Semboller 1

  • Uploaded by: mete
  • 0
  • 0
  • March 2021
  • PDF

This document was uploaded by user and they confirmed that they have the permission to share it. If you are author or own the copyright of this book, please report to us by using this DMCA report form. Report DMCA


Overview

Download & View Semboller 1 as PDF for free.

More details

  • Words: 159,827
  • Pages: 547
Loading documents preview...
Allah, kendini bildirmek ve âlemi yaratm ak isteyince ku d re t d iliyle “ k û n fo l)" emrini verdi. Bir İlâhi nağme koptu. Bu nağme oniki perdede karar kıldı. On iki perdeden dört oyun doğdu. (Çerh, Raks, Muallak, Pertâv) Allah âlemi yaratınca, nurunu da onun üzerine bıraktı. Bu nurun zevkiyle bütün âlem güldü. O İlâhi N ağm e’den dört saz ve sözden, oniki perdeden vücuda gelen dört oyun, bu aleme nasip oldu. Anasır-ı Erbaa (4 eleman), bu dört oyuna uygun düştü... Aşıkpaşa, Raks Risalesi XV. Yüzyıl

...V E Y A Ş A M I S Ü R D Ü R E N E T M E N L E R DÜŞÜNCE

SEVGİ



BESLENME

^ İ N

O

A

N

Ç

^ B

t

KAPAK: Dünyayı yaratan 4 eleman: Hava, Ateş, Su, Toprak. XIII.yy. Mozaiği, Alsace.

n ÜREME

LÜTFEN DÜZELTİNİZ. SAYFA 88

SATIR SALOMON'UM

YANLIŞ

DOĞRUSU

Ters

Altındaki şekil gibi olacaktır..

MÜHÜRÜ 107

8

feur

Fleur

109

22

öğeleri

öğeleri

109

23

var-lığından varlığından

115

19

Eksik ifade

(x) işareti ise Saint Andre hacına benzer ( + ) ve (x) m atem atikde bir kemiyeti çoğaltan işaretlerdir. Bunların aynı zam anda dinsel sim geler olduğu dikkate alınırsa» DOLAYLI OLARAK, Tanrı’nm insanlara verdiği ÇOĞALINIZ! buyruğu, dini inançlarla bağdaştırılarak, gerç e kİ eştiril m ektedir, diye düşünüyorum !... N.E.

118

10

(

119

2

öğesine

119

20

119

24

teotokos

teodokos

313

30

Pripos

Priapos

resim

76. Sayfaya bakınız.

323 457

resim

476

12

14

26 sonuna

)

( r ) olacak öğesine Bu pencereleri

2. Bl. 78 Sf. Bakınız. ROMAN

ROMA Eski denizciler söyle diyorlardı: Beykoz sırtlarındaki Yiişa Hazretleri ile Yeni Mahalledeki Telli baba Boğazın girişinde manevi koruyuculuk yapıyorlar?!.,,

37

2

1901-1909

1898

37

2

1901

Silinecek

168

Resim ters basılmıştır.

198

14

17 kez ziyaret ettiğim bu ören yerine ait farklı izlenimlerimdir.

,

Bu kBabm tüm yayn tattan, FBdr ve Sanat S terleri Kanunu gereğince yazanna aB9B. AftnMor (y a tı* ya da sözlü) kaynak boBriHmek faojutt Be

yapriablBr.

SEMBOLLER ve YORUMLARI Bölüm 1 B irin c i B askı: N isa n 2 0 0 0

KapcA tasarımı: N ecm ettin ERSOY Kapak çizimi: Fatih DURMUŞ Yazım; Mehmet ERKAL Resimleyen: Mustafa ERSOY Basla: Zafer Matbaası. (0212) 512 16 88 Cif: Güven CVtevt. Coğafoğlu İS8N: 976-95540-1-1 İletişim için Neşet Öm er Sok. No: 19/6 61300 KacMcöy-İSTANBUL Tel: (0216) 336 95 93 Fa* (0216) 336 63 26

Sevgili torunum Lebrtz ERSOV o İthaf ecfyorum ...

Sayın okuyucum ; O kuyacağınız bu kitap, aslında 1990 yknda yayımlanmış olanın ikinci baskısı n ite liğ in i taşgn a k to d r Ancak, İthaf edeyim ki, o tarihlerin güç ve kıstr koçdksn ve yayım için a ce le ci davranışlar, kttabm gerek içeriğinde, gerekse teknik m ontpfm da ko çrtim a z hata ve ektikMdeıe neden oldu, şim di ise, beni üzen bu olumeuzluldann te k tiitiy le beraber, okuyuculanm a b ir nebze daha yararlı olm a gayreti İçinde bulunuyorum . Aradan geçen şu sekiz İçinde, yapabidK^im aynı türdeki araştırm alarla, b irin ci kitabım ın SUNUŞ bölüm ünde de değinctiğim gibi, SEMBOLİZM1İN ANCAK ARALAYABİLDİĞİM KAPISINI Htp, biraz daha açan yeni b ilg i, yorum ve vertier setinm iş ve esfct ertn i de rotuşlam akfl) olanağm a s rtip oldum . SEMBOLİZM: Takdk edersiniz, başltbaşm a b ir UMMAN; insan b ir kez dahnca, b ir daha çıkm ak islem iyor, dem iyeceğim ; bttakis onun derinliklerinde yatan balıklardan bazı parçalan da beraberinde taşıyarak, çıkıyor tekrar su yüzünel.. Sembolizme dayak yorunsal üretim ier yapabilm ede ki başan, mümkün olduğunca, her konuda varolan BİLGİ B M tdM İ' nl, hayal gücü İle harekele g e çirip işler hale koyabilm e yeteneği He doğru orantik o tm rtto c *. Hayalin yapam acftğı b ir şey. gidem ettiği yer ve mesafe yoktur. Ne var ki. onun »ayetinde yaptian bu yorum ye özdeştirm eler bu yer ve m esafeler için d e kalan a kıla yakJaym kjria blçim lentin ve evrense le şmiş veriler doğrultusunun, en azından, paraletinde butunmasma özen g ö ste rtitin ...

N ecm ettin ERSOY (Şubat 2000)

3

F B d rtftn lıl onaylamıyorum, ama bunları İfada etm e özgürlüğünüze

«on nofedm o kadar taygı göstereceğim..

VOLTAİBE(1664-1776)

SUNUŞ (1990 yttn d a yayınlanan kita pla ilg ilid ir) Profesyonel Turist R ehberliği kuralarını b itirip bu m esleğe yeni atılan aritodaşlanm için Haziran 1998'de, denem e am acıyla ve ilk aşam ada kalem e almış olduğum *Turtd Rehberleri İçin Temel BUgi ve Yorumlar* adh kitabım da, am rm atıcı nttettkte ve yüzeyde olan b a s blgMere ve yap4ocak açıklam alarda yarartı d o co ğ ^v um duğum bk koç sembolün yorum ianna do yer vermiştim. Bu kez, konuya Hgl duyan değerli okuyucularım ve öğrencilerim in, bu tür sembottk yaklaşım larta yapılan söyteşlehn daha ttgi çe kici ve e tkili olduğu yolundaki izlenim leri, bu İkinci kttabmrsn KAFtSTnı .tem el b ilg ile r yerine sembottk kavram lar yönünde, biraz daha oğırkk vermek «ureftyle ffip aralam ama ve ona, ■SEMBOLLER VE YORUMLARLA GÖRÜNENDEN GÖRÜNMEYENE ' ismini verm em e daha uygun düşmüştür. j

Çabşmalanmı yaparken, Sembotter Sözlüğü adh eserdeki, ayn ayn isim lerinin yontması olanaksa, 800*0 aştan eserden yarariandıkiannı belirten, 100 kadar bate ve Islâm ülkesi yazannn.löO O kadar baştık altında toplanan fikirlerini özüm leyip kısıtlayarak, anccttt bunlann HgiU en ilg in ç olanlarına yer verm ekle yetinm iş fcxJunuyorum. Kitabın İçeriği, aşağı yukan yüzde etti oranında, bu yabancı kaynaklardan tercüm e ve d iim ize uyartanan bilgilerden, ciğ e r yansı ise yerli kaynaklardan alınanlara Maveten, biraz d a kişisel görüş ve katkılarım dan oluşmuş bulunuyor. Doiaytsı fte çok İyi b ilin d iğ i g ib i, aslında tüm kitaplar -kutsal olanlarından tttbarerv güç ve cesaret aknacak gizem li duygulan için d e saklayan, gerektiğinde eğm ılcıcc*, az veya çok da olsa yararianılacoğı üm it edilen bazı b ilg ile ri edinm ek iç in başvurulacak birer barınak olm uşlardır..

4

K apaklar, bu yerlere giriş vem n kapılardır; ta yfa la r için de, bazen gizem i eşyalarla donahlnrvş, fikir odaları olm alıdır diyoruz... Biz, hayli kalababk b ir ekip olarak, onun bu odalarına, soyut veya somut, bazen ansiklopedik b ilg ile re de yer vererek, açıklam alar yerleştirdik; konu edilm ek istenen olay ve vartıklann, bizi onların derinliklerine götüren kapılarına anahtarlar, m aym uncuklar, sokm aya çalıştık, Şayet dHersenlz, manftk ve düşünce yapınıza uygun geliyorsa, siz de bu anahtar ve form üllerden yararlanıp başka kapılan da a ça b ilir, sentezler yapar, hayal gücünüz oranında yeni şeyler üretip, o la b le ce k nokscrtanm eı tam am layabilirsiniz. Bu katkılarınızı, gerektiğinde eleştirinizi, samimi teşekkürlerim le karşBayocoğım ... İrdelem eye çcfcştığm z konular başkca iki bölüm den oluşuyor: Birincisi, tüm üyle sem bolizm e ffişkin verBeri kapsayıp, buntam tşığ altında, karanlıkta kalmış olan başka özeliBeleri bazen reef .bazen de yorumsal ve betim sel bir anlatım la aydrtlatm ayı am açlıyor. D iğerleri ise. çoğu kez somut boyuficm içinde kalarak, kökenlerine inBmeye gerek duyulm ayan türdedkier. Bir başka» ise, bazı olay, o b je ve kavram ların m itolojik d erin lkle rin # kadar İnerek, veya Hkei kıanç ve geleneklerle bağdaştrarak, yanetm a bazı üzerine bina edttm işlerdlr. Ancak, her id konunun o d e ri iç içe ve birbirlerine bağh bir âz yapı gösterm esi, buniann ayn ayn ve özgün başlıklar alhnda toplarvp fiziki ve kronolojik b ir sıralam a halinde sunuknaena im kân verm em iştir. K itabn yaztnrvnda, belgelerinden, bBgi ve İlgilerinden geniş ça p ta yararlandığım ı itira f edeceğim , kaynakçada odları ya z* değerli yazarlara ve kişilere olduğu kadar .nottanm n kitap haHne getirilm esindeki teknfle hizm etlerde tüm em eği geçenlere en İçten teşekkürlerim i sunuyorum ... N ecm ettin ERSOY (Kodrftöy:Nisan 1990)

