Rumuzat I Semaniye

  • Uploaded by: Fuad Ak
  • 0
  • 0
  • February 2021
  • PDF

This document was uploaded by user and they confirmed that they have the permission to share it. If you are author or own the copyright of this book, please report to us by using this DMCA report form. Report DMCA


Overview

Download & View Rumuzat I Semaniye as PDF for free.

More details

  • Words: 42,038
  • Pages: 77
Loading documents preview...
1

Risale-i Nur Külliyatından

Rumuzat-ı Semaniye Mecmuası Müellifi Bediüzzaman Said Nursî

Üçüncü Risale Olan Üçüncü Kısım ‫سم م الل لمهم الرر ح‬ ‫بم ح‬ ‫ح م‬ ‫ن الررححيم م‬ ‫م م‬

Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın ikiyüz (200) aksam-ı i'caziyesinden nakşî bir kısmını gösterecek bir tarzda, Kur’ân-ı Azîmüşşan'ı, Hâfız Osman hattıyla tayin eden ve Âyet-i Müdayene mikyas tutulan sahifeleri ve sure-i İhlas vâhid-i kıyas tutulan satırları muhafaza etmekle beraber, o nakş-ı i'cazı gösterecek tarzında bir Kur’ân yazmağa dair mühim bir niyetimi; hizmet-i Kur’ândaki arkadaşlarımın nazarlarına arzedip meşveret etmek ve onların fikirlerini istimzac etmek ve beni ikaz etmek için şu kısmı yazdım, onlara müracaat ediyorum. Şu üçüncü kısım Dokuz Mes'ele"dir. Birinci Mes'ele: Kur’ân-ı Azîmüşşan'ın enva'-ı i'cazı kırka baliğ olduğunu, İ'caz-ı Kur’ân namındaki yirmibeşinci söz'de bürhanlarıyla ispat edilmiş. Bu i’cazın bazı enva'ı tafsilen, bir kısmı da icmalen muannidlere karşı dahi gösterilmiştir. Hem Kur’ânın i'cazı, tabakat-ı insaniyeden kırk tabakaya karşı ayrı ayrı i'cazını gösterdiği, ondokuzuncu mektubun onsekizinci işaretinde beyan edilmiş ve o tabakatın on kısmının ayrı ayrı hisse-i i'caziyelerini ispat etmiş. Sair otuz iki tabaka-i âher, ehl-i velâyetin muhtelif meşrebler ashabına ve ulûm-ı mütenevvianın ayrı ayrı ashablarına ayrı ayrı i'cazını gösterdiğini ve onlara ilmelyakîn, aynelyakîn, hakkalyakîn derecesinde Kur’ân hak Kelâmullah olduğunu, iman-ı tahkiklerine göstermişler. Demek her biri, ayrı ayrı bir tarzda bir vech-i i'cazını göstermişler. Evet ehl-i marifet bir velinin fehmettiği i'caz ile, ehl-i aşk bir velinin müşahede ettiği cemal-i i'caz bir olmadığı gibi; muhtelif meşaribe göre cemal-i i'cazın cilveleri değişir. İlm-i usûl-üd dinin bir allâmesinin ve bir imamının gördüğü vech-i i'caz ile füruat-ı şeriattaki bir müçtehidin gördüğü vech-i i'caz bir değildir ve hâkeza... Bunların tafsilen ayrı ayrı vücuh-ı i'cazını göstermek elimden gelmiyor. Havsalam dardır, ihata edemiyor. Nazarım kısadır göremiyor. Onun için yalnız on tabaka beyan edilmiş, mütebâkisi icmalen işaret edilmiş. Şimdi o tabakalardan iki

2 (A.S.M.)

tabaka, Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesinde çok izaha muhtaç iken, o vakit pek noksan kalmıştı. Birisi:”Kulaklı tabaka" tabir ettiğimiz âmî avamdan; yalnız kulakla Kur’ânı dinler, kulak vasıtasıyla i'cazını anlar. Yani der:”Şu işittiğim Kur’ân, başka kitablara benzemiyor. Ya bütününün altında olacak veya bütününün fevkinde olacaktır. Umumun altındaki şık ise kimse diyemez ve diyememiş, şeytan dahi diyemez. Öyle ise, umumun fevkindedir." İşte bu kadar icmal ile Onsekizinci İşaret'te yazılmıştı. Sonra onu izah için Yirmialtıncı Mektub'un”Hüccetül Kur’ân Alâ Hizb-iş Şeytan" namındaki Birinci mebhası, o tabakanın i'cazdaki fehmini tasvir ve isbat ediyor. İkinci Tabaka: Gözlü tabakasıdır. Yani: Âmi avamdan veyahut aklı gözüne inmiş maddiyunlar tabakasına karşı, Kur’ânın göz ile görünecek bir işaret-i i'caziyesi bulunduğu, Onsekizinci İşaret'te dava edilmiş. Ve o davayı tenvir ve isbat etmek için, çok izaha lüzumu vardı. Şimdi anladığımız mühim bir hikmet-i Rabbaniye cihetiyle o izah verilmedi. Pek cüz'î birkaç cüz'iyata işaret edilmişti. Şimdi o hikmetin sırrı anlaşıldı ve te'hiri daha evlâ olduğuna kat'î kanaatımız geldi. Şimdi o tabakanın fehmini ve zevkini teshil etmek için; kırk vücuh-ı i'cazdan göz ile görülen bir vechini ve o vechin on cüzünden bir cüzünü Kur’ânın nakş-ı hattında göstermeyi niyet ettik. Vakt-ı merhunu geldiğini telakki ediyoruz. O sair vücuh-ı i’caziye ise bir kısmı Yirmibeşinci Söz’de kısmen tafsilen, kısmen icmalen beyan edilmiş. Bir kısmı sair sözlerde müteferrik parçaları zikir edilmiş bir kısmı Arabi risalelerimde onlara işaret edilmiş ve bilhassa nazm-ı Kur’ândaki i’caz-ı belagatı kim görmek isterse İşarat’ül İ’caz namındaki Arabiyy’ül ibare olan tefsire baksın. Baştan aşağıya kadar o i’cazı tahlil edip ilmi bir surette göstermiştir. Hakaik-i Kur’âniyenin hakkaniyet cihetinden gelen i’caz-ı maneviyi kim görmek isterse Risale-i Nur ve Mektubat-ün Nur eczalarına baksın. Onlar o i’caz-ı manevinin ünvanlarıdır Onlarda gâyet parlak o i'caz görünür. İkinci Mes’ele: sözler namındaki yazılan risaleler Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyanın bir nev' tefsir-i hakikisi olduğunu ve o tefsirin te'lifinde merci' ve me'haz ve hakiki üstad ve tam rehber srf ayat-ı Kur’âniye olduğu ve bu fakir ve aciz bu müellifin hissesi onda sırf bir tercüman olduğunu ve doğrudan doğruya o risaleler Kur’ânın hakaiki ve o hakaikın bürhanları olduğunu ve Kur’ânın elinde bir kılıç hükmünde olarak o Kale-i İslamiyeye gelen tehacüme karşı davranan ve manen Kur’ânın manası ve layenfek ve ondan gelmiş manevi bir cüzü olduğunu bütün kuvvetleriyle o Kur’âna bakar ve işaret ederler ve onu hedef ittihaz ederler ve ayatından gelen sünuhat ve ilhamat olduğunu ve müellifinin iktidar ve ihtiyarının pek fevkinde bir tarzda olduklarını mükerreren isbat edip beyan ettiğimiz halde Kur’ân namına ve Kur’ân hesabına rekabetkarane bunlara bakmak ve onlardaki i'caz-ı Kur’ândan inikas eden cilveleri Kur’ânın hakiki i'cazıyla muvazene etmek ve rekabetkarane onların sukutunu ve kesadını ve çürüklüğünü arzu etmek elbette Kur’âna sadakat değil. Çünkü Kur’ânın elindeki kılıncı Kur’âna çevirmek ve Kur’ânın sadık hizmetkarını Kur’âna karşı mübareze vaziyetini vermek ve Kur’ândan gelen ve Kur’ânın nurundan ve mizan-ı i’cazında bulunan nurlarını Kur’âna karşı muvazene etmek elbette bir hıyanettir ve bir cinâyettir. Sakın dikkat ediniz ki nefs-i emmare sizi bu cihette aldatmasın hem Kur’ân-ı Azîmüşşan'ın güneşini ayinelerdeki küçücük cilveleriyle muvazene edip kıymetini tenzil etmek ve cidden iltizam ve muhabbete layık olan o nurlara Kur’ân hesabına bir nev' adavetkârane ve tenkitkârane bakmak onların feyizlerinden mahrum kalmak gibi bir divaneliktir. Acaba ehadîs-i şerife Kur’ânı tefsir ederken Kur’ân ile muvazene edilebilir mi? Hakiki bir tefsirdeki ayatın güzel hakikatleri hakaik-i Kur’âniye ile muvazene edilebilir mi? Halbuki risaleler ise doğrudan doğruya üstadı, menba'ı, manası ve neticesi hakaik-i imaniye ve Kur’âniyedir. Ve o hakaikın bürhanlarıdır. Madem hakikat budur. O risalelerde tezahür eden tevafukat-ı gaybiye doğrudan doğruya Kur’ân-ı Hakîmin bir nev’ cilve-i i’cazıdır. Çünkü o risaleler Kur’ânın i’caz-ı manevisinin numuneleridir. Ve onlardaki tevafukat-ı gaybiye o i’caz-ı manevisinin tecessüm etmiş bir nakşıdır denilebilir. Çünkü o

3 hakaikın mevzuniyeti ve intizamı ve güzelliğidir ki öyle muntazam üslûb libasını giyer çıkar. (A.S.M.) Üçüncü mes’ele: Kaç sene evvel Mu’cizat-ı Ahmediye içindeki i’caz-ı Kur’ânı beyanda aklı gözüne inmiş tabakasına karşı göz ile görünecek bir nakş-ı i’cazı kalb aradı. O zaman berk-i hatif gibi bir sahife-i Kur’âniyede mükerreren lafzullah muntazam bir kavs suretinde göründü. O cihette lafzullahtaki müteaddit emarat-ı i’caziyeyi yazmak lazım iken bana unutturuldu. Yüzüm başka cihetlere çevrildi. Karşı karşıya ve bir sayfa arkasındaki sayfalarda böyle lafzullah’ın tekraratı manidar bir nisbet-i adediye ile göründü. Hem bazı kelimat-ı Kur’âniyenin yaprakları arasında birbirine bakması ve muvazi gelmesi gibi birkaç cüz’iyata işaret edildi. Halbuki o cüz’iyat o mes’eleye hiçbir cihetle kafi gelmiyordu. Bir zaman sonra lafz-ı Kur’ân ile lafz-ı Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmda tevafukat-ı gaybiye tabir ettiğimiz bir vaziyet-i harikulade gördük. İ’caz-ı Kur’âna aid Yirmibeşinci Söz olan risalede Kur’ân lafzı o işareti verdi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın (A.S.M.) mu’cizatında Resul-i Ekrem kelimesi aynen o işareti verdi. İman-ı billah’a dair olan sair müteaddit risalelerde lafzullah o işareti vermedi. Çünkü lafzullah nadir zikrediliyordu. Onun yerinde Cenab-ı Hak kelimesi Sâni'-i Hakîm, Hâlık-ı Rahim gibi sair esma-i hüsna ile tabir edilmiş. Lafzullah o erkan-ı imaniyenin en a’zamı olan iman-ı billah risalelerin içinde en (A.S.M.) çoğuna en mühimlerine sahib olduğu halde i’caz-ı Ahmediye ile i’caz-ı Kur’âniyenin işaretleri gibi parlak işaret vermemesi şimdi katiyen gördük ki o işaret ise Kur’ân-ı Azîmüşşan o kadar parlak göstermiştir ki hiçbir cihette ihtiyaç kalmamış ki başka yerde tezahür için cilvesi görünsün. Evet Kur’ân-ı Azîmüşşanda lafzullah çok nurani ve kesretle çok manidar ve ‫ سبحان ال مل‬kalb derk vüsatle çok nükteler var. Ve hikmetle tekrar edilmiş ki akıl anlasa ‫له‬

‫ بار ال مل‬göz görse ‫ ماشاء الملله‬diyecektir. Amma lafz-ı Kur’ân ve lafz-ı Resul-i etse ‫له‬ Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ise Kur’ânda pek azdır. Ve o kısımda tevafuktan ziyade başka sırlara medardırlar. Onun için kanaatimiz geldi ki Kur’ândan tereşşuh eden ve Kur’ândan gelen risalelerde lafz-ı Kur’ân ve lafz-ı Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o işarete Kur’ân hesabına mazhar edildi. Ve lafzullah Kur’ân merkezinde bırakıldı. Dördüncü mes’ele: Bu hafız Osman hattıyla yazılan aynı Kur’ânı tedkik ettik. Başta lafzullah olarak gâyet manidar tevafukat-ı gaybiyeyi gördük. Ben kendi Kur’ânımda o tevafukata birer birer işaret koydum. Dikkat ettik ki satırlar ve âyetler ortasındaki fasılalar intizamsız olduğu için tevafukatı kısmen bozulmuş. Onunla beraber bize kanaat geldi ki tevafuk matlubdur. Çünkü tekrar eden kelimat üstünde tekerrürden gelen kusuru izale edecek bir zinet ve bir güzelliktir. Ve anladık ki sayfa ve satırları değiştirmemekle beraber tekellüfsüz o tevafukat-ı matlube bir derece gösterilebilir. Ve onu göstermekle hatt-ı Kur’âniye bir zevk bir şevk uyandıracak. Ve göz ile görünecek on emarat-ı i’caziyeden bir emareyi izhar etmek niyetiyle hizmet-i Kur’ândaki arkadaşlarımı meşveret ve muavenete davet ederek bu mes’eleyi nazarlarına arz ediyorum. (Hâşiye) Beşinci mes’ele: Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyanda tevafukatın enva’ı var. Tevafukatı nakş-ı lafzîden başka tevafukat-ı maneviyesi var. Hem çok manidar ve çok vardır. Tevafukatı lafzîyesi ise üç tarzdadır. Biri bir tek sayfada, ikincisi karşıki sayfada, üçüncüsü yapraklar arasında bir tevafuktur. Birinci tarzı, Kur’ânın i’caz-ı manevisinin ünvanları olan risalelerde cilvesi in’ikas etmiş görünüyor. İkinci kısım bir zat-ı mübarekin yazdığı bir Kur’ânı gördüm ki karşı karşıya olan sahifelerin tevafukatı kırmızı hatla gösterilmiş. Demek o nevden bir derece beyan edilmiş.

(Hâşiye)

Tevafukat ise ittifaka işarettir. İttifak ise ittihada emaredir. İttihad ise vahdete alamettir. Vahdet ise tevhidi gösterir. Tevhid ise Kur’ânın dört esasından en büyük esasıdır.

4

Üçüncü tarz ise Kur’ân kelam-ı Ezeli olduğundan ve kelime-i vahid hükmünde bulunduğundan ve ayatı birbirine bakmasından ve birbirini tefsir etmesinden anlaşılıyor ki bir sahifede kelimeler birbirine baktığı ve bir intizam-ı tevafukkarane gösterdiği gibi Kur’ânın mecmuunda aynı hal vardır. Filcümle bazı numunelerini ve tereşşühatını gördük ve bize kanaat-i kat’iye verdi ki: o tereşşühatın safi bir menbaı var. Mesela iki gün evvel Sure-i nahl ve Sure-i İsra’yı okudum. Sure-i İsrada ikiyüzseksen beşinci sahifede üç Kur’ân kelimesi gördüm. İkisi tam muvazi birbirine bakar: üçüncüsü terazinin iki dili gibi üstünde ve satırın başında durmuş. Merak ettim tevafuk matlub iken neden bu dil nizama girmemiş. Birden hatıra geldi ki şuradaki Kur’ân kelimelerinin vazifeleri yalnız bu sahifede değil. Güzellikleri ve nizamları başka sahifelere de bakabilir. Baktım ki başta ve dördüncü satırdaki Kur’ân kelimesi üç sahife sonra ‫جرم‬ ْ‫ن ال ح ف‬ ْ‫ن ال ح ف‬ ‫ف ح‬ ْ‫ وفْققحرا م ف‬kelimesine bakmakla beraber o ‫جرم‬ ‫ف ح‬ ْ‫ققحرا م ف‬ arkasındaki

ْ‫حفى هم ف‬ ‫ن‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫قحرا م م‬

kelimesinin zahr ve batnı hükmüne geçip kağıt bıçakla kesilip

ْ‫ا م ف‬ ‫ن‬ ‫ت ال ح ق‬ ْ‫قققحرا م ف‬ ْ‫ذاقفْفْرا ح ف‬ ْ‫ففْا م ف‬ kelimesine baktım yani sekiz (8) sahife yukarıda Sure-i Nahl’de aynen ‫ن‬ ‫ت ال ح ق‬ ْ‫قحرا م ف‬ ْ‫ذاقفْفْرا ح ف‬ ‫ست فْعمذ ح مبالل ملهم‬ ْ‫ا فْل ح ف‬ ‫ فْفا ح‬gördüm. Aynı satır aynı vaziyet pek manidar bir tarzda gördüm ‫ه‬ ‫مد قل مل مل ق‬ ‫ح ح‬ anladım ‫ه‬ ‫ فْبافْر الل مل ق‬ne kadar güzel ‫ ماشاء الملله‬ne kadar latif vazifeleri var dedim. çıkarılsa iki gözlü bir kelime olur. Sonra muvazeneden çıkan

Altıncı mesele: Kur’ân-ı Hakim’in i’cazının enva’larının perde altında kalması ve bilhassa gözle görünecek nev’i her kese görünmesi lazım gelirken gizli kalması ve ileri gitmemesi beş sebeb ve hikmetten ileri geliyor. [Birinci sebeb] Din ve iman ve teklif bir tecrübe-i İlahiye ve bir imtihan-ı Rabbani’dir ki: ervah-ı aliyeyi ervah-ı safileden, ulvi fıtratları süfli fıtratlardan ve yüksek isti’datları bozuk isti’datlardan tefrik ve terbiye etmek için bir musabakadır. Perdeli ve nazari bir surette kalmak içindir ki: o i’cazlar perdeli kalmışlar. Yoksa her kes gözüyle görse idi imanı kazanmaktaki müsabaka ve mücahede-i maneviye zenbereği dururdu. Terakkiyat olamazdı Ebu Cehil de Ebu Bekir Sıddık (r.a.) gibi tasdik edecekti. Onun için Kur’ân-ı Hakîm akla kapı açar haydi git bul diyor. Fakat aklın elindeki ihtiyarı almıyor. İster istemez mecbur etmiyor. [İkinci sebeb] Umum mu’cizat için değil yalnız şimdiki mes’elemize taalluk eden ikiyüz eczadan bir cüz’ü olan ve san’at-ı bediiyede dahil olan lafzî tevafukatı ileri sürmemesi ve gizli kalmasının bir sebebi şudur ki: Kur’ân-ı Hakîm bir maide-i semaviyedir. Ruhların gıdalarını kulub ve ukulun erzaklarını cami’dir. O gıdaların kabları ve zarfları hükmünde olan elfazdaki zinet ve san’ata nazar-ı dikkati celb etmek o hakaike karşı bir gaflet perdesi olur. Onun içindir ki Kur’ân-ı Hakîm lafz ve fenn-i bedia aid mezayayı idame ettirmiyor. Kafiyeyi değiştirir, sun’u fıtrî bir tarzda bırakıyor. Kasdı işmam edecek ve nazar-ı dikkati celb edecek bir tarz vermiyor. Ta manadan zihni müşevveş etmesin ve hayal dahi kalbi aldatmasın. Evet ulema ilm-i belagatın mabeyninde en kuvvetli kaidelerinin ve düstur-ı esasilerinin biri şudur ki: fenn-i maanî ve fenn-i beyana aid mezaya ve nükteler kasdî olmamalı, irade ile emare üstünde bulunmamalı, ta belagat üstünde bulunsun. Fenni bedia aid olan ecnaslar ve san’at-ı lafziye gibi fenn-i bedi’ nakışları şart-ı makbuliyeti adem-i kasttır. Yani fıtrî bir tarzda olmalı, yoksa tasannu’ ve tasalluf ve tekellüf olur. Belagati kırar. İşte bu düstura binaendir ki şu belagatte derece-i i’caz sahibi olan Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyan san’at-ı bediiyede fıtrî bir tarzda gidiyor. Manadan zihni çevirecek bir surette musırrane idame etmiyor. Şu tevafukat ise o da fenn-i bedia aid bir san’at-ı lafziye hükmüne geçtiği için Kur’ân-ı Hakîm lafzullah müstesna olarak sair tevafukatta çok ileri gitmemiş, fıtrî ve manidar bir tarzda bırakmış. Lafzullah’ın ise birkaç cihette aynı belagat ve mahz-ı hikmet bir surette sırlara cami’ vaziyetleri var. Üçüncü sebeb: Gözle görünecek lafzî nakşî mezayalar mananın hüsnünden ve cemalinden ve intizamından ileri gelmezse kabil-i taklittir. Kolayca onun naziri kasden yapılabilir. Halbuki i’caz taklit edilmeyecek bir tarzda olacak. Hatta bu tevafukat-ı gaybiye

5 tabir ettiğimiz san’at-ı bedia i’cazın ecza-yı hakikiyesinden değil. Belki bir nev’ i’cazın vazifesini gördüğü için i’cazın eczası içine dahil olmuştur. Çünkü i’caz gösteriyor ki Kur’ân Kelamullah’tır. Beşerin kelamı değildir. Şu tevafukat-ı gaybiye dahi madem tesadüf işi olamıyor ve fikr-i beşerin düşünüşü değildir. O da delalet eder ki o kelam gaybtandır beşerin sözü değildir. Eğer tevafukata kast girse delalet-i hassası gaib olur. İşte bu sırra binaendir ki risalelerde Kur’ânın fıtrî ulvî tevafukatından in’ikas eden cilvelerini üç dört sene sonra gördük ve hiçbir kasıt ve şuurumuz taalluk etmediğine kanaatimiz geldikten sonra onu Kur’ânın bir keramet-i i’caziyesi diye ilan ettik. Ve kanaatimiz geldi ki Kur’ân-ı Hakîm kendi i’caz-ı manevisinin tercümanları ve ünvanları olan risaleleri o keramet-i i’caziyeye mazhar etmiş. Adeta tevkil etmiş. Bilhassa Kur’ânda az tekerrür eden lafz-ı Kur’ân ile lafz Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ayineleri olan sözlerde tevafukat-ı gaybiyeye mazhar etmiş ve kendi merkezinde lafzullah bir çok esrar-ı i’caziye ile beraber o tevafukatı göstermiş. Biz de inşaallah lafzullahın tevafukatı göze görünecek bir tarzda yazacağız. Sair tevafukata kısmen işaret edeceğiz. Dördüncü sebeb: Kur’ân-ı Hakîm madem umum beşerin umum tabakatının mürşidi ve muallimidir. Ve küçük bir kutudan ta büyük bir sandığa kadar ayrı ayrı şekillerde yazılıyor. Elbette bir kayıt altına alınmayacaktır. Eğer tevafukat bir esas-ı mühim tutulsa idi o tevafukatı muhafaza ettirmek için bir tarz-ı hat kayıt altına alınması lazım gelirdi. Binler cilveleri muhtelif muzaaf Suretinde gaib olurdu. Beşinci sebeb şudur ki tevafukat müteşabih olur. İltibasa sebebtir. Hıfzı işkâl eder. Halbuki Kur’ânın hıfzı ehemmiyetle matlubtur. Onun için bu nev’ tevafukatı çok ileri sürmemiş. Yedinci mes’ele: Kur’ân-ı Hakîm’i yeni bir tarzda yazmaktaki niyetimin sebebleri üçtür. [Birincisi] Hutut-ı Kur’âniyenin muhafazasına hizmettir. Çünkü gördüm ki sözlerde tevafukatın zuhuruyla fütura düşen müstensihlerin şevkini yeniledi. Gayrete geldiler. Yeni bir heves uyandı. Kendine yazanlar tekrar yazmağa başladı. Hem yüzler âdemlerin sözlere ve dolayısıyla hakaik-i Kur’âniyeye karşı imanları kuvvetlendi. Hatta bir kısım dinsizler dahi o tavafukatı görüp inkar edemedikleri için ikrara mecbur oldular. Hatta bunlardan birisi demiş: Bunları ikrar etmem fakat inkar da edemem. Çünkü gözümle görüyorum demiş. Madem Kur’ânın ayineleri olan sözlerde bu hal iki mühim faideyi veriyor. O iki faideyi vermesiyle emniyetimiz geldi ki bir inâyet-i İlahiyedir. Ve içinde bir işaret var. O ayinelerdeki cilveler Kur’ânın malı olduğu gibi ve Kur’ândan geldiğini ve Kur’ânın hesabına geçtiğini ve hakaikınin güzelliğinin namına bulunduğunu göstermek için o tevafukatın menba-ı nuranisinin bir kısmını göstermek suretinde mevcut ve matbu’ Hafız Osman hattıyla Kur’ânın sahife ve satırlarını muhafaza etmek şartıyla yeni bir Kur’ânı yazdırmayı niyet ettik. Evet Hafız Osman hattıyla matbu’ Kur’ânda ne gibi mezaya görünse kâtiblerin ve müstensihlerin hüneri olamaz. Doğrudan doğruya Kur’ânın mezayasıdır. Çünkü en büyük âyet olan âyet-i Müdayene o mushafın sahifelerinde vahid-i kıyas ittihaz edilip ona göre sahifeler taayyün etmiş. Ve onlarda çok mezaya tezahür etmiş. Ezcümle bütün sahaifin ahirinde güzel ve muvafık hatimeler ile âyet tamam oluyor. Hem o mushafın satırları için vahid-i kıyas en kısa Sure olan Sure-i Kevser ile Sure-i İhlas esas tutulmuş. Madem Kur’ânın âyet ve suresinin mikyasıyla olmuştur. O hatta ne kadar mezaya varsa doğrudan doğruya Kur’âna aidtir. [İkinci sebeb] Kur’ân-ı Hakîmin meani ve hakaikınde esrar ve işaratında olduğu gibi elfaz ve hurufunda dahi çok esrar ve mezaya bulunduğuna bir zemin ihzar etmek için lafzullahın binde bir sırrına işaret edecek bir tarzı yazmak ve bizden sonra gelenler inşâallah daha büyük esrarları o anahtarla açacak temennisidir. Ve nazar-ı dikkati Kuran’ın hattına çevirmek ve hakaikıne ehemmiyetle baktırmak niyetidir. [Üçüncü sebeb] ‫ه‬ ْ‫ ا فْل ح ف‬Kur’ân-ı Hakîm’in dersiyle, irşadıyla, ilhamıyla, ‫مقد قل مل مل ق‬ ‫ح ح‬ feyziyle ve yalnız onun talimiyle ve imlasıyla yazılan altmış risaleyi menba’-ı aslîsine rabtedip ve onlar kimin malı olduğunu ve neye hizmet ettiklerini ve neyin bürhanları

6 olduklarını ve onların mezayaları nereden geldiklerini göstermek için öyle bir Kur’ân yazıp hâşiyelerinde âyetlerin hakaikleri hangi risalelerde beyan edildiğini şifre nev’inde rakamlarla işaret etmek adeta hâşiyesinde dilsiz bir tefsir şifreli bir şerh rakamlı bir hâşiye-i sükut ile bir beyanı yazmak ve o Sözler kataratını o denize dökmek azmidir. Ve Sözler vasıtasıyla harekete gelen enzarı Kur’âna çevirmektir. [Sekizinci mes’ele] Şu mes’ele-i mühimme benim gibi müşevveş, perişan, hastalıklı, kalemsiz, yarım ümmi bir âdemin işi olamaz. Benim kahraman arkadaşlarım ve hizmet-i Kur’ânda azimkar kardeşlarım bana nurani kalemleriyle ve münevver kalbleriyle yardım etmeli ve fikirlerini de bu husus hakkında bildirmeli. Mes’ele şimdi pek uzun olmamak için yalnız mushafı üç nev’ mürekkeble, lafzullah kırmızı sair tevafukat başka renkli mürekkeble âyetleri siyah mürekkeble yazdırmak emelindeyim. Lafzullahdaki tevafukata kendi Kur’ânımda işaretler yapmışım. Benim şu nüsha-i Kur’âniyemin matbaası nev’inden birkaç nüsha daha lazımdır ki aynen onlara da işaret yapılsın. Birisi Isparta’da birisi Atabeyde birisi İslam karyesinde ikisi de benim bulunduğum yerde lazımdır ki ona göre her bir müstensihe üçer cüz’ verilip yazılacaktır. Lafzullahın tam tevafukatına işaret koymuşum. Müstesna kalanlar ise bir kısmının başka vazifeleri olduğu için tevafuka girmiyor. Çünkü başka yere bakıyor veyahut o kelimatın mecmuundan manidar bir kelime çıktığından yeri değiştirilmiyor. Ve bir kısmı ise matbaanın ve müstensihin satırlarda ve âyetlerin fasılalarında intizamsızlığından ve bu tevafukatı his edememesinden mevcut tevafuku bozmuşlar. Öyleler ise sıraya girmeli. Hatta mümkün ise sahifede iki veya üç sıra ile muvazene takip edilsin. Hem lafzullah’ın tekrarındaki nisbet-i adediyesi pek hayret verici bir tarzda ezcümle Sure-i El Bakarada lafzullah ikiyüzsekseniki (282), âyetler ikiyüzseksenaltıdır (286). Dört adet farkları var. Dört yerde lafzullah yerinde ‫ هو‬vardır. Demek lafzullah’ın adedi âyetleriyle tevafuk ediyor. Hem Sure-i Al-i İmran’da lafzullah ikiyüzdokuzdur (209). Âyetleri ikiyüzdür (200). Demek âyetten dokuz fazla kalır. El Bakaradaki noksanı tekmil eder. İki surenin âyetleriyle lafzullah’ın adedi tam tevafuktadır. Zehraveyn nam-ı âlisiyle tabir edilen iki sure-i muazzamada lafzullah’ın tekrar ve tevafuku azim bir nükteyi gösterir. Sûre-i En’amın âyetleri yüzaltmış (160), lafzullah seksenüç (83). Demek nısfiyet nisbetle bir tevafuktur. Nısfiyetle bir münasebet-i adediyedir. Ve hakeza. Buna benzer çok manidar sırlar lafzullah’ın tekrarında vardır. Mesela Sure-i Nisa’, Maide, En’am âyetlerinin mecmuu dörtyüzellialtı 456) lafzullah da dörtyüzelliiki (452) olduğundan makamat-ı hitabiyede tam tevafuk ve o tevafukta mühim bir nükte-i i’caziyedir. Hem Mekkî olan Sure-i En’am’ın âyeti yüzaltmıştır (160). Lafzullah’ın tekerrürü onun yarısı olarak güzel manidar bir nisbet-i adediyeyi ve tevafuku gösterir. Ve lafzullahın tekrarında pek çok daha bunlar gibi i’cazî nükteler vardır. Hem bir sahifede tekrar eden lafzullah karşıki sahifesine veyahut arka sahifesine veyahut daha arka sahifesine tevafuka nisbet-i adediye cihetinde tevafuku çok manidardır. Bazen misil bazen nısfî olur. Nadiren sülüs nisbetle bakıyor. Hem buna dair kendi nüshamda işaretler yapmışım. Hem lafzullah her sahifede ekseriyetle ya beş ya altı ya yedi ya dokuz ya on bir adette gâyet manidar olarak tekrar ediyor. Hususen Medine’de nazil olan surelerde daha kesretle ve manidar bir tarzda nazar-ı dikkati kendine celb eder. Çok şua-ı i’cazı taşıyan âyetin fezlekelerinde ve hatimelerinde parlıyorlar. Yirmi beşinci sözün üçüncü şu’lesinde o fezlekelerin on adet lemeat-ı i’caziyesine işaret edilmişler. [Mühim bir mes’ele-i Kur’âniye ve üslûb-ı Kur’âniyenin tenevvüündeki hikmetli bir nükte] Ben bir zaman Kur’ân okuduğum vakit Mekkî Sureler bana çok kuvvetli îcazlı ve i’cazlı geliyordu. Medine sureleri okuduğum vakit bana çok izahlı, vüs’atli ve tafsilli geliyordu. Hayret ediyordum. Hem bakıyordum ki Mekkî’lerde ekseriyetle lafzullah az tekerrür ediyor, onun yerinde Rab, Rahman isimleri zikrediliyor. Kur’ânın irşadıyla ve dersiyle anladım ki Mekkî sureler bidâyet-i vahiyde ve saff-ı evvel muhatabları ve muarızları ümmi müşrikler olduğu ve en ziyade erkan-ı imaniyenin isbatına dair geldikleri için elbette îcazlı olacaklar. Ta ki mebde-i vahiyde o ağır halet-i kudsiyeye mazhar olan Resul-i Ekrem

7 Aleyhissalâtü Vesselâm tahammül edip zabt etsin. Hem gâyet ulvî ve kuvvetli bir tarzda vahdaniyeti ispat edecek. Müşriklerin şirk sebebiyle Allah’ı tanımadıkları için Allah icraat-ı rububiyeti ile ve niam-ı rahmaniyesiyle kendini onlara bildirmek için ekseriyetle Rab, Rahman lafzının zikri daha ziyade mutabık-ı mukteza-yı hal olarak belagat-ı Kur’âniye iktiza etmiştir. Amma Medine’de nazil olan sureler ise çünkü Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselam gittikçe tekemmül etmiş, hitabat-ı ezeliyeye mazhariyete tahammüle alışmış ve müşriklere bildirmiş ki sizi terbiye eden Rabbiniz ve sizi nimetleriyle besleyen Rahman-ür Rahim ise Allah’tır. Hem Medine’de en ziyade muhatap ve muarız Allah’ı tanıyan ehl-i kitap olduklarından hem erkan-ı imaniye süver-i Mekki’ye ile ispat edildiğinden ve ihtiyaç ise füruata ve sair hakaike daha ziyade göründüğünden elbette ekseriyet itibariyle Medine surelerinde daha ziyade lafzullah cilveger olup tekerrür edecek ve îcazlı icmalin cemalinden vüzuhlu tafsilli hüsnüne mazhar olacak ve usûl-id dinin erkanıyla beraber füruat-ı şeriatı ve sair hayat-ı ictimaiyeyi terbiye eden tafsilli kudsi düsturların beyanı o Medine Surelerinde daha ziyade görünecektir. [Dokuzuncu Mes’ele] Ey ihvan madem Cenab-ı Hak kemal-i rahmetiyle bizi Kur’ân-ı Hakîm’e hizmetkar kabul ettiğini gösterir bir tarzda bizi muvaffak ediyor. Biz de merhametine ve inâyet ve tevfikine istinat edip o merkez-i nuraninin etrafında mütesanid bir daire-i muhita olmaya çalışmalıyız. Ve hatt-ı Kur’ânın ref’ine çalışanları susturmalıyız. Ve Kur’ânı unutturmaya niyet edenlerin niyetlerini onlara unutturmalıyız. Evvela: Her birimiz evladı varsa lâakal bir veledini yoksa müsteid başka bir çocuğa Kur’ânı öğretmeliyiz. Kendi öğretmese de öğretmek için himaye ve teşvik vasıtasıyla birisini yetiştirmeliyiz. Saniyen: Kardeşlerimizde Arabî hattı varsa çok güzel olmak şart değil tayin ettiğimiz tarzda bir iki cüzü yazmaya gayret etmek Arabî hattı olmayanlar onlara yani o yazanlara ciddi muavenet etmek lazım gelir. Salisen: Bize fikirleriyle kalemleriyle yardım etsinler. Buldukları mezayayı Kur’âniyeyi bize bildirsinler. Çünkü umum ihvan namına bu mühim mes’ele ortaya konuluyor. Bir iki şahsın haddi değil bunu çevirebilsin. Hem selef-i salihîn Kur’ânın hâşiyelerinde hiçbir şeyin konulmasına müsaade etmiyordular. Sonra müteahhirin ulema Kur’âna aid bazı şeylerin hâşiye yerinde yazılmasına fetva verdiler. Sonra da muhtasar tefsir Arapça olsun Türkçe olsun Kur’ânın sahifesinin etrafında yazılmasını da kabul ettiler. Ben seleflerin ictinabından korkuyorum. Cesaret edemiyorum. Sizin reyiniz inzimam ederse Kur’ânın İ’caz-ı zahir ve manevisine medar bazı işaretlerle hâşiyesinde her hangi risalede izah ve ispat edildiğine işaret olunacaktır.

ْ‫مت فْفْنا ا من ر ف‬ ْ‫حان فْ ف‬ ‫م‬ ‫ك ل فْ م‬ ْ‫م ال ح ف‬ ْ‫سب ح ف‬ ‫ق‬ ‫ححكي ق‬ ‫ت ال حعفْحلي ق‬ ْ‫ك ا فْن ح ف‬ ‫ماع فْل ر ح‬ ْ‫مل فْفْنا ا مل ر ف‬ ْ‫عل ح ف‬ ْ‫ف‬ ‫ح‬ ‫ح‬ ‫م‬ ‫ل‬ ْ‫ححبيب مكف‬ ْ‫ف‬ ْ‫ف‬ ‫ص ل‬ ‫س م‬ ْ‫مك الع حظم م وفْ ف‬ ْ‫م ف‬ ‫مظهفْرم ا ح‬ ْ‫م ع فْلى ف‬ ْ‫ل وفْ ف‬ ْ‫مد د ف‬ ‫ح ر‬ ‫سي لد مفْنا ق‬ ‫سل ح‬ ‫فْالل ملهق ر‬ ْ‫م ف‬ ‫احل فْك حفْرم م وفْع فْملى ا مل محه‬ ‫محعين‬ ‫حب محه ا فْ ح‬ ‫ص ح‬ ْ‫ج ف‬ ْ‫وفْ ف‬

[Yirmi Dokuzuncu Mektubun Dördüncü Kısmı] Bu kısım üç nüktedir. Lafzullah’da ve lafz-ı Kur’ânda ve lafz-ı Resul’deki yüzer i’cazî nüktelerinden üç nükte beyan edilecektir. [Tenbih] Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın en ziyade münteşir nüshalarının sahifeleri en uzun âyet olan âyet-i müdayene vahid-i kıyas olmuştur. Ve o ölçüye binaen sahifeler tanzim edilmiş. Ve satırlar için vahid-i kıyas ve mikyas ve ölçü sure-i İhlas olmuştur. Onun için bu kısım mushaflarda tezahür eden meziyetler ve mehasin doğrudan doğruya Kur’ânın i’cazına aidtir. Ve Kur’ânın malıdır. Bu mehasinin enva’ı çoktur bir nev’ tevafukattır. Tevafukatın da enva’ı çoktur. Bir sahife içindeki tevafukat ve karşı karşıdaki sahifelerdeki tevafukat ve

8 mecmu’-ı Kur’ândaki tevafukattır. Bunların da hem manevi hem lafzî hem hükmî aksamları var. Bir çok enva’ından ve çok efradından yalnız bir sahifedeki tevafukatı tafsilen yeni bir Kur’ânı yazdırmakla göstereceğiz. Sair enva’a icmali işaretler edeceğiz ve tevafukat-ı gaybiyeye mazhar mu’cizekâr ve parlak ve şüphesiz olarak ikibinsekizyüzaltı (2806) lafz-ı Celâl’deki tevafukat harikadır. Ve o tevafukat ile beraber âyetlerin münasebet-i adediyesi bazen surenin âyetleriyle bazen bir sahife karşıki veya arkadaki sahifenin adediyle manidar ve medar-ı dikkat nisbet-i adediyeyi gösteriyor. Lafz-ı Celâl’den sonra lafz-ı Kur’ân ve lafz-ı Resul’deki mu’cizane ve harika tevafukattır. Bu tevafukatın bir sahifedeki nev’i ise tevafukatı Kur’âniyenin tefsiri olan Risalet-ün Nur’da zahiren görülmüş. Ve gözlere de gösterilmiştir. Ve mecmu-ı Kur’ân tevafukat-ı acibesi iki üç nükte ile bir derece beyan edeceğiz. [Birinci nükte] Kur’ândaki Kur’ân kelimesinin pek çok sırlarından bir sırrı şudur ki: Latif bir tevafuktur ki Kur’ândaki Kur’ân tevafukatı mu’cize-i Mi’raca işaret eder sure-i İsra’da ve Şakk-ı Kameri beyan eden sure-i Kamer’de o silsile-i tevafukatın altısından dört silsilesinin esaslarını buldum. Resul-i Ekrem Aleyhissalât’ü Vesselâm’ın en büyük mu’cizesi Kur’ân ve Mi’rac ve Şakk-ı Kamer olduğundan, Mi’rac Şakk-ı Kamer ortasında sırr-ı cilve-i i’cazı lafz-ı Kur’ân ile bana ihsas etti. O üç mu’cize-i azime birbirine merbut olduğunu bir hatıra verdi. Kur’ânda altmışdokuz (69) Kur’ân kelimesi gördük. Altmışyedi (67) tam ve manidar tevafuktadır. İkisi Sure-i Kıyame’de iki Kur’ân lafzı kıraat manasında olduğundan tevafuka girmemişler. Bu adem-i tevafuk manidar bir işarettir. Ve bir tevafuktur. Benim matbu nüsha-i Kur’ânım Kur’ânın hatt-ı hakikisine yakın olduğunu anlıyoruz. Başka nüshalarda gördüğümüz tevafukat tam görülmezse o nüshalar müstensih ve matbaanın kusuruyla hatt-ı hakikiden uzaklaşmışlar ki matlub tevafuku görmemişler. Kur’ân kelimesi sözlerde bir keramet-i i’caziye-i basariye gösterdiği gibi Kur’ân-ı Azîmüşşan’da dahi keramet değil ayn-ı bir şu’le-i i’caziyeyi göstermeğe dair bir nüktedir. Sözlerde bir sahifedeki tevafukat suretinde kendini göstermiş. Kur’ân ise mecmu’-ı Kur’ân bir sahife-i vahide hükmünde öyle harika bir tevafuku var. Zerre miktar insafı olan dikkat etse itiraf edecek ki bu sun’-ı beşer olamaz ve tesadüfün işi değildir. Şöyle ki: Sure-i İsra’da bir sahifede üç Kur’ân kelimesi var. Biri dördüncü satırda ikincisi onbirinci satırda üçüncüsü sekizinci satırda. Birinci ile ikinci tam muvazi, terazinin iki gözü gibi üçüncüsü satır nihâyetinde terazinin dili mesabesinde vaziyet almış. Her birisi bir silsile-i tevafukat teşkil ediyor. ْ‫صررفحفْناحفى هم ف‬ [Birinci Silsile] Sahife ikiyüzseksenbeş (285) ‫روا‬ ‫ذاال ح ق‬ ْ‫وفْل فْ ف‬ ْ‫قد ح ف‬ ‫ن ل مي فْذ رك ر ق‬ ‫قحرا م م‬ âyeti sahife ikiyüzseksendokuz (289) daki

‫ن‬ ْ‫ن ال ح ف‬ ْ‫ن ققحرا م ف‬ ‫جرم ا م ر‬ ‫ف ح‬ ْ‫ل وفْققحرا م ف‬ ْ‫ا مملى غ فْ ف‬ ‫ق ال ري ح م‬ ‫س م‬

ْ‫جرم ف‬ ‫م ح‬ ‫دا‬ ْ‫ ال ح ف‬âyetine bakar. Bununla beraber sahife ikiyüzdoksan (290) da ‫شقهو د‬ ْ‫كا ف‬ ‫ف ح‬ ْ‫ن ف‬ ‫ن ك قققق ل‬ ْ‫س حفىهمققق ف‬ ‫ل‬ ‫ذاال ح ق‬ ْ‫ وفْل فْ ف‬âyetine bakar. Sahife ‫ن م‬ ْ‫ل ف‬ ْ‫قد ح ف‬ ‫مث فْققق د‬ ‫مققق ح‬ ‫قحرا م م‬ ‫صقققررفحفْنا مللن رقققا م‬ beşyüzonyedide (517) ‫جيد م‬ ٓ âyetine bakar gider. Sahife beşyüzyirmidokuz ‫مح‬ ْ‫ن ال ح ف‬ ‫ق فْوال حققحرا م م‬ ‫م‬ ‫ن مللذ لك حرم ففْهفْ ح‬ (529) da ‫مد رك مرد‬ ‫سحرفْنا ال ح ق‬ ْ‫ وفْل فْ ف‬âyetine bakar. Sahife (571) ‫ل م‬ ْ‫قحرا ف‬ ‫قد حي فْ ر‬ ‫ن ق‬ ‫م ح‬ ْ‫ف‬ ‫ب فْ ح‬ ‫جدبا‬ ‫س م‬ ْ‫معحفْناققحرا مدنا ع فْ ف‬ ‫ل هقوفْ ققققحرا م د‬ ْ‫ ا مرنا ف‬âyetine bakar. Sahife (590) ‫ح‬ ْ‫ن ف‬ ‫محجيققد د حفىلققوح د‬ ‫ظ‬ ‫ح ق‬ ‫فو د‬ ‫م ح‬ ْ‫ ف‬âyeti o silsile-i nuraniyeyi çeker, o uzun mesafede birbirine bakar. Sonra yukarı ْ‫ ال ٓمر ت مل ح ف‬âyetine bakar. Sonra tarafında sahife (261) de ‫ن‬ ‫ن ق‬ ‫ك ا مفْيا ق‬ ‫ت ال حك مفْتا م‬ ‫ب وفْ ققحرا م د‬ ‫محبي د‬ sahife ikiyüzelliiki (252) ‫ض‬ ‫وفْل فْوح ا فْ ر‬ ‫ن ققحرا مدنا ق‬ ‫جب فْا ق ا فْوح ققط لعفْ ح‬ ‫ت ب ممهال ح م‬ ‫سي لفْر ح‬ ‫ت ب مققهم احل فْحر ق‬ âyetine bakar. [İkinci Silsile] Yine Sure-i İsra’da sahife ikiyüzseksenbeş (285) de

ْ‫فْرب ر ف‬ ‫فودرا‬ ‫من ق ق‬ ‫ك حفى ال ح ق‬ ْ‫وا ف‬ ‫قحرا من موفْ ح‬ ‫على ا فْد حفْبارمه م ح‬ ‫حد فْهقوفْل ر ح‬

ْ‫وفْا م ف‬ ‫ت‬ ْ‫ذا ذ فْك فْحر ف‬

âyeti yine sahife-i vahit hükmünde olan mecmu’u Kur’ân bir silsile-i Kur’âniye teşkil ediyor. Sahife dörtyüzaltmış (460) da ‫م‬ ‫ن‬ ‫م ي فْت ر ق‬ ْ‫قو ف‬ ‫ج ل فْعفْل رهق ح‬ ‫ ققحرادناع فْفْرب مديا غ فْي حفْر حذىعموفْ د‬âyetine bakar. Yalnız matbaanın kusuru ile şu

‫‪9‬‬

‫س ‪ den bir satır evvel‬ققحرا مدناع فْفْرب مديا‬ ‫وفْل فْ فْ‬ ‫قد ح فْ‬ ‫ضفْرب حفْنامللرنا م‬ ‫ن ق‬ ‫كقققق ل‬ ‫‪ âyetine bakar. Sahife (478) de‬حفىمهقققق فْ‬ ‫ل‬ ‫ن م‬ ‫ل فْ‬ ‫مفْثقققق د‬ ‫مقققق ح‬ ‫ذاال حققحرا م م‬ ‫مقعوال مهم فْ‬ ‫ن‬ ‫ذال ح ق‬ ‫وفْفْقاقلوا ‪ âyetine bakıyor. O da sahife (490) da‬وفْفْقافْلل رحذين فْك فْففْقروال فْت فْ ح‬ ‫س فْ‬ ‫قحرا م م‬ ‫‪ âyetine bakar. Sonra sahife‬ل فْوح ل فْن قلزلفْ هم فْ‬ ‫مفْنال ح فْ‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫ل م‬ ‫ن ع فْملى فْر ق‬ ‫قحرا م ق‬ ‫ج د‬ ‫ن ع فْحظيم د‬ ‫قحري فْت فْي ح م‬ ‫‪(519) da‬‬ ‫‪ âyetine bakar. Sonra sahife (528) de‬ففْذ فْك لحر مبال ح ق‬ ‫ن ي فْ فْ‬ ‫خا ق‬ ‫ف وفْحعيد م‬ ‫ن فْ‬ ‫م ح‬ ‫قحرا م م‬ ‫ن مللذ لك حرم ففْهفْ ح‬ ‫مد رك مرد ‪sekizinci satırda‬‬ ‫سحرفْناال ح ق‬ ‫‪ âyetine bakar. Sonra‬وفْل فْ فْ‬ ‫ل م‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫قد ح ي فْ ر‬ ‫ن ق‬ ‫م ح‬ ‫ن )‪arkada sahife (234‬‬ ‫م ت فْعح م‬ ‫ققلو فْ‬ ‫‪ âyetine bakar. Sahife‬ا مرنا ا فْن حفْزل حفْناه ق ققحرا مدنا ع فْفْرب مديا ل فْعفْل رك ق ح‬ ‫‪ âyetine‬وفْا م فْ‬ ‫‪(175) de‬‬ ‫ن‬ ‫رىال ح ق‬ ‫ه وفْا فْن ح م‬ ‫ست فْ م‬ ‫مققو فْ‬ ‫م ت قحر فْ‬ ‫قحرا م ق‬ ‫ن فْفا ح‬ ‫ح ق‬ ‫صقققتوا ل فْعفْل رك ققق ح‬ ‫مقعوا ل فْ ق‬ ‫ذا قق م‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ح‬ ‫م ‪bakar. Sahife yüzyirmiüç (123) de‬‬ ‫ن ي قن فْرزلق ال ق‬ ‫قحرا ق‬ ‫ن ت قب حد فْلك ق ح‬ ‫‪ âyetine bakar.‬ححي فْ‬ ‫ن ‪[Üçüncü Silsile] Yine Sure-i İsra’da sahife (285) de‬‬ ‫ت ال ح ق‬ ‫قققحرا م فْ‬ ‫وفْا مفْذا قفْققفْرا ح فْ‬ ‫ففْا م فْ‬ ‫سقتودرا‬ ‫خفْرةم م‬ ‫ن ب ما حل م م‬ ‫جعفْل حفْناب فْي حن فْك فْوفْب فْي حفْنال رحذين فْل فْقيو م‬ ‫ح فْ‬ ‫مقنو فْ‬ ‫ذا ‪ âyeti sahife (277) de‬فْ‬ ‫م ح‬ ‫جادبا فْ‬ ‫شي ح فْ‬ ‫ن ال ر‬ ‫قحرا من فْ فْ‬ ‫ت ال ح ق‬ ‫ست فْعمذ ح مبالل ملهم م‬ ‫فا ح‬ ‫‪ âyetine tam manidar baktığı‬قفْفْرا ح فْ‬ ‫طا م‬ ‫م فْ‬ ‫ن الررحجيم م‬ ‫قحر م‬ ‫‪ âyetine bakar. Sahife (508) de‬فْ‬ ‫ان ‪gibi sahife (27) de‬‬ ‫ل حفيمهال ح ق‬ ‫ن ال رحذى ا قن حزم فْ‬ ‫ضا فْ‬ ‫م فْ‬ ‫شهحقرفْر فْ‬ ‫فال قفْها‬ ‫ب ا فْقح فْ‬ ‫‪ âyetine bakar. Sahife (528) de sekizinci‬ا فْففْل فْ ي فْت فْد فْب رقروفْنال ح ق‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ن ا فْ ح‬ ‫م ع فْملى قققلو د‬ ‫ن مللذ لك حرم ففْهفْ ح‬ ‫مد رك مرد ‪satırda‬‬ ‫سحرفْناال ح ق‬ ‫‪ âyetine bakar. Sahife (530) da‬وفْل فْ فْ‬ ‫ل م‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫قد ح ي فْ ر‬ ‫ن ق‬ ‫م ح‬ ‫ن‬ ‫م ال ح ق‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫‪ âyetine bakarlar.‬فْالرر ح‬ ‫ن ع فْل ر فْ‬ ‫ح م‬ ‫م ق‬ ‫‪silsile az bir inhiraf ile yine‬‬

‫)‪[Dördüncü Silsile-i] Nuraniye daha görünüyor o da Sure-i Al-i İmran’da sahife (49‬‬ ‫وفْا من ر فْ‬ ‫ن قفْب ح ق‬ ‫ن‬ ‫س وفْا فْن حفْزلفْال ح ق‬ ‫ك ل فْت قل فْ ر‬ ‫ققى ‪ âyeti sahife (376) da‬م‬ ‫فحرفْقا فْ‬ ‫ل هق د‬ ‫م ح‬ ‫دى مللرنا م‬

‫‪da‬‬

‫ن ‪ âyetine bakar. Sahife (439) da‬ال ح ق‬ ‫س فْوال ح ق‬ ‫ن م‬ ‫ن فْ‬ ‫ن ل فْد ق ح‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ي مقق ٓ‬ ‫م ح‬ ‫قققحرا م م‬ ‫ححكيم د ع فْحليم د‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫م‬ ‫ح‬ ‫ح‬ ‫ل فْوحا فْن حفْزلفْنا هم فْ‬ ‫ححكيم‬ ‫ذاال ق‬ ‫ه ‪ âyetine bakar. Sonra sahife (547) de‬ال فْ‬ ‫ن ع فْلى فْ‬ ‫قحرا فْ‬ ‫ل لفْراي حت فْ ق‬ ‫جب فْ د‬ ‫ما فْ‬ ‫خ ح‬ ‫ن فْ‬ ‫صد ل د‬ ‫ن ‪ âyetine tam muvazi bakar. Sahife (212) de‬فْ‬ ‫ةالل ملهم‬ ‫شي فْ م‬ ‫عا م‬ ‫خا م‬ ‫كا فْ‬ ‫شدعا ق‬ ‫وفْ فْ‬ ‫مت فْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫‪ âyetine tam‬هم فْ‬ ‫صحدي فْ‬ ‫ن يق ح‬ ‫ذا ال ح ق‬ ‫ن ي فْققد فْي حهم‬ ‫فت فْمرى م‬ ‫من ح ق‬ ‫ن ا فْ ح‬ ‫قحرا م ق‬ ‫ن ت فْ ح‬ ‫قال رحذى ب فْي حقق فْ‬ ‫ن الل ملهم وفْل مك م ح‬ ‫دو م‬

