğrudan doğruya bütün mahlukatı bütün ahvaliyle bilen hâlıklarına ubudiyetkârane takdim ediyorlar ki: Mi'rac gecesinde bütün zîhayat namına Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm Vâcib-ül Vücud'un huzurunda selâm yerinde (‫ت‬ ِ َِ ‫اَلت‬ ُ ‫حيَِا‬

‫ِل ِٰله ِه‬

) deyip bütün zîhayat taifelerinin tahiye ve hediyelerini ve manevî selâmlarını takdim etmiş. Evet âdi bir muntazam makine intizam ve mizanlı heyetiyle şeksiz bir mahir ve dikkatli bir ustayı gösterdiği gibi kâinatı dolduran hadsiz zîhayat makineler de herbirisi binbir mu'cizat-ı ilmiyeyi gösteriyorlar. Elbette yıldız böceğinin ışığına

342

nisbeten güneşin ziyası derecesinde ilmin cilveleri ile o zîhayatlar ustalarının ve sermedî san'atkârlarının vücub-ı vücuduna ve mabudiyetine pek parlak şehadet ederler. (İkinci Kudsî Kelime-i Mi'raciye) (‫ت‬ ‫مبَاَركَا ُه‬ ُ ْ ‫ )اَل‬dür. Madem hadîsçe namaz mü'minin mi'racıdır. ve mi'rac-ı ekberin cilvesine mazhardır. Ve madem dünya seyyahı her âlemde ilim sıfatıyla Allâm-ül Guyûb hâlıkını bulmuş. biz dahi o seyyahla beraber mübareklerin ve görenlere bârekâllah dedirtenlerin ve (‫ت‬ ُ ‫مبَاَركَا‬ ُ ْ ‫ )اَل‬nün geniş âlemine girip bütün zîruhun masum ve mübarek yavrularını ve bütün zîhayatın mukadderat ve proğramlarının kutucukları olan tohum ve çekirdekleri başta olarak. o mübarekât âlemini temaşa ve mütalaa ile ve kudsî sıfat-ı ilmin mu'cizatlı ince cilveleriyle hâlıkımızı ilmelyakîn ile bilmeğe o seyyah gibi çalışacağız. Evet gözümüzle görüyoruz ki.. bütün o masum yavrucuklar. ve o mübarek mahzencikler ve sandıklar bir Alîm-i Hakîm'in ilmiyle hem umumi hem herbir ferdi birden bir uyanmak ve gâye-i hılkatlerine yürümek için bir hareket alırlar. Hakikat nazarıyla bakanlara Bin Bârekâllah ve Yüzbin Mâşâallah dedirtirler. Evet: meselâ: Nutfeler, yumurtalar, tohumlar, çekirdekler. herbiri birden ilimden gelen bir ince nizam içinde.. ve o nizam meharetten gelen tam bir mizan içinde.. o mizan yeni bir tanzim içinde. O tanzim taze bir ölçü ve tevzin içinde.. o dahi bir temyiz ve terbiye ve müteşabih emsalinden kasdî farika alâmetleri içinde o da san'atlı bir tezyin ve süs içinde bu dahi kerimane rızık isteyenlerin zevklerini memnun etmek için o mahlukların ve meyvelerin etleri denilen kısımları ihtilaf içinde bu ise âlimane, mu'cizane ayrı ayrı nakışlar ve zînetler içinde bu da ayrı ayrı güzel kokular. ve lezzetli tatlar içinde ki kemal-i intizam içinde birbirinden ayrı ve mütemayiz iken kesret ve sür'at ve vüs'at-i mutlaka içinde sehivsiz, hatasız bütün onların suretlerinin inkişafları ve her mevsimde o hârika halin devamı içinde bütün o mübareklerin herbiri beraber bu mezkûr onbeş dil ile ustalarının hârika meharetini ve mu'cizatlı ilmini göze gösterip.. Allâm-ül Guyûb ve Vâcib-ül Vücud Sâni'lerini güneş gibi bildiriyorlar. İşte bu pek geniş ve pek parlak şehadetleri.. ve Sâni'ini tebrikleri içindir ki: Mi'rac Gecesinde bütün mahlukat hesabına konuşan Zât-ı Muhammediye (Aleyhisselatü Vesselam) (‫ركَات‬ ُ ْ ‫)اَل‬kelimesini selâm yerinde demiş. َ ‫مبَا‬

343

(Üçüncü Kelime) (‫ت‬ ُ ‫صلَوَا‬ ‫ )اَل َِه‬dür. Ki: hem umumî Mi'rac-ı Ekber-i Muhammedî'de (Aleyhisselatü Vesselam) hem her mü'minin hususî mi'racı olan namaz teşehhüdünde her gün hiç olmazsa on defa yüz milyonlar ehl-i iman o kudsî kelimeyi Peygamber'in (Aleyhisselatü Vesselam) tebaiyetiyle dergâh-ı İlahîye takdim edip kâinatta ilân ederler. Mi'raca dair olan Otuzbirinci Söz Mi'racın bütün hakikatlarını (bir muhatab ittihaz ettiği muannid, mülhid ve münkirlere karşı dahi..) ve gâyet kat'î ve kuvvetli bir surette isbat ettiğine binaen tafsilâtını ve hüccetlerini ona havale ederek gâyet muhtasar bir işaretle bu Üçüncü Kelime-i Mi'raciyenin geniş manasını gösteren zîruh zîşuur taifelerinin acib âlemine bakıp ilm-i ezelînin cilveleriyle hâlıkımızın vahdet ve mevcudiyeti içinde kemal-i rahmaniyetini ve rahîmiyetini.. ve azamet-i kudret ve şümul-i iradesini bilmeğe çalışacağız. Evet.. bu âlemde görüyoruz ki: Bu zîruhlar: şuuren ve aklen olmasa da hissen fıtraten hissediyorlar ki: herbirinin hadsiz bir acz ve za'f içinde hadsiz düşmanları ve incitenleri var. ve hadsiz bir fakr ve ihtiyaç içinde hadsiz hacatı.. ve matlubları var. İktidarları ve sermayeleri binden birine kâfi gelmediğinden bütün kuvvetiyle bağırırlar. ve ağlarlar. Manen ve fıtraten yalvarırlar. kendilerine mahsus sesleriyle, lisanlarıyla dualar ve niyazlarla ve bir nevi namazlar ve salavatlarla bir Alîm-i Kadîrin dergâhına iltica ederlerken birden görüyoruz. o bağıranların her işini her ihtiyacını bilen ve her derdini ve zararını anlayıp yalvarmasını fıtrî duasını işiten bir Alîm-i Mutlak bir Kadîr-i Hakîm imdadlarına yetişir bütün istediklerini yapar. Ağlamalarını gülmeğe bağırmalarını teşekkürlere çevirir. Bu hakimane ve alimane ve rahimane yardım pek parlak bir tarzda ilim ve rahmetin cilveleriyle bir Mücîb-i Mugîsi ve bir Rahîm-i Kerim'i bildirip o zîruh âleminin bütün salavatlarını ubudiyetlerini ona takdim ve tahsis manasıyla.. Mi'rac-ı Ekber'de Muhammed (Aleyhisselatü Vesselam). ve mi'rac-ı asgar َ َِ ‫ ) اَل‬der. olan namazlarda.. onun ümmeti (‫ت ِل ِٰله ِه‬ ُ ‫صلَوَا‬ ُ ‫ت اَلط ِي ِبَا‬

َ

(Dördüncü Kelime-i Kudsiye) (‫ت ِل ِٰله ِه‬ ُ ‫ ) اَلط ِيِبَا‬dir. Risale-i Nur'un çok hakikatları namaz tesbihatında ihtar edilmesi hikmetiyle.. hem Fatiha'nın hem teşehhüdün kelimelerinin hakikatlarını kısa işaretlerle beyan etmeğe âdeta ihtiyarsız sevkedildim. َ İşte Mi'rac-ı Muhammedî'de (Aleyhisselatü Vesselam) denilen (‫ت‬ ‫ )اَلط ِيِبَا ُه‬kelime-i kudsiyesi: ehl-i marifet ve imanın ve küllî şuur sahibi olan ins ve cinn ve melek ve ruhanîlerin kâinatı güzel tayyibeleriyle ve haseneleri ve ubudiyetleriyle güzelleştiren ve güzellerin âlemine bakan.. ve sermedî Cemil-i Mutlak'ın hadsiz cemal ve güzelliklerini ve kâinatı süslendiren isimlerin daimî güzelliklerini

344

tam bilen ve aşk ve şevkle küllî ubudiyetler ile mukabele eden ve parlak imanın ve geniş marifetlerin ve medh ü senaların revaih-i tayyibeleriyle ve hoş kokularıyla Hâlıklarına karşı yapılan o hadsiz tayyibatlar manasıyla Mi'racda söylenmiş sırrı ile teşehhüdde bütün ümmet her gün usanmadan o kudsî kelime-i tayyibeyi tekrar ederler. Evet bu kâinat nihâyetsiz bir hüsn ü cemal-i sermedînin âyinesi ve cilveleridir. ve kâinattaki bu cemaller ve kemaller ve güzellikler o sermedî hüsünden gelir. ve ona intisabla güzelleşir. kıymeti yükselir. Yoksa karmakarışık bir virane bir hüzüngâh olur. Ve intisab ise, saltanat-ı uluhiyetin dellâlları ve ilâncıları olan ins ve melek ve ruhanîlerin marifet ve tasdikleriyle anlaşılır. Hattâ o dellâlların güzel ve tatlı hamdlerini ve senalarını ve mabuduna medihlerini ve onların kelimelerini her tarafa neşir etmek ve arş-ı a'zamın canibine sevketmek için hava unsurunun zerreleri emirber neferler ve küçücük diller ve kulaklar gibi o güzel kelimeleri dergâh-ı uluhiyete takdim etmek için: o pek hârika vaziyet-i acibe havaya verildiğine kuvvetli bir ihtimal var diye kalbime geldi. İşte ins ve melek nasılki imanları ve ubudiyetleriyle Mabud-ı Zülcelal'i bildiriyorlar. öyle de O Hakîm-i Zülcelal dahi.. o ilâncılara verdiği çok câmi' istid’adlarla.. pek hârika cihazlarla ve dekaik-i ilmiyeleriyle herbirisini bütün kâinatla alâkadar bir küçük kâinat hükmüne getirmekle kendini pek parlak bir tarzda bildiriyor. Meselâ İnsanın küçücük kafasında ceviz kadar bir yerde kuvve-i hâfıza kuvve-i hayaliye kuvve-i müfekkire gibi müteaddid acib makineleri yaratmak ve kuvve-i hâfızayı bir büyük kütübhane hükmüne getirmekle ilm-i ezelînin cilvesiyle güneş gibi kendini gösteriyor. Pek şiddetli hastalığım müsaade etmiyor. Hüsrev'in tercüme vazifesine yalnız bir me'haz ve yardımdır. Şimdi sâbıkan zikredilen ve ilm-i muhitin küllî hüccetlerine işaret eden. ve bir geniş hücceti ve hadsiz bürhanları ihtiva eden ve onbeş delil ile ilm-i muhiti gösteren Arabî parçanın gâyet kısa bir mealine ve bir nevi tercümesine işaret ederiz. (Onbeş Delilden Birincisi) (‫ة‬ ُ َ ‫موُْزون‬ ُ ‫ما‬ َ ‫ )فَاْلِنْتِظَا‬dir. Yani Bütün mahlukatta َ ْ ‫ت ال‬ müşahede edilen ölçülü düzgünlük, mizanlı intizam.. ihatalı bir ilme şehadet eder. Evet muntazam bir saray gibi kâinattan ve manzume-i şemsiyeden.. ve kelimelerin ve seslerin neşrinde zerreleri medar-ı hayret bir intizam gösteren hava sahifesinden ve üçyüzbin

345

ayrı ayrı nevileri her baharda bir intizam-ı ekmel içinde yetiştiren zemin yüzünden tut.. tâ herbir zîhayatın vücudundaki a'za ve cihazat ve hüceyrat ve zerrelere kadar. derin ihatalı, şaşırmaz bir ilmin eseri olan mizanî düzgünlük ve tam intizam bulunması. gâyet zahiri ve kat'î bir surette ihatalı bir ilme delalet ve şehadet eder. demektir. (İkinci Delil) (‫ة‬ ُ ‫م‬ َ ‫منْظُو‬ َ ْ ‫ت ال‬ ُ ‫ )وَاْلِتَِزانَا‬dir. Yani kâinattaki Bütün masnuatta cüz'î küllî bir surette seyyarattan tâ kandaki küreyvat-ı hamra ve beyzaya kadar. herşeyde gâyet düzgün bir ölçü mütenasib bir mizan bulunması bedahetle muhit bir ilme delalet. ve kat'î şehadet eder. Evet görüyoruz ki: Meselâ bir sineğin bir insanın a'zaları ve cihazatı. hattâ cesedinin hüceyratı. ve kanındaki kırmızı ve beyaz kürecikleri. o derece hassas bir mizan ve ince bir ölçü ile yerleştirilmiş. ve o derece birbirine münasib ve uygun. ve cesedin sair a'zalarında öyle muntazam bir tenasüb var ki: nihâyetsiz bir ilme mâlik olmayan o vaziyeti onlara vermesi hiçbir cihette imkânı yoktur. İşte aynen bütün zîhayatlar ve enva'-ı mahlukat zerrattan tâ manzume-i şemsiyedeki seyyarata kadar öyle tam bir müvazene ve zerre kadar şaşırmaz bir düzgün ölçü hükmetmesi. ihatalı bir ilme kat'î delalet. ve parlak şehadet eder. Demek ilmin her delili. Zât-ı Alîm'in mevcudiyetine dahi delildir. Sıfat mevsufsuz olması muhal ve imkânsız olmasından bütün hüccetler Alîm-i Ezelî'nin vücub-ı vücuduna kuvvetli ve gâyet kat'î bir hüccet-i kübradır. َِ ‫ة الْعَا‬ (Üçüncü Delil) (‫ة‬ ُ ‫م‬ ُ َِ ‫صدِي‬ ُ ‫م‬ ِ ْ ‫ )وَال‬dir. Yani Bütün kâinattaki hallakıyet َ ْ ‫حك‬ ْ َ‫ة الْق‬ ve faaliyette ve tebeddülât ve ihyada ve tavzifat ve terhisatta.. ve bütün masnuatın herbiri ve herbir taifenin tesadüf imkânı olmayan öyle kasdî ve bilerek takılan hikmetleri ve faideleri ve vazifeleri var ve görüyoruz ki ihatalı bir ilmi bulunmayan hiçbir cihette hiçbirisine icad noktasında sahib çıkamaz. Meselâ Hadsiz zîhayatlardan bir insanın yüz cihazatından birtek cihazı olan lisanı bir et parçası iken iki büyük vazifesiyle yüzer hikmetlere ve neticelere ve meyvelere ve faidelere âlet oluyor. Evet Taamların zevkindeki vazifesi ayrı ayrı bütün tatları bilerek cesede, mideye haber vermek. ve rahmet-i İlahiyenin matbahlarına dikkatli bir müfettiş olmaktır. ve kelimeler vazifesinde