5

KAPSAM VE

AMAÇ

1987 yılından bu yana, özeMkto rehberfik m erteğine yeni karton arkadaşlarım a ügi olanım ıza giren konularda b ir nebze de olsa yarckm a olabilm ek am acıyla, başvuru n iteliğ in de iki kita p yayınlam ış, ilkine " Turist R e h b e rle ri İç in Tem el B ilg ile r ve Y orum lar” , öbürüne de "S em boler v e Y orum la rla G ö rü n e n d e n G ö rü n m e ye n e 1’ adtnı verm iştim . Bu kez, 1990 ta rih li oian İkincisinin sunuş m etninin, o 2am anki istek, ih tiya ç ve koşuNann hatırlanm ası ve yaym am acvnm değişm ediğini belirtm ek, İçin aynen yaym iam ayı uygun buldum . Şimdi yıl 1999 so nu ; aradan 10 yıl g e çti. Bu süre için d e ilg i duyduğum S em bolizm ve Ezoterizm atarım da ve buntann açtığ ı yeni ufuklarda yaptığım araştırm alarda daha faridı ve boyuttu gözlem ve saptam alanm oldu. Ancak itira f etm em gerekiyor ki, ecfndiğim bu fikir birikim inin yorum sal bir tarzda yazıya dönüştürm ede, aynı p aralel ya da do& uttuda fikir üretm iş olan bazı değ e rli yazarların yapıtlarından da etkilenm iş ve yararlanm ış bululuyorum . Keza, Sembolizm1 İn Turist Rehberliği iç k i de önem li ve yararlı olduğuna Jnandridanm İfade eden m estektaşlanm n bu yöndeki olum lu telkin ve önerileri, bana, aynı konulan daha d a geliştirip genişleterek elinizdeki kitabı yeniden kalem e atm ak cesaretini verm iştir. A risto,bilm ek mukayese etm ek, aynı zam anda sebepleri bitm ektir” dem iştir. İşte biz .kimi kez, bu iki kavramın erişm ek istediği noktaya ve konuyla ilg ili sem bollerin anlam larım yorum layıp a da p te ederek, ulaşıyoruz. Sonuçta kullandığım ız bu sem boller önce YORUMLAMAYA, sonra da onları YANSITMAYA yarıyorlar. Sembol (sim ge), yakıştırm ak, benzetm ek, bir araya toplam ak anlamım içe rir. Ancak bu sim genin ne olduğu d e ğ il iletm ek istediği MESAJ önem taşım aktadır. Kurann Kerim1de A llah' m kelâm ı, onun için d e gizlenm iş olan yüce duygulan, em irleri ve gelecekle İlg ili oiaytan...kim i yerde TEFSİR (yorum) ve ŞERH (oçfidam a) suretiyle anlaşılabiliyor ve a nlatılabilıyor. Bu bakım dan yorum yapm ak çok duyar* b ir girişim olduğu g ib i, bu y o la yapılan anlatım lann da insan yaşam m daki rolü ve önem i tartışılam az bir gerçek olm akta...

6

Yorumların g e çe rlilik ve kalıcılığı İse onu yaparvn YETKİLİ, YETENEKLİ ve YETERLİ olması oranında, kabul e d ile b ilir b ir nitelik kazanıyor. Türktyede bugün, somut kavram ya da nesneleri sembolizmin evrenselleşmiş form ül ve kuraltanyta açHdayan ve Türkçeye çekilm iş derti toplu b ir yapıtına raslamacftm. Varolanlar ise parça parça kitaplara girmiş bulunuyor. Kitaplık raflarındaki bu boşluğu doldurm ak için çıktığm yol üzerinde Kk karşıma çıkan bir tarihi yapvtı, sem bolik verilere dayanarak, bilinm eyen yönleri ile tanıtacağım : Bir rehberin İstanbul turuna başlarken önünde ilk durduğu yer Suttan Ahmet M eydanın’ daki Alman Çeşmesi olur genellikle...B u çeşme hakkında hemen herşeyi biliyoruz. Zaten üzerine de yazrrvşkzr: Prusya Kralı ve Alman İm paratoru olan G uillaum e II' nln IsatanbuT a yaptığı bir dosttuk ziyaretinin amsım yaşatm ak iç in Alm anyoda yaptırıp gönderdiği, vs... Ancak im paratorun bu nazik ve dostane yaklaşımını b ir ÇEŞME arm ağan ederek göstermek istem esinin gtzfi b ir nedeni otabitir mi? Evet o la b ilir: M itolojik dönem lerde Avrupa1 da, özeHMde GaHer bölgesinde bir hayli yaygın bir ÇEŞME KÜLTÜ söz konusuydu. Kitabın ikinci bölüm ünde Hipodrom m etninde de yer verdiğim iz g to l, Alm an İm paratoru, sunacağı arm ağan*) bir çeşm e olmasının, " Osmonknm o devirde SU / SEBİL olgusuna verdiği önem ve saygnkkla da bağdaşsın diye seçm iştir (?) Aynca her İki hükümdarın isim lerini (arm alarını) bu dostluk yaklaşımının bir ifadesi olarak yan yana koydurmuştur. Bununla d a katmamış, o isim leri sc g ib i m übarek b ir rızkı, cam iler g ib i, gökkubbeyi sim geleyen bir semâvi örtü öğesi altına aldırm ıştır. Bir rehberin, konusu ne olursa olsun, kendisinden beklenen açıklam aların akadem ik ve m itolojik dozunu m uhatap olduğu kişi ve kişilerin öncelikle ve özelikle o konudaki BİLGİ / KÜLTÜR düzeyleri He öğrenm ek istediklerine göre ayartam ası en e tkili yöntem olm aktadır. Kitabımız içerik olarak, daha çok m itoloji, arkeoloji, sanat tarihi...benzeri bilim dallarında b e lirli ölçüde b ir altyapı1 ya sahip olanlar, ya da en azından bu tür konulara İlg i duyan / m eraklı olanların kaynak olarak kullanabilecekten bir üslupla kalem e alınm ıştır... Konuların akıntısına

7

ka p la rok yaprroş olduğum yorum ve benzetm eler tam am en kendi hayal gücüm ün ürünüdürler. Ancak bunkın sergilerken karşılaşacoğraz fantezi özdeştlrm elerl tözü edilen konu ve olayın açılım ını bir mantık zem inine oturtm a g ayret ve niyetiyle yaptığım ı kabul ederek, hoşgörü He karşfayocoğınızı umuyorum. Eski m edeğlm in hâlâ dum anı tüten, soğumamış om larını düşlerken, sembol ve yorum kavram larını aşağıda sunduğum şu farklı perspektifle de değertendrm eye çakştim : O rduda TO PÇU SINIFF n n bizim zamanımızda uygukx*ğı iki tür atış tekniği vardı: G örerek artış, görm eyerek atış..G örerek atışta atan to p ve atılan hedef b e tik *. İsterlerse birbirlerini görebilirler, başkaca bir araca/ aracıya yani, denebilirse, rehbere1e gerek o lm a ya b ilir... Görm iyerek atış ise, b ir sütte (tepe) gerisinde saklanmış, kendini gösterm em eye, ne ve nerede olduğunu b e lli etm em eye çatışan hedef ve hedeflere yöneliktir. İşte o hedefin yerini, ntteüklerinl tam ve doğru olarak keşfedip BASKI ALTINA alırsak, neyi var neyi yok, dağıtıp yok edebHIrtz. ‘şte bu sonucu elde etm ek İçin topum uzun nam lusuna, atış lıesap cetvellerinde b elirtile n gerekil YAN ve YÜKSELİŞ11 verm ek İcap eder. Biz buna (AnHyenlerin İLGİNİ YOĞUNLAŞTIRMAK diyeceğiz. Ancak bu aşam aya geçm eden önce o andaki hava (atm osferik) koşultaria ve balistik zoruntuMdann etvertşli olup olm adığının test edHmesl uygun olur kl.bu da onkmn İLGİ DÖZEYfr nln kontrolüdür. Daha sonra be. İyi örtünerek korunm aya çalışan hedef üzerinde beklenen âzam i etkiyi sağlayacak en uygun kapa (tavHt II.ya d a hassas) mermi cinsi ve barut hakkının seçilm esi g e lir ki bu sonuncular yorumumuzun yani ta bir caizse. atwnımız>n(l) DOZU ve SEMBOLLERİ olu ria r... Kitabın b irin ci bölüm ünde yer alan sem bollerin açıklam aları, zorunki olarak, konuların benzertlğl göz önünde tutulup gruptancbnlmış ve •rotanm ışlarcfcr. İkin ci bölüm de be, bir turist rehberinin atışılmış güzergâhlar üzerinde ziyaret edenilen ören yerlerinde, başka belgelerde değinilm em iş okfcjğunu tahm in ettiğim , bazı Hginç görünüm lerin açıklam ası yapılm ıştır. Arzu e d k llğ l taktirde, bunlarla ilg ili b ilg i (Bkz.) rumuzu İle gönderm e yapılan 1. bölüm den edinilebilecektir.

8

ÖzeNikle Meri yaftara gelm iş insantanm an, sanatsal ya cta kültürel değerlere sahip birikim lerini öbür tarafa g ö ç etm eden ( I ) , orun beklentisi İçinde bulunanlara btrakjp, paylaşm ayı düşünmesi , erdem i ve insancıl b ir davranış olur. Söylesin# bir girişim in, başkaları İçin olmasa b le , kendi a ile bireylerinin, üzerinde gururla yürüyeceği kaka izler o ta c o ğ ra içtenlikle inanıyorum . Bu konuda, yani Ugİ ve uğraş atam m aa da yaneyan yönleri ile , en mükemmel örnekleri verenlerden Prof. Saym Ekrem AKURGAL ve MİTOLOJİ SÖZLÜĞÜ g ib i gayet görkem i bk yapıtı bU ere hediye ederk göç eden A zra ERHAT ı saygı ve m innetle anıyorum ... Büyük bk özlem ve heyecanla başladığın bu kitap iç k i Idmi yerde te lif şeklinde yararlandığım yeril ve ya b a n a yazarlara ve zaman zaman fikren katkıda bulunan m eslektaşlanm a, aynca klta b n yazım, basım ve yaym aşam alannda em eği geçenlere tefekkürlerim i sunuyorum. Ontann da desteğiyle tam am layabildiğim bu mütevazı yapıtım ın satışından o labilecek modcM g elirin, m ökul ölçüdeki b ir kısmını, T.S.K. M ehm etçik Vakfı1 na boğ^tayocoğım ı ifa de edebflm ekten de ayrı bk m utluluk duyuyorum .. N ecm ettin ERSOV ,K a0$öy Arakk 1999