‫‪bakarlar.‬‬ ‫‪[Beşinci Silsile] Yine Sure-i İsra’da sahife (289) da‬‬

‫ن‬ ‫ن ال ح ق‬ ‫وفْن قن فْققلزلق م‬ ‫قققحرا م م‬ ‫مقق فْ‬ ‫ن‬ ‫ش فْ‬ ‫م د‬ ‫مو م‬ ‫ماهقوفْ م‬ ‫فاءد وفْفْر ح‬ ‫وفْل فْققوح فْ‬ ‫ة ل مل ح ق‬ ‫ح فْ‬ ‫جعفْل حن فْققاه ق ‪ âyetinden başlar. Sahife (480) de‬فْ‬ ‫محني فْ‬ ‫وفْك فْذ مل م فْ‬ ‫ه‬ ‫ميال فْ فْ‬ ‫ج م‬ ‫ك ‪ âyetine bakarlar. Sonra sahife (482) de‬ققحرا مدناا فْع ح فْ‬ ‫ت ا مفْيات ق ق‬ ‫صل فْ ح‬ ‫قاقلوا ل فْوحل فْفق ل‬ ‫حي حفْنا ا مل فْي ح فْ‬ ‫ك ققحرا مدنا ع فْفْرمبيا‬ ‫سحرفْناال ح ق‬ ‫وفْل فْ فْ‬ ‫ن ‪ âyetine bakar. Sonra sahife (529) da‬ا فْوح فْ‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫قد ح ي فْ ر‬ ‫ن ‪ âyetine bakar. Sahife (27) de‬مللذ لك حرم ففْهفْ ح‬ ‫دى فْوال ح ق‬ ‫ل م‬ ‫ت م‬ ‫وفْب فْي لفْنا د‬ ‫مفْنال حهق م‬ ‫ن ق‬ ‫م ح‬ ‫فحرفْقا م‬ ‫مد رك مرد‬

‫‪âyetine bakarlar.‬‬ ‫‪[Altıncı Silsile] Sure-i Hicr’de sahife (266) da‬‬

‫ع ح‬ ‫ن‬ ‫جعفْقلواال ح ق‬ ‫ن م‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫ضي فْ‬ ‫ا فْل رحذي فْ‬ ‫ن كق ل‬ ‫صررفحفْناحفىهم فْ‬ ‫ل ‪âyeti sahife (299) da‬‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫‪ âyetine bakar.‬وفْل فْ فْ‬ ‫س م‬ ‫ل فْ‬ ‫قد ح فْ‬ ‫مث فْ د‬ ‫م ح‬ ‫قحرا م م‬ ‫ن مللرنا م‬ ‫مل م ق‬ ‫ج ح‬ ‫ن ‪Sahife (319) da‬‬ ‫ل ب مققال ح ق‬ ‫ن م‬ ‫ل ا فْ ح‬ ‫حقق وفْل فْت فْعح فْ‬ ‫ك ال ح فْ‬ ‫ه ال ح فْ‬ ‫ففْت فْفْعافْلى الل مل ق‬ ‫ن قفْب حقق م‬ ‫مقق ح‬ ‫قحرا م م‬ ‫قضى ا مل فْي ح فْ‬ ‫ه وفْقق ح‬ ‫مققا‬ ‫ب زمد ح نن حن‬ ‫فققدرا ‪ âyetine hem sahife (505) de‬ي ق ح‬ ‫ن فْ فْ‬ ‫ى م‬ ‫ل فْر ل‬ ‫ك وفْ ح‬ ‫عل ح د‬ ‫حي ق ق‬ ‫م‬ ‫ح‬ ‫ح‬ ‫م‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫ر‬ ‫ض ع فْلي ح فْ‬ ‫ن‬ ‫مقعوفْنال ق‬ ‫كال ق‬ ‫ن الحذى فْ‬ ‫ست فْ م‬ ‫ن ‪ âyetine hem sahife (395) de‬م‬ ‫قحرا فْ‬ ‫قحرا فْ‬ ‫ام ر‬ ‫ن ي فْ ح‬ ‫مفْنال م‬ ‫ففْر فْ‬ ‫ج ل‬ ‫ه ل فْ ق‬ ‫مفْعاد د‬ ‫قحرا م د‬ ‫ن ‪ âyetine hem sahife (536) da‬ل فْفْراَد قلفْ ا مملى فْ‬ ‫ب فْ‬ ‫ن ك فْحري د‬ ‫ا من ر ق‬ ‫م حفى ك مفْتا د‬ ‫مك حقنو د‬ ‫‪âyetine bakarlar. Hem sahife (287) de‬‬ ‫م‬ ‫مفىققال ح ق‬ ‫ن ون ق فْ‬ ‫ماي فْحزيققد قهق ح‬ ‫م ففْ فْ‬ ‫خققولفقهق ح‬ ‫قحرا م م‬ ‫ن ‪ âyeti sahife (90) da‬ا مل رط قغحفْيادناك حفْبيدرا‬ ‫‪ âyetine hem sahife (573) de‬ا فْففْل فْي فْت فْد فْب رقروفْنال ح ق‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ن ت فْحرحتيل د‬ ‫ل ال ح ق‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫‪ âyetine manidar bakarlar.‬ا فْوحزمد ح ع فْل فْي حهم وفْفْرت ل م‬

‫‪10‬‬

‫قق ح‬ ‫س‬ ‫ن ا ح‬ ‫جت فْ فْ‬ ‫معفْمتاحل من ح ق‬ ‫ل لفْئ م م‬ ‫ل همقق فْ‬ ‫م‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫ن فْ‬ ‫ن بم م‬ ‫ن ي فْا حقتوا ب م م‬ ‫ن ب فْعح ق‬ ‫مث حل مققحه وفْل فْققوح ك فْققا فْ‬ ‫ن ل فْي فْققا حقتو فْ‬ ‫على ا فْ ح‬ ‫ضققهق ح‬ ‫فْوال ح م‬ ‫قحرا م م‬ ‫مث حقق م‬ ‫ج ق‬ ‫م‬ ‫ض ظ فْحهيدرا‬ ‫وفْققحرادنا ففْفْرقحفْناه ق ‪ âyeti karşı sahifenin arkasındaki sahife (292) de‬ل مب فْعح د‬ ‫‪ âyetine bakar. Fakat o aynı satırbaşında, bu nihâyetindedir. Hem sahife (376) da‬ل مت فْ ح‬ ‫قفْرا فْه ق‬ ‫س ت مل ح فْ‬ ‫ن‬ ‫ت ال ح ق‬ ‫ب ق‬ ‫ك ا مفْيا ق‬ ‫ن وفْك مفْتا د‬ ‫‪ âyetine bakar. Hem onunla beraber sahife‬ط م ٓ‬ ‫قحرا م م‬ ‫محبي د‬ ‫ر‬ ‫ن هم فْ‬ ‫م ‪(282) de‬‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ن ل فْ ‪ Hem sahife (209) da‬ا م ر‬ ‫ى ا فْقحوفْ ق‬ ‫فْقافْلل رحذي فْ‬ ‫ن ي فْهححدى ل ملحتى ه م فْ‬ ‫فْ‬ ‫هق فْ‬ ‫ذاَ‬ ‫ت بم ق‬ ‫ن ل م فْ‬ ‫ن غ فْحيقرم م‬ ‫وفْقاو م‬ ‫ققائفْ ن فْ اائ ح م‬ ‫جقو فْ‬ ‫ى ‪ hem sahife (129) da‬ي فْحر ق‬ ‫ققحرا م د‬ ‫ى ا ملق ر‬ ‫حق فْ‬ ‫ن ‪ âyetine tam bakarlar. Hem sahife (452) de‬هم فْ‬ ‫م ب محه‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫ص فْوال ح ق‬ ‫قحرا م ق‬ ‫ن مل قن حذ مفْرك ق ح‬ ‫ٓ‬ ‫قحرا م م‬ ‫سفْر م‬ ‫مات فْي فْ ر‬ ‫فْفاقحفْروا فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ن ‪ âyetine bakar. Sure-i Müzzemmil’de sahife (574) de‬مذىالذ لك حرم‬ ‫‪ âyetine tam‬وفْا م فْ‬ ‫ن‬ ‫ن ‪ âyeti sahife (589) da‬ال ح ق‬ ‫م ال ح ق‬ ‫دو فْ‬ ‫ج ق‬ ‫س ق‬ ‫قحرا م ق‬ ‫ن ل فْي فْ ح‬ ‫رى ع فْل فْي حهم ق‬ ‫قحرا م م‬ ‫ذاقق م‬ ‫مفْناه ق ال ل‬ ‫ن هقوفْ ‪bakar. Hem Sure-i Yasin’de sahife (443) de‬‬ ‫ه ام ح‬ ‫ماي فْن حب فْحغى ل فْ ق‬ ‫شعحفْر وفْ فْ‬ ‫ماع فْل ر ح‬ ‫وفْ فْ‬ ‫م‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫ح‬ ‫ن ن فْرزلفْناع فْلي ح فْ‬ ‫ن‬ ‫كال ق‬ ‫ن ت فْن ححزيل د ‪ âyeti sahife (578) de‬ا مل رذ مك حدر وفْققحرا د‬ ‫قحرا فْ‬ ‫‪ Hem‬ا مرنا ن فْ ح‬ ‫ن ق‬ ‫محبي د‬ ‫ح ق‬ ‫سققفْراَحئي فْ‬ ‫ن هم فْ‬ ‫م حفيققهم ‪sahife (382) de‬‬ ‫ن ي فْ ق‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ام ر‬ ‫ص ع فْملى ب فْح ننى ا م ح‬ ‫ل ا فْك حث فْققفْر ال رققحذىهق ح‬ ‫ق ق‬ ‫‪ âyetine hem sahife‬وفْك فْذ مل م فْ‬ ‫ن‬ ‫خت فْل م ق‬ ‫ك ا فْن حفْزل حفْناه ق ققحرا مدناع فْفْرمبيا ‪ âyeti hem sahife (318) de‬ي فْ ح‬ ‫فو فْ‬ ‫ن ‪(203) de‬‬ ‫ل فْوال ح ق‬ ‫دا ع فْل فْي حهم فْ‬ ‫‪ âyetine bakar. Hem Sure-i‬وفْع ح د‬ ‫قحرا م م‬ ‫حقا مفىالت روحمريةم فْواحل من ححجي م‬ ‫حي حفْنا ا مل فْي ح فْ‬ ‫ك هم فْ‬ ‫ن ‪Yusuf’un başında sahife (234) de‬‬ ‫ذا ال ح ق‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ما ا فْوح فْ‬ ‫‪ âyeti, sahife (358) de‬ب م فْ‬ ‫ن ع فْملى ع فْب حدمحه ل مي فْ ق‬ ‫ن ن فْققحذيدرا‬ ‫‪ âyetine tam bakar.‬ت فْفْبافْركفْ ال رحذىن فْرزلفْ ال ح ق‬ ‫كو فْ‬ ‫فحرفْقا فْ‬ ‫ن ل مل حفْعال فْحمي فْ‬ ‫م ‪Sure-i Hicr’de sahife (265) de‬‬ ‫مفْثاحنى فْوال ح ق‬ ‫‪ âyeti‬وفْل فْ فْ‬ ‫سب حدعا م‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫قد ح ا مت فْي حن فْا فْ فْ‬ ‫ن ال حعفْحظي فْ‬ ‫ن ال ح فْ‬ ‫م فْ‬ ‫م ‪sahife (214) de‬‬ ‫ن م‬ ‫ه م‬ ‫مات فْت حقلوا م‬ ‫مقلو فْ‬ ‫ل ا مل ر ك قن رققاع فْل فْي حك ق ح‬ ‫ن ع فْ فْ‬ ‫ن وفْفْل ت فْعح فْ‬ ‫من ح ق‬ ‫وفْ فْ‬ ‫مقق د‬ ‫مق ح‬ ‫ن ققحرا م د‬ ‫م ح‬ ‫ن ‪ âyetine bakar. Hem sahife (361) de‬ق‬ ‫ذوا هم فْ‬ ‫خ ق‬ ‫دا‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫مى ا قت ر فْ‬ ‫ن قفْوح م‬ ‫شقهو د‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ب ام ر‬ ‫فْيافْر ل‬ ‫جودرا‬ ‫وفْل فْ فْ‬ ‫مه ح ق‬ ‫قد ح فْ‬ ‫س حفى ‪ âyetine tam bakar. Sure-i Rum’da sahife (409) da‬فْ‬ ‫ضفْرب حفْنامللرنا م‬ ‫ن كق ل‬ ‫وفْفْقا فْ‬ ‫ن ‪ âyeti sahife (430) da‬هم فْ‬ ‫ل‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫ن ك فْ فْ‬ ‫ن م‬ ‫ن ن قققو م‬ ‫ل فْ‬ ‫مث فْ د‬ ‫م ح‬ ‫قحرا م م‬ ‫م فْ‬ ‫فقروال فْقق ح‬ ‫ل ال رحذي فْ‬ ‫‪ âyetine bakar. Sure-i Bakara’da sahife (7) de‬ب مهمقق فْ‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫ن ي فْققد فْي حهم‬ ‫ن وفْل فْمبال رققحذى ب فْي حقق فْ‬ ‫قحرا م م‬ ‫ن‬ ‫ن ‪ âyeti sahife (311) de‬فْوال ح ق‬ ‫مققا ا فْن حفْزل حفْناع فْل فْي حك فْققال ح ق‬ ‫دو فْ‬ ‫م ت فْهحت فْ ق‬ ‫فحرفْقا فْ‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ن ل فْعفْل رك ق ح‬ ‫ه فْ‬ ‫ط مقق م‬ ‫ن ‪ âyetine bakar. Hem sahife (508) de‬ل مت فْ ح‬ ‫قى‬ ‫ش م‬ ‫ن ال ح ق‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫‪ âyetine bakar. Sure-i‬ا فْففْل فْي فْت فْد فْب رقرو فْ‬ ‫‪Zuhruf’da sahife (488) de‬‬ ‫جعفْل حفْناه ق ققحرئ مدنا ع فْفْرمبيا‬ ‫وفْل فْ فْ‬ ‫قققد ح ‪ âyeti sahife (528) de‬ا مرنا فْ‬ ‫ن مللذ لك حرم ففْهفْ ح‬ ‫سحرفْناال ح ق‬ ‫ل م‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫‪ âyetine bakar. Sure-i Neml’de sahife (384) de‬ي فْ ر‬ ‫ن ق‬ ‫م ح‬ ‫مد رك مرد‬ ‫سحه‬ ‫ماي فْهحت فْحدى ل من فْ ح‬ ‫واال ح ق‬ ‫ف م‬ ‫ممناهحت فْ م‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ا فْوحزمد ح ع فْل فْي حهم ‪ âyeti sahife (573) de‬وفْا فْ ح‬ ‫دى ففْا من ر فْ‬ ‫ن ففْ فْ‬ ‫ن ا فْت حل ق فْ‬ ‫ن ت فْحرحتيل د‬ ‫‪ âyetine manidar bakar.‬وفْفْرت لملل ح ق‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫‪[Yedinci Silsile] Hem Sure-i İsra’da sahife (290) da‬‬

‫‪Yedinci‬‬ ‫‪Silsile-i‬‬ ‫‪Kur’âniye‬‬ ‫‪Sahife‬‬ ‫‪numarası‬‬ ‫‪٢٩٠‬‬ ‫‪٢٩٢‬‬ ‫‪٣٧٦‬‬ ‫‪٢٨٢‬‬

‫‪Altıncı‬‬ ‫‪Silsile-i‬‬ ‫‪Kur’âniye‬‬ ‫‪Sahife‬‬ ‫‪numarası‬‬ ‫‪٢٦٦‬‬ ‫‪٢٩٩‬‬ ‫‪٣١٩‬‬ ‫‪٥٠٥‬‬

‫‪Beşinci‬‬ ‫‪Silsile-i‬‬ ‫‪Kur’âniye‬‬ ‫‪Sahife‬‬ ‫‪numarası‬‬ ‫‪٢٨٩‬‬ ‫‪٤٨٠‬‬ ‫‪٤٨٢‬‬ ‫‪٥٢٩‬‬

‫‪Dördüncü‬‬ ‫‪Silsile-i‬‬ ‫‪Kur’âniye‬‬ ‫‪Sahife‬‬ ‫‪numarası‬‬ ‫‪٠٤٩‬‬ ‫‪٣٧٦‬‬ ‫‪٤٣٩‬‬ ‫‪٥٤٧‬‬

‫‪İkinci Silsile‬‬‫‪Üçüncü‬‬ ‫‪i‬‬ ‫‪Silsile-i‬‬ ‫‪Kur’âniye‬‬ ‫‪Kur’âniye‬‬ ‫‪Sahife‬‬ ‫‪Sahife‬‬ ‫‪numarası‬‬ ‫‪numarası‬‬ ‫‪٢٨٥‬‬ ‫‪٢٨٥‬‬ ‫‪٤٦٠‬‬ ‫‪٢٧٧‬‬ ‫‪٤٦٠‬‬ ‫‪٥٢٧‬‬ ‫‪٤٧٨‬‬ ‫‪٥٠٨‬‬

‫‪Birinci‬‬ ‫‪Silsile-i‬‬ ‫‪Kur’âniye‬‬ ‫‪Sahife‬‬ ‫‪numarası‬‬ ‫‪٢٨٥‬‬ ‫‪٢٨٩‬‬ ‫‪٢٩٠‬‬ ‫‪٥١٧‬‬

11 ٥٢٩ ٥٧١ ٥٩٠ ٢٦١ ٢٥٢

٤٩٠ ٥١٩ ٥٢٨ ٢٣٤ ١٧٥ ١٢٣

٥٢٨ ٥٣٠

٢١٢ ٠٢٧ ٣٩٥ ٢٠٩ Silsile Harici Silsile Harici ٥٣٦ ١٢٩ ٥٢٨ ٠٠٧ ٢٨٧ ٤٥٢ ٣٨٤ ٣١١ ٠٩٠ Silsile Harici ٥٧٣ ٥٠٨ ٥٧٣ ٥٧٤ ٤٨٨ Silsile Harici ٥٨٩ ٣٦١ ٤٤٣ ٤٠٩ ٥٧٨ ٤٣٠ ٣٨٢ ٣١٨ ٢٠٣ ٢٣٤ ٣٥٨ ٢٦٥ ٢١٤ ٣٦١

Silsileden Başka Küçük Tevafukat

Sahife

٨ Numara Kur’ân

Sahife

٧ Numara Kur’ân

Sahife

٦ Numara Kur’ân

Sahife

٥ Numara Kur’ân

Sahife

٤ Numara Kur’ân

Sahife

٣ Numara Kur’ân

Sahife

٢ Numara Kur’ân

Sahife

١ Numara Kur’ân

٣٨٢ ٣١٨ ٥٧٨ ٤٤٣ ٢٠٣

٩٠ ٢٨٧ ٥٧٣

٢٦٥ ٢١٤ ٣٦١

٥٧٤ ٥٨٩

٠٠٧ ٣١١

٤٠٩ ٤٠٣

٤٤٨ ٥٢٨

٣٨٤ ٥٧٣

[İkinci Nükte] Kur’ân-ı Hakîmde lafz-ı Resul’ün zikir ve tekrarındaki esrarın bir ikisine işaret eder. Şöyle ki nasıl ki, Kur’ânda lafz-ı Kur’ân Sure-i İsra ile Sure-i Kamer’den başlayan silsile-i tevafuk birinci nüktede beyan edildiği vecihle bir lem’a-i i’caziyeyi (A.S.M.) gösteriyor. Öyle de lafz-ı Resul Sure-i Muhammed ve Sure-i Fetih’de ‫سوق‬ ْ‫م ف‬ ‫مد د فْر ق‬ ‫ح ر‬ ‫ق‬

‫ الل ملهم‬den başlayan o kelime ile bize ihtar edilen altı silsile-i tevafuk çok manidar bir surette

bir sahife-i vahide hükmünde olan mecmu’ Kur’ânda onaltı (16) silsile uzanmış birbirine bakıyor. Nasıl ki ayât-ı Kur’âniyedeki hakaikın hakiki tefsirleri olan Risalet-ün Nur eczaları (A.S.M.) (A.S.M.) içinde Mu’cizat-ı Ahmediye risalesi lafz-ı Resul-i Ekrem yüzer defa tekrar edildiği halde pek nadir istisna ile gâyet parlak bir tevafuku göstermekle menba’ı mu’cizat (A.S.M.) olan Zat-ı Risalet’in bir ünvanı olan Resul-i Ekrem kelimesi dahi o nur-ı zatiden istifade edip mu’cizane bir keramete mazhar olmuştur. Öyle de Resul-i Ekrem Aleyhissalât’ü Vesselâm’ın ferman ve bürhan-ı risaleti olan Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan’da lafz-ı Resul tekrarının ve o lafzı tekrar eden âyetlerde mu’cizane sûrî ve manevi tevafukat vardır. Lafız

‫‪12‬‬ ‫‪birbirine baktığı gibi âyetler birbirini o kadar kuvvetle ispat eder, tekmil eder. Dikkat eden‬‬ ‫‪kat’iyen anlar ki tesadüf işi olmadığı gibi fikr-i beşerin düşünüşü dahi olamaz. İşte şu numune‬‬ ‫)‪(A.S.M.‬‬ ‫‪için sure-i Muhammed‬‬ ‫‪ve Sure-i Fetih’den başlayan ve Risalet-i Muhammediye’yi‬‬ ‫)‪(A.S.M.‬‬ ‫والل ملهم ‪gösteren silsilelerin birincisi Sure-i Fetih’deki‬‬ ‫م فْ‬ ‫مققد د فْر ق‬ ‫ح ر‬ ‫‪ dan başlar.‬ق‬ ‫سقق ق‬ ‫‪Yirmisekiz (28) âyette lafz-ı Resul zikredilmiş. Birbiri üstünde bir satırda düşer. Yalnız hattın‬‬ ‫‪adem-i intizamında bazılarında az inhiraf var. Âyetler dahi o kadar manidar birbirine bakar ki‬‬ ‫‪dikkat eden hayret eder.‬‬

‫] ‪[ Birinci Silsile: Birinci Satırda‬‬ ‫صحيفه نوماره سي‬

‫سو ق‬ ‫م*‬ ‫داقء ع فْفْلى ال حك ق ر‬ ‫ه ا فْ م‬ ‫فارم قر فْ‬ ‫ش ر‬ ‫م فْ‬ ‫مد د فْر ق‬ ‫ماقء ب فْي حن فْهق ح‬ ‫ح فْ‬ ‫معفْ ق‬ ‫ن فْ‬ ‫ح ر‬ ‫‪ ٥١٤‬ق‬ ‫ل الل ملهم فْوال رحذي فْ‬ ‫صفْنا ع فْل فْي ح فْ‬ ‫ن قفْب حل م فْ‬ ‫ك*‬ ‫‪ ٤٧٥‬وفْل فْ فْ‬ ‫ك م‬ ‫سدل م‬ ‫سل حفْنا قر ق‬ ‫قد ح ا فْحر فْ‬ ‫م فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫ص ح‬ ‫ن قفْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫ن ي فْ ق‬ ‫ما فْ‬ ‫من فْةد ا م فْ‬ ‫ن‬ ‫مؤ ح م‬ ‫مؤ ح م‬ ‫كو فْ‬ ‫مدرا ا فْ ح‬ ‫ذا قفْ فْ‬ ‫كا فْ‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ه ا فْ ح‬ ‫سول ق ق‬ ‫ضى الل مل ق‬ ‫ن وفْفْل ق‬ ‫ن لم ق‬ ‫‪ ٤٢٢‬وفْ فْ‬ ‫م د‬ ‫د‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫فْ‬ ‫ض ر‬ ‫محبيدنا‬ ‫ه ففْ فْ‬ ‫م ال ح م‬ ‫خي فْفْرة ق م‬ ‫ل فْ‬ ‫قد ح فْ‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ضلل ق‬ ‫سول ق‬ ‫ص الل فْ‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫مرمه م ح‬ ‫نا ح‬ ‫ل فْهق ق‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫ن ي فْعح م‬ ‫*‬ ‫م ح‬ ‫ن*‬ ‫ن ي فْ ح‬ ‫جفْر فْ‬ ‫ت م‬ ‫حا ن قؤ حت مفْها ا فْ ح‬ ‫صال م د‬ ‫ن ل مل ملهم وفْفْر ق‬ ‫ها فْ‬ ‫سول محه وفْت فْعح فْ‬ ‫قن ق ح‬ ‫‪ ٤٢١‬وفْ فْ‬ ‫ل فْ‬ ‫من حك ق ر‬ ‫م ح‬ ‫مررت فْي ح م‬ ‫ح‬ ‫ق‬ ‫م مبالب ق ح‬ ‫شمرى *‬ ‫ما فْ‬ ‫ت قر ق‬ ‫سلفْنا ا محبرحهي فْ‬ ‫جافْء ح‬ ‫‪ ٣٩٩‬وفْل فْ ر‬ ‫ذا فْ‬ ‫سومله وفْا م فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫مقنو فْ‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْفْر ق‬ ‫على ا فْ ح‬ ‫معفْ ق‬ ‫كاقنوا فْ‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫ما ال ح ق‬ ‫‪ ٣٥٨‬ا من ر فْ‬ ‫ن ال رحذي فْ‬ ‫مرد‬ ‫نوه ق *صحيفه نوماره سي‬ ‫ست فْا حذ م ق‬ ‫جا م‬ ‫م ي فْذ حهفْقبوا فْ‬ ‫فْ‬ ‫حملتى ي فْ ح‬ ‫مدع ل فْ ح‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫فْ‬ ‫سو فْ‬ ‫‪ ٣٥٦‬قق ح‬ ‫ل*‬ ‫ه وفْاحطيقعواالرر ق‬ ‫ل احطيقعوا الل فْ‬ ‫ن قفْب حل م فْ‬ ‫ه ا مرل ا فْفْنا‬ ‫ك م‬ ‫سل حفْنا م‬ ‫ن فْر ق‬ ‫ما ا فْحر فْ‬ ‫ه فْل ا مل م فْ‬ ‫ل ا مرل قنوححى ا مل فْي حهم ا فْن ر ق‬ ‫‪ ٣٢٣‬وفْ فْ‬ ‫سو د‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫ن*‬ ‫فْفاع حب ق ق‬ ‫دو م‬ ‫سل حفْنا فْ‬ ‫حقل ن فْفْز فْ‬ ‫مب فْ ل‬ ‫شدرا وفْن فْحذيدرا *‬ ‫حقل ا فْن حفْزل حفْناه ق وفْمبال ح فْ‬ ‫‪ ٢٩٢‬وفْمبال ح فْ‬ ‫ما ا فْحر فْ‬ ‫ك ا مرل ق‬ ‫ل وفْ فْ‬ ‫ن ا مرل ب فْ فْ‬ ‫ن‬ ‫ن فْ‬ ‫شدر م‬ ‫ن ن فْ ح‬ ‫م ام ح‬ ‫م قر ق‬ ‫على فْ‬ ‫ه ي فْ ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫مث حل قك ق ح‬ ‫سل قهق ح‬ ‫ت ل فْهق ح‬ ‫‪ ٢٥٦‬فْقال فْ ح‬ ‫م ح‬ ‫م ق‬ ‫م فْولك م ر‬ ‫ح ق‬ ‫ي فْ فْ‬ ‫عفْباد محه *‬ ‫ن م‬ ‫شاقء م‬ ‫م ح‬ ‫ف فْ‬ ‫صب مقروا‬ ‫عوا ففْت فْ ح‬ ‫ه وفْفْلت فْفْنافْز ق‬ ‫ب حري ق‬ ‫شقلوا وفْت فْذ حهفْ فْ‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫حك ق ح‬ ‫سول فْ ق‬ ‫‪ ١٨٢‬وفْا فْحطيقعوا الل مل فْ‬ ‫م فْوا ح‬ ‫*‬ ‫ن فْ‬ ‫ذى‬ ‫ن ل مل ملهم ق‬ ‫ل وفْل م م‬ ‫م م‬ ‫ىدء ففْا فْ ر‬ ‫ه وفْمللرر ق‬ ‫م فْ‬ ‫س ق‬ ‫خ ق‬ ‫مت ق ح‬ ‫ما غ فْن م ح‬ ‫موا ا فْن ر فْ‬ ‫‪ ١٨١‬فْواع حل فْ ق‬ ‫سو م‬ ‫م ح‬ ‫ش ح‬ ‫ل*‬ ‫ال ح ق‬ ‫ن ال ر‬ ‫م فْ‬ ‫مى فْوال ح فْ‬ ‫قحرمبى فْوال حي فْفْتا م‬ ‫سحبي م‬ ‫ن فْواب ح م‬ ‫ساحكي م‬ ‫ن فْ‬ ‫ن*‬ ‫مؤ ح م‬ ‫ضوه ق ا م ح‬ ‫ن ي قحر ق‬ ‫حقق ا فْ ح‬ ‫ه ا فْ فْ‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫كاقنوا ق‬ ‫سول ق ق‬ ‫‪ ١٩٦‬فْوالل مل ق‬ ‫محني فْ‬ ‫ف ي فْ ق‬ ‫م ح‬ ‫سول محه *‬ ‫عن حد فْ الل ملهم وفْ م‬ ‫ن ع فْهحد د م‬ ‫‪ ١٨٧‬ك فْي ح فْ‬ ‫كو ق‬ ‫عن حد فْ فْر ق‬ ‫ن ل مل ح ق‬ ‫شرمحكي فْ‬ ‫م ل فْفْنا ا من ر فْ‬ ‫قو ق‬ ‫س فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫ت‬ ‫ل ففْي فْ ق‬ ‫م فْقاقلوا فْل م‬ ‫م ي فْ ح‬ ‫‪ ١٢٥‬ي فْوح فْ‬ ‫ه القر ق‬ ‫ك ا فْن ح فْ‬ ‫عل ح فْ‬ ‫جب حت ق ح‬ ‫ذا ا ق م‬ ‫ل فْ‬ ‫معق الل مل ق‬ ‫ج فْ‬ ‫ب*‬ ‫ع فْرل ق‬ ‫م ال حغققيو م‬ ‫ما ا فْن حفْز فْ‬ ‫‪ ١٢٤‬وفْا مفْذا حقي فْ‬ ‫ما‬ ‫ل فْقاقلوا فْ‬ ‫ح ح‬ ‫ه وفْا مفْلى الرر ق‬ ‫سب قفْنا فْ‬ ‫ل الل مل ق‬ ‫وا ا مملى فْ‬ ‫ل ل فْهق ح‬ ‫سو م‬ ‫م ت فْفْعال فْ ح‬ ‫جد حفْنا ع فْل فْي حهم افْبافْءفْنا ا فْوفْل فْوح فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫ن*‬ ‫دو فْ‬ ‫شي حئ دا وفْفْل ي فْهحت فْ ق‬ ‫مو فْ‬ ‫كا فْ‬ ‫وفْ فْ‬ ‫م فْل ي فْعحل فْ ق‬ ‫ن افْباؤ قهق ح‬ ‫صحيفه نوماره سي‬ ‫ما ا قن حزم فْ‬ ‫وفْا م فْ‬ ‫ممع‬ ‫ض م‬ ‫س م‬ ‫ل ا مفْلى الرر ق‬ ‫ذا فْ‬ ‫ن الد ر ح‬ ‫ل ت فْمرى ا فْع حي قن فْهق ح‬ ‫مقعوا فْ‬ ‫م ت فْحفي ق‬ ‫م فْ‬ ‫سو م‬ ‫حقل *‬ ‫ما ع فْفْرقفوا م‬ ‫م‬ ‫ن ال ح فْ‬ ‫م ر‬ ‫م فْ‬

‫‪13‬‬

‫قد ح ا فْ فْ‬ ‫سل حفْنا فْ‬ ‫سو فْ‬ ‫م‬ ‫ل ففْ فْ‬ ‫‪٩٠‬‬ ‫ما ا فْحر فْ‬ ‫ن ي قط ممع الرر ق‬ ‫ك ع فْل فْي حهم ح‬ ‫ن ت فْوفْمللى ففْ فْ‬ ‫ه وفْ فْ‬ ‫طاعفْ الل لم فْ‬ ‫فْ‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫ححفي د‬ ‫ظا *‬ ‫فْ‬ ‫ق‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫م‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫فْ‬ ‫ن‬ ‫ف ت فْك ح ق‬ ‫‪ ٦٢‬وفْك فْي ح فْ‬ ‫فقرو فْ‬ ‫م فْر ق‬ ‫ه وفْ فْ‬ ‫سول ق‬ ‫ت اللهم وفْحفيك ق ح‬ ‫م افْيا ق‬ ‫م ت قت حلى ع فْلي حك ق ح‬ ‫ن وفْان حت ق ح‬ ‫م ح‬ ‫ست فْحقيم د *‬ ‫م مبالل ملهم ففْ فْ‬ ‫صفْرا د‬ ‫قد ح هقد مىفْ ا مملى م‬ ‫ي فْعحت فْ م‬ ‫م ح‬ ‫ط ق‬ ‫ص ح‬ ‫سو فْ‬ ‫معفْ ال ر‬ ‫ن*‬ ‫‪٥٦‬‬ ‫ت فْوات رب فْعحفْنا الرر ق‬ ‫ل فْفاك حت قب حفْنا فْ‬ ‫ما ا فْن حفْزل ح فْ‬ ‫مرنا ب م فْ‬ ‫فْرب رفْنا ا م فْ‬ ‫شاه محدي فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫ر‬ ‫م‬ ‫ح‬ ‫ح‬ ‫‪ ٤١‬ت مل فْ‬ ‫س ق‬ ‫ض م‬ ‫ه وفْفْرففْعفْ‬ ‫ضلفْنا ب فْعح فْ‬ ‫ل ففْ ر‬ ‫ك القر ق‬ ‫م الل ق‬ ‫ن ك فْل فْ‬ ‫م فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫ضه ق ح‬ ‫م ح‬ ‫م ع فْلى ب فْعح د‬ ‫ت*‬ ‫جا د‬ ‫م د فْفْر فْ‬ ‫ب فْعح فْ‬ ‫ضه ق ح‬ ‫‪ ٥٢٢‬ك فْذ مل م فْ‬ ‫ن‬ ‫سا م‬ ‫م م‬ ‫ن م‬ ‫جقنو د‬ ‫م ح‬ ‫ل ا مرل فْقاقلوا فْ‬ ‫ن فْر ق‬ ‫حدر ا فْوح فْ‬ ‫ن قفْب حل مهم ح‬ ‫ك فْ‬ ‫سو د‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫ما ا فْفْتى ال رحذي فْ‬ ‫م فْ‬ ‫طا ق‬ ‫وا ب محه ب فْ ح‬ ‫ن*‬ ‫غو فْ‬ ‫م قفْوح د‬ ‫ل هق ح‬ ‫وا فْ‬ ‫ص ح‬ ‫)*( ا فْت فْ فْ‬ ‫سل محه قاول مئ م فْ‬ ‫ن فْوال ق‬ ‫م‬ ‫صحددي ق‬ ‫داقء م‬ ‫شهفْ فْ‬ ‫قو فْ‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْقر ق‬ ‫عن حد فْ فْرب لهم ح‬ ‫ك هق ق‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫م ال ل‬ ‫‪ ٥٣٩‬فْوال رحذي فْ‬ ‫م*‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫م وفْقنوقرهق ح‬ ‫جقرهق ح‬ ‫ل فْهق ح‬ ‫م‬ ‫ن ل مي فْ ق‬ ‫‪ ٥٤٠‬ل فْ فْ‬ ‫سل فْفْنا مبال حب فْي لفْنا م‬ ‫ب فْوال ححميفْزا فْ‬ ‫م ال حك مفْتا فْ‬ ‫قو فْ‬ ‫سل حفْنا قر ق‬ ‫قد ح ا فْحر فْ‬ ‫معفْهق ق‬ ‫ت وفْا فْن حفْزل حفْنا فْ‬ ‫ط*‬ ‫س م‬ ‫س مبال ح م‬ ‫ق ح‬ ‫الرنا ق‬

‫‪14‬‬ ‫صحيفه نوماره سي‬

‫سو فْ‬ ‫مقنوا ا م فْ‬ ‫م‬ ‫ل ففْ فْ‬ ‫ن ي فْد فْىح ن فْ ح‬ ‫ذا فْنا فْ‬ ‫م الرر ق‬ ‫جويك ق ح‬ ‫قد ل ق‬ ‫جي حت ق ق‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫موا ب فْي ح فْ‬ ‫‪ ٥٤٣‬فْيا ا فْي قفْها ال رحذي فْ‬ ‫ة ذ مل م فْ‬ ‫م*‬ ‫ه غفْ ق‬ ‫ك فْ‬ ‫صد فْقفْ د‬ ‫دوا ففْا م ر‬ ‫ج ق‬ ‫م وفْا فْط حهفْقر ففْا م ح‬ ‫فودر فْرححي د‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫م ت فْ م‬ ‫ن ل فْ ح‬ ‫خي حدر ل فْك ق ح‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫فْ‬ ‫‪ ٥٤٥‬ذ مل م فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫ن ي ق فْ‬ ‫م فْ‬ ‫شحديد ق‬ ‫ه ففْا م ر‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ن الل فْ‬ ‫شاقل الل فْ‬ ‫ه وفْ فْ‬ ‫سول ق‬ ‫شاققوا الل فْ‬ ‫ك ب مان رهق ح‬ ‫م ح‬ ‫ب*‬ ‫ال حعم فْ‬ ‫قا م‬ ‫سو ق‬ ‫سفْراحئي فْ‬ ‫‪ ٥٥١‬وفْا مذ ح فْقا فْ‬ ‫م‬ ‫ل ا ملنى فْر ق‬ ‫م فْيا فْبنى ا م ح‬ ‫ل حعي فْ‬ ‫ل الل ملهم ا مل فْي حك ق ح‬ ‫محري فْ فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫سى اب ح ق‬ ‫مب فْ ل‬ ‫دى‬ ‫ن ب فْعح م‬ ‫ل ي فْا حتى م‬ ‫ن ي فْد فْىر م‬ ‫شدرا ب مفْر ق‬ ‫ن الت روحمريةم وفْ ق‬ ‫صد لدقا ل م فْ‬ ‫ق‬ ‫م فْ‬ ‫م ح‬ ‫سو د‬ ‫م فْ‬ ‫ما ب فْي ح فْ‬ ‫فْ‬ ‫مد ق*‬ ‫ها ح‬ ‫ا ح‬ ‫ح فْ‬ ‫م ق‬ ‫س ق‬ ‫سو ق‬ ‫‪ ٥٥٤‬وفْا مفْذا حقي فْ‬ ‫م‬ ‫ست فْغح م‬ ‫ل الل ملهم ل فْورحوا قرؤ ق فْ‬ ‫م فْر ق‬ ‫وا ي فْ ح‬ ‫م وفْفْرا فْي حت فْهق ح‬ ‫سه ق ح‬ ‫فحر ل فْك ق ح‬ ‫ل ل فْهق ح‬ ‫م ت فْفْعال فْ ح‬ ‫ن*‬ ‫ست فْك حب مقرو فْ‬ ‫دو فْ‬ ‫ص ق‬ ‫م ح‬ ‫م ق‬ ‫ن وفْهق ح‬ ‫ي فْ ق‬ ‫سو فْ‬ ‫ة*‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫م ففْا فْ فْ‬ ‫خذ فْة د فْراب مي فْ د‬ ‫وا فْر ق‬ ‫خذ فْهق ح‬ ‫ل فْرب لهم ح‬ ‫‪ (*) ٥٦٦‬ففْعفْ فْ‬ ‫ص ح‬ ‫] ‪[ İkinci Silsile: On Dördüncü Satırda‬‬ ‫فْ‬ ‫ح‬ ‫س فْ‬ ‫ن ك قل لحه‬ ‫ن ال ح فْ‬ ‫ه مبال حهق م‬ ‫ل فْر ق‬ ‫‪ ٥١٣‬هقوفْ ال رحذى ا فْحر فْ‬ ‫سول فْ ق‬ ‫حقل ل مي قظهمفْره ق ع فْلى الحددي م‬ ‫دى وفْحدي م‬ ‫ط وفْ فْ‬ ‫ى مبالل ملهم فْ‬ ‫دا *‬ ‫شحهي د‬ ‫كف م‬ ‫سو د‬ ‫م*‬ ‫‪ ٤٩٥‬وفْل فْ فْ‬ ‫ن وفْ فْ‬ ‫م فمحرع فْوح فْ‬ ‫م قفْوح فْ‬ ‫م فْر ق‬ ‫ل ك فْحري د‬ ‫جافْءهق ح‬ ‫قد ح ففْت فْرنا قفْب حل فْهق ح‬ ‫سو ق‬ ‫قا فْ‬ ‫ل‬ ‫مفْلمئه ففْ فْ‬ ‫‪ ٤٩١‬وفْل فْ فْ‬ ‫سى ب ما مفْيات مفْنا ا مملى فمحرع فْوح فْ‬ ‫ل ا ملنى فْر ق‬ ‫مو م‬ ‫قد ح ا فْحر فْ‬ ‫ن وفْ فْ‬ ‫سل حفْنا ق‬ ‫ن *صحيفه نوماره سي‬ ‫فْر ل‬ ‫ب ال حفْعال فْحمي فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫س فْ‬ ‫ن ل مب فْ فْ‬ ‫ل‬ ‫ئ م‬ ‫ب ا فْوح ي قحر م‬ ‫حديا ا فْوح م‬ ‫ح فْ‬ ‫ه ا مرل وفْ ح‬ ‫شرد ا فْ ح‬ ‫كا فْ‬ ‫ه الل مل ق‬ ‫م ق‬ ‫ن ي قك فْل ل فْ‬ ‫‪ ٤٨٧‬وفْ فْ‬ ‫جا د‬ ‫ن وفْفْرا م‬ ‫م ح‬ ‫ما ي فْ فْ‬ ‫م*‬ ‫سودل ففْقيو م‬ ‫ى فْ‬ ‫فْر ق‬ ‫ححكي د‬ ‫شاقء ا من ر ق‬ ‫ى ب ما مذ حمنه فْ‬ ‫ه ع فْل م ى‬ ‫ح فْ‬ ‫ح‬ ‫ل ل فْوح فْ‬ ‫‪ ٢٩٠‬قق ح‬ ‫م ق‬ ‫ن‬ ‫ملئ مك فْ د‬ ‫م م‬ ‫شو فْ‬ ‫كا فْ‬ ‫ن ل فْن فْرزل حفْنا ع فْل فْي حهم ح‬ ‫مط ح فْ‬ ‫ن ق‬ ‫ة ي فْ ح‬ ‫ض فْ‬ ‫م فْ‬ ‫مئ ملني فْ‬ ‫ن مفى ال فْحر م‬ ‫مل فْ د‬ ‫سودل *‬ ‫كا فْر ق‬ ‫ال ر‬ ‫مامء فْ‬ ‫س فْ‬ ‫ن‬ ‫سي قد ح م‬ ‫ل ا فْفْل ا من رفْها ققحرب فْ د‬ ‫وا م‬ ‫ممته ا م ر‬ ‫ه حفى فْر ح‬ ‫م فْ‬ ‫ت الرر ق‬ ‫ح فْ‬ ‫م الل مل ق‬ ‫خل قهق ق‬ ‫ة ل فْهق ح‬ ‫‪ ٢٠١‬وفْ فْ‬ ‫سو م‬ ‫صل فْ فْ‬ ‫م*‬ ‫ه غفْ ق‬ ‫فودر فْرححي د‬ ‫الل مل فْ‬ ‫ن وفْا فْن حفْز فْ‬ ‫م ا فْن حفْز فْ‬ ‫م‬ ‫ه فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫جقنو د‬ ‫ل ق‬ ‫على فْر ق‬ ‫ه فْ‬ ‫دا ل فْ ح‬ ‫سول محه وفْع فْفْلى ال ح ق‬ ‫سحكين فْت فْ ق‬ ‫ل الل مل ق‬ ‫‪ ١٨٩‬ث ق ر‬ ‫محني فْ‬ ‫ها *‬ ‫ت فْفْروح فْ‬ ‫م‬ ‫‪ ١٨٧‬ا فْفْل ت ق فْ‬ ‫موا ب ما م ح‬ ‫قات مقلو فْ‬ ‫خفْرامج الرر ق‬ ‫م ب فْد فْؤ قك ق ح‬ ‫ل وفْهق ح‬ ‫م وفْهفْ ق‬ ‫مان فْهق ح‬ ‫ما ن فْك فْقثوا ا فْي ح فْ‬ ‫ن قفْوح د‬ ‫سو م‬ ‫ا فْور فْ‬ ‫خ فْ‬ ‫خ فْ‬ ‫ن*‬ ‫ن ت فْ ح‬ ‫مررةد ا فْت فْ ح‬ ‫مؤ ح م‬ ‫شوحه ق ا م ح‬ ‫حقق ا فْ ح‬ ‫ه ا فْ فْ‬ ‫م ق‬ ‫ن ك قن حت ق ح‬ ‫م فْفالل مل ق‬ ‫شوحن فْهق ح‬ ‫ل فْ‬ ‫محني فْ‬ ‫ديفْنا مله فْ‬ ‫ه‬ ‫ن هفْ م‬ ‫ما ك قرنا ل من فْهحت فْد مىفْ ل فْوح فْل ا فْ ح‬ ‫مد ق ل مل ملهم ال رحذى هفْ م‬ ‫‪ ١٥٤‬وفْفْقاقلواال ح فْ‬ ‫ديفْنا الل مل ق‬ ‫ذا وفْ فْ‬ ‫ح ح‬ ‫س ق‬ ‫حقل *‬ ‫ل فْ فْ‬ ‫ل فْرب لفْنا مبال ح فْ‬ ‫قد ح فْ‬ ‫ت قر ق‬ ‫جافْء ح‬ ‫ست فْا حذ فْن فْ فْ‬ ‫‪ ١٩٩‬وفْا م فْ‬ ‫ك قاوقلوا‬ ‫ن ام م‬ ‫جاه م ق‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْ فْ‬ ‫سوفْرة د ا فْ ح‬ ‫سول مهم ا ح‬ ‫معفْ فْر ق‬ ‫ت ق‬ ‫دوا فْ‬ ‫ذا ا قن حزمل فْ ح‬ ‫ن*‬ ‫معفْ ال ح فْ‬ ‫قا م‬ ‫ل م‬ ‫ن فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫عحدي فْ‬ ‫م وفْفْقاقلوا ذ فْحرفْنا ن فْك ق ح‬ ‫الط روح م‬ ‫قب فْ فْ‬ ‫سول محه وفْفْل‬ ‫م ك فْ فْ‬ ‫ف فْ‬ ‫م ن فْ فْ‬ ‫ن تق ح‬ ‫ل م‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫فقروا مبالل ملهم وفْب مفْر ق‬ ‫م ا مرل ا فْن رهق ح‬ ‫قات قهق ح‬ ‫من حهق ح‬ ‫من فْعفْهق ح‬ ‫ما فْ‬ ‫‪ ١٩٤‬وفْ فْ‬ ‫ن *صحيفه نوماره سي‬ ‫ي فْا حقتو فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ن*‬ ‫ف ق‬ ‫كارم ق‬ ‫ساملى وفْفْل ي قن ح م‬ ‫هو فْ‬ ‫قو فْ‬ ‫م ك ق فْ‬ ‫ن ا مرل وفْهق ح‬ ‫صلوة فْ ا مرل وفْهق ح‬ ‫ال ر‬ ‫جعفْ ق‬ ‫ه*‬ ‫حي ح ق‬ ‫ث ي فْ ح‬ ‫م فْ‬ ‫ل رم فْ‬ ‫سال فْت فْ ق‬ ‫ه ا فْع حل فْ ق‬ ‫‪ ١٤٢‬فْالل مل ق‬

‫‪15‬‬

‫سفْراحئي فْ‬ ‫م‬ ‫‪ ١١٨‬ل فْ فْ‬ ‫قد ح ا فْ فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫م قر ق‬ ‫ل وفْا فْحر فْ‬ ‫خذ حفْنا حميفْثاقفْ ب فْحنى ا م ح‬ ‫جافْءهق ح‬ ‫سدل ك قل ر فْ‬ ‫سل حفْنا ا مل فْي حهم ح‬ ‫سو د‬ ‫فْيا ا فْي قفْها‬ ‫ن *‪٨٦‬‬ ‫قا ي فْ ح‬ ‫قا ك فْذ رقبوا وفْففْحري د‬ ‫م ففْحري د‬ ‫ما فْل ت فْحهوى ا فْن ح ق‬ ‫قت ققلو فْ‬ ‫ف ق‬ ‫فْر ق‬ ‫سه ق ح‬ ‫ل ب م فْ‬ ‫ح‬ ‫ق‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫سو فْ‬ ‫م‬ ‫مرم م‬ ‫م ففْا م ح‬ ‫ه وفْاحطيقعوا الرر ق‬ ‫ن ت فْفْنافْزع حت ق ح‬ ‫من حك ق ح‬ ‫ل وفْاوملى ال فْ ح‬ ‫مقنوا احطيقعوا الل فْ‬ ‫ن ا فْ‬ ‫ال رحذي فْ‬ ‫حفى فْ‬ ‫ن مبالل ملهم فْوال حي فْوحم م احل م‬ ‫م ت قؤ ح م‬ ‫مقنو فْ‬ ‫ل ام ح‬ ‫ىدء ففْقر ق‬ ‫دوه ق ا مفْلى الل ملهم فْوالرر ق‬ ‫ن ك قن حت ق ح‬ ‫سو م‬ ‫خرم‬ ‫ش ح‬ ‫ذ مل م فْ‬ ‫ن ت فْا ححويدل *‬ ‫ك فْ‬ ‫خي حدر وفْا فْ ح‬ ‫ح فْ‬ ‫س ق‬ ‫ه‬ ‫ه فْنادرا فْ‬ ‫دود فْه ق ي قد ح م‬ ‫خال م د‬ ‫ح ق‬ ‫ه وفْي فْت فْعفْد ر ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫دا حفيفْها وفْل فْ ق‬ ‫خل ح ق‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ص الل مل فْ‬ ‫‪ ٧٨‬وفْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫ن ي فْعح م‬ ‫ع فْ فْ‬ ‫ن*‬ ‫ذا د‬ ‫ب ق‬ ‫محهي د‬ ‫س فْ‬ ‫م ت قب ردع ك ق ى‬ ‫حقر وفْحعيدم )*( ا فْففْفْعييفْنا‬ ‫ل ففْ فْ‬ ‫ل ك فْذ ر فْ‬ ‫حا ق‬ ‫ص فْ‬ ‫ب احل فْي حك فْةم وفْقفْوح ق‬ ‫ب القر ق‬ ‫‪ ٥١٧‬وفْا فْ ح‬ ‫ن فْ ح‬ ‫فْ‬ ‫مبال ح فْ ح‬ ‫ل ب فْ ح‬ ‫جحديد د *‬ ‫س م‬ ‫ق فْ‬ ‫ل هق ح‬ ‫م ح‬ ‫ق احل فْور م‬ ‫خل د‬ ‫م حفى لب ح د‬ ‫خل م‬ ‫ه قاول مئ م فْ‬ ‫ه‬ ‫ن )*( ك فْت فْ فْ‬ ‫دو فْ‬ ‫حا ق‬ ‫ن ي ق فْ‬ ‫‪ ٥٤٣‬ا م ر‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ب الل مل ق‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫ك مفى احل فْذ فْللي فْ‬ ‫ن ال رحذي فْ‬ ‫ز *صحيفه نوماره سي‬ ‫ه قفْومىى ع فْحزي د‬ ‫سحلى ا م ر‬ ‫ن ا فْفْنا وفْقر ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫فْل فْغ حل مب فْ ر‬ ‫سو ق‬ ‫‪ ٥٥٠‬وفْا مذ ح فْقا فْ‬ ‫م ت قؤ ح ق‬ ‫ل‬ ‫سى ل م فْ‬ ‫قو ح م‬ ‫مو فْ‬ ‫ن ا فْلنى فْر ق‬ ‫مو م‬ ‫ذون فْحنى وفْقفْد ح ت فْعحل فْ ق‬ ‫مه فْيا قفْوحم م ل م فْ‬ ‫ل ق‬ ‫ما فْزا ق‬ ‫ن‬ ‫م ال ح فْ‬ ‫دى ال ح فْ‬ ‫فا م‬ ‫ه فْل ي فْهح م‬ ‫قوح فْ‬ ‫م فْوالل مل ق‬ ‫ه قققلوب فْهق ح‬ ‫غوا ا فْفْزاغفْ الل مل ق‬ ‫م ففْل فْ ر‬ ‫الل ملهم ا مل فْي حك ق ح‬ ‫سحقي فْ‬ ‫سو ق‬ ‫قا فْ‬ ‫قحييفْها *‬ ‫س ح‬ ‫‪ ٥٩٤‬ففْ فْ‬ ‫ل الل ملهم فْناقفْ فْ‬ ‫ة الل ملهم وفْ ق‬ ‫م فْر ق‬ ‫ل ل فْهق ح‬ ‫ل الل ملهم قاول مئ م فْ‬ ‫ه‬ ‫م م‬ ‫مت فْ فْ‬ ‫ضو فْ‬ ‫ن ي فْغق ق‬ ‫‪ ٥١٤‬ا م ر‬ ‫عن حد فْ فْر ق‬ ‫ن الل مل ق‬ ‫نا ح‬ ‫وات فْهق ح‬ ‫ن ا فْ ح‬ ‫ح فْ‬ ‫ك ال رحذي فْ‬ ‫سو م‬ ‫ص فْ‬ ‫ن ال رحذي فْ‬ ‫م*‬ ‫م مللت ر ح‬ ‫مغح م‬ ‫ففْرة د وفْا فْ ح‬ ‫جدر ع فْحظي د‬ ‫م فْ‬ ‫قوى ل فْهق ح‬ ‫قققلوب فْهق ح‬ ‫] ‪[ Üçüncü Silsile: On Birinci Satırda‬‬ ‫ن‬ ‫‪ ٥١٣‬ل فْ فْ‬ ‫حقل ل فْت فْد ح ق‬ ‫م ام ح‬ ‫جد فْ ال ح فْ‬ ‫ه القرحءفْيا مبال ح فْ‬ ‫حفْرا فْ‬ ‫م ح‬ ‫ه فْر ق‬ ‫س م‬ ‫ن ال ح فْ‬ ‫سول فْ ق‬ ‫صد فْقفْ الل لم ق‬ ‫قد ح فْ‬ ‫خل ق ر‬ ‫فْ‬ ‫ن*‬ ‫ها م‬ ‫شافْء الل مل ق‬ ‫محني فْ‬ ‫سو د‬ ‫ن*‬ ‫م الذ لك حمرى وفْقفْد ح فْ‬ ‫م فْر ق‬ ‫ل ق‬ ‫جافْءهق ح‬ ‫‪ ٤٩٥‬ا فْملنى ل فْهق ق‬ ‫محبي د‬ ‫ن*‬ ‫ف ا ملنى فْلي فْ فْ‬ ‫موسى فْلت فْ فْ‬ ‫خا ق‬ ‫خ ح‬ ‫سقلو فْ‬ ‫محر فْ‬ ‫ف ل فْد فْىر ال ح ق‬ ‫‪ ٣٧٦‬فْيا ق‬ ‫سو د‬ ‫ن*‬ ‫ن )*( فْفات ر ق‬ ‫م فْر ق‬ ‫قوا الل مل فْ‬ ‫‪ ٣٧٣‬ا مملنى ل فْك ق ح‬ ‫ه وفْا فْحطيقعو م‬ ‫ل ا فْحمي د‬ ‫سو ق‬ ‫‪ ٣٦١‬وفْفْقا فْ‬ ‫ذوا ه فْ‬ ‫خ ق‬ ‫جودرا *‬ ‫ذا ال ح ق‬ ‫مى ات ر فْ‬ ‫ن قفْوح م‬ ‫مهح ق‬ ‫قحرا فْ‬ ‫ب ام ر‬ ‫ل فْيا فْر ل‬ ‫ل الرر ق‬ ‫ن فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫ن قفْوح فْ‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫م‬ ‫ذا د ق ق‬ ‫مؤ ح م‬ ‫سول محه ل مي فْ ح‬ ‫كا فْ‬ ‫عوا ا مفْلى الل ملهم وفْفْر ق‬ ‫م ب فْي حن فْهق ح‬ ‫حك ق فْ‬ ‫ل ال ح ق‬ ‫‪ ٣٥٥‬ا من ر فْ‬ ‫محني فْ‬ ‫معحفْنا وفْا فْط فْعحفْنا وفْقاول مئ م فْ‬ ‫ن *صحيفه نوماره سي‬ ‫م ح‬ ‫ن ي فْ ق‬ ‫س م‬ ‫حو فْ‬ ‫فل م ق‬ ‫ا فْ ح‬ ‫قوقلوا فْ‬ ‫م ال ح ق‬ ‫ك هق ق‬ ‫جعفْ فْ‬ ‫ن‬ ‫ما فْ‬ ‫وا ح‬ ‫دوا مفى الل ملهم فْ‬ ‫جاه م ق‬ ‫‪ ٣٤٠‬وفْ فْ‬ ‫ل ع فْل فْي حك ق ح‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫جت فْحبيك ق ح‬ ‫حقر م‬ ‫جفْهامده هق فْ‬ ‫م مفى الحددي م‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫ر‬ ‫ق‬ ‫ق‬ ‫ن قفْب ح ق‬ ‫ل وفْحفى هم فْ‬ ‫ذا‬ ‫مل فْ‬ ‫ن م‬ ‫ج م‬ ‫م‬ ‫ن فْ‬ ‫م ح‬ ‫م هقوفْ فْ‬ ‫م ال ق‬ ‫ميك ق‬ ‫س مل‬ ‫م ا محبرحهي فْ‬ ‫ة ابيك ح‬ ‫م ح‬ ‫سل محمي فْ‬ ‫م ح‬ ‫حفْر د‬ ‫فْ‬ ‫م وفْت فْ ق‬ ‫ل مي فْ ق‬ ‫سو ق‬ ‫كوقنوا ق‬ ‫ل فْ‬ ‫موا‬ ‫شهفْ فْ‬ ‫شحهي د‬ ‫كو فْ‬ ‫ن الرر ق‬ ‫س ففْا فْحقي ق‬ ‫دا ع فْل فْي حك ق ح‬ ‫دافْء ع فْلى الرنا م‬ ‫م‬ ‫صلوة فْ فْواقتوا الرزكوة فْ فْواع حت فْ م‬ ‫ولى وفْن معح فْ‬ ‫م ال ح فْ‬ ‫م ففْن معح فْ‬ ‫موحمليك ق ح‬ ‫موا مبالل ملهم هقوفْ فْ‬ ‫ص ق‬ ‫ال ر‬ ‫م ح‬ ‫الرنصحيقر *‬ ‫سوفْل فْرب ل فْ‬ ‫سفْرائحي فْ‬ ‫س ح‬ ‫م‬ ‫‪ ٣١٣‬ففْا حت مفْياه ق ففْ ق‬ ‫ك ففْا فْحر م‬ ‫معفْفْنا فْبنحى ا م ح‬ ‫قوفْل ا مرنا فْر ق‬ ‫ل وفْفْل ت قعفْذ لب حهق ح‬ ‫ل فْ‬ ‫ن فْرب ل فْ‬ ‫جئ حفْنا فْ‬ ‫ن ات رب فْعفْ ال حقهدى *‬ ‫م فْ‬ ‫ك مبامي فْةد م‬ ‫سفْل ق‬ ‫ك فْوال ر‬ ‫علمى فْ‬ ‫قفْد ح م‬ ‫م ح‬ ‫م م‬ ‫ن فْرلبى هفْ ح‬ ‫‪ ٢٩٠‬قق ح‬ ‫ت ا مرل ب فْ فْ‬ ‫سودل *‬ ‫حا فْ‬ ‫سب ح فْ‬ ‫شدرا فْر ق‬ ‫ل ق‬ ‫ل ك قن ح ق‬