346

kalbe, ruha ve dimağa tam bir tercüman ve santral olmaktırki elbette gâyet parlak ve kat'î bir surette ihatalı ilme delalet ve şehadet eder. Birtek dil hikmetleri ve meyveleriyle böyle delalet etse.. hadsiz lisanlar ve hadsiz zîhayatlar ve nihâyetsiz masnuat güneş zuhurunda ve gündüz kat'iyetinde nihâyetsiz bir ilme delalet ve şehadet ederler. ve Allâm-ül Guyûb'un daire-i ilminden ve hikmetinden ve meşietinden hariç hiçbir şey yoktur diye. ilân ederler. َِ ‫ة ال‬ (Dördüncü Delil) (‫ة‬ ْ ‫م‬ ُ ‫ص‬ ُ َ ‫مل‬ ِ ‫شا‬ َ ْ ‫ت ال‬ ‫ )وَالْعِنَايَا ُه‬dir. Yani:Bütün zîhayat َ ‫صو‬ ‫خ ُه‬ ve zîşuur âleminde.. her nev'e ve her ferde hususî ve ona münasib ve umuma şamil inâyetler, şefkatler, himâyetler bedahet derecesinde ihatalı bir ilme delalet ederler. ve o inâyetlere mazhar olanları ve ihtiyaçlarını bilen bir alîm-i inâyetkârın vücub-ı vücuduna hadsiz şehadetler ederler demektir. (İHTAR) Risale-i Nur'un hülâsat-ül hülâsasının zübdesi olan arabî kelimelerin izahı ise: Kur’ândan tereşşuh eden Risale-i Nur'un âyât-ı Kur’âniyenin lemaatından aldığı hakikatlara hususan İlim ve İradeye ve Kudrete dair delillere ve hüccetlere işarettir ki: bu Arabî kelimelerin işaret ettikleri o ilmî deliller: ehemmiyetle tefsir ediliyor. Demek herbiri çok âyâtın birer işaretini ve birer nüktesini beyan etmektir. Yoksa o Arabî kelimelerin tefsiri ve beyanı ve tercümesi değildir. Sadede dönüyoruz. Evet: gözümüzle görüyoruz ki: bizleri ve bütün zîruhları bilir. ve bilerek şefkatle himaye eder. ve ihtiyacını ve her derdini bilir. ve bilerek inâyetiyle imdadına yetişir bir Alîm-i Rahîm var. Hadsiz misallerinden birisi: İnsanın rızık ve ilâç ve muhtaç olduğu madenler cihetinde gelen hususî ve umumî inâyetlerdir. pek zahir bir surette bir ilm-i muhiti gösterir. ve bir Rahman-ı Rahîm'e rızık ilâç ve madenlerin adedince şehadet ederler. Evet insanın hususan âcizlerin ve yavruların iaşeleri ve bilhassa mide matbahından cesedin rızık isteyen a'zalarına hattâ hüceyrelerine herbirine münasib rızkın yetiştirmesi.. ve dağlar bir eczahane ve insana lâzım bütün madenlerin anbarı olmaları gibi. hakimane işler.. gâyet ihatalı bir ilim ile olabilir. Serseri tesadüf, kör kuvvet, sağır tabiat, camid, şuursuz esbab, basit ve istilâcı unsurlar hiçbir cihette bu alimane, basîrane, hakimane, merhametkârane inâyetperverane olan iaşe ve idare ve himâyet ve tedbire

347

karışamazlar. Yalnız o zahirî esbabın Alîm-i Mutlak'ın emriyle. izniyle ilim ve hikmeti dairesinde bir perde-i izzet-i kudret-i İlahiye olarak istimal ve istihdam edilmeleri var. (Beşinci ve Altıncı Deliller) ( ُ‫رة‬ ُ ‫م‬ ُ َِ ‫ضي‬ ِ ْ ‫مث‬ ِ ْ‫ )وَاْلَق‬dir. ُ ْ ‫ة وَاْلَقْدَاُر ال‬ َ َ ‫منْتَظ‬ ُ ْ ‫ة ال‬ َ ‫م‬ Yani Herşeyin hususan nebatat ve eşcar ve hayvanat ve insanların şekilleri ve mikdarları ilm-i ezelînin iki nev'i olan kaza ve kaderin düsturlarıyla san'atkârane biçilmiş ve herbirinin kametine göre tam münasib dikilmiş, mükemmel giydirilmiş. gâyet muntazam birer hikmetli şekil verilmiş. Onların herbiri ve beraber nihâyetsiz ilme delalet.. ve bir Sâni'-i Alîm'e adedlerince şehadet ederler. demektir. Evet. meselâ nümune olarak hadsiz misallerinden yalnız tek bir ağaca ve bir ferd-i insana bakıyoruz. görüyoruz ki: Bu meyveli ağaç ve bu çok cihazatlı insan.. hiçbir ressam tam taklidini yapamayacak derecede zahiri ve bâtını dış ve içi.. öyle bir gaybî pergârla ve ince bir ilmin kalemiyle hududları çizilmiş ve tam intizamla her a'zasına münasib suret verilmiş ki meyve ve neticelerine ve vazife-i fıtratlarına yetişsin. Bu hal ise nihâyetsiz bir ilim ile olabilmesi cihetiyle herşeyin herşeyi ile münasebetini bilip ve nazara alan ve bu ağaç ve bu insanın bütün emsallerini ve nevilerini ilm-i ezelîsinin kaza ve kader pergârı ve kalemiyle dış ve iç mikdarlarını ve suretlerini hakimane yapılmasını bilerek işleyen bir Sâni'-i Musavvir bir Alîm-i Mukaddir'in hadsiz ve nihâyetsiz ilmine ve vücub-ı vücuduna nebatat ve hayvanat adedince şehadetler ederler. demektir. ُ ‫جا‬ (Yedinci Sekizinci Deliller) (‫ة‬ ُ َ ‫معَيَِن‬ ُ َ ‫مقَنَِن‬ َ ‫ة( )وَاْل‬ ُ ْ ‫ل ال‬ ُ ْ ‫ ) وَاْلَْرَزا ُ ال‬dir. Yani Ehemmiyetli bir hikmet için zahir nazarda mübhem ve gayr-ı muayyen tevehhüm edilen ecellerin ve rızıkların ibham perdesi altında kaza ve kader-i ezelînin defterinde mukadderat-ı hayatiye sahifesinde her zîhayatın eceli mukadder ve muayyendir. tekaddüm teahhur etmez. Ve her zîruhun rızkı tayin ve tahsis edilip kaza ve kader levhasında yazıldığına hadsiz deliller var. Meselâ Koca bir ağacın ölmesi onun bir nevi ruhu olan çekirdeğini onun yerinde vazife görmesi için bırakması. bir Alîm-i Hafîz'in hikmetli kanunuyla olması ve bir yavrunun rızkı olan süt memelerden gelmesi.. ve kan ve fışkı içinden çıkıp hiç bulaşmadan safi temiz olarak ağzına akması.. tesadüf ihtimalini kat'î bir surette red eder. ve bir Rezzak-ı Alîm-i Rahîm'in şefkatli düsturuyla olduğunu gâyet

348

kat'î gösteriyor. Bu iki cüz'î misale bütün zîhayat ve zîruh kıyas edilsin. Demek hakikatta hem ecel muayyen ve mukadderdir. hem rızık herkese göre bir taayyün içinde mukadderat defterinde kaydedilmiştir. Fakat gâyet mühim bir hikmet için hem ecel hem rızık perde-i gaybda ve mübhem ve gayr-ı muayyen ve zahiren tesadüfe bağlı gibi görünüyor. Eğer ecel güneşin gurubu gibi muayyen olsa idi: yarı ömür gaflet-i mutlakada ve âhirete çalışmamakla zayi' olup yarı ömürden sonra hergün ölüm darağacı tarafına bir ayak atmak gibi dehşetli bir korku alıp.. eceldeki musibet yüz derece ziyadeleşmesi sırrıyla başa gelen musibetler ve hattâ dünyanın eceli olan kıyamet merhameten perde-i gaybda bırakılmış. Rızk ise: hayattan sonra nimetlerin en büyük bir hazinesi ve şükür ve hamdin en zengin bir menbaı ve ubudiyet ve dua ve ricaların en cem'iyetli bir madeni olmasından suret-i zahirede mübhem ve tesadüfe bağlı gibi gösterilmiş. Tâ her vakit Rezzak-ı Kerim'in dergâhına iltica ve rica ve yalvarmanın ve hamd ve şükür şefaatiyle rızk istemenin kapısı kapanmasın. Yoksa muayyen olsa idi mahiyeti bütün bütün değişecekti. Şâkirane, minnetdarane,ricalar, dualar belki mütezellilane ubudiyetin kapıları kapanırdı. (Dokuzuncu, Onuncu Delil) (‫ة‬ ُ َ ‫مَزيَِن‬ ُ َ ‫مفَنَِن‬ ُ ْ ‫ت ال‬ ‫ما ُه‬ َ ‫ما‬ َ ِ ‫ة وَاْلِهْت‬ ُ ْ ‫ت ال‬ ‫)وَاْلِتْقَانَا ُه‬ Her masnuda hususan bahar mevsiminde zemin yüzünde sermedî bir hüsn ü cemalin cilvelerini gösteren bütün güzel mahluklar ezcümle çiçekler meyveler ve kuşçuklar ve sinekler ve bilhassa yaldızlı ve yıldızlı kuşçukların hılkatlerinde ve suretlerinde ve cihazatlarında öyle mu'cizane bir meharet ve dikkat.. ve hârika bir san'at bir ittikan bir mükemmeliyet.. ve san'atkârlarının mu'cizatlı hünerlerini gösteren ayrı ayrı ve çeşit çeşit tarzlarda şekiller makinecikler gâyet ihatalı bir ilme ve tabirde hata olmasın gâyet meharetli ve fünunlu bir meleke-i ilmiyeye kat'î delalet ettikleri gibi ve serseri tesadüfün ve şuursuz ve müşevveş esbabın müdahale etmesinin imkânsız olduğuna şehadet ettikleri gibi ( ‫ة‬ ُ َ ‫مَزيَِن‬ ُ ‫ما‬ َ ‫ما‬ َ ِ ‫ )وَاْلِهْت‬ifadesiyle o güzel masnu'larda o derece bir şirin süslemek ve tatlı ُ ْ ‫ت ال‬ bir zînet ve cazibedar bir cemal-i san'at var ki: nihâyetsiz bir ilim ile iş görür. ve herşeyin en güzel tarzını bilir ve san'atkârlığın cemal-i kemalini ve kemal-i cemalini zîşuurlara göstermek ister ki: en cüz'î bir çiçeği ve küçük bir sineği ihtimamkârane, mahirane, san'atperverane ehemmiyetle tasvir ve icad eder. Bu ihtimamkârane tezyin ve tahsin bedahetle hadsiz ve herşeye muhit bir ilme delalet ve o güzellerin adedince bir Sâni'-i Zülcemal'in vücub-ı vücuduna şehadetler ederler. demektir.

349

(Beş küllî delilive hüccetleri ihtiva eden Onbirinci Delil)

ُِ ‫ت فِى ال‬ ‫ة‬ ُ َ ‫وَغَاي‬ ِ َ‫مطْلَق‬ ِ ‫مطْلَقَا‬ ُ ْ ‫سهُولَةِ ال‬ ُ ْ ‫متِيَازِ ال‬ ْ ِ ‫ن اْل‬ َ َ‫ة ك‬ ِ ‫ما ِ اْلِنْتِظَام ِ اْلِتَِزا‬ َ ْ ُ ْ ‫ن ال‬ ُِ ‫ق وَفِى ال‬ ْ َ ‫خلْقُ اْل‬ َ َ ‫مطْل‬ َ َ‫و‬ ِ‫سْرعَة‬ َ ِ‫قة‬ ُ ْ ‫شيَاءِ فِى الْكَثَْرةِ ال‬ ِ ‫معَ اْلِتْقَا‬ ِ ‫مطل‬ َ ْ ْ ْ َ ْ ْ ْ َ ْ ‫ن‬ ُ ‫ل‬ ْ ‫ح‬ ْ ُ‫ق وَفِى الو‬ َ َ ‫معَ ك‬ َ ِ‫مطلقَة‬ ُ ‫سعَةِ ال‬ ُ ‫ن ال‬ َ ِ‫مطلقَة‬ ُ ْ ‫ال‬ ِ ‫ما‬ ِ ‫معَ الِتَِزا‬ ِ ‫س‬ ِ ‫مطل‬ َ ْ ُ ْ ‫معَ اْلِتِفَا ِ ال‬ َِ ‫ال‬ َ َ ‫مطْل‬ ِ ْ ‫ق وَفِى ال‬ ِ‫مطْلَقَة‬ َ ِ‫قة‬ ُ ْ ‫صنْعَةِ وَفِى الْبُعْدَةِ ال‬ ُ ْ ‫خلْطَةِ ال‬ ِ ‫مطل‬ َ ْ ُ ْ ‫متِيَازِ ال‬ ‫ق‬ ْ ِ ‫معَ اْل‬ َ ِ ‫مطل‬