NEDİR SEMBOLİZM ? Buna hem en, se m b o lle rin dlN veya evrenseM efm lş sessiz b k konuşm a lis a n ıd ır dem ekle yetinm eyip,onu bkaz irdelem ek gereğini duyacağa. SEMBOLİZM (sfmgebüim), daytann, objelerin (nesnelerin) ve kuSanHogeien deyim ve sözcüklerin, daha çok dinsel, felsefi ve estetik açıdan YORUMUNU yapan bk sistem dir. Sembolizmin am acı, bu saydridanmcz] edebi veya somut yaktaşm tardan çok, duygu ve düşüncenin sem bolik (simgesel) ve soyut ürünü g ib i tanrtm ak ve yansıtm aktır. D iğer bk deyişle, dış görünüşlerinin b ir hayli ötesinde, kişinin hayal gücü ve kültür yeteneği He bakış açıenm yönü ve boyuttan oranında, ontann için d e gizli, örtülü kalmış otan başka anlam lar arayıp bulması ve bunları d ile getirm esidir. Bu iş, so ğa n ı b u lm a k İç in ka b u ğ u n u soym aya b e n ze r bk çalışm a olduğu g ib i, eskimiş, terkedNmiş m itolojilerden de yararlanarak, yorum lar yapm ak ve şayet cfyebttrsek,

9

törenlerde uygulanm aktaydı Bir sem bolün anahtanran herhangi b ir nedenle kaybolm ası, onun gerçek anlam ve anlatım m zorlaştırm aktadır. Ancak, psikologlar, bllfnçatam tzda bulunan ve tarih Öncesi derinflklere uzanan bir çok sembolün anahtariannın kaybolm odığm ve hala bezleri etkile diğini iddfcı ediyorlar. Bunun İçindir ki. modem sanatçrtar fikir ve duygularını, herkesin anlayam adığı bir sembolizmin içinde yansıtm aya çalışm aktadırlar. Kişisel olarak, sembolizmin, özellikle Turist Rehberleri için, turistlerin İlgisini çekecek farktı yorum lar üretm eye olanak sağlayan bir uğraş olduğuna İnanıyorum. Elektrik görünm eyen bir gücün görünen tarafıdır. Sembolizm İse , birtakım kavram ve öyküler arasında dolanarak yönünü alm akta ve bu yönler doğrultusunda yaklaşım lar yaparak, tıpkı elektrik ısı veya ıştğı g ib i, kendini gösterm eye çakşmaktachr. Diğer bir deyişle, e lle tutulam ayan şeyleri, ruhsal olaytan, gözle hitap eden sim gelerle anlatm ak istem ektedir. Sembolik kural ve form ütor aracılığı ile yapılan açıklam a ve azdeştirm eler, m uhatap olunan kişinin, başta Bgi duym ası, daha sonra ise, onun bügi d ü ze yi ve hayal gücüyle de orantılı olarak, daha gerçekçi ve hoş bir söyleşi ortam ının oluşmasını sağlam aktadır. A lbert Einsteinhin 'H a y a l Ç ü c ü b H g kle n ö n ce ,o n u n ö n ü n d e d fr* dediğini antmsıyalım. Sembolizm, özellikle Hmstryan dininde, yüzyıllar boyu kuüanrima olanağı bulmuş ve am acına ulaşmıştır. Ancak, ilk kiliselerde uygulanan sembolik betim lem elerin ereği, insan figürlerinin yasaklandığı X.yüzyıla kodar giriHik iken, O rtaçağda, din eğitim ine yardım cı olm a uygulam asına dönüşmüştür. Günümüzde, özellikle yabana d il öğrenim i için kullanılageien ve gâze-kulağa hitap eden (audio-visuei) m etot benzeri, bu insanlar d a resimin okum a yazma bilm eyenlerin yazısı olm asından yola çıkarak. Hıristiyanlığı tanıtm ak am acıyla, İncil sayfalarını duvarlarda yansıtma gereğini duym uşlardır. Ancak, itira f etm ek gerekir ki. bunlardan bir kısmım bugün, anahtarsa ve anlatansa olduklarından, adeta bir süs, birtakım soyut kavram lar dizisi olarak, karşımada görm ekteyiz. O rtaçağın sonlarına doğru, her sanat dalında olduğu g ib i, insanoğlunun değer yargılan değiştiğinden öğrenm e m erakı, hayal gücüne egem en olmuş ve sonuçta sembolizm kaybolup gitm iştir. Ancak sembolizm günümüzde, falcılık ve rüya tabirlerinde zaman zaman başvurulan b ir m alzeme olarak, e tkid iğ in i

10

sürdürm ektedir. G üncei yaşantımızda stidtkia kdian<*ğım tz kısattm aiar da, astında birer sem boldürler; O.N.U.lU.N.I.C.E.F..U.N.E.S.C.O.,gibi. Bugün özellikte Mason Localarının tertibinde kulanılon bir çok eşya ve obje. Mason feisetesinin gerektirdiği yön ve anlam daki sem bollerle ifade ediim ektecfir. Asfcnda, bizler b ir sem boller âlem inin içinde yaşıyoruz; yada semboller âlem i bizim içim izde yaşam aktadır. Sembolizmin yararlan ve geçerifliği konusundaki diyeceklerim izi, "görm em ek . o şeyin yo k o ld u ğ u anlarrana g e lm e z ve g ö rm e k İstem eyenler k a d a r kötü b ir kör, duym ak iste m e yen le r k a d a r kötü b ir sağır yo ktu r !" özdeyişine bağlıyarak yetinm eyi yeğliyoruz.

SEMBOLİZMİN GEREÇLERİ Bunlar, sayılar, renkler, şekHIer ve çizgiler, fikir, görüş ve yorum lar olup, antik çağlardan bu yana hemen her toplum da, kendilerine özgü yön ve am açlarda bazı farklılıklar göstorek. birer şitreü lisan olmuşlar ve cansız şeylerin boyuttannı, kapsamlarım genişletip, onksn bütünlem eye yaram ışlardır. Aynca. tüm bu gereçlerin bir çoğunda, e rke klik veya d iş ilik özeiiikieri bulunduğu varsayılarak, bunlar yapılan özeleştirm elerde taban olarak kutiamlmışlardır. Erkek ve dişilik prensipleri, deha iteri gidilerek, yorumsal üretim lerde danışılan bir kural, hatta b ir form ül g ib i, benim senmiştir. Biz kitabım ızda sadece bunların yoruma açık olan örneklerini sunmaya çalışacağız.

BAZI SÖZCÜKLERİN AÇIKLAMASI EZOTERİZM (EZOTERİK): Türkçe karşılığı, batini, içrek, içrekçilik veya iç dünya İle ilg ili gizli ve som ut olm ayan olaylarla uğraşan ve bunlarla ilişki kurarak yorum lar yapan, bir bilim dalıdv. Eski filozofların okulunda, onların gezi doktrinlerine verilen bir ad veya sadece o mezhebin esrarına sahip olanlar için kullanılan, bir sıfattır. OKULTİZM: Hemen hemen a yn paralelde, gizli, esrarlı (m ajik) olay ve olgularla İlgilenen b ir bilim .

11

SEMBOL: Simge. B elirli b ir insan, nesne, grup yada düşünceyi veya bunların birleşim ini tem sil eden, ya da bunların yerine geçen İLETİŞİM ÖĞESİ* dir. Osmanlıcası, remiz, alâm et, bir başka deyişle, bir nesnenin »malı olan, veya soyut bir şeyi göz önüne seren bir yaratık veya objedir. Ö rneğin, köpek sadakatin, terazi adaletin, (Pb) kim yada kurşun'un simgesi (sembolündür. Semboiızm'ın esasım oluşturan bir tanım ı d a şoyfe yapabiliriz: Temsili bir karşılığa uyarak, bir başka şeyi ifa d e eden, hazır olm ayan veya algılanm ası olanaksız olan bir şeyi, doğal b ir ortam da zihne davet eden her kişisel işaret (alâm et) b ir sem boldür. Bunlar, b ir desen, bir aygıt, resim, isim, tertip, diyalog, bir alegori, hatta bir kişi veya kuruluş o la b ilir. Sembol (simge) yakıştırmak, yansıtmak, benzetm ek, bir araya toplam ak olarakta tanım lanabilir. Bir sim genin kendisinin ne olduğu değil, iletm ek istediği mesaj önem lidir Masonlukta simgesel anlatım lar çok önem taşır. Simgeler, genel b ir sınıflam a He şu dört türde yapıbyoriar: -G rafik olarak: Hıristiyanlık b ir haçla, Hıritiyanlığın, uluslararası yardım örgütü Kızılhaç la, İslâm ülkelerinde ise Kızılay* la tem sil ediliyor. -Alfabetik olarak: Potasyum elem entinin simgesi (K), hidrojenin kİ (H) olduğu gibi. -Temsili olarak: A.B.D.nİn kim i zam an bir “Sam Am ca1*figürü He gösterilm esi. •Kimi zaman sim gelerle, sim gelenen arasında hiç bir benzerlik ve çağrışm a bağı bulunm am aktadır. Ö rneğin, m atem atikte sonsuzluğun simgesi sekiz rakamı yatık o c .A.B.D doları ise $ harfi ile gösterilm ektedir. Sembolizm (Sim gecilik) XIX.Yüzyıldo bir grup Fransız şairinin başlattığı bir akım olup, daha sonra resim ve tiyatro alanlarında da yayılmıştır. Simgelemeyi (Sembolize etm eyi), insanlom herhangi bir düzeyde beraber yaşam aları şeklinde de algtlodığım ız taktirde, sembol öğeskıl de, gene sem bolik b ir şekilde şöyle açıklayarak tanım konusunu bitirm ek istiyoruz: 14Sembol aslında iki parçaya bölünmüş b ir objedir. Bu parçalar, seramik, ahşap ya da m e tal... o la bilirle r." İki şahıs, örneğin, a la c a k lı, borçlu, m isafir, ev sahibi, iki hacı (din adam ı). Uzun süre ayrı kalocak olan İki insan, bu parçalardan birini kendilerinde m uhafaza ederler. Daha sonra bu parçalan

12

birbirlerine birleştirm e olanağı buldukları zam an, konukseverlik, dostluk, b o rç...g ib i bağlarım tekrar hatırlıyacaktardır. AMBLEM: Bir fileri ifade etm ek, m anevi veya fiziki yaratığı göstermek için kullanılan göze görünür bk figürdür. Buna özel işaret, alâm et veya remiz denilm ekledir .Ö rneğin, bayrak vatanın, defne dalı zafer1 in. kanatlı aslan Markos’ un am blem idir. Soyut veya somut olan herhangi bir şeyin yokluğunda onun yerini tutar. ATRİBU: Bazen bk gerçek, bazen de bir İm aj o la b ilir. Bir şahsın, birleşim in, m anevi b ir yaratığın farklı d a n yönlerini gösteren b ir işaretfk. Örneğin, kanat havacılığın, tekerlek bk dem kydu işletm esinin, topuz Herküfün, terazi adaletin atribüsüdür. Atribü, birçok şeyi bir arada anlatm aya yarayan karakteristik aksesuarlardır. APOKALİPS: Yeni Ahit1 in son kitabı. Havari St. Jean' nm dünyanın sonu ile ilg ili ifadelerini vahiy yduyta a lıp d ile getkdiği b ir bölüm . Apokalips1in İçinde geleceğin gizli ifa d e le r, sem bolik renk . sayı veya şekillerle açıklanmış gerçeklerine ilişkin tüm , bazen bir kısım, akim kabul edem ediği bulunm akladır. Hristiyanlığın olduğu g ib i Yahudi dininin de bir Apokalips11 bulunuyor. KÜLT: Tapım, tapınç. LİTURJİK: Dinsel törenlerle ilgin. FANATİK: Bağnaz. İKON: Görüntüsel gösterge. Kutsallığı ve tanrısallığı olan resim. İKONOGRAFİ: Bu tür sanat yapıtlarında İfade edilm ek istenilen konuların anlam ve kaynaklarının İncelenm esi... DİVİNtTE: Tanrılık, uiuhiyet. FALLİK: Erkek cinsel organı ile İlg ili d a n kavram .