‫‪16‬‬

‫ح‬ ‫ش ى‬ ‫م ا فْمفى الل ملهم فْ‬ ‫م‬ ‫ض ي فْد ح ق‬ ‫وا م‬ ‫ك فْفاط مرم ال ر‬ ‫ت قر ق‬ ‫عوك ق ح‬ ‫سل قهق ح‬ ‫‪ ٢٥٥‬فْقال فْ ح‬ ‫سم فْ‬ ‫ت فْوال فْحر م‬ ‫مى *‬ ‫م وفْي قؤ فْ ل‬ ‫م م‬ ‫ل مي فْغح م‬ ‫م مالمى ا فْ فْ‬ ‫م فْ‬ ‫س م‬ ‫ل ق‬ ‫خفْرك ق ح‬ ‫ن ذ ققنوب مك ق ح‬ ‫ففْر ل فْك ق ح‬ ‫ج د‬ ‫م ح‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫سو د‬ ‫م‬ ‫م فْ ح‬ ‫ن ان ح ق‬ ‫‪ ٢٠٦‬ل فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ف م‬ ‫ل م‬ ‫قد ح فْ‬ ‫م فْر ق‬ ‫ص ع فْلي حك ق ح‬ ‫ما ع فْن مت ق ح‬ ‫عزحيدز ع فْلي حهم فْ‬ ‫سك ق ح‬ ‫جافْءك ق ح‬ ‫حري د‬ ‫م ح‬ ‫م*‬ ‫ن فْرؤ ق د‬ ‫مؤ ح م‬ ‫ف فْرححي د‬ ‫مبال ح ق‬ ‫مني فْ‬ ‫ص ل‬ ‫فقروا‬ ‫م ك فْ فْ‬ ‫دا وفْفْل ت فْ ق‬ ‫م فْ‬ ‫ل فْ‬ ‫حد د م‬ ‫ت ا فْب فْ د‬ ‫على ا فْ فْ‬ ‫ره ا من رهق ح‬ ‫ق ح‬ ‫ما فْ‬ ‫م فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫‪ ١٩٩‬وفْفْل ت ق فْ‬ ‫على قفْب ح م‬ ‫جمحيدعا‬ ‫س ق‬ ‫م فْفا م‬ ‫م فْ‬ ‫قو فْ‬ ‫مبالل ملهم وفْفْر ق‬ ‫ن *صحيفه نوماره سي‪ ١٦٩‬ا مل فْي حك ق ح‬ ‫ماقتوا وفْهق ح‬ ‫سوملهح وفْ فْ‬ ‫ح‬ ‫مل ح ق‬ ‫مقنوا مبالل ملهم‬ ‫ت فْفا م‬ ‫وا م‬ ‫ه ا مرل هقوفْ ي ق ح‬ ‫ك ال ر‬ ‫حيح وفْقيمحي ق‬ ‫ض فْلمالم فْ‬ ‫ه ق‬ ‫ال رحذى ل فْ ق‬ ‫سم فْ‬ ‫ت فْوال فْحر م‬ ‫ن*‬ ‫ى ال رحذى ي قؤ ح م‬ ‫دو فْ‬ ‫م ت فْهحت فْ ق‬ ‫وفْفْر ق‬ ‫مامته فْوات رب مقعوه ق ل فْعفْل رك ق ح‬ ‫ن مبالل ملهم وفْك فْل م فْ‬ ‫ى احل ق ل‬ ‫م ق‬ ‫م ل‬ ‫سول مهم الن رب م ل‬ ‫ر‬ ‫م‬ ‫ر‬ ‫ق‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫ن‬ ‫صلوة فْ وفْي قؤ حقتو فْ‬ ‫مو فْ‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ن قيقحي ق‬ ‫ن ا فْ‬ ‫سول ق‬ ‫م الل ق‬ ‫ما وفْل مي قك ق ق‬ ‫‪ ١١٦‬ا من ر فْ‬ ‫ن ال ر‬ ‫مقنوا الحذي فْ‬ ‫ه فْوالحذي فْ‬ ‫ن*‬ ‫م فْراك مقعو فْ‬ ‫الرزكموة فْ وفْهق ح‬ ‫‪ ٧٨‬ت مل ح فْ‬ ‫ن‬ ‫ه ي قد ح م‬ ‫جرى م‬ ‫جرنا د‬ ‫ت ت فْ ح‬ ‫ه فْ‬ ‫ح ق‬ ‫ك ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫خل ح ق‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ن ي قط ممع الل مل فْ‬ ‫دود ق الل ملهم وفْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫ن فحيفْها وفْذ مل م فْ‬ ‫م*‬ ‫ك ال ح فْ‬ ‫حت مفْها احل فْن حفْهاقر فْ‬ ‫ت فْ ح‬ ‫فوحقز ال حفْعظحي ق‬ ‫خاملدحي فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫ن‬ ‫جفْتبحى م‬ ‫ه ي فْ ح‬ ‫كا فْ‬ ‫ن قر ق‬ ‫سملهح فْ‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫ه ل مي قط حل معفْك ق ح‬ ‫ن الل مل ق‬ ‫‪ ٧٢‬وفْ فْ‬ ‫م ع فْفْلى ال حغفْي ح م‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫ب فْولك م ر‬ ‫ي فْ فْ‬ ‫م*‬ ‫مقنوا وفْت فْت ر ق‬ ‫جدر فْ‬ ‫ن ت قؤ ح م‬ ‫شاقء فْفا م‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫سملهح وفْا م ح‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْقر ق‬ ‫عظحي د‬ ‫قوا ففْل فْك ق ح‬ ‫م‬ ‫م ت فْ ح‬ ‫ب م‬ ‫سوملهح وفْا م ح‬ ‫فعفْقلوا ففْا حذ فْقنوا ب م فْ‬ ‫‪ ٤٦‬ففْا م ح‬ ‫ن الل ملهم وفْفْر ق‬ ‫م ففْل فْك ق ح‬ ‫ن ت قب حت ق ح‬ ‫ن ل فْ ح‬ ‫ححر د‬ ‫م فْ‬ ‫ن*‬ ‫مو فْ‬ ‫مو فْ‬ ‫ن وفْفْل ت قظ حل فْ ق‬ ‫م فْل ت فْظ حل م ق‬ ‫وال مك ق ح‬ ‫س ا فْ ح‬ ‫قرؤ ق ق‬ ‫م فْ‬ ‫م ك م ح فْ‬ ‫ن‬ ‫مقنوا ات ر ق‬ ‫ن م‬ ‫ه فْوا م‬ ‫مقنوا ب مفْر ق‬ ‫سوملهح ي قؤ حت مك ق ح‬ ‫قوا الل مل فْ‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫م ح‬ ‫‪ ٥٤٠‬فْيا ا فْي قفْها ال رحذي فْ‬ ‫فلي ح م‬ ‫جعفْ ح‬ ‫م ق‬ ‫م *صحيفه‬ ‫فودر فْ ح‬ ‫ه غفْ ق‬ ‫ن مبهح وفْي فْغح م‬ ‫شو فْ‬ ‫ممتهح وفْي فْ ح‬ ‫فْر ح‬ ‫رحي د‬ ‫م فْوالل مل ق‬ ‫فحر ل فْك ق ح‬ ‫م قنودرا ت فْ ح‬ ‫ل ل فْك ق ح‬ ‫ح فْ‬ ‫نوماره سي‬ ‫دود ق الل ملهم وفْل مل ح فْ‬ ‫سوملهح وفْت مل ح فْ‬ ‫‪ ٥٤١‬ذ مل م فْ‬ ‫ن ع فْ فْ‬ ‫م‬ ‫ك ل مت قؤ ح م‬ ‫ذا د‬ ‫ح ق‬ ‫ك ق‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْفْر ق‬ ‫ب فْالحي د‬ ‫كامفرحي فْ‬ ‫*‬ ‫ن‬ ‫ف فْ‬ ‫‪ ٥٤٥‬ل مل ح ق‬ ‫ن اق ح‬ ‫جوا م‬ ‫م ي فْب حت فْقغو فْ‬ ‫خرم ق‬ ‫وال مهم ح‬ ‫م وفْا فْ ح‬ ‫ن د مفْيارمه م ح‬ ‫مفْها م‬ ‫قفْرامء ال ح ق‬ ‫م فْ‬ ‫م ح‬ ‫ن ال رحذي فْ‬ ‫جرحي فْ‬ ‫ه قاول مئ م فْ‬ ‫ن*‬ ‫ضدل م‬ ‫صاد مققو فْ‬ ‫صقرو فْ‬ ‫ن الل ملهم وفْرم ح‬ ‫ففْ ح‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ك هق ق‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫م ال ر‬ ‫وادنا وفْي فْن ح ق‬ ‫ض فْ‬ ‫م فْ‬ ‫] ‪[ Dördüncü Silsile: Yedinci Satırda‬‬ ‫سو ق‬ ‫‪ ٥١١‬ب فْ ح‬ ‫ن‬ ‫ن ي فْن ح فْ‬ ‫ن مالمى ا فْ ح‬ ‫مؤ ح م‬ ‫م ا فْب فْ د‬ ‫مقنو فْ‬ ‫قل م فْ‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫ب الرر ق‬ ‫هلحيهم ح‬ ‫ل فْوال ح ق‬ ‫ل ظ فْن فْن حت ق ح‬ ‫دا وفْقزي ل فْ‬ ‫ن ل فْ ح‬ ‫ذ مل م فْ‬ ‫ما قبودرا *‬ ‫ن ال ر‬ ‫م قفْوح د‬ ‫سوحمء وفْك قن حت ق ح‬ ‫م وفْظ فْن فْن حت ق ح‬ ‫ك حفى قققلوب مك ق ح‬ ‫م ظ فْ ر‬ ‫ن*‬ ‫سوح فْ‬ ‫مو فْ‬ ‫سل فْفْنا ففْ فْ‬ ‫سل حفْنا مبهح قر ق‬ ‫ما ا فْحر فْ‬ ‫ف ي فْعحل فْ ق‬ ‫ب وفْب م فْ‬ ‫ن ك فْذ رقبوا مبال حك مفْتا م‬ ‫‪ ٤٧٤‬ا فْل رحذي فْ‬ ‫س د‬ ‫‪ ٤٦٥‬وفْفْقا فْ‬ ‫م‬ ‫م فْ‬ ‫م افْيا م‬ ‫ل م‬ ‫م ي فْت حقلو فْ‬ ‫م قر ق‬ ‫ت فْرب لك ق ح‬ ‫ن ع فْل فْي حك ق ح‬ ‫من حك ق ح‬ ‫م ي فْا حت مك ق ح‬ ‫خفْزن فْت قفْها ا فْل فْ ح‬ ‫ل ل فْهق ح‬ ‫م ه فْ‬ ‫ذا *‬ ‫م ل م فْ‬ ‫قافْء ي فْوح م‬ ‫مك ق ح‬ ‫وفْي قن حذ مقرون فْك ق ح‬ ‫ل ا مرل ال حب فْفْلغ ق‬ ‫ن ت قك فْذ لقبوا ففْ فْ‬ ‫م م‬ ‫قد ح ك فْذ ر فْ‬ ‫‪ ٣٩٧‬وفْا م ح‬ ‫ما ع فْفْلى الرر ق‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫ن قفْب حل مك ق ح‬ ‫م د‬ ‫ب ا ق فْ‬ ‫سو م‬ ‫م ح‬ ‫ن*‬ ‫ال ح ق‬ ‫مبحي ق‬ ‫م ا م فْ‬ ‫‪ ٣٥٥‬وفْا م فْ‬ ‫ن‬ ‫ذا د ق ق‬ ‫ذا ففْحريقد م‬ ‫ضو فْ‬ ‫معحرم ق‬ ‫سومله ل مي فْ ح‬ ‫عوا ا مفْلى الل ملهم وفْفْر ق‬ ‫م ق‬ ‫من حهق ح‬ ‫م ب فْي حن فْهق ح‬ ‫حك ق فْ‬ ‫*‬

‫‪17‬‬

‫شي ح فْ‬ ‫سو د فْ‬ ‫ن قفْب حل م فْ‬ ‫قى ال ر‬ ‫ى ا مرل ا م فْ‬ ‫ن حفى‬ ‫ملنى ا فْل ح فْ‬ ‫ك م‬ ‫‪ ٣٣٧‬م‬ ‫طا ق‬ ‫ن فْر ق‬ ‫ذا ت فْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫ل وفْل ن فْب م ى‬ ‫شي ح فْ‬ ‫قى ال ر‬ ‫س ق‬ ‫م‬ ‫ه امفْيا م ح‬ ‫ه فْ‬ ‫ما ي قل ح م‬ ‫م يق ح‬ ‫طا ق‬ ‫من مي رمته ففْي فْن ح فْ‬ ‫علحي د‬ ‫ته فْوالل مل ق‬ ‫م الل مل ق‬ ‫حك م ق‬ ‫ن ثق ر‬ ‫ه فْ‬ ‫خ الل مل ق‬ ‫اق ح‬ ‫م *صحيفه نوماره سي‬ ‫فْ‬ ‫حكحي د‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫سو ق‬ ‫‪ ٣٠٥‬فْقا فْ‬ ‫ما فْزك مميا *‬ ‫بل م‬ ‫ك ملهفْ فْ‬ ‫ل فْرب ل م‬ ‫ما افْنا فْر ق‬ ‫ك غ قل د‬ ‫ل ا من ر فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫ن قفْب حل م فْ‬ ‫ن‬ ‫‪ ٢٥٣‬وفْل فْ فْ‬ ‫جا وفْذ قلري ر د‬ ‫سدل م‬ ‫كا فْ‬ ‫م ا فْحزفْوا د‬ ‫ك وفْ فْ‬ ‫سل حفْنا قر ق‬ ‫قد ح ا فْحر فْ‬ ‫ة وفْ فْ‬ ‫جعفْل حفْنا ل فْهق ح‬ ‫م ح‬ ‫ل ا فْ ح ح‬ ‫ن الل ملهم ل مك ق ل‬ ‫ب*‬ ‫ل ك مفْتا د‬ ‫ل ا فْ فْ‬ ‫ل مفْر ق‬ ‫ج د‬ ‫ى مباي فْةد ا مرل ب ما مذ ح م‬ ‫سو د‬ ‫ن ي فْات م فْ‬ ‫سو د‬ ‫‪ ٢١٣‬وفْل مك ق ل‬ ‫ل ففْا م فْ‬ ‫م فْل‬ ‫س م‬ ‫م مبال ح م‬ ‫م قق م‬ ‫ذا فْ‬ ‫ق ح‬ ‫جافْء فْر ق‬ ‫مةد فْر ق‬ ‫ط وفْهق ح‬ ‫ى ب فْي حن فْهق ح‬ ‫سول قهق ح‬ ‫ل اق ر‬ ‫ض فْ‬ ‫ن*‬ ‫مو فْ‬ ‫ي قظ حل فْ ق‬ ‫م ع فْ فْ‬ ‫ب‬ ‫ن ك فْ فْ‬ ‫فقروا م‬ ‫ذا د‬ ‫سقيصحي ق‬ ‫ه فْ‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫من حهق ح‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ن ك فْذ فْقبوا الل مل فْ‬ ‫ب ال رحذي فْ‬ ‫‪ ٢٠٠‬وفْقفْعفْد فْ ال رحذي فْ‬ ‫م*‬ ‫فْالحي د‬ ‫ب قق ح‬ ‫ل ا فْمبالل ملهم وفْا مفْيات محه‬ ‫م ل فْي فْ ق‬ ‫ما ك قرنا ن فْ ق‬ ‫ض وفْن فْل حعفْ ق‬ ‫ن فْ‬ ‫ن ا من ر فْ‬ ‫سا فْل حت فْهق ح‬ ‫خو ق‬ ‫قول ق ر‬ ‫‪ ١٦٩‬وفْل فْئ م ح‬ ‫فْ ح‬ ‫مل‬ ‫ن *‪١٩٠‬‬ ‫ن فْل ي قؤ ح م‬ ‫مقنو فْ‬ ‫ست فْهحزمؤ ق فْ‬ ‫م ت فْ ح‬ ‫وفْفْر ق‬ ‫سوملهح ك قن حت ق ح‬ ‫فْقات مقلوا ال رحذي فْ‬ ‫ن مباللهم وفْل مبالي فْوحم م‬ ‫حقل *‬ ‫احل م‬ ‫ن ال ح فْ‬ ‫ه وفْفْل فْيدحيقنو فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫مو فْ‬ ‫خرم وفْفْل ي ق فْ‬ ‫حرر فْ‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫سول ق ق‬ ‫م الل مل ق‬ ‫ن فْ‬ ‫حلر ق‬ ‫ن دحي فْ‬ ‫م‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ه وفْا فْن حت ق ح‬ ‫وا ع فْن ح ق‬ ‫سول فْ ق‬ ‫مقنوا فْاطحيقعوا الل مل فْ‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫ه وفْفْل ت فْوفْل ر ح‬ ‫‪ ١٧٨‬فْيا ا فْي قفْها ال رحذي فْ‬ ‫ن*‬ ‫مقعو فْ‬ ‫ت فْ ح‬ ‫س فْ‬ ‫ن*‬ ‫مو فْ‬ ‫دو فْ‬ ‫ما ت قب ح ق‬ ‫ما ع فْفْلى الرر ق‬ ‫ما ت فْك حت ق ق‬ ‫ن وفْ فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ه ي فْعحل فْ ق‬ ‫ل ا مرل ال حب فْفْلغ ق فْوالل مل ق‬ ‫‪ ١٢٣‬فْ‬ ‫سو م‬ ‫‪ ١٠٨‬وفْفْقا فْ‬ ‫م‬ ‫من حت ق ح‬ ‫م الرزكموة فْ فْوا فْ‬ ‫صلوة فْ فْوات فْي حت ق ق‬ ‫مت ق ق‬ ‫ن ا فْقفْ ح‬ ‫معفْك ق ح‬ ‫ه ا من لحى فْ‬ ‫ل الل مل ق‬ ‫م ال ر‬ ‫م ل فْئ م ح‬ ‫م *صحيفه نواره سي‬ ‫ب مقر ق‬ ‫موهق ح‬ ‫سلحى وفْع فْرزحرت ق ق‬ ‫ن ل مئ فْرل ي فْ ق‬ ‫مب فْ ل‬ ‫ج د‬ ‫من ح م‬ ‫ة ب فْعحد فْ‬ ‫ح ر‬ ‫س ع فْفْلى الل ملهم ق‬ ‫كو فْ‬ ‫‪ ١٠٣‬قر ق‬ ‫ن وفْ ق‬ ‫سدل ق‬ ‫ذرحي فْ‬ ‫شرحي فْ‬ ‫ن مللرنا م‬ ‫ل وفْ فْ‬ ‫ما *‬ ‫ه فْ‬ ‫عزحيدزا فْ‬ ‫كا فْ‬ ‫القر ق‬ ‫حكحي د‬ ‫ن الل مل ق‬ ‫س م‬ ‫ر‬ ‫ح‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫م‬ ‫ر‬ ‫فْ‬ ‫ب الحذى ن فْرز فْ‬ ‫علمى‬ ‫ل فْ‬ ‫مقنوا ا م‬ ‫مقنوا مباللهم وفْفْر ق‬ ‫ن ا فْ‬ ‫سوملهح فْوالك مفْتا م‬ ‫‪ ٩٩‬فْيااي قفْها الحذي فْ‬ ‫ن قفْب ح ق‬ ‫ب ال رحذى ا فْن حفْز فْ‬ ‫ملئ مك فْمتهح وفْك قت قمبهح‬ ‫فحر مبالل ملهم وفْ فْ م‬ ‫ن ي فْك ح ق‬ ‫ل م‬ ‫فْر ق‬ ‫ل وفْ فْ‬ ‫سوملهح فْوال حك مفْتا م‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫ض ر‬ ‫دا *‬ ‫خرم ففْ فْ‬ ‫سملهح فْوال حي فْوحم م احل م‬ ‫ضفْلدل فْبعحي د‬ ‫ل فْ‬ ‫قد ح فْ‬ ‫وفْقر ق‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫ف ا فْ‬ ‫‪ ٩٠‬وفْا م فْ‬ ‫دوه ق ا ملى‬ ‫ذا ق‬ ‫ن اوم ال فْ‬ ‫مدر م‬ ‫عوا مبهح وفْلوح فْر ق‬ ‫خو ح م‬ ‫ذا فْ‬ ‫ن ال فْ ح‬ ‫ما ح‬ ‫جافْءهق ح‬ ‫م فْ‬ ‫م م‬ ‫ست فْن حب م ق‬ ‫م*‬ ‫ه م‬ ‫مرم م‬ ‫ن ي فْ ح‬ ‫الرر ق‬ ‫من حهق ح‬ ‫طون فْ ق‬ ‫م ق‬ ‫م ل فْعفْل م فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫ل وفْمالمى قاوملى احل فْ ح‬ ‫ه ال رحذي فْ‬ ‫سو م‬ ‫سو فْ‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫ما ك فْ فْ‬ ‫‪ ٦٠‬ك فْي ح فْ‬ ‫ف ي فْهح م‬ ‫ل فْ‬ ‫دوا ا فْ ر‬ ‫شه م ق‬ ‫ن الرر ق‬ ‫حقى‬ ‫مان مهم ح‬ ‫فقروا ب فْعحد فْ اي فْ‬ ‫ه قفْوح د‬ ‫دى الل مل ق‬ ‫م ال ر‬ ‫ن*‬ ‫دى ال ح فْ‬ ‫ه فْل ي فْهح م‬ ‫وفْ فْ‬ ‫قوح فْ‬ ‫ت فْوالل مل ق‬ ‫م ال حب فْي لفْنا ق‬ ‫جافْءهق ق‬ ‫ظاملمحي فْ‬ ‫مرنا قق ح‬ ‫ل‬ ‫ما ي فْد ح ق‬ ‫م ت قؤ ح م‬ ‫‪ ١٦‬فْقال فْ م‬ ‫ت احل فْع حفْرا ق‬ ‫ن ققوقلوا ا فْ ح‬ ‫مفْنا وفْل فْ ر‬ ‫سل فْ ح‬ ‫ل ل فْ ح‬ ‫ب ام فْ‬ ‫خ م‬ ‫مقنوا فْولمك م ح‬ ‫م‬ ‫م م‬ ‫م وفْا م ح‬ ‫ما ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫مال مك ق ح‬ ‫ن ا فْع ح فْ‬ ‫ه فْل ي فْل مت حك ق ح‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ن قتطحيقعوا الل مل فْ‬ ‫ن حفى قققلوب مك ق ح‬ ‫احلي فْ‬ ‫م ح‬ ‫فْ‬ ‫م*‬ ‫فودر فْ ح‬ ‫ه غفْ ق‬ ‫شي حئدا ا م ر‬ ‫رحي د‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫من حفْها احل فْذ فْ ر‬ ‫‪ ٥٥٤‬ي فْ ق‬ ‫مدحين فْةم ل فْي ق ح‬ ‫ل وفْل مل ملهم‬ ‫ن احل فْع فْقز م‬ ‫خرم فْ‬ ‫ن فْر فْ‬ ‫قوقلو فْ‬ ‫جعحفْنا ا مفْلى ال ح فْ‬ ‫ج ر‬ ‫ن ل فْئ م ح‬ ‫ن*‬ ‫مؤ ح م‬ ‫مو فْ‬ ‫ال حعمرزة ق وفْل مفْر ق‬ ‫ن فْل ي فْعحل فْ ق‬ ‫ن ال ح ق‬ ‫سوملهح وفْل مل ح ق‬ ‫مفْنامفقحي فْ‬ ‫ن فْولك م ر‬ ‫منحي فْ‬ ‫] ‪[ Beşinci Silsile: Altıncı Satırda‬‬ ‫صحيفه نوماره سي‬

‫سو فْ‬ ‫م‬ ‫ه وفْا فْحطيقعوا الرر ق‬ ‫مال فْك ق ح‬ ‫ل وفْفْل ت قب حط مقلوا ا فْع ح فْ‬ ‫مقنوا ا فْحطيقعوا الل لم فْ‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫‪ ٥٠٩‬فْيا ا فْي قفْها ال رحذي فْ‬ ‫*‬

‫‪18‬‬

‫م‬ ‫معق م‬ ‫م وفْن فْ ح‬ ‫سقبو فْ‬ ‫م ي فْ ح‬ ‫‪ ٤٩٤‬ا فْ ح‬ ‫م فْبلى وفْقر ق‬ ‫ن ا فْرنا فْل ن فْ ح‬ ‫ح فْ‬ ‫سل قفْنا ل فْد فْي حهم ح‬ ‫جوحيهق ح‬ ‫سررهق ح‬ ‫س فْ‬ ‫ن*‬ ‫ي فْك حت ققبو فْ‬ ‫ن ي قك فْذ لقبو فْ‬ ‫ت‬ ‫ك ففْ فْ‬ ‫م مبال حب فْي لفْنا م‬ ‫ن م‬ ‫م فْ‬ ‫قد ح ك فْذ ر فْ‬ ‫‪ ٤٣٦‬وفْا م ح‬ ‫م قر ق‬ ‫سل قهق ح‬ ‫جافْءت حهق ح‬ ‫ن قفْب حل مهم ح‬ ‫م ح‬ ‫ب ال رحذي فْ‬ ‫منحيرم *‬ ‫ب ال ح ق‬ ‫وفْمبالقزب قرم وفْمبال حك مفْتا م‬ ‫ه‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ما قيرحيد ق الل مل ق‬ ‫ه ا من ر فْ‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫‪ ٤٢١‬وفْا فْقم ح‬ ‫ن ال ر‬ ‫ن الرزكموة فْ وفْا فْط معح فْ‬ ‫صلوة فْ فْوام حتي فْ‬ ‫م فْ‬ ‫م ت فْ ح‬ ‫س ا فْهح فْ‬ ‫طهحيدرا *‬ ‫ل ال حب فْي ح م‬ ‫م اللر ح‬ ‫ل مي قذ حه م فْ‬ ‫ت وفْي قط فْهلفْرك ق ح‬ ‫ب ع فْن حك ق ق‬ ‫ج فْ‬ ‫س فْ‬ ‫ة وفْا فْع حت فْد حفْنا‬ ‫س امي فْ د‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫‪ ٣٦٢‬وفْقفْوح فْ‬ ‫ما ك فْذ رقبوا القر ق‬ ‫جعفْل حفْناهق ح‬ ‫ل ا فْغ حفْرقحفْناهق ح‬ ‫ح ل فْ ر‬ ‫م مللرنا م‬ ‫م قنو د‬ ‫ملل ر‬ ‫ن ع فْ فْ‬ ‫ما *‬ ‫ذادبا فْالحي د‬ ‫ظاملمحي فْ‬ ‫ن‬ ‫‪ ٣٥٥‬وفْي فْ ق‬ ‫م م‬ ‫م ي فْت فْوفْل ملى فْفرحيقد م‬ ‫قوقلو فْ‬ ‫مرنا مبالل ملهم وفْمبالرر ق‬ ‫منهق ح‬ ‫ل وفْا فْط فْعحفْنا ث ق ر‬ ‫ن ام فْ‬ ‫م ح‬ ‫سو م‬ ‫ما قاول مئ م فْ‬ ‫ب فْعحد م ذ مل م فْ‬ ‫ن*‬ ‫مؤ ح م‬ ‫ك مبال ح ق‬ ‫ك وفْ فْ‬ ‫منحي فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫ن‬ ‫خل ر ق‬ ‫ن ي فْت فْ فْ‬ ‫م م‬ ‫ب ا فْ ح‬ ‫ن فْ‬ ‫كا فْ‬ ‫حوحل فْهق ح‬ ‫مدحين فْةم وفْ فْ‬ ‫ل ال ح فْ‬ ‫‪ ٢٠٥‬فْ‬ ‫ن احل فْع حفْرا م‬ ‫فوا ع فْ ح‬ ‫م فْ‬ ‫م ح‬ ‫ن مل فْهح م‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫سه ذ مل م فْ‬ ‫م‬ ‫ل اللهم وفْل ي فْحرغ فْقبوا ب مان ح ق‬ ‫ن ن فْفح م‬ ‫ف م‬ ‫فْر ق‬ ‫م ل قيصحيب قهق ح‬ ‫ك ب مان رهق ح‬ ‫سه م ح‬ ‫م ع فْ ح‬ ‫سو م‬ ‫ب وفْ فْ‬ ‫ل *صحيفه نوماره سي‬ ‫ص د‬ ‫ظ فْ فْ‬ ‫ما د وفْفْل ن فْ فْ‬ ‫موحط مدئا فْيغحي ق‬ ‫ن‬ ‫ظ ال حك ق ر‬ ‫م ح‬ ‫ص د‬ ‫فافْر وفْفْل ي فْفْناقلو فْ‬ ‫ل الل ملهم وفْفْل ي فْط فْؤ ق فْ‬ ‫ة حفى فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫خ فْ‬ ‫فْ‬ ‫م فْ‬ ‫سبحي م‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫فْ‬ ‫ر‬ ‫د‬ ‫م د‬ ‫جفْر‬ ‫م‬ ‫ه ل قيضحيعق ا ح‬ ‫ح ام ر‬ ‫صال م د‬ ‫ن ع فْد قوى ن فْي حل ا مل ك قت م فْ‬ ‫ن الل فْ‬ ‫م مبه ع فْ فْ‬ ‫ب لهق ح‬ ‫ل فْ‬ ‫م ح‬ ‫ح‬ ‫ن*‬ ‫ح م‬ ‫م ح‬ ‫ال ق‬ ‫سنحي فْ‬ ‫فْ‬ ‫‪ ١٨٦‬وفْا فْ فْ‬ ‫ه فْبرىدء‬ ‫ن م‬ ‫ج احل فْك حب فْرم ا فْ ر‬ ‫ح ل‬ ‫م ال ح فْ‬ ‫ذا د‬ ‫س ي فْوح فْ‬ ‫ن الل ملهم وفْفْر ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫م فْ‬ ‫سوملهح ا ملى الرنا م‬ ‫م ح‬ ‫موا‬ ‫م ففْهقوفْ فْ‬ ‫م‬ ‫م وفْا م ح‬ ‫ه ففْا م ح‬ ‫ن وفْفْر ق‬ ‫م فْفاع حل فْ ق‬ ‫ن ت فْوفْل ري حت ق ح‬ ‫خي حدر ل فْك ق ح‬ ‫ن ت قب حت ق ح‬ ‫سول ق ق‬ ‫ن ال ح ق‬ ‫ركحي فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ش م‬ ‫فْ‬ ‫ر‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫فْ‬ ‫ق‬ ‫فْقا فْ‬ ‫فقروا ب معفْ فْ‬ ‫زى اللهم وفْب فْ ل‬ ‫ل‬ ‫ب الحيم د *‪١٥٧‬‬ ‫ن ك فْ‬ ‫معح م‬ ‫م غ فْي حقر ق‬ ‫ا فْن رك ح‬ ‫ذا د‬ ‫شرم الحذي فْ‬ ‫ج م‬ ‫سو د‬ ‫ن*‬ ‫ضفْلل فْ د‬ ‫ل م‬ ‫ن فْر ل‬ ‫س بحى فْ‬ ‫ة فْولمك من لمى فْر ق‬ ‫فْيا قفْوحم م ل فْي ح فْ‬ ‫ب ال حفْعافْلمحي فْ‬ ‫م ح‬ ‫سو فْ‬ ‫ما‬ ‫حذ فْقروا ففْا م ح‬ ‫ل فْوا ح‬ ‫ه وفْا فْحطيقعوا الرر ق‬ ‫موا ا فْن ر فْ‬ ‫م فْفاع حل فْ ق‬ ‫ن ت فْوفْل ري حت ق ح‬ ‫‪ ١٢٢‬وفْا فْحطيقعوا الل مل فْ‬ ‫ن*‬ ‫فْ‬ ‫علمى فْر ق‬ ‫سول مفْنا ال حب فْفْلغ ق ال ح ق‬ ‫مبحي ق‬ ‫ح‬ ‫جز ق‬ ‫دا‬ ‫سا د‬ ‫سعفْوح فْ‬ ‫حارمقبو فْ‬ ‫ن ي ق فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫ض ففْ فْ‬ ‫ه وفْي فْ ح‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫‪ ١١٢‬ا من ر فْ‬ ‫ؤا ال رحذي فْ‬ ‫ن مفى ال فْحر م‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫ق‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫ر‬ ‫فْ‬ ‫ر‬ ‫فْ‬ ‫ق‬ ‫وا‬ ‫ف اوح ي قن ح فْ‬ ‫صلقبوا اوح ت ق فْ‬ ‫ن ي ق فْ‬ ‫ن م‬ ‫م م‬ ‫خل د‬ ‫م وفْاحر ق‬ ‫ا فْ ح‬ ‫جل ه ق ح‬ ‫قطعفْ احيدحيهم ح‬ ‫قت رلوا اوح ي ق فْ‬ ‫ف ح‬ ‫م ح‬ ‫م فْ ح‬ ‫ض ذ مل م فْ‬ ‫خفْرةم ع فْ فْ‬ ‫م‬ ‫ب فْ‬ ‫م مفى احل م‬ ‫م م‬ ‫م‬ ‫ذا د‬ ‫عظحي د‬ ‫خحزىد مفى الد قن حفْيا وفْل فْهق ح‬ ‫ك ل فْهق ح‬ ‫ن ال فْحر م‬ ‫*‬ ‫ر‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫ن‬ ‫ف ق‬ ‫ست فْ ح‬ ‫قوا م‬ ‫سوملهح وفْان ح م‬ ‫‪ ٥٣٧‬ام م‬ ‫ما فْ‬ ‫م ح‬ ‫مقنوا مباللهم وفْفْر ق‬ ‫م ق‬ ‫جعفْلك ق ح‬ ‫م ر‬ ‫ن فحيهم فْفالحذي فْ‬ ‫خلفحي فْ‬ ‫جدر فْ‬ ‫ر *صحيفه نوماره سي‬ ‫ف ق‬ ‫م وفْا فْن ح فْ‬ ‫مقنوا م‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫قوا ل فْهق ح‬ ‫من حك ق ح‬ ‫ا م فْ‬ ‫كبحي د‬ ‫ه‬ ‫دو فْ‬ ‫م ي فْقعو ق‬ ‫ن الن ر ح‬ ‫ما ن ققهوا ع فْن ح ق‬ ‫ن ل م فْ‬ ‫جومى ث ق ر‬ ‫‪ ٥٤٢‬ا فْل فْ ح‬ ‫م ت فْفْر ا مفْلى ال رحذي فْ‬ ‫ن ن ققهوا ع فْ م‬ ‫حي روح فْ‬ ‫جاؤ ق فْ‬ ‫ل وفْا م فْ‬ ‫ما‬ ‫صي فْ م‬ ‫معح م‬ ‫ك فْ‬ ‫ذا فْ‬ ‫جوح فْ‬ ‫وفْي فْت فْفْنا فْ‬ ‫ت الرر ق‬ ‫ك ب م فْ‬ ‫ن وفْ فْ‬ ‫سو م‬ ‫ن مباحل مث حم م فْوال حعقد حفْوا م‬ ‫حي ل فْ‬ ‫قو ق‬ ‫ل‬ ‫ما ن فْ ق‬ ‫ن حفى ا فْن ح ق‬ ‫ه وفْي فْ ق‬ ‫ف م‬ ‫قوقلو فْ‬ ‫م ي ق فْ‬ ‫ه ب م فْ‬ ‫م ل فْوحفْل ي قعفْذ لب قفْنا الل مل ق‬ ‫سه م ح‬ ‫ك ب مهم الل مل ق‬ ‫ل فْ ح‬ ‫مصحيقر *‬ ‫م فْ‬ ‫فْ‬ ‫ح ح‬ ‫س ال ح فْ‬ ‫جهفْن ر ق‬ ‫سب قهق ح‬ ‫صل فْوحن فْفْها ففْب مئ ح فْ‬ ‫م ي فْ ح‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫فْ‬ ‫ذى‬ ‫ل ال ق‬ ‫سو م ح‬ ‫ه فْ‬ ‫ل وفْل م م‬ ‫له م‬ ‫قرى ففْل ملهم وفْمللرر ق‬ ‫علمى فْر ق‬ ‫ما افْفافْء الل ق‬ ‫‪ ٥٤٥‬فْ‬ ‫سو م‬ ‫ن اهح م‬ ‫م ح‬ ‫ى فْلي فْ ق‬ ‫ن‬ ‫ال ح ق‬ ‫دول فْ د‬ ‫ن ق‬ ‫كو فْ‬ ‫ن ال ر‬ ‫م فْ‬ ‫قحربمى فْوال حي فْفْتاممى فْوال ح فْ‬ ‫ة ب فْي ح فْ‬ ‫سبحي م‬ ‫ن فْواب ح م‬ ‫ساكحي م‬ ‫ل ك فْ ح‬ ‫سو ق‬ ‫خ ق‬ ‫ه فْفان حت فْقهوا‬ ‫ل ففْ ق‬ ‫احل فْغ حن مفْيامء م‬ ‫م الرر ق‬ ‫م ع فْن ح ق‬ ‫ما فْنهميك ق ح‬ ‫ذوه ق وفْ فْ‬ ‫ما اتيك ق ق‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫من حك ق ح‬ ‫ه فْ‬ ‫ب*‬ ‫شدحيد ق ال حعم فْ‬ ‫فْوات ر ق‬ ‫ه ام ر‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫قوا الل مل فْ‬ ‫قا م‬

‫‪19‬‬

‫فْ‬ ‫ح‬ ‫سول فْ ق ح‬ ‫س فْ‬ ‫ن ك قللهح‬ ‫ن ال ح فْ‬ ‫ل فْر ق‬ ‫‪ ٥٥١‬هقوفْ ال رحذى ا فْحر فْ‬ ‫حقل ل مي قظهمفْره ق ع فْلى الد حلي م‬ ‫ه مبالقهدمى فْودحي م‬ ‫شرم ق‬ ‫م ح‬ ‫ن*‬ ‫كو فْ‬ ‫وفْل فْوح ك فْرمه فْ ال ح ق‬ ‫] ‪[Altıncı Silsile: Dördüncü Satırda‬‬ ‫سو فْ‬ ‫ل الل ملهم وفْ فْ‬ ‫ن ك فْ فْ‬ ‫ن ب فْعحد م‬ ‫ل م‬ ‫ص ق‬ ‫‪ ٥٠٩‬ا م ر‬ ‫شاققوا الرر ق‬ ‫ن فْ‬ ‫فقروا وفْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫سبحي م‬ ‫دوا ع فْ ح‬ ‫ن ال رحذي فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫ق‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫فْ‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫م*‬ ‫سي ق ح‬ ‫ن ي فْ ق‬ ‫شي حئدا وفْ فْ‬ ‫مالهق ح‬ ‫حب مط اع ح فْ‬ ‫ضقروا الل فْ‬ ‫ن لهق ق‬ ‫فْ‬ ‫م القهدى ل ح‬ ‫مات فْب فْي ر فْ‬ ‫هل‬ ‫دوا ا مرل الل فْم‬ ‫ر‬ ‫فْ‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫س ق‬ ‫ن فْ‬ ‫خل م‬ ‫م وفْ م‬ ‫ل م‬ ‫م ال ت فْعحب ق ق‬ ‫‪ ٤٧٧‬ا مذ ح فْ‬ ‫م القر ق‬ ‫فه م ح‬ ‫ن احيدحيهم ح‬ ‫جافْءت حهق ق‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫ن ب فْي ح م‬ ‫به فْ‬ ‫شافْء فْرب قفْنا فْل فْن حفْز فْ‬ ‫فْقاقلوا ل فْوح فْ‬ ‫ن *صحيفه نوماره سي‬ ‫م م ح‬ ‫ملمئ مك فْ د‬ ‫ما ا قحر م‬ ‫كافمقرو فْ‬ ‫سل حت ق ح‬ ‫ة ففْا مرنا ب م فْ‬ ‫ل فْ‬ ‫سو د‬ ‫ن*‬ ‫ن )*( فْفات ر ق‬ ‫م فْر ق‬ ‫قوا الل مل فْ‬ ‫‪ ٣٧٢‬ا من لحى ل فْك ق ح‬ ‫ه وفْفْاطحيقعو م‬ ‫ل فْامحي د‬ ‫جت فْن مقبوا ال ر‬ ‫طا ق‬ ‫قد ح ب فْعفْث حفْنا حفى ك ق ل‬ ‫ت‬ ‫‪ ٢٧٠‬وفْل فْ فْ‬ ‫ه فْوا ح‬ ‫ن اع حب ق ق‬ ‫مةد فْر ق‬ ‫غو فْ‬ ‫دوا الل مل فْ‬ ‫ل اق ر‬ ‫سودل ا فْ م‬ ‫ة فْفسحيقروا مفى‬ ‫ح ر‬ ‫ضفْلل فْ ق‬ ‫ه وفْ م‬ ‫ففْ م‬ ‫ت ع فْل فْي حهم ال ر‬ ‫ن فْ‬ ‫ن هفْ فْ‬ ‫ق ح‬ ‫م فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫دى الل مل ق‬ ‫م فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫ح‬ ‫ف فْ‬ ‫مك فْ ل‬ ‫ن*‬ ‫ن فْ‬ ‫عاقمب فْ ق‬ ‫ض فْفان حظ ققروا ك فْي ح فْ‬ ‫كا فْ‬ ‫ة ال ح ق‬ ‫ذبحي فْ‬ ‫ال فْحر م‬ ‫س ق‬ ‫مب فْ ل‬ ‫ن*‬ ‫من ح م‬ ‫ما ن قحر م‬ ‫محر فْ‬ ‫ن وفْ ق‬ ‫ن ا مرل ق‬ ‫ل ال ح ق‬ ‫‪ ٢٩٩‬وفْ فْ‬ ‫ذرحي فْ‬ ‫شرحي فْ‬ ‫سلحي فْ‬ ‫ن*‬ ‫جا م‬ ‫عقلوه ق م‬ ‫ك وفْ فْ‬ ‫دوه ق ا مل فْي ح م‬ ‫‪ ٣٨٥‬ا مرنا فْرا ق‬ ‫محر فْ‬ ‫ن ال ح ق‬ ‫سلحي فْ‬ ‫م فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫م ت فْ ق‬ ‫ب د فْع حوفْت فْ فْ‬ ‫س فْ‬ ‫كوقنوا‬ ‫‪ ٢٦٠‬فْرب رفْنا ا فْ ل‬ ‫ج ح‬ ‫خحرفْنا مالمى ا فْ‬ ‫ك وفْن فْت رب ممع القر ق‬ ‫ل اوفْل ح‬ ‫ب نق م‬ ‫ل فْقري د‬ ‫ج د‬ ‫ن قفْب ح ق‬ ‫ل*‬ ‫م م‬ ‫م م‬ ‫ا فْقح فْ‬ ‫مال فْك ق ح‬ ‫ل فْ‬ ‫مت ق ح‬ ‫س ح‬ ‫ن فْزفْوا د‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫دوا‬ ‫م ح‬ ‫خل ر ق‬ ‫م فْ‬ ‫ل الل ملهم وفْك فْرم ق‬ ‫خفْل فْ‬ ‫م م‬ ‫جاه م ق‬ ‫ن ي ق فْ‬ ‫هوا ا فْ ح‬ ‫فو فْ‬ ‫‪ ١٩٩‬ففْرم فْ‬ ‫ف فْر ق‬ ‫قعفْد مه م ح‬ ‫ن ب م فْ‬ ‫ح ال ح ق‬ ‫سو م‬ ‫حلر قق ح‬ ‫ل فْناقر‬ ‫م وفْا فْن ح ق‬ ‫ل الل ملهم وفْفْقاقلوا فْل ت فْن ح م‬ ‫ف م‬ ‫فقروا مفى ال ح فْ‬ ‫م حفى فْ‬ ‫سه م ح‬ ‫وال مهم ح‬ ‫ب ما فْ ح‬ ‫سبي م‬ ‫م فْ‬ ‫حمرا ل فْوح فْ‬ ‫م ا فْ فْ‬ ‫ن*‬ ‫ف فْ‬ ‫كاقنوا ي فْ ح‬ ‫ققهو فْ‬ ‫شد ق فْ‬ ‫فْ‬ ‫جهفْن ر فْ‬ ‫ن ي فْقتوقبوا ي فْ ق‬ ‫ن ا فْ ح‬ ‫خي حدرا‬ ‫ما ن فْ فْ‬ ‫ك فْ‬ ‫ه م‬ ‫ضملهح ففْا م ح‬ ‫ن ففْ ح‬ ‫موا ا مرل ا فْ ح‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫سول ق ق‬ ‫م الل مل ق‬ ‫غنحيهق ق‬ ‫ق ق‬ ‫‪ ١٩٨‬وفْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫م*‬ ‫ل فْهق ح‬ ‫سو فْ‬ ‫م‬ ‫ل وفْت فْ ق‬ ‫مقنوا فْل ت فْ ق‬ ‫ه فْوالرر ق‬ ‫م وفْا فْن حت ق ح‬ ‫مافْنات مك ق ح‬ ‫خوقنوا ا فْ فْ‬ ‫خوقنوا الل مل فْ‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫‪ ١٧٩‬فْيا ا فْي قفْها ال رحذي فْ‬ ‫ن *صحيفه نوماره سي‬ ‫مو فْ‬ ‫ت فْعحل فْ ق‬ ‫س ق‬ ‫م‬ ‫ح فْ‬ ‫‪ ١٣٤‬وفْهقوفْ ال ح فْ‬ ‫فظ فْ د‬ ‫قاه مقر ففْوحقفْ م‬ ‫عفْبامدهح وفْي قحر م‬ ‫جافْء ا فْ فْ‬ ‫حت لمى ا مفْذا فْ‬ ‫ة فْ‬ ‫م فْ‬ ‫حد فْك ق ق‬ ‫ل ع فْل فْي حك ق ح‬ ‫فلر ق‬ ‫سل قفْنا‬ ‫ن *‪ ١١٢‬وفْل فْ فْ‬ ‫م فْل ي ق فْ‬ ‫قد ح فْ‬ ‫طو فْ‬ ‫م قر ق‬ ‫ه قر ق‬ ‫جافْءت حهق ح‬ ‫سل قفْنا وفْهق ح‬ ‫ت ت فْوفْفرت ح ق‬ ‫مو ح ق‬ ‫ال ح فْ‬ ‫ح‬ ‫ن فْ‬ ‫م ب فْعحد فْ ذ مل م فْ‬ ‫ن*‬ ‫كثحيدرا م‬ ‫مبال حب فْي لفْنا م‬ ‫سرمقفو فْ‬ ‫م ام ر‬ ‫م ح‬ ‫ض ل فْ ق‬ ‫من حهق ح‬ ‫ت ثق ر‬ ‫ك مفى ال فْحر م‬ ‫سو ق‬ ‫ه‬ ‫مسحي ق‬ ‫‪ ١٠٤‬ع فْفْلى الل ملهم ا مرل ال ح فْ‬ ‫م فْر ق‬ ‫ح عحي فْ‬ ‫مت ق ق‬ ‫ل الل ملهم وفْك فْل م فْ‬ ‫محري فْ فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫ما ال ح فْ‬ ‫حقر ا من ر فْ‬ ‫سىاب ح ق‬ ‫سملهح *‬ ‫ه فْفا م‬ ‫ح م‬ ‫م وفْقرو د‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْقر ق‬ ‫من ح ق‬ ‫محري فْ فْ‬ ‫ا فْحلقيفْها مالمى فْ‬ ‫م ع فْل فْي ح فْ‬ ‫م ع فْل فْي ح فْ‬ ‫ن قفْب ح ق‬ ‫ك‬ ‫م ن فْ ح‬ ‫ك م‬ ‫ل وفْقر ق‬ ‫‪ ١٠٣‬وفْقر ق‬ ‫صه ق ح‬ ‫سدل ل فْ ح‬ ‫صفْناهق ح‬ ‫ص ح‬ ‫ق ق‬ ‫ص ح‬ ‫سدل قفْد ح قفْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫ح‬ ‫ما *‬ ‫موسمى ت فْكلحي د‬ ‫ه ق‬ ‫م الل ق‬ ‫وفْك فْل ر فْ‬ ‫سو فْ‬ ‫ما‬ ‫مسحي فْ‬ ‫م فْر ق‬ ‫ح عحي فْ‬ ‫ما قفْت فْقلوه ق وفْ فْ‬ ‫ل الل ملهم وفْ فْ‬ ‫محري فْ فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫م ا مرنا قفْت فْل حفْنا ال ح فْ‬ ‫‪ ١٠٢‬وفْقفْوحل مهم ح‬ ‫سىاب ح فْ‬ ‫ن ق‬ ‫م*‬ ‫ه ل فْهق ح‬ ‫شب ل فْ‬ ‫فْ‬ ‫صل فْقبوه ق فْولك م ح‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫ر‬ ‫ح‬ ‫سملهح‬ ‫ن ي ق فْ‬ ‫ن ي فْك ق‬ ‫نا ح‬ ‫دو فْ‬ ‫سملهح وفْقيرحي ق‬ ‫فقرو فْ‬ ‫‪ ١٠١‬ا م ر‬ ‫ن اللهم وفْقر ق‬ ‫ن مباللهم وفْقر ق‬ ‫فلرققوا ب فْي ح فْ‬ ‫ن الحذي فْ‬ ‫ن ذ مل م فْ‬ ‫خ ق‬ ‫ك‬ ‫ض وفْن فْك ح ق‬ ‫وفْي فْ ق‬ ‫ن ي فْت ر م‬ ‫ن ن قؤ ح م‬ ‫ن ا فْ ح‬ ‫دو فْ‬ ‫ض وفْقيرحي ق‬ ‫قوقلو فْ‬ ‫ذوا ب فْي ح فْ‬ ‫م ق‬ ‫فقر ب مب فْعح د‬ ‫ن ب مب فْعح د‬ ‫سبحيدل *‬ ‫فْ‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫سو فْ‬ ‫ن ي ق فْ‬ ‫ل‬ ‫ل م‬ ‫ه القهدى وفْي فْت رب معح غ فْي حفْر فْ‬ ‫ق الرر ق‬ ‫نل ق‬ ‫ن ب فْعحد م فْ‬ ‫‪ ٩٦‬وفْ فْ‬ ‫سبحي م‬ ‫ما ت فْب فْي ر فْ‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫شاقم م‬ ‫را *صحيفه نوماره سي‬ ‫ص م ح‬ ‫مؤ ح م‬ ‫له فْ‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫ت فْ‬ ‫سافْء ح‬ ‫جهفْن ر فْ‬ ‫ن ن قوفْلله فْ‬ ‫ال ح ق‬ ‫ما ت فْوفْل ملى وفْن ق ح‬ ‫مصحي د‬ ‫مني فْ‬