Bu delil sâbıkan zikredilen Arabî fıkranın âhirinde yazılan delilin başka ve daha güzel bir tarzıdır. Şiddetli hastalık sebebiyle gâyet kısa bir işaretle: bundaki (beş-altı geniş delilleri) beyandır. 1 Evvelâ.. Bütün zeminde görüyoruz. tam bilmekten ve meharetten gelen gâyet sühulet ve kolaylıkla acib zîhayat makineler def'aten ve bir kısmı bir dakikada düzgün, ölçülü, emsalinden farikalı yapılmaları nihâyetsiz bir ilme delalet ve san'attaki meharet-i ilmiyeden gelen sühulet ve kolaylık derecesinde o ilmin kemaline şehadet eder. 2 Sâniyen.. Gâyet kesret ve çokluk içinde şaşırmadan gâyet derecede san'atlı mükemmel icadları nihâyetsiz bir kudret içinde hadsiz bir ilme delalet ve Alim-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak'a hadsiz şehadet eder. 3 Sâlisen.. Sür'at-i mutlaka ve gâyet çabuk yapılmakla beraber gâyet derecede mizanlı ölçülü icadları hadsiz bir ilme delalet ve adedlerince bir Alîm-i Mutlak'a ve Kadîr-i Mutlak'a şehadet ederler. 4 Râbian.. Gâyet geniş bütün zemin yüzünde hadsiz zîhayatların vüs'at-i mutlaka ile beraber gâyet san'atkârane süslü kemal-i hüsn-i san'at ile yapılmaları hiç şaşırmayan herşeyi beraber gören bir şey bir şeye mani' olmayan bir ihatalı ilme delalet..ve bir Alim-i Küll-i Şeyin ve Kadîr-i Mutlak'ın masnu'ları olduklarına herbiri beraber şehadet ederler. 5 Hâmisen.. Bu'd-ı mutlak ve birbirinden gâyet uzak bir nevin efradı biri şarkta biri garbda biri şimalde biri cenubda aynı zamanda aynı tarzda birbirinin misli ve birbirinden teşahhusça imtiyazlı bir surette vücuda gelmeleri ancak bir Alîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak'ın kâinatı idare eden hadsiz kudreti ve bütün mevcudatı ahvaliyle ihata eden nihâyetsiz ilmiyle olabilmesi cihetiyle muhit bir ilme delalet ve bir Allâm-ül Guyûb'a hadsiz şehadetler ederler. 6 Sâdisen.. İhtilat-ı mutlakla beraber hiç şaşırmadan ve karıştırmadan herbirisini tam bir imtiyaz ve alâmet-i farika ile o karışık emsalinde ve karanlık yerlerde meselâ toprak altındaki tohumlar gibi şaşırtan vaziyetlerde

350

o çok kalabalıklı zîhayat makinelerin her birisinin hiçbir cihazını noksan bırakmayarak mu'cizatlı bir surette yaratılmaları güneş gibi ilm-i ezelîye delalet ederler. ve gündüz gibi Kadîr-i Mutlakın ve Alîm-i Mutlak'ın hallakıyetine rububiyetine şehadet ederler. Risale-i Nur'daki tafsilâta havale edip bu pek uzun kıssayı kısa kesiyoruz. Şimdi hülâsat-ül hülâsadaki İrade mes'elesine başlıyoruz:

ِِ ُ ‫مرِيد ُ لِك‬ ِِ ُ ‫ن ك‬ َ ‫ل‬ َ ‫ل‬ ‫ئ‬ ِ َ‫ئ قُدَْرة ً و‬ ِ ‫ه اَكْبَُر‬ ُ ْ ‫ما اِذ ْ هُوَ ال‬ ً ‫عل ْههه‬ ‫ا َ ِٰلل ُهههه‬ ٍ ْ ‫شي‬ ٍ ْ ‫شي‬ ‫م ْهههه‬ ْ ‫جاد ِ ال‬ ‫شا ْ ل َه‬ ‫ما ل َه‬ ‫م يَك ُه‬ َ َ‫م ي‬ َ ‫ما‬ ‫ت ذ َات ًها‬ ‫م‬ ‫ن اِذ ْ تَنْظِي‬ ‫نو‬ ‫الل‬ ِٰ َ‫شا ء‬ ِ ‫صنُوع َا‬ َ ‫م اِي‬ ‫ه كَا َه‬ َ ‫ه‬ ُ ْ ْ َ ‫ه‬ ُ َ ‫ه‬ ْ ْ ‫َه‬ ُِ ْ ْ ْ َ َ َ ‫ق‬ ً ِ ‫ة وَهُوِي‬ ً ِ ‫ماهِي‬ ً َ‫صف‬ ‫مكانَا ِههه‬ ِ ‫ة‬ ِ ‫وَههه‬ ْ ‫م‬ َ ‫ت الغَيْرِ ال‬ ْ ِ ‫ن ال‬ َ َ‫ة و‬ ‫م ْههه‬ ‫حدُودَةِ وَالطُر ِههه‬ ِ ‫ن بَي ْههه‬ ْ ْ ْ ْ ْ َ َ ‫مت‬ َ َِ‫شو‬ َ ‫م‬ ِ‫مثَا‬ ‫سيُوِ العَنَا ِ هه‬ ِ ‫مال َههه‬ ْ ِ ‫مةِ وَال‬ ُ ‫شةِ وَههه‬ َ ‫شاك ِههه‬ ْ َ ‫سةِ وَال‬ ُ ‫صرِ ال‬ ُ ‫ت ال‬ َ ِ ‫حت‬ َ ‫الْعَقِي‬ َ‫ح ِه‬ َ َ ‫مت‬ ‫س‬ ِ ْ ‫قِه وَتَوْزِينُهَها بِهٰذ َا ال‬ َ ْ ‫ن ال‬ ُ ْ ‫ال‬ ‫ميَزا ِه‬ ِ ‫قِه اْلََر‬ ِ َ ‫شابِهَةِ بِهٰذ َا النِظَامه ِ اْلَد‬ ِ ‫سا‬ ‫ت‬ ْ ‫م‬ َ َ ‫مة ِ و‬ ‫ختَلِفَا ِه‬ ‫ميِيُزهَها بِهٰذ ِههِ التَِعَيُِنَا ِه‬ َ ْ ‫ال‬ ‫ج َِه‬ ُ ْ ‫خل ْهقُ ال‬ َ َ ‫منْتَظ‬ ُ ْ ‫مَزيَِنَةِ ال‬ ُ ْ ‫ت ال‬ ْ َ ‫س وَت‬ ِ ‫سا‬ َ ‫منْتَظ‬ ْ ‫ال‬ ‫ن‬ ِ ‫مي ِ ِه‬ ِ ‫جا‬ ِ ‫سي‬ ِ ‫ن الْب َه‬ ِ ِ‫ويَِة‬ ‫ما ِه‬ ِ ِ‫جهَاَزات ِهه‬ َ ْ ‫ط ال‬ َ ْ ‫ت ال‬ َ ‫ت كَاْلِن ْه‬ َ ْ ‫مد ِ ال‬ َ ُ ِ ِ‫ن ب‬ ‫م َه‬ ‫م َه‬ ِ ‫سا‬ ِ َ ‫حي‬ َ َِ ‫ضةِ وال‬ ِ ِ‫جوَار‬ ِ‫ن النَِوَاة‬ ِ ‫ضائِهَههها‬ ِ ِ‫حه هه‬ َ ْ ‫جَرةِ بِاَع‬ َ ‫ش‬ َ ِ ‫النُِطْفَةِ وَالط ِيْرِ ب‬ ‫م َههه‬ َ َ ْ ‫ن الْبَي‬ ‫م َههه‬ َِ ُ ‫ن ك‬ َِ ‫ل ع َلَى ا َه‬ ُ ُِ ‫حبَِةِ تَد‬ َ ‫ل‬ ْ ِ ‫ئ بِاَِرادَت ِههِ تَعَالَى وَا‬ ِ‫شيئَت ِهه‬ ِ ‫م‬ َ ْ ‫وَال‬ َ َ‫صدِهِ و‬ ْ ‫ختِيَارِههِ وَقَه‬ ٍ ْ ‫شي‬ َِ َ ‫ما ا‬ ْ َ ‫ن تَوَاف ُقَ اْل‬ ِ ْ‫ضاءِ النَِو‬ ِ‫سيَِة‬ ِ ْ ‫جن‬ ِ ‫سا‬ َ ْ ‫ت اْلَع‬ َ ْ ‫سب‬ َ ‫سا‬ َ َ ‫شيَاءِ ف ِى ا‬ ُ ِ ْ ‫عيَِةِ وَال‬ َ َ‫ه ك‬ ُ َ ‫حان‬ ُ َ َ َ ْ ْ َ َ َ َ ُ َ َ َ َ ُ ِ ‫يَد‬ َ ِ ‫مايَُزه َا بِالت‬ ‫ت‬ ِ ‫ش‬ ِ ‫صانِعَ تِلك الفَْراد ِ وَا‬ ِ ‫صا‬ ِ ‫حد ٌ كذٰل ِك ا‬ َ ‫حد ٌ ا‬ ِ ‫ل ع َلى ا‬ َ َ‫ن ت‬ َ ‫خ‬ َ ‫ن‬ َِ ‫ل ع َلَى ا َه‬ َ ‫ن ذٰل ِه‬ ُ ُِ ‫مةِ يَد‬ ‫د‬ ِ ‫صانِعَ الْوَا‬ ‫ت وَالتَِعَيُِنَا ِه‬ ‫مايَِزا ِه‬ َ ‫ح‬ َ َ ‫حد َ اْل‬ ُ ْ ‫ت ال‬ َ َ ‫منْتَظ‬ َ َ ‫مت‬ ُ ْ ‫ال‬ ‫ك ال َِه‬ ُ َ‫ختَاٌر يَفْع‬ ٌ ‫ع‬ َ َ ‫ما ي‬ ْ ‫م‬ ِ ‫فَا‬ ُ ‫ما يُرِيد‬ ْ َ ‫شائُ وَي‬ َ ‫ل‬ ُ ‫ل‬ َ ‫م‬ ُ ُ ‫حك‬ Bu fıkra irade-i İlahiyenin delillerinden pekçok küllî hüccetleri ihtiva eden birtek küllî ve uzun delildir. Mealinin kısa bir tercümesi içinde irade ve ihtiyar ve meşiet-i İlahiyeyi gâyet kat'î isbat eden bir delili beyan ederiz. Hem ilm-i İlahînin mezkûr bütün delilleri aynen iradenin dahi delilidirle. Çünki her masnu'da ilim ve iradenin beraber cilveleri ve eserleri görünüyor. Bu Arabî fıkranın kısaca meali.. Yani: herşey onun irade ve meşietiyle olur. İstediği olur. istemediği olmaz. Her ne isterse yapar. İstemez ise hiçbir şey olmaz. Bir hüccet şudur. Görüyoruz ki: bu masnuatın herbiri muayyen zâtı.. mahsus sıfatı ayrı hususî mahiyeti, ve mümtaz farikalı sureti. hadsiz imkânat ve başka tarzlarda olabilir..ve teşvişçi ihtimalat içinde neticesiz çok yollarda ve sel gibi akan ve karıştıran ve birbirine zıd unsurların müdahaleleri içinde ve sehiv ve iltibasa sebebiyet veren ve birbirine benzeyen emsalleri içinde bu karmakarışık hallere karşı o herbir masnuu tam düzgün bir nizam altına almak

351

ve hassas ve cessas mükemmel bir ölçü ve mizanla her uzvunu ve cihazını tartmak takmak ve yüzüne süslü düzgün bir sîma ve bir teşahhus vermek. ve birbirine muhalif a'zalarını basit, camid, ölü bir maddeden zîhayat olarak gâyet san'atlı yaratmak. meselâ insanı ayrı ayrı yüz cihazatı ile bir katre sudan icad etmek. ve kuşu pekçok âlât ve muhtelif cihazlarıyla bir basit yumurtadan inşa edip mu'cizatlı bir.suret giydirmek. ve ağacı dal budak ve mütenevvi a'za ve eczasıyla basit, camid, (karbon azot müvellidülmâ müvellidülhumuzadan terekküb eden) bir küçük çekirdekten çıkarmak. muntazam meyveli bir şekil giydirmek elbette ve elbette bedahetle şübhesiz kat'iyetle vücub ve zaruret ve lüzum derecesinde isbat eder ki: o herbir masnua bütün zerratı ve eczasıyla ve sureti ve mahiyetiyle bir Kadîr-i Mutlak'ın irade ve meşietiyle ve ihtiyar ve kasdıyla o mahsus mükemmel vaziyet veriliyor. Ve herşeye şamil bir iradenin taht-ı hükmündedir. Ve bu tek masnuun bu şübhesiz tarzda irade-i İlahiyeye delaleti gösteriyor ki: bütün masnuat hadsiz nihâyetsiz ve güneş ve gündüz gibi zahir bir kat'iyette her şeye şamil irade-i İlahiyeye adedlerince şehadetlerdir. ve bir Kadîr-i Mürîd'in vücub-ı vücuduna hadsiz hüccetlerdir. Hem ilm-i İlahînin sâbıkan mezkûr bütün delilleri aynen iradenin dahi delilleridir. Çünki ikisi kudretle beraber iş görüyorlar. Biri birisiz olmaz. Herbir nev'in ve cinsin efradı a'za-i nev'iye ve cinsiyede tevafukları nasıl delalet eder ki: Sâni'leri birdir. vâhiddir. ehaddir. öyle de Yüzlerinin sîmaları hikmetli bir tarzda birbirinden farikalı ve ayrı olması kat'î delalet eder ki: O Sâni'-i Vâhid-i Ehad bir fâil-i muhtardır. İrade ve ihtiyar ve meşiet ve kasd ile herşeyi yaratır. İşte iradeye dair tek ve küllî bir delili beyan eden mezkûr Arabî fıkranın kısaca mealinin tercümesi bitti. İradeye dair pekçok mühim nükteleri ilim mes'elesi gibi yazmak niyet etmiştim. Fakat semli hastalık dimağıma tam yorgunluk verdiği için başka vakte te'hir edildi. (Kudrete dair Arabî fıkrası)