GENİŞLETİLMİŞ AÇIKLAMA (Kaynak:Antİklopedtk,Metaf3sişİk Terimler Sözlüğü :Brgün AR9CDAL 1984)

EZOTERİZM Yunanca: E so te riko fd an : İçsel, iç .

13

E to th e o : G örüyorum , /ç te / otan, g iz li otan.

Alm anca

: Esot&rismus.

İngilizce

; Esotorism

Fransızca : Esotörism e. O vnanbca: BatırvMk.

Türkçe

: İçrekçMc.

Ruhçuluğa göre: Trans sırasında görm e ya da işitm e yoluyla bir medyum tarahndan alınan b ilg ile rin sadece e hille re aktankp öğretilm esi. Kişisel deneyle sağlanan içsel b ilg i, herkese anlatılam ayan, üçbuut ekşi b ir mekan ve zam andan gelen şuurlu etkilerin m eydana g e tird iğ i b ig i topluluğudur. Bu tür b ilg iyi sağkyan İç tecrübeler, üç boyutlu mekan ve zam ana a lt, d il He İfade edilem ezler. Soyul karakterli, dinsel n ite likli, sim geseldirler. VeH ve mürşitler bu d ftse l ezoterik bilgiyi teiapattk oiorak alırtor; bir tür vaNydk. Çağnmzda ezoterizm , inisiyeierin ilham lı bilgilerine dayalı b ir fetsefedk. S im g e ci* tem el İfade tarodtr. Ezoterizm'e göre: 1.

Tabiat ve bilim in bütün sstanru açıklayan b a tit ve evrensel b ir ifşaat vardr.

2.

Bu sır sadece inislyelere fg ttf MUJan şsytorin aç*fcvK*ğı «rar* sayıdaki timeeJer, başlayan, m ürit) em anet edkebüir.

3.

Siriann b ig tsir* en yüksek ruhani reislere ve dünya* nm g e çici sahiplerine ayıran b ir gelenek kesinSkle m evcuttur.

4.

Bu sstan İfade eden baa işaret ve geom etrik şekiller sürüp gelm iştir ve bunların sadece inisiyeief biVr.

.

OKÛLT - OKÜLTtZM Latince

:Occutfus

Alm anca .O kkutf - Okkutttsmus İngilizce

:O ccu tt -O ccutttsm e

Fransaca :O ccu0e - O ccuftizm e

14

Osmanbca:Gctfp ve g o y p .h a f! -İlm i g a y p m e rte ğ i Türkçe

.G izli - GizHbiHm.gtzNcIttk

G izlibilim ter denilince, eski geleneğin devam ını sağlayan ezoterik (bafcni) doktrin anlaşılm akladır. Ezoterik, b a tin i kelim esi “ya*ra c a ona katıianiarta anlamlan " olarak ele atınmabckr. M esela b ir mezhep, bk tarikat, bütün bildiklerini herkese açıklam ıyorsa, ezoteriktir. Bu g ib i gizli tutulan şeylerin açıklandığı kim selere de inistye (başlayan, isteyen arUam nda, m ürid] derler. Bu sırlara d a aynı b iim lerde "arkan* adı verümektecflr. GiztibDimcilik halk tarafından sİhİrbazMc. m üneccim lik, normal üstü kuvvetlerin kullanılışı, ckvperi He m ünasebet, büyücülük tarzında anlaşılmıştır. Asıl gizlibİlİmcUİk eski geleneklerin öğretHmeskfir. Bu gelenekler, b ilg ile r, üç esasa dayanıyordu: 1) Tek Tanrı fikri. 2) Reenkamasyon. 3)Tekamül. Batı dünyasının ezo^erizmi, inisiyasyonlan eski Mısır ezoterizmine dayanır. İntsvyasyon sade birtakım gizil b ilg ile rin ağızdan ağıza naklecüm esi değildir. Oküttizimin konusu: G enel olarak, ölüm ötesinde ve berisinde ne vard*?. Nereden g e lip , nereye gidiyoruz? Şu dünyadaki hayat taram a ne dmakcfir? Bunun İçin m akul b ir Ölçü var mıdır? Kendi kenefimizi ıslah ede b ilir miyiz? Doğa kuvvetlerinden yararlanm ayı nasd başarırız? ölüm ötesi âlem lerin yasatan nelerdir? Oküttizmin üç ana esası şudur: 1.

Afich.Hkeler koymuştur.

2.

D oğadaki tüm olaylar bu İlâhi Bkeler d a h lin d e m eydana gelir.

3.

İnsan doğadaki otayksria İâ h l ilkeler a ra m d aki orantılan tanım aya çalışarak yasaları araştınr.

(sayılan)

Oküttizmin araştrm a atarım da: Nekromansi (ruhlara danışarak gelecek hakkında insansı kaderini öğrenm e). Kabala (Yahudi mistisizmi), m aji (büyü, sihir), alşim i (simya Hmi). astroloji (yikfirio r Hmi) konulan da varefir. SEMBOL: Y utanca

:Symbolon.

15

Latince

rSym bolurn.signuTi.

AJm anca

-.Symbol.SinbHd

İngflizce

:?ym bol.

Fransızca

:Symbo*e,

Osm anlıca :Hm sal,rem iz,akım et. Türkçe

:Simge.

Temsili b ir karşılığa uyarak b ir başka şeyi eden, olm ayan veya algHanması İmkansız b ir şeyi d o ğ a l bir oranda zihne davet eden her kişisel işaret (dâm et), sem boldür. Bu ifa de , sem bolcülüğün esaem teşkl eden tanım dır. Edebiyat, şiir, resim, d ro e l metinler ve mriotaŞ semboAcükjğün en güzel örnekleri He doludur. Avam dan (bHgisiz topluluktan) sddam ak veya ona derin b ir mesele ya d a b ilg iyi basit şekilde aktarabim ek için , zorunlu olarak •em bolcülüğe gidilm iştir. Sembolik ifa de le r, yakn ofcvak anlatılm ak islenenin gerçek değeri ile antaştam ayocağı e netşedyti, m eydana g e tirilmiştir. Ya da, cinsel m etinlerde olduğu gtol. İnsan z tv M ı pelşm eri ve bHgtakıin artm a» gâzönüne aknarak m eydana getiriknişierdk. İnsan zihninin gelişm esi ve bilgisinin artm asına paralel olarak yeni yeni anlam lar kazanan ayetlerin içinde zfcredtten olaylar, s ıfa ia r, isim ler vs. birer semboMc İfade olabIHr. Aynca, sem bolik rüyaların yaşanrm zda büyük b ir yeri va rd r. Rüya yorum culuğu, sem bollerin çözüm lenm esi dem ektir. Sem bolertn b ir kısmı kesin anlam *, çözüm lenm iş ve akşılmışlv. D iğer b ir kum ise beliniz anlam lı, kapak ve yackrganan c instendk. Ofcülttam, ezolerizm , kökü eski geleneklere dayanan bazı doktrinler, bu sonuncusuna örnek*. Sem bollerin çözülm esi, antalm c* irtedM eri şvyt, anlam ı ortaya ç*a rtm c* yüzyılarca insanları meşgul etm iş*. Sem bol* İfadelerin kuHanrimasma sebep: gerçeklerin "te d riç” (bk şeydsn dğsrtne dereoe dereoe geçmek) BomI gereğince, derece derece anlaşrimae, va rfcktam zihinsel ve ruteal bk kcsmaşaya uğram ae, genel ve yafcn bk aNakm yokj olması, bazı gerçeklerin ankaşıknaencto vcrtğ e ı üstün bk ça b a sortelmesi g erekliği nedenlerinden Heri geknektedk. Sembol daim a, insaran hayal etm e ve kcM am a gücünü uyarıp kendkıe

16

uygun tarzda çâzüm lem eteıe gHmeskıe sebep olmuş, böyteoe ta rta antapşlor ve dolayısıyla farklı tekam ül yönleri ortaya çfcm tfhr.

ANKİTEDE SEMBOLİZM KAYIP KITA MU M.Ö. 70.000 yritannda Pasifik O kyanusutaa. bugünkü AnM erin bdm duğu bölgede, üzerinde 64.000.000 kadar Insaran yaşam m sürdürdüğü büyük bk kıf a bulunuyordu. (MU) adı verflen ve dünyaran en eski yerleyim merkezi alarak kednleyen bu k ıf a bugün denirin afhna göm ülü bulunuyor. İğle ta semboiz m hareketleri bu la f a üzerinde baylamıy ve yeşermişttr. O rada yaşayan İnsanlar tüm anlafcmtannı gök daim leri ve otam am izleyerek. gözlem lerini çeşM tlgür ve yekMer yardMmryla dMendkme ve yanetm a çabae içta d e yd ie r. Bunlann tem elinde , bugün bfle g e ç e rliğ in i sürdüren astronom i ve a s trd a i bem lerinin tem el ta fta m oluşturan bazı gerçekler bulunm aktaydı. Le c o n tn e n l p e rd u d e M u ve ya Le m o n d e o c c u tle d e M u (Kaybolmuş ve svtan keyfecSmerrav Mu la f ae ) a d n taşıyan eserle r yarckmryta ta n x*frm g bu en edd uygart* kdıntoanndan ele geçen tabletlerdeki semboAerin büyük b ir kem u m a n la tarafından deşifre edflm tf ve bu uygariıjşn 500 yılMc taıtk ıln tanmmaena yardvncı olm uştur. Elde edilen verfler, bugün andktopedHerde sadece (AJtanUs veya Attanttt) kayıp la f a diye sözü ecKen bu k# aran, gerçekken İnsanoğlunun anavataranm MU kıf ae olduğunu kanıtlayacak yeterikkecSr. Adı geçen ta b le tle r üzerinde sık sık rastlanan ve g aye t b a rit bk biçim de çüflm tş olan Hayat A ğacı ve yılan m otiflerine dayanarak, Adem ve Havva o fa yn n g e çtiğ i (Eden Bahçesi] nin d e bu k ıf a üzerinde olduğu Beri sürülm ekfedk...O y*a U, Esld Ahit aynı olay için Yukarı M ezopotam ya1 dan, yani G üneydoğu Anodotunun D ide ve Fırat nehirleri araenda kalan bölüm ünden, söz etm ektedr..A ncdc. O ta Am erikoda Yucatan ve G uatem ala arasındaki bölgede (320-626) ytfan arasında uygarlık kurmuş olan M aya1 lordan elde e tfle n ta b le tle rd e Mu laf asrun sular attm da kertem anlatan ifadelere rasflanrmştır. Ö te yandan, bu bölgeye komşu olan oda sakinlerinden Hawatt&er, Tanrmm Mdn iormczı topraktan erkeği yarattığm . sonra da burnundan üfleyerek; onun kem iğinden Havva' yi yaptığım , Tongoiuiar, ilk insanın oğlunun kardeşini öldürdüğünü, Polonezienler ve Yeni Zetandhtar ise, aşağı yukan Eski A hltte yaz* olduğu şekflde, Adem ve Havva, Habil ve Kabil otaytanm ankrim detodv. M.Ö.403 te Yunanlı ^am erefler