‫‪20‬‬

‫ن قفْب ح ق‬ ‫سئ م فْ‬ ‫ن‬ ‫ل ق م‬ ‫موسى م‬ ‫ن ا فْ ح‬ ‫دو فْ‬ ‫م قترحي ق‬ ‫‪ ١٦‬ا فْ ح‬ ‫ما ق‬ ‫سئفْقلوا فْر ق‬ ‫ن ت فْ ح‬ ‫ل وفْ فْ‬ ‫م ك فْ فْ‬ ‫سول فْك ق ح‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫ض ر‬ ‫ل*‬ ‫ن ففْ فْ‬ ‫ل ال حك ق ح‬ ‫قد ح فْ‬ ‫وافْء ال ر‬ ‫ل فْ‬ ‫ففْر مباحلي فْ‬ ‫سبحي م‬ ‫س فْ‬ ‫ما م‬ ‫ي فْت فْب فْد ر م‬ ‫فْ‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫فْ‬ ‫م حفى فْ‬ ‫سو فْ‬ ‫م‬ ‫كثحيرد م‬ ‫موا ا ر‬ ‫م فْر ق‬ ‫مرم لعفْن مت ق ح‬ ‫ن ال فْ ح‬ ‫ل اللهم لوح قيطحيعقك ق ح‬ ‫ن فحيك ق ح‬ ‫‪ ٥١٥‬فْواع حل فْ ق‬ ‫م فْ‬ ‫ففْر‬ ‫م ال حك ق ح‬ ‫ما فْ‬ ‫حب ر فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫م وفْك فْرره فْ ا مل فْي حك ق ق‬ ‫ه حفى قققلوب مك ق ح‬ ‫ن وفْفْزي رن فْ ق‬ ‫م احلي فْ‬ ‫ب ا مل فْي حك ق ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫فْولك م ر‬ ‫ن قاول مئ م فْ‬ ‫ن*‬ ‫فْوال ح ق‬ ‫م الررا م‬ ‫دو فْ‬ ‫ش ق‬ ‫صفْيا فْ‬ ‫ف ق‬ ‫ك هق ق‬ ‫سوقفْ فْوال حعم ح‬ ‫ل وفْفْل‬ ‫ج ح‬ ‫ن فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫م ع فْل فْي حهم م‬ ‫سوملهح م‬ ‫ما ا فْوح فْ‬ ‫على فْر ق‬ ‫فت ق ح‬ ‫م ففْ فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫ما ا فْفْفافْء الل مل ق‬ ‫‪ ٥٤٥‬وفْ فْ‬ ‫خي ح د‬ ‫م ح‬ ‫سل ل ق‬ ‫رم فْ‬ ‫علمى ك ق ل‬ ‫ل فْ‬ ‫ن ي فْ فْ‬ ‫ىءد‬ ‫ه فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫ط قر ق‬ ‫ه ي ق فْ‬ ‫شاقء فْوالل مل ق‬ ‫علمى فْ‬ ‫سل فْ ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫كا د‬ ‫م ح‬ ‫ب فْولك م ر‬ ‫ش ح‬ ‫فْقدحيدر *‬ ‫سول مفْنا ال حب فْفْلغ ق‬ ‫سو فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫ل ففْا م ح‬ ‫علمى فْر ق‬ ‫ه وفْا فْحطيقعوا الرر ق‬ ‫م ففْا من ر فْ‬ ‫ن ت فْوفْل ري حت ق ح‬ ‫‪ ٥٥٦‬وفْا فْحطيقعوا الل مل فْ‬ ‫ن*‬ ‫ال ح ق‬ ‫مبحي ق‬ ‫] ‪[Yedinci Silsile: Beşinci Satırda‬‬ ‫ن‬ ‫ه ي قد ح م‬ ‫جرى م‬ ‫جرنا د‬ ‫ن ت فْ ح‬ ‫ت ت فْ ح‬ ‫ه فْ‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫حت مفْها احل فْن حفْهاقر وفْ فْ‬ ‫خل ح ق‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ن ي قط ممع الل مل فْ‬ ‫‪ ٥١٢‬وفْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫فْ‬ ‫ي فْت فْوفْ ر‬ ‫ه ع فْ فْ‬ ‫ما *‬ ‫ذادبا الحي د‬ ‫ل ي قعفْذ لب ح ق‬ ‫ه وفْا فْط فْعحفْنا‬ ‫م مفى الرنارم ي فْ ق‬ ‫م ت ق فْ‬ ‫قوقلو فْ‬ ‫ب وق ق‬ ‫قل ر ق‬ ‫‪ ٤٢٦‬ي فْوح فْ‬ ‫ن فْيا ل فْي حت فْفْنا ا فْط فْعحفْنا الل مل فْ‬ ‫جوهقهق ح‬ ‫سوفْل *‬ ‫الرر ق‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫ح‬ ‫ر‬ ‫فْ‬ ‫ق‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫ن*‬ ‫سلو فْ‬ ‫محر فْ‬ ‫ما ع فْلي حفْنا ا ملالب فْلغ ق ال ق‬ ‫ن )*( وفْ فْ‬ ‫مل ق‬ ‫م ا مرنا ا ملي حك ق ح‬ ‫‪ ٤٤٠‬فْقاقلوا فْرب قفْنا ي فْعحل ق‬ ‫مبحي ق‬

‫‪21‬‬ ‫صحيفه نوماره سي‬

‫ه‬ ‫م ك فْد ق فْ‬ ‫جعفْقلوا د ق فْ‬ ‫عامء ب فْعح م‬ ‫م ب فْعح د‬ ‫‪ ٣٥٨‬فْل ت فْ ح‬ ‫عافْء الرر ق‬ ‫م الل لم ق‬ ‫ضا قفْد ح ي فْعحل فْ ق‬ ‫ضك ق ح‬ ‫ل ب فْي حن فْك ق ح‬ ‫سو م‬ ‫وا د‬ ‫ن‬ ‫خال م ق‬ ‫ن ي ق فْ‬ ‫ن م‬ ‫رهح ا فْ ح‬ ‫فو فْ‬ ‫ذا ففْل حي فْ ح‬ ‫سل رقلو فْ‬ ‫ن ي فْت فْ فْ‬ ‫ن ا فْ ح‬ ‫من حك ق ح‬ ‫ن ع فْ ح‬ ‫حذ فْرم ال رحذي فْ‬ ‫م ل م فْ‬ ‫ال رحذي فْ‬ ‫م م‬ ‫م ع فْ فْ‬ ‫م*‬ ‫م فمت حن فْ د‬ ‫ذا د‬ ‫ب فْالحي د‬ ‫ة ا فْوح قيصحيب فْهق ح‬ ‫قتصحيب فْهق ح‬ ‫ن مالهد غ فْي حقره ق ا فْففْفْل‬ ‫م م‬ ‫سودل م‬ ‫ن اع حب ق ق‬ ‫م فْر ق‬ ‫‪ ٣٤٣‬ففْا فْحر فْ‬ ‫مال فْك ق ح‬ ‫ه فْ‬ ‫دوا الل مل فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫سل حفْنا فحيهم ح‬ ‫م ح‬ ‫م ا فْ م‬ ‫ن*‬ ‫ت فْت ر ق‬ ‫قو فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫د‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫بصيدر *‬ ‫سمحيعد فْ ح‬ ‫سل وفْ م‬ ‫صطحفى م‬ ‫س ام ر‬ ‫ه فْ‬ ‫ملمئ مك فْةم قر ق‬ ‫ن الل فْ‬ ‫ن ال فْ‬ ‫‪ ٣٤٠‬فْالل مل ق‬ ‫ه ي فْ ح‬ ‫م فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ن الرنا م‬ ‫م فْ‬ ‫سو د‬ ‫م ال حعفْ فْ‬ ‫ن*‬ ‫‪ ٢٧٩‬وفْل فْ فْ‬ ‫م ففْك فْذ رقبوه ق ففْا فْ فْ‬ ‫ل م‬ ‫مو فْ‬ ‫ذا ق‬ ‫قد ح فْ‬ ‫م فْر ق‬ ‫ظال م ق‬ ‫ب وفْهق ح‬ ‫خذ فْهق ق‬ ‫من حهق ح‬ ‫جافْءهق ح‬ ‫ن ت قت حفْر ق‬ ‫خ ق‬ ‫ذوا‬ ‫م ي فْت ر م‬ ‫دوا م‬ ‫ح م‬ ‫جاهفْ ق‬ ‫ن فْ‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫م فْ‬ ‫‪ ١٨٨‬ا فْ ح‬ ‫م وفْل فْ ح‬ ‫من حك ق ح‬ ‫ما ي فْعحل فْم م الل مل ق‬ ‫كوا وفْل فْ ر‬ ‫سب حت ق ح‬ ‫ه ال رحذي فْ‬ ‫ن‬ ‫ه فْ‬ ‫ج د‬ ‫مؤ ح م‬ ‫م‬ ‫مقلو فْ‬ ‫ن فْولحي فْ‬ ‫ن ق‬ ‫ن الل ملهم وفْفْلفْر ق‬ ‫ما ت فْعح فْ‬ ‫خبحيدر ب م فْ‬ ‫ة فْوالل مل ق‬ ‫سوملهح وفْفْلال ح ق‬ ‫مني فْ‬ ‫دو م‬ ‫م ح‬ ‫*‬ ‫ط‬ ‫‪ ١٨٦‬وفْا فْ فْ‬ ‫م‬ ‫م ففْهقوفْ فْ‬ ‫ن م‬ ‫م وفْا م ح‬ ‫سومله ففْا م ح‬ ‫ذا د‬ ‫ن الل ملهم وفْفْر ق‬ ‫ن ت فْوفْل ري حت ق ح‬ ‫خي حدر ل فْك ق ح‬ ‫ن ت قب حت ق ح‬ ‫م فْ‬ ‫فقروا ب معفْ فْ‬ ‫زى الل ملهم وفْب فْ ل‬ ‫ب فْالحيم د *‬ ‫ن ك فْ فْ‬ ‫معح م‬ ‫م غ فْي حقر ق‬ ‫موا ا فْن رك ق ح‬ ‫فْفاع حل فْ ق‬ ‫ذا د‬ ‫شرم ال رحذي فْ‬ ‫ج م‬ ‫سو فْ‬ ‫م مفى‬ ‫مك حقتودبا م‬ ‫ج ق‬ ‫ن ي فْت رب مقعو فْ‬ ‫ن الرر ق‬ ‫عن حد فْهق ح‬ ‫ه فْ‬ ‫دون فْ ق‬ ‫ى ال رحذى ي فْ م‬ ‫ى احل ق ل‬ ‫‪ ١٦٩‬ا فْل رحذي فْ‬ ‫م ر‬ ‫ل الن رب م ر‬ ‫ورميةم *‬ ‫الت ر ح‬

‫‪22‬‬ ‫صحيفه نوماره سي‬

‫ح ق‬ ‫م‬ ‫من حك فْرم وفْي ق م‬ ‫معحقرو م‬ ‫ل ل فْهق ق‬ ‫ن ال ح ق‬ ‫ف وفْي فْحنهيهق ح‬ ‫م مبال ح فْ‬ ‫مقرهق ح‬ ‫ل ي فْا ح ق‬ ‫فْواحل محنجي م‬ ‫م ع فْ م‬ ‫م فْواحل فْغ حفْل فْ‬ ‫ل ارلتحى‬ ‫م ال ح فْ‬ ‫خفْبائ م فْ‬ ‫الط ري لفْبا م‬ ‫ث وفْي فْ فْ‬ ‫ت وفْي ق فْ‬ ‫حلر ق‬ ‫صفْرهق ح‬ ‫ضعق ع فْن حهق ح‬ ‫م ع فْل فْي حهم ق‬ ‫م ام ح‬ ‫فْ‬ ‫صقروه ق فْوات رب فْقعوا القنوفْر ال رحذى‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫ت ع فْل فْي حهم ح‬ ‫كان فْ ح‬ ‫مقنوا مبهح وفْع فْرزقروه ق وفْن فْ فْ‬ ‫م فْفال رحذي فْ‬ ‫ه قاول مئ م فْ‬ ‫ا قن حزم فْ‬ ‫ن*‬ ‫م ح‬ ‫حو فْ‬ ‫فل م ق‬ ‫م ال ح ق‬ ‫ك هق ق‬ ‫معفْ ق‬ ‫ل فْ‬ ‫سو فْ‬ ‫سول مفْنا‬ ‫ما فْ‬ ‫حذ فْقروا ففْا م ح‬ ‫ل فْوا ح‬ ‫علمى فْر ق‬ ‫‪ ١٢٢‬وفْا فْحطيقعوا الرر ق‬ ‫موا ا فْن ر فْ‬ ‫م فْفاع حل فْ ق‬ ‫ن ت فْوفْل ري حت ق ح‬ ‫ن*‬ ‫ال حب فْفْلغ ق ال ح ق‬ ‫مبحي ق‬ ‫ن فْرب ل فْ‬ ‫ل ا مل فْي ح فْ‬ ‫فعفْ ح‬ ‫ما ا قن حزم فْ‬ ‫سو ق‬ ‫ت‬ ‫م ت فْ ح‬ ‫ك م‬ ‫ك وفْا م ح‬ ‫‪ ١١٨‬فْيا ا فْي قفْها الرر ق‬ ‫ما ب فْل رغح فْ‬ ‫ل ففْ فْ‬ ‫ن ل فْ ح‬ ‫ل ب فْل لغح فْ‬ ‫م ح‬ ‫م ال ح فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ن*‬ ‫دى ال ح فْ‬ ‫ه فْل ي فْهح م‬ ‫ك م‬ ‫ه ي فْعح م‬ ‫س ام ر‬ ‫قوح فْ‬ ‫رم فْ‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫ص ق‬ ‫ه فْوالل مل ق‬ ‫سال فْت فْ ق‬ ‫كامفرحي فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ن الرنا م‬ ‫فْ‬ ‫ق‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫ق‬ ‫ق‬ ‫‪ ١١٠‬فْيا اهح فْ‬ ‫ل‬ ‫م فْ‬ ‫علمى ففْت حفْرةد م‬ ‫ب قفْد ح فْ‬ ‫ن القر ق‬ ‫م فْر ق‬ ‫ن لك ح‬ ‫جافْءك ح‬ ‫ل الك مفْتا م‬ ‫س م‬ ‫م فْ‬ ‫سولفْنا ي قب فْي ل ق‬ ‫ه‬ ‫م فْ ح‬ ‫ن فْبشيرد وفْفْل فْنذحيرد ففْ فْ‬ ‫ن ت فْ ق‬ ‫جافْءفْنا م‬ ‫قد ح فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫ا فْ ح‬ ‫بشيدر وفْفْنذحيدر فْوالل مل ق‬ ‫جافْءك ق ح‬ ‫قوقلوا فْ‬ ‫م ح‬ ‫علمى ك ق ل‬ ‫ل فْ‬ ‫ىدء فْقدحيدر *‬ ‫فْ‬ ‫ش ح‬ ‫فْ‬ ‫ق‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫ق‬ ‫فْ‬ ‫ق‬ ‫ق‬ ‫‪ ١٠٩‬فْيا اهح فْ‬ ‫ن‬ ‫خ ق‬ ‫م تق ح‬ ‫م كثيدرا م‬ ‫فو فْ‬ ‫ب قفْد ح فْ‬ ‫م فْر ق‬ ‫ما كن حت ق ح‬ ‫م ر‬ ‫ن لك ح‬ ‫جافْءك ح‬ ‫ل الك مفْتا م‬ ‫سولفْنا ي قب فْي ل ق‬ ‫ن فْ‬ ‫ن*‬ ‫ب وفْي فْعح ق‬ ‫م م‬ ‫م‬ ‫ن الل ملهم قنودر وفْك مفْتا د‬ ‫كثيرد قفْد ح فْ‬ ‫ب ق‬ ‫جافْءك ق ح‬ ‫ن ال حك مفْتا م‬ ‫مبحي د‬ ‫م فْ‬ ‫فوا ع فْ ح‬ ‫م فْ‬ ‫ب ال رحذى ن فْرز فْ‬ ‫علمى‬ ‫ل فْ‬ ‫مقنوا ا م‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْفْر ق‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫سوملهح فْوال حك مفْتا م‬ ‫‪ ٩٩‬فْياا فْي قفْها ال رحذي فْ‬ ‫ن قفْب ح ق‬ ‫ب ال رحذى ا فْن حفْز فْ‬ ‫ملئ مك فْمتهح وفْك قت قمبهح‬ ‫ن ي فْك ح ق‬ ‫ل م‬ ‫فْر ق‬ ‫فحر مبالل ملهم وفْ فْ‬ ‫ل وفْ فْ‬ ‫سوملهح فْوال حك مفْتا م‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫ض ر‬ ‫دا *‬ ‫خرم ففْ فْ‬ ‫سملهح فْوال حي فْوحم م احلم م‬ ‫ضفْلدل فْبعحي د‬ ‫ل فْ‬ ‫قد ح فْ‬ ‫وفْقر ق‬

‫‪23‬‬ ‫صحيفه نوماره سي‬

‫ل ففْقاول مئ م فْ‬ ‫سو فْ‬ ‫ن‬ ‫م م‬ ‫ه فْوالرر ق‬ ‫ه ع فْل فْي حهم ح‬ ‫م الل مل ق‬ ‫ن ا فْن حعفْ فْ‬ ‫ك فْ‬ ‫ن ي قط ممع الل مل فْ‬ ‫‪ ٨٨‬وفْ فْ‬ ‫م فْ‬ ‫معفْ ال رحذي فْ‬ ‫م ح‬ ‫ن قاول مئ م فْ‬ ‫ن فْوال ق‬ ‫قا *‬ ‫ك فْرفحي د‬ ‫ن وفْ فْ‬ ‫شهفْ فْ‬ ‫ص ل‬ ‫ح ق‬ ‫دامء فْوال ر‬ ‫ن فْوال ل‬ ‫س فْ‬ ‫صاملححي فْ‬ ‫ديقي فْ‬ ‫الن رب مي ل فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫ما ان حفْز فْ‬ ‫ذا قحي فْ‬ ‫‪ ٨٧‬وفْا م فْ‬ ‫ت‬ ‫ه وفْا ملى الرر ق‬ ‫ل فْراي ح فْ‬ ‫ل الل ق‬ ‫وا مالمى فْ‬ ‫ل لهق ح‬ ‫سو م‬ ‫م ت فْفْعال ح‬ ‫ن ع فْن ح فْ‬ ‫دا *‬ ‫دو د‬ ‫ص ق‬ ‫دو فْ‬ ‫ص ق‬ ‫ال ح ق‬ ‫ك ق‬ ‫ن ي فْ ق‬ ‫مفْنامفقحي فْ‬ ‫ن‬ ‫حت لمى ي فْا حت مي فْفْنا ب م ق‬ ‫ه ع فْهمد فْ ا مل فْي حفْنا ا فْرل ن قؤ ح م‬ ‫ل فْ‬ ‫ن فْقاقلوا ا م ر‬ ‫ن ل مفْر ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫قحرفْبا د‬ ‫سو د‬ ‫م فْ‬ ‫‪ ٧٣‬ا فْل رحذي فْ‬ ‫س د‬ ‫ه الرناقر قق ح‬ ‫م‬ ‫ن قفْحبلحى مبال حب فْي لفْنا م‬ ‫ل م‬ ‫ل قفْد ح فْ‬ ‫م قر ق‬ ‫م ففْل م فْ‬ ‫ت وفْمبال رحذى ققل حت ق ح‬ ‫جافْءك ق ح‬ ‫ت فْا حك قل ق ق‬ ‫م ح‬ ‫ن*‬ ‫م ام ح‬ ‫ن ك قن حت ق ح‬ ‫موهق ح‬ ‫قفْت فْل حت ق ق‬ ‫م فْ‬ ‫صامدقحي فْ‬ ‫ت ا فْوح ققت م فْ‬ ‫س ق‬ ‫سو د‬ ‫ل‬ ‫ل قفْد ح فْ‬ ‫ت م‬ ‫م فْ‬ ‫ن قفْب حل مهم القر ق‬ ‫مد د ا مرل فْر ق‬ ‫ما فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫خل فْ ح‬ ‫ح ر‬ ‫ما ق‬ ‫‪ ٦٧‬وفْ فْ‬ ‫ل ا فْفْفائ م ح‬ ‫م ح‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫ق‬ ‫ه فْ‬ ‫شي حئدا‬ ‫ن ي فْن ح فْ‬ ‫على اعح فْ‬ ‫ان ح فْ‬ ‫ب فْ‬ ‫م فْ‬ ‫على ع فْ م‬ ‫ن ي فْ ق‬ ‫قل م ح‬ ‫ضرر الل فْ‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫قاب مك ح‬ ‫قلب حت ق ح‬ ‫قب فْي حهم ففْل ح‬ ‫م ح‬ ‫ه ال ر‬ ‫ن*‬ ‫شا م‬ ‫سي فْ ح‬ ‫وفْ فْ‬ ‫زى الل مل ق‬ ‫كرحي فْ‬ ‫ج م‬ ‫ب ال ح فْ‬ ‫سو فْ‬ ‫‪ ٥٣‬قق ح‬ ‫ن*‬ ‫ه فْل ي ق م‬ ‫ح ق‬ ‫وا ففْا م ر‬ ‫ل ففْا م ح‬ ‫ه فْوالرر ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫ل ا فْحطيقعوا الل مل فْ‬ ‫كامفرحي فْ‬ ‫ن ت فْوفْل ر ح‬ ‫‪ ٥٤٣‬فْءا فْ ح‬ ‫ب‬ ‫م ت فْ ح‬ ‫ن ت ق فْ‬ ‫ف ح‬ ‫ش فْ‬ ‫صد فْفْقا د‬ ‫فعفْقلوا وفْفْتا فْ‬ ‫ن ي فْد فْىح ن فْ ح‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫ت ففْا مذ ح ل فْ ح‬ ‫جويك ق ح‬ ‫قد ل ق‬ ‫قت ق ح‬ ‫م فْ‬ ‫موا ب فْي ح فْ‬ ‫ه‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫سول فْ ق‬ ‫صلوة فْ فْواقتوا الرزكوة فْ وفْا فْحطيقعوا الل مل فْ‬ ‫م ففْفْاقي ق‬ ‫ه ع فْل فْي حك ق ح‬ ‫الل مل ق‬ ‫موا ال ر‬ ‫ن*‬ ‫ه فْ‬ ‫مقلو فْ‬ ‫ما ت فْعح فْ‬ ‫خبحيدر ب م فْ‬ ‫فْوالل مل ق‬

‫‪24‬‬ ‫صحيفه نوماره سي‬

‫ل وفْفْل‬ ‫ج ح‬ ‫ن فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫م ع فْل فْي حهم م‬ ‫سوملهح م‬ ‫ما ا فْوح فْ‬ ‫على فْر ق‬ ‫فت ق ح‬ ‫م ففْ فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫ما ا فْفْفافْء الل مل ق‬ ‫‪ ٥٤٥‬وفْ فْ‬ ‫خي ح د‬ ‫م ح‬ ‫سل ل ق‬ ‫رم فْ‬ ‫علمى ك ق ل‬ ‫ل فْ‬ ‫ن ي فْ فْ‬ ‫ىدء‬ ‫ه فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫ط قر ق‬ ‫ه ي ق فْ‬ ‫شاقء فْوالل مل ق‬ ‫علمى فْ‬ ‫سل فْ ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫كا د‬ ‫م ح‬ ‫ب فْولك م ر‬ ‫ش ح‬ ‫فْقدحيدر *‬ ‫م‬ ‫‪ ٥٥٢‬هقوفْ ال رحذى ب فْعفْ فْ‬ ‫سودل م‬ ‫ن فْر ق‬ ‫م ا مفْيات محه وفْي قفْزك حليهم ح‬ ‫م ي فْت حقلوا ع فْل فْي حهم ح‬ ‫من حهق ح‬ ‫ث مفى احل ق ل‬ ‫مي ل فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫ن قفْب ح ق‬ ‫ن*‬ ‫م فْ‬ ‫ب فْوال ح م‬ ‫كاقنوا م‬ ‫ل ل فْحفى فْ‬ ‫ة وفْا م ح‬ ‫م ال حك مفْتا فْ‬ ‫ل ق‬ ‫حك ح فْ‬ ‫مه ق ق‬ ‫وفْي قعفْل ل ق‬ ‫ضفْل د‬ ‫م ح‬ ‫مبحي د‬ ‫] ‪[Sekizinci Silsile: Dokuzuncu Satırda‬‬ ‫سوملهح ففْا مرنا ا فْع حت فْد حفْنا ل مل ح فْ‬ ‫سعحيدرا *‬ ‫م ي قؤ ح م‬ ‫ن فْ‬ ‫ن مبالل ملهم وفْفْر ق‬ ‫ن ل فْ ح‬ ‫‪ ٥١١‬وفْ فْ‬ ‫كامفرحي فْ‬ ‫م ح‬ ‫م ح‬ ‫قو ق‬ ‫ه‬ ‫مفْنافم ق‬ ‫‪ ٤١٨‬وفْا مذ ح ي فْ ق‬ ‫قو فْ‬ ‫ما وفْع فْد فْفْنا الل مل ق‬ ‫ض فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ن حفى قققلوب مهم ح‬ ‫ل ال ح ق‬ ‫مفْر د‬ ‫ن فْوال رحذي فْ‬ ‫ه ا مرل غ ققرودرا *‬ ‫وفْفْر ق‬ ‫سول ق ق‬ ‫سعمى فْقا فْ‬ ‫ج د‬ ‫ن*‬ ‫جافْء م‬ ‫مدحين فْةم فْر ق‬ ‫‪ ٤٤٠‬وفْ فْ‬ ‫محر فْ‬ ‫ل ي فْ ح‬ ‫ل فْيا قفْوحم م ات رب مقعوا ال ح ق‬ ‫صا ال ح فْ‬ ‫ن ا فْقح فْ‬ ‫سلحي فْ‬ ‫م ح‬ ‫سو د‬ ‫ن*‬ ‫ن )*( فْفات ر ق‬ ‫م فْر ق‬ ‫قوا الل مل فْ‬ ‫‪ ٣٧١‬ا من لحى ل فْك ق ح‬ ‫ه وفْفْاطحيقعو م‬ ‫ل فْامحي د‬ ‫ض ال ر‬ ‫قو ق‬ ‫ل‬ ‫علمى ي فْد فْي حهم ي فْ ق‬ ‫ل فْيال فْي حت فْمنى ات ر فْ‬ ‫م فْ‬ ‫‪ ٣٦١‬وفْي فْوح فْ‬ ‫معفْ الرر ق‬ ‫ت فْ‬ ‫خذ ح ق‬ ‫ظال م ق‬ ‫م ي فْعفْ ق‬ ‫سو م‬ ‫سبحيدل *‬ ‫فْ‬ ‫ن*‬ ‫من حك مقرو فْ‬ ‫‪ ٣٤٥‬ا فْ ح‬ ‫م ي فْعحرمقفوا فْر ق‬ ‫ه ق‬ ‫م ل فْ ق‬ ‫م ففْهق ح‬ ‫سول فْهق ح‬ ‫م ل فْ ح‬ ‫س ق‬ ‫ن‬ ‫ن الط ري لفْبا م‬ ‫ل ك ققلوا م‬ ‫مقلو فْ‬ ‫صال م د‬ ‫‪ ٣٤٤‬فْيا ا فْي قفْها القر ق‬ ‫ما ت فْعح فْ‬ ‫حا ا من لحى ب م فْ‬ ‫ت فْواع ح فْ‬ ‫مقلوا فْ‬ ‫م فْ‬ ‫م*‬ ‫فْ‬ ‫علحي د‬ ‫عزحيدز ق‬ ‫قام د *‬ ‫ذوان حت م فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫م ح‬ ‫خل م فْ‬ ‫ف وفْع ح م‬ ‫ه ام ر‬ ‫‪ ٢٦٠‬ففْفْل ت فْ ح‬ ‫ده قر ق‬ ‫ح فْ‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫سل فْ ق‬ ‫ه ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫سب فْ ر‬

‫‪25‬‬ ‫صحيفه نوماره سي‬

‫م ن فْب فْ ق‬ ‫ن‬ ‫ح وفْ فْ‬ ‫ن م‬ ‫ن م‬ ‫عاد د وفْث فْ ق‬ ‫ن قفْب حل مك ق ح‬ ‫م ي فْا حت مك ق ح‬ ‫‪ ٢٥٥‬ا فْل فْ ح‬ ‫م ح‬ ‫مود فْ فْوال رحذي فْ‬ ‫م ح‬ ‫ؤا ال رحذي فْ‬ ‫م قفْوحم م قنو د‬ ‫م حفى‬ ‫م مبال حب فْي لفْنا م‬ ‫ه فْ‬ ‫م قر ق‬ ‫ت ففْفْرقدوا ا فْي حد مي فْهق ح‬ ‫سل قهق ح‬ ‫جافْءت حهق ح‬ ‫م ا مرل الل مل ق‬ ‫مه ق ح‬ ‫م فْل ي فْعحل فْ ق‬ ‫ب فْعحد مه م ح‬ ‫فْ‬ ‫ح‬ ‫ق‬ ‫ق‬ ‫ش ى‬ ‫م مبهح وفْا مرنا لحفى فْ‬ ‫عون فْفْنا‬ ‫م وفْفْقالوا ا مرنا ك فْ فْ‬ ‫ما ت فْد ح ق‬ ‫ك م‬ ‫ما احر م‬ ‫م ر‬ ‫سلت ق ح‬ ‫فحرفْنا ب م فْ‬ ‫واه مهم ح‬ ‫ا فْفح فْ‬ ‫ب*‬ ‫ا مل فْي حهم ق‬ ‫مرحي د‬ ‫ن قفْب حل م فْ‬ ‫م‬ ‫ن ك فْ فْ‬ ‫‪ ٢٥٢‬وفْل فْ فْ‬ ‫م ا فْ فْ‬ ‫ل م‬ ‫ست قهحزمئفْ ب مقر ق‬ ‫قد م ا ح‬ ‫خذ حت قهق ح‬ ‫فقروا ث ق ر‬ ‫مل فْي ح ق‬ ‫ك ففْا فْ ح‬ ‫ت ل مل رحذي فْ‬ ‫م ح‬ ‫س د‬ ‫ف فْ‬ ‫ب*‬ ‫ع فْ‬ ‫ن م‬ ‫ففْك فْي ح فْ‬ ‫كا فْ‬ ‫قا م‬ ‫‪ ٢٢٧‬وفْت مل ح فْ‬ ‫مفْر ك ق ل‬ ‫ك فْ‬ ‫دوا مبافْيا م‬ ‫ل فْ‬ ‫ح ق‬ ‫ج فْ‬ ‫عاد د فْ‬ ‫وا قر ق‬ ‫ه فْوات رب فْقعوا ا فْ ح‬ ‫سل فْ ق‬ ‫ت فْرب لهم ح‬ ‫م وفْع فْ فْ‬ ‫ص ح‬ ‫جربارد‬ ‫عنحيد د *‬ ‫فْ‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ر‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫مقنوا كذ مل م فْ‬ ‫ن*‬ ‫ح م‬ ‫مؤ ح م‬ ‫ك فْ‬ ‫م ن قن فْ ل‬ ‫جى قر ق‬ ‫ج ال ق‬ ‫ن ا فْ‬ ‫‪ ٢١٩‬ث ق ر‬ ‫منحي فْ‬ ‫سلفْنا فْوالحذي فْ‬ ‫قا ع فْلي حفْنا ن قن ح م‬ ‫ما‬ ‫ضعفْ فْ‬ ‫دو فْ‬ ‫ج ق‬ ‫س ع فْفْلى ال ق‬ ‫ن فْ‬ ‫ن فْلي فْ م‬ ‫فامء وفْفْل ع فْفْلى ال ح فْ‬ ‫‪ ٢٠٠‬ل فْي ح فْ‬ ‫محرضمى وفْفْلع فْفْلى ال رحذي فْ‬ ‫ج ا م فْ‬ ‫ل‬ ‫ح مح‬ ‫ف ق‬ ‫ن م‬ ‫ي قن ح م‬ ‫م ح‬ ‫ص ق‬ ‫حفْر د‬ ‫ن فْ‬ ‫قو فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫حوا ل مل ملهم وفْفْر ق‬ ‫ما ع فْفْلى ال ح ق‬ ‫سوملهح فْ‬ ‫ذا ن فْ فْ‬ ‫سبحي د‬ ‫م ح‬ ‫سني فْ‬ ‫م*‬ ‫ه غفْ ق‬ ‫فودر فْرححي د‬ ‫فْوالل مل ق‬ ‫سي ق ح‬ ‫ؤتحيفْنا‬ ‫ه وفْفْقاقلوا فْ‬ ‫م فْر ق‬ ‫ه فْ‬ ‫ح ح‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫سب قفْنا الل مل ق‬ ‫سول ق ق‬ ‫م الل مل ق‬ ‫ما اممتيهق ق‬ ‫ضوا فْ‬ ‫‪ ١٩٥‬وفْل فْوح ا فْن رهق ح‬ ‫ن*‬ ‫ه م‬ ‫ه ا مرنا ا مفْلىالل ملهم فْرامغقبو فْ‬ ‫ن ففْ ح‬ ‫ضملهح وفْفْر ق‬ ‫سول ق ق‬ ‫الل مل ق‬ ‫م ح‬ ‫س د‬ ‫ن ارتقمى‬ ‫م ي فْ ق‬ ‫ل م‬ ‫صو فْ‬ ‫‪ ١٥٣‬فْيا فْبنحى امد فْ فْ‬ ‫م قر ق‬ ‫م مافْياتحى ففْ فْ‬ ‫ن ع فْل فْي حك ق ح‬ ‫من حك ق ح‬ ‫ما ي فْا حت مي فْن رك ق ح‬ ‫م ام ر‬ ‫ق ق‬ ‫م م‬ ‫ن*‬ ‫ح ففْفْل فْ‬ ‫خو ح د‬ ‫حفْزقنو فْ‬ ‫م ي فْ ح‬ ‫صل فْ فْ‬ ‫م وفْفْلهق ح‬ ‫ف ع فْل فْي حهم ح‬ ‫وفْا فْ ح‬

‫‪26‬‬ ‫صحيفه نوماره سي‬

‫ن كق ى‬ ‫ما ا قن حزم فْ‬ ‫سو ق‬ ‫ن مبالل لمهم‬ ‫مؤ ح م‬ ‫ل ا مل فْي حهم م‬ ‫مقنو فْ‬ ‫ن الرر ق‬ ‫ل ام فْ‬ ‫ن فْرلبه فْوال ح ق‬ ‫ل ب م فْ‬ ‫‪ ٤٨‬ام فْ‬ ‫م فْ‬ ‫م ح‬ ‫م فْ‬ ‫معحفْنا‬ ‫سملهح فْل ن ق فْ‬ ‫س م‬ ‫حد د م‬ ‫ن ا فْ فْ‬ ‫سملهح وفْفْقاقلوا فْ‬ ‫ن قر ق‬ ‫ملمئ مك فْمتهح وفْك قت قمبهح وفْقر ق‬ ‫وفْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫فلرقق ب فْي ح فْ‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫ك فْرب رفْنا وفْا ملي ح فْ‬ ‫ففْران فْ فْ‬ ‫مصحيقر *‬ ‫وفْا فْطعحفْنا غ ق ح‬ ‫ك ال فْ‬ ‫ل فْومحي فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫كا فْ‬ ‫جحبري فْ‬ ‫ل ففْا م ر‬ ‫كا فْ‬ ‫ملمئ مك فْمتهح وفْقر ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫سملهح وفْ م‬ ‫ن ع فْد قموا ل مل ملهم وفْ فْ‬ ‫‪ ١٤‬فْ‬ ‫ه ع فْد قوى‬ ‫م ح‬ ‫ل مل ح فْ‬ ‫ن*‬ ‫كامفرحي فْ‬ ‫جاه مل مي رةم ففْا فْن حفْز فْ‬ ‫جعفْ فْ‬ ‫ه‬ ‫ن ك فْ فْ‬ ‫مي ر فْ‬ ‫مي ر فْ‬ ‫ح م‬ ‫ح م‬ ‫ة ال ح فْ‬ ‫ة فْ‬ ‫م ال ح فْ‬ ‫‪ ٥١٣‬ا مذ ح فْ‬ ‫ل الل مل ق‬ ‫فقروا حفى قققلوب مهم ق‬ ‫ل ال رحذي فْ‬ ‫قوى وفْ فْ‬ ‫كاقنوا‬ ‫ة الت ر ح‬ ‫سو م ح‬ ‫ه فْ‬ ‫م فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫علمى فْر ق‬ ‫فْ‬ ‫م ك فْل م فْ‬ ‫مه ق ح‬ ‫ن وفْا فْل حفْز فْ‬ ‫له وفْع فْفْلى ال ح ق‬ ‫سكحين فْت فْ ق‬ ‫منحي فْ‬ ‫حقر ب مفْها وفْا فْهحل فْفْها وفْ فْ‬ ‫ه ب مك ق ل‬ ‫ل فْ‬ ‫ما *‬ ‫ىدء فْ‬ ‫كا فْ‬ ‫ا فْ فْ‬ ‫علحي د‬ ‫ن الل مل ق‬ ‫ش ح‬ ‫دوا‬ ‫مؤ ح م‬ ‫جاهفْ ق‬ ‫م ي فْحرفْتاقبوا وفْ فْ‬ ‫مقنو فْ‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْفْر ق‬ ‫م ل فْ ح‬ ‫سوملهح ث ق ر‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫ما ال ح ق‬ ‫‪ ٥١٦‬ا من ر فْ‬ ‫ن ال رحذي فْ‬ ‫ل الل ملهم قاول مئ م فْ‬ ‫ن*‬ ‫م وفْا فْن ح ق‬ ‫ف م‬ ‫صاد مققو فْ‬ ‫م حفى فْ‬ ‫ك هق ق‬ ‫سه م ح‬ ‫وال مهم ح‬ ‫ب ما فْ ح‬ ‫م ال ر‬ ‫سبحي م‬ ‫م فْ‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫ض‬ ‫ساب م ق‬ ‫ففْرةد م‬ ‫مغح م‬ ‫جن رةد ع فْحر ق‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫ض ال ر‬ ‫‪ ٥٣٩‬فْ‬ ‫س فْ‬ ‫ن فْرب لك ق ح‬ ‫قوا مالمى فْ‬ ‫م ح‬ ‫مامء فْوال فْحر م‬ ‫ضفْها كعفْحر م‬ ‫سملهح ذ مل م فْ‬ ‫ض ق‬ ‫ن ي فْ فْ‬ ‫ل الل ملهم ي ق ح‬ ‫ه‬ ‫اق م‬ ‫ك ففْ ح‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْقر ق‬ ‫شاقء فْوالل مل ق‬ ‫ؤتحيهم فْ‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫عد ر ح‬ ‫م ح‬ ‫ت ل مل رحذي فْ‬ ‫ق‬ ‫ل ال حفْعظحيم م *‬ ‫ذو ال ح فْ‬ ‫ف ح‬ ‫ض م‬ ‫مقنوا ا م فْ‬ ‫ت‬ ‫صي فْ م‬ ‫معح م‬ ‫م ففْفْل ت فْت فْفْنا فْ‬ ‫ذا ت فْفْنا فْ‬ ‫ن وفْ فْ‬ ‫جي حت ق ح‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫وا مباحل مث حم م فْوال حعقد حفْوا م‬ ‫ج ح‬ ‫‪ ٥٤٢‬فْيا ا فْي قفْها ال رحذي فْ‬ ‫ح فْ‬ ‫ن‬ ‫قوى فْوات ر ق‬ ‫وا مبال حب ملر فْوالت ر ح‬ ‫شقرو فْ‬ ‫ه ال رحذى ا مل فْي حهم ت ق ح‬ ‫ل وفْت فْفْنا فْ‬ ‫الرر ق‬ ‫قوا الل مل فْ‬ ‫ج ح‬ ‫سو م‬ ‫*صحيفه نوماره سي‬ ‫م ا من ر فْ‬ ‫شهفْد ق ا من ر فْ‬ ‫جافْء فْ‬ ‫سو ق‬ ‫ن فْقاقلوا ن فْ ح‬ ‫‪ ٥٥٣‬ا م فْ‬ ‫ك‬ ‫مفْنافم ق‬ ‫قو فْ‬ ‫ذا فْ‬ ‫ك ل فْفْر ق‬ ‫ه ي فْعحل فْ ق‬ ‫ل الل لمهم فْوالل مل ق‬ ‫ك ال ح ق‬ ‫ن ل فْ فْ‬ ‫ه ي فْ ح‬ ‫ن*‬ ‫كاذ مقبو فْ‬ ‫شهفْد ق ا م ر‬ ‫ل فْفْر ق‬ ‫ن ال ح ق‬ ‫ه فْوالل مل ق‬ ‫سول ق ق‬ ‫مفْنامفقحي فْ‬ ‫ط‬ ‫‪ ٥٧٢‬ا مرل ب فْفْل د‬ ‫ه فْنافْر‬ ‫غا م‬ ‫ه ففْا م ر‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ن الل ملهم وفْرم فْ‬ ‫ن ل فْ ق‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ص الل مل فْ‬ ‫سافْلمتهح وفْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫م فْ‬ ‫ن ي فْعح م‬ ‫دا *‬ ‫م فْ‬ ‫ن فحيفْها ا فْب فْ د‬ ‫فْ‬ ‫جهفْن ر فْ‬ ‫خاملدحي فْ‬ ‫‪[İhtar] Lafz-ı resüldeki nükte-i azimenin beyanında yüzlatmış (160) âyet yazıldı. İşbu‬‬ ‫‪âyetlerin hâsiyeti pek azim olmakla beraber mana cihetiyle birbirini isbat ve tekmil ettiğinden‬‬ ‫‪çok manidar olduğu için muhtelif âyâtı hıfz etmek veya okumak arzusunda bulunanlara bir‬‬ ‫‪hizb-i Kur’ânî olduğu gibi Kur’ân kelimesindeki nükte-i azimenin beyanında altmışdokuz‬‬ ‫‪(69) âyât-ı azimenin derece-i belagati pek fevkalade ve kuvvet-i cezaleti çok ulvidir. Bu da‬‬ ‫‪ikinci bir hizb-i Kur'ânî olarak ihvanıma tavsiye edilir. Yalnız Kur'ân kelimesi yedi silsile‬‬ ‫‪Kur'ânda mevcud olup umum o kelimeyi tutmuş hariç iki kalmış. O iki de kıraat manasında‬‬ ‫‪olduğundan o huruc nükteye kuvvet vermiştir. Resül lafzı ise o kelime ile en ziyade‬‬ ‫)‪(A.S.M.‬‬ ‫‪münasebettar. Sûreler içinde sûre-i Muhammed‬‬ ‫‪sûre-i fetih olduğundan o iki sûreden‬‬ ‫‪çıkan silsilelere hasr ettiğimizden hariç kalan resül lafzı şimdilik derc edilmemiştir. Vakit‬‬ ‫‪müsaid etse bundaki esrarı yazılacaktır inşaallah.‬‬

27

(İkinci nüktenin tetimmesi) Birinci Silsile Birinci satırda Lafz-ı Resül Sahife Numarası

٥١٤ ٤٧٥ ٤٤٢ ٤٢١ ٣٩٩ ٣٥٨ ٣٥٦ ٣٢٣ ٢٩٢ ٢٥٦ ١٨٢ ١٨١ ١٩٦ ١٨٧ ١٢٥ ١٢٤ ١٢١ ٠٩٠

٦٢ ٥٦ ٤١ ٥٢٢ ٥٣٩ ٥٤٠ ٥٤٣ ٥٤٥ ٥٥١ ٥٥٤ ٥٦٦

İkinci Silsile Ondördüncü satırda Lafz-ı Resül Sahife Numarası

٥١٣ ٤٩٥ ٤٩١ ٤٨٧ ٢٩٠ ٢٠١ ١٨٩ ١٨٧ ١٥٤ ١٩٩ ١٩٤ ١٤٢ ١١٨ ٠٨٦ ٠٧٨ ٥١٧ ٥٤٣

٥٥٠ ٥٩٤ ٥١٤

Üçüncü Silsile Onbirinci satırda Lafz-ı Resül Sahife Numarası

٥١٣ ٤٩٥ ٣٧٦ ٣٧٣ ٣٦١ ٣٥٥ ٣٤٠ ٣١٣ ٢٩٠ ٢٥٥ ٢٠٦ ١٩٩ ١٦٩ ١١٦ ٠٧٨ ٧٢

٤٦ ٥٤٠ ٥٤١ ٥٤٥

Dördüncü Silsile Yedinci satırda Lafz-ı Resül Sahife Numarası

٥٥١ ٤٧٤ ٤٦٥ ٣٩٧ ٣٥٥ ٣٣٧ ٣٥٥ ٢٥٣ ٢١٣ ٢٠٠ ١٩٦ ١٩٠ ١٧٨ ١٢٣ ١٠٨

١٠٣ ٠٩٩ ٠٩٠ ٠٦٠ ٥١٦ ٥٥٤

28

Beşinci Silsile Altıncı satırda Lafz-ı Resül

Altıncı Silsile Dördüncü satırda Lafz-ı Resül

Yedinci Silsile Beşinci satırda Lafz-ı Resül

Sekizinci Silsile Dokuzuncu satırda Lafz-ı Resül

Sahife Numarası

Sahife Numarası

Sahife Numarası

Sahife Numarası

٥٠٩ ٤٩٤ ٤٣٦ ٤٢١ ٣٦٢ ٣٥٥ ٢٠٥ ١٨٦ ١٥٧ ١٢٢ ٥٣٧ ٥٤٢ ٥٤٥ ٥٥١

٥٠٩ ٤٧٧ ٣٧٢ ٢٧٠ ٢٩٢ ٣٨٥ ٣٦٠ ١٩٩ ١٩٨ ١٧٩ ١٣٤ ١١٢ ١٠٤ ١٠٣ ١٠٢

١٠١ ٠٩٦ ٠١٦ ٥١٥ ٥٤٥ ٥٥٦

٥١٢ ٤٢٦ ٤٤٠ ٣٥٨ ٣٤٣ ٣٤٠ ٢٧٩ ١٨٨ ١٨٦ ١٧٦ ١٦٩ ١٢٢ ١١٨ ١١٠

١٠٩ ٠٩٩ ٠٨٨ ٠٨٧ ٠٧٣ ٠٦٧ ٠٥٣ ٥٤٣ ٥٤٥ ٥٥٢

٥١١ ٤١٨ ٤٤٠ ٣٧١ ٣٦١ ٣٤٥ ٣٤٢ ٢٦٠ ٢٥٥ ٢٥٢ ٢٢٧ ٢١٩ ٢٠٠ ١٩٥ ١٥٣ ٠٤٨

[Üçüncü Nükte: Dört Nüktedir.] [Birinci Nükte] Lafzullah mecmu’-ı Kur’ânda ikibinsekizyüzaltı (2806) defa zikredilmiştir. Bismillah’dakiler de beraber lafz-ı Rahman yüzellidokuz (159) defa lafz-ı Rahim ikiyüzyirmi (220) lafz-ı gafur altmışbir (61) lafz-ı Rab sekizyüzkırkaltı (846) lafz-ı Hakîm seksenaltı (86) lafz-ı alîm yüzyirmialtı (126) lafz-ı Kadir otuzbir (31) ْ‫ه ا مل رهقوف‬ ْ‫ل فْا مل م ف‬

‫ هو‬yirmialtı (26) defa zikir edilmiştir. Lafzullah’ın adedinde çok esrar ve nükteler var. ‫ لفظ ال مل‬ve ‫’رب‬den sonra en ziyade zikir edilen ‫ رحمن رحيم‬ve ‫غفور‬ Ezcümle ‫له‬ ve ‫ حكيم‬ile beraber lafzullah Kur’ân âyetleri’nin nısfıdır. Hem lafzullah ve Allah lafzı deki

yerinde zikir edilen Lafz-ı Rab ile beraber yine nısfıdır. Çendan Rab lafzı sekizyüzaltmışdört (864) defa zikir edilmiş fakat dikkat edilse beşyüz (500) küsürü Allah lafzı yerinde zikir ‫ عليم رحيم رحمن ال مل‬ve ‫ه‬ edilmiş ikiyüz küsürü (200) öyle değildir Hem ‫له‬ ْ‫ل فْا مل م ف‬

‫ام ر‬ ‫لهو‬

deki ‫ هو‬adediyle beraber yine nısfdır. Fark yalnız dörttür. ‫ هو‬yerinde ‫ قدير‬ile beraber yine mecmu’ ayatın nısfıdır. Fark dokuzdur. Lafz-ı Celâl’in mecmu’undaki nükteler çoktur. Yalnız şimdilik bu nükte ile iktifa ediyoruz. [İkinci Nüktesi] Sureler itibariyledir. Onun dahi çok nükteleri var bir intizam bir kasd ve bir iradeyi gösterir Bir tarzda tevafukatı vardır. Suret-ül Bakara âyetin adediyle lafz-ı ‫ه ام ر‬ Celâl’in adedi birdir. Fark dörttür ki Allah lafzı yerinde ‫ هو‬lafzı var. Mesela: ‫لهو‬ ْ‫ل فْا مل م ف‬ deki ‫ هو‬gibi onunla muvafakat tamam olur. Al-i İmran’da yine âyetiyle lafz-ı Celâl tevafuktadır., müsavidirler. Yalnız lafz-ı Celâl ikiyüzdokuz (209)dur. Âyet ikiyüz (200)dür. Fark dokuz (9)dur. Bu mezayat-ı kelamiyede ve belagat nüktelerinde küçük farklar zarar vermez. Takribi tevafukat kafidir.

٠١٤ ٥١٣ ٥١٦ ٥٣٩ ٥٤٢ ٥٥٣ ٥٧٢

29 Sure-i Nisa Maide En’am üçünün mecmu’ âyetleri mecmu’daki lafz-ı Celâl’in adedine tevafuktadır. Âyetlerin adedi dörtyüzaltmışdört (464) lafz-ı Celâl’in adedi dötyüzalmışbir (461) Bismillah’daki lafzullah ile beraber tam tevafuktadır. Hem mesela. Baştaki beş surenin lafz-ı Celâl adedi sure-i A’raf Enfal Tevbe Yunus Hud’daki lafz-ı Celâl Rad İbrahim Hicr Neml surelerindeki lafz-ı Celâl adedi o nısfın nısfıdır. Sonra sure-i İsra, Kehf, Meryem, Taha, Enbiya, Hacc (Hâşiye)

Kur’ândaki âyâtın mecmu’ adedi altıbin altıyüz altmışaltı (6666) olması ve şu geçen sahifede mezkur Esma-i Hüsnâ’nın adedi altı rakamıyla alakadar bulunması ehemmiyetli bir sırrı işaret ediyor. Şimdilik mühmel kaldı. (Hâşiye-1)

o nısfın nısfının nısfıdır . Sonra gelen beşer beşer takriben o nisbetle gidiyor. Yalnız bazı küsuratla fark var. Öyle farklar böyle makam-ı hitabîde zarar vermez. Mesela: Bir kısmı yüzyirmibir (121), bir kısmı yüzyirmibeş (125), bir kısmı yüzelliiki (152), bir kısmı yüzellidokuz (159). Sonra Sure-i Zuhruf’dan başlayan beş sure o nısf-ı nısf-ı nısfın nısfına iniyor. Sure-i Necm’den başlayan beş o nısf-ı nısf-ı nısf-ı nısfın nısfıdır. Fakat takribidir. Küçük küsuratın farkları böyle makamat-ı hitabiyede zarar vermez. Sonra gelen küçük beşler içinde üç beşlerin yalnız üçer adet lafza-i Celâl’i var. İşte bu vaziyet gösteriyor ki lafz-ı Celâl’in adedine tesadüf karışmamış. Bir hikmet bir intizam ile adetleri tayin edilmiş. [Lafzullah’ın Üçüncü Nüktesi] Sahifeler nisbetine bakar. Şöyle ki: Bir sahifede olan lafz-ı Celâl adedi o sahifenin sağ yüzü ve o yüze karşıki sahifeye ve bazen soldaki karşıki sahife ve karşının arka yüzüne bakar. Ben kendi nüsha-i Kur’âniyemde bu tevafuku tetkik ettim.