ِِ ُ ‫ن ك‬ ِِ ُ ‫ما اِذ ْ هُوَ الْقَدِيُر ع َلَى ك‬ َ ‫ل‬ َ ‫ل‬ ‫ئ‬ ِ َ‫ئ قُدَْرة ً و‬ ِ ‫ه اَكْبَُر‬ ‫ا َ ِٰلل ُهه‬ ً ‫عل ْه‬ ٍ ْ ‫شي‬ ٍ ْ ‫شي‬ ‫م ْه‬ ِ ‫م‬ ‫مةٍ ذ َاتِيَةٍ لِلذَِا ِههههه‬ ِ‫سيَِة‬ ِ ‫ت اْلَقْد َههههه‬ ِ ‫ضُرورِيَِةٍ نَا‬ َ ٍ‫حيطَة‬ َ ِ‫شئَةٍ لَز‬ ُ ٍ‫مطْلَقَة‬ ُ ٍ‫بِقُدَْرة‬ َ ُ ‫خ‬ ٌ ‫حا‬ ُ ‫ل تَدَا‬ ِ ‫ل‬ َ ‫مَرات ِه‬ َ ‫م‬ ْ ‫ساوَى بِالن ِ ِه‬ َ ‫ب فِيهَها فَتَت َه‬ ‫سبَةِ اِلَيْهَها الذ َِِرا ُه‬ َ َ ‫ضدِهَها فَل‬ ُ َ‫ف‬ َ‫ت و‬ ُِ ُ ‫جْزئُ و الْك‬ َ ‫م‬ ‫ى وَ النَِوَاة ُ َو‬ ُِ ِِ ‫ى وَ الْكُل‬ ُِ ِ ‫جْزئ‬ ِ ‫ب ِههه‬ ُ ْ ‫ل وَ ال‬ ُ ْ ‫م وَ ال‬ ُ ُِ ‫شاهَدَةِ الن‬ ‫جو ُهههه‬ ُ ِ‫سِر‬ َ َِ ‫ال‬ ‫ن‬ َ ‫ش‬ ُ ‫سا‬ َ ‫م وَ اْلِن ْه‬ ْ ِ ‫ن اْل‬ َ َ ‫ن غَايَةِ ك‬ ُ ‫جُر وَ الْعَال َه‬ ‫متِيَازِ اْلِتِقَا ِه‬ ‫ل اْلِنْتِظَامه ِ اْلِتَِزا ِه‬ ِ ‫ما‬ ُِ ‫سِرِ النُِوَرانِيَِةِ وَ ال‬ ُِ ‫م عَ ال‬ ِ ْ ‫سْرعَةِ وَ ال‬ ِ‫خلْطَة‬ ِ ِ ‫سهُولَةِ فِهى الْكَثَْرةِ ب‬ ِ ‫مطْلَقَا‬ َ ‫ت‬ ُ ْ ‫ال‬ ‫مطْلَقَةِ َو‬ ُ ْ ‫ال‬

‫‪352‬‬

‫و ال َِ‬ ‫موَاَزنَةِ وَ اْلِنْتِظ َ‬ ‫ر‬ ‫ل وَ ب ِههه ِ‬ ‫مقَابَلَةِ وَ ال ْ ُ‬ ‫شفَِافِيَِةِ وَ ال ْ ُ‬ ‫امههه وَ اْل ِ ْ‬ ‫َ‬ ‫متِثَا ِ‬ ‫س ِ‬ ‫ِ‬ ‫ْ‬ ‫ْ‬ ‫ِ‬ ‫ْ‬ ‫ْ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫مدَاد ِ الوَا ِ‬ ‫حدِي ِةِ صههههوَب ِ ِ‬ ‫سِر الوُ ُ‬ ‫جلِى ال َ‬ ‫حدَةِ وَ ت َ َ‬ ‫سرِ الوَ ْ‬ ‫حدِي ِةِ وَ ي ُهههه ْ‬ ‫اِ ْ‬ ‫جو ِهههه‬ ‫ب وَ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫ْ‬ ‫َ‬ ‫جزِى‬ ‫ماهِيَِةِ وَ ب ِ ِ‬ ‫مبَايَن َ ِ‬ ‫حيُِزِ وَ ع َد َم ِ الت ِ َ‬ ‫سِرِ ع َد َم ِ الت ِقَيُِد ِ وَ ع َد َم ِ الت ِ َ‬ ‫الت ِ َ‬ ‫ة ال َ‬ ‫جُِرد ِ وَ ُ‬ ‫ر‬ ‫ت وَ ب ِه ِ‬ ‫سههِل َ ِ‬ ‫وَ ب ِه ِ‬ ‫موَان ِهِع اِلَى ُ‬ ‫م َ‬ ‫حك ْهم ِ الْوَه َ‬ ‫ل ال ْ ُ‬ ‫ق وَ ال ْ َ‬ ‫سِرِ اِنْقِل َه ِ‬ ‫سائ ِ ِ‬ ‫ب الْعَ َ‬ ‫س ِ‬ ‫وائ ِه ِ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫ا َهه َِ‬ ‫ت بِاَقَ ِ‬ ‫جْزئ ِ َِ‬ ‫صنْعَ ً‬ ‫سا َ‬ ‫جْزءَ وَ ال ْ ُ‬ ‫ن الذ َِِرة َ وَ ال ْ ُ‬ ‫ى وَ النَِوَاة َ وَ اْلِن ْهه َ‬ ‫ن لَي ْهه َ‬ ‫س ْ‬ ‫ل َهه‬ ‫ة وَ‬ ‫ل و الْكُل ِِى و ال َِ‬ ‫خال ِ ُ‬ ‫قهَها هُوَ َ‬ ‫جرِ وَ الْعَال َهم ِ فَ َ‬ ‫جَزال َ ً‬ ‫ة ِ‬ ‫َ‬ ‫ش َ‬ ‫ن الن َِ ْ‬ ‫خال ِهقُ‬ ‫ِ َ‬ ‫جمه ِ وَ الْك ُ ِِ َ‬ ‫م َه‬ ‫ُ‬ ‫مثِلةَِ‬ ‫ْ‬ ‫َهه‬ ‫ْ‬ ‫َهه‬ ‫ْ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫ت كَاْل َْ‬ ‫س ال ِ‬ ‫جْزئِي ِا ِهه‬ ‫ى وَ ب ِهه ِ‬ ‫حا ط وَ ال ُ‬ ‫م َ‬ ‫سِرِ ا ِ‬ ‫هٰذ ِهههِ بِال َ‬ ‫ن ال ُ‬ ‫شهُود ِ ِ‬ ‫حد ْهه ِ‬ ‫معَهه َِ‬ ‫ن‬ ‫صغََِرةِ اَوْ كَالنُِقَهه ِ‬ ‫ن يَكُو َهه‬ ‫صَرةِ فَل َ بُد َِ ا َهه ْ‬ ‫م ْ‬ ‫حلُوبَةِ ال ْ ُ‬ ‫ط ال ْ َ‬ ‫مكْتُوبَةِ ال ْ ُ‬ ‫ال ْ َ‬ ‫م َهه‬ ‫مثَالَهَها‬ ‫ضةِ َ‬ ‫م ِ‬ ‫ج ِ‬ ‫جْزئِيَِا ِه‬ ‫حا ِ‬ ‫ت لِيُدْرِه َ‬ ‫طه وَ ال ْ ُ‬ ‫م َ‬ ‫ت فِهى قَب ْ َ‬ ‫ق ال ْ ُ‬ ‫ال ْ ُ‬ ‫حي طُه وَ الْكُل ِِيَِا ُه‬ ‫خال ِه ِ‬ ‫ما ا َ َِ‬ ‫ن‬ ‫ن ِ‬ ‫ساتِيرِ ِ‬ ‫متِهِ وَ ب ِ ِ‬ ‫صَرهَا ِ‬ ‫مهِ اَوْ يُعَ ِ‬ ‫عل ْ ِ‬ ‫ن قُْرا َ‬ ‫منْهَا بِد َ َ‬ ‫سرِ ك َ َ‬ ‫حك ْ َ‬ ‫فِيهَا ب ِ َ‬ ‫موَازِي ِ‬ ‫َ‬ ‫س َِ‬ ‫س‬ ‫جوْهَرِ الْفَْرد ِ بِذََِرا ِه‬ ‫ماةِ بِال ْ َ‬ ‫مكْتُو َه‬ ‫م َه‬ ‫ب ع َلَى الذ َِِرةِ ال ْ ُ‬ ‫الْعَِِزة َ ال ْ َ‬ ‫ت اْلَثِيرِ لَي ْه َ‬ ‫باَقَ َِ‬ ‫ة‬ ‫ة وَ َ‬ ‫صه ِ‬ ‫خارِقِي َِ َ‬ ‫جَزال َ ً‬ ‫حيفَ ِ‬ ‫صنْعَةٍ ِ‬ ‫ل َ‬ ‫مةِ ال ْ َ‬ ‫ن الْعَظ َ َ‬ ‫ِ‬ ‫ب ع َلَى َ‬ ‫مكْتُو ِه‬ ‫ة َه‬ ‫ن قُْرا ِه‬ ‫م ْه‬ ‫لَ‬ ‫ُ‬ ‫َ‬ ‫َه‬ ‫ُ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫ت بِاقَ ِ‬ ‫جومه ِ وَ ال ِ‬ ‫ماءِ ب ِ ِ‬ ‫س كذٰل ِهك ا ِ‬ ‫مدَاد ِ الن ِ ُ‬ ‫ال ِه‬ ‫ن وَْرد َ ال ِزهَْرةِ لي ْه َ‬ ‫ش ُ‬ ‫س َ‬ ‫س ْ‬ ‫مو ِه‬ ‫ن الْفِيلَةِ وَ لَ‬ ‫جَزال َ ً‬ ‫صنْعَ ً‬ ‫مل َ ُ‬ ‫ة ِ‬ ‫ة ِ‬ ‫َ‬ ‫ن دُِرِىِ ن َ ْ‬ ‫جمهههه ِ الُِزهَْرةِ وَ ل َ الن َِ ْ‬ ‫ة وَ َهههه‬ ‫م ْهههه‬ ‫م َهههه‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫ْ‬ ‫ْ‬ ‫ق‬ ‫سبَةِ اِلى قُدَْرةِ َ‬ ‫م نَه الن ِ ْ‬ ‫حل ُ‬ ‫ة ِ‬ ‫ب ِ‬ ‫ال ِ‬ ‫ن وَ ل َ الن ِ ْ‬ ‫مكُْرو ُه‬ ‫خلةِ بِالن ِه ْ‬ ‫م نَه الكَْركَدَا ِه‬ ‫خال ِه ِ‬ ‫ما ا َ ه َِ‬ ‫سْرعَةِ وَ ال ِ هُ‬ ‫ل ال ِ هُ‬ ‫جاد ِ اْل َ ْ‬ ‫شيَاءِ‬ ‫ما‬ ‫ن غَاي َ َ‬ ‫الْكَائِنَا ِ ه‬ ‫سهُولَةِ فِ هى اِي َ‬ ‫ة كَ َ‬ ‫ت فَك َ ه َ‬ ‫ِ‬ ‫شكيل بالت َ َ ُ‬ ‫ل ال َِ‬ ‫ت اَهْ َ‬ ‫ت‬ ‫ضلَلَةِ فِهى اِلْتِبَا سِه الت َِ ْ ِ ِ ِ ِ‬ ‫حال َه ٍ‬ ‫م َ‬ ‫م ْه‬ ‫اَوْقَعَه ْ‬ ‫ستَلْزِم ِ ل ِ ُ‬ ‫ل ال ْ ُ‬ ‫شك ِ ِ‬ ‫م ُِ‬ ‫م كَذٰل ِ َ‬ ‫ع‬ ‫م َ‬ ‫ساوِىَ الن ُِ ُ‬ ‫م ْ‬ ‫جو َ‬ ‫جهَا اْلَوْهَا ُ‬ ‫ل الْهِدَايَةِ ت َ َ‬ ‫م َ‬ ‫ك اَثْبَت َ ْ‬ ‫حدُودَةٍ ت َ ُ‬ ‫غَيْرِ َ‬ ‫ت ِلَهْ ِ‬ ‫َ‬ ‫ج َِ‬ ‫ه ال ِ هُوَ ِٰ‬ ‫سبَةِ اِلَى قُدَْرةِ َ‬ ‫ق الْكَائِنَا ِ‬ ‫الذََِِرا ِ‬ ‫ل َ‬ ‫ت َ‬ ‫ت بِالن ِ ْ‬ ‫ه وَ ل َ اِلٰ َ‬ ‫جلَل ُ ُ‬ ‫الل ُهه‬ ‫خال ِ ِ‬ ‫اَكْبَُر‬

‫‪Bu pek azîm mes'ele-i kudrete dair Arabî fıkranın kısaca mealinin bir nevi‬‬ ‫‪tercümesinden evvel kalbe ihtar edilen bir hakikatı beyan ederiz. Şöyle ki: Kudretin vücudu‬‬ ‫‪kâinatın vücudundan daha ziyade kat'îdir. Belki bütün mahlukatın herbiri hem beraber o‬‬ ‫‪kudretin mücessem kelimatıdır. Onun aynelyakîn vücudunu gösterirler. Onun mevsufu olan‬‬ ‫‪Kadîr-i Mutlak'a adedlerince şehadet ederler. Daha hüccetlerle o kudretin isbatına ihtiyaç‬‬ ‫‪yoktur. Belki imanda en ehemmiyetli bir esas haşrin ve neşrin en kuvvetli bir temel taşı ve‬‬ ‫م( ‪çok mesail-i imaniye ve hakaik-i Kur’âniyeye en lüzumlu bir medar olan ve‬‬ ‫ما َ‬ ‫خلْقُك ُه ْ‬ ‫َ‬

‫َ‬ ‫س وَا ِ‬ ‫حدَةٍ‬ ‫)وَل َ بَعْثُك ُ ه ْ‬ ‫م اِل ِ كَنَفْ ه ٍ‬

‫‪âyetinin dava ettiği ve bütün akılların ona yol‬‬ ‫‪bulamadıklarından hayrette acizde bir kısmı inkârda kaldıkları kudrete aid bir dehşetli‬‬ ‫‪hakikatın isbatı lâzımdır.‬‬ ‫‪İşte o esas,o temel,o medar,o dava,o hakikat ise mezkûr âyetin mealidir. Yani (Ey cinn‬‬ ‫‪ve ins Bütün sizlerin yaratılmanız icadınız ve haşirde ihyanız diriltilmeniz birtek nefsin icadı‬‬ ‫‪gibi kudretime kolaydır.) Bir baharı tek bir çiçek gibi sühuletle icad eder. Cüz'î küllî,küçük‬‬ ‫‪büyük,az çok o kudrete nisbeten farkları yoktur. Seyyareleri‬‬