17

Mu alfabesindeki figürlerden esinlenerek A tina alfabesini Nitekim , bugünkü Yunan alfabesinin 12 nci h arfi (Mu) dur.

yaratm ışlardır.

Mu kıtlasında kullankan sem boller zam an İçinde, bütün ülkeleri olduğu kadar özellikle Hıristiyan sem bolizm ini bir hayli etkilem iş bulunuyor.

M ünun co ğ ra fi pozisyonu

SAYILAR G enel olarak NİCELİK kavram ının İçe rd iğ i tüm anlatım ları ifa d e eden bir sözcüktür. Buna karşın, SAYI, rakam ların söylenişi. Rakam, sayıların yazısı. ADET İse o sayının Hade e ttiğ i mfictar dem ektir. •

G erek baki inançlarda, gerekse büyü ve tılsım da, sayılara büyük yet ve önem ve rild iğ in i görüyoruz. Ö rneğin, sayı a d e d i yerine getirilm ezse başarısızlık nedeni sayılır; 3 kere tükürm ek, 4 yol ağzına göm m ek, 7 evden ip lik topiam ok. 40 gün yıkanm ak. 41 kere M aşallah...dem ek g ib i, uğur g e tiriciliğ in e İnanılan

18

»ayılar örf ve adetlerde adeta kökleşmişlerdir. G enelde. 3.7,9.40.41 rakam larında m a|ik (sihri) ve mtotik (taıovvufi) güçler olduğu kurgulanm ıştır. Tasavvuf, Tanrı konusunda gerçeğe k d p yoluyla ulaşHocağm kabU eden bir felsefedir. Bu açıdan, tarih boyunca toplum lar, kendilerine özgü inanç ve görenekler doğrultusunda, renkler, şekflerie olduğu kadar, sayılarında gizem li derinliklerine inm ek gereğini duyup oniaria sürakk haşır neşir olm uşlarda. Böytece sayılarda SEMBOLİZMİN (StMGEBİÜMİN) başfcca anahtarianndan b iri, yaygn bir felsefenin aracı ve aractsı olarak kcvşvmza çıkm aktodırior. iterild sayfalarda oçıklam alanna ayrıntılı otarak yer verdiğim iz sayftar içinde 3 ve 7 nin daha ya yg n olduğunu göreceğiz. Çünkü 3' ün TESLİS akidesiyle üşkisi bulunm aktodır. 7 sayısra gelince, bunu öncelikle gezegenlerin bilinen adedinin 7 oluşundan kaynaklandığa belirtm ek ve p d k d o ft yerini, Babil kültüründe çok gelişm iş olan astronom ide aram ak gerekiyor. Zira,Sabittiler büyülerinde sem avi [göksel] unsurların önem li rol oynadririanm sanmaktaydOar.

BİR (1) Bünyesinde tüm sayılan barındıran bk n ite liğ e sahipdr ve diğerlerinin oluşumunu sağlar. Hem tek, hem de kiktir; yani Tarm gtoidk, yaratıcıdır. Pers* a p alfabesinde Allah kelim esi, bu alfabenin Hk harfi olan eBf şeklnde yazılm akta olup, b ir ve tek olan kavramın sadece ABah'a özgü olduğu rotam ın* taşır. Ebced hesabı yaparken de e lifin değeri b ir olur. Bir say» prensibi ifa de eder ; evrendeki herşeyin kaynağı, diğer bir deyim le, hareket noktası ve kozmik varoluşun m erkezidk. Dünyada Ik yaratrlan insan olan Adem (adam ) de alfabenin ilk harfi d a n (A) He yazılır ve okunur. Islâm felsefesine göre, nasıl kİ bir4 in varlığını inkâr edem iyorsak. Afta hin varlığını do inkâr etm ek mümkün değildir. Zira O1 nu inkâr etm ek, herşeyden önce kendi variığınf kabul etm em e anlam ına getir. Bu yönden İslâm ç ift sayılardan çok, tek d a n sayıları benim ser. 3,5,7,33,41 ...g ib i sayılar daha çok dinsel yorum la ifgfti olurlar. Cami kubbelerinin üstündeki alem lerin atfında 3 küre bulunur. Sünnefİn tek yıllarda yaptim ası gereğine özen gösterilir...

19

C ebirde her saymm b ir halefi (sonra geleni] vardır. Ö rneğin, Ikininki üç. üçünkü dörttür...O ysa İd, b ir »ayısı hiç b ir »ayıdan oluşmarmşhr.. yani bir selefi (önceli) yoktur. A ntropologlara göre bir say», bir ayağı üstünde dikine durabilen yetenekten yaralanan tek yarahk olan İNSAN41 yansıtm aktadır. Sümer çivi yazwnda(Y) bir dem ektir. İki.üç...»ayılan ise bu çivi şeklînin çoğaltılm asıyla İfade edttiyor. Hint Arap

\t r t O ^ ' V A

Latin

I

\

4 II

Avrupa 1 2 3

i % «I IV

4

H $

t

V VI

VII

5 6

7

t

t

O

V. VIII IX

8 9

X

Y Y ~ , Y Y Y = 3...

10

ANahm b irliğ in e inanm akla başiryarak. İslâm inancım tem sil eden BİR* in Türkçede kullanılış yekti ve özettikleri bulunuyor. Ö rneğin, "Bir çok gidenin HERBİRİ, memnun kİ yerinden, BİRÇOK seneler g e çti, dönen yok seferinden " (Yahya Kemal Bayattı). Buradaki BİRÇOK şeklindeki ifade anlam lıdır. BİRAZ, ah BİR gelse, BİR 'de baktım ki, BİRAZ1 dan , bunu büyük BİR hoşnutlukta yaptım , bu ila ç BİREBİR g e ld i. BİRŞEY. BİRTAKIM, BİRİCİK, BİRLİK... Kısacası, BİR semboBc açıdan geniş anlam lan ve kuttanım akım olan bir sözcük.

İKİ (2) G enelde iki prensip orasında süregelen çekişm eleri yansıttığından, zrtkktar ve uyuşmazlığın sem bolü olarakta kullanılır. Birbirlerinin tam karşıtı olan biçim lerin sayısı ikid ir. Tere-yüz, yer-gök, ©rkek-dişi. gece-gündüz, att-üst, aşağıyukan. iç-dış... Bazen gerçekleştirilen bir dengeyi, sim etreyi, bazen de bir tehdidi ifa de e ttiğ i görülür. İnsan ilşkllerinde sürekli b ir şekilde varolan üstünlük.. sürtüşmeleri iki saytsımn zıtlık prensibiyle ilg ilid ir.

sağ-

sol,

aşagılrk-

Ö zellikle Afrika sembottzminin tem elinde daim a b ir ikilem e bulunm akta ve evrenin en başta gelen bir yasası olarak kabul edilm ektedir. O nlara göre, insan toplum lannda daim a iyiler ve kötüler, iki yüzlü insanlar g ib i, hemen her nesnenin b ir pozitif- gündüz ve negatif- g e c e olarak düşünülen b ir tarafı

20

bulunur. İki saytsı bölünm elerin İlki ve tem eticfir. Yaratan ve yaratılan , siyah- beyaz, ruh-m odde. g ib i diğer birçoğu hep Md* den doğar ve oluşurlar DişHHc prensiplerini içeren iki, antlkede hep ANALIK sem bolü olmuştur. Sembolizm tekniğinde ç ift olarak resim lendirilen yarakkkarda. ç ift başlı kartal, ç ift aslan üd yüzlü batta ve sfenkslerde görüldüğü g ib i, fazlalaştırılm ak, bir kat daha güçlendirilm ek istenen anlam a yöneNk bir am aç gizkdk. Bunun tam tersine, şayet bu yaratıklar Hdye bölünmüş g ib i gösterilm işlerse, o rta m sem bolik değerleri azatNm ş, güçleri tartm ak istenmiştir. Fonkjiyortan baiam tndan yaşam için yeterli olan organlar İnsan ve hayvanlarda tek olarak bulunm aktadır. Bunlar kalp, ağız , karaciğer, dalak, safra kesesi, .vb. ctfrier. D iğerleri ise hep ç ift olarak yaratılm ıştır. Böbrekler, akciğerler, göz ve kulaklar, burun d elikleri, e l ve kollar, bacaklar, ayaklam ikişer adet veya ç ift sayıda olm ası o rta m işlevlerini yapabilm ek için bazı fiziksel ve biyolojik kurattarm gereklerine uym a zorurtuğundcn Heri gelm ekte ve gövde üzerinde bir simetri ve denge unsuru oknaktodriar. Bunlardan birisi yitirtirse , d iğ eri onun görevini üstlenir ve yaşanın süreküğini sağlar. Ama kalp ve beyin tekdir, tüm fonkstyonlan düzenleyen, direktifler veren b ir Hder durumundocftr. Burtann yitirilm esi halinde düzen birden bozulur, yaşam sona e re r... Say» Hd olan nesne, b ir üç üncüyü yaratmocfcğı takdkde kısır kakr. Çocuksuz geçen evttliklerde olduğu g ib i, neslin gelişim i noktalanır... Özettikle doğu ülkelerinin halk kültürlerinde Hd sayısının özelliğinden oluşturulmuş bir hayli deyim bulunuyor, örneğin, şu ö lü m lü d ü n ya n ın Hd kapısı va r, b irisi g irm e ktd o ğ m a k), d iğ e ri ise çtkm a kjö im e k) için ...Ş u n u n şurasında Hd g ü n lü k öm rüm üz v a r... g ib i ölüm ve yaşam la ilg ili sözcüklerde yer atm akla beraber, czımsabcı anlam larda da kullam lm aktad».Ö rneğin,İki p a ra etm ez, Hd ç ift la f, İki lokm a ekm ek. Hd adım y o l, İki satır ya zı, IkJ d a k ik a ­ cık..D eğişm ez b ir gerçeği ifa d e etm ek islersek, iki kere Hdrtn dört e ttiğ in i

21

söylem eyi yeterli buluruz. Antik ça ğ la rd a gelenekleşm iş olan Ubasyonftannlara içki survna) törenlerinde şarap tasının iki diz üzerine çökerek iki ette tutulm asının da kinin sem bolik arv4ahmlanyta ilg ili olduğu ile ri sürülm ektedir.