(Hâşiye-1)

Bu beşer taksimat üzere bir sır inkişaf etmişti. Hiç birimizin haberi olmadan şurada altı sure kayıt olmuş şüphemiz kalmadı ki gaybdan ihtiyarımızın haricinde altıncısı girmiş ta bu nısfiyet sırr-ı mühimmi gaib olmasın.

Ekseriyetle gâyet güzel bir nisbet-i adediye ile bir tevafuk gördüm. Nüshama da işaretler koydum. Çok defa müsavi olur. Bazen nısf veyahut sülüs oluyor. Her halde bir hikmet ve intizamı ihsas eder bir vaziyeti vardır. [Dördüncü Nükte] Sahife-i vahiddeki tevafukattır.Kardeşlerimle üç dört ayrı ayrı nüshaları mukabele ettik. Umumundaki tevafukat matlub olduğuna kanaatimiz geldi. Yalnız matbaa müstensihleri başka maksatları takip ettiklerinden bir derce tevafukatta intizamsızlık düşmüş. Tanzim edilse pek nadir istisna ile mecmu’u Kur’ânda ikibinsekizyüzaltı (2806) lafza-i Celâl’in adedinde tevafukat görünecektir. Ve bunda bir şu’le-i i’caz parlıyor. Çünkü fikr-i beşer bu pek geniş sahifeyi ihata edemez ve karışamaz. Tesadüfün ise bu manidar ve hikmetdar vaziyete eli ulaşamaz. Dördüncü nükteyi bir derce göstermek için yeni bir mushaf yazdırıyoruz ki en münteşir mushafların aynı sahife aynı satırlarını muhafaza etmekle beraber san’atkarların lâkaytlığını tertibiyle adem-i intizama maruz kalan yerleri tanzim edip tevafukatın hakiki intizamı inşaallah gösterilecektir. Ve gösterildi.

‫المللهم يامنزالقرمان بحق القرمان فهمنا اسرارالقرمان مادام القمران وصل‬ ‫وسلم على من‬ ‫انزلت عليهالقرمان وعلى اله وصحبه‬ Amin âmîn âmîn

30

31

[ Yirmidokuzuncu Mektubun Sekizinci kısmı ] [Latif ve Yüksek ve Şüphesiz bir Tevafuk] [Şu kısım sekiz remizdir. Birinci remiz altı remizdir.]

‫سم م الل لمهم الرر ح‬ ‫بم ح‬ ‫ح م‬ ‫ن الررححيم م‬ ‫م م‬

[Birinci Remiz] İşarat’ül İ’caz tefsirinde tevafuk suretinde latif bir işaret-i i’caziyeyi gördük o işaratı beyandan evvel; [Bir Mukaddeme] Kudsi bir şeyin zarfı ve kılıfı ârızî bir kudsiyet aldığına binaen ve tevafukta bir işaret-ı kudsiye gördüğümüzden tevafuk nazarımızda mübarek olmuştur. Hem tevafuk ittifaka işaret, ittifak ise ittihada emare, ittihat ise vahdete alamet, vahdet ise tevhide delalet, tevhid ise Kur’ânın dört esasından en mühim esası olduğundan tevafuk nazarımızda yüksek bir meymenet almıştır. Hem tevafuk şevki tezyid ve kelamı tezyin ettiğinden nazarımızda güzelleşmiştir. İşarat’ül İ’caz tefsiri harb-i umuminin birinci senesinde cephe-i harpte ateş içinde müracaat edilecek bir kitap olmadığı halde ani bir surette ayat-ı Kur’âniyeden tereşşüh eden nüktelere dair yazılmıştır. O zaman her vakit şehit olmaya hazırlandığımızdan ve şahadeti beklediğimizden o tefsir inşaallah gâyet halis bir niyetle yazılmıştır. Onun için böyle bir keramete mazhar olmaya layıktır. Eski harb-i umuminin beşinci senesinde tab’ edilmiştir. Şimdi İşarat’ül i’cazdaki tevafukat-ı harfiye suretinde tezahür eden latif bir işaret-i i’caziye şudur ki: Sahifenin satırları başındaki eliflere baktım. Ondört adet çıktı. Birden karşıki sahifenin satırları başındaki elifleri saydım. Aynen ondört adet çıktı. Satırın aşağı başındaki ta’lara baktım. Birbirine muvafık altışar çıktı. Dedim bu mübarek tefsir sözlerin büyük bir kardeşi olduğundan sözlerdeki kelimat tevafuku olduğu gibi bunda daha ince bir tevafuk işareti bulunması lazım geliyor fikriyle tetkik ettim. Yüz yirmi (120) sahifeden ibaret hemen umumiyetle her bir sahife ya karşıki sahifeye veya arka sahifeye veya arkaya karşı sahifeye ya tam tevafuktadır veyahut latif bir münasebet-i adediyeyi gösterir. Hatta bir sahifede tevafuk yoktu. Baktım o tevafuksuz sahife rakamına tam tevafuk ediyor. Bu tevafukat-ı umumiyenin en latif bir ciheti şudur ki; onüç (13) elif bulunan tevafuk bütün kitapda yedi (7) defadır. Yedi elif olan tevafuk ise onüç (13) defadır. Ondört (14) elifli tevafuk sekiz defadır. Sekiz (8) elifli tevafuk ise ondört (14) tür. Dokuz (9) elifli tevafuk yineoniki (12)dir. Hem bir cihette ondört (14)tür. On (10) elifli tevafuk ise onbir (11)dir. Onbir (11) ise onbeş (15)tir. Oniki (12) yine onbeş (15)tir. Onbeş beştir. Beş yine beştir. Altı yine beştir. Demek muhtelif rakamlar tevafukattan beş kısmı beş, bu beş dahi beş defadır. Bu mübarek beşte latif ve mübarek tevafuk çıkıyor. Ve hakeza. Çok cihetlerle latif bir intizamı gösterir. Elbette intizam kat’iyen tesadüf işi olamaz. Çünkü elif dörtten onsekize kadar bulunuyor. Demek ondört ihtimalden bir ihtimal ile tesadüf eder. Ta ikiden on ikiye kadardır. Demek on ihtimalden bir ihtimal ile tesadüf eder. Tesadüf olsa olsa beşte bir. Dörtte bir haydi üçte bir olsun tesadüf zannedilir. Halbuki on adetten sekiz hakiki tevafuk onda on olarak latif bir nisbet-i adediye ile tevafuk ise tesadüf işi katiyen olamaz. Hem çok kitaplara baktım. Pek nadir tevafuk ediyor. O da bir ittirad ve intizam tahtında ve bu tefsir gibi umum sahifelerinde bedi’ bir tarzda bulunmaz ve hiçbir cihette tesadüf işi olamaz. Tefsirin bütün sahifelerinde yalnız elif ve ta’nın tevafukatına işaret ettim. Daha başka sırları var olduğuna katiyen kanaatimiz geldi. Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan tefsiri elbette i’cazının cilvesine ayine olur. [İkinci Remiz] Tefsirin diğer bir latif tevafuku Kur’ân lafzı bütün bu cüz-i tefsirde yüzseksenbir (181) adet bulduk. Doksandokuz (99) adedi tevafuk etmiş. Otuzdokuz (39) adedi tevafuktan çıkmış. Ondan çoğu diğer sahifelerin tevafukuna girmiş. Kırkiki sahifede tek tük bulunduğu için elbette tevafuk olamaz. Fakat sahifelerin arkasında diğer lafz-ı Kur’ân ile kısmen tevafuk ediyor.

32 [Tenbih] İşarat-ül İ’caz tefsiri harb-i umuminin birinci senesinde cephe-i harpte me’hazsız kitapsız telif edilmiştir. Harp zamanının zaruretinden başka üç dört sebebe binaen gâyet muhtasar ve îcazlı bir tarzda yazılmıştır. Fatiha ve nısf-ı evvel daha ziyade mücmel ve muhtasar kalmış. Evvela: O zaman izaha müsaid değildi. Hem eski Said îcazlı ve kısa tabirat ile ifade-i meram ederdi. Saniyen: Gâyet zeki kendi talebelerinin derece-i fehmini düşünüyordu. Başkalarının anlamasını düşünmüyordu. Salisen: en dakik ve ince olan nazm-ı Kur’ân gibi îcazlı olan î’cazı beyan ettiği için kısa tabirata mecbur olmuş. Rabian: Ayatın nüktelerini işaretlerini beyan ettiği için kısa ve ince düşmüştür. Fakat şimdi Yeni Saîd nazarıyla mütalaa ettim. Eski Saîd’in el hak bütün hatiâtıyla beraber şu tefsir tetkikat-ı ilmiyesinin bir şaheseridir. Yazıldığı vakit daima şehadete hazırlandığı için halis bir niyetle yazıldığı ve belagatin kavaninine ve ulum-ı Arabiye’nin desatirine tatbik ettiği için hiç birbirini cerh edemedim. Belki Cenab-ı Hak o eseri ona keffaret-üz zünub yapacak. Ve o tefsiri de anlayacak âdemleri da yetiştirecek. Eğer harb-i umumi gibi manialar olmasa idi. Tefsirin şu birinci cildi İ’caz-ı Kur’ânın vücuhundan olan i’caz-ı nazmını beyan ettiği gibi diğer cüzler de her biri sair vücuda i’cazından bir vechine göre yazılıp şimdi umum sözlerde ve mektublarda müteferrik hakaik-i tefsiriyeyi içine alsa idi Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan’a çok güzel bir tefsir-i cami’ olurdu. Belki inşaallah şu cüz-i tefsir altmışaltı (66) Sözler ve Mektubat risaleleriyle beraber bir me’haz olur ki ileride bahtiyar bir zat öyle bir tefsir yazsın inşaallah. [Üçüncü Remiz] Madem Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyanda lafzullahın kudsi tevafukat-ı harikası ile beraber çok mühim nükteleri var. Nasıl ki kısmen göstermişiz ve işaret etmişiz. Elbette me’hazi münhasıran ayat-ı Kur’âniye olan İşarat-ül İ’caz tefsirinde lafzullahın dört harfi olan elif ve lam ve sakin elif ve he ve lafzullahın başında yemin için isti’mal edilen üç harf olan vav ve ba ve ta ve Allah ve tallahi ve billahi gibi nükteleri vardır diye düşündüm. Acele ile teftiş ettim. Kusurlu ve noksaniyetli bulduğum münasebatı kayıt ediyorum. Ta ki inşallah başka bir zata me’haz olur. Ben bulmadığım sırları o bulur. Mesela lafzullahın başındaki elif tefsirin satırları başında binyüzdoksan (1190) adettir. Bin (1000) adet tam tevafuktur. Mütebakisi de latif bir münasebat-ı adediye ile zımnî bir nev’ tevafuk var. Yüzyirmi (120) sahife tefsir ve yedi (7) sahife hatimesinde yetmişyedi (77) tam tevafuk var. Onbeş (15) dahi bir latif nükte için birer aded fark ile mesela: onbir ile on zımnî tevafuk var. Mütebakisi ise başka nükteler için tevafuka girmemişler. Mesela; ahirdeki iki sahifede hem elif hem ta tevafuktan çıktılar. Ta ikisi darb vasıtasıyla tefsirin intiha adedine tevafuk edip göstersin. Mesela; lafzullah’daki sakin elif yüzonyedi (117)dir. Yetmişyedisi (77) tam tevafuk mütebakisi sair arkadaşlarıyla veya sahife rakamıyla tevafuk ediyor. Yirmiyedi (27) defa iki gelmiş. Yirmibir (21) adedi tevafuk mütebakisi başka nükteler için tevafuka girmemiştir. Üç adet ile yirmiyedi (27) defa zikredilmiş. Yirmibeş (25) tevafuktur. İki adedi başka nükteler için tevafuka girmemiştir. Lam doksanbeş (95) sahifede vardır. Onda yetmiş (70) tevafuk vardır. Onüç (13) adedi tevafuksuz otuzdört (34) adet iki gelmiş. Altı tevafuksuz mütebakisi tevafuklu. Onbeş (15) defa üç gelmiş on (10) tevafuklu beş (5) tevafuksuz. He de yetmişdokuz (79) tevafuk var. On iki sefer yirmisekiz (28) gelmiş sekiz (8) tevafuksuz kırkbeş (45) defa bir gelmiş. Üçü (3) tevafuksuz mütebaki tevafuk. Yirmiüç (23) defa üç (3) gelmiş. Sekiz (8) tevafuksuz mütebaki tevafuk. Otuz (30) defa iki gelmiş üçü tevafuksuz mütebaki tevafuk. Sekiz (8) defa dört (4) gelmiş dördü yine tevafuksuz dördü tevafuklu. Yalnız bir defa sekiz (8) bir defa altı (6) gelmiş. Ba yüziki (102) sahifede var. Mütebaki sahifelerde yoktur. Mevcuttan yetmiş (70) tam tevafuk var. Mütebakisi başka nükteleri var. Otuzdört (34) defa iki gelmiştir dördü tevafuksuz mütebaki tevafuklu kırk bir (41) defa bir gelmiş üçü tevafuksuz mütebaki tevafuk. Ta doksan dokuz (99) sahifede ehemmiyetli bulunmuş. Başka sahifelerde bulunmaz. Veyahut ehemmiyetsizdir. O doksandokuzdan (99) altmış (60) adet birbirine tam tevafukta mütebakisi ya elif ile veya sahife rakamıyla tevafuk ediyor. Veya bir latif nükteyi gösteriyor. Ta’nın latif münasebetinden bir numune: Altı (6) Ta onbeştir (15). Beş (5) Ta

33 yirmiikidir (22). İki Ta dörttür (4). Üç (3) Ta dörttür (4). Dört Ta onikidir (12). Dokuz Ta on ikidir. Onbir (11) Ta ikidir. Yedi (7) Ta yedidir. Sekiz (8) Ta ondokuzdur (19). Vav yüzonüç (113) sahifede elliüç (53) tam tevafuk. Sekiz defa yedi ve sekiz (8) olarak geliyor. Ta ki sahife rakamı gibi başka tevafuku göstermek için yediden sekize atlar. Ve sekizden (8) yediye (7) iniyor. Demek altmışbir (61) tevafuk var. Mütebakisi arkadaşlarıyla sahife rakamıyla latif tevafukatı var. Yirmi dört (24) defa altı geliyor. Onbeş (15) kendi kendine tevafuk ediyor. Dokuzu (9) başka tevafukla diğer nüktelere hizmeti vardır. Yirmialtı (26) defa beş geliyor. Yirmisi (20) kendi kendine tevafuk ediyor. Altısı başkalarıyla tevafuk edip başka hizmetleri görüyor. [Dördüncü Remiz] Vav tavafukatın bir sırr-ı acibi.

ْ‫ن ف‬ ‫مد محه‬ ‫ن م‬ ْ‫ح ب م ف‬ ‫سب ل ق‬ ‫باسمه سبحانه وفْا م ح‬ ْ‫ئ ا مل ري ق ف‬ ‫ح ح‬ ‫شى ح د‬ ‫م ح‬ ‫السلم عليكم ايهاالخوان الصادقين الصديقين المصدقين‬

Aziz sıddık kardeşlerim. İnsan ara sıra yemişlere muhtaç oluyor. Kut ile beraber tefekküh lazım olduğu gibi ilm-i belagatta kut ve gıda hükmünde olan fen-i maani ve beyanın belagat nüktelerinin fakihesi dahi fenn-i bediin mezayasıdır. Çendan zaafiyet-i bedia lafza ve surete aidtir. Fakat ehl-i belağatça kelamın zineti fakihesi yemişi hükmündedir. Kur’ân-ı Hakîm ve ehadis-i nebeviye’de çok bulunuyor. Demek güzeldir. Onun için güzel kelamlar içinde bulunuyor. Hem çok defa hakaike hizmet ediyor. Ve manaların muntazam ve mevzun olduğunu gösteriyor. Madem Cenab-ı Hakk’ın Esmâ-i Hüsnası’ndan bir ismi Bedi’dir. Onun cilvesine mazhariyet bir sırrı işmam ediyor. Hem bir zat-ı azimin iltifatının zarfı ve iltifatı ile verilen hediyeye sarılan bir parça bez çendan zatında ehemmiyetsiz cüz’i bir şey olarak görünse de fakat o iltifat-ı şahanenin ve işarat-ı mülûkânenin unvânı ve zarfı olduğu cihetinde çok kıymettardır. On paralık ise de on lira kıymetindedir. Madem Sultan-ı Ezel ve Ebed’in bir işaret-i hususiyesini yedi inâyet namıyla bir mektubta yazdığımız gibi yedi işaret ve o yedi inâyetin içinde yedi inâyetten tevafuk kısmından bir iltifat-ı hususiye his ettik. O iltfatın zarfı olan tevafukun envaına ne kadar cüz’i olursa olsun o işaretin hesabına ehemmiyetli bir hakikat-ı ilmiye gibi ehemmiyet vermeye kendimizi mecbur biliyoruz. Biz onun için İşarat-ül İ’cazın tefsirindeki tevafukat-ı harfiyeye ehemmiyet veriyoruz. Bir defa acele ile baktım. Elif ve ta’nın tevafukta en muannid bir âdemi dahi susturacak bir tarzda bir intizam bir ittirad göründü. Tesadüfe havale edilse yüzyirmide (120) ancak yirmide zahiren tesadüfe verilebilir. Mütebakisi kast ve iradeyi ihsas ediyor bir tarzdadır. Hatta en âhirki yaprakta Elif onbeş (15) gelmiş. Tevafuksuz karşısında ta sekiz gelmiş. Önünde tevafuku yok. Halbuki tevafuktan çıkanlar kısmen kitabın sahifelerindeki rakamı işaret ediyordular. Dedim acaba kitabın başından âhirine kadar Elif ile ta ekseriyetle tevafukla muntazaman geliyor. Hatimesinde ‫س د‬ ‫ك‬ ‫ م‬lazım gelirken ikiside tevafuktan çıkmış. Dikkat ettim canım sıkıldı. ta yı ‫ه م‬ ‫م ح‬ ‫م م‬ ‫خفْتا ق‬ Elifin başına vurdum. Ne için böyle karıştırarak yoldan çıktınız. Birden o darbemde yüzyirmi (120) adet gösterdiler. Parmaklarıyla işaret eder gibi işte senin tefsir kitabının nihâyeti yüzyirmi (120) adettir. Bizim vazifemiz onu göstermektir. ‫سك‬ ‫ م‬sırrına mazhar ‫ه م‬ ‫م ح‬ ‫م م‬ ‫خفْتا ق‬ oldular. İkinci defa tekrar acele ile tefsire baktım. Dedim acaba Elif Allah’ın evvelki harfidir. ta ekseriyetle ve hususen vakıf halinde he’ye kalb için Lafzullah’ın ahir harfi hükmündedir. Hem huruf-ı kasemiye olduğu cihetle Lafzullah’ın önünde tallahi, tallahi gibi zikredilir. Bu iki huruf gibi bütün kitapta devam eden yoktur. Yalnız en büyük huruf-ı kasemiye olan vav Lafzullah’ın önünde kasem vaktinde ekseriyetle zikredilir. Bu kitapta ekseriyet ile devam ediyor. Ve hakeza bir intizam ve bir kast ve iradeyi işmam edecek çok münasebatını bu tefsirde gördük vavın tevafukatına kısmen tefsirin bir köşesinde işaretler koydum. Sizdeki tefsiri ona bakarak kayıt ediniz. Ben bu vav, elif, ta’daki latif ince intizamı gördükten sonra acaba başka kitaplarda bu sırrın bu tarzına mazhariyetleri var mı diye baktım. Halebî gibi

34 arabî ve şerh ve mübarek bir kitabın satırları yirmiiki (22) hem elifleri ve ta’ları çoktur. Üçyüzelli (350) sahife içinde üçyüzotuz (330) sahifeye kadar baktım. Elif tevafukatı karşı sahifeye ondört (14) taneden başka yok arka sahifeyi de ilave etsen ondörtte olmaz. Mecmu’u yirmisekiz (28) olur. Haydi kırk ve haydi yüz olsun farz etsen yine hiç tefsire benzemiyor. Çünkü tefsirde yüzde ancak yirmi zahiren hariç kalıyor. Sonra dedim. Kendim eskiden yazdığım Arabî risalelerim var. Biri Türkçe olarak oniki küçük arabî risalelerime baktım. Oniki risalede oniki tevafuk buldum. İkiyüzyetmişsekiz (278) sahifeden ibaret olan risalelerden seksensekiz sahife türkçe mütebakisi arapça olduğu halde tetkik ettim. Oniki kadar sahife tevafukatı ve arka sahife ya o kadar veyahut daha bir parça fazladır. Olsa olsa yirmi otuz tevafuk bulundu. Halbuki onların bazı sahifeleri otuz satırdır. Hem elif-ta tefsir gibi devam etmiyor. İttirad ve intizamı yok. Hem hurufatta küçük adetler oluyor. İki üç dört gibi adede iniyor. Küçük adetlerde tevafuk çok olmak lazım gelirken pek az var. Tefsirin vav, elif, ta’larında adet çok olduğu halde tevafukatı pek az lazım gelirken pek çok olduğu cihetle (Hâşiye) şek ve şüphe bırakmadı ki bir bir iltifat-ı has ve bir işaret-i hususiye ve bir inâyet-i mahsusiyenin lemeatı ve emaratı ve tereşşuhatıdır. Madem neşemizi açıyor ve hizmet-i Kur’âniyede şevkimizi ziyadeleştiriyor ve itimadımızı teyit ediyor ve menfaatli meyveler ‫ ومن عند ال مل‬dir. veriyor. Elbette hakikidir. ‫له‬ [İhtar] Vav, ta, elif tevafukatı bazen bir yaprak atlar. Bazen de başka tevafuk içine karışır. Mesela: Otuzaltıncı sahifede elif dokuz. Bir yaprak sonra elif dokuza bakar. O iki dokuz ortasında iki altı tevafuku var. Bazen zelzele lafzı gibi o iki tevafuk birbirine karışır. Hem bazen ta vav’a tevafuk eder. Vav dahi onlara tevafuk için yolunu değiştiriyor. [İ’tizar] Bu küçük ve ince mes’eleye ziyade tafsil ve ehemmiyet verdiğimden kusurumu af (Hâşiye)

İşaretin mahiyeti gizli olur. Sarih bir suret onda aranılmaz. İşaretlerin cüzleri daha ziyade gizlenir. Bir işaretin yüz eczasından bir cüzü gâyet hassas bir dikkatle hissedilir. İşte bu sırra binaen beyan ettiğimiz ince tevafukattan ve münasebetten sarahat-i katiye istemek gâyet insafsızlıktır. Hem de gâyet acele ile bakıldığından hatamız bulunsa da ıslah edilmeli. (Hâşiye-1)

etmek ruhlar sıkılmamak için kardeşlarımdan rica ediyorum. [Beşinci Remiz] [Hatime] Lafzullah’ın hurufatının tevafukatı adetlerinin birbirine tevafukları zerre miktar insafı bulunan tesadüfe vermez. Ezcümle baştaki elif yetmişyedi (77) tam tevafuku olduğu gibi sakin elif dahi aynen yetmişyedi (77) tam tevafuk ediyor. Hem ba’nın yetmiş (70) tam tevafukuna ve lam’ın yetmiş (70) tevafukuna ve mim’in yetmiş (70) tevafukuna ve he’nin yetmiş (70) küsur tevafukuna mutabakatı beş defa yetmiş (70) birbiriyle tevafuku bilbedahe kör tesadüfün işi olamadığı gibi ta’nın altmış (60) adet tevafuku vav’ın dahi aynen altmış tevafukuna ve nun’un altmış küsur tevafukuna mutabakatı tesadüf işi olamaz. Hem ta’nın beşer tevafukunun adedinin yirmi defa olduğu vav’ın dahi beşer adet tevafukunun aynı yirmi (20) olmasına mutabakatı yine kör tesadüfün işi diyenler elbette körlerdir. Lam otuzdört (34) defa iki gelmesi ve he otuz defa iki gelmesi ve sakin elif ‘in ikişer ve üçer adetleri her bir kısmı yirmiyedi (27) defa gelmesi. Hem sakin elif ve he her birinin üçer adetleri yirmi küsür gelmesi ve he ve ba her biri kırk küsur defa bir tek gelmesi ve her birinden yalnız üç adet tevafuksuz kalması nun’un

(Hâşiye-1)

Hakikaten uzun konuştuk. Belki israf ettik ve ince şeyleri senden başka kim vakit ve ihtiyaç bulur ki tetkik etsin.

35 ikişer tevafuku yirmialtı (26) defa olup aynen yirmialtı (26) olarak üçer tevafukuna tevafuku ve mim’in yirmi iki (22) defa üçer tevafukuna bir derece muvafık gelmesi elbette ve herhalde şuursuz ve kör tesadüfün işi değildir. Belki alamet-i makbuliyet olarak bir inâyet-i hassanın tanzimi ve müdahalesi ile olur. Ve hakeza. Mezkur tevafuk adedindeki tevafukat-ı latife gibi çok münasebetleri var zan ederim. Bu hurufat münasebatındaki sırra dair israf ettim. Fazla söyledim kardeşlarıma bir derece usanç verdim. Belki lisan-ı halleri ‫لخيرفى السراف‬ der. Ben de derim ki ihtiyarsız bir niyet-i hayır ile israfa girdim. Onun için imam Azam (r.a) gibi derim ‫ كمالخيرفى السراف لاسراف فى الخير‬inşaallah böyle hayırlı işte israf yoktur. İsraf olsa da affedilir.

‫المللهم اجعل اعمالنا موافقة لمرضاتك ووفقنالتباع سنت نبيك عليه‬ ‫وعلى‬ ‫صلة واتم التسلمات اَمين‬ ‫اله وصحبه افضل ال ل‬

Lafzullah’ın içindeki hurufat ile ve yemin için lafzullah’ın başında bulunan vav, ba, ta harfleri Kur’ânın bir tefsiri olan İşarat-ül İ’caz’da harikulâde bir sırr-ı tevafuku göstermeleri bu hurufatın Kur’ânın içinde mu’cizane vaziyetlerinden neş’et ettiğini gördük. Adetlerinin (Hâşiye-1) küsuratı başka bir münasebet gösterdiğinden şimdilik ondan kat-ı nazar ile yalnız adetlerindeki münasebat-ı tevafukiyeyi işaret edeceğiz. Şöyle ki: Lafzullah’ın en mühim harfi olan baştaki elif umum Kur’ânda çok sırlara medar olarak kırkbin [40000] gelmesi ve yine lafzulla’hın elif‘ten sonra lam-elif yani la meşhur bir adet olan ondokuzbin (19000) gelip (Hâşiye-2) lafzullah’ın ahirindeki olan he yine yine aynen ondokuzbin (19000) olarak ikisinin muvafık gelmesi. Hem yalnız lam hesab-ı ebcedle otuz [30] olduğuna göre ona muvafık olarak Kur’ânda otuzbin [30000] gelmesi. Vav bir hesapla yirmiüçbin [23000] diğer bir cihette yirmibindir. Hem ba’nın hem mim’in hem lam’ın ondokuzbin (19000) adetlerine ve Kur’ândaki yekünlerine muvafık gelmesi ve lafzullah’ın başındaki elif-lam-ı tarif yani ‫ال‬ yetmişbin [70000] olup Kur’ân kelimatının adedi olan yetmişbin [70000] adedine muvafık gelmesi. Hem ba ve ta iki kardeş gibi bir ___________ ___________ _________________

(Hâşiye-1)

Evet böyle galebe-i zan kafi olduğu makamat-ı hitabiyede ve mezaya-yı bediiyede ve letaif-i belagatta ve münasebat-ı tevafukiyede ve büyük adetlerde küsuratın ve küçük adetlerin farkları bir sebeb-i fark teşkil etmediğinden küsuratın farklarına fârik nazarıyla bakmadık ve bakılmaz.

(Hâşiye-2)

___________ ___________ _________________

‫بسم ال لمله الرحمن آلرحيم‬

aded-i hurufatıyla altı İsm-i Azam’ın aded-i hurufatı

ondokuzdur.

derece fark ile ba onbirbin [11000] ta onbin [10000] muvafık gelmesi ve ahir huruf-ı hecadan olan ve nidada İsmullah’ın evvelinde bulunan ba yirbindokuzyüz [20900] bir cihette ondokuzbin [19000] küsur olmakla beraber hem lam-elif’in hem he’nin hem vav’ın adetlerine Kur’ândaki ondokuzbinlik (19000) yekünlerine muvafık gelmesi ve Lafzullah’ın mecmu’u Kur’ânda ikibin (2000) ve lam-elif‘i ondokuzbin (19000) ve he ‘si yine ondokuzbin (19000) mecmu’u kırkbin (40000) olup baştaki elif‘in kırkbin (40000) adedine muvafık gelmesi ve hem Lafzullah’ın hurufatından başka harflerin Kur’ândaki adetleri çok latif münasebat-ı tevafukiyeyi göstermeleri ezcümle cim ebced hesabıyla üç ve Kur’ânda üçbin [3000] olarak muvafık gelmesi. Ha hecada cim’in kardeşi olduğundan cim gibi yine üçbin [3000] ve dal ebcedde cim’in arkadaşı olduğundan yine üçbin [3000] olup üçü birbirine muvafık gelmesi. Hem ebced hesabıyla yüksek makamda bulunan se, zel, hı, ğayın, dad hem sad her biri

36 Kur’ânda ikişer bin gelip birbirine muvafık gelmesi, ve sad’ın güzel ve hafif bir şekli olan sin üç dişine münasebettar üçbinüçyüzotuz [3330] olup latif sırları ima eder bir surette gelmesi ve tı ve zı iki kardeş gibi tı zı’dan daha hafif olduğundan binikiyüz (1200), zı onun kız kardeşı gibi nısfı olarak altıyüz (600) gelmesi. Fe ebced hesabıyla seksen [80] olmasına göre ona bir sıfır noksaniyetle tevafukla sekizbin (8000) gelmesi ayın ve kef her biri dokuzbin (9000) gelerek birbirine muvafık gelmesi Kur’ân kelimesinde en birinci harf olan kaf altıbin (6000) gelip Kur’ânın mecmu’ ayatının altıbin (6000) adedine tevafuk etmesi ve birbirine bazı münasebetler için muvafık gelmesi. Mim ya’ya nisbeten usul-ı harfiyece birbirine kalb ve makamına geçen iki ya kadar ve ebcedi makamının yarısı kadar yirmibin (20000) gelmesi ve nun ebcedi makamı olan ellinin yarısı hükmünde olan yirmialtıbin (26000) gelmesi elbette ve her halde Kur’ânın hurufatında dahi bir cilve-i i ‘cazın bulunmasına işaret ve hurufatında harikulade muntazam çok nükteler ve sırların bulunduğuna delalet ve huruf-ı Kur’âniyenin her biri ondan onbine kadar sevab meyveleri vermesine liyakatine ve kabiliyetine şehadet ve huruf-ı Kur’âniyenin tebdiline çalışanların nihâyet derecede belahet ve hasaretlerine kat’i delalet ettiğini ehl-i dikkat tereddüt etmez görür. Ehl-i ilhadın kör oldukları için görmemeleri imam Busayrî’nin

‫ٍ وينكر الفم طعمالماء من سقققم‬.‫د‬ ‫قد ينكرالمرء ضوء الشمس من رم د‬

düsturuyla gözlerindeki hastalıklar ile güneşin ziyasını göremezler. Ve dilindeki hastalıklarla ab-ı hayat olan şu tatlı suyun lezzetini ve zevkini his edip tâdemezlar.

‫المللهم وفقنا لفهم اسرارالقراَن على وفق مافى اللوح المحفوظ‬ ‫وموافقا‬ ‫لفهم نبيك الكرم عليه وعلى اله وا صحابه وص ل‬ ‫ما‬ ‫ل صلةد وا زكى سل د‬ ‫ربنال تو اخذفْنا مان نسينا او اخطانا‬ ‫ح‬ ْ‫مت فْفْناا من ر ف‬ ْ‫حان فْ ف‬ ‫م‬ ‫ك ل فْ م‬ ْ‫مال ف‬ ْ‫سب ح ف‬ ‫ق‬ ‫ححكي ق‬ ‫ك ا فْن حفْتال حعفْحلي ق‬ ‫ماع فْل ر ح‬ ْ‫م ل فْفْنا ا مل ر ف‬ ْ‫عل ح ف‬

[İkinci Remzin Mühim Bir Zeyli] On dakika zarfında hasıl olan bir nükte

‫سم م الل لمهم الرر ح‬ ‫بم ح‬ ‫ح م‬ ‫ن الررححيم م‬ ‫م م‬

Kenz-ül Arş duasının feyzinden gelen ikinci ve yeni ve ayrı bir nükte-i tevafukiyedir. Nasıl ki Sure-i Kevser’in hurufatı ebcedi makamı üçbin adet olmakla hem Sure-i Yasin’in üçbin adet hurufuna, hem Sure-i Furkan’ın üçbin adet hurufuna, hem Sure-i Fatır’ın üçbin adet hurufuna, hem Sure-i Sebe’in üçbin adet hurufuna, hem Sure-i Saffat’ın üçbin adet hurufuna, hem sure-i Sad’ın üçbin adet hurufuna, hem Sure-i Ra’d’ın üçbin adet hurufuna, hem Sure-i Rum’un üçbin adet hurufuna, hem Sure-i Zuhruf’un üçbin adet hurufuna, hem Sure-i Şura’nın üçbin adet hurufuna, hem sure-i İbrahim’in üçbin adet hurufuna tevafuku var. Onbir surenin birbiriyle muvafakati ve mutabakatı bilbedahe tesadüf işi olamaz. Aynen öyle de Sure-i Kevser en kısa sure olmakla beraber harfinin makam-ı ebcedisi olan üçbin adet ile en uzun sure olan El-Bakara örfi kelimatının üçbin adedine, hem Sure-i Âl-i İmran kelimatının üçbin adedine, ve Sure-i Nisa kelimatının üçbin adedine muvafakati elbette kör tesadüfün işi değildir. Ve rast gele şuursuz ittifakî bir vaziyet olamaz. Bu tevafuktaki küçük küsurat münasebat-ı tevafukiyeyi bozmadığından nazara almadık. Hem en kısa sure olan Kevser’den bahsettiğimiz münasebetle Sure-i ‫قد حرم‬ ْ‫ةال ح ف‬ ‫‘ ا مرنا ا فْن حفْزل حفْناه ق حفى ل فْي حل فْ م‬n bir tek (Hâşiye)

tevafukundan bahsedeceğiz. Şöyle ki: Sure-i Kadir’in yüzyirmi (120) hurufu var. Gayr-i melfuz hemze sayılmazsa yüzondörttür (114). En evvel nazil olan Sure-i Alak küsürattan kat’ı nazar nısf-ı ___________

37

(Hâşiye)

‫ا مرنا ا فْن حفْزل حفْناه ق‬

___________ _________________

suresinin hurufatı tekerrürde terakkiyatı muntazamdır. Şöyle ki cim, ha, sin, şın, ayın, tı, zel, birbiriyle birdir. Ha iki vav, be, kaf üçer birbiriyle müttefik. Dal, fe, tenvin dörder yine birbiriyle müttefiktir. He beş, ta, ya, yedişer yine birbiriyle müttefik. Nun sekiz, mim, sakin elif dokuz birbiriyle müttefik. Vav on, nun tenvin ile onbir, hemze on iki işte birden on ikiye kadar

muntazaman terakkisi şu hurufat tesadüfe tabi olmadığına letafetli bir işarettir. ‫ناه ق‬ ْ‫’ ا مرنا ا فْن حفْزل ح ف‬nün makam-ı ebcedisi dokuzbinyediyüzondur [9710]. Surenin hurufatı işaretli olduğuna işaret eden Leyle-i Kadir’in üç defa tekerrürü ile yirmiyedi [27] huruf olup Ramazan’ın yirmiyedinci gecesindeki Leyle-i Kadir’in tevafuk sırrıyla kat’i işaretidir. Sair işaratı İnşaallah başka vakitte meşiet-i İlahi’ye taalluk etse yazılacaktır.

evvelin hurufatı ve tam surenin kelimat-ı nahviyesi yüz küsur olmakla [sure-i Duha (1), sure-i Elem Neşrahleke (2) ve sure-i Zilzal (4) ve sure-i Tekasür (5) ve sure-i El-Maun (6) ve sure-i El-Alak (7)] nısf-ı evveli [sure-i Vettin (1) ve sure-i El Karia (2) ve sure-i Hümeze’nin (3)] her birinin yüzer adet hurufuna tevafuku var. On surenin küsuratından kat’ı nazar birbiriyle manidar muvafakati tesadüfî olamaz. Aynen öyle de sure-i Kadir’in muvafakatleri olan vav on surenin her birinin yüzer adet hurufu ise kelimat noktasında [sure-i El Fecr (1) ve sure-i Abese (2), sure-i Mürselat (3), sure-i Büruc (4), sure-i Mutaffifin (5), sure-i El-İnşikak (6), sure-i En Naziat (7), sure-i Nebe (8), sure-i El-Münafikun (9), sure-i Cuma’nın (10) her birinin yüz küsur örfi adet kelimatına yüzlükte manidar tevafukları tesadüfî olmadığı gibi evvelki harf cihetinde on adet sure-i muvafıka’nın ve kelimat cihetinde son on (10) adet sure-i muvafıka’nın küsurattan kat’-ı nazar tevafuklarıyla beraber o iki kabile olan onar adet sureler müttefikan âyet nokta-i nazarında sure-i İsra [1], sure-i Kehf [2], sure-i Taha [3] ve sure-i Yusuf [4], sure-i Hud [5], sure-i Yunus [6], sure-i Nahl [7], sure-i Enbiya [8], sure-i Mü’minun [9], sure-i Tevbe [10], sure-i Maide (11) her birinin yüz küsur adedine muvafakatleri katiyen (Hâşiye) tesadüf işi değildir. Küsuratlarının farkları cüz’idir. Mesela Tenvir-ül Mikyas tefsirinin gösterdiği adede binaen sure-i Yunus’un dokuz [9], Kehf’in on [10], İsra’nın onbir [11], Hud’un oniki [12], Mü’minun [19], Maide yirmi [20], Alak’ın nısf-ı evveli yirmibir [21], El Kadir yirmiiki [22], Nahl yirmisekiz [28], Tevbe otuz [30], Tîn elli [50], Kari’a elliiki [52] ve hakeza. İşte bu küsurların küçük farkları münasebat-ı tevafukiyeyi elbette bozmaz. Hem sure-i Kadir yüzondört harfiyle yüzondört surelerin adedine bir farkla tevafuku manidardır. Güya benden başka yüzoniki sure ile bir de küçük Kur’ân olan Fatiha’nın geleceğine bir imadır. Bu surelerin ayat cihetindeki tevafukatta bir letafeti şudur ki: elif isminin ebcedi makamı olan yüzonbir (111) ki ___________ ___________ _________________ (Hâşiye)

Elhâsıl sure-i Kadir ve sure-i Alak’ın kelimat-ı nahviyesi ve en evvel nazil olan nısf-ı evvelin hurufatı yüz küsur hurufuyla on surenin hurufatına manidar tevafuk ediyor ve diğer on surenin kelimatına manidar tevafuk ediyor. Hem uzun diğer on surenin ayatına gâyet manidar tevafuk ediyor. Demek bu otuz (30) sureden her birisi yirmi dokuz sureye tevafuk ediyor. Demek bu küçük tevafuk-ı Kur’âniyede dokuzyüz (900) tevafuk var. Küsurattan kat-ı nazar edilmiş. Çünkü münasebat-ı tavafukiyeyi bozmayan bu tarzdaki tevafuka hiç mümkün müdür ki tesadüf içine karışsın. Hem hiç mümkün müdür ki mühim hikmetleri bulunmasın.

üç eliftir. Yani (111) hem sure’i İsra hem sure-i Yusuf hem bir kavle göre sure-i Kehf aynen ‫ ال ل‬ki yüzonbir olması ve o üç eliften ikisi bir çizgi üstüne konulsa bu suret olur. ‫له‬ Lafzullah’tır. sure-i Kevser ve Kadir ve Alak bahsi münasebetiyle sure-i İhlas’ın bu nev’ tevafukatta bir küçük nüktesini beyan etmek münasiptir. Şöyle ki: İhlas’ın ebcedi makam-ı hurufiyesi binüç [1003] tür. Küsurdan kat’ı nazar [sure-i Nur [1], sure-i Hacc [2], Enfal [3], Nahl [4] ve İsra [5] ve Kehf [6] ve Enbiya [7] ve Mü’minun [8] ve Zümer [9] ve Yusuf [10] ve Hud [11] ve Yunus [12] ve Neml [13] ve Şuara [14] ve Taha [15] surelerinin her birinin bin

38 küsur kelimat adetlerine tevafukuyla beraber huruf cihetinde [Sure-i Sebe ve El-Hakka ve Mümtehine ve İnsan ve Tur ve Secde ve Vez- Zariyat ve Rahman ve Tahrim ve Talak ve Duhan] surelerinin her birinin bin adet küsur hurufuna manidar tevafuku elbette bir sülüsü Kur’ân addedilen Sure-i İhlas’ın hikmettar bir nüktesidir ve bir sırr-ı azimi var. Ve şuursuz ve hikmetsiz tesadüfün işi değildir. Mezkur surelerin küsuratı çendan bir kısmı büyükçedir. Fakat Tenvir-ül Mikyas tefsirine göre birbirine yakındırlar. Mesela: Sure-i Tur ve Secde ve Mümtehine ve Sebe’in kesirleri beşyüzde müttefiktirler. Yalnız küçük farkları var.

[Sekizinci Kısmın Üçüncü Remzi] Kenzül Arş duasının feyzinden gelen üçüncü nükte-i Kur’âniye. [Mukaddime] Şu nükte iki kısımdır. Birinci kısım şimdiki sünuhat ve tahkikatıma bina edilmiş. Sure-i Alak’a aidtir. İkinci kısım tefsir İbn-i Abbas’tan ahz edilen ve surelerin kelimat ve hurufatını hesap eden beyn-el ulema mevsuk allame-i Firuz-ı abadi olan sahib-i kamusun meşhur tefsirine istinaden ve eski mahfuzatıma itimaden Suver-i Kur’âniyenin mabeynindeki tevafukatla işaret edilen bazı sırlara dairdir. Şu tefsir ve eski mahfuzatım ekseriyetle huruf-ı melfuziye ve kelimat-ı örfiyeye bakarlar. [Birinci Kısım] Sure-i Alak’ta hurufatın vaziyetindeki letaif çoktur. Biz yalnız tevafuk ile münasebettar dört letafetlerine işaret edeceğiz. [Birinci letafet] en evvel nazil olan bu surede hemzenin kırkbeş (45) defa tekrrürüyle lam’ın kırkbeş (45) defa tekrrürüne tevafukla beraber kırkbir (41) surenin başına parmağını basıyor. Ba onaltı (16) defa tekrrürüyle ya’nın on altı (16) defa tekrrürüne tevafuk edip ya ondört (14) surelerin başına işaret edip be başka sırları gösterir. Ta ondört (14) tekrrürüyle ra’nın ondört (14) adedine tevafukla vücutlarını hissettiğim ve şimdilik teşhis edemediğim Kur’ân ile münasebettar sırlara işaret ediyor. Kaf sekiz (8) tekrrürüyle sekiz surenin başına işaret ettiği gibi sin’nin sekiz adedine tevafuk etmekle beraber sin dahi sekiz surenin başına parmak basıyor ve mühim sırlara medardır. Tı üç tekrrürüyle üç surenin başına işaret etmekle berber sad’ın üç adedine ve hı’nın üç adedine tevafuk ediyor. Nun tenvin ile beraber yirmi dokuz tekrrürüyle medde denilen sakin elif’in yirmi dokuz adedine tevafuk noktasında çok esrara medardır. Vav ebcedi makamı altı adedi ve tekrrüründeki altı adedine ve dal’ın altı adedine tevafuk ile vav-ı kasem ile başlayan on iki sureye işaret etmekle beraber makam-ı ebcedisi altı olduğundan tekrrürü dahi altı olsa otuz altı (36) olur. Vav-ı kasemiye ile başlayan on altı surelerin başlarına otuz altıdan iki tanesi müstesna otuz altı vav-ı kasemiyeyi tevafuk ile gösteren mühim esrara medar olduğunu gösterir. Ayın on iki (12) Mim on üç (13) adedine bir fark ile bir münasebet-i tevafukiye ile şimdilik bilmediğim bazı sırları gösterir. Zel yedi he’nin yedi adedine tevafuk etmekle ikinci, üçüncü letafetlerde beyan edilen esbaba binaen elbette bunlar dahi öteki harfler gibi bazı esrara medardırlar. Ğayın iki, fe iki, cim iki birbirine tevafukla makam-ı ebcedi noktasında binyüzaltmışaltı (1166) tarihindeki hadisata imâdan hali değildir. Kef on defa tekerrürüyle makam-ı ebcedi noktasında iki yüz (200) olmakla fütuhat-ı Kur’âniyenin en müterakki tarihi olan iki yüz (200) tarihine ta fütuhat-ı Kur’âniyenin durmasıyla tedafiî vaziyetine girmesi zamanı olan binikiyüz (1200) tarihine işaret etmesi bu esrarlı surenin şe’nindendir. Bu surenin hurufuna bir letafet daha katar. Şöyle ki: muntazaman terakki ediyor. Mesela: ze bir, cim ğayın fe ikişer, hı sad tı üçer, dal vav altışar,; zel yedişer, sin kaf sekizer, kef on, ayın on iki, mim on üç, ra ta on dörttür. Ya, ba on altışar, tenvin ile sakin eilf yirmi dokuzar, hemze lam kırk beşerdir. [İkinci Letafet] Sure-i Alak Hazret-i İbn-i Abbas Radiyallahü anh’dan nass-ı sahih ile ْ‫سم م فْرب ل ف‬ sabittir ki en evvel Hazret-i Cebrail Aleyhisselam ‫ك‬ ‫ ا مقحفْرا ح مبا ح‬suresini getirmiş bir

39 rivâyette ta ‫ت‬ ْ‫ ا فْفْرا فْي ح ف‬kelimesine kadar en evvel nazil olan odur. Bir vakit sonra Hazret-i Peygamber Aleyhisselat-i Vesselam namaz kılarken Ebu Cehil taarruz ettiği hengamda ‫ت‬ ْ‫ ا فْفْرا فْي ح ف‬kelimesinden nihâyete kadar nazil olmuş, demek en evvel nazil olan şu surenin ‫ا مملى‬

ْ‫فْرب ل ف‬ ‫جمعى‬ ‫ك القر ح‬

kelimesine kadardır. Ve o da yirmi dokuz (29) huruftur, bir cihette yirmi birdir (21). Şedde sayılmazsa yüzondokuzdur (119). Yalnız melfuz yüzondört (114) oluyor. Demek en evvel nazil olan bu nısf-ı evvel yüzondört (114) adet Kur’ân surelerine işaret ediyor. Şu surede se, ra, dad’dan başka bütün huruf-ı heca mevcuttur. Şu sure en evvel nazil olduğu için ‫را ح‬ ْ‫ ا مقح ف‬ile Kur’ânı oku demekle şu sure Kur’ânın bir nev’ fihristi hükmünde olduğuna delalet eder. Madem bu sure en evveldir. Ve fihrist hükmündedir. Elbette hurufatıyla ve kelimatıyla Kur’ânın surelerine bakacak ve haber verecek. Mesela yüzondört (114) nahvî kelimatıyla hem en evvel nazil olan bu nısf-ı evvel hurufatıyla bir cihette umum süver-i Kur’âniyenin adedine tevafuk ve bir cihetle suhuf-ı enbiyanın adedine tevafukla mühim esrara medardır. Şu surenin birinci letafetinde zikredilen mükerrer hurufat adediyle gâyet manidar gelecek süver-i Kur’âniyeyi haber veriyor. Ezcümle Kur’ânın kırkbir (41) suresinin başı ْ‫سم م فْرب ل ف‬ eliftir. Yani hemzedir. Sure-i ‫ك‬ ‫ ا مقحفْرا ح مبا ح‬de hemze çendan kırkbeş (45) sayıldı.

Fakat ahirdeki ‫ب‬ ْ‫’مبال ح ف‬deki hemzeler ‫جد ح فْواقحت فْرم ح‬ ‫س ق‬ ‫ فْوا ح‬kelimelerinde ‫سم م‬ ‫’ مبا ح‬de ve ‫قل فْم م‬ hiçbir kıraatte okunmadıklarından sayılmazlar. Şu halde bu en evvel nazil olan suredeki kırkbir (41) hemze kırkbir surenin başlarına kırkbir (41) işaret parmaklarıyla gösterir, haber verir. Ve geleceklerine müjde verir. Ya onaltı (16) defa tekerrür etmiş. Fakat ‫ ال رحذى‬ve

‫ت‬ ْ‫ا فْفْرا فْي ح ف‬

her biri üçer defa tekerrür ettiğinden ikişer sayılır. Ondört (14) ya kalır. Ve bu ondört (14) ya ile Kur’ânın surelerinden ondört surenin başlarında bulunan ya’lara tevafuk ile parmak basıyor ve gösteriyor ve oniki (12) yerde ya-i nida ile başlayan surelere nazar-ı dikkati celb ettiriyor. Hemze ile lam’ın elif-lam suretinde beraber zikredilmeleri şu surede ondört (14) tekerrürü var. Mim’in dahi on üç (13) tekerrürü vardır. Kur’ân sureleri içinde on üç (13) surenin başında elif-lam ism-i hecaileriyle bulunmakla beraber. Sure-i ‫ف‬ ْ‫م ت فْفْرك فْي ح ف‬ ‫ا فْل فْ ح‬ ‘de çendan ism-i hecaisiyle bulunmaz. Fakat öteki surelerin aynı şeklinde elif-lam-mim yazıldığından on dört (14) sure olur. Şu sure-i Alak aynen Fatiha gibi on dört (14) eliflam’dan on dört (14) parmaklarıyla o şifre misal on dört (14) surelerin başlarına işaret ediyor ve gösteriyor. Hem mim’siz beş (5) elif-lam-ra yerine mim’li altı (6) ha-mim gelse on beş (15) surede mim dahi ism-i hecaisiyle zikredilmiş olur. Şu suremizde on üç (13) mim ve besmelenin üç mim’iyle (16) onaltı mim olur. ‫ف‬ ْ‫م ت فْفْرك فْي ح ف‬ ‫ ا فْل فْ ح‬dahi o on beş (15) sureye ilave edilse o da on altı (16) sure olur. Demek suremizdeki mim’ler süver-i Kur’âniyedeki on altı (16) şifreli ve mim’li surelerin başlarına tevafuk sırrıyla parmak basıyor. Sin’in sekiz (Hâşiye) tekerrürü var. Surelerin ya-sin ile beraber başlarında sin ile başlayan (Hâşiye) ‫س‬ ٓ ‫‘ ي م‬deki sin ism-i hecesiyle zikir edildiğinden başında Sin olan surelerden sayılır.

40 yalnız sekiz tane sure var. Bu sekiz o sekize tevafuk sırrıyla sekiz parmak ile sekiz sureyi gösteriyor. Kaf sekiz defa tekerrür etmiş. Kur’ân surelerinin içinde yalnız sekiz sure kaf ile başlamış. Demek şu sure sekiz kaf’larıyla o sekiz sureleri gösterip geleceklerine müjde veriyor. Şu surede tı üç defa tekerrür etmiş. Süver-i Kur’âniye tı ile başlayan dört sure var. Taha, iki ta-sin-mim ve ta-sin’dir. Halbuki iki ta-sin-mim bir tarzda olmakla bir sayıldığı için yalnız üç sure vardır ki tı ile başlıyor denilebilir. Şu suremizdeki üç tı onlara tevafuk sırrıyla sair arkadaşları gibi kasdi bir işaret eder. Tesadüfî olamaz. Vav’ın tekerrürü altı, makam-ı ebcedisi dahi altı mecmuu on iki olmakla süver-i Kur’âniye içinde yalnız on altı (16) sure var ki vav ile başlıyor. İki ‫ واليل‬den başka vav-ı kasemiyedir. ‫ماءم‬ ْ‫ فْوال ف‬iki defa tekerrür ْ‫س ٓف‬ ettiğinden bir sayılsa, hem bir tek sure vav-ı kasemiye için müstesna kalmak cihetiyle on iki sure vav-ı kasem ile başlıyor. Demek şu surede oniki surenin başlarındaki vav ile tevafuk sırrıyla kasdî işaret eder denilebilir. Hem vav’ın ebcedi makamı altı olduğundan bu makamın altılık noktasında altı defa tekerrür ettiğinden otuz altı adet olur. Vav ile başlayan surelerin ‫ فْوال ر‬suresinde başlarında yine vav -ı kasemiye yirmi (20) defa tekerrür eder. Mesela: ‫س‬ ‫ش ح‬ ‫م م‬

ْ‫سم م فْرب ل ف‬ birbiri arkasında altı vav-ı kasemiye geliyor. Demek şu surede ‫ك‬ ‫ ا مقحفْرا ح مبا ح‬otuzaltı (36) parmak ile onaltı surelerin başlarında bulunan otuzaltı vav’a tevafuk ettiğine binaen vesair arkadaşlarının surelerinin başlarına işaret ettiklerine istinaden ve bu sure ise Kur’âna bir nevi fihrist olduğuna itimaden bila tereddüt deriz ki bu vav’lar ile o vav’ları gösteriyor ve işaret ediyor. [Üçüncü Letafet] Sure-i Alak’ın şedde ve medde ve tenvin ile beraber hurufatı üçyüzyirmisekizdir (328). Madem Kur’ân Allam-ül Guyub’un kelamıdır. Ve madem ‫ن‬ ‫ب ق‬ ‫س ا مل حرفى ك مفْتا د‬ ‫ وفْل فْفْرط ح د‬işaretiyle kitab-ı mübinin bir nüshası olan ‫محبيقق د‬ ‫ب وفْل فْفْياب م د‬ Kur’ânda hadisat-ı aleme işaret vardır. Hem madem en evvel nazil olan şu sure mecmu’ Kur’ânın bir nevi fihristesidir. Hem madem Kur’ânın intişarına ve fütuhatına ve Kur’âna aid hadisata dair ayat-ı kesire vardır. Elbette sure-i Alak hurufatıyla dahi Kur’ân ile alakadar olan mühim hadisattan haber verir. Öyle ise şu surenin üçyüzyirmisekiz (328) adediyle binüçyüzyirmisekiz tarihine tevafuk noktasında ve işarat-ı Kur’âniye cihetinde alem-i İslam’ın başına gelen müthiş hadisatın başlangıcı olan binüçyüzyirmisekiz (1328) tarihini (Hâşiye) gâyet manidar nazar-ı (Hâşiye)

___________ ___________ _________________

Besmele’de şeddeli ra bir sayılmak itibariyle ebcedî makamı bin küsur adet oluduğundan ve her şeyde besmele bulunduğundan bu makamdaki üçyüz (300) adedimiz binden sonraki üçyüzdür (300).