353

zerreler gibi kolay döndürür. İşte mezkûr arabî fıkra yalnız bu dehşetli mes'eleye (Dokuz Basamak)ile pek kat'î ve kuvvetli bir hücceti beyan eder. Gâyet kısa bir meali şudur. (Basamağın esasına) işaret eden:

ِِ ُ ‫اِذ ْ هُوَ الْقَدِيُر ع َلَى ك‬ َ ‫ل‬ ‫ة‬ ِ ‫م‬ ٍ َ ‫شئ‬ ِ ‫ة نَا‬ ٍ َِ ‫ضُرورِي‬ َ ٍ‫حيطَة‬ ُ ٍ‫مطْلَقَة‬ ُ ٍ‫ئ بِقُدَْرة‬ ٍ ْ ‫شي‬ ٌ ‫حا‬ ُ ‫خ‬ ‫ب فِيهَا‬ ُ ‫ل تَدَا‬ ِ ‫مةٍ ذ َاتِيَةٍ لِلذَِا‬ ِ ‫ل‬ ِ َ ‫ت اْلَقْد‬ َ ِ ‫مَرات‬ َ ‫م‬ ُ َ‫سيَِةِ ف‬ َ ِ‫لَز‬ َ َ ‫ضدِهَا فَل‬ ُِ ُ ‫جْزئُ و الْك‬ ‫ى َو‬ ُِ ِ ‫جْزئ‬ ُ ْ ‫ل وَ ال‬ ُ ْ ‫م وَ ال‬ ُ ُِ ‫ت وَ الن‬ ُ ‫جو‬ َ َ ‫فَتَت‬ ْ ِ ‫ساوَى بِالن‬ ُ ‫سبَةِ اِلَيْهَا الذََِِرا‬ َ َِ ‫ى و النَِواة ُ و ال‬ ‫ن‬ َ ‫ش‬ ُ ‫سا‬ َ ْ ‫م وَ اْلِن‬ ُ َ ‫جُر وَ ال ْ َعال‬ َ َ َ ُِ ِِ ‫الْكُل‬

Yani Herşeye kadir öyle bir kudreti var ki bütün eşyayı ihata etmiş.ve Zât-ı Vâcib-ül Vücud'a lüzum-ı zâtî ile ve fenn-i mantık tabirince zaruriyet-i nâşie ile lâzımdır.vâcibdir.infikâki muhaldir.infikakinin imkânı yoktur. Madem böyle bir lüzum ile böyle bir kudret Zât-ı Akdes'tedir.elbette onun zıddı olan acz hiçbir cihetle içine giremez. Zâtı Kadîr'e ârız olamaz. Madem birşeyde mertebelerin bulunması onun zıddı içine girmesi ile olur. Meselâ hararetin derece ve mertebeleri soğuğun girmesi ile:ve güzelliğin ise çirkinliğin müdahalesi ile olması..ve bu zâtî kudrete zıd olan aczin ona yanaşması hiçbir vecihte imkânı yok. Elbette o kudret-i mutlakada mertebeler bulunmaz. Madem mertebeler onda bulunmaz.elbette o kudrete nisbeten cüz' ve küll ve bir ferd ve bütün nevi o kudrete karşı farkları yoktur. Ve bir çekirdek ve koca ağacı ve kâinat ve insan ve bir nefsi diriltmesi ve haşirde bütün zîruhların ihyası o kudrete nisbeten müsavidirler. Büyük-küçük az-çok farkı yoktur. Bu hakikata kat'î şahid hılkat-ı eşyada gördüğümüz kemal-i san'at, nizam, mizan, temyiz, kesret, sür'at-i mutlakada sühulet-i mutlaka ve tam kolaylıktır. Birinci Basama olan:

َ ‫م‬ ‫مع َه‬ ِ ‫ب ِه‬ ‫مطْلَقَا ِه‬ ْ ِ ‫ن اْل‬ َ َ ‫شاهَدَةِ غَايَةِ ك‬ ُ ِ‫سِر‬ َ ‫ت‬ ُ ْ ‫ن ال‬ ‫متِيَازِ اْلِتِقَا ِه‬ ‫ما ِ اْلِنْتِظَامه ِ اْلِتَِزا ِه‬ ُ‫ ال ِ ه‬meali bu mezkûr ُ‫مطْلَقَههة فِ هى الْكَثَْرةِ وَ ال ِ ه‬ ‫خلْط َ هة‬ ِ ْ ‫سْرعَةِ وَ ال‬ ِ َ ‫سهُول‬ ُ ْ ‫ة ال‬ hakikattır. (İkinci Basamak) (َ‫و‬

‫ل‬ ْ ِ ‫)اْلِنْتِظَامهه ِ وَ اْل‬ ِ ‫متِثَا‬

َِ ‫سر النُِورانِيَِةِ و ال‬ ِ‫موَاَزنَة‬ ُ ْ ‫شفَِافِيَِةِ وَ ال‬ ُ ْ ‫مقَابَلَةِ وَ ال‬ َ َ ِ ِ ِ ‫ب ِه‬

dir. Bunun izah ve tafsilâtını Onuncu Söz'ün âhirine ve Yirmidokuzuncu Söz'e ve Yirminci Mektub'a havale edip kısaca bir işaret ederiz. Evet nasılki nuraniyet cihetiyle güneşin ziyası ve aksi kudret-i Rabbaniye ile deniz yüzüne ve bütün kabarcıklarına girmesi birtek cam parçasına girmesi gibi kolaydır.ikisi müsavidir. Öyle de Zât-ı Nur-ul Envâr'ın nuranî kudreti dahi gökleri yıldızları yaratması döndürmesi:sineklerin zerrelerin icadı ve döndürmesi gibi ona kolaydır.

354

ağır gelmez. Hem nasılki: şeffafiyet hassasıyla birtek âyinecikte ve bir göz bebeğinde güneşin misalî sureti kudret-i İlahiye ile bulunur aynı kolaylıkla bütün parlak şeylere ve katrelere ve şeffaf zerreciklere ve deniz yüzlerine o aksi ve o ışığı emr-i İlahî ile verilir. Aynen öyle de masnuatın melekûtiyet ve mahiyet yüzleri şeffaf ve parlak olduğundan kudret-i mutlakanın cilvesi tesiri..birtek nefsin icadında bulunması kolaylığı derecesinde bütün hayvanatı yaratır. Az-çok büyük-küçük fark yoktur. Hem nasılki:dağları tartacak derecede gâyet büyük ve tam hassas bir teraziye iki ceviz konulsa..ve bir küçük çekirdek bir cevize ilâve edilse.terazinin bir gözü dağ başına bir gözü de derin dereye inmesi kolaylığı derecesinde..o iki ceviz yerinde iki müsavi dağ mizanın iki gözüne konulsa birisine bir ceviz ilâve edilse dağın yerini göklere kaldırır. diğer dağı derelere indirir. Aynen öyle de ilm-i Kelâm'ın tabirince (İmkân müsavi-üt tarafeyn)dir. Yani vâcib ve mümteni olmayan belki mümkün ve muhtemel olan şeylerin vücud ve ademleri bir sebeb bulunmazsa müsavidir.farkları yoktur. Bu imkân ve müsavatta az-çok büyük-küçük birdirler. İşte mahlukat mümkündürler.ve imkân dairesinde vücud ve ademleri müsavi olduğundan Vâcib-ül Vücud'un hadsiz kudret-i ezeliyesi birtek mümküne vücud vermesi kolaylığında bütün mümkinatın vücudu ademin müvazenesini bozar.herşeye lâyık bir vücudu giydirir. vazifesi bitmiş ise zahirî vücud libasını çıkarır sureta ademe:belki:daire-i ilimdeki manevî vücuda gönderir. Demek eşya Kadîr-i Mutlak'a verilse bahar bir çiçek kadar bütün insanların haşirde ihyaları..bir tek nefis kadar kolay olur. Eğer esbaba isnad edilse bir çiçek bir bahar kadar ve bir sinek bütün hayvanat kadar müşkilâtlı olur. Hem nasılki intizam sırrıyla bir koca sefineyi veya tayyareyi bir parmağı bir düğmesine dokunmak ile harekete getirmesi bir saatin zenbereğine anahtarla parmak dokunmasıyla harekete girmesi derecesinde kolay ve rahattır. Aynen öyle de ilm-i ezelînin düsturıyla ve hikmet-i sermediyenin kanunlarıyla ve irade-i Rabbaniyenin küllî cilveleri ve muayyen usûlleriyle herşeye küllî ve cüz'î büyük ve küçük az-çok bir manevî kalıp bir hususî mikdar ve bir hâlis hudud verildiğinden tam intizam-ı ilmî ve irade kanunu içindedirler. Elbette Kadîr-i Mutlak hadsiz kudretiyle manzume-i şemsiyeyi çevirmesi

355

ve arz sefinesini medar-ı senevîsinde gezdirmesi (bir cesedde kanı ve kandaki küreyvat-ı hamra ve beyzayı ve o küreciklerdeki zerreleri nizamlı hikmetli çevirmesi derecesinde) sühuletli ve kolaydır ki:bir insanı kâinat sisteminde hârika cihazlarıyla bir katre sudan birden zahmetsiz yaratır. Demek o ezelî ve hadsiz kudrete isnad edilse bu kâinatın icadı bir insanın icadı kadar sühulet peyda eder. kolay olur. Eğer ona verilmezse birtek insanı acib cihazlarıyla ve duygularıyla yaratmak kâinat kadar müşkilâtlı olur. Hem nasılki..itaat ve imtisal ve emir dinlemek sırrıyla bir kumandan bir arş emriyle bir neferi hücuma sevkettiği gibi.aynı emirle koca bir muti' orduyu dahi kolayca hücuma tahrik eder. Aynen öyle de İrade-i İlahî kanunlarına kemal-i itaate ve tekvinî emr-i Rabbanînin işaretine emirber nefer ve emir kulu misillü fıtrî meyil ve şevk içinde ve ilm-i ezelî ve hikmetin tayin ettikleri hatt-ı hareket düsturları dairesinde ve ordu neferlerinden bin derece ziyade itaatli ve emir dinler ve emir kulu hükmünde olan masnuat, hususan zîhayatlardan birtek ferdi..Ademden haydi vücuda çık.vazife başına gir diye emr-i Rabbanî ile ve ilmin tayin ettiği tarzda ve iradenin tahsis eylediği surette kudret ona mahsus bir vücud giydirip elini tutup meydana çıkardığı kolaylığında..bahardaki zîhayatın ordusunu aynı kuvvet ve kudretle icad eder.vazifeler verir. Demek herşey o kudrete isnad edilse bütün zerrat ordusunun ve yıldızlar fırkalarının icadı bir zerre ve bir tek yıldız kadar kolay ve sühuletli olur. Eğer esbaba isnad olsa bir zîhayatın gözbebeğinde..ve dimağındaki zerrenin acib vazifelerini yerine getirecek bir kabiliyetle yaratılması..hayvanat ordusu kadar müşkilâtlı ve zahmetli olur. (Üçüncü Basamak) (‫جل ِِى‬ ِ ‫مدَاد ِ الْوَا‬ ِ ‫وَ ب ِهه‬ َ َ ‫حدَةِ وَ ت‬ ْ َ‫سرِ الْو‬ ْ ‫حدِيَِةِ وَ ي ُهه‬ ْ ِ ‫سِرِ ا‬

ِ‫حدِيَِة‬ َ َ ‫ )اْل‬dir. Kısacık işaretlerle mealine bakacağız. Yani nasılki bir padişah ve kumandan-ı

a'zam âkimiyetinin vâhidiyeti ve bütün raiyeti yalnız onun emrine göre hareketi cihetiyle o hâkim-i a'zam koca memleketi ve büyük milleti idare etmesi dir köy ehlini idare etmek kadar kolay olur. Çünki hükümde vâhidiyet itibariyle efrad-ı millet aynen asker neferatı gibi teshilâta vesile olup kolayca emirler kanunlar tatbik edilir. Eğer muhtelif hâkimlere bırakılsa..çok keşmekeşe düşmesiyle beraber birtek köyün belki bir hanenin o memleket kadar idaresi müşkil olur. Hem o itaatlı millet birtek kumandana bağlanması haysiyetiyle herbir ferd-i nefer gibi o kumandanın kuvvetine ve cihazat depolarına

356

ve ordusuna dayandığı bir kuvvet ile bir şahı esir edebilir bin derece şahsî kuvvetinden ziyade iş görebilir. Onun o padişaha intisabı hadsiz bir kuvveti ve iktidarı olup..pek büyük işler yapar. Eğer o intisab kesilse o büyük kuvvet gider.kendi bileğindeki cüz'î kuvvetiyle ve belindeki az cephane ve fişekleri mikdarınca iş görebilir. Yoksa intisab kuvvetine dayanan mezkûr askerin gördüğü bütün işler ondan istenilse.bileğinde bir ordu kuvveti ve belinde padişahın cephaneler anbarı bulunmak gerektir. Aynen öyle de Sultan-ı Ezel ve Ebed Sâni'-i Kadîr.vâhidiyet-i saltanat.ve hâkimiyet-i mutlaka cihetiyle kâinatı bir şehir kolaylığında ve bir baharı bir bahçe sühuletinde ve haşirde bütün ölmüşleri ihya etmek:o bahçe ağaçlarının yaprak ve çiçek meyvelerini gelen baharda yaratmak kolaylığında yapar. Ve kolayca bir sineği koca kartal kuşu sisteminde yaratır. Ve sühuletle bir insanı bir küçük kâinat hükmüne getirir. Eğer esbaba verilse.bir mikrop bin gergedan kadar.bir meyve bir büyük ağaç kadar müşkilâtlı olur. Ve belki zîhayatın bedeninde acib vazifeleri gören herbir zerreye herşeyi görecek bir göz ve herşeyi bilecek bir ilim verilmek lâzımdır ki:o ince ve mükemmel vazife-i hayatiyeyi yapabilsin. Hem vahdette yüsr ü sühulet ve kolaylık o dereceye gelirki: Nasılki bir ordu teçhizatı bir tek elden birtek fabrikadan gelmesiyle birtek neferin teçhizat-ı askeriyesi gibi kolaylaşır eğer ayrı ayrı eller karışsa ve muhtelif cihazatın herbiri başka fabrikadan alınsa..o vakit birtek neferin teçhizatı kemmiyet noktasında bin müşkilâtla tedarik edilebilir müteaddid âmir ve zabitler karıştığı cihetiyle bin nefer kadar suubet peyda eder. Hem bin neferin idaresi ve kumandanlığı birtek zabite verilse bir cihette bir neferin idaresi kadar kolay olur. Veya on zabite veya neferlere bırakılsa pek karışıklık olur. ve çok müşkil düşer. Aynen öyle de herşey Vâhid-i Ehad'e verilse birtek şey gibi kolay olur. Eğer esbaba isnad edilse: birtek zîhayat zemin kadar müşkil olur. belki imkânsız olur. Demek vahdette kolaylık: vücub ve lüzum derecesine gelir. Ve kesretli eller karışmakta suubet, imkânsızlık derecesine gelir. Risale-i Nur Mektubat'ında denildiği..gibi eğer gece-gündüzdeki tebeddülât ve yıldızların harekâtı ve senedeki güz ve kış bahar ve yaz gibi mevsimlerin tahavvülâtı birtek müdebbire ve âmire bırakılsa:o kumandan-ı a'zam bir neferi olan küre-i arza emreder ki: Kalk,dön,gez..O da o iltifat ve emrin neş'e ve sevincinden meczub mevlevî gibi iki hareketiyle yevmî ve senevî tahavvülâta