ÜÇ (3) Antik çağlardan bu yana tüm dünyada tem el b ir sayı olarak be­ nimsenmiştir. Tannda, evrende ve insanda varolan bir düzeni ifa d e etm ektedir. Canlı yaratıklardaki üç ünitenin sentezini sağlar. Aritm etik dizide kozmik Hk tek sayı olarak yerini alan bir sayısı, GÖĞE (Uranos), yani eskiden gökte olduğuna İnanılan kozmik tanrıya özgüdür. İki ise YER TOPRAK (Gala) kr. Çünkü, dünyanın oluşum unda en önce gök vardı; yaşacağımız ortam İse daha sonra ortaya çıktı. Böytece üç sayısı b ir ve ikT yi birbirine bağlıyarak, YER-GÖK BİRLİĞİ* ni oluşturdu. Çinde Taozim felsefesinin tem el prensiplerinde Too' nun biri i, bir" in İd yİ , ikinin ise üç*ü yarattığı bulunuyor. Bu nedenle bk, yer ve göğün çocuğu d a n İNSAN' ı yansıttığndan, mükemmel bir sayı okvak kabul edttk, Greko­ rom en m itolojisinde d e şu üç kardeş var: Kronos1un oğdlan olan bu üç kardeş dünyayı aralarında paylaştılar; ZEU5(Jüpiter) göklerin ve yerin, POSEİDON(Neptün) okyanuriann, KAD£5(Vulkan) ise yeraltı dünyası olan cehennem lerin tanrısıydılar. Poseidon'un atrtbüsü üç tırnaktı bir yabadır. Belden aşağısı balık, üstü insan olarak betim lenen oğlu TRİTON1 un da e ln d e tuttuğu bu üçlü yaba, aslında İLAHİ TRİNİTF nin sim gesidir. Aynı sem bolü Hitit uygariığrKJo d a görm ekteyiz; fırtına tanrısı d a n Zeus1le özdeşleştirilen TESHÜP, elinde üçlü b ir yıldırım dem eti tutar. Hint tannlanndan SIVA* nm elindeki üçlü mızrak ve eski M artıların Danderah tapınağındaki zodiak (burçlar bölgesi) tablosunda d a karşılaştığınız bu kutsal ÜÇLEME TABLOSU, kim i araştırm acılara göre de, dunyamn yöneticisi sayılan SİRİUS üçlü yıldız sistemini ifade etm ektedir. Sirius astronom ide, kadir gecesi en parlak olarak görünen ve Kuranın NECM suresinde SİRA olarak isim lendirilen bir yıldızdır. Efesli A rte rn if in değişm ez kutsal sim gelerinden blride 3 sayısıdır. Bu sayı He Artemis' in üçlü karakteri d ile gelm ekte , onun hem kız, hem evli kodın hem de ana olarak, yaşam sürecinin bütününe olan eğem eniiği sim gelem ektedir. Sonuç olarak, Tanrı kavram ı İslâm dışındaki bütün dinlerde, b e lirli bir faz ve şekil İçinde kaidrak, ÜÇLEME İle betim tenm iştir. B ilindiği üzere , Hıristiyanlıkta Tann

22

üç kim liği olan BİR* ckr. Bu üçlem e Babo-Anne ve Ç ocuğun rolleri ortaya çıkm aktadır. TRİNİTE (Tesis) adı verilen bu esrariı prensip monoteizme (tek Tanrıya İnanm a) K atalitik mezhebi tarafından sunularak tanıtılm ış bulunuyor. Ancak. Baba. O ğul ve Ruhul Kudüs (kutsal ruh) anlam ına gelen teslis' in İslâm felsefesine aykırı düştüğünü, bu nedenle bazı yerlerde ve konularda üçgen m otifinden kaçrıridığını gözlüyoruz. HBtt m itolojisinde baş tann Teshüp, kana d a n ana tanrıça Hepatu (Artnna veya Hepet) İle oğulları Şarruma (Telepuni) yi üçlü bir grup olarak bulduğumuz g ib i. Hıristiyan ikonografisinde de çoğu kez üç adet olarak resim lendirilen şahıs ve objelerde, aynı mesajın verilm ek istendiği gözlenir. Ö rneğin, İsa peygam berin doğum unda onu kutlam ak için Kudüs1e gelen kahinler (bttcüer) üç kişiydiler. Bu sayı aynca O1 nun şu üç görevini de sim geliyordu: Dünyanın k ra lı, rahip ve peygam ber... Meryem tapınağa Mk takdim edikSğrnde üç yaşındaydı; (İKİNCİSİNDE 7 YAŞINA GİRMİŞTİ) Şeytan çölde Isa' yı Cıç yerde denedi. (Ekmek, tapm ak, kraldağ) Meryem ikonalarda görüldüğü g ib i, alnında ve her iki omuzunda birer yılda taşım aktadır. Bu işaretler O nun bakire, anne ve kodmkk vasıftannı sim­ gelem ektedirler. Ancak, alnında taşıdığı yıidam, Hintli kadınların gelenekleriyle ve KRIŞNA efsanesiyle iPintili olduğuda İleri sürülüyor. Duyarlı ve tartışm alı olan bu konunun üzerinde fazla eğilm eyeceğiz. Freucfie b irik te psikanalistlerin bir çoğu, üç sayıanm aynı zam anda bir cinsellik sem bolü olduğunda İddia etm işlerdir. Davut Peygam berin oğlu SALOMON (Hz. Süleyman)1un ünlü mühüründe de görüldüğü g ib i, tepe noktası aşağıda olan üçgen suyu ve dişiliği, tepesi yukarıda olan üçgen ise a le v i, yani erkek cinsiyeti betim lem ektedir. Nitekim, sembolizm ilkelerine göre su beyazdır, dişidir ve dalm a aşağıya düşer; alev ise kırmızıdır, erkektir ve daim a yukan çıkm ak ister... Üç sayısı günlük yaşantımızda bir şans ve denem e say» olarak bilinir. Tanrının hakkı üçtür denir. Şansım üç defa denem ek önerflir. Bir girişim de bulunurken b ir. iki, üç diye sayılır; çekirgenin ancak üç defa sıçrayabileceği, söylenir... Kitabın giriş bölüm ünde sözünü ettiğim iz ve ile rid e eşkenar üçgen açıklam asında da değineceğim iz g ib i, MU kıtasının sayısal sembolünün üç olduğu,çözülen tabletlerden öğrenilm iş bulunuyor...

23

Üç «oyanın insani oluşturan m adde, akıl vb ruhla okluğu g ib i, onun yafam ı tü re tin ce g e çird iğ i d o ğ m a , yaşam a ve ö lm e (dünya, kabir, ahret), fazkartyta Ufkisi olduğunu da söylem ek mümkün. Selçuktu-Osmanlı m im ari yapıttan kaprianrvn d tf yüzeylerinde çoğu kez üç adet ack verilen, yanm küreler bulunur. Kırşehir Hacı Bektaşi Velfnln türbetindeki çeşm ede suyun üç ayn deliklen a k ttğ n görüyoruz. MHdokde sözü e dile n dünyanın itte güzettik yarışması, üç güzel tanrıça arasında yapddı; A frodtt, Hera ve Atheoa...Bu olay Edremit civarındaki bugün KAZ DA&I olarak tanınan, bk d o ğ n d o ru ğ u ıd a gerçekleşti. Eski adı İDA olan bu isim de üç harften oluşuyor. K a t ın ise ayağı üç parçalıdır...Şüphesiz bunlar fantezi benzetiş ve rastlantılardır; am a nedense, çocuk m asalarında bir padişahın Hd veya d ört değ il de, hep üç kızının olduğundan söz ecfldiğini dintem işizdir I.. Üç1ün diğer sayılar araandaki yerinin önem ve özettiği üzerinde tamamen b ir rastlantı ürünü olm ayan başka örnekler de bdunm aktackr. Nitekim sonuçta üç sayısı bu yerini, yorum sal üretim lere çok açık d a n ve geom etrik atanların Bk ve Ukel d a n ÜÇGEN1İ yezatarak, ona terkedecekttr. Hıristiyan dünyan teslis1te ilg ili olduğundan, üç sayısma ve üçgene dinsel bir yaklaşanla, özel b ir yer ve önem veriyor. Nitekim bu olgu, devlet am blem i d an bayraklarında bite yansıtılm aya çahşMmıştH. Bu üNceteri den bazBarmm aşağıya çıkarılanların bayraktan ya üç renkli veya stilize haç m otifleri taştm aktadıriar. Bazılarında yttdc da bulunur; çünkü yıtdc tüm ideolojilerde ortak bir m otif dm uştur. Ancak hiç birinde hilâl yoktur. HRâl, sadece İslâm ülkelerine özgü bk am lem d a rak kalmıştır. Bu vesile ile Türk bayrağının şekillenm esi ile ilg i! olarak yapılan şu yoruma değinm ek istiyorum : B ilindiği üzere, bayrağım ız Kosova M eydan muha­ rebesinden sonra kırmızı zemin üzerine Ay ve Yılda yerieştirflerek gelenekseHeştirilm lfttr A ncak bu konuda önem li d a n husus hitâr in Allah1a olan im anı, yridmn ise Peygam bere bağlılığı ita de etm esidir. Nitekim Peygamberimizin ismi Arap harfleriyle yaak*ğ«ıda BEŞ çıkıntıdan oluşan YILDIZ şekli ortaya çıkar. HİLÂL ise Allah lafzı ile aynı harflerle yazıta. Ebcet hesabı Be de aynıdır. Kelime' i Tevhcfln rem zidir, 2 la m , 1 e lif ve bir de "he” den oluşmuştur.

24

üç renkli bayrağı otan devletler: H ollanda, Romanya, Lüksemburg, Çekoslovakya. Yugoslavya. Fransa, Belçika, Amerika , İrlanda, M acaristan, İtalya. Alm anya. Bulgaristan...H aç m otifli bayrağı olanlar: İsveç. Norveç, İsviçre, İzlanda, Ingiltere, Yunanistan, Danim arka, Finlandiya, Avusturatya, D om inik...tir.