‫ن الررححيم‬ ‫سم م الل لمهم الرر ح‬ ‫بم ح‬ ‫ح م‬ ‫م م‬ ondokuzdur (19). Çünkü ‫ه‬ ‫بم ح‬ ‫سم م الل مل ح‬ Evet

’in makam-ı ebcedîsi dokuzyüz doksandokuz (999), hurufu kaide-i sarfiyece bir müteallik ister. Makam itibariyle o

müteallik taayyün eder. Kur’ân-ı Hakim’de müteallik ‫را ح‬ ْ‫ ا مقح ف‬lafzıdır. Yani ‫ اقرا بسم الملله‬yani Allah’ın namıyla oku. Sure-i Alak’da o müteallik zahire çıkmış surenin başına girmiş. İşte bu hesapla

‫ اللرحمن‬Bir ra ikiyüz (200), mim nun doksan (90), ha iki elif on, ceman yekünü üçyüzdür (300). ‫’ رحيم‬in ra’sı ikiyüz (200) ya mim elli (50), elif bir, ha sekiz, ikiyüzellidokuz (259). Demek ‫م‬ ‫ فْالرر ح‬beşyüzellidokuz ‫ن الررححي ح‬ ‫ح م‬ ‫م ق‬ şeddeli harfler birer sayılsa çünkü tekellümde birdir. O vakit

(559) eder. Allah lafzı lam-ı müşeddede bir sayıldığından lam otuz (30); he beş, iki elif otuzyedi (37),

‫ باسم‬o da yüziki (102), altıyüzdoksansekiz (698) müteallik olan ‫اقرا‬ ‫سم ال مل‬ üçyüziki (302), mecmuu bin (1000) adettir. Eğer ‫له‬ ‫’ ب م ح م‬daki hemze-i Allah sayılmaz ise dokuzyüzdoksandokuz (999) eder. Madem her süver-i Kur’âniyede ‫ه‬ ‫ ب م ح‬zikrediliyor. Ve ‫سم م الل مل ح‬ madem her mübarek şeyde besmele ile emir edilmiş ve madem şu surede ‫ اقرا‬lafzı zahire çıkmış ve beşyüzdoksanaltı (596)

41 madem her bir ayat-ı Kur’âniye mübarektir, manen besmele ister ve ona istinat eder. Elbette üçyüzellibir (351), üçyüzkırkiki (342) gibi adetler bu surette binüçyüzdür (1300) ve binden sonraki adettir denilir.

‫ب ام ر‬ ‫ه‬ ْ‫م ال حغفْي ح ف‬ ‫لالل مل ق‬ ‫ل فْي فْعحل فْ ق‬

dikkati celb etmek için gösteriyor. Şu surenin kelimat-ı nahviyesi yüzondört (114) olmakla süver-i Kur’âniyenin adedine tevafukuna binaen bu sure ise Kur’âna bir fihriste olduğunaistinaden deriz ki kelimat-ı nahviye ile hem Kur’ânın umum surelerine işaret ediyor. Hem bir hesap ile umum suhuf-ı enbiyaya ima ediyor. Eğer şu suremizde tenvin sayılmazsa hurufatı üçyüzyirmiiki (322) olur. Şu adet ile üçyüzyirmiikide (322) hürriyet hadiseleri gibi mühim hadisatın hazırlanması ve üçyüzyirmidörtte (324) tezahür etmesi tarihine tevafukuna binaen ve Kur’ânla alakadar hadisata sair âyetlerin işaretlerine istinaden denilir ki hurufatıyla aynı tarihi göstermekle nazar-ı dikkati celb eder. Ahirde gayr-ı melfuz iki elif tenvinler ile (Hâşiye) beraber sayılsa üçyüzotuzbir (331) tarihindeki harb-ı umuminin dehşetine nazar-ı dikkati tevafukla kasten işaret etmesi bu esrarlı surenin şenindendir. Besmele sayılmazsa üçyüzoniki (312) adediyle üçyüzoniki (312) tarihindeki dahili komitelerin hürriyet bahanesiyle hilafet-i İslamiye’yi parçalamak

(Hâşiye)

___________ ___________ _________________

Bu ayrı ayrı adetlerin işaret ettikleri vukuata bazı hurufatın sayılmasıyla ve bazı sayılmamasıyla derin manidar münasebetleri var. Mesala gayr-ı melfuz ve mahfî tenvin zahiren ve aşikare huruf gibi hesaba girmekle gizli diplomatların gizli planlarını harb-i umumi meydanına aşikare çıkarmasına münasebettar olduğu gibi öteki adetlerinde böyle dakik münasebetleri vardır.

gibi hadisatın tarihine tevafukuna binaen ve Allam-ül Guyub’un en evvel bir fihriste-i Kur’ân olarak nazil ettiği şu surenin manidar hurufatının vaziyetlerine istinaden deriz ki o tevafuk tesadüf değil, kasdi bir işarettir. Eğer okunmayan gayr-ı melfuz hemzeler çıkarılsa aded-i hurufatı üçyüzonyedi (317) olmakla üçyüzonyedi (317) tarihindeki Balkan’ın Kur’ân ve İslam aleyhinde müthiş ve meş’um ittifaklarının hazırlanması tarihine tevafukuna binaen bu sure Halık-ı Zül- Celal’in Kur’ândan en evvel nazil ettiği bu sure her şeye bakabilir bir kelam-ı Ezelî olduğuna istinaden o gibi hadisata kasdî ima eder denilebilir. Tenvin sayılmayan mezhebe göre üçyüzyirmibeş (325) adediyle Kur’ân ve İslam ile münasebettar en mühim hadisat-ı hilafet olan hanedan-ı Osmaniye’deki hal’ ve nasb ile hasıl olan hilafet tarihine tevafuk noktasında elbette işaret etmekten hali değildir. Şeddeleri huruf saymayan mezhebe göre üçyüzaltı (306) tarihindeki vakıalara şöyle bir kelam şöyle bir tarihe şöyle bir tevafuku kasdî bir işarettir denilebilir. Meddeyi saymayan mezhebe göre üçyüzüçteki (303) hadisata tevafukla imadan hali değildir. Besmele hariç ve medde sayılmazsa ikiyüzseksensekiz (288) tarihindeki vukuat ile ve ikiyüzdoksanüçte (293) tezahür eden hadisatın istihzaratı tarihine ْ‫سم م فْرب ل ف‬ tevafukla elbette kasdi bir işarettir. [Dördüncü Letafet] Sure-i ‫ك‬ ‫ ا مقحفْرا ح مبا ح‬nasıl ki hurufatıyla sair süver-i Kur’âniyeye işaret ediyor. Öyle de kelimatıyla da çok esrara işaret ile beraber süver-i Kur’âniyenin bir kısmına dahi manidar işaret ediyor. Mesela şu surede lafz-ı ‫ رب‬üç defa ‫ النسان‬dahi üç defa ‫ت‬ ْ‫ ا فْفْرا فْي ح ف‬yine üç defa tekerrürleriyle dokuz mühim

ْ‫سم م فْرب ل ف‬ ْ‫فْرب ل ف‬ ‫ك‬ ‫ك ] ا مقحفْرا ح مبا ح‬ ْ‫م فْرب ل ف‬ ْ‫ت فْرب ل ف‬ suresine ve ‫ك‬ ‫م م‬ ‫ص ذ مك حقر فْر ح‬ ‫سب لمح ا ح‬ ْ‫ ف‬suresine ve ‫ك‬ ْ‫س ف‬ ْ‫ح ف‬ ٓ ٓ‫ ك ٓهمي مع‬surelerine işaret ettiği gibi ‫’ النسان‬ın üç defası ‫م‬ ْ‫خل فْ ف‬ ‫س ات ر ق‬ ْ‫م ال رحذى ف‬ ‫قك ق ح‬ ‫قوا فْرب رك ق ق‬ ‫ فْيا ا فْي قفْهاالرنا ق‬ve ‫فْيا‬ ‫هفْ ح‬ ‫س ات ر ق‬ ْ‫ن فْزل حفْزل فْ ف‬ ‫ساع فْةم‬ ‫م ام ر‬ ‫ةال ر‬ ْ‫ل ا فْت مققى ع فْل فْققى احل من ح ف‬ ‫قوا فْرب رك ق ح‬ ‫ ا فْي قفْهاالرنا ق‬ve ‫ن‬ ‫ن ححيقق د‬ ‫سقا م‬ süver-i Kur’âniyenin başlarına parmak basıyor. Mesela üç [

42

‫ م‬surelerine parmak basmakla işaret ettiği misüllü üç ‫ت‬ ْ‫ ا فْفْرا فْي ح ف‬dahi ‫ت‬ ْ‫ا فْفْرا فْي ح ف‬ ْ‫م ف‬ ‫ن الد رهحرم‬ ْ‫ح ل فْقق ف‬ ‫م ن فْ ح‬ ‫ن‬ ْ‫م ت فْفْرك فْي حقق ف‬ ‫ ال رحذى ي قك فْذ ل ق‬ve ‫ف‬ ‫شققفْر ح‬ ‫ ا فْل فْ ح‬ve ‫ك‬ ‫ ا فْل فْقق ح‬surelerinin başlarına ‫ب مبالحددي م‬

istifham ile işaret ediyor. Şu surede altı kelime ikişer defa zikriyle fatiha-ı şerifenin altı kelimesinin ikişer defa tekerrürüyle tevafuk etmesi mühim esrara medardır. Bu surede de ‫ ا مقحفْرا‬iki ‫ خلق‬iki ‫م‬ ‫ فْنا م‬iki ‫دع‬ ‫ ن فْد حع ق ي فْ ح‬ile iki işte bu altı ikiler ْ‫ ع فْل ر ف‬iki ‫م‬ ‫ ي فْعحل فْ ح‬iki ‫صي فْةم‬ sırsız ve hikmetsiz değiller. Hem şu surede medde, şedde, tenvin besmele dahil olmakla beraber ‫’ العلق‬ın üçyüzyirmisekiz (328) hurufatı bulunduğundan onüç (13) surenin aded-i kelimatı olan üçyüz (300) adedinde tevafuk etmekle beraber dört surenin hurufatı ile ve her biri üçyüz (300) hurufatıyla tevafuk noktasında mühim işaretler ediyor. Üçyüz (300) tarihinden üçyüzellibire (351) kadar hadisat-ı İslamiye’ye şu surenin işaret ettiğine şahit olarak onyedi (17) sureyi tevafuk sırrı ile şahit gösteriyor. Ve işaretini teyid ediyor. O şahid surelerde şunlardır. Tenvir-ül Mikyas tefsirine göre ‫ الفرقان‬üçyüzyetmiş (370), ‫الواقعه‬

‫ الرحمن‬üçyüzellibir (351), ‫ القمر‬dahi üçyüzkırküç (343), ‫ النجققم‬üçyüz (300), ‫ الطققور‬üçyüzoniki (312), ‫ الققذاريات‬üçyüzaltmış (360), ٓ üçyüzdoksan (390), ‫ حجققرات‬üçyüzkırküç (343), ‫ دخققان‬üçyüzkırkaltı (346), ‫ق‬ ‫ الممتحنه‬Üçyüzsekiz (308), ‫ الملك‬üçyüzotuzbeş (335), ‫ القلم‬üçyüz (300) ve hurufat itibariyle ‫ انفطققار‬üçyüzellidokuz (359), ‫ الغاشققيه‬Üçyüzseksenbir (381), ‫البلققد‬ üçyüzyirmi (320), ‫ الليقل‬üçyüzyirmi (320), herbiri üçyüz küsur harftir. Şu surelerin üçyüzyetmişsekiz (378),

kelimatlarının ve harflerinin adedi tefsir-i İbn-i Abbas radiyallahü anh’a istinaden Tenvir-ül Mikyas namındaki meşhur tefsirin tahkikatına binaendir ki o tefsir hem Hazret-i İbn-i Abbas’a (r.a.) hem rivâyete istinat ettiği için onun tahkikatı muteberdir. Çendan bazı yerde kelimat-ı nahviyeyi kısmen sayar. Bazen sırf kelimat-ı örfiyeye bina etmiştir. Madem rivâyete istinat eder. Onu tenkit edemeyiz. Fakat bazen matbaa yanlışları vardır. Hem hurufatta kısmen şedde ve tenvin ve gayr-ı melfuz hemze-i vaslı nadiren sayar, dahil eder. Ekseriyetle yalnız melfuz hurufatı hesap etmiştir. Onun için bazı tahkikatım ona muhalif çıkıyor. Bir hikmeti vardır ki iki suretle gidiyor diye ilişmiyorum. [İkinci Kısım] Süver-i Kur’âniyenin tevafuk anahtarıyla açılan sırları ve ondan neşet eden letaif-i belagat ve mezaya-yı i’caziye kesretlidir. Numune için birkaç misal zikir edeceğiz. [Birinci Misal] El-Bakara ayatı ikiyüzseksenaltı (286), birinci mertebedeki örfî kelimatı Tenvir-ül Mikyas hesabıyla üçbinyüzdür (3100). Ve bizce üçbindokuzyüzdür (3900). Ayatı itibariyle medar-ı ihtilaf olabilen ve münasebat-ı tevafukiyeyi kırmayan kesirlerden kat’-ı nazar edip yalnız küllî yekünleri nazara alıyoruz. İşte bu noktaya binaen El-Bakara ayatının ikiyüz (200) adedinde onaltı (16) sureye tevafuk ediyor. Gösterdiği ve işaret ettiği sırlara onaltı (16) şahid-i müeyyid gösteriyor. O surelerden dört (4) surenin âyetleriyle ikiyüzde (200) tevafuk ediyor. Ve on (10) surenin kelimatlarına ikiyüzde (200) muvafakat ediyor. Ve iki surenin hurufatıyla ittifak ediyor. Ve bu sırr-ı tevafukla ikiyüz (200) tarihine ve binikiyüz (1200) tarihindeki hadisata işaret noktasında onyedi (17) sure bilittifak beraberdir. Ve bu onyedi (17) surenin tevafukatı ikiyüzseksensekiz (288) adet tevafuk enva’ları oluyor. Elbette bu derece kesretli enva’-ı tevafukat hikmetsiz değiller. El-Bakara’nın kelimat-ı örfiyesi üçbindokuzyüz (3900) olmak cihetiyle yine acibdir ki ayat cihetiyle nasıl onaltı (16) sureye ittifak ediyor. Kelimat cihetiyle de yine onaltı (16) sure ile üçbin (3000) adede tevafuk ediyor. Dört surenin kelimatıyla üçbinde (3000) müttefiktir. Oniki (12) surenin hurufatıyla üçbinde (3000) ittihat ediyor. [Elhâsıl] Suret-ül Bakara ayat ve kelimat itibarıyla otuziki (32) sure ile tevafuk etmekle Kur’ânın mecmu surelerinin bir sülüsü ile ittihat etmekle elbette mühim hikmetleri içindir. Ve mühim sırlara işaretleri var.

43 [İkinci Misal] Sure-i Kehf’in ayatı gâyet manidar yüzonbirdir (111). Kelimatı binbeşyüzaltmış dörttür (1564). Mezkur tefsirin hesabına binaendir. Ayatı itibariyle yirmidokuz (29) sure ile tevafuk ettiğini Kenz-ül Arş’ın musahhah ikinci nüktesinde beyan edildiğinden ona havale edip yalnız kelimat itibariyle tevafukata işaret edeceğiz. Şöyle ki: Ayatıyla yirmidokuza (29) tevafuk ettiği gibi kelimatıyla dahi otuzdokuz sure ile bin adedinde tevafuk ediyor. O surelerden on altısının (16) kelimatıyla yirmiüç (23) surenin hurufatlarıyla da tevafuk ediyor. Demek Kur’ân-ı Hakim’in nısf-ı evvelinde olan sure-i Kehf umum surelerin takriben nısfıyla ittihat ediyor ve bu ittihatta mühim hikmetler var. Şimdilik bilmiyoruz. Bildirilse bildireceğiz. [Üçüncü Misal] Sure-i Kehf’in kelimat cihetinde muvafakatlarından olan Sure-i Ahzab binikiyüzsekseniki (1282) adediyle manidar bir işareti var. Şöyle ki: Eski zamanda nasıl küffarın kabileleri Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam’a karşı ittifak edip her bir hizb bir cihette hücum etmek için niyet etmişlerdi. Öyle de binikiyüzseksenikide (1282) aynen küffar devletleri Ahzab gibi ittifak niyetiyle Rus devletini binikiyüzdoksanüçte (1293) alem-i İslamiyet’e saldırttılar. Şimdiye kadar müteselsil hadisat-ı elimeye sebebiyet verdiler. İşte sure-i Ahzab’ın bu işaretine ve binikiyüzden (1200) sonra Kur’ân aleyhinde ve İslam aleyhinde müthiş hadisata ve vukuata birer birer işaret eden çok sureler onu teyit edip nazar-ı dikkati celb ediyorlar. Mesela Tenvir-ül Mikyas tefsirine binaen nasıl ki sure-i Ahzab binikiyüzseksenikiye (1282) nazar-ı dikkati celb ettiriyor. Sure-i Zümer binyüzdoksanikiye (1192) nazarı, Sure-i Hac binikiyüzdoksanbirde (1291) zelzeleli kıyamet nümune hadisatına ve Rus’un dehşetli hücumuna hazırlandığı vakte nazar-ı dikkati celb ediyor. Sure-i Enbiya binyüzotuzsekiz (1138) hadisatına işaret ediyor. Sure-i Şura binikiyüz altmışyediden (1267) öteki muvafakatlerinin şehadetiyle haber veriyor. Sure-i Zariyat binikiyüz seksen (1280) tarihinden sonraki fırtınalı vukuata hurufatıyla haber veriyor. Ve muvafakatlarını şahit gösteriyor. Sure-i Neml binyüzkırkdokuz (1149) tarihindeki vukuata baktırıyor. Ve sure-i Kalem binikiyüzellialtı (1256) vukuatına işaret ediyor. Sure-i Müddessir binon (1010) tarihine yani elf-i saninin başından başlayan hadisat-ı İslamiye’ye ‫ر‬ ‫قق ح‬ ‫م ففْا فْن حذ م ح‬ fermanıyla evvel-i vahiydeki emri tekrar eder gibi bir surette şiddetli ehl-i İslam’ı teyakkuza davet ediyor. Ve hakeza bu üç misal gibi belki üçyüz misal var.

‫ليعلم الغيب الال لمله وال لمله اعلم باسرار كتابه‬ [Mühim Bir ihtar]

Kur’ân-ı Azimüşşan’ın kelimatı ve ayatı delalet ettikleri hakaikte çok vücuh-ı i’caziye ve o kelimatın terkibatındaki nazımda çok mezaya-i i’caziye bulunduğu yirmibeşinci sözde gâyet katî bir surette gösterilmiştir. Madem ayat ve kelimatın hakaikınde i’caz sikkeleri vaz’ edilmiştir. Elbette o kelimat ve ayatı teşkil eden hurufatında dahi işarat-ı i’caziye vardır. Nasıl ki masnu’ olan mürekkebatın zerratı, mürekkebat gibi Sani’i Zül-Celal’in vahdaniyetine ve sıfatına delalet ediyorlar. Ve mu’cizat-ı kudreti olduğunu gösteriyorlar. Nasıl ki yirmiikinci ve otuzuncu ve otuzikinci sözlerde beyan edilmiştir. Aynen öyle de mürekkebat-ı kelimat-ı Kur’âniyenin zerratı hükmünde olan hurufatın dahi gâyet manidar vaziyetleri var ve çok işarat-ı i’caziyeye medardırlar. Mana cihetiyle kelimatın gösterdiği envar-ı hakaik şüphesiz olduğu gibi manadan kat’-ı nazar kelimatın vaziyetlerinde ve adetlerinde ve hurufatın vaziyet ve adetlerinde çok esrar var olması dahi şüphesizdir. Fakat hurufat ve kelimatın adetleri mezahibe göre ihtilaf ediyor. Çünkü o kelimat-ı nahviye itibariyle olsa başka bir tarzda oluyor. Kelimat-ı örfiye olsa daha başka bir suret olur. Hurufatta dahi kıraat itibariyle bir derece tefavüt bulunduğu gibi şedde ve tenvin ve gayr-ı melfuz hemze-i vasl bir mezhebe göre sayılıyor. İbn-i Abbas’a (r.a.) istinaden bazı surelerde aynen sayılmış. Bazı surelerde yalnız medar-ı sevab olan huruf-ı melfuz sayılmıştır. Bazen tenvin hiç sayılmıyor. Şu ihtilafın elbette bir hikmeti var. Çünkü Hazret-i İbn-i Abbas’a (r.a.) istinat ediliyor. Hazret-i İbn-i

44 Abbas (r.a.) dahi kendi içtihadıyla değil ekser mesail-i tefsiriyesinde olduğu gibi rivâyete istinaden ediyor. Madem rivâyete istinat edilmiş bazı surelerde bir tarzda gitmiş. Diğer surelerde başka bir mikyasla bir hikmete binaen hareket edilmiştir. Ona ilişilmez öyle kabul edilir. Benim eski mahfuzatım ise beyn-el ulema tedavül eden rivâyete binaendir. Kendim çok çalıştım ki bir tek mikyas ile bütün surelerin kelimat ve hurufatını sayayım muvaffak olamadım. Hem Tenvir-ül Mikyas tefsiri gibi sair eserler hangi mikyas üzere gidiyorlar teşhis edemedim. Bazı surelerde bir mikyas görüyorum, diğer surelerde değişiyor. İşte şu hakikate binaendir ki medar-ı ihtilaf olan küsurattan kat’ı nazar ettim. Yalnız müttefekun aleyh olan büyük yekünleri esas tuttum. Yalnız şu üçüncü nüktenin ikinci kısmında o muteber tefsirin tahkikatına bina edip küsuratı zikir ederek bazı işarata medar kabul etmişim. Çünkü rivâyete isitinat ettiği için elbette o işarata medar olabilir. Kısm-ı evvelin ahirinde ve ikinci kısımda kelimat ve hurufatın küsurları yazılmış ve o kesirler ile vukuata işaret edilmiş diye yazmışız. Mesela Sure-i Rahman’ın üçyüzellibir (351) adedi bu sene-i Arabiye’yi gösterdiğinden otuzbir defa ‫ن‬ ْ‫ ففْب ما فْ ىل ا مل فْءم فْرب لك ق ف‬âyetini hatıra getiriyor. Bu adet üç mikyas ile ‫مات قك فْذ لدبا م‬ kırktan (40) ellibire (51) tefavüt ediyor. Demek onbir sene zarfındaki hadisata ehemmiyetle baktırıyor. ‫ الرحمن‬ile beraber ikinci kısmında ve yazılan surelerin kesirlerinde dahi tefavüt olsa olsa on ile yirmi ortasında olur. Demek her biri yirmi (20) sene zarfındaki vukuatla alakadardır. Her bir mikyas bir kısım vukuata işaret eder. En zahirisi rivâyete bina edilen Tenvir-ül Mikyasta yazılan adettir. Bizim yazdığımız liste de onunla muvafakat ediyor. Kur’ân-ı Hakim bana kendinden başka bir üstadı reva görmediği içindir ki bu sekiz sene içerisinde yalnız bir defa meşhur bir tefsiri üstad kabul ettim. Yanlışa düştüm. Demek ki Kur’ân-ı Hakim bana kafi, vafi, şafi bir üstattır. Evet o yeter.

‫خط فْا حفْنا رلبنا وفقنالفهم‬ ‫ن ن فْحسيفْنا ا فْوح ا فْ ح‬ ‫فْرب رفْنا ل فْقتوا فْ م‬ ‫خذ حفْنا ا م ح‬ ‫اسرار كتابك ووفقناالبيان اعجازه كماتحب و ترضى‬ ْ‫مت فْفْناا من ر ف‬ ْ‫حان فْ ف‬ ‫م‬ ‫ك ل فْ م‬ ْ‫م ال ح ف‬ ْ‫سب ح ف‬ ‫ق‬ ‫ححكي ق‬ ‫ت ال حعفْحلي ق‬ ْ‫ك ا فْن ح ف‬ ‫ماع فْل ر ح‬ ْ‫م ل فْفْنا ا مل ر ف‬ ْ‫عل ح ف‬

[Sekizinci Kısmın Beşinci Remzi] [İhtar] Nasıl ki risalelerde kelime tevafukatı Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın lafza-i celal tevafukatına bir basamak ve Lafz-ı Kur’ân ve lafz-ı Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam o sırrın anahtarları oldular. Öyle de İşarat-ül İ’cazdaki tevafukat-ı harfiye maksud-ı bizzat değildir. Belki Sure-i ‫نا‬ ْ‫ ا مرنا ا فْع حط فْي ح ف‬sırrına bir basamaktı. Fakat o basamak fikirlerde tam yerleşmediği için o sır da açılmadı, yalnız göründü ve der akab kapandı. Demek o iki risalenin tevafukat-ı harfiyesine ciddi ehemmiyet o iki sure-i kudsiyenin sırlarının ehemmiyetinden gelmiştir. Ben de şimdi bu hikmeti anladım. Ehemmiyetsiz zan edilen münasebat-ı tevafukiye ehemmiyetli olabilir. Çünkü gâyet mühim sırlara hizmet ederler. ْ‫ ا م ف‬sırrına dairdir. [Birinci Makam] ‫رالل ملهم‬ ْ‫ذا ف‬ ‫جاءفْ ن فْ ح‬ ‫ص ق‬

ْ‫ن الررححيم م ا م ف‬ ‫ح‬ ْ‫صقرالل لمهم فْوال ح ف‬ ‫فت ح ق‬ ْ‫ذا ف‬ ‫سم م الل لمهم الرر ح‬ ‫بم ح‬ ‫ح م‬ ‫جاءفْ ن فْ ح‬ ‫م م‬

suresinin çok esrar-ı mühimmesinden tevafukla münasebettar bir sırrından bahs edeceğiz. [Mukaddime] [Evvelen] Münasebat-ı tevafukiye eğer taaddüt etse ve ayrı ayrı çeşitten bir hadiseye muvafık gelse hem bilhassa makama mutabık hem bilhassa kelamın manasına muvafık ve müeyyit olsa o muvafakat

45 o vakit işaret derecesine çıkar. Ve o tevafukla şu âyet işaret eder denilebilir. Evet muzaaf münasebet işarettir, muzaaf işaret delalettir. İşte sair remizlerde beyan edilen sair surelerin tevafukatı gibi şu sure-i Nasr’ın bir hadiseye dair tevafukat-ı harfiyesi dahi hem müteaddittir, hem surenin manasını müeyyittir, hem makama mutabıktır, hem işaret ettiği aynı hadiseye ْ‫حفْنال فْ ف‬ sure-i Kevser ve Fatiha ve Alak gibi sureler ve ‫ك‬ ‫ ا مرنا ففْت فْ ح‬gibi âyetler aynı hadiseye tevafukla işaret ediyorlar ve böyle bir işaret ise delalet derecesinde kuvvetlidir denilebilir. [Saniyen] Madem şu kudsi sure Allam-ül Guyub’un kelamıdır. Ve madem sebeb-i nuzülü Feth-i Mekke ve Nusret-i İlâhîye’dir. Ve madem sebeb-i nuzül ne kadar has olursa olsun mana-yı maksut külli hükmüne geçip Hazret-i Peygamber Aleyhissalat’ü Vesselam’a ihsan edilen bütün fütuhat ve nusretlerine şamildir. Ve madem bu mana-yı maksudun cüz’iyatına işaretle müjde vermek mu’ciz bir kelamın şenindendir. Ve madem bir rivâyette Hazret-i Ebu Bekir Sıddık (ra) gibi bir sıddık-ı alişan ve bir rivâyette Hazret-i Abbas (ra) şu sureden sahabelerin fevkinde işari bir mana-yı ahar fehm edip herkesin süruruna mukabil ağlamışlar. Evet bu sure nazil olduğu vakit sahabeler müjde ve beşaret-i İlahiye’ye karşı kemal-i süruru his ettikleri vakit Hazret-i Ebu Bekir Sıddık (ra) ve Hazret-i Abbas (ra) ağlamışlar. Demişler ki şu surenin ahiri ve bu surenin iki hakikatine muvafık

‫م‬ ‫ض‬ ْ‫سققل فْ ف‬ ْ‫ا فْل حي فْوح ف‬ ‫م احل م ح‬ ‫ت ل فْك ققق ق‬ ‫محتى وفْ فْر نني ح ق‬ ْ‫م ن معح ف‬ ‫ت ع فْل فْي حك ق ح‬ ‫م ق‬ ‫م ح‬ ْ‫م وفْا فْت ح ف‬ ‫محدين فْك ق ح‬ ‫ت ل فْك ق ح‬ ‫مل ح ق‬ ْ‫م ا فْك ح ف‬ ‫ حديدنا‬âyeti vefat-ı Peygamberi’ye (A.S.M.) işaret eder onun için ağlıyorum. Hem madem beliğ

ali bir kelamın i’caz-ı Kur’ân risalesinde beyan edildiği gibi o kelamın hurufatı ve heyâtı o kelamın manasına kuvvet verip teyit etmekle o kelamın derece-i ulviyeti ve belagatı ziyadeleşir. Ve madem şu surede müteaddit vecihle harfleri tevafuk münasebetiyle fütuhat-ı (A.S.M.) (A.S.M.) Ahmediye’ye ve nusret-i Muhammediye’ye parmak basar bir tarzda işaret eder. Elbette bu mezkur altı esaslara göre bahs edeceğimiz işarat-ı gaybiye ve tevafukat-ı harfiye yalnız münasebat-ı belagatiye ve letaif-i kelamiye değildir. Belki lemaat-ı belagat ve reşehat-ı fesahat olmakla beraber işarat-ı Kur’âniye ve ihbarat-ı gaybiye nevindendir. Ezcümle Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık ve Hazret-i Abbas Radiyallahü anhümayı ağlatan ‫ره ق‬ ‫ست فْغح م‬ ‫ فْوا ح‬cümlesiyle ‫ف ح‬ işaret edilen vefat-ı Nebeviye ’yi şu surenin başından altmışüç

(Hâşiye)

‫ست فْغح م‬ ‫فْوا ح‬ ‫فحره ق‬

’nin

‫واو‬

’ına kadar

huruf olarak ömr-i Nebevi’ nin nihâyetine işaret etmekle beraber

ْ‫مد م فْرب ل ف‬ ‫ست فْغح م‬ ْ‫ب م ف‬ ‫ك فْوا ح‬ ‫فحره ق‬ ‫ح ح‬

‫ح‬ ‫سب ل ح‬ ْ‫ففْ ف‬

ile ___________ ___________ _________________

Yalnız ‫ح‬ ْ‫س فْوال ح ف‬ ‫فت ح ق‬ ْ‫ فْالرنا ف‬deki okunmayan hemze-i vasıl sayılmayacak, sayılsa sene-i vefat ve sene-i veladet dahil olacak. (Hâşiye)

işaret edilen en mühim üç vezaif-i nübüvvetin hurufatı yirmibir (21) olmakla o zamanda yirmibir (21) sene o vazife-i nübüvveti ifa ettiğine ve iki sene kaldığına ima edip, Sıddık’ın (ra) ağlamasına gizli bir sebeb olmuştur. Ve şu surenin yüzbeş (105) harfi fütuhat-ı Ahmediye (A.S.M.) ve Kur’âniyenin yüzbeş (105) sene nihâyetinde şark ve garbı tutacağına işaret ve ْ‫مد م فْرب لكف‬ ْ‫فْرب لقق ف‬ ْ‫ح ب م ف‬ ‫سب ل ح‬ ْ‫ ففْ ف‬makam-ı ebcedisiyle dörtyüzyirmisekizde (428) ve yalnız ‫ك‬ ‫ح ح‬ makam-ı ebcedisiyle ikiyüzyirmiikide (222) terakkiyat-ı maddiye ve maneviye tarihine işaret ْ‫ف‬ etmekle beraber ‫جقققا‬ ‫س ي فْقققد ح ق‬ ‫وا د‬ ْ‫خقلو ف‬ ْ‫ن الل ملقققهم ا فْفح ف‬ ‫ن ننننىحف حديققق م‬ ‫ الن رقققا م‬cümlesiyle binikiyüzyirmiikiye (1222) kadar galibane o fütuhat ve nusret devam edeceğine tevafukla işaret eder. Mukaddime nihâyet buldu, şimdi maksada giriyoruz. Maksat üç babdır. Birinci bab sekiz mes’eledir. [Birinci Mes’ele] Bu birinci bab şu kudsi surenin letaif-i kesiresinden yalnız tevafukla münasebettar bir kısım mezayasından bahs eder. Tevafuk letafetine medar olmak için kudsi ve nurani hurufatın vaziyetlerini bilmek lazımdır. Şöyle ki: Besmelesiz hemze on (10), medde

46 sekiz (8), nun sekiz (8), tenvin ile beraber on (10), vav yedi (7),lam altı (6), ba altı (6), fa beş (5), ta dört (4), ya dört (4), ra dört (4), he dört (4), ha üç (3), sin üç (3), dal üç (3), cim iki (2), kef iki (2), tenvin iki, sad bir (1), zel bir (1), ha bir (1), gayın bir (1), mim bir (1), besmele ile hemze onüç, medde on, nun dokuz, tenvin ile onbir, lam sekiz, ra ekiz, vavyedi, ba yedi, ya beş, ha beş, fa beş, sin dört, mim dört, te dört, dal üç, cim iki, kef iki, tenvin iki, zel bir, ha bir, ğayın bir, işte şu kudsi surenin nuranî hurufatının vaziyeti şudur. Ve şu vaziyetin letaif-i kesiresinden bir letafet-i tevafukiyesi budur ki: Hurufatı besmele ile beraber beş kısım olup beşler kısmı dört olup diğer üç kısım ahir üç olarak üçer manidar tevafuku var. Bir kısım dahi ikişer manidar tevafukları var. Evet fa, ya, he, ha beşer beşte manidar tevafuk ediyorlar. Sin, mim, te dörder. Üçü dörtte manidar tevafuk ediyorlar. Cim, kef tenvin ikişer tevafuk ediyorlar. Zel, hı, ğayın birde ittifak ediyorlar. Hem iki kardeş olan lam ve ra sekizdir. Sekizde ittifak ediyorlar. Feth-i Mekke’ye parmak basıyorlar. Vav, ba yedişer yedide ittifak ediyorlar. Sulh-ı (A.S.M.) Hudeybiye’nin neticesinde galibane umre ve hacc-ı Peygamber’i gibi Feth-i Mekke mukaddematına işaret eder. Altı ile oniki müstesna birden on üçe kadar hurufatı muntazaman terakki ediyor. Meşhur onüç adet bu surede dahi sırrını göstereceğini ima ediyor. Şu surenin (A.S.M.) hurufatı seksenaltı olup fütuhat-ı Ahmediye’nin bir nokta-i kemaline işaretle beraber besmele ile yüzbeşde fütuhatın bir derece tevakkuf ve kemaline ve hurufat-ı melfuzasıbesmelesiz seksenbirdeki (81) hadisat-ı nusrete ve besmelesiz kelimatı, besmele hurufatına muvafık olup ondokuz olarak beyt-ül mukaddesten sonraki fütuhat-ı Ömer’e işaret ediyor. Besmelesiz surenin hurufatı te, ya, ra, he dördü dörder, Ha, sin, dal üçü üçer, cim kef ikisi ikişer, zel, hı, ğayın mim dördü birer olarak tevafuk etmekle beraber dokuzuncu müstesna olarak birden onüçe (13) kadar muntazaman terakki etmeleri gösteriyor ki, bu mukaddes hurufat tesadüfe tabi değiller. Hikmet dairesinde mevki alıyorlar. (A.S.M.) (A.S.M.) [İkinci mes’ele] Fütuhat-ı Muhammediye ve nusret-i Ahmediye’ye işaret ْ‫ ا م ف‬suresi elbette fütuhat içinde mühimlerinden olan Feth-i Şam ve Feth-i Beyt-ül eden ‫ء‬ ْ‫جا ف‬ ْ‫ذا ف‬ Mukaddes ve feth-i Irak ve feth-i İstanbul gibi hadisat-ı azime-i İslamiye’ye işaret eder. Evet ْ‫ ا م ف‬cümlesi nasr’daki nun, nusrete beşaret için dahil olarak yediyüzelliyedideki (757) ْ‫جاءف‬ ْ‫ذا ف‬ feth-i İstanbul’un mukaddimesi olan Süleyman Paşa’nın muhasara-i meşhuresine Sure-i Kevser’in ‫ر‬ ْ‫ ا فْل حك فْوحث فْ ف‬kelimesiyle işaret ettiği gibi tevafukla işaret eder. Ve o cümleden sonra melfuz hurufun vavı ve

‫ت‬ ْ‫ا فْفْرا فْي ح ف‬

’ye kadar netice-i fethe işaret olarak

‫ت‬ ْ‫ ا فْفْرا فْي ح ف‬vav dahil ‫ كفْ ال حك فْوحث فْفْر‬ile

olmakla sekizyüzelliyedideki (857) İstanbul fethine Sure-i Kevser gibi tevafukla işaret ettiği gibi onu tasdiken ve teyiden birbirine şahit olarak müttefiken gösteriyorlar. Hem ‫جا‬ ‫س ي فْد ح ق‬ ‫وا د‬ ْ‫خقلو ف‬ ْ‫ فْاالرنا ف‬binikiyüzyirmiiki (1222) ْ‫ن الل ملهم ا فْفح ف‬ ‫ن حفى حدي م‬

ْ‫حفْنال فْ ف‬ makam-ı ebcedi adediyle sure-i Kevser ve Sure-i Fatiha ve âyet-i ‫نا‬ ‫محبي د‬ ‫ك ففْت ح د‬ ‫ا مرناففْت فْ ح‬ ‫حا ق‬ gibi müteaddit sadık şahitlerin şehadetlerine istinaden ve işaretlerine binaen bu sure o adet ile fütuhat-ı Kur’âniye’nin devamı ve insanların fevc fevc İslamiyete dahil olmalarının ta bin ikiyüzyirmi ikiye (1222) kadar istimrarına ve ondan sonra tevakkufuna işaret ediyor. Şöyle ki: Her tarafta teyit eden bir işaret elbette delalet belki sarahat derecesine çıkıyor. Şu sure nasıl ki ْ‫ ا م ف‬sekiz kelimatıyla ve ‫ه‬ besmele ile ‫رالل ملهم‬ ْ‫ذا ف‬ ‫صقققرالل مل ح‬ ‫جاءفْ ن فْ ح‬ ‫ ن فْ ح‬kelimesinin sekiz ‫ص ق‬ hurufuyla ve ‫ه‬ ‫صقرالل مل ح‬ ‫صقرالل مل ح‬ ‫’ ن فْ ح‬deki ra’nın sekiz tekerrürüyle ve ‫ه‬ ‫’ ن فْ ح‬daki lam’ın yine sekiz tekerrürüyle şu surenin sarahatiyle beşaret verdiği feth-i Mekke’deki nusret-i İlahiye’nin ْ‫ا م ف‬ tarihi olan sekizinci sene-i hicriyesine tevafuk sırrıyla beşaret vari işaret ediyor. Öyle de ‫ذا‬ ’den

‫ست فْغح م‬ ‫فْوا ح‬ ‫فحره ق‬

’ye kadar on dört (14) kelimatıyla

‫ح‬ ْ‫فْوال ح ف‬ ‫فت ح ق‬

’deki fe’nin beş, ha’nın beş

ve te’nin dört tekerrürleriyle hasıl olan ondört (14) adediyle hem cümlesinin ondört (14) hurufuyla hem

‫ح‬ ْ‫ه فْوال ح ف‬ ‫فت ح ق‬ ‫صقرالل لم ح‬ ‫ن فْ ح‬

ْ‫ا م ف‬ ‫صقرالل ملهم‬ ْ‫ذا ف‬ ‫جاءفْ ن فْ ح‬

fıkrasının ondört (14) hurufuyla

47 ondördüncü sene-i hicriyesindeki feth-i Şam’da da ihsan edilen nusret-i harika tarihine tevafuk sırrıyla işari beşaret veriyor. [Üçüncü Mes’ele] Devlet-i İslamiye’nin en mühimmi ve hilafet-i İslamiye’nin en devamlısı olan Osmanlı devleti olduğundan küçük surelerden bir iki tanesi o devletin safahatına bir vecihde baktığı gibi bir iki sure-i aher dahi işari tarzda yine bakıyorlar. ‫نا‬ ‫ام ر‬

‫ا فْع حط فْي حفْنا‬

ْ‫ ا م ف‬mukaddimesinde beyan edildiği vecihle tevafukat sırında hem ‫رالل ملهم‬ ْ‫ذا ف‬ ‫جائفْ ن فْ ح‬ ‫ص ق‬ cihetindeki işaret ise kelimat manasındaki remizleri teyiden gösterdikleri gibi sure-i ْ‫ماءم ف‬ ‫ذامتال حب ققروج‬ ‫ فْوال ر‬başka bir bir nev’ tevafukat ile şimendifer vasıtasıyla alem-i İslam’ın ْ‫س ف‬ mağlubiyetine ve ecnebinin tasallutuna işaret ettiği gibi kudsi kelimatında Osmanlı devletinin mağlubiyet devresine ve bilhassa Sultan Abdülaziz, Sultan Abdülmecid zamanlarına ve sonraki komitelerin fitnekarane müminlere verdiği teşevvüşe ve o fitnenin cezası olarak hariki kebir gibi yangınlara ve Kur’âna bir nev’ tahrifkarane taarruza Kur’ânın hıfz-ı İlahiyle mahfuz ve galip vaziyetine işaret eder.

[ Sekizinci Kısmın Altıncı Remzi ] ‫ن الررححيم م ا مرنا ا فْع حط فْي حفْناكفْال حك فْوحث فْفْر‬ ‫سم م الل لمهم الرر ح‬ ‫بم ح‬ ‫ح م‬ ‫م م‬

sure-i Kevser’in hurufu kırkaltı besmele ile altmışbeş huruf-ı hecaiyeden mevcudu onyedidir. Nüzul-ı vahyin havz-ı ekberi ve ekser enbiyanın meşhur kevseri olan Kudüs-i şerifin fetih tarihi olan onyedi adediyle tevafuk etmek sırrıyla işaret eder. besmele ile ondokuz mevcudu olmayan onikidir. Besmele ile dokuz tekerrürsüz olan harfleri on tekerrür eden sekizdir. Besmele ile tekerrürsüz sekiz tekerrür eden oniki. Kelimat on, nahvî kelimatı yirmidir. Besmele ile Kevser’in kelimatı ondörttür. Bir cennet-i dünyeviye ve bir kevser-i İslamiyet olan Şam’ın fethine tevafuk sırrıyla işaret eder. Nahvî kelimatı yirmiyedi. Hemze elif tekerrürü sekiz. Besmele oniki. nun tekerrürü yedi, Besmele ile sekiz. Çok meşhur sekizler ile beraber havz-ı kevser-i Kur’ânî olan Mekke-i Mükerreme’nin fethine tevafuk sırrıyla ima eden elif ve nun, ‫ك‬ ْ‫ا مرنا ا فْع حط فْي حفْنا ف‬

ْ‫حفْنال فْ ف‬ ’den ‫ك‬ ‫’ ا مرناففْت فْ ح‬nin başına baktırıyor. Sakin elif üç Besmele ile beş. ya bir Besmele ile iki. kef dört, lam beş, Besmele ile dokuz. Vav üç, ra dört, Besmele ile altı. Ya üç, Besmele ile dört. Ha bir, he bir, Besmele ile ikişer. İşte Sure-i Kevser’in vaziyet-i hurufatında çok esrarat ve işarat ve letaif var. Yalnız burada tevafuka münasebettar üç letaifine işaret edeceğiz. [Birinci Letafet] Sad, tı, fe, sin, şın, ayın bir. Ye, he, ha, mim iki. Sakin elif, vav, be üç. Üçler surenin üç âyetlerinin adedine tevafukla beraber kendi ebcedî adetlerinin mecmuu olan dokuzda tevafuk ediyor. Besmele ile kef, ra, be dört, Besmele ile dört adet âyetlerde tevafuk cihetiyle işareti var. Ve Besmele ile sakin elif beş, Besmele ile ra altı. Nun yedi, hemze sekiz, Besmele ile dokuz. İşte birden dokuza kadar tekerrürde terakki o kudsî hurufatın intizamına bir intizam daha katar. [İkinci Letafet] Besmele ile aded-i huruf altmışbeştir. Bu iki rakam hurufa inkılâb ْ‫س ف‬ etse ‫ هو‬olur. İhlas’ın başındaki ‫ه‬ ‫ل فْر ق‬ ْ‫وال ر ح نذى ا فْحر ف‬ ‫والل مل ح‬ ‫سول فْ ق‬ ْ‫ هق ف‬ile ‫ه‬ ْ‫ هق ف‬deki ‫’هو‬ye manidar bakmakla beraber altmışbeş sene-i veladetle sene-i vefat dahil olmak veya Arabî seneler itibariyle Sahib-ül Havz-ı Vel Kevser olan zatın ömrüne tevafuk etmekle beraber Besmelesiz Sure-i Kevser’in aded-i hurufu Sure-i Kevser’in vakt-i nüzulüne tevafuk sırrıyla işaret eder. Sure-i Kevser’de mevcut huruf-ı hecaiye ondokuzdur. Ondokuz adediyle Besmele’nin ondokuz hurfuna tevafuk sırrıyla alem-i Esma dahil olmak şartıyla ondokuzbin (19000) alemin kudsî haritası olan Kur’ânın havz-ı kevserinden on dokuz cetvel ile ondokuzbin (19000) aleme neşr-i ab-ı hayat ettiğine Sure-i Kevser ondokuz parmak ile şehadet edip işaret ediyor gibi bir tevafuk gösterir. Tekerrürsüz harfler ondur, on adet ile şu Sure-i Kevser kelimatının on adedine tevafuk etmekle beraber o iki mütevafık nahvî kelimatın yirmi adedine tevafuk sırrıyla yirmi sene bila fasıla nüzul-ı Kur’ân zamanına telvihten hali

48 değildir. Ve tekerrür eden harfler sekizdir. Sekiz adediyle Besmele ile tekerrürsüzlerin sekiz adedine tevafukla beraber, elif ve nun’un dahi sekiz adetlerine tevafuk etmekle havz-ı Kevser’in sekiz dairelerinden sekiz cennete açılan sekiz kapısına tevafuk nevinden şimdi tutamadığım çok işaretler vardır. Ve tekerrür eden harfler on ikidir. Oniki adet ile Besmele ile elif on iki adedine ve surede mevcut olmayan harflerin oniki adedine tevafuk münasebetiyle meşhur ve Kur’ân ile münasebettar çok onikilere Remiz eder. [Üçüncü Letafet] Besmelesiz Sure-i Kevser’de hecaî hurufat içinde ikişer kardeş sayılan harflerden her bir iki kardeşten en güzelini ve en manidarını almış öteki kardeşini bırakmış. Mesela iki kardeş olan ra, ze’den ra var ze yok. Sin şın’dan şın var sin yok. ‫ض‬،‫’ص‬dan ‫ ص‬var, ‫ ض‬yok. ‫ ظ‬،‫’ط‬dan ‫ ط‬var, ‫ ظ‬yok. ‫ غ‬،‫’ع‬dan ‫ع‬var ‫ غ‬yok.

‫ف‬، ’dan ‫ ف‬var yok. ‫ ن‬، ‫’م‬dan ‫ ن‬var, ‫ م‬yok, gibi zarif ve muntazam ve manidar bir intihab var. Hem Kur’ânın bir misal-i musaggarı olan Kevser’de tekerrür eden hurufat surelerin başlarına bahusus mukattaat-ı huruf ile başlayan surelerin başlarına Fatiha misüllü hafi işaretleri var. Fakat Fatiha-i Şerife’nin işaratı sarahate yakındır. Mesela ‫ك‬ ْ‫ا مرنا ا فْع حط فْي حفْنا ف‬ ‫ال حك فْوحث فْفْر‬

âyeti doğrudan doğruya Resul-i Ekrem Aleyhissalat’ü Vesselam’a hitap edip kevseri ihsan ettiğine delalet etmekle elbette o muhatabın medar-ı imtiyazı olan has isimlerine imaen ‫’ ا فْع حط فْي حفْنا‬deki ‫س‬ ‫ ى ط م م‬،‫ ط‬gibi işaretle Resul-i Ekrem Aleyhissalat’ü Vesselam’ın ٓ ‫ه يم‬

‫الف‬ ‫م‬ tekerrürü onikidir. Allah lafzının aslı ‫ه‬ ‫ ال ا مل ق‬olmak cihetiyle ‫’ الف‬in Kevser’den tekerrürü onüç olmakla yedi ‫م‬ ٓ ٓ ‫ ال‬altı ‫’ ال ٓمر‬nın mecmu adedi olan onüçe tevafukla o surelerin başlarının başlarına küçücük fihristecik nevinden işaretleri var deriz. Çünkü ‫’ الف‬in ism-i sarihi o surelerde zikir etmesiyle ve Fatiha-i şerife’de onüç ‫ ال‬yine onüç sureye sarahate meşhur iki ismini ve iki surenin başlarına ve isimlerine işaret ediyor. Hem Kevser’de

yakın işaret etmekle Kur’ân Fatiha’da, Fatiha Kevser’de dahil olmak sırrıyla Kevser’in manası Kur’ân olmak cihetiyle deriz ki: Kevser’de ‫’الف‬in onüç defa tekerrürü, Fatiha’da

onüç defa ‫ ال‬tekerrürü gibi nısfi-ı Kur’ânı teşkil eden o onüç surenin isimlerine işaret ederek başlarına parmak basıyor. Bu münasebetle Fatiha’nın şu letafetini bir derece izah için deriz. Madem Kur’ân Fatiha’da icmalen münderic olduğunu ehl-i tahkik zevk-i şuhudî ile hükmetmişler. Ve madem Kur’ânda Fatiha’nın bir ismi ‫سبع المثققانى والقققراَن‬

‫’ العظيم‬dir. Ve madem surelerin başında mukattaat hurufla başlayan mühim sureler ‫م‬ ٓ ٓ ‫ال‬ ’ler ve ‫ر‬ ‫’ م‬lerdir. Ve madem Fatiha-i Şerife’de onüç ‫ ال‬lafzı tekerrür ediyor. ٓ ‫ح‬ ‫’ ال ٓ م‬ler ve ‫م‬ (Hâşiye) Yani ‫م‬ ٓ ٓ ‫ ال‬zikir edilmiş. Ve madem o meşhur surelerin başında mukattaat-ı huruftan onüç defa ‫ الف لم‬ism-i hecaisiyle okunuyor. ‫ ال‬suretiyle yazılıyor. Ve madem Fatiha müteaddit vecihlerle o meşhur ‫م‬ ‫’ م‬lere bakıyor. Ve madem o meşhur ٓ ٓ ‫’ ال‬ler ve ‫’ ال ٓمر‬lar ve ‫م‬ ٓ ‫ح‬ surelerde onbeş defa ism-i hecaisiyle zikir edilmiştir. Ve onüç defa ‫ ال‬ism-i hecaileriyle tekrar edilir ve Fatiha’da dahi onbeş ‫ ميم‬tekerrür ediyor ve o surelerdeki onbeş ‫' ميم‬e tevafuk ediyor. Ve Fatiha’da on üç defa ‫ ال‬tekerrür etmekle o surelerdeki onüç defa ‫ال‬ adetlerine tevafuk ediyor. Elbette bütün bu tevafuk Fatiha’da o surelere (Hâşiye)

‫الحمد لملله‬

sayılmaz.