357

ve yıldızların zahirî ve hayalî hareketlerine gâyet kolayca bir vesile olup vahdetteki tam sühuleti ve gâyet kolaylığı gösterir. Eğer o tek âmire.. değil belki esbaba ve yıldızların keyiflerine bırakılsa ve arza Sen dur: gezme denilse... o halde arzdan binler derece büyük binler yıldızlar ve güneşler her gece ve her sene milyonlar ve milyarlar senelik mesafeleri kesmek ve gezmekle mevsimler ve gece gündüz gibi o vaziyet-i arziye ve semaviye husul bulabilir. Ve imkânsızlık ve muhaliyet derecesinde müşkil olur ve suubetli düşer. (Üçüncü Basamakta) ki: (ِ‫حدِيَِة‬ َ َ ‫جل ِِى اْل‬ َ َ ‫ )وَت‬kelimesi.. pek büyük ve çok ince ve derin ve gâyet geniş bir hakikata işaret eder. Onun izah ve isbatını Risale-i Nur'a havale edip gâyet kısa bir temsil ile birtek nüktesini beyan edeceğiz. Evet nasılki: güneş ziyasıyla umum zemini ışıklandırıp vâhidiyete bir misal olduğu gibi âyine gibi mukabilindeki her şeffaf şeyde timsali ve aksi ve yedi renkli ziyasıyla ve zâtının suretiyle bulunup ehadiyete dahi bir misal teşkil eder. Eğer güneşin ilmi ve kudreti ve ihtiyarı olsa idi.. ve cam parçalarının ve içinde güneşçikler görünen katrelerin ve kabarcıkların kabiliyetleri bulunsa idi. irade-i İlahiyenin kanunuyla herbirisinde ve yanında timsaliyle ve sıfatlarıyla tam bir güneş bulunup sair yerlerde bulunması onun tasarrufatına hiç noksan vermeyerek kudret-i Rabbaniyenin emriyle tesiriyle hükmüyle pek büyük zuhurata sebeb olarak ehadiyetteki fevkalâde kolaylığı ve sühuleti gösterir. Aynen öyle de. Sâni'-i Zülcelal vâhidiyet itibariyle bütün eşyayı ihata eden ilim ve iradesi ve kudretiyle bakdığı ve hazır ve nâzır olduğu gibi ehadiyet cihetiyle ve tecellisiyle.. herşeyin hususan zîhayatın yanında isimleri ve sıfatlarıyla bulunur ki: kolayca bir anda sineği kartal sisteminde..bir insanı küçük bir kâinat sisteminde icad eder. Ve zîhayatı öyle mu'cizatlı bir şekilde yaratır ki: eğer bütün esbab toplansa bir bülbülü bir sineği yapamazlar. Ve bir bülbülü yaratan bütün kuşları yaratan olabilir. ve bir insanı halk eden ancak kâinatı icad eden zâttır. (Dördüncü ve Beşinci Basamaklar) (ِ‫مبَايَنَة‬ ِ ‫وَ ب ِه‬ َ َِ ‫ب وَ الت‬ ُ ُ‫سِرِ الْو‬ ُ َ‫جُِرد ِ و‬ ‫جو ِه‬

‫جِزِى‬ ِ ‫ماهِيَِةِ وَ ب ِه‬ َ َِ ‫حيُِزِ وَ عَد َهم ِ الت‬ َ َِ ‫سِرِ عَد َهم ِ التَِقَيُِد ِ وَ عَد َهم ِ الت‬ َ ْ ‫)ال‬

Bu iki basamağın hakikatını umuma ifade etmek çok müşkil olduğundan yalnız kısacık bir-iki nüktesi ve muhtasar meali beyan edilecek. Yani vücud mertebelerinin en kuvvetli ve sarsılmaz olan vücub mertebesinde

358

ve ezelî ve ebedî derecede bir vücud sahibi ve maddiyattan münezzeh ve mücerred ve bütün mahiyetlere mübayin bir mahiyet-i mukaddeseyi taşıyan bir Kadîr-i Mutlak'ın kudretine nisbeten yıldızlar zerreler gibi ve haşir bir bahar misillü ve haşirde bütün insanları diriltmesi bir nefsin ihyası derecesinde kolaydır. Çünki vücud tabakalarından kuvvetli bir nev'in bir tırnağı hafif bir tabakanın bir dağını eline alır çevirir. Meselâ kuvvetli olan vücud-ı haricîden bir âyine ve kuvve-i hâfıza.. zaîf ve hafif olan vücud-ı misalî ve manevîden yüz dağı ve bin kitabı içlerine alırlar. ve çevirebilirler. İşte vücud-ı misalî ne derece kuvvetçe vücud-ı haricîden aşağı ise.. mümkinatın hâdis ve ârızî vücudları dahi ezelî ve sermedî vâcib bir vücuddan binler derece daha aşağı ve hafiftir ki: o mukaddes vücud bir zerre tecellisiyle mümkinatın bir âlemini çevirir. Maatteessüf şimdilik semli hastalık gibi üç ehemmiyetli sebeb müsaade etmediklerinden bu pek uzun hakikatı ve nüktelerini Risale-i Nur'a ve başka zamana havale ederiz. (Altıncı Basamak) ( ‫م‬ ِ ْ ‫سِرِ اِن‬ ِ ‫وَ ب ِهه‬ ُ ‫موَان ِههِع اِلَى‬ َ ْ ‫ق وَ ال‬ ِ ‫قل َهه‬ َ َ‫ب الْع‬ ِ ‫حك ْهه‬ ِ ‫وائ ِهه‬

‫ت‬ ِ َ ‫سهِل‬ َ ‫م‬ َ َ ‫ )الْو‬yani Nasılki fennin tabirince ukde-i hayatiye namında bir cilve-i ُ ْ ‫ل ال‬ ِ ِ ‫سائ‬

irade-i İlahiyenin ve emr-i tekvinînin bir kanunu ile ve o emir ve iradenin teveccühleriyle: koca bir ağacın şuursuz dalları ve sert budakları meyvelerine ve yapraklarına ve çiçeklerine zenbereği ve midesi hükmündeki o ukde-i hayatiyeden onlara gidecek lüzumlu maddelere ve erzaklara avaik ve mevani' ve sed olmazlar. Belki.. teshilâta vesile oluyorlar. aynen öyle de Kâinatın ve bütün mahlukatın icadında bütün maniler bir cilve-i iradeye ve teveccüh-i emr-i Rabbanîye karşı mümanaatı bırakıp kolaylığa âlet olduğundan kudret-i sermediye o tek ağacın icadı kolaylığında kâinatı ve zemindeki enva'-ı mahlukatı icad eder. hiçbirşey ona ağır gelmez. Eğer bütün icadlar o kudrete verilmezse.. o vakit o tek ağacın inşası ve idaresi bütün ağaçlar belki zeminin icadı ve idaresi kadar müşkil olacak. Çünki o zaman herşey mani' ve sed olur. O halde bütün esbab toplansa bir ağacın emir ve iradeden gelen ukde-i hayatiye meyvesinden ve zenbereğinden intizam ile meyve, yaprak, dal, ve budaklara lâzım erzak ve cihazatı gönderemezler. İllâ ki: ağacın herbir cüz'üne hattâ herbir zerresine bütün ağacı ve eczasını ve zerratını görecek ve bilecek ve yardım edecek bir göz ve bir ihatalı ilim bir hârika kudret verilsin. İşte bu beş aded basamaklardan çık

359

bak. Küfür ve şirkte ne derece müşkilât olduğu belki muhalât bulunduğunu ve ne kadar akıldan mantıktan uzak ve mümteni' olduğunu ve iman ve Kur’ân yolunda ne kadar sühulet ve vücub derecesinde kolaylık ve ne kadar makul ve makbul olduğunu ve lüzum derecesinde kat'î ve rahat bir hak ve hakikat bulunduğunu gör. bil. Elhamdülillahi alâ nimet-il iman de. Rahatsızlık ve sıkıntılar bu ehemmiyetli basamağın bâki kısmını te'hire sebeb oldular. (Yedinci Basamak)

َِ َ‫ست باَق‬ َِ َ ‫سِرِ ا‬ َِ ِ ‫جْزئ‬ ‫ل‬ ِ ِ ‫وَ ب‬ َ ‫سا‬ ُ ْ ‫جْزءَ وَ ال‬ ُ ْ ‫ن الذََِِرة َ وَ ال‬ َ ْ ‫ى وَ النَِوَاة َ وَ اْلِن‬ ِ ْ َ ْ ‫ن لَي‬ َِ ‫ل و الْكُل ِِى و ال‬ َ ْ ‫م‬ ً َ‫صنْع‬ ً َ ‫جَزال‬ ِ ‫ة‬ َ َ‫ة و‬ َ ‫ش‬ ْ َِ ‫ن الن‬ َ َ ِ َ ِِ ُ ‫جم ِ وَ الْك‬ َ ‫م‬ ِ ‫جرِ وَ العَال‬ (Bir İhtar) Bu dokuz basamakların hakikatlarının esası ve madeni ve güneşi Sure-i َ ‫ه ال‬ ْ ُ‫ ) ق‬âyetleridir. Sırr-ı ehadiyet ve samediyet İhlas'tan (‫د‬ ِٰ َ‫ل هُو‬ ُ ‫م‬ َ َ‫ه ا‬ َ ‫صِه‬ ‫حد ٌ ا َ ِٰلل ُ ه‬ ‫الل ُه‬ cilvesinden gelen lem'alara kısa işaretlerdir. Bu yedincinin basamağın mealine bir-iki nükte ile gâyet muhtasar bakıp tafsilini Risale-i Nur'a havale ederiz. Yani göz ve beyindeki acib vazifeleri gören bir zerre bir yıldızdan ve bir cüz' küll mecmuundan aşağı değildirler. meselâ dimağ ve göz insanın tamamından ve cüz'î bir ferd hüsn-i san'atça ve garabet-i hılkatça umum bir neviden ve bir insan acib cihazlarıyla küllî cins hayvanatdan.. ve bir fihriste ve proğram ve kuvve-i hâfıza hükmünde olan bir çekirdek. mükemmel masnuiyeti ve mahzeniyetçe koca ağacından ve bir küçük kâinat olan bir insan kemal-i hılkati ve cem'iyetli hârika cihazlarının binler acib vazifeleri görecek bir tarzda mahlukiyeti kâinattan aşağı değillerdir. Demek zerreyi icad eden yıldızın icadından âciz kalamaz. Ve lisan gibi bir uzvu halkeden elbette insanı kolayca halkeder. Ve birtek insanı böyle mükemmel yaratan herhalde bütün hayvanatı kemal-i sühuletle yaratabilecektir ve gözümüzün önünde yaratıyor. Ve çekirdeği bir liste bir fihriste bir defter-i kavanin-i emriye bir ukde-i hayatiye mahiyetinde yaratan ebette bütün ağaçların hâlıkı olabilir. Ve âlemin bir nevi manevî çekirdeği ve cem'iyetli meyvesi olan insanı halk edip bütün esma-i İlahiyeye mazhar ve âyine ve bütün kâinatla alâkadar ve zeminin halifesi yapan zâtın elbette ve elbette öyle bir kudreti var ki: koca kâinatı insan icadının kolaylığı ve sühuleti derecesinde halkedip tanzim eder. Öyle ise: zerrenin, cüz'ün ve cüz'înin ve çekirdeğin ve bir insanın hâlıkı ve sânii ve rabbi kim ise: elbette bedahetle

360

yıldızların ve nevilerin ve küll ve külliyatların ve ağaçların ve bütün kâinatın hâlıkı, sânii, rabbi aynen odur. Başka olması muhal ve mümteni'dir. (Sekizinci Basamak)

َ ‫حا‬ َِ َ ‫سِرِ ا‬ ‫ط‬ ِ َ‫صغََِرةِ اَوْ كَالنُِق‬ ِ ‫جْزئِيَِا‬ ِ ِ ‫وَ ب‬ ُ ْ ‫ط وَ ال‬ َ ‫م‬ ُ ْ ‫مكْتُوبَةِ ال‬ َ ْ ‫مثِلَةِ ال‬ ْ َ ‫ت كَ اْل‬ ُ ْ ‫ن ال‬ َ ‫م‬ ُ ‫حي‬ َِ َ‫مع‬ ‫ق‬ َ ِ‫ضة‬ ِ ‫م‬ َ ‫ن يَكُو‬ ْ َ ‫صَرةِ فَل َ بُد َِ ا‬ ْ ‫م‬ َ ْ ‫ت فِى قَب‬ ُ ْ ‫ن ال‬ ُ ْ ‫حلُوبَةِ ال‬ َ ْ ‫ال‬ ُ ‫ط وَ الْكُل ِِيَِا‬ ِ ِ ‫خال‬ ‫منْهَا‬ ِ ‫ن‬ ِ ‫صَرهَا‬ ِ َ‫مهِ اَوْ يُع‬ ِ ْ ‫عل‬ ِ ‫ج‬ ِ ‫جْزئِيَِا‬ ِ ‫حا‬ َ ِ‫ت لِيُدْر‬ ُ ْ ‫ط وَ ال‬ َ ‫م‬ َ ِ ‫مثَالَهَا فِيهَا ب‬ ُ ْ ‫ال‬ ِ َ‫مو‬ ِ ‫ازي‬ ‫متِه‬ ِ ِ‫ساتِير‬ َ َ ‫بِد‬ َ ْ ‫حك‬