Ni

N

25

(•a* nr> doğum unu kutlam ak için k/al H erodün huzuruna gelen m üneccim lerin ıaytti(3 ) tür. (Yaşlı,orta yt-şlı ve genç görünüm lü)

DÖRT (4) İki1 nin karesinden oluştu­ ğundan, gelişm iş bir sayı olarak kabul e d ilir. Kare ise m addede eşitlik ve dengeyi sağlam aktadır. Bu nedenle, tarih öncesi ça ğlarda dört sayısı daim a sağlam lık ve duyarlık gösteren b ir sembol olarak, kullanılm ıştır. Dört ede sarılmak deyim inde,fazlalaştırılm ış b irgücün yardım ıyla yapılan bir girişim de koda sağlam lığı ve kararlılığın varlığı,vurgulanm ak istenir. Bir m eridiyenie bir paralelin kesişmesi dünya küresini dört eşit sektöre aymr. Bu nedenle olmakdır ki. tüm dünyayı kastettiğim izde, dünyanın dört bucağı denz. Eskiden krallar, im paratorlar, ünlerini, dört denizin h a kim i diye, duyururlardı. Dört, ilk olarak kare sonra da, on sayısı de ilişkilidir. Çünkü Pitagor dörtlüsü şu Hk dört sayının toplam ından oluşm aktodır: 1+ 2+ 3+ 4= 10. Kendi konusunda da değinileceği g ib i, KARE şekil olarak, sembolizmde DÜNYA KÜRESİ1ni sim geler. Sayılar dört olan verilerle, canb ve cansa varlıklardan ftk akla gelenler şunlar: Dört tem el yön (doğu, batı, kuzey, güney), dört mevsim, dört tem el zaman süreci (gün, hafta, ay, yıl) ayın dört fazı, je o lo jik oluşum sırasıyla, dünyayı yaratan dört tem el elem an (hava, ateş, su ve toprak), bitkilerin dört parçası (kök, gövde, çiçek, meyve), kalbin dört bölm esi, canlıların dört türü (sürüngenler, kuşlar, dört ayak üstünde yürüyenler), insan yaşam ındaki dört evre (çocukluk, gençlik. olgunluk ve İhtiyarlık), cennetin dört nehri ve kapısı, haçın dört kolu, dört İn cil yazan ve dört halife, Kudüs'ün dört duvarı 12 İsrail aşiretinin dört kampı (bunların her üçlü grubu, aslan, İnsan, boğa ve kartal

26

am blem leriyle beMrtenmiştk), Dünyanın ilk insanı Adem (Adam) sözcüğünde olduğu g ib i, AHah anlam ına gelen (YHVH) sözcüğünde de dört harf bulunuyor. Yahudi geleneğine göre, h ırtla rd a n (Y) insan, (H) aslan, (V) boğa ve (H) katar tn karşriığıdtf. Hginç b ir Hişki kurularak, dört İn cil yazan da bu am blert derle bettm iendlriim işiefcUr : Markos aslan, Mathİeu insan, Luc boğa, Jean ise kartaldır. Bu 4 hayvan ( insan dahil) zodiak bandının 4 esas burcuna tekabül etm ektedir. Boğa, astan, insan ve kartal. Tüm bu dörttü bir TAMAMtYETİ ifa d e eder. İncil İnanana göre Tanrı dünyada kendisine yardvn etmesi am acıyla DÖRT m elek görevtendkm i; ve her birini bir ana yöne gönderm iştir. Bir çok din adam ı uzayda keşfedilen bu dört noktanın birleştirildiğinde m utlaka b ir d in i anlam ifade edeceği konusunda ısrar ediyor. M evlevi dervişleri (semazenier) sema1yi dört aşam ada yapariardı. Bu sayı* nm, dört mevsim evresini olduğu g ib i, insanı oluşturan dört ana m addeyi betim lediği öne sürülür. Dört insan vücudunun sem bolizm inde, ikinci katı oluşturur. İnsanın bu kattaki beden şeması ise b ir dikdörtgen* d r. Dört, istikrar, oturganlık sağkyan bir kem iyettir. Dört duvarın bir eve planiık yapm ası g ib i, İnsanın ikinci katı da onun OLMA kattd*. Dörtgen her yanı kapalı bir d ö l ya tağ ı, ya da bir mezar olarak düşünülür.

BEŞ (5) Aritm etik sayı çizisinde İlk ç ift ve tek sayısının toplam ından oluşmuştur (2 + 3 *5 ). Kutsal 60 sayısının 1/12 sicSr. Öte yandan, itk dokuz sayının ortasında bulunması nedeniyle, beş sayısında varolan bu birteştiricHik ve merkezilik özettiği, onun m adde ve biçim de bir denge ve uyum sağladığı görüşünü ortaya koyuyor. Romen rakam ı ile gösterilen (X) harfinin üst kısmı (V) beş olup, On' un yarısıdır. Dünyanın eski uygarMdannın sem bolizm inde, O rta Amerika, Afrika, Çin, H indB fan...da yaşayan Dogoniar, M ayalar. Aztekler, B am bariar...da saptandığı g ib i, genel olarak, tek sayılar ERKEK, ç ift sayılar ise hep DİŞİ olarak değeriendritm iştir. Bu görüşün ışığı atfında beş1 in dişi İki İle erkek olan Üç1 ü

27

eşleştirdiğini görm ekteyiz. Ö te yandan, Uci say» dişi ve dünyevi (dünyaya ait) üç ise erkek ve sem avi (göğe a it) olduğundan, beş aynı zam anda yerle göğü de birleştiriyor. Beşte hem erkek, hem dişi prensip bulunduğundan Hd cinsiyetti (androgyne) (androjln) b ir sayı yani hünsalbğın da b ir sembolü olarak kabul edUmiştir. Beş sayısı İle HgiK şu yorum ve yaklaşım lar var: İslâm da beş vakit namaz, İslâmm 5 şartı, perşem be günün haftanın 5. günü olm ası nedeniyle uğurlu sayılması, ekim m evsim inin başlangıcı olan Mayıs* m y *n beşinci ayı olması, beş duyu organım ız, e l ve ayaklarda beşer parm ak bulunuşu, Insanm 1 baş, 2 kol ve 2 de ayaklar olm ak üzere, beş yön veya üç noktasına sahip bulunması, İsa1 nm ç a rm h a g erild iğ in de beş yerinden yaralanm ası, yaradtkş söylencesi (Genes) ne göre, bahklann ve uçucu hayvanların beşinci gün yaratıldıktan... Beş sayısının insan sem bolize e ttiğ in i Heri süren görüşe göre, insan, kollan oçık yatmış durum da, düzgün b ir kare içine yerteşttriiebilm ektir. Birleştirme noktası göğüsün tam ortasında bulunan enine ve dikine çizilen eksenler bu kare içinde bir HAÇ oluşturduğundan, şayet kare dünyanın sembolü ise İnsan da bu dünya içinde b ir haç, veya bu dünya insan için b ir haç' ttr deniyor.. Örnek olarak Ç in 'd e hayatm bir beşgen yani p e n ta g ra m olduğu ve bu beşgenin her b ir köşesinde hayatm devam ını soğkyan elem entlerin birinin varolduğuna inanılır. Bu beş önem li elem ent yer, su, ateş, m etal ve tahtadır. Bu beş elem an da, tıpkı beşgenin noktalan g ib i, birbirlerine boğİKkriar. Yer suyu em er. Su ateşi söndürür. Ateş m etali e ritir. M etal tahtayı keser, tahta ise topraktan büyür. Eski Ç in ' de doğan bu görüş daha sonra İslâm d in in d e de kendine ta ra fta r bulmuş ve kutsal kabul edilm iştir. Ekte bulunan beş parm ağın her biri beş İslâm büyüğünü tem sil eder. Bu kişiler Hz.Muhammed, Hz.Fatma, Hz.Ali, Hz. Haşan ve Hz. Hüseytn1d ir. i Bu işaretin özelikle hazan önlediğine dair kuvvetti b ir inanç günümüzde dahi oldukça yaygındır. İslâm iyette de beşin çok önem li bir yeri vardır. Ö zelikte F atm a' nm e l

28

olarak a d la n a n la rı çekin bütün herkesi tehlikelerden koruduğuna tnamUr. BEŞ rakam ı doğada kendini oldukça b e lli eder. Ö rneğin çiçeklerin taç yapraklan genellikle BEŞ tanedir. Açk tanrısı Eros1 un uğurlu rakam ının beş olduğuna inandır, bir çok edebiyat eserinde aşkın tanım yapılırken bir beşgene benzetilir Birçok kültürde ise aşkı ve e vliliğ i tem sil eder. E vliliği tem sil etm esinin en büyük sebebi ise yine beşin İlciyle üçün toplam ı olm asına dayanır. M atem atikte üç tek olduğundan erkeği, iki de ç ift olduğu için dişiyi temsil ettiğinden evlilik de beş de evlilik g ib i b ir erkeğin ve b ir dişinin birleşmesi olarak görülür. Ünlü filozof D f.Jung ise bu rcdcamm insan doğasına uyum soğlryabken tek rakam olduğunu id c ia etm ektedir. A lm an düşünür G o e fh e ise b ir yazanda id d ia ettiğinden farklı olarak BEŞİN b ir e vlilik için en kutsal sayı olduğunu belirtm iştir. Beş, pttogor tarafından süriem e say» olarak tanım lanm ıştır; çünkü eşkenar bir beşgenin içine gene beş köşeli b ir yılda çizikJğinde. çok sayıda üçgenler üretilm ektedir. Bütün noktalar birleşik olm asına rağm en birb irlerine son derece uzaktırlar ve her türlü yabancı şekftle uyum sağlam aya uygundurlar. Pttogor ekolünün mistik (gizem ci) lerine göre, beş köşeli yılda yaşamın ve sağlığın bir sim gesiydi. Babilde ise yiyeceklerin konulup korunduğu toprak kaplar üzerine beş köşeli bir yılda çizilm e geleneğinin yaygın bir şekilde sürdürüldüğü saptanm ıştır. Bu biçim deki m otifin yiyeceklerin bozulmamasını sağlodığına inanılıyordu. Beşgen üzerine kurulu süsleme düzeninin M.Ö.VI-V. yüzyıllardan itibaren, özellikle tapm ak cepheleri ve Likya kaya m ezarlarının krallar ve önem li kişiler İçin yapılanlarında, uygulanchğını görm ekteyiz. A.B.D. deki Beyaz Saray PENTAGON (beş köşeli) oiarakta adlandırılıyor Altı -ayı*ı en küçük yetkin sayıdır;Kendlal dışındaki tüm tanaavı çarpanlarının toplamına «çittir.Örneğin:

< 6*ıx<;x3« 1*2+3 )

ALTI (6) İki ile üç' ün, bu kez, çarpım larıyla oluşuyor. Altı sayısı GRAFİK SEMBOLİZM*