’da

‫ه‬ ‫ل مل مل ق‬

lafzında

‫همزه‬

hatten ve lafzen tay edildiğinden orada

‫ال‬

49

karşı olan onüç ‫’ ال‬den onüç işaret parmakları hükmünde olan onüç ‫ ال‬tekerrür edilmiştir. Şimdi yine Kevser’e dönüyoruz. Kevser kelimesi kudsi, cami’, küllî, nurani bir kelimedir. Bir mana-yı lagvisi hayr-ı kesirdir. Ve o küllinin misalleri çoktur. Başta maddi ve uhrevi havz-ı Kevser’den ve manevi ve ehl-i dünyaya ab-ı hayat neşr eden en mühim havz-Kevser olan Kur’ândan tut, ta Sahib-i Havz-ı Kevser’e verilen hayr-ı kesir ıttılakına masadak olan bütün hedaya-yı Rahmaniye ve fütuhat-ı Rabbaniyeden, ta feth-i Mekke ve feth-i Beyt-ül Mukaddes ve feth-i Şam hatta feth-i İstanbul'a kadar manaları var. Evet madem sabıkan geçtiği gibi Sure-i Kevser fütuhat-ı Muhammediye’yi (ALEYHİSSELAM) ihtar eder ve kelimatıyla ve hurufatı ile feth-i Mekke ve feth-i Beyt-ül Mukaddes ve feth-i Şam fütuhatına işaret eder. Elbette altıyüz (600) seneye karib mühim bir merkez-i hilafet-i İslamiye’ye ve menba-ı neşr-i ahkam-ı Kur’âniye ve Kur’ân-ı Hakim’in muazzam ordusunun merkezi olarak Kur’ân bayrağını dörtyüz (400) seneye kadar kainata karşı galibane tutan İstanbul'un tarih-i fethi Kur’ânda ‫ة‬ ‫ ب فْل حد فْة د ط فْي لب فْ د‬işaretiyle müjde verdiği gibi sekiz yüz elli yedi (857) teşkil eden

ebcedi makamı sekiz yüz elli yedi olarak aynen ‫ة‬ ‫ ب فْل حد فْة د ط فْي لب فْ د‬gibi İstanbul'un İslam eline geçmesi olan sekiz yüz elli yedi tarihine tevafuk etmekle işaret ediyor. Çünkü ‫ كوثر‬kime verilmiş ve ne için verilmiş. Sırrıyla Kevser’in evvelindeki ْ‫ ا فْع حط فْي حن فْا ف‬kime

‫الكوثر ف‬

verildiği için ondan ‫’ ك‬i alır. Ne için verildiğine delalet eden

‫ص ل‬ ‫ل‬ ْ‫’ ففْ ف‬den neticeye işaret için

ْ‫ ف ف‬olur: Mecmuu sekiz yüz elli yedi (857) adediyle İstanbul'un 'yi alır ‫ر‬ ‫ك ال حك فْوحث فْ ح‬ fethine müjde veriyor. Ve fütuhat-ı Muhammediye’ye (Aleyhisselatü Vesselam) dahil olarak en muhteşem cevami'-i İslamiye’ye merkez olup küre-i arzda kılınan salat-i kübra’nın bir mescid-i ekberi olduğuna elbette ima eder. Hem yedi yüz elli yedide (757) İstanbul'un (Hâşiye) İslam’ın eline geçmesine namzet olarak yol açılmış, muhasara ile Fatiha’sı okunmuş demek. ‫ الكوثر‬namzetliğini ve akd-i İslamiyete girmesine yedi yüz elli yedide (757) ‫فا‬

ْ‫ف ف‬ aded-i ebcedisi imaen ifade ediyor ve sekiz yüz elli yedide (857) ‫ر‬ ‫ك ال حك فْوحث فْ ح‬ sarahate yakın bir surette delalet ediyor. Evet madem sure-i Kevser Resül’ü Ekrem’e Aleyhissalat’ü Vesselam’a ihsan edilen fütuhat-ı azimeye delalet ediyor. Elbette ‫الكوثر‬ İstanbul'a dahi bakıyor. Evet madem ___________ ___________ _________________ ‫الكوثر‬

(Hâşiye)

Evet yedi yüz elli yedinin ahirlerinde ve elli sekizin evvellerinde sultan Orhan zamanında Süleyman Paşa kumandasında Erker tabir edilen kırk kahramanın şahit olmasıyla İstanbul hükümet-i İslamiye akdi altına girmiş ve Fatiha’sı o tarihte okunmuştur. Süleyman Paşa hem muhasara etti, hem Rumeliye geçti. Latif tevafuktur ki İstanbul'un Fatiha’sı yedi yüz elli yedi (757) ve elli sekizde okundu ve sekiz yüz elli yedide (857)

ْ‫حفْنال فْ ف‬ ‫ك‬ ‫ا مرناففْت فْ ح‬

sırrına mazhar oldu.

‫’ كوثر‬de mevcut olan onyedi (17) harfi dahi ‫’ الكوثر‬in ‫ح‬ ‫ ا مرنا ا فْع حط فْي حفْناكفْالك فْوحث فْفْر‬aded-i huruf-ı olan onyedi (17) adede tevafuk

yirmisekiz huruf-ı hecaiyeden

birinci âyeti olan etmekle beraber mecmuı Enbiya-i ve nüzul-i vahyin havz-ı Kevser’i olan Beyt-ül Mukaddes’in fetih tarihinin onyedi adedine tevafuk ediyor. Elbette fütuhat-ı Muhammediye’yi (Aleyhisselatü Vesselam) ihtar eden ْ‫نا ا فْع حط فْي حن فْا ف‬ ‫’ ا م ر‬de bu tevafuk rast gele değil. Belki kudsi bir işaret için rast getirilmiştir. Aynen şu birinci âyet medde ve şeddeyi saymayan mezhebe göre aded-i hurufu ondört olarak ‫ بسمله‬ile Kevser kelimatının on dört adedine tevafuk etmekle fütuhat-ı İslamiye’nin en mühimmi olan feth-i Şam tarihi olan ondört senesine ْ‫ف ف‬ tevafuk ediyor. Elbette bu tevafuk ittifakî değil belki tevfik edilmiştir. Madem ‫ك‬

50

‫ال حك فْوحث فْحر‬

sekizyüzelliyedi (857) makam-ı ebcedi makam-ı ebcedi ile dünyevi bir kevser-i İslamiye olan İstanbul'un fethine ima eder. Elbette sekiz adet hurufatıyla zemzeme-i Kur’ânın menba'ı ve o havz-ı Kevser-i İlahi’nin bir havzı ve en evvel ab-ı zemzeme-i Kur’ân ondan nebean ettiği olan Mekke-i Mükerreme'nin sekiz senesindeki fethine tekerrürsüz harflerin sekiz adediyle ve mükerrerlerin yine sekiz tekerrürüyle ve ‫’ الف‬in sekiz tekerrürüyle ve

‫' نون‬un sekiz tekerrürüyle beraber kendi sekiz harfi ile tarih-i feth-i Mekke olan sekiz seneye bilittifak tevafukları şu fütuhatçı surede ittifakı tesadüfî değildir. Belki tevfik edilerek kudsî bir işaret için rast getirilmiştir. ‫ٍيارب بسر سورة الكوثر وبحرمة صاحب الكوثر‬. ‫ٍاسقنا ورفقائنا من ماء الكوثر فى يومالمحشر اَمين‬.

[İhtar ve itizar] Yirmidokuzuncu mektubun sekizinci kısmının altıncı Remzi unutulduğundan hem kısa surelerden bir nebze münasebat-ı tevafukiyeden bahs edildiğinden en kısa sure olan Sure-i Kevser’e işaret olmakla beraber bahis açılmamış olduğundan bilmecburiye cismen, kalben, fikren müşevveş hastalıklı ve kısa bir zamanda acele ile bu remiz yazıldı. Elbette tabirat ve tafsilat cihetinde benim kusurlarım çok vardır. Lüzumsuz tabirat içine girmiş. Fakat hatıra nasıl gelmiş öyle yazıldı. Tanzim ve tashihe lüzum varsa başkası yapsın.

[Yirmi Dokuzuncu Mektubun sekizinci Kısmının Yedinci Remzi] Nükte-i i'caziyeye ma'hez olacak bir fihriste-i Kur’âniyedir. [Sual] En mühim hakaik-i Kur’âniye ve imaniye ile meşgul olduğun halde neden onu muvakkaten bırakıp en ziyade manadan uzak olan huruf-ı hecaiyenin adetlerinden bahs ediyorsun. [Elcevab] Çünkü bu meşum zamanda Kur’ânın bir temel taşı olan hurufuna hücum ediliyor, ve onların tebdiline çalışıyorlar. Bu remiz üç parçadır.

‫صى ك ق ر‬ ْ‫ل ف‬ ‫دا‬ ‫ئ ع فْد فْ د‬ ‫ن الررححيم م وفْا فْ ح‬ ‫سم م الل لمهم الرر ح‬ ‫بم ح‬ ‫ح م‬ ‫شى ح د‬ ‫ح م‬ ‫م م‬ [Birinci Parça]

[Mühim Bir Mukaddeme] Çok mühim letaif-i İ’caziye ve mezaya-yı kudsiye-i Kur’âniyenin kelimatının her birinin laakal on sevabı bulunan hurufatının adetlerinde ve vaziyetlerinde ve tevafukatında bulunduğundan takribi bir liste yazdım. Ta bir nev’ ma'hez olsun. Surelerin ayatı tahkiki bir surette ve kelimat ve hurufatı takribi bir tarzda yazıldı. Eski mahfuzatımla yeniden kısmen tahkiki ve kısmen takribi bir mikyas ile şu gelecek fihriste (R.A.) yazıldı. Sonra İbn-i Abbas tefsirinden muktebes olan Tefsir-ül Mikyasta’ki adetler ile mukabele ettik. Çok yerlerde muhalif çıktık. Ezcümle Sure-i Sebe'in hurufatı binbeşyüz (1500) diye tefsir yazmış. Halbuki tahkikatımızda üçbinbeşyüzdür (3500). Hem Sure-i Kasas'ta kelimatı dörtyüzkırk (440) yazmış. Tahkikatımızda bindörtyüzkırk (1440). Suret-ül Alak hurufatını yüz (100) yazmış. Tahkikatı- mızda yalnız melfuzu ikiyüzden (200) geçer ve hakeza. Çok yerlerde muhalif çıktık. Sonra anladık ki matbaa hatası olmakla beraber bazen Mekki surelerde Medeni âyetler girmiş. İhtimal o tefsir surenin Mekkî âyetlerini nazara alıp kelimatı yazmış ki vakıa muhalif görünüyor. Bazen kelimat-ı nahviyeyi dahi saymış. Bazen hurufat gayr-ı melfuz ve şedde ve tenvin dahil etmiş. Bazen etmemiş. Her ne ise bu zata karşı kaç yerde tahkikatı bırakıp ona muvafakata mecbur oldum. Fehme takrib için iki mikyas yaptım. O iki mikyasla bir derece surelerin kelimatı ve hurufun adetleri takribi bir surette az

51 bir zamanda anlaşılabilir. Birinci mikyas kelimat için tam bir sahife takriben yüzden yüzelli kelimeye kadar çıkar. Yalnız Suret-ül Bakara müstesnadır. Çünkü kırk sahifeden fazla olduğu halde kelimatı üçbindokuzyüz (3900) yazılmış. Mikyasımızla beşbin (5000) küsur olmalı. Fakat o tefsire ittibaa mecbur oldum. Kavi bir ihtimaldir ki o surede kelimat değil belki kelamlar ve cümleler hükmündeki kelimeleri irade etmiş. Onun için mikyasımı onda tatbik etmedim. Sair surelerde bu mikyas ile sırr-ı tevafukun medarı olan külli adetler anlaşılır. Kesirlerin ihtilafı meselemize zarar vermez. [İkinci Mikyas] hurufat için yaptım takribi her bir tam sahife beşyüzden (500) altıyüze (600) kadardır. Bu mikyas ile surelerin takribi aded-i hurufu anlaşılır. İnşaallah tevfik-i İlahi refik olsa her bir surenin hem kelimatını hem de hurufatını ikişer tarzda bir derece tahkiki bir surette yazmasını niyet ediyorum. Hem kelimat-ı nahviye, hem kelimat-ı örfiyeyi, hem huruf-ı melfuza, hem şedde, tenvin gayr-i melfuza ile beraber ayrı ayrı yazılacak, fakat halim müsaadesiz vakit dar, ben de yalnızım. Hafızam kuvvetini gaib etmiş. Böyle pek geniş hesabı ve adedi mesailde elbette çok yorgunluk verir. Çok da küsurat düşebilir. Hatta bu listeyi hafız Tevfik şahittir ki bir günde dokuz (9) saatte mezkur iki mikyas ile ve eski mahfuzatımla yazmıştım. Halbuki bu listenin tahkiki bir surette çıkması on günden fazla bir zamana muhtaçtır.

‫حروفات‬ ٢٥٥٠٠ ١٤٥٢٥ ١٦٠٣٠ ١٠٦٠٠ ١٢٤٥٢ ١٤٣١٠ ١٢٩٤ ١٠٠٠٠

‫كلمات‬ ٣٩٠٠ ٣٤٦٠ ٣٩٤٠ ٢٨٠٠ ٣٠٥٠ ٣٦٢٥ ١١٣٠ ٢٤٦٧

‫اَيات‬ ٢٨٦ ٍ.ٍ.٢ ١٧٢ ١٢٠ ١٦٥ ٢٠٦ ٧٥ ١٢٩

‫سوره‬ ‫البقرة‬ ‫ا م عمران‬ ‫النساء‬ ‫المائدة‬ ‫النعام‬ ‫العراف‬ ‫النفا‬ ‫التوبة‬

٦٥٦٧

١٨٠٢

١٠٩

‫يونس‬

٦٩٠٥ ٧١٩٧ ٣٥٠٦

١٦٢٥ ١٧٧٦ ٨٥٥

١٢٣ ١١١ ٤٣

‫هود‬ ‫يوسف‬ ‫الرعد‬

‫‪52‬‬

‫سوره‬ ‫ابراهيم‬ ‫الحجر‬ ‫النحل‬ ‫السراء‬ ‫الكهف‬ ‫مريم‬ ‫طه‬ ‫النبياء‬ ‫الحج‬ ‫النور‬ ‫المومنون‬ ‫الفرقان‬

‫اَيات‬ ‫‪٥٢‬‬ ‫‪٩٩‬‬ ‫‪١٢١‬‬ ‫‪١١١‬‬ ‫‪١١١‬‬ ‫‪٩٨‬‬ ‫‪١٣٥‬‬ ‫‪١١٢‬‬ ‫‪٧٨‬‬ ‫‪١١٨‬‬ ‫‪٦٤‬‬ ‫‪٧٧‬‬

‫كلمات‬ ‫‪٨٣١‬‬ ‫‪٦٥٤‬‬ ‫‪١٨٤١‬‬ ‫‪١٥٣٣‬‬ ‫‪١٥٦٧‬‬ ‫‪٩٦٧‬‬ ‫‪١٣٠١‬‬ ‫‪١١٣٨‬‬ ‫‪١٢٩١‬‬ ‫‪١١٤٠‬‬ ‫‪١٥١٦‬‬ ‫‪١٠٧٢‬‬

‫سوره‬ ‫الشعراء‬ ‫النمل‬ ‫القصص‬ ‫العنكبوت‬ ‫الروم‬ ‫من‬ ‫لق م‬ ‫السجدة‬ ‫الحزاب‬ ‫سبا‬ ‫فاطر‬

‫اَيات‬ ‫‪٢٢٧‬‬ ‫‪٩٣‬‬ ‫‪٨٨‬‬ ‫‪٦٩‬‬ ‫‪٦٠‬‬ ‫‪٣٤‬‬ ‫‪٣٠‬‬ ‫‪٧٣‬‬ ‫‪٥٤‬‬ ‫‪٤٥‬‬

‫كلمات‬ ‫‪١٢٦٧‬‬ ‫‪١١٤٩‬‬ ‫‪١٤٤١‬‬ ‫‪٩٨٠‬‬ ‫‪٨١٩‬‬ ‫‪٥٤٨‬‬ ‫‪٣٣٨‬‬ ‫‪١٢٨٢‬‬ ‫‪٨٨٣‬‬ ‫‪٧٩٧‬‬

‫ميس‬ ‫الصافات‬

‫‪٨٣‬‬ ‫‪١٨٢‬‬

‫‪٧٢٩‬‬ ‫‪٨٦٠‬‬

‫حروفات‬ ‫‪٣٤٣٤‬‬ ‫‪٢٧٧٠‬‬ ‫‪٦٧٧٠‬‬ ‫‪٦٤٠٠‬‬ ‫‪٦٤٦٠‬‬ ‫‪٣٣٠٢‬‬ ‫‪٥٠٤٢‬‬ ‫‪٤١٦٨‬‬ ‫‪٥١٣٥‬‬ ‫‪٤٨٠٠‬‬ ‫‪٥٩٨٠‬‬ ‫‪٣٧٦٣‬‬ ‫ده نوين‬ ‫ده م ل‬ ‫ش ل‬ ‫حروفاتده داخل‬

‫حروفات‬ ‫‪٥٥٤٠‬‬ ‫‪٤٧٦٧‬‬ ‫‪٥٨٨٠‬‬ ‫‪٤١٤٥‬‬ ‫‪٣٥٣٠‬‬ ‫‪٢١١٠‬‬ ‫‪١٥١٨‬‬ ‫‪٥٧٠٠‬‬ ‫‪٣٥١٢‬‬ ‫‪٣١٣٠‬‬ ‫ده‬ ‫ده م ل‬ ‫ش ل‬ ‫تنوين برابر‬

‫‪٣٠٠٠‬‬ ‫‪٣٨٢٩‬‬

‫‪53‬‬

‫حروفات‬ ‫‪٣٠٦٦‬‬ ‫‪٤٠٠٠‬‬ ‫‪٤٩٦٠‬‬ ‫‪٣٩٠٠‬‬ ‫‪٣٥٨٨‬‬ ‫‪٣٤٠٠‬‬ ‫‪١٤٣١‬‬ ‫‪٢٠٤٢‬‬

‫سوره‬ ‫ص‬ ‫الزمر‬ ‫المومن‬ ‫فصلت‬ ‫الشورى‬ ‫الزخرف‬ ‫الدخان‬ ‫الجاثيته‬

‫اَيات‬ ‫‪٨٨‬‬ ‫‪٧٥‬‬ ‫‪٨٥‬‬ ‫‪٥٤‬‬ ‫‪٥٣‬‬ ‫‪٨٩‬‬ ‫‪٥٩‬‬ ‫‪٣٧‬‬

‫كلمات‬ ‫‪٧٣٢‬‬ ‫‪١١٩٢‬‬ ‫‪١١٩٩‬‬ ‫‪٨٩٠‬‬ ‫‪٨٨٦‬‬ ‫‪٨٣٣‬‬ ‫‪٨٤٦‬‬ ‫‪٦٤٤‬‬

‫الحقاف‬ ‫محمد‬ ‫الفتح‬ ‫الحجرات‬

‫‪٣٥‬‬ ‫‪٣٨‬‬ ‫‪٢٩‬‬ ‫‪١٨‬‬

‫‪٦٤٤‬‬ ‫‪٦٠٤‬‬ ‫‪٥٦٠‬‬ ‫‪٣٤٨‬‬

‫‪٢٦٠٠‬‬ ‫‪٢٣٥٤‬‬ ‫‪٢٤٠٠‬‬ ‫‪١٤٧٦‬‬

‫سوره‬ ‫ق‬ ‫الذاريات‬ ‫الطور‬ ‫النجم‬ ‫القمر‬ ‫من‬ ‫الرح م‬ ‫الواقعة‬ ‫الحديد‬ ‫المجادلة‬ ‫الحشر‬ ‫الممتحنة‬ ‫الصف‬

‫اَيات‬ ‫‪٤٥‬‬ ‫‪٦٠‬‬ ‫‪٤٩‬‬ ‫‪٦٢‬‬ ‫‪٥٥‬‬ ‫‪٧٨‬‬ ‫‪٩٦‬‬ ‫‪٢٩‬‬ ‫‪٢٢‬‬ ‫‪٢٤‬‬ ‫‪١٣‬‬ ‫‪١٤‬‬

‫كلمات‬ ‫‪٣٩٥‬‬ ‫‪٣٦٠‬‬ ‫‪٣١٢‬‬ ‫‪٣٠٠‬‬ ‫‪٣٤٢‬‬ ‫‪٣٥١‬‬ ‫‪٣٧٨‬‬ ‫‪٥٤٤‬‬ ‫‪٤٧٣‬‬ ‫‪٤٧٥‬‬ ‫‪٣٤٨‬‬ ‫‪٢٢١‬‬

‫حروفات‬ ‫‪١٤٩٠‬‬ ‫‪١٢٨٧‬‬ ‫‪١٥٠٠‬‬ ‫‪١٤٠٥‬‬ ‫‪١٤٠٣‬‬ ‫‪١٦٣٦‬‬ ‫‪١٩٠٣‬‬ ‫‪٢٤٧٦‬‬ ‫‪١٩٩٢‬‬ ‫‪١٧١٢‬‬ ‫‪١٥١٠‬‬ ‫‪٩٢٦‬‬

‫ده تنوين‬ ‫ده م ل‬ ‫ش ل‬ ‫برابر‬

‫‪54‬‬

‫سوره‬ ‫الجمعة‬ ‫المنافقون‬ ‫التغابن‬ ‫الطل‬ ‫التحريم‬ ‫الملك‬ ‫القلم‬ ‫الحالقة‬ ‫المعارج‬ ‫نوح‬ ‫الجن‬ ‫المزمل‬

‫اَيات‬ ‫‪١١‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫‪١٨‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫‪٣٠‬‬ ‫‪٥٢‬‬ ‫‪٥٢‬‬ ‫‪٤٤‬‬ ‫‪٢٨‬‬ ‫‪٢٨‬‬ ‫‪٢٠‬‬

‫كلمات‬ ‫‪١٨٠‬‬ ‫‪١٨٠‬‬ ‫‪٢٤١‬‬ ‫‪٢٤٧‬‬ ‫‪٢٤٩‬‬ ‫‪٣٣٥‬‬ ‫‪٣٠٠‬‬ ‫‪٢٥٦‬‬ ‫‪٢١٦‬‬ ‫‪٢٢٤‬‬ ‫‪٢٨٥‬‬ ‫‪٢٨٥‬‬

‫حروفات‬ ‫‪٧٨٤‬‬ ‫‪٧٧٦‬‬ ‫‪١٠٧٠‬‬ ‫‪١١٧٠‬‬ ‫‪١٠٦٠‬‬ ‫‪١٣١٣‬‬ ‫‪١٢٥٦‬‬ ‫‪١٠٨٠‬‬ ‫‪٨٦١‬‬ ‫‪٨٢٩‬‬ ‫‪٩٧٠‬‬ ‫‪٨٣٨‬‬

‫سوره‬ ‫المدثر‬ ‫القميمة‬ ‫النسان‬ ‫المرسلت‬ ‫النبا‬ ‫النازعات‬ ‫عبس‬ ‫التكوير‬ ‫النفطار‬ ‫ففين‬ ‫المط ل‬ ‫النشقا‬ ‫البروج‬

‫اَيات‬ ‫‪٥٦‬‬ ‫‪٤٠‬‬ ‫!‪٣‬‬ ‫‪٥٠‬‬ ‫‪٤٠‬‬ ‫‪٤٦‬‬ ‫‪٤٢‬‬ ‫‪٢٩‬‬ ‫‪١٩‬‬ ‫‪٣٦‬‬ ‫‪٢٥‬‬ ‫‪٢٢‬‬

‫كلمات‬ ‫‪٢٥٥‬‬ ‫‪١٥٤‬‬ ‫‪٢٤٠‬‬ ‫‪١٨١‬‬ ‫‪١٣٠‬‬ ‫‪١٧٣‬‬ ‫‪١٣٣‬‬ ‫‪١٠٤‬‬ ‫‪٨٠‬‬ ‫‪١٦٩‬‬ ‫‪١٠٩‬‬ ‫‪١٠٩‬‬

‫حروفات‬ ‫‪١٠١٠‬‬ ‫‪٦٢٩‬‬ ‫‪١٠٥٤‬‬ ‫‪٨١٦‬‬ ‫‪٦٩٠‬‬ ‫‪٩٥٣‬‬ ‫‪٥٣٣‬‬ ‫‪٥٣٣‬‬ ‫‪٣٥٩‬‬ ‫‪٧٣٠‬‬ ‫‪٤٧٠‬‬ ‫‪٤٣٨‬‬

‫سوره‬ ‫الطار‬ ‫العلى‬ ‫الغاشية‬ ‫الفجر‬ ‫البلد‬ ‫الشمس‬

‫اَيات‬ ‫‪١٧‬‬ ‫‪١٩‬‬ ‫‪٢٦‬‬ ‫‪٣٠‬‬ ‫‪٢٠‬‬ ‫‪١٥‬‬

‫كلمات‬ ‫‪٦١‬‬ ‫‪٧٢‬‬ ‫‪٩٢‬‬ ‫‪١٣٩‬‬ ‫‪٨٢‬‬ ‫‪٥٤‬‬

‫حروفات‬ ‫‪٢٣٩‬‬ ‫‪٢٨٤‬‬ ‫‪٣٨١‬‬ ‫‪٥٩٧‬‬ ‫‪٣٢٠‬‬ ‫‪٢٤٧‬‬

‫‪55‬‬

‫‪٧١‬‬ ‫‪٤٠‬‬ ‫‪٢٧‬‬ ‫‪٣٤‬‬

‫اليل‬ ‫الضحى‬ ‫النشراح‬ ‫التين‬ ‫التين‬ ‫التين‬

‫‪٢١‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫‪١٤٤‬‬ ‫‪١١٣‬‬

‫سوره‬ ‫العلق‬ ‫القدر‬ ‫البلينة‬

‫اَيات‬ ‫‪١٩‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫‪٨‬‬

‫كلمات‬ ‫‪٧٢‬‬ ‫‪٣٠‬‬ ‫‪٩٥‬‬

‫اذازلزلة‬

‫‪١٥٠‬‬

‫‪٣٥‬‬

‫العاديات‬ ‫القارعة‬ ‫التكاثر‬ ‫العصر‬ ‫الهمزة‬

‫‪١١‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫‪٣‬‬ ‫‪٩‬‬

‫‪٤٠‬‬ ‫‪٣٦‬‬ ‫‪٢٨‬‬ ‫‪١٤‬‬ ‫‪٣٣‬‬

‫الفيل‬

‫‪٥‬‬

‫‪٢٣‬‬

‫قريش‬

‫‪٤‬‬

‫‪١٧‬‬

‫الماعون‬

‫‪٧‬‬

‫‪٢٥‬‬

‫‪Kelimat-ı nahviye‬‬ ‫‪Bir cihette‬‬

‫‪٣٢٠‬‬ ‫‪١٥٢‬‬ ‫‪١٢٣‬‬ ‫‪١٥٠‬‬ ‫‪٢٦٤‬‬ ‫‪Yalnız melfuz‬‬ ‫‪harfler‬‬

‫حروفات‬ ‫‪٣٠٣‬‬ ‫‪١٢١‬‬ ‫‪٢٩٥‬‬ ‫بسمله ايله برابر‬ ‫‪ ٣١٤‬در‬

‫‪١٥٠‬‬ ‫ملفوظ‬ ‫وغيرملفوظ برابر‬ ‫‪١٦٥‬‬

‫‪١٣٩‬‬ ‫‪١٥٢‬‬ ‫‪١٢٠‬‬ ‫‪٦٨‬‬ ‫ده‬ ‫بسمله و ش ل‬ ‫برابر ‪١٦١‬‬ ‫ملفوظ و غير‬ ‫ملفوظ بسمله‬ ‫برابر ‪٩٥ ١٢٠‬‬

‫‪٧٣‬‬ ‫بسمله سز و‬ ‫ده سز‬ ‫ش ل‬

‫‪١١١‬‬

‫همزه وصل‬ ‫داخل بسمله‬ ‫دهسز‬ ‫وش ل‬

56

‫حروفات‬ ٤٥ ٩٦ ٨٢ ٧٧

‫كلمات‬ ١٠ ٢٦ ١٩ ٢٣

‫اَيات‬ ٣ ٦ ٣ ٥

‫سوره‬ ‫الكوثر‬ ‫الكافرون‬ ‫النصر‬ ‫تلبت‬

١٥ ٢٣ ٢٠

٤ ٥ ٦

‫الخلص‬ ‫الفلق‬ ‫الناس‬

‫ده ايله‬ ‫تنوين و ش ل‬ ‫ در‬٨٥ ‫برابر‬

٤٧ ٦٩ ٧٩

Bu liste çendan bir derece takribidir. Fakat kesirlerin ihtilafına bakmayan tevafuk esrarına ma’hez olabilir. Suret-ül Bakara kelimatı Tefsir-ül Mikyas üçbinüçyüz (3300) yazmış. Biz üçbindokuzyüz (3900) yazmışız. Halbuki zahire göre her ikimizde noksan bırakmışız. Fakat hakikat itibariyle her birimiz bir cihette haklıyız. Çünkü kelimat-ı örfiyenin iki mertebesi var. [Birinci Mertebesi] O kelime bir derece maksut bir manayı bir hükmü ifade eder. Adeta ilm-i nahvca nakıs cümle hükmündedir. [İkinci mertebesi] Genişlikçe evvelki (R.A.) mertebeden aşağı fakat kelimat-ı nahviyeden yukarıdır. İşte İbn-i Abbas’a ve rivâyete istinat eden o meşhur tefsir suret-ül Bakara’da birinci mertebe nokta-i nazarında hesap etmiş ve buna işareten kelimat yerine kelamları demiş. Sair surelerin ekserisinde ikinci mertebe ile hesap ettiği görünüyor. Benim eski mahfuzatım bu tarzdaki tefsirlerde ve riâyete istinat etmiş. Şimdi ise El Bakara suresinin nahvî cümlelerini saydım onlar üçbinden (3000) geçti. Demek birinci mertebedeki kelimat-ı örfiye üçbin (3000) küsur oluyor. Hem ikinci mertebe ile birinci mertebe ortasında saydım. Üçbindokuzyüz (3900) küsur oldu. Hakikat-ı hal böyle olduğu için matbaa ve müstensihlerin sehiv ve hatalarından başka o tefsiri esas kabul etmek lazım gelir. Fakat beş altı mühim yerlerde ve on-onbeş cüz-i kesirli yerlerde ona muhalefet etmeye mecbur oldum. Çünkü tahkikatımla anladım ki matbaa ve müstensihler sehiv etmişler. Her ne ise bu listeyi yazmaya mecbur oldum. Çünkü tevafukat anahtarıyla açılan her bir mezaya-i i'caziye ve esrar-ı Kur’âniyeyi kuvve-i hafıza vasıtasıyla mecmu-ı Kur’ândan çıkarmak benim gibi hafız olmayan ve kuvve-i hafızası eski kuvvetini zayi eden bir ademe çok müşkülat olduğundan kolaylık için bu fihristeyi yazdım. Fakat acele bir günde yazıldığından takribi olmuş. İnşaallah bir zaman fedakar kardeşlarım muavenetle tahkiki bir surette yazacakladır. [ Yedinci Remzin İkinci Parçası ] [Mukaddeme] Lafz-ı Celal Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyan’da ikibinsekizyüzaltı (2806) defa zikir edilerek tekrar edilmiş. Lafz-ı Rab dahi yediyüz (700) küsur tekrar edilmiş. Evvelen: Usul-ı Şeriattendir ki Kur’ân kelimatı ve harfleri Kur’ândan olmak cihetiyle her birinin on sevabından tut ta binler sevaba kadar uhrevî meyveler verir. Gafletle okunsa dahi sevab verir. Fakat sair zikir ve tesbihler hurufatının hususi sevabları Kur’ânın hurufatına benzemiyor. Gafletle okunsa çokların nazarında semere vermiyor. İşte bu kaide-i Şer'iyeye binaen ikibinsekizyüz (2800) defa ‫ه‬ ‫ فْالل مل ح‬،‫ه‬ ‫ فْالل مل ح‬،‫ه‬ ‫فْالل مل ح‬، Kur’ân kelimatı olmak cihetiyle söyleyen ve zikir eden insan ne kadar feyizli sevaba mazhar olacağı kıyas edilsin. Evet insan bir virdi alsa Kur’ândan almalı, bir zikir etse Kur’ânın tayin ettiği adet ile ders almalı. Mesela

57

‫ه‬ ْ‫حا ف‬ ْ‫سب ح ف‬ ‫ق‬ ‫ن الل مل ح‬

dediği vakit Kur’ânın kelamı olarak dese hem sevabı Kur’âni’yi, hem fazilet-

‫ لاله الال مل‬Kur’ânın âyeti cihetiyle dese hem kıraattir, hem zikirdir. i zikriyeyi alır. ‫له‬ Gaflet gelse zarar vermez. O niyet olmazsa zarar vardır. Saniyen: Lafzullah'ın çok mühim esrar-ı i'caziyesinden yalnız bize bir vasıta-i teşvik olarak ihsan edilen tevafuk kaidesiyle münasebettar üç lem'a-i tevafukatı beyan edilecek şöyle ki: Lafz-ı Celal i'caz-ı Kur’âninin kırk vechinden göz ile görünecek bir vechinin on cüzünden üç cüzü Lafzullah ve lafz-ı Rab tevafukatıyla tecelli ediyor. [Birinci Cüz] Yeni yazdığımız ve inşaallah yakında da tab edeceğimiz Kur’ân-ı Azimüşşan’da bütün lafza-i Celal ve lafz-ı Rab gâyet istisna ile manidar tevafukla muntazaman sıra ile birbirlerine bakmalarıdır. Hatta müteaddit yerlerde ehl-i kalb ve ehl-i hakikat demişler: Bu tarz yazı Levh-i Mahfuz’un yazısına benziyor ve ona yakındır, diye hüküm etmişler. Yalnız her şeyin bidâyeti, acemilik cihetiyle mükemmel olmuyor. Bu ise birden yazdırıldı. Elbette tam tekellüfsüz mükemmel bir surette verdirilmedi Hal ve zaman müsaadesiz sürat ve acemilik dolayısıyla fıtrî o sırr-ı tevafuk tamam gösterilemedi. İnşaallah sonra tekmil ettirilecekdir. İkinci lafza-i Celal sırr-ı tevafuku şudur ki: Yirmisekizinci mektubun dördüncü kısmında ve ayrı bir listede ispat ve beyan edildiği gibi lafz-ı Celal’in ve kısmen lafz-ı Rab ile beraber surelerin âyetleriyle gâyet latif bir münasebet-i adediyeleri ile bir nevi tevafukları var. Ezcümle Sure-i Bakara’nın âyetiyle lafz-ı Celal’in adedi tevafuk ediyor. Sure-i Al-i İmran hakeza. Sonra acib bir nisbet-i adediye ile ta nihâyete kadar nısf nısfa ve yarının yarısının yarısına ve hakeza, bir münasebetle gidiyor. [Üçüncü Sırr-ı Tevafuk] Şimdi yazdığımız listede tezahür eder. İnşallah ben mu'cizat-ı Ahmediye’yi (Aleyhisselatü Vesselam) yazdığım zamanda Ramazan-ı şerifde okuduğum nüsha-i Kur’ânıma dikkat ettim. Sahifelerdeki lafz-ı Celal başka sahifelerde münasebeti nazar-ı dikkatimi celbetti. O zaman kısmen işaretler vaz' ettim. Lafz-ı Rab bazı yerde lafz-ı Celal ile beraber tevafuka medar olduğunu o zaman bilmemiştim. Şimdiki yazdığımız Kur’ânda lafz-ı Rab, Lafzullah ile beraber kırmızı yazıldı. Noksan kalan sırr-ı tevafuk tekmil etti. Zaten sure-i Mekkiye’de lafz-ı Rab dahi Lafzullah yerindedir. Bazı surelerde ikisi beraber hüküm ederler. [Salisen] Ben yeniden cüz be cüz tetkik ettim. Her cüzün içindeki o iki kelime-i mübarekenin münasebat-ı adediyesi ehl-i insafa kanaat verir ki bunların bu vaziyet-i adediyesi, bu nev’ tevafukatı tesadüfî değildir. Bir irade-i gaybiye tahtında vaziyet almışlar. Madem ümmetin elindeki en ziyade münteşir âyet berkenar denilen mushaf-ı şerifin satırların mikyas en kısa sure olan Sure-i Kevser ve Sure-i İhlas olduğu gibi sahifelerin mikyası dahi uzun âyet olan âyet-i Müdaye’ne olduğundan şimdi sahaif-i Kur’âniyede tezahür eden lemeat-ı i'caziye ve esrar-ı tevafukiye doğrudan doğruya Kur’âna aidtir. Beşere aid olamaz. [Rabian] Şu listede o münteşir berkenar Kur’ânın sahifelerinin numaralarını da yazıp altında lafz-ı Celal’in tekerrür adedini yazarak ta her sahifenin mukabilinde veya mukabilinin arkasında veya arkasının mukabilindeki sırr-ı tevafuku anlaşılsın. Eğer lafz-ı Rab beraber ise bir ‫ ر‬işareti konulacak. [Hamisen] İşarat-ül İ'caz, ve onuncu söz, ve yirmisekizinci mektub, ve yirmi dokuzuncu söz risalelerinde Lafzullah işaret eden ‫ الف‬harfinin gösterdiği sırlar Kur’ân-ı Azimüşşan’da Lafzullah’ın tevafuk sırlarından tereşşuh ettiğine ve ondan geldiğine, ve ona işaret ettiğine, onun anlaşılmasına basamak olduğuna şimdi kat'i kanaatimiz gelmiştir. [Sadisen] Kur’ân-ı Hakim’in satırlar başı her katib ve her matbaa için serbest kalmak hususunda ve ümmet her tarzda Kur’ân yazmaya mezun olmak cihetiyle sırlara medar edilmemiş. Onun için İşarat-ül İ'cazda ve onuncu sözde satırlar başlarındaki ‫’ الف‬ler tevafukatı Kur’ânın satırlarının başlarına bakmıyor. Çünkü Kur’ânın satırlarının başları sırra medar olsa idi tahdit edilirdi. Ümmet yazı hususunda serbest kalamazdı. [Sabian] İsm-i Celal ve ism-i Rab ekseriyet-i mutlaka ile ve şüphe bırakmayacak bir tarzda mühim bir tevafuk göstermeleriyle beraber tam tamına tevafuk etmemesi birkaç sebebten ileri gelmiştir.

58 [Birinci Sebeb] Bazen sahifenin âyetlerine bakar. Bazen sahifenin rakamına ve kısmen cüzün adetlerine bakar. Mesela birinci cüz birinci sahifede bir ism-i Celal, sekizinci cüzde sekiz adet ism-i Celal, onuncu cüzün başında on adet ism-i Celal, onbirinci cüzün başında dahi onbir adet ism-i Celal var. [İkinci sebeb] İsm-i Celal’in tevafukatı-ı zahiriden başka sırları vardır ki o sırlara binaen bazen münasebet-i nısfiye ile tevafuk ediyor. Bazen de bir sahifede bir yaprağa mukabil oluyor. Bazen birer fark ile muntazaman iner veya terakki eder. Mesela on sekizinci cüzde on, dokuz, sekiz sonra on, onbir, oniki geliyor. Bu zahiren tevafuk noksandır, fakat birer fark ile başka bir letafeti katmak ile o noksanı telafi eder. Hem bazen ism-i Celal ism-i Rab ile beraber sırr-ı tevafuka bakıyorlar. Bazen tevafukları ayrı ayrıdır.

Birinci Cüz Sahife Numarası

١ ٢ ٣ ٤ ٥ ٦ ٧ ٨ ٩ ١٠ ١١ ١٢ ١٣ ١٤ ١٥ ١٦ ١٧ ١٨ ١٩ ٢٠

Allah

Rab

aded

aded

١ ٥ ٦ ٥ ٠ ٠ ١ ٣ ٤ ٧ ٦ ٢ ٦ ٧ ٤ ٨ ٧ ٣ ٣ ٨

٠ ٠ ٠ ١ ٠ ١ ١ ١ ٢ ٢ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٢ ٥ ٢

İkinci Cüz Rahman aded

Sahife Numarası

٢١ ٢٢ ٢٣ ٢٤ ٢٥ ٢٦ ٢٧ ٢٨ ٢٩ ٣٠ ٣١ ٣٢ ٣٣ ٣٤ ٣٥ ٣٦ ٣٧ ٣٨ ٣٩ ٤٠

Allah

Rab

aded

aded

٥ ٤ ٦ ٨ ٧ ٣ ٣ ٧ ٩ ٦ ١٠ ٩ ٧ ٩ ١٣ ٨ ٥ ١٠ ٨ ١٠

١ ٢ ٢

٣

Üçüncü Cüz Rahman aded

Sahife Numarası

٤١ ٤٢ ٤٣ ٤٤ ٤٥ ٤٦ ٤٧ ٤٨ ٤٩ ٥٠ ٥١ ٥٢ ٥٣ ٥٤ ٥٥ ٥٦ ٥٧ ٥٨ ٥٩ ٦٠

Allah

Rab

aded

aded

٨ ٨ ٨ ٦ ٦ ٧ ٦ ٧ ٧ ٩ ٩ ٧ ١٢ ٥ ٨ ٨ ٨ ٨ ٧ ٦

٢ ٣

٦ ٣

٦ ٥ ١

Rahman a d e d

59

Dördüncü Cüz Sahife Numarası

٦١ ٦٢ ٦٣ ٦٤ ٦٥ ٦٦ ٦٧ ٦٨ ٦٩ ٧٠ ٧١ ٧٢ ٧٣ ٧٤ ٧٥ ٧٦ ٧٧ ٧٨ ٧٩ ٨٠

Allah

Rab

aded

aded

٩ ٩ ٩ ٥ ١٠ ٥ ٩ ٥ ١١ ١٢ ٩ ١٣ ٤ ٤ ٩ ٤ ٤ ٥ ٦ ١

٢ ٣

Rahman aded

Beşinci Cüz Sahife Numarası

٨١ ٨٢ ٨٣ ٨٤ ٨٥ ٨٦ ٨٧ ٨٨ ٨٩ ٩٠ ٩١ ٩٢ ٩٣ ٩٤ ٩٥ ٩٦ ٩٧ ٩٨ ٩٩ ١٠٠

Allah

Rab

aded

aded

٦ ٨ ٨ ٧ ٩ ١٠ ٦ ٨ ٧ ١١ ٨ ٧ ١٢ ٥ ١٢ ٦ ٩ ١٣ ٩ ١٢

Altıncı Cüz Rahman aded

Sahife Numarası

١٠١ ١٠٢ ١٠٣ ١٠٤ ١٠٥ ١٠٦ ١٠٧ ١٠٨ ١٠٩ ١١٠ ١١١ ١١٢ ١١٣ ١١٤ ١١٥ ١١٦ ١١٧ ١١٨ ١١٩ ١٢٠

Allah

Rab

aded

aded

Rahman a d e d

٨ ٧ ١٠ ٨ ٨ ٦ ٨ ٧ ٧ ٧ ٣ ٣ ٩ ٥ ٩ ١١ ٧ ٣ ١١ ٢

Mülahazat: Cay-ı dikkat dördüncü cüzün başında üç dokuz, üçüncü cüzün başında üç sekiz, ikinci cüzün başında lafz-ı Rab ile üç altı kelimesi başka bir letafet gösteriyor.

60

Yedinci Cüz Sahife Numarası

١٢١ ١٢٢ ١٢٣ ١٢٤ ١٢٥ ١٢٦ ١٢٧ ١٢٨ ١٢٩ ١٣٠ ١٣١ ١٣٢ ١٣٣ ١٣٤ ١٣٥ ١٣٦ ١٣٧ ١٣٨ ١٣٩ ١٤٠

Allah

Rab

aded

aded

٨ ٨ ١٢ ٧ ٣ ٨ ٣ ٣ ٦ ٦ ٧ ٨ ٨ ٢ ٤ ٢ ٢ ٦ ٣ ٦

٣

٦

Sekizinci Cüz Rahman aded

Sahife Numarası

١٤١ ١٤٢ ١٤٣ ١٤٤ ١٤٥ ١٤٦ ١٤٧ ١٤٨ ١٤٩ ١٥٠ ١٥١ ١٥٢ ١٥٣ ١٥٤ ١٥٥ ١٥٦ ١٥٧ ١٥٨ ١٥٩ ١٦٠

Allah

Rab

aded

aded

٨ ٦ ٨ ٧ ٤ ٤ ٤ ٤ ٣ ١ ٠ ٥ ٥ ٢ ٥ ٣ ٣ ٦ ١ ٣

٩ ٢ ٢ ٢

٣ ٥ ٤ ٣ ٠

Rahman aded

Dokuzuncu Cüz Sahife Numarası

١٦١ ١٦٢ ١٦٣ ١٦٤ ١٦٥ ١٦٦ ١٦٧ ١٦٨ ١٦٩ ١٧٠ ١٧١ ١٧٢ ١٧٣ ١٧٤ ١٧٥ ١٧٦ ١٧٧ ١٧٨ ١٧٩ ١٨٠

Allah

Rab

aded

aded

٤ ٣ ١ ٢ ١ ١ ٠ ٠ ٤ ٠ ٢ ١ ٤ ٤ ٢ ٧ ٧ ١١ ٩ ٦

٣ ٠ ٠ ٦ ٢ ٥ ٠ ٦ ٠ ٠ ٢ ٢ ١ ١ ٤ ٣ ٢

Rahman a d e d

61

Onuncu Cüz Sahife Numarası

١٨١ ١٨٢ ١٨٣ ١٨٤ ١٨٥ ١٨٦ ١٨٧ ١٨٨ ١٨٩ ١٩٠ ١٩١ ١٩٢ ١٩٣ ١٩٤ ١٩٥ ١٩٦ ١٩٧ ١٩٨ ١٩٩ ٢٠٠

Allah

Rab

aded

aded

١٠ ١٢ ٨ ١٠ ٩ ٩ ٤ ١٦ ٦ ١٠ ٧ ١٠ ٩ ٥ ١١ ٨ ٦ ٨ ٩ ١٥

Rahman aded

Onbirinci Cüz Sahife Numarası

٢٠١ ٢٠٢ ٢٠٣ ٢٠٤ ٢٠٥ ٢٠٦ ٢٠٧ ٢٠٨ ٢٠٩ ٢١٠ ٢١١ ٢١٢ ٢١٣ ٢١٤ ٢١٥ ٢١٦ ٢١٧ ٢١٨ ٢١٩ ٢٢٠

Allah

Rab

aded

aded

١١ ٩ ٩ ٧ ٧ ٣ ٦ ٣ ٦ ٣ ٥ ٥ ٥ ٨ ٨ ٣ ٥ ١ ٤ ٥

١ ٢ ٢ ٣

٤ ٣ ١ ٢

Rahman aded

Onikinci Cüz Sahife Numarası

٢٢١ ٢٢٢ ٢٢٣ ٢٢٤ ٢٢٥ ٢٢٦ ٢٢٧ ٢٢٨ ٢٢٩ ٢٣٠ ٢٣١ ٢٣٢ ٢٣٣ ٢٣٤ ٢٣٥ ٢٣٦ ٢٣٧ ٢٣٨ ٢٣٩ ٢٤٠

Allah

Rab

aded

aded

٢ ٥ ٢ ٧ ٢ ٢ ٣ ٣ ٣ ٣ ١ ١ ٢ ٢ ٠ ٣ ١ ٢ ٥ ٢

٠ ٤ ٢ ٢ ٣ ٢ ٨ ٣ ٢ ٢ ٣ ٥ ٣ ٤ ٢ ٠ ٢ ٣ ٣ ٢

Rahman a d e d

62

Onüçüncü Cüz Sahife Numarası

٢٤١ ٢٤٢ ٢٤٣ ٢٤٤ ٢٤٥ ٢٤٦ ٢٤٧ ٢٤٨ ٢٤٩ ٢٥٠ ٢٥١ ٢٥٢ ٢٥٣ ٢٥٤ ٢٥٥ ٢٥٦ ٢٥٧ ٢٥٨ ٢٥٩ ٢٦٠

Allah

Rab

aded

aded

٠ ٦ ٣ ٧ ٩ ٢ ٤ ٢ ٥ ٦ ٨ ٨ ٦ ٦ ٤ ٥ ٧ ٧ ٤ ٧

٢

٤ ٠ ٣ ٣ ٢ ٤ ١ ٠ ١ ٢ ٢ ١ ١ ٩ ١

Rahman aded

Ondördüncü Cüz Sahife Numarası

٢٦١ ٢٦٢ ٢٦٣ ٢٦٤ ٢٦٥ ٢٦٦ ٢٦٧ ٢٦٨ ٢٦٩ ٢٧٠ ٢٧١ ٢٧٢ ٢٧٣ ٢٧٤ ٢٧٥ ٢٧٦ ٢٧٧ ٢٧٨ ٢٧٩ ٢٨٠

Allah

Rab

aded

aded

٠ ٠ ٠ ١ ٠ ٣ ١ ٦ ٣ ٧ ٧ ٦ ٧ ١٠ ٤ ٧ ٦ ٧ ٩ ٣

٠ ٢ ٢ ١ ١ ٣ ١ ١ ٢ ١ ٣ ٠ ٢ ٠ ١ ٠ ٢ ٢ ٠ ٥

Rahman aded

Onbeşinci Cüz Sahife Numarası

٢٨١ ٢٨٢ ٢٨٣ ٢٨٤ ٢٨٥ ٢٨٦ ٢٨٧ ٢٨٨ ٢٨٩ ٢٩٠ ٢٩١ ٢٩٢ ٢٩٣ ٢٩٤ ٢٩٥ ٢٩٦ ٢٩٧ ٢٩٨ ٢٩٩ ٣٠٠

Allah

Rab

aded

aded

١ ٠ ١ ١ ١ ٠ ٠ ٠ ٠ ٣ ٢ ٤ ١ ٣ ٣ ٠ ٦ ٠ ٠ ١

٠ ٢ ٦ ٣ ٣ ٤ ٣ ٠ ٤ ٢ ٢ ٢ ٣ ٢ ٥ ٢ ٤ ٤ ٣ ٠

Rahman a d e d

63

[ Mülahazat ] Her bir cüzde ayrı ayrı letafet-i tevafukiye görünüyor. Bazen de cüzlerin başı birbirine bakıyor. Mesela beşinci cüzün ikinci sahifesi sekiz, altıncı cüzün başı yine sekiz, yedinci cüzün başı yine sekiz, sekizinci cüzün başı yine sekiz, bazen bir cüzün nihâyet sahifesi diğer cüzün baş sahifelerine bakıyor. Mesela onuncu cüzün ahir yaprağında bir dokuz var. On birinci cüzün ikinci sahifesindeki dokuza bakıyor. Ve hakeza zahiri tevafuksuz hakikatte sırlı ve gizli tevafuku var. Her bir cüzün kendine mahsus bir letafet-i tevafukiyesi var demiştik. Ez cümle onuncu cüzün baş cüze muvafık on adet ism-i Celal geliyor. İki sahife sonradaki on adede tevafuk ediyor. O iki on ortasında on iki ile sekiz düşüyor. O da iki on eder. çünkü yaprak yaprağa bakıyor. Sonra ondan bire iner, iki dokuz gelir. Sonra on altıdan sonra bir altı ile bir on gelir. Çünkü bir sahife bir yaprağa bakar. Sonra iki on ortasında bir yedi var. Sonra dokuz ile beşten sonra on bir geliyor. Bir kenar mushafların bazı sahifeleri sık yazılmış kelimatı çok bazı seyrek kelimatı az olduğu cihetle bir sahifede bulunması lazım gelen ism-i Celal diğer sahifeye geçmiş. Onun için deriz ki, on birden biri arkasındaki sekize gelse dokuz olur. Birer yaprak fasılaile iki dokuza muvafık olur. Sonra iki sekiz ortasında bir altı bulunuyor. Hem mesela on birinci cüzün başında on bir gelip cüzün adedini haber veriyor. Sonra iki dokuz geliyor. Sonra iki yedi sonra latif bir tarzda üç altı yine üç altı geliyor. Sonra üç beş geliyor. Sonra sekiz sekiz geliyor. Sonra üç beş geliyor. Sonra ism-i Rab ile beraber dört sonra dört ism-i Rab ile olsa beş, ahirde yine beş, hem mesela on ikinci cüzde tevafuksuz bir tek var. Mesela, iki iki ortasında bir beş bazen bir sahife yaprağa baktığı cihetle iki ile beş yedi, iki iki ortasında bir yedi, sonra yine iki sonra üç, üç, üç sonra bir, bir sonra iki iki sonra üç ve ism-i Rab ile yine üç sonra iki iki ortasında bir beş geliyor. Ism-i Celalin tevafukat adediyesi hem muntazamdır hem manidardır. Fakat bir parça dikkat ister. Çünkü risalelerde görünen tevafuk gibi daima sahife sahifeye bakmıyor. Bazen sahife nukabiline değil belki arkasına ve ya arkasının mukabiline bakar. Bazen bir yaprak atlar, bazen bir sahife iki sahifenin mecmuuna bakar. Mesela otuz beşinci sahifede on üç adet lafza-i Celal galir. Arkasında sekiz, sonra beş geliyor. Demek o on üç (13) adet bu iki rakama birden bakar ki o da on üç ediyor. Ve hakeza. Hem bazen bir sahife iki sahifenin mecmuuna bakmakla beraber aynı surette iki adet gelir. Her biri onun bir cüzünü gösterir. Mesela süre-i Tevbe’de yüzseksen (180) sekizinci sahifede on altı lafza-i Celal geliyor. Arkasındsa altı geliyor. Altının arkasında on geliyor. Beraber yukarıdan okunsa on altı olur. Tevafuk eder. sure-i Ahzab’ta yine dört yüz yirmi ikinci (422) sahifede on altı ism-i celal geliyor zahiri tevafuk yok. Halbuki bir sahifede daha evvel on gelir ve mukabilinde altı var, terkib edilse on altı olur tevafuk eder. hem bazen ism-i Rab ile beraber tevafuk eder. bazen sahife sahifeye değil, yaprağa bakar. Hem bazen sahife rakamına bakar. Dokuz rakamı çok defa sahife rakamına baktığı için tevafuktan çıktığını hissettim. Elhâsıl: Bazı esrar-ı gaybiye için tevafukat şeklini değiştiriyor. Lafza-i Celalin en latif cazibedar ve manidar bir tevafuku şudur ki başta Fatiha sahifesiyle beraber yüz elli bir (151) sahifede elli bir (51) defa yedi ile sekiz geliyor.