Yani: İhata edilen cüz'iyat ve küll ve külliyatın içinde bulunan ferdlerin ve tohumların ve çekirdeklerin ihata eden büyük külliyata nisbetleri güya küçücük nümunelerdir. ve gâyet ince yazı ile çok küçük kıt'ada yazılmış aynı küll ve külliyatın misalleridir. Öyle ise: ihata eden külliyat o cüz'iyat Hâlıkının kabzasında ve tamamen tasarrufunda bulunmak lâzımdır. Tâ ilminin mizanlarıyla ve ince kalemleriyle o büyük muhitin kitabını o çok küçücük yüzer kıt'alarda ve defterlerde dercedebilsin. Hem ihata edilen ecza ve cüz'iyatın muhit ile nisbetleri temsilleri.. güya süt gibi muhitlikten sağılmış katreler.. veya biri o muhiti sıkmış o noktalar ondan akmış. Meselâ kavun çekirdeği.. kavunun umum etrafından sağılmış bir katre veya o kitab tamamen içinde yazılmış bir noktadır ki: fihristini ve listesini ve proğramını taşıyor. Madem böyledir elbette o cüz'iyat ve katrelerin ve o noktalaın ve ferdlerin Sâniinin elinde o muhit küll ve külliyat bulunmak elzemdir. Tâ hikmetinin hassas düsturlarıyla o ferdleri katreleri, noktaları ondan sağsın. Demek birtek tohumu ve birtek ferdi yaratan elbette o büyük küll ve külliyatı ve onları ihata eden ve onlardan çok büyük olan diğer külliyatları ve cinsleri yaratan yine odur. başka olamaz. Öyle ise birtek nefsi yaratan bütün insanları yaratabilir. Ve birtek ölüyü dirilten haşirde bütün cinn ve ins ölülerini diriltebilir. ve diriltecek. İşte (‫ما‬ ‫َه‬

َ َ ) âyetinin hükmü ve davası gâyet kat'î ve parlak ِ ‫س وَا‬ ٍ‫حدَة‬ ْ ُ ‫م وَل َ بَعْثُك‬ ْ ُ ‫خلْقُك‬ ٍ ْ ‫م اِل ِ كَنَف‬

bir surette hak ve ayn-ı hakikat olduğunu gör. (Dokuzuncu Basamak)

َِ َ ‫ما ا‬ َِ ‫س‬ ٓ ْ ُ‫ن ق‬ ِ ِ ‫وَ ب‬ ِ‫جوْهَرِ الْفَْرد‬ َ ‫را‬ َ ْ ‫ماةِ بِال‬ َ ‫مكْتُو‬ َ ‫م‬ َ َ ‫سِرِ ك‬ َ ْ ‫ن الْعَِِزةِ ال‬ ُ ْ ‫ب ع َلَى الذََِِرةِ ال‬ َِ َ‫ت اْلَثِير لَي ْهههس باَق‬ َ َ‫ة و‬ َ َِ ‫خارِقِي‬ ً َ ‫جَزال‬ ِ ٍ‫صنْعَة‬ ِ‫مة‬ ‫بِذََِرا ِههه‬ َ ‫ل‬ َ َ ‫ن الْعَظ‬ ‫ة َهه‬ َ ‫ن قُْرا ِههه‬ ‫م ْههه‬ ِ ُِ ‫جوم و ال‬ َِ َ ‫ك ا‬ َ ِ ‫س كَذٰل‬ َِ ‫حيفَةِ ال‬ ِ ‫ص‬ ِ ِ ‫ماءِ ب‬ َ‫ن وَْرد‬ ُ ‫ش‬ َ ‫س‬ َ ْ ‫ال‬ َ ‫ب ع َلَى‬ ِ ‫مكْتُو‬ َ ِ ُ ُِ ‫مدَاد ِ الن‬ ِ ‫مو‬ َِ َ‫ست باَق‬ ‫ن‬ ُ َ ‫مل‬ ً َ‫صنْع‬ ً َ ‫جَزال‬ ِ ‫ة‬ ِ ‫ة‬ ْ َ‫ى ن‬ َ ‫ل‬ ْ َِ ‫جم ِ الُِزهَْرةِ وَ ل َ الن‬ ِ ْ َ ْ ‫الَِزهَْرةِ لَي‬ َ َ‫ة و‬ َ ‫م‬ ِ ِ‫ن دُِر‬ ْ ‫م‬ ‫سبَةِ اِلَى‬ ْ َِ ‫ن الن‬ ُ َ ‫حل‬ ِ ‫ة‬ ِ ‫ب‬ ِ ْ ‫الْفِيلَةِ وَ ل َ ال‬ ْ َِ ‫ن وَ ل َ الن‬ ‫مكُْرو ُه‬ ْ ‫خلَةِ بِالن ِ ِه‬ ‫م َه‬ ‫ن الْكَْركَدَا ِه‬ ‫م َه‬ َِ َ ‫ما ا‬ ُِ ‫ل ال‬ َ ِ‫قُدَْرة‬ َ َ ‫ن غَاي‬ ِ‫سْرعَة‬ ِ ‫ق الْكَائِنَا‬ َ َ‫ة ك‬ َ َ ‫ت فَك‬ ِ ‫ما‬ ِ ِ ‫خال‬

361

ْ َ َِ ‫ل ال‬ ُِ ‫وَ ال‬ َ ْ‫ت اَه‬ ْ َِ ‫س الت‬ ْ َ ‫جاد ِ اْل‬ ‫ل‬ َ ‫س ُهولَةِ ف ِى اِي‬ ْ َ ‫ئ اَوْقَع‬ ِ ‫شيَا‬ ِ ‫شكِي‬ ِ ‫ضلَلةِ ف ِى اِلتِبَا‬ ُ َ َ ‫بالت‬ ُِ ‫م‬ َ ‫جهَها اْلَوْهَا ُمه كَذٰل ِه‬ ‫ت‬ ٍ ‫حال َه‬ ِ ِ ْ ‫م‬ َ ‫م‬ ‫م ْه‬ ْ ‫ك اثْبَت َه‬ ُ َ ‫حدُودَةٍ ت‬ َ ِ‫ت غَيْر‬ ُ ْ ‫ل ال‬ ُ ِ ‫ستَلْزِم ِ ل‬ ِ ِ ‫شك‬ َ ْ ُ َ ‫ق‬ َ ِ‫سبَةِ اِلى قُدَْرة‬ ِ َ ‫ل الهِدَاي‬ ‫معههَ الذ َِِرا ِهه‬ ُ ِ ‫ساوِىَ الن‬ ‫جو ُهه‬ َ ‫ة ت َهه‬ ْ ِ‫ت بِالن ِهه‬ َ ‫م‬ ِ ْ‫لَه‬ ِ ‫خال ِهه‬ َ َِ ‫ج‬ ‫الل ُهه اَكْبَُر‬ ِٰ َ‫ه ال ِ هُو‬ ِ ‫الْكَائِنَا‬ َ ‫ل‬ َ ‫ت‬ َ ٰ‫ه وَ ل َ اِل‬ ُ ُ ‫جلَل‬

Bu son basamağın uzun bir beyanla mealini söylemek isterdim. Fakat maatteessüf keyfî tahakkümler ve tazyiklerden gelen şiddetli sıkıntılar ve tesemmümden gelen za'fiyet ve elîm hastalıklar mani' olduğundan mealine yalnız pek kısa bir işaretle iktifaya mecbur oldum. Yani.. Nasılki faraza kabil-i inkısam olmayan ve ilm-i Kelâmda ve felsefede cevher-i ferd namını alan bir zerrede.. ondan daha küçücük olan madde-i esîriye zerreleriyle bir Kur’ân-ı Azîmüşşan yazılsa ve semavat sahifelerinde dahi yıldızlar ve güneşlerle diğer bir Kur’ân-ı Kebir yazılsa.. ve ikisi müvazene edilse elbette cevher-i ferd zerresinden yazılan hurdebînî Kur’ân göklerin yüzlerini yaldızlayan Kur’ân-ı Azîm ve Kebir'den acaibce ve san'atın i'cazında geri değildir. belki bir cihette ileri olduğu gibi. aynen öyle de Hâlık-ı Kâinat'ın kudretine nisbeten masnuiyetindeki garabet ve cezalet noktasında.. zühre çiçeği Zühre yıldızından geri değildir. ve karınca filden aşağı olmaz. ve mikrop gergedandan hılkatça daha acibdir. ve arı sineği hurma ağacından fıtrat-ı acibesiyle daha ileridir.. Demek bir arıyı yaratan bütün hayvanları yaratabilir. Bir nefsi dirilten haşirde bütün insanları ihya edip haşir meydanında toplayabilir. ve toplayacak. hem Hiçbir şey ona ağır gelmez ki. gözümüz önünde gâyet çabuk ve kolaylıkla her baharda haşrin yüzbin nümunelerini yazıyor. Bu son cümle-i Arabiyenin gâyet kısacık meali şudur. Yani ehl-i dalalet mezkûr basamakların sarsılmaz hakikatlarını bilmediklerinden ve gâyet çabuk ve gâyet kolaylıkla birden mahlukat vücuda geldiğinden teşkili ve bir Sâniin hadsiz kudretiyle icadı.. teşekkül ve kendi kendine vücud buluyor tevehhüm etiiklerinden hiçbir zihin hattâ vehim dahi kabul etmediği ve her cihetle muhal ve imkânsız hurafelerin kapısını kendilerine açmışlar. Meselâ. o halde.. zîhayatın herbir zerresine hadsiz bir kudret ve bir ilim ve herşeyi görecek bir göz ve her san'atı yapabilecek bir iktidar vermek lâzım gelir. Birtek ilahı kabul etmemekle zerreler adedince ilaheleri mezheblerince kabul etmeğe mecbur olarak. Cehennem'in esfel-i safilînine girmeğe müstehak olurlar.

362

Amma ehl-i hidâyet ise.. geçen basamaklardaki kuvvetli hakikatlar ve sarsılmaz hüccetler selim kalblerine ve müstakim akıllarına gâyet kat'î kanaat ve kuvvetli iman ve aynelyakîn bir tasdik vermiş ki: şübhesiz ve vesvesesiz itminan-ı kalb ile itikad ederler ki: yıldızlarla zerrelerin en küçük ile en büyüğün kudret-i İlahîyeye nisbeten farkları yoktur ki: َ gözümüzün önünde bu acaibler oluyor. Ve herbir acibe-i san'at ( ِ‫م اِل‬ َ ‫ما‬ ْ ُ ‫م وَل َ بَعْثُك‬ ْ ُ ‫خلْقُك‬ َ

ِ ‫س وَا‬ ٍ‫حدَة‬ ٍ ْ‫)كَنَف‬

âyetinin davasını tasdik ediyor. ve hükmünün ayn-ı hak ve hakikat olduğuna şehadet ediyorlar. lisan-ı halleriyle Allahü Ekber derler. Biz dahi onların adedince Allahü Ekber deriz. Ve şu âyetin davasını bütün kuvvetimizle ve kanaatimizle tasdik ederiz. (Hâşiye) ve hükmünün ayn-ı hak ve nefs-i hakikat olduğuna hadsiz hüccetlerle şehadet ederiz.

َ َ َ َِ ‫متَنَا اِن‬ َ َ ‫حان‬ ‫م‬ ِ َ‫ك ل‬ َ ْ ‫م ال‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ْ ِ ‫ما ع َل‬ ُ ‫حكِي‬ ُ ‫ت الْعَلِي‬ َ ْ ‫ك اَن‬ َ ِ ‫م لَنَا اِل‬ َ ْ ‫عل‬ ِ ْ َ ْ ْ َ َ ِ َِ ُ‫ا َ ِٰلل ه‬ ِِ ‫ص‬ ‫ب‬ ً ‫م‬ ِ ‫ة لِلعَال‬ ِ ‫مد ُ ل ِٰله ِه َر‬ َ ‫ن وَ ال‬ ْ ‫ه َر‬ َ ‫ن اْر‬ َ َ‫ل و‬ ْ ‫ح‬ َ ‫ح‬ ُ َ ‫سلت‬ َ ‫م ع َلى‬ ْ ِ ‫سل‬ َ ‫م‬ َ ‫مي‬ ْ ‫م‬ ‫ن‬ ِ َ ‫الْعَال‬ َ ‫مي‬ ___________

___________

(Hâşiye):

_________________

İşte derecata göre bir ami bir çekirdek kadar bu kutsi hakikatten hisse alsa. ruhen terakki etmiş bir kamil insan bir hurma ağacı kadar hisse alır. Fakat daha terakki etmeyen bir âdem fatiha okurken (Hâşiyecik) bu manaları kasten hatıra getirmemeli. Ta huzura zarar olmasın. Eğer o makama terakki etse zaten o manalar kendilerini gösterirler. ___________ (Hâşiyecik):

___________

_________________

Bu hâşiyedeki (kasten) kelimesinin izahını üstadımızdan sorduk. Aldığımız cevabı aynen yazıyoruz. Üçüncü Medrese-i Yusufiyedeki Risale-i Nur talebeleri namına. Ceylan

Teşehhüd ve fatiha kelimelerinin geniş ve yüksek manaları kasdî değil. belki dolayısiyle meşguliyet ve huzura bir nevi gaflet veren tafsilatı değil belki mücmel ve kısa manaları gafleti dağıtyor.Ve ubudiyeti ve münacatı parlatıyor görüyorum. Namazın ve fatiha ve teşehhüdün pek yüksek kıymetlerini tam gösterir. İkinci kısmın âhirinde kasden meşgul olmamaktan murad ise o manaların tafsilatıyla bizzat iştigal bazan namazı unutturur. huzura belki dokunur. Yoksa dolayısiyle ve muhtasar bir tarzda büyük faidelerini hissediyorum. Said Nursî