29

de b ir altıgen ve onun yarattığı attı köşeli yıldaki özdeştirilm ektedlr Satamon’ un mühürü veya D avkf in kalkanı denilen ve bugün İsraUin ulusal am blem i olan bu yılda, ters yönde iç içe geçm iş iki eşkenar üçgenden oluşuyor ve SU ile ATEŞ arasındaki dengeyi işaret ediyor. Diğer bir deyi^ie, birbirinin karşıtı üa şeyi birleştiren bir şekil olduğu g ib i, dikine duran üçgenin ayna görevini yapan su üzerindeki ters görünümü yönetiyor. Saiamon' un mühürü şeklinde g örülebileceği g ib i, tepe noktası yukarıda d a n üçgen. Hıristiyan ikonografisinde İsa* n n tanrısal karakterini betim lem ektedir. Tepe noktası aşağıda olan üçgen ise bu karakterin O* NÜN fiziki ve insalctl görünümünde yansıdığını hatırlatır g ib id ir... Altı, diğer ç ift sayılar g ib i, ay1n çevrim sel hareketi ile Hşkisi kurularak, DİŞİ bir sayı olarak yorum lanır. A ltıgen' in doğurtucu-dşi b ir sayı olm ası nedeniyledir ki, İslâm m im ari ve süsleme sanatında bolca kurtanıidığını görmekteyiz^Aftgen metnine batana)

Dünyanın attı günde yaratılm ış olm asından dolayı özei değeri d a n altıdan, Hıristiyan m etinlerinde bazen b ir günah sayısı olarak söz e d ik Bu b a ti inancın, Neron1 un Romanın artm a im paratoru olm asından kaynaklandığı sanılm aktadır. Attı, fiziki aştan tanrıçası Afrodit(Venüs) in de sayısı olmuştur. İnsan vücudunda 6 hayati nokta butunm akfod*. Attı ile ügHi semboBk değerterin Sümer ülkesinden kaynaklandığı İleri sürülüyor. Attı, bugün dahi g e çe rliliğ in i koruyan MASONJK YAPICI' yı (Grand Batisseur) betim ler. A yn zam anda istikrana hakbilirtğin , sağduyunun, adaletin, doğ­ ruluğun d a bir işareti dmuştur^Bta. G hortt oç*tom ost) Eski sistem lere göre ALTI rakam ı bölenlerin hem toplam ı, hem de çarpım ı kendisine eşit olduğundan dolayı d a b ile ce k en mükemmel sayıdır. 1, 2 ve 3 rakam ları birbirieriyte toptancfcğında ya d a çarpıldığında ALTI sonucunu veririer. Aynı zam anda İHc çişi rakam d a n İkinin ve erkek rakam d an üçün çarpım ları da altı eder. Bu kısacık anlatım la bütün geom etrik şekillerin alanının hesaplanm asında büyük rd oynar. Din açısından d a ALTI rakam ı oldukça önem lidir. TanrT mn dünyayı ALTI günde yarattığından yola çıkan din odom lan bu rakam ın en kutsd sayı olduğu

30

konusunda g örü; b irliğ i Içtndedtoer. Ama ünlü M aurus konuya şöyle b ir yorum getirm iştir:

b ir düşünür olan H rabanus

"A ltı rakam ı, Tann d ün ya yı a ttı g ü n d e y a ra ttığ ı iç in m ükem m el d e ğ ild ir. A ttı za te n m ükem m el b ir sayı o ld u ğ u iç in Tann d ü n ya ya a ttı g ü n d e yaratnm ştır."A ugustine ne altının bölenlerinin de bu yaratılışta rol oynadığını id d ia etm ektedir. Buna göre Tann ilk gün ışığı yarattı. İkinci ve üçüncü gün yeri ve cenneti, son üç günde ise canlıian, yani bütün hayvanlan, b itkile ri, kadmı ve erkeği yarattı. Bu ALTI günlük yaratılış doktrini halen etkilerini sürdürm ektedir. Tann1 mn geriye kalan bir günde dinlencfiği düşünülerek haftanın attı günü hemen hemen her ülkede çalışm a günüyken geriye kakan b ir gün dinlenm eye aynlmıştır. Dünyamn b ir çok yerinde ç iftç ile r tartakannı altı yıl ektikten sonra bir yıl dinlenm eye bırakırlar ve sonraki sene daha fazla ekin alm ayı am açlarlar. Hıristiyanlıkta ALTI rakamının özel bir yeri v a rd r Çünkü İsa haftanın altıncı gününde ve günün a tfın a saatinde çarm ıha gerilm iştir. Günün altıncı saati Latincedeki ism iyle sexta daha sonra siesta, yani kısa dinlenm e uykusu anlam ında kuNonıimaktadır.

YEDİ (7) 3 + 4 = 7

he t,a raKtutiarı yedi harftir» I,V,I,L(C,D,K

Ö teden beri yapılan yorum, yaklaşım ve yakıştırm alar, diğerlerine oranla bir hayli kabank. Yedi, dizinin en çok konuşan ve konuşturan bir sayısı...En başta yedi Tann ile dünyayı birleştiren bir sayı olarak tanınıyor. Çünkü üç, TESLİS (üçlem e) olduğu g ib i, YARATAN, YAŞATAN ve ÖLDÜREN' in dört İse. HAVA, ATEŞ, SU ve TOPRAK elemankannnın oluşturduğu DÜNYA* mn sayısı ve sim gesidir. Atomik yapının asal sayısıdır. Diğer b ir yaklaşım la, yedi1 nin yerle göğü birleştiren bir sayı olduğunu da soyliyeblliyoru 2. Bu anlam da, dört dünyanın tem el yönleri (doğu, batı, kuzey .güney), üç ise gök' le bağlantılıdır.

31

Yedi, hareket h aind e ki evrenin olduğu g ib i, u z a / ın ve zam an' r ı toptam ru da sim geler. Bu bakım dan APOKALIPS1 in şifreli bk sayısı olmuştur. Yedi ayn zam anda GÜNEŞ1 e a it olup ERKEK cinsiyete sahip bk sayıdır. Ay norm al devrini tam am larken d ö rt periyod g e çirir; bunlardan herbki yedişer gün olup devir 28 nci gün sona erer. İlk yedi sayının aritm etik toplam ı olan 28 sayısı (1 + 2 + 3 + 4 + 5 + 6 + 7 = 2 8 ) a yn zam anda belirti bir sürenin b itip pozitif bir yenilenm enin başlangıcı, yani yeni bk ÜRETİM DÖNEMİ1 nin başlam asıdır ki, ka d m la m ADET GÖRME dönem i iie bağdaştmknaktacfcr. Yedi sayısına ilişkin varlıklar, olaylar, aksiyonlar, gelenek ve göreneklerden bazıları da şunlardır: Haftanın yedi günü var. Dünya altı günde yaratıfmış ve bir haftanın altı a ktif günü sonunda olduğu gibi, yedinci gün kutsal saytkp, ibadet ve cinlenm eye ayrılm ıştır. Nuh pey­ B * D gam berin çocuklarım , karam ve çocuklarının kanianm da alarak yaptığı gem iye bindikten ye d gün sonra, tufan yağm urlarının yağm aya başlam ası ve gem isine ye d değişik cinste hayvan alm ası, Tevratta sözü edilen b ir efsane olmuştur. M itoloji sayfaiannda ise şu ola y ve geleneklere yer veriliyor: HerküT ün öldürm eyi başardığı Hydra adlı canavarın ve cehennem şeytanı SATAN m yedi başı vardı. G ene HerküT ün kopararak ölümsüzlüğü hakettiği elm aların b ittiğ i cennet bahçesinde bekçilik yapan ince sesli peri kızlan (Hesperitler) in sayısı yedidir. ApolkxV a tapınm a törenleri özelHkie ayın yedinci günleri yapılm aktaydı. Çünkü A pollon b ir güneş tanrısı olduğundan, erkek cinsiyetti d a n yedi sayısı, güneşin olduğu g ib i, onun da b ir sim gesiydi. Apollon tapm aklarının üzerinde İnşa e d ild iğ i platform (krepis) Didim 1de görüldüğü gibi, yapmm üç tarafını çevirm ekte ve yedi basam ak üzerine kurulu bulunuyor. Büroda, tapınağın, 4+3* ten oluşan ve yerle göğü birleştiren bir kaide üzerinde bulunmasının, dünya ve ahret (gök) inancı ile ilişkili olduğunu söylemek her ne kadar fantezi (düşsel) b ir yorum oluyor sa da .sem bolik form ül ve kurallara aykırı düşmüyor. Nemrut Dağı üzerindeki kral Antrokos1un göm ülü olduğu tümülüsün

32

doğu ve batı teradarm da. mezarın kötü ruhlara karşı m anevi koruyuculuğunu yapan tanrı ve tannçatann «ayısı (7x2) dk. Anoddu* da ANA TANRIÇA kültü (tapm ç, İbadet) ve anaerkN bir toplum düzeninin egem en olduğu çağda, Niobe isim i ve yedi oğlu bdunan bk kocfcn var. Niobe M anisa yörednde doğmuş ve Ukya1 ran ana tanrıçası Leto ile beraber büyüyerek ona arkadaşlık yapm ıştır. Oğuüanm ^ootton, kızlarını ise Artemis öldürür, sonra kendisi, tanrı buyruğu ile , taş kesMr. G erçekten bugün M a n in 1d a kadın yüzüne benzeyen b ir kaya bulunuyor, adı AĞLAYAN KAYA ;çunkü gözyertndeki oyıidardan su ezm dcta... Bunun biraz Merisinde başka bir kaya bulunuyor, bu da gene b ir ana tannça olan K İK LE ye a it b ir anıt. G eleneksel mesir m acunu bayram ları burada kutlanıyor. M erir macunu atknöa, yörede bukjnan t * ftatfanede atai hattakjn veya ztfıkee/ özürleri otan hartalara meşgukyet yokjyta uygulanan bir tedavi yöntemiydi. HaSdar bu baharattan renkleri, koku ve takanno göm apranc*, oyakjnmcktaydkar. Hıristiyan ve İslâm toplum lannın geleneklerinde YEDİ UYUYANLAR efsanesinden söz e d ilir. Bu olay Hetsüycnk» için Efes1te , İslâm içinse, Tarsus veya Afşin1d e geçm iştk. Yedi tte ttgM ciğ e r yddaştfTttar şu n la r: Hayat ağacı* nm y e d olduğu kabU edNen d a l s a y *, gülün dbindeld tüfeyç yapraklanan say», göğün ve yerin y e d katı, m eleklerin ye d trom peti, gök kuşağnn ye d rengi (sonutcu olan beyaz, d iğer attıran bk sentezldr.). müzttc gam ındaki y e d nala (yedW n m addenin btte tem elini oiuşturan bir tttreşkn regülatörü olduğunu kanıtlar), 7