64

Onaltıncı Cüz Sahife Numarası

٣٠١ ٣٠٢ ٣٠٣ ٣٠٤ ٣٠٥ ٣٠٦ ٣٠٧ ٣٠٨ ٣٠٩ ٣١٠ ٣١١ ٣١٢ ٣١٣ ٣١٤ ٣١٥ ٣١٦ ٣١٧ ٣١٨ ٣١٩ ٣٢٠

Allah

Rab

aded

aded

٠ ٠ ١ ١ ٠ ٣ ٢ ١ ١ ١ ٢ ١ ٠ ١ ١ ٠ ١ ٠ ١ ٠

٣ ٢ ٨ ٨ ٣ ٢ ٣ ٣ ٤ ٠ ١ ١ ٤ ٢ ٢ ٣ ١ ٠ ٤ ٦

Onyedinci Cüz

Rahman aded

١ ٢ ١ ٢ ٧ ٣

١ ٢

Sahife Numarası

٣٢١ ٣٢٢ ٣٢٣ ٣٢٤ ٣٢٥ ٣٢٦ ٣٢٧ ٣٢٨ ٣٢٩ ٣٣٠ ٣٣١ ٣٣٢ ٣٣٣ ٣٣٤ ٣٣٥ ٣٣٦ ٣٣٧ ٣٣٨ ٣٣٩ ٣٤٠

Allah

Rab

aded

aded

١ ٢ ٢ ٠ ١ ٢ ٠ ١ ١ ١ ٣ ١٠ ٧ ٣ ١٢ ٧ ٥ ١٤ ٨ ٨

٢ ١ ٠ ٠ ٤ ٠ ٠ ٣ ١ ٢ ١ ٠ ١

٢ ١ ١

Onsekizinci Cüz

Rahman aded

١ ٢

Sahife Numarası

٣٤١ ٣٤٢ ٣٤٣ ٣٤٤ ٣٤٥ ٣٤٦ ٣٤٧ ٣٤٨ ٣٤٩ ٣٥٠ ٣٥١ ٣٥٢ ٣٥٣ ٣٥٤ ٣٥٥ ٣٥٦ ٣٥٧ ٣٥٨ ٣٥٩ ٣٦٠

Allah

Rab

aded

aded

٢ ٢ ٣ ٠ ٠ ٣ ٢ ٢ ١٠ ٩ ٨ ٤ ١٠ ١١ ١٣ ٤ ٥ ٨ ٠ ١

٠ ١ ٢ ٤ ٢ ٣ ٥ ٦

٠ ٢

Rahman a d e d

65

Ondokuzuncu Cüz Sahife Numarası

٣٦١ ٣٦٢ ٣٦٣ ٣٦٤ ٣٦٥ ٣٦٦ ٣٦٧ ٣٦٨ ٣٦٩ ٣٧٠ ٣٧١ ٣٧٢ ٣٧٣ ٣٧٤ ٣٧٥ ٣٧٦ ٣٧٧ ٣٧٨ ٣٧٩ ٣٨٠

Allah

Rab

aded

aded

٠ ١ ١ ٠ ٥ ١ ٠ ٠ ٠ ٥ ٢ ٢ ٢ ٠ ٢ ٣ ١ ٤ ٣ ٤

٢ ٠ ٣ ٢ ٣ ٤ ٥ ٤ ٤ ٣ ٤ ٣ ٥ ٣ ٠ ١ ١ ١ ٤ ٠

Rahman aded

Yirminci Cüz Sahife Numarası

٣٨١ ٣٨٢ ٣٨٣ ٣٨٤ ٣٨٥ ٣٨٦ ٣٨٧ ٣٨٨ ٣٨٩ ٣٩٠ ٣٩١ ٣٩٢ ٣٩٣ ٣٩٤ ٣٩٥ ٣٩٦ ٣٩٧ ٣٩٨ ٣٩٩ ٤٠٠

Allah

Rab

aded

aded

٧ ٢ ٣ ٢ ١ ٠ ٢ ١ ٠ ٣ ١ ٣ ٩ ٥ ٧ ٥ ١٠ ٣ ١ ٦

٠ ٢ ١ ٢ ٠ ٢ ٢ ٣ ٠ ٢ ٢ ٣ ٠ ٠ ٣ ١ ٠ ٢ ٠ ٠

Rahman aded

Yirmibirinci Cüz Sahife Numarası

٤٠١ ٤٠٢ ٤٠٣ ٤٠٤ ٤٠٥ ٤٠٦ ٤٠٧ ٤٠٨ ٤٠٩ ٤١٠ ٤١١ ٤١٢ ٤١٣ ٤١٤ ٤١٥ ٤١٦ ٤١٧ ٤١٨ ٤١٩ ٤٢٠

Allah

Rab

aded

aded

٣ ٦ ٧ ٦ ١ ٣ ٥ ٣ ٤ ٤ ٦ ١٣ ١٠ ٢ ٠ ٠ ١١ ٦ ١٠ ١٠

١ ١ ٠ ١ ٠ ٠ ٢ ٠ ٠ ١ ٠ ٠ ١ ٤ ٤ ١

Rahman a d e d

66

Yirmiikinci Cüz Sahife Numarası

٤٢١ ٤٢٢ ٤٢٣ ٤٢٤ ٤٢٥ ٤٢٦ ٤٢٧ ٤٢٨ ٤٢٩ ٤٣٠ ٤٣١ ٤٣٢ ٤٣٣ ٤٣٤ ٤٣٥ ٤٣٦ ٤٣٧ ٤٣٨ ٤٣٩ ٤٤٠

Allah

Rab

aded

aded

٧ ١٦ ٦ ٧ ٨ ١٠ ٣ ١ ١ ٢ ١ ٢ ٦ ٩ ٥ ٥ ٤ ٦ ٣ ٠

٢ ٢ ١ ٤ ٣ ٢ ١ ١ ٠ ٢ ٠ ٢ ١ ٠ ٣

Yirmiüçüncü Cüz

Rahman aded

Sahife Numarası

٢ ٢

٤٤١ ٤٤٢ ٤٤٣ ٤٤٤ ٤٤٥ ٤٤٦ ٤٤٧ ٤٤٨ ٤٤٩ ٤٥٠ ٤٥١ ٤٥٢ ٤٥٣ ٤٥٤ ٤٥٥ ٤٥٦ ٤٥٧ ٤٥٨ ٤٥٩ ٤٦٠

Allah

Rab

aded

aded

٠ ٢ ٠ ١ ١ ٢ ٢ ٣ ١ ٢ ٤ ١ ٢ ٠ ٠ ١ ٩ ٤ ٨ ٩

٠ ٢ ١ ٠ ٢ ١ ١ ٤ ٢ ١ ٣ ١ ١ ٣ ١ ٣ ٠ ٥ ٢ ٢

Rahman aded

Yirmidördüncü Cüz Sahife Numarası

٤٦١ ٤٦٢ ٤٦٣ ٤٦٤ ٤٦٥ ٤٦٦ ٤٦٧ ٤٦٨ ٤٦٩ ٤٧٠ ٤٧١ ٤٧٢ ٤٧٣ ٤٧٤ ٤٧٥ ٤٧٦ ٤٧٧ ٤٧٨ ٤٧٩ ٤٨٠

Allah

Rab

aded

aded

١٠ ٦ ٤ ٨ ٢ ٤ ٦ ٦ ٦ ٦ ٦ ٣ ٩ ٤ ٦ ٢ ٣ ٣ ٤ ٠

١ ٠ ٢ ٠ ٣ ٥ ٢ ٠ ٤ ٠ ١ ١ ٦ ٠ ٠ ١ ١ ٢ ٢ ٣

Mülahazat: Yirmidördüncü cüzde bir cihetle on defa altı rakamı geliyor. Demek cüz yarısı manidar altı rakamı ile gösteriliyor. Yirmidördüncü cüzün bu on defa altısı birbirini takip eden sahife rakamındaki on defa altıya tevafuk ediyor. Bu latif tevafukun letafeti de şudur ki on defa altı altmış eder. Altmıştan yetmişe kadar on defa altı geliyor, üç cihetle tevafuku vardır.

Rahman a d e d

67

Yirmibeşinci Cüz Sahife Numarası

٤٨١ ٤٨٢ ٤٨٣ ٤٨٤ ٤٨٥ ٤٨٦ ٤٨٧ ٤٨٨ ٤٨٩ ٤٩٠ ٤٩١ ٤٩٢ ٤٩٣ ٤٩٤ ٤٩٥ ٤٩٦ ٤٩٧ ٤٩٨ ٤٩٩ ٥٠٠

Allah

Rab

aded

aded

١ ٨ ٤ ٤ ٧ ٣ ٥ ٣ ١ ٠ ٠ ٠ ٢ ١ ٢ ١ ١ ٨ ٤ ٥

٢ ٢ ٣ ٢ ٠ ٢ ٠ ٠ ٠ ٢ ٢ ٢ ٢ ١ ٣ ٣ ١ ٠ ٢ ٠

Rahman aded

٣ ٣ ١ ٢ ١

Yirmialtıncı Cüz Sahife Numarası

٥٠١ ٥٠٢ ٥٠٣ ٥٠٤ ٥٠٥ ٥٠٦ ٥٠٧ ٥٠٨ ٥٠٩ ٥١٠ ٥١١ ٥١٢ ٥١٣ ٥١٤ ٥١٥ ٥١٦ ٥١٧ ٥١٨ ٥١٩ ٥٢٠

Allah

Rab

aded

aded

٦ ٤ ٢ ٤ ٣ ٩ ٤ ٦ ٩ ١١ ١٠ ٩ (٨) ٧ ٩ ٨ ١٤ ١ ١ ١ ٠

٠ ١ ٠ ١ ١ ١ ٢

١ ١ ٣

Rahman aded

Yirmiyedinci Cüz Sahife Numarası

٥٢١ ٥٢٢ ٥٢٣ ٥٢٤ ٥٢٥ ٥٢٦ ٥٢٧ ٥٢٨ ٥٢٩ ٥٣٠ ٥٣١ ٥٣٢ ٥٣٣ ٥٣٤ ٥٣٥ ٥٣٦ ٥٣٧ ٥٣٨ ٥٣٩ ٥٤٠

Allah

Rab

aded

aded

٢ ٢ ١ ٢ ٤ ١ ٣ ٠ ٠ ١ ٠ ٠ ١ ٠ ٠ ٢ ١٠ ٥ ٨ ٨

٢ ١ ٣ ٣ ٢ ٣ ٢ ١ ٠ ٢ ١٣ ١٤ ٦ ٠ ١ ٢ ١ ٠ ٢

Rahman a d e d

68

Yirmisekizinci Cüz Sahife Numarası

٥٤١ ٥٤٢ ٥٤٣ ٥٤٤ ٥٤٥ ٥٤٦ ٥٤٧ ٥٤٨ ٥٤٩ ٥٥٠ ٥٥١ ٥٥٢ ٥٥٣ ٥٥٤ ٥٥٥ ٥٥٦ ٥٥٧ ٥٥٨ ٥٥٩ ٥٦٠

Allah

Rab

aded

aded

١٣ ١٠ ١٣ ١٠ ١٣ ٣ (١٣) ٩ (١٠) ٦ ١١ ١١ ١١ ٨ ١١ (١٠) ٩ ) ١٠ (١١ ١١ ١٤ ) ١٢ (١٣ (١٠) ٩ ٥

٣ ٤

١ ١

٤

Rahman aded

Yirmidokuzuncu Cüz Sahife

Rahman aded

Allah

Rab

aded

aded

٥٦١ ٥٦٢ ٥٦٣ ٥٦٤ ٥٦٥ ٥٦٦ ٥٦٧ ٥٦٨ ٥٦٩ ٥٧٠ ٥٧١ ٥٧٢ ٥٧٣ ٥٧٤ ٥٧٥

٢ ١ ٢ ٠ ١ ١ ٢ ٠ ٣ ٥ ٥ ٦ ١ ٨ ٢

٢ ٠ ١ ٥ ٣ ١ ٢ ٢ ٣ ٣ ٣ ٣ ٣ ٢ ١

٥٧٦ ٥٧٧ ٥٧٨

٢ ١ ٣

١ ٢ ٤

٢

٥٧٩ ٥٨٠

٣ ٠

٠ ٠

٠ ٠

Numarası

٢ ٢ ٢

Hüve

Otuzuncu Cüz Sahife

Allah

Rab

aded

aded

٥٨١ ٥٨٢ ٥٨٣ ٥٨٤ ٥٨٥ ٥٨٦ ٥٨٧ ٥٨٨ ٥٨٩ ٥٩٠ ٥٩١ ٥٩٢ ٥٩٣ ٥٩٤ ٥٩٥

١ ١ ١ ١ ١ ٣ ١ ١ ٤ ٢ ٣ ٢ ١ ٣ ٢

٠ (٣) ٣ ٥

٥٩٦ ٥٩٧ ٥٩٨

٢ ٣ ٥

٣ ٣ ٣

٥٩٩ ٦٠٠ ٦٠١ ٦٠٢ ٦٠٣ ٦٠٤

٢ ٢ (٥) ٤ (٥) ٣ ٥ ٥

٣ ٠ ١ ٢ ١ ٢

Numarası

٢ ٢ ٣ ١ ١ ٢ ٣ ٥ ١ ٢

Rahman a d e d

69

[ Mülahazat ] İsm-i Celal ve ism-i Rab tevafukatı yalnız bir cihetle değil, belki müteaddid vücuhu var. Hem tevafukat içinde latif nükteler var. Ez cümle yirmi sekizinci cüzde ism-i Allah beş defa on bir (11), beş defa on (10), beş defa on üç geliyor. Beş defa on üç altmış beş olup ism-i ‫ هو‬olmakla beraber sırrı tevafukta ve bilhassa ‫ انا اعطينا‬sırrında on beş defa on üç adedi o sırrın keşfine medar olduğu gibi ism-i Celal’in Kur’ân’daki sırrı tevafukuna bir basamak ve bir mukaddeme olan onuncu sözdeki elif tevafukatının medarı olan (dört, beş, üç, altı) adetleri her biri o risalenin mecmuunda on üç defa gelmesi bu tevafuka manidar bir (Hâşiye) letafet daha katarlar. Hem ez cümle dördüncü cüz’ başında üç dokuz tevafuk edip sonra iki beş ortasında bir on iki, beş ortasında bir dokuz, on bir, on iki, on üç, dört, dört, dokuz, dört, dört, beş

(Hâşiye)

Onuncu sözün elif tevafukatı ile on sekizinci cüzün lafzullah tevafukatına zarif bir tevafuku

‫ هو‬olur. On sekizinci cüzde lafzullah on üç adedi beş defa tekerrür ettiğinden altmış beş olup ْ‫ه ا مل ر هقوف‬ ْ‫ ل فْ ا مل م ف‬dır. şudur ki: onuncu sözün beş adedi on üç defa tekerrür edip altmış beş

altı ki,lafz-ı ‫ هو‬yü teşkil ediyor. Edna bir dikkatle bu cüzdeki lafz-ı Celal ne kadar muntazam bir vaziyet aldığı görülür. Üçüncü cüz başında üç defa sekiz, sonra iki defa altı, bir defa yedi, bir defa altı, yine iki yedi, iki defa dokuz, yine bir yedi, on iki, on bir, on üç, üç defa sekiz, bir yedi ve bir altı. İşte bu cüzde tevafuk gâyet muntazamdır. İki muvafık ortasında bir sahife, ya iki sahife fasıla olsa zarar vermez. Ez cümle cüz’ü evvelde birinci sahife pek kısa olduğundan ondaki bir ism-i Celal ikinci sahifeye zımmi münasip bulunmakla altı veyahut beş, altı ve beş adeta iki ‫ هو‬lafzını gösteriyor. Sonra iki seferden sonra Rab ismi zım edilse yine iki defa dört, sonra yedi ile altı ve iki ile altı, yine yedi ve dört geliyor. Ortada iki kalmak üzere her iki tarafında dört, yedi, altı gelmekle daha latif oluyor. Sonra sekiz ile yedi, üç üç ve yine sekiz geliyor. Şu birinci cüzdeki ism-i Rab nadir gelmiş. Fakat gelen miktar gâyet latif bir tevafuktadır. Mesela başta dört defa bir, sonra dört defa iki ve bir defa beş tekerrür vardır. Hem mesela ikinci cüzde dahi ism-i Rab ism-i Celal ile beraber üç defa altı geliyor. Sonra iki defa sekiz sonra iki defa yedi, ortasında iki, üç, sonra üç dokuzortasında bir on ve iki dokuz, ortasında bir yedi dokuz ile sekiz arasında sırlı adet olan on üç sonra bir defa beş ve iki misli olan on ve o iki on ortasında bir sekiz geliyor. Şu halde mukaddemede beyan ettiğiniz gibi bir iki sahife bazen iki muvafık ortasına girebilir. Bu kaideye binaen bu ikinci cüzde tevafuksuz yalnız on üç adedi kalır. Zaten onun sırrı ona kafidir. Tevafuk yerini tutuyor. En ahirki cüzü olan otuzuncu cüzdeki ism-i Rab gâyet latif bir tarzda tevafuk ediyor. Mesela iki defa üç, iki defa iki, bir üç, iki defa bir, yine bir defa iki ve üç ve bir defa beşten sonra bir ve iki, ve dört defa üç sonra bir ve iki, yine o cüzde ism-i Celal adetleri bütün tevafukta yalnız bir defa üç zahiri tevafuksuz görünüyor. Başta dört defa bir, ahirde ism-i Rab zımmiyle dört defa beş geliyor.

70

Birinci Cüz Sahife

Âyet

٤ ٨ ١٠ ١٥ ١٧

٥ ٤ ٧ ٤ ٧

İkinci Cüz

İsm-i Allah ٥ ٤ ٧ ٤ ٧

Sahife

Âyet

٢٥ ٣٠

٧ ٦

Beşinci Cüz Sahife

Âyet

٨٤ ٨٧

٧ ٦

Üçüncü Cüz

İsm-i Allah ٧ ٦

Sahife

Âyet

٤٦ ٤٩ ٥١ ٥٢ ٥٧

٧ ٩ ٧ ٧ ٨

Altıncı Cüz

İsm-i Allah ٧ ٦

Sahife

Âyet

١٠٢ ١١٧

٧ ٧

Onüçüncü Cüz Sahife

Âyet

٢٤٢ ٢٤٥ ٢٥٤

٦ ٩ ٦

İsm-i Allah ٦ ٩ ٦

Yirmiikinci Cüz Sahife

Âyet

٤٣٨

٦

İsm-i Allah ٦

Dördüncü Cüz

İsm-i Allah ٧ ٩ ٧ ٧ ٨

Sahife

Âyet

٦١ ٦٥ ٦٧ ٧٦

٩ ١٠ ٥ ٥

Sekizinci Cüz

İsm-i Allah ٧ ٧

Sahife

Âyet

١٤٤ ١٥٨

٤ ٦

Ondördüncü Cüz Sahife

Âyet

٢٧٨

٧

İsm-i Allah ٧

Yirmialtıncı Cüz Sahife

Âyet

٥٠٩

٩

İsm-i Allah ٩

İsm-i Allah ٩ ١٠ ٥ ٥

Onbirinci Cüz

İsm-i Allah ٤ ٦

Sahife

Âyet

٢٠٧ ٢٠٩ ٢١٥

٦ ٦ ٨

Onsekizinci Cüz Sahife

Âyet

٣٤٩ ٣٥٢

١٠ ٤

İsm-i Allah ١٠ ٤

Yirmisekizinci Cüz Sahife

Âyet

٥٥٥ ٥٦٠

١٠ ٥

İsm-i Allah ١٠ ٥

İsm-i Allah ٦ ٦ ٨

71

[ Üçüncü Parça İki Küçük Kısımdır. ] Birinci Kısmı: Matbu’ Onuncu Söz’ün latif tevafukat-ı harfiyesindendir ki ekseriyet-i mutlaka ile ya üç elif ki lafz-ı Allah olur veya beş altı ile tevafuk ediyor ki lafz-ı Hüve. Hem otuz beşinci sahifede beşinci hakikatte iki beş üç beşte tevafuk ediyor. Hem başta cilt olan iki sahife ile beraber altmış beş oluyor. yİne lafz-ı Hüve oluyor. Sure-i Kevser’in hurufatı gibi hem sura-i Kevser’in hurufatına tevafuk ediyor. Hem en ahir ki iki beyaz sahifeyi saymak cihetiyle altmış yedi olup baştaki âyetin melfuz altmış yedi harfine tevafuk ediyor. Eğer âyette medde sayılmazsa beyaz sahifeye lüzum olmadığı gibi beyaz satırlara da lüzum kalmaz. Tam tam sahife yirmi iki satır yazılı olmak üzere âyetin hurufat-ı melfuzasına tevafuk eder. yalnız on üç satır beyaz dahil olacak on üç adet tekrar kendi sırrını gösterdi. Eğer medde lafz-ı Allah’ın meddesinden başka sayılmazsa ve şedde sayılsa tam tamına kitabın ahirdeki altmış üç sahifesine tevafuk ediyor. Eğer şedde ve medde sayılamazsa hemze-i vasıl sayılsa tam tamına altmış üç sahifesine tevafuk ediyor. Hem sahifenin satırları yirmi iki olmak itibarıyla yarısından ziyade yazılı bulunan sahifelerin Hakiki ve itibari satırlarını bu baştaki ismin iki satır ilavesiyle bin üç yüz kırk iki (1342) de mebde-i telifine ve inkar-ı haşre olan ladini siyasetinin ilanı ve ladini hurufunun resmen kabulü tarihine bir tek fark ve bir ‫ ق‬ile ‫الخره‬

‫حق‬

makam-ı ebcedisiyle hatta şu risalenin sırf hakiki satırlarına başta el yazısı ile yazılan isim ve tenbihe aid yedi satır ilavesiyle müellifin veladet tarihine tevafuk ediyor. Hem onuncu sözün latif tevafukat-ı elifesindendir ki beş rakamı risalenin mecmuunda onüç defa olmaklaaltmış beş olup yine lafz ‫ هو‬teşkil etmekle beraber sure-i Ahiret olan Kevser’in hurufatına tevafuk ediyor. Hem risaledeki altı rakamı on üç (13) defa olduğundan bu beş ile altı on üçte tevafuk ediyor. Bu iki muvafakatler risaledeki üçlerin onuncu, ikinci, üçüncü suret ve hakikat kelimelerindeki elif sayılmazsa en baştaki iki sahifenin iki üçleri ikişere iner. Yine on üç (13) defa olup o iki muvafakatle o iki adede tevafuk ediyor. Bu üç mütevafık o mezkür elifler sayılsa dört rakamı mecmu’ risalede on üç defa olup bu üç mütevafık o dört rakam ile on üçte yine tevafuk ediyor. Elhâsıl: Beşler on üçer, altışar yine on üç (13), üçer yine on üç, dörder on üç (13), bu Muzaaf tevafukları tesadüf zannedenler zannederiz ki insan suretindeki kör bir şey olmalı ki kör tesadüfe bu hikmetli işi havale ediyor. Bu mübarek beş ile altı mukaddes Hüve lafzının harfleridir ve o kutsiyetten aldıkları feyz ile İşaret-ül İ’caz’da yine harikulade vaziyetler gösterdiler ve bu risalede beşlerin elifleri altmış beş olmakla Sure-i Kevser'in Besmele ile beraber aded-i hurufuna tevafuk ile Kevser gibi Hüve olur. Altının elifleri yetmiş sekizdir. İki altı tevafuka girmemiş. Bir altı on üç sahifede onuncu suret elifi sayılsa yedi olur. Demek gayrı mutevafıkın sukutu ile beraber altı yediye çıkmakla elifleri altmış yedi olup Sure-i İhlas’ın Besmele ile hurufatına tevafuk ediyor. Aynı Sure-i İhlas gibi lafz-ı Allah makam-ı ebcedi cihetiyle tevafuk ediyor. Demek nasıl ki Sure-i İhlas ‫ه‬ ‫ه ا مل ر الل مل ق‬ ْ‫ ل فْ ا مل م ف‬der. Lafz-ı

‫ه ا مل ر‬ ْ‫ل فْ ا مل م ف‬ ْ‫ ل فْ ا مل م ف‬der. ْ‫‘ هقوف‬yi ْ‫ه ا مل ر هقوف‬

Allah’ı gösterir. Sure-i İhlas gibi altı cümlesine tevafuk ediyor. Altının elifleri

‫ه‬ ‫الل مل ق‬

diye Allah’a işaret eder. hem nasıl ki Sure-i Kevser

gösterir. Öyle de beşin elifleri dahi ْ‫ه ا مل ر هقوف‬ ْ‫ ل فْ ا مل م ف‬der. Hüve‘yi gösterir. [Hatime] Kanaatimiz geldi ki ehli ilhadın haşr-i Cismaniyi resmen inkar etmek istedikleri hengamda iktidar ve ihtiyarımızın haricinde Onuncu Söz yazdırıldı. Şimdi mürur-ı zamanla her vakit mütealası lazım gelen onuncu söze bir lakayıtlık gelmekle beraber haşr-i cismaninin bir şiddetli taarruza maruz bulunduğunu ima edip ikaz eden şiddetli bir surette inâyet-i İlahiye nazar-ı dikkati Onuncu Söze bu garip tevafukla tekrar celb etti. Bu risalede

72 tevafuka medar olan bu beş, altı, dört, üç rakamlarının her birinin yekünü on üçte tevafuk etmeleri Onuncu Sözün on üçüncü sahifesine bilhassa nazar-ı dikkati celb ettiriyor. O dört ile beş dokuz, üç ile altı dokuz olmakla yine dokuzuncu hakikate nazar-ı dikkati celb ettiriyor. Evet on üçüncü sahifedeki onuncu suretin temsil ettiği dokuzuncu hakikat Onuncu Sözün en kuvvetli, en parlak, en mülzem bürhanlarından olduğundan ihvanıma bu hakikati ezber edinceye kadar müteala etmelerini tavsiye ediyorum. Şu risalenin medar-ı tevafuku olan üç, altı, beş, dört rakamlarının her birinin on üç olması bir Sure-i Ahiret olan Sure-i Kevser’in sırrına dair altıncı remizde on beş defa tekerrür eden on üç adedine tevafuk etmesi bir işarettir ki Haşir Risalesi Sure-i Kevsere tam bakar ve oradan emir alır. Ahirdeki (dört, altı, üç, beş) şu rakamların tevafuksuz gelmelerinin sebebi bu rakamlar ahirde her biri olduğunu göstermek için bilmecburiye birer birer kendi mütevafıkatıyla değil belki on üçteki arkadaşlarıyla birleşmeye mecbur oldular. Hem altı ile arkasındaki üç kitabın hatimesindeki altmış üç rakamına tevafuk etmek için tevafuktan çıkmışlar. Kitabın başında en evvel dört rakamı dördüncü sahifede geldiği için ahirde en evvel o imza ediyor. Beş öteki arkadaşlarından sonra işe giriştiği için o arkadaşlarından sonra on üç senedini imza ediyor. Bu risalede elif tevafukatı bir kısım risalelerimizde asarı görünen geniş bir sırdan ileri geldiğine kuvvetli bir delil İşaretül İ’caz’daki acip ve garip tevafukat-ı harfiye ve elifiyesidir ve pek zahir bir bürhanı dahi Yirmi sekizinci Mektubun inâyet-i seb’a’sında yirmi sekiz elif fasılasız gelmesi ve o mektubun numeru ve isim adedini göstermesi ve iki sahifenin birinci satırı müstesna olup bütün satırları başlarında elif olarak birbirine muvafık olmasıdır. Nasıl ki risalelerde kelime tevafukatı Kur’ân-ı Muğciz-ül Beyan’ın lafza-i Celal tevafukatına bir basamaktı ve lafz-ı Kur’ân ve lafz-ı Rasul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselam o sırrın anahtarları oldular. Öyle de İşaret-ül İ’caz’daki tevafukat-ı harfiye maksud-ı bizzat değildi. Belki Sure-i ‫انا اعطينا‬

ْ‫ا م ف‬ sırrına bir basamaktı. Şimdi bu Onuncu Sözün tevafukatı dahi Sure-i ‫ر الل ملهم‬ ْ‫ذا ف‬ ‫جاءفْ ن فْ ح‬ ‫ص ق‬ sırrına yetişmek için bir basamaktı fakat o basamak fikirlerde tam yerleşmediği için o sır da açılmadı. Yalnız göründü ve derakab kapandı. Demek o iki risalenin tevafukat-ı harfiyesine ciddi ehemmiyet ve o iki sure-i kutsiyenin sırlarının ehemmiyetinden gelmiştir. Ben de şimdi bu hikmeti anladım ve ehemmiyetsiz zannettiğim münasebet-i tevafukiye ehemmiyetli olabilir çünkü gâyet mühim sırlara hizmet ederler. [İkinci kısım] Yeni yazdığımız Kur’ân’ın başında âyet-i Kur’âniyenin adedi altı bin altı yüz altmış altı (6666) olmakla envar-ı Kur’âniye ve hakikat-i Furkaniye eyyam-ı şer’iye ile altı bin altıyüz altmış altı (6666) sene kadar küre-i arzda hükmü cereyan edeceğine işaret ettiğine dair sualinize o vakit zihnim başka yere müteveccih olduğu için izahlı cevab veremedim. Sonra bana ihtar edildi ki Asım’ın (R.A) suali ehemmiyetlidir. Cevab ver. Ben de o ihtara binaen üç esasla bir parça izah edeceğim. [Birinci Esas] Nasıl ki Nur-ı Muhammedi (Aleyhisselatü Vesselam) ve hakikat-i Ahmediye (Aleyhisselatü Vesselam) divan-ı Nübüvvetin hem fatihası hem hatimesidir. Bütün enbiya onun asıl nurundan istifade etmeleri ve hakikat-i diniyenin neşrinde onun (Aleyhisselatü Vesselam) muinleri ve vekilleri hükmünde oldukları nur-ı Ahmedi (Aleyhisselatü Vesselam) cephe-i ademden ta zat-ı mübarekine müteselsilen tezahür edip neşri nur ederek intikal ede ede ta zuhur etemle kendinde cilveger olmuştur. Hem mahiyet-i kutsiye-i Ahmediye (Aleyhisselatü Vesselam) Risale-i Miraçta kati bir surette ispat edildiği gibi şu şecere-i kainatın hem çekirdeği aslisi hem en ahir ve en mükemmel meyvesi olmuş. Öyle de hakikat-i Kur’âniye zaman-ı Adem’den şimdiye kadar hakikat-i Muhammediye (Aleyhisselatü Vesselam) ile beraber müteselsilen enbiyaların suhuf ve kitaplarında nurlarını neşr ederek gele gele ta nüsha-i kübrası ve mahzar-ı etemmi olan Kur’ân-ı Azimüşşan suretinde cilveger olmuştur.Ve bütün enbiyanın usul-i dinleri ve esas şeraidleri ve hülasa-i kitapları Kur’ân’da bulunduğuna ehli tahkik ve ehli hakikat ittifak etmişler. Bu sırra binaen fetret-i mutlakanın zamanı ihraç edildikten sonra rivâyet-i meşhure ile zaman-ı Adem’den kıyamete kadar eyyam-ı şer’iye ile tabir edilen yedi bin (7000) seneden fetret-i mutlakanın

73 zamanı tarh edildikten sonra altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene kadar din-i İslam’ın sırrını neşreden hakiakt-i Kur’âniye küre-i arzda ayrı ayrı perde altında neşr-i envar edeceğine ayatın adedi işaret ediyor demektir. [İkinci Esas] Malumdur ki küre-i arzın mihveri üstündeki hareketli gece gündüzler ve medar-ı senevi üstündeki hareketiyle seneler hasıl oluyor. Güneşle beraber her bir seyyarenin belki sevabitin ve şems-üş şümusun dahi her birinin mihveri üstünde eyyam-ı mahsuselerini gösteren bir hareketi medarı üzerinde deveranı dahi bir nevi seneleri gösteriyor. Halık-ı arz ve semavatın hitabat-ı ezeliyesinde o eyyam ve seneleri dahi irae ettiğine delili şudur ki: Furkan-ı Hakim’de

ْ‫ج ا مل فْي حهم مفى ي فْوحم د ف‬ ‫ن‬ ‫م ح‬ ْ‫داقره ق ا فْل ح ف‬ ‫سن فْةد م‬ ‫ن م‬ ْ‫دو ف‬ ‫ما ت فْعق ق‬ ْ‫ق ف‬ ْ‫كا ف‬ ‫م ي فْعحقر ق‬ ْ‫ف ف‬ ‫م ر‬ ‫ثق ر‬ ْ‫ح ا مل فْي حهم مفى ي فْوحم د ف‬ ‫م ح‬ ْ‫داقره ق ف‬ ْ‫ن ا فْل ح ف‬ ‫مل مئ مك فْ ق‬ ‫سن فْةد‬ ‫م م‬ ‫ن م‬ ْ‫ق ف‬ ْ‫كا ف‬ ‫ة وفْ القرو ق‬ ‫ت فْعحقر ق‬ ْ‫ف ف‬ ‫خ ح‬ ْ‫ج ال ح ف‬ ْ‫سي ف‬

gibi âyetler ispat ediyorlar. Evet kış günlerinde ve şimal taraflarında gurub ve tuluğ mabeyninde dört saatlik gününden ve bu iklimde, kışta sekiz dokuz saatlikten ibaret olan eyyamlardan tut ta güneşin mihveri üstünde bir aya yakın mahsus gününden tut ta ‫ب ال ل‬ kozmografyanın rivâyetine göre ‫رى‬ ‫ فْر ق‬tabiriyle Kur’ân’da namı ilan edilen ve ‫شعح م‬ şemsimizden büyük (şi’ra) namındaki diğer bir şemsin belki bin seneden ibaret olan gününden dahi tut git ta şems-üş şümusun mihveri üstündeki elli bin sene (50000) den ibaret bir tek yevmine kadar eyyam-ı rabbaniye var. İşte semavat ve arzın rabbi o şems-üş şümusun ve şi’ranın halıkı hitap ettiği vakit o semavat ve arzın ecramına ve alemlerine bakan kutsi kelamında o eyyamları zikreder ve zikretmesi gâyet yerindedir. Madem eyyamın lisan-ı şer’i de böyle ıttılakatı vardır. ilm-i tabakat-ül arz ve coğrafya ve tarih-i beşeriyet ulemasınca nevi beşerin yedi bin (7000) sene değil belki belki binler sene geçirdiğini teslim de etsen Adem’den kıyamete kadar ömr-i beşer yedi bin (7000) senedir olan rivâyet-i meşhuresinin sıhhatine ve beyan ettiğimiz altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene nur-ı Kur’ân hüküm ferma olduğuna münafi olamaz ve cerh edemez. Çünkü eyyam-ı şer’iyenin dört saatinden elli bin (50000) seneye kadar hükmü ve şümulü var. Fakat nefs-ül emirdeki eyyamın hakikati o rivâyet-i meşhurede hangisi olduğunu şimdilik bu dakikada kalbime inkişaf ettirilmedi. Demek o sırrın inkişafı münasip değil. [Üçüncü Esas] ‫ه‬ ْ‫م ال حغفْحيقق ف‬ ‫ب ا مل ر المللقق ق‬ ‫ ل فْ ي فْعحفْلقق ق‬Şu meselede şimdilik delilini gösteremeyeceğim bir müddeayı beyan ediyorum. Şöyle ki şu dünyamızın bir ömrü ve şu dünyadaki, küre-i arzın dahi ondan kısa diğer bir ömrü ve küre-i arzda yaşayan nevi insanın daha kısa bir ömrü vardır. Bu birbiri içinde üç nevi mahlukatın ömürleri saatin içindeki dakika, saniye saatleri sayan çarkların nisbeti gibidir. Nevi insanın ömrü küre-i arzın iki hareketiyle hasıl olan malum eyyam ile olduğu gibi zi-hayatın vücuduna mazhar olduğu zamanından itibaren küre-i arzın ömrü ise merkez-i irtibatı olan şems-üş şümusun hareket-i mihveriyesiyle hasıl olan eyyam ile olması hikmet-i rabbaniyeden uzak değildir. Şu halde nevi insanın ömrü yedi bin (7000) sene eyyam-ı ma’lume-i arziye ile olsa küre-i arzın hayatına menşe’ olduğu zamandan harabiyetine kadar eyyam-ı şemsiye ile iki yüz bin (200000) seneyi geçer ve şems-üş şümusa tabi’ ve alem-i bekadan ayrılıp küremize bakan şems-üş şümusun işaret-i Kur’âniye ile her günü elli bin (50000) senelik olmasına binaen yedi bin (7000) sene o eyyam ile yüz yirmi altı milyar (126000000000) sene yaşarlar. Demek eyyam-ı şer’iye tabir ettiğimiz eyyam-ı Kur’âniyede bunlar dahil olabilir. Semavat ve arzın halıkı semavat ve arza bakan bir kelamıyla semavat ve arzın sebeb-i hılkati ve çekirdek-i aslisi ve en mükemmel ahir meyvesi olan Habib-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselama karşı hitabında o eyyamları isti’mal etmesi Kur’ân’ın ulviyetine ve muhatabının kemaline yakışır ve aynı belagattir.

‫ه والله اعلم با سرار كتابه‬ ‫م م‬ ‫عن حد فْ الل مل م‬ ‫فْوال حعمل ح ق‬ ___________ ___________

74 (Hâşiye)

_________________

Bu hesap Şamlı Hafız, Kuleönünde Mustafa ve arkadaşı Hafız Mustafa’nın şehadetiyle bir dakika zarfında ezber yazılmıştır. Sene üç yüz altmış (360) gün hesabına göredir. Kusur var ise bakılmamak gerektir.

[Sekizinci Kısmın Sekizinci Remzi]

‫حيم‬ ‫م‬ ‫ن الرر م‬ ‫سم م الل ملهم الرر ح‬ ‫بم ح‬ ‫ح م‬ ‫م‬ ‫م‬ Kur’ân-ı Muğciz-ül Beyan’ın âyatınde ve kelimatında ve maanisinde ve nazmında müteaddid vücud-ı i’caziye ve esrar-ı kutsiye bulunduğu gibi hurufatında dahi çok lemeat-ı i’caziye bulunur. Hatta hurufunun vaziyetlerinde çok işarat-i aliye var. Hatta tekrar adetlerinin tevafuklarında çok münasebat-ı latife var. İşte o denizden bir katre hükmünde medar-ı bahsimiz olan tevafukat meselesine münasebeti bulunan huruf-ı Kur’âniyenin tevafukat-ı adediyesinden bir iki cüz’i misali numune için göstereceğiz. Yani ayat ve kelimat ve hakaik ve nazmda bulunan esrardan değil, belki yalnız hurufatın vaziyetlerinde ve o vaziyetin vücuhı kesiresinden yalnız tekrar eden hurufatın adetlerinin tevafukatından çıkan münasebat-ı adediyeye dair ve bunun dahi vücuh-ı kesiresinden yalnız mecmu-ı Kur’ân’da yirmi dokuz (29) huruf-ı hecaiyenin yekün adetlerindeki manidar bir kısım tevafukatına yedinci Remizde işaret edildiği gibi sekizinci Remizde de bir numune için dört kısa sure olan sure-i İhlas Muavezeteyn ve Fatiha’nın hurufatının meselemiz olan tevafukata temas eden cihetine kısmen işaret edeceğiz. Kur’ân-ı Muğciz-ül Beyan’ın surelerinde bulunan bin letafetinden bir letafeti numune olarak şudur ki: [Sure-i İhlas] da elif beş, vav beş, dal beş olarak birbirine tevafuku ve Lafzullah’ın beş harfine muvafakati ve (he dört, mim dört, nun dört, tenvin dahi nun olarak birbirine tevafuku ve surenin dört âyetine muvafakatı hem üçü lam’ın on iki adedine mutabakatı ve sakin elif iki ve kef iki ve ha iki olarak birbirine muvafakatı ve iki defa Lafzullah ve iki kere ehad adedine tevafuku elbette sure-i İhlas’ın kutsi ve nurani harflerinin intizamına bir letafet daha katarlar. Sure-i İhlas’ta ‫حيم م‬ ‫ن الرر م‬ ‫سم م الل ملهم الرر ح‬ ‫ ب م ح‬makam-ı ebcedisi bin yüz ‫ح م‬ ‫م م‬ seksen üçtür (1183). Eğer şeddeli iki ra, her biri iki ra sayılsa ve sakıt hemzeler sayılmazsa eğer bir lam bir ra olsa yedi yüz seksen üç olur. Birinci hesapta sure-i İhlas’ın adedine bin üçte muvafıktır. Bu iki muvafık bin besmele ism-i azam hükmünü verdiğine ima’ ve sure-i İhlas’ın hatme-i hassesi olan bin adedine işaret ve bin (1000) esma-i İlahiyeye telvih ve bin (1000) İhlas-ı şerifte ism-i azam hâsiyeti verdiğine Remiz eder. Hatta çoklar aynı ism-i azam demişler, yani ism-i azamın mufassal bir suretidir. Üç adet ise hadisin rivâyetiyle üç İhlas bir hatme-i Kur’âniye hükmünde olduğuna binaen ekser umur-ı mübarekede sure-i İhlas’ın üç defa tekrar edilmesini ima etmekten hali değildir. Şu sure-i İhlas’ın bin üç adedi üç defa tekrar sırrıyla üç bin dokuz (3009) olmakla muhakkikince Kur’ân’ın esrarını cami’ olan sure-i Kevser’in üç bin adedine tevafuk etmesiyle mühim sırları ihtar eder. sure-i İhlas’ın en latif bir nükte-i tevafukiyesi şudur ki Kur’ân’ın üç esasından en mühim esası olan tevhidi ilan hususunda en cami’ bir tarzda olduğuna imaen besmele ile sure-i İhlas’ın aded-i hurufu olan altmış yedi (67) Lafzullahın altmış yedi (67) aded-i ebcedisine tevafuk etmekle beraber Lafzullahta sakin elif ‫وا‬ ‫ ك ق ق‬de tenvin sayılmazsa her biri altmış altı olup ayat-ı ‫ف د‬ Kur’âniyenin dört mertebesi olan altı adetlerine iki mertebe ile tevafuk etmekle sure-i İhlas’ın camiiyeti ve lafz-ı Allah’ın ism-i cami’ ve ism-i azam olduğunu imadan hali değildir. Sure-i İhlas altı cümle olup üçü müspet, üçü menfidir. Lemeatta beyan edildiği gibi altı mertebe-i tevhidi ispat ve altı enva-ı şirki nefi etmekle beraber i’caz-ı Kur’ân risalesinin birinci şulesinin birinci şuaında beyan edildiği üzere bu altı cümle her biri umumuna hem delil hem netice olduğundan sure-i İhlas’ta tevhide dair berahin-i silsile ile müdellil otuz sure-i İhlas kadar içinde otuz emsali münderiç olduğuna binaen sure-i İhlas ne kadar safi ve halis bir bahrı tevhid olduğunu ima’ eder.

75 [Sure-i Felak] Elif altı, kaf altı, lam altı, olarak birbirine tevafuku ve besmele ile altı adet âyetlerine muvafakatı sin üç, şın üç, dal üç, fe üç birbirine tevafuku ve evvelki üçler ile nısfiyet cihetinde muvafakatı ve birbirine merbut şu üç surenin adedine mutabakatı ve (mim beş olup beş âyetine muvafakatı şu surenin celalli hurufatına bir cemal daha katarlar. Sure-i Felak aded-i hurufatı doksan dokuz (99) esma-i hüsnanın adedine tevafuk sırrıyla bütün esmai hüsna ile bir istiaze-i camia hükmünde olduğunu ima ederek [elfelakın] hurufatının ebced-i makamı olan on bin iki yüz küsur olmakla Fatiha-i şerifenin dahi hurufatının ebced-i makamı olan on bin iki yüz on iki adedine tevafuk etmesiyle her bir sure umum sureler ile munasebettar olduğunu ima eder. [Sure-in Nas] harflerinin birer adet fark ile muntazaman birden on ikiye kadar terakki (Hâşiye-1) etmesi mesela (kaf bir, he iki, ha üç, ye dört, ra beş , besmeledeki mimler beraber altı (Hâşiye-2) âyetin adedine muvafık olarak (mim altı, vav yedi, sakin elif sekiz, nun dokuz , sin on, (Hâşiye-3) elif on bir lam on iki kelimesi ve _____ _________________

(Hâşiye-1)

[‫ ]شر‬deki [‫ ]ر‬bir olmak cihetiyledir.

_____ _________________

[‫ ]الخناس‬deki nun bir sayılsa [‫ ] الجنة‬deki iki sayılsa dokuz olur. Yoksa sakin elif gibi sekiz veya sin gibi on olur. (Hâşiye-2)

_____ _________________

(Hâşiye-3)

[‫ ]ا فْل رحذى‬de lam bir sayılsa on ikidir. İki sayılsa on üç olur.

Sure-i İhlas’ın on iki lam’ına muvafakati ateşin hurufatına bir ışık daha katarlar. Kur’ân’ın âhir ki suresi olan sure-i Nas’ın aded-i hurufatı yüz dört olmakla yüz dört (104) suhuf ve kütüb-i enbiyanın adedine tevafuk etmekle Kur’ân-ı Hakim umum suhuf-ı enbiyanın esaslarının cami’ olduğuna gizli bir imadır. Ebcedi hesabıyla şu surenin aded-i hurufatı beş bin beş yüz elliden bir noksandır. (5549) Bu adet sure-i Felak ile Fatiha’nın nısfı olmakla beraber ima ettiği sırları şimdilik izah edemiyoruz. [Fatiha-i Şerife] hurufatının ebcedi hesabı olan on iki bin iki yüz on iki (12212) adedi ise mecmu’ Kur’ân’da hem be, hem te, hem ye, on bir bin (11000) adetlerine tevafuk etmesiyle beraber başka sırları gösteren küsurattan sarf nazar edilmiştir. Fatiha’nın on bin (10000) huruf adedini yedi âyetine darp etmesiyle mecmu’ kelimat-ı Kur’âniye adedi olan yetmiş bine (70000) muvafık gelmesiyle ehli hakikat indinde muhakkik ve hadisçe musaddak olan Fatiha Kur’ân kadardır ve Kur’ân Fatiha’da münderiçtir ve bu indiraç sırrına binaen Fatiha tenzilde ‫ن ال حعفْحظيم م‬ ‫مفْثامنى فْوال ح ق‬ ْ‫ ف‬namıyla teşhir edilmiş diye olan ْ‫سب حعفْ ال ح ف‬ ‫قحراَ م‬ meşhur hükmün ispatını ima ve ihtar eder. Sur-ı Kur’âniyenin başlarında olan mukattaat huruf gâyet manidar ve esrarlı bir şifre-i İlahiye olduğu gibi Fatiha hurufatı belki Kur’ân’ın umum hurufatı dahi kutsi ve ayrı ayrı mütenevvi’ binler ilahi şifreler olduğunu yedinci, sekizinci remizlerde işaret edilen sırlar ve tevafuklar te’yid ediyorlar. Fatiha-ı Şerifenin hurufatı yüz otuz (130) ve kelimatı bir hesapla otuz altı (36) ve bir cihetle otuz olarak otuz cüz-i Kur’ân’a fihriste cihetiyle Kur’ân Fatiha’da bulunduğuna ima eder. besmele şafi mezhebince her bir surenin bir âyeti olduğu gibi Fatiha’nın da bir âyetidir. Hanefice besmele Fatiha’nın cüz’ü değil. Bahsimizde iki mezhebe riâyet edeceğiz. Harflerin adedi budur. Besmele ile hemze denilen müteharrik elif on sekiz (18) ‘dir. Sakin elif on üç (13) ‘tür. lam yirmi üç (23) tür, mim on beş (15) tir, ra sekiz (8) dir, ayn altı (6) dır, nun on bir (11), ye on altı (16), he beş (5), be beş (5), ha beş (5), dal dört (4),

76 vav dört (4), te üç (3), kef üç (3), sin üç (3), sad iki (2), dat iki (2), tı iki (2), gayın iki (2), kaf iki (2), zel bir (1) ] Besmelesiz Fatiha’da hemze denilen elif on dört (14), sakin elif on bir (11) dir. Lam on dokuz (19), mim on iki (12),nun on (10), ra altı, ayın altı, ya on beş (15), he dört, be dört, dal dört, vav dört, ha üç, kef üç, ta üç, sin iki, sad iki, dad iki, tı iki, gayın iki, kaf bir, zel birdir. Fatiha’da besmele ile hemze olan elif on sekiz olup on sekiz bin (18000) alemin adedine tevafuk-ı işaretiyle her bir harfi her bir alemin anahtarı olduğuna ima etmekten hali değildir ve hemze ile sakin elif ‫سم م‬ ‫ ب م ح‬deki gizli hemze sayılmamak şartıyla otuzdur. Otuz cüz-i Kur’ân’a Remzeder. Hemze besmelesiz on dört olmak haysiyetiyle şu ‫نى‬ ‫مفْثا م‬ ْ‫ ف‬yedi adet ayatı müsenna ْ‫سب حعفْ ال ح ف‬ olarak iki defa sin’e işaretle iki nüzulune ve namazda tekerrüne ima eder. sakin elif on üç, lam yirmi üç (23) olup fatiha’nın bir hesapla otuz altı kelimelerine tevafuk-ı işaretiyle beş farz namaz ve revatibinde ve revatib hükmündeki iki rekat namazında yirmi dört (24) saatte otuz altı (36) defa Fatiha’nın tekerrürüne ima eder. Besmelesiz lam ile elif ikisi otuz (30) olup lam’ın ebcedi makamı olan otuz (30) a muvafakat ile ve besmelesiz Fatiha’nın otuz (30) kelimatına mutabakatle beraber otuz cüz-i Kur’ân’ın adedine ve yalnız lam besmelenin on dokuz (19) hurufuna tevafuk-ı işaretiyle otuz cüz-i Kur’ân’ın esasları bu ‫نى‬ ‫مفْثا م‬ ْ‫ف‬ ْ‫سب حعفْ ال ح ف‬

‫قحراَ م ح‬ ‫فْوال ح ق‬ ‫ن العفْحظيم م‬

namıyla müştehir olan Fatiha’da münderiç ve dahil olduğunu ima eder. hem lam’ın yirmi üç (23) aded-i nüzulü vahyin yirmü üç (23) senesine Remzeder. be beş, he beş, ha beş olup hem birbirine, hem beş farz namaza ve beş erkan-ı İslamiyeye ve lafzullah gibi Fatiha’nın ekseri kelimelerinin beşer harflerine ve Fatiha’da beş esma-i hüsna’nın adedine muvafakatle beraber üç beşler birbirine muvafık ve otuz cüz-i Kur’ân’a Remzeden on beş mim ve on beş ya nın mecmu! Adetlerine tevafuk-ı işaretiyle o muvafıkların mecmuu kırk beş (45) olduğundan ömr-i Nebevinin kırk beşinci (45) senesinde birinci defa Fatiha’nın nuzülüne ima etmek o kutsi harflerin şe’nindendir ve (dal dört, vav dört olup hem birbirine, hem dal’ın ebcedi makamına tevafukla beraber mecmuu sekiz defa tekerrür eden ra ya muvafakatle besmele beraber Hanefi mezhebince Fatiha’nın sekiz âyetine ra gibi işaret edip dörder rekat namazda dört Fatiha vücubunu ve dörtlükle iştihar eden çok mühim dörtlere ima ederler. (te üç, kef üç, sin üç olup birbirine tevafukla beraber te üç defasıyla bin iki yüz (1200) sene kadar Kur’ân’ın galibane vaziyetine işaret ve ondan sonra alem-i küfrün galebesine ima etmekle beraber bin iki yüz (1200) sene kadar Kur’ân’ın galibane fütuhatı-ı devamına ve ْ‫حفْنال فْ ف‬ ondan sonra tedafi’ vaziyetine girmesine işaret eden ‫نا‬ ‫ممبي د‬ ‫ك ففْت ح د‬ ‫ ا مرنا ففْت فْ ح‬âyetine ‫حا ق‬ Fatiha’nın şu ta’sı onun adedi ile tevafuk ederek aynı işareti veriyor. Kef’in ebcedi makamı yirmi olup üç tekerrürü üç sayılsa yirmi üç olur. Nüzul-i vahyin yirmi üç senesine tevafuk ediyor. sin ebcedi makamı altmış olup üç tekerrürü üç sayılsa medar-ı vahiy olan zat-ı nebevinin ömrüne tevafukla beraber çok sırları imadan hali değildir. Besmelesiz (sin iki, sad iki, dat iki, tı iki, gayın iki olup birbirine tevafukla beraber Fatiha besmele ile beraber iki defa lafzullah iki kere Rahman, iki kere Rahim, iki kere ‫ك‬ ْ‫ ا مريا ف‬, iki ‫ط‬ ‫صفْرا د‬ ‫ س م‬iki ‫م‬ ‫ع فْل فْي حهم ح‬ müsenna olarak ‫نى‬ ‫مفْثا م‬ ْ‫ ف‬de ْ‫سب حعفْ ال ح ف‬ ikişer adetlerine muvafakat-i işaretiyle Fatiha’nın iki defa nuzülünü ve Kur’ân’ın hem evvelinde, hem ahirinde iki kere vücub-ı tilavetini ve her umur-ı hayriyenin hem başında hem ahirinde iki kere sünnet-i kıraatini ima ederler. Ayın altı, besmelesiz ra’nın altı adedine muvafakatle beraber altı rükn-i imani gibi İslam ıstılahatında mühüm çok altıları ima eder. fatiha harflerinin latif tevafukat ve zarif işaretlerinden başka çok letaif-i bediiyeleri var. Ezcümle sure-tün Nas gibi harfleri birer adet farkla birden on dokuza kadar terakki ediyorlar. Mesela kaf bir, gayın iki, kef üç, vav dört, he beş, ayın altı, ra sekiz, besmelesiz nun on, sakin elif on bir, besmelesiz mim on iki, besmele dahil olsa sakin elif on üç, besmelesiz hemze on dört, ye on beş, besmele ile ye on altı, ‫سم م‬ ‫ ب م ح‬deki gizli hemze on yedi sayılsa on sekiz,

‫‪77‬‬

‫ن الرر م‬ ‫سم م الل لمهم الرر ح‬ ‫بم ح‬ ‫ح م‬ ‫حيم م‬ ‫م م‬

‫‪besmelesiz lam on dokuzdur. Altı ism-i azam adediyle‬‬ ‫‪adedine tevafuk ediyor.‬‬

‫حان فْ فْ‬ ‫ما‬ ‫سيفْنا ا فْوح ا فْ ح‬ ‫ك ل فْ م‬ ‫فْرب رفْنا ل فْ قتوا م‬ ‫ن ن فْ م‬ ‫سب ح فْ‬ ‫خذ حفْنا ا م ح‬ ‫خط فْا حفْنا ق‬ ‫م ل فْفْنا ا مل ر فْ‬ ‫عل ح فْ‬ ‫مت فْفْنا ا من ر فْ‬ ‫م‬ ‫ح م‬ ‫م ال ح فْ‬ ‫كي ق‬ ‫ت ال حعفْملي ق‬ ‫ك ا فْن ح فْ‬ ‫ع فْل ر ح‬ ‫اللمهم بحرمة سبع المثانى اجعل فاتحة اعمالنا مفتاح‬ ‫ل‬ ‫الفاتحة اعنى‬ ‫من الررحيم واجعل خاتمه امورنا فاتحة‬ ‫سم الملله الرر ح‬ ‫ب ح‬ ‫ح م‬ ‫الفاتحة اعنى‬ ‫ن وصل وسلم على خاتم النبياء‬ ‫ب ال حفْعال فْ م‬ ‫مد ق ل مل ملهم فْر ل‬ ‫ا فْل ح فْ‬ ‫ح ح‬ ‫مي فْ‬ ‫وفاتحتهم و على اله و اصحابه الفتوحات المادية والمعنوية‬ ‫قب ر ح‬ ‫سوفْرةم ال ح فْ‬ ‫فْرب رفْنا ت فْ فْ‬ ‫حة م‬ ‫مرنا ب م م‬ ‫ل م‬ ‫فات م فْ‬ ‫سلر ق‬

Related Documents

Rumuzat I Semaniye
February 2021 1
I I I I I I
March 2021 0
Woof!*: I I I I I I I
January 2021 1
Bab I - Matekim I
February 2021 0
I. Lotman - Semiosfera I
February 2021 1

More Documents from "charlierives"