363

Risale-i Nur nedir? ve hakikatlar karşısında Risale-i Nur

ve Tercümanı ne mahiyettedirler? diye bir takriznamedir. Her asır başında hadîsçe geleceği tebşir edilen dinin yüksek hâdimleri emr-i dinde mübtedi' değiller müttebi'dirler. Yani kendilerinden ve yeniden bir şey ihdas etmezler. yeni ahkâm getirmezler. Esasat ve ahkâm-ı diniyeye ve sünen-i Muhammediyeye (Aleyhisselatü Vesselam) harfiyen ittiba' yoluyla dini takvim ve tahkim ve dinin hakikat-i asliyetini izhar ederler. ve ona karıştırılmak istenilen ebâtılı ref' ve ibtal.. ve dine vaki' tecavüzleri redd ve imha ve evamir-i Rabbaniyeyi ikame ve ahkâm-ı İlahiyenin şerafet ve ulviyetini izhar ve ilân ederler. Ancak tavr-ı esasîyi bozmadan ve ruh-ı aslîyi rencide etmeden yeni izah tarzlarıyla.. zamanın fehmine uygun yeni ikna' usûlleriyle ve yeni tevcihat ve tafsilât ile îfa-i vazife ederler. Bu memurîn-i Rabbaniye fiiliyatlarıyla ve amelleriyle de memuriyetlerinin musaddıkı olurlar. Salabet-i imaniyelerinin ve ihlaslarının âyinedarlığını bizzât îfa ederler. Mertebe-i imanlarını fiilen izhar ederler. Ve ahlâk-ı Muhammediyenin (Aleyhisselatü Vesselam) ve mişvar-ı Ahmediyenin (Aleyhisselatü Vesselam) ve hilye-i Nebeviyenin (Aleyhisselatü Vesselam) hakikî lâbisi olduklarını gösterirler. Hülâsa Amel ve ahlâk bakımından ve sünnet-i seniyeye(Aleyhisselatü Vesselam) ittiba cihetinden ümmet-i Muhammed'e (Aleyhisselatü Vesselam) tam bir hüsn-i misal olurlar. Bunların Kitabullah'ın tefsiri ve ahkâm-ı diniyenin izahı ve zamanın fehmine ve mertebe-i ilmine göre tarz-ı tevcihi sadedinde yazdıkları eserler kendi tilka-yı nefislerinin ve kariha-i ulviyelerinin mahsulü değildir. Ve kendi zekâ ve irfanlarının neticesi değildir. Bunlar doğrudan doğruya menba-i vahy olan Zât-ı Pâk-i Risalet'in (Aleyhisselatü Vesselam) manevî ilham ve telkinatıdırlar. Celcelutiye, Mesnevî-i Şerif Fütuh-ul Gayb ve emsali âsâr hep bu nevidendir. Bu âsâr-ı kudsiyeye o zevat-ı âlişan ancak tercüman hükmündedirler. Bu zevat-ı mukaddesenin o âsâr-ı bergüzidenin tanziminde ve tarz-ı beyanında bir hisseleri vardır. yani bu zevat-ı kudsiye o mananın mazharı.. mir'atı ve ma'kesi hükmündedirler. Risale-i Nur ve Tercümanına Gelince: Bu eser-i âlîşanda şimdiye kadar emsaline rastlanmamış bir feyz-i ulvî ve bir kemal-i nâmütenahî mevcud olduğundan ve hiçbir eserin nail olmadığı bir şekilde meş'ale-i İlahiye ve şems-i hidâyet ve neyyir-i saadet olan Hazret-i Kur’ânın füyuzatına vâris olduğu meşhud olduğundan onun esası nur-ı mahz-ı Kur’ân olduğu ve evliyaullahın âsârından ziyade feyz-i envâr-ı Muhammedîyi (Aleyhisselatü Vesselam) hâmil bulunduğu ve Zât-ı Pâk-i Risalet'in ondaki hisse ve alâkası

364

ve tasarruf-ı kudsîsi evliyaullahın âsârından ziyade olduğu.. ve onun mazharı ve tercümanı olan manevî zâtın mazhariyeti ve kemalâtı ise o nisbette âlî ve emsalsiz olduğu güneş gibi aşikâr bir hakikattır. Evet o zât daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan zevahiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulûm-ı evvelîn ve âhirîne ve ledünniyat ve hakaik-i eşyaya ve esrar-ı kâinata ve hikmet-i İlahiyeye vâris kılınmıştır ki: şimdiye kadar böyle mazhariyet-i ulyaya kimse nail olmamıştır. Bu hârika-i ilmiyenin eşi aslâ mesbuk değildir. Hiç şübhe edilemez ki: Tercüman-ı Nur bu haliyle baştan başa iffet-i mücesseme ve şecaat-ı hârika ve istiğna-yı mutlak teşkil eden hârikulâde metanet-i ahlâkiyesi ile bizzât bir mu'cize-i fıtrattır. ve tecessüm etmiş bir inâyettir ve bir mevhibe-i mutlakadır. O zât-ı zîhavarık. daha hadd-i büluğa ermeden bir allâme-i bîadîl halinde bütün cihan-ı ilme meydan okumuş.. münazara ettiği erbab-ı ulûmu ilzam ve iskât etmiş.. her nerede olursa olsun vaki' olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve aslâ tereddüd etmeden cevab vermiş. ondört yaşından itibaren üstadlık pâyesini taşımış. ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve nurı hikmet saçmış. izahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve tevcihlerindeki derin feraset ve basiret ve nur-ı hikmet. erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkıyla Bediüzzaman ünvan-ı celilini bahşettirmiştir. Mezaya-yı âliyesiyle ve fezail-i ilmiyesiyle de din-i Muhammedî'nin (Aleyhisselatü Vesselam) isbat ve neşrinde bir kemal-i tam halinde rûnüma olmuş olan böyle bir zât.. elbette Seyyid-ül Enbiya Hazretlerinin (Aleyhisselatü Vesselam) en yüksek iltifatına mazhar ve en âlî himaye ve himmetine naildir. Ve şübhesiz o Nebiyy-i Akdes'in (Aleyhisselatü Vesselam) emr ve fermanıyla yürüyen ve tasarrufuyla hareket eden ve onun envâr ve hakaikına vâris ve ma'kes olan bir zât-ı kerim-üs sıfattır. Envâr-ı Muhammediyeyi (Aleyhisselatü Vesselam) ve maarif-i Ahmediyeyi (Aleyhisselatü Vesselam) ve füyuzat-ı şem'-i İlahîyi en müşa'şa' bir şekilde parlatması ve Kur’ânî ve hadîsî olan işarat-ı riyaziyenin kendisinde müntehî olması ve hitabat-ı Nebeviyeyi (Aleyhisselatü Vesselam) ifade eden âyât-ı celilenin riyazî beyanlarının kendi üzerinde toplanması delaletleriyle o zât.. hizmet-i imaniye noktasında risaletin bir mir'at-ı mücellası ve şecere-i risaletin bir son meyve-i münevveri ve lisan-ı risaletin irsiyet noktasında son dehan-ı hakikatı ve şem'-i İlahînin hizmet-i imaniye cihetinde bir son hâmil-i zîsaadeti olduğuna şübhe yoktur. Üçüncü Medrese-i Yusufiye'nin Elhüccetüzzehra ve Zühretünnur olan tek dersini dinleyen

365

Nur Şakirdleri namına Ahmed Feyzi, Ahmed Nazif, Zübeyr, Salahaddin, Ceylan, Sungur, Tabancalı

Benim hissemi haddimden yüz derece ziyade veren bu imza sahiblerinin hatırlarını kırmağa cesaret edemedim. Sükût edip o medhi Risale-i Nur şakirdlerinin şahs-ı manevîsi namına kabul ettim. Said Nursî

‫ه‬ ِ ‫س‬ َ ْ ‫سب‬ ُ ِ‫مه‬ ْ ‫بِا‬ ُ َ ‫حان‬ َ َِ ‫اَل‬ َ ‫ن‬ ‫ح‬ ِٰ ‫ة‬ ُ ‫م‬ ِ ‫ن‬ ُ ِ ‫سب‬ ْ ِ ‫ما وَا‬ ْ ‫م وَ َر‬ ُ َ ‫سل‬ َ ُ ‫ئ اِل ِ ي‬ ً ِ ‫ه اَبَدًا دَائ‬ ُ ُ ‫الله ِه وَ بََركَات‬ َ ‫ح‬ ْ ُ ‫م ع َلَيْك‬ ٍ ْ ‫شي‬ ْ ‫م‬ ِ‫مدِه‬ َ ِ‫ب‬ ْ ‫ح‬

Çok sevgili çok mübarek çok kıymetdar çok müşfik Üstadımız Efendimiz Hazretlerine.. Ey irade-i cüz'iyesini tamamıyla terk edip her umûrunu irade-i Rabbaniyeye bırakan ve her zahirî musibet ve sıkıntlarda kader-i İlahînin merhamet ve hikmetini görüp kemal-i tevekkül ve teslimiyetle o cilve-i Rabbaniyenin dahi netaicini sabır ile bekleyen muhterem üstad: Bazı yerlerde ehl-i imanın nokta-i istinadının yıkılmağa başladığı.. ve bir kısım esbab ve neşriyat imanın erkânına karşı muhalif cephe alıp Allah'ı inkâr eden insanlar alenen tefahurla dolaştığı.. ve Kur’ânın evamirine muhalif hareket etmek. ve manevî kuvvetlere inanmamak. icad ve tasni' hakkını şuursuz, kör, sağır tabiata vermek bir şiar-ı medeniyet ve irfan ve münevverlik telakki edildiği. yürekleri titreten şu dehşetli asırda Kur’ânın bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur'u te'lif ederek muzdarib ve iman âb-ı hayatına muhtaç pekçok bîçare gönüllere panzehir hükmünde olan devalarını vererek onlara saadet-i ebediyeyi müjdeleyen ve davalarını gâyet kat'î bürhanlar ve hüccetlerle isbat eden.. hakikat cadde-i kübrasında kudsî ve muazzez rehberimiz..ve ‫ل‬ ِ ‫ب كَالْفَا‬ ُ َ ‫سب‬ ‫ اَل َِه‬sırrıyla Risale-i Nur ile ِ ‫ع‬ imanlarını kurtaran yüzbinler Nur talebesinin hasenatının bir misli defter-i a'maline geçen faziletmeab efendimiz. Nasılki Cenab-ı Hak Denizli hapsinin sıkıntılarını hiçe indirecek derecede şifa-bahş olan Meyve Risalesi'ni orada ihsan etmiş. ve gülün çiçeğindeki gâyet şirin rayihası dikeninin acısını hiçde bıraktığı gibi.. fâni sıkıntılarınızı izale etmişti. aynen öyle de

366

yine kerim olan Rahîm-i Zülcemal Hazretleri Denizli hapsinin bir aylık sıkıntısına bir günlük maddî ızdırabı mukabil olan bu Afyon hapishanesinde siz sevgili üstadımız eliyle tiryak ve panzehir hükmünde tevhid, tahmid ve istiane ve risalet-i Muhammediyeyi (Aleyhisselatü Vesselam) tasdik ve muazzam hüccetlerini ihsan etmiş bulunuyor. Okumak ve yazmayı Risale-i Nur'un feyziyle öğrenen çok kusurlu talebeleriniz bizler.. bu üç küçük risaleyi -çam çekirdeğinin koca çam ağacının fihristini, proğramını içinde sakladığı misillü- hem Risale-i Nur'un hakkaniyetinin kat'î bir hücceti hem bir nevi hülâsat-ül hülâsası olarak telakki ettik. Fezailini tariften âciz bulunduğumuz fakat okuması ruhumuzda pek büyük bir inşiraha vesile olan ve maddî elemlerimizi sürura kalbeden ve iman bahçesinden hadsiz meyveleri getiren bu üç küçük risaleden birisi zamanımızdaki mevcud küfür, dalalet tabiat karanlıklarını dağıtacak ve izale edecek onbir hüccet-i tevhidi.. ikincisi Risale-i Nur'un bütün müvazenelerinin menbaı, ve esası ve üstadı içinde bulunan Fatiha-i Şerife'nin imanî ve kudsî hüccetlerini hâvi bir şirin tefsirini. üçüncüsü yine Afyon Medrese-i Yusufiyesinde siz sevgili üstadımızın kalb-i mübareklerine hutur eden Hizb-i Nurinin risalet-i Muhammediyeye (Aleyhisselatü Vesselam) dair kısmının gâyet parlak ve tam bir itminan temin eden bir mükemmel tercümesini beyan buyuruyordu. Hiçbir cihette hiçbir şeye liyakatımız olmayan bizler.. bütün kuvvetimizle neşilerrine çalışacağımız bu mahiyetteki eserlerinizi aldık. Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür ederek Ya Erhamerrâhimîn Üstadımızdan ebediyen razı ol diye dua ettik.

‫اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى‬

Risale-i Nur Talebeleri namına Zübeyr, Ceylan, Sungur, İbrahim

‫يانور يانورالنور يامنوِرالنِور يامصوِرالنِور‬ ‫ياخالقالنِور‬ Bu mecmuayı yazan Hüsrev kulunu hizmet-i imaniye ve Kur’âniye de daima muvaffak eyle.. Hem kendisinin hasenat defterine yazdığı hurufatı Kur’âniyenin herbirine mukabil binlerle sevab-ı âhiret ve meyve-i cennet ihsan eyle. Hem kendisini hem Nurcu arkadaşlarını ins ve cin şerlerinden emin eyle. Cümlesine ihlas-ı tam ihsan eyle.. Cümlesinin bilcümle kusurlarını ve günahlarını mağfiret eyle. Cümlesini dünyada a’mal-i hasene içinde hüsn-i hatimeye mazhar eyle.. Ukba’da Cennet-ül Firdevs'te sakin etmekle mes’ud eyle.. Âmîn Âmîn Âmîn

‫بحق وبحرمت وسيله خلقت عالم عليه الصلة والسلم و بحق‬ ‫وبحرمت اسمك العظم و فرقانك الحكم‬

Related Documents

Sualar 2
February 2021 2
2
March 2021 0
2
February 2021 0
2
January 2021 3
2
January 2021 3
2
February 2021 2

More Documents from ""

Emirdag L 2x
February 2021 0
Sualar 2
February 2021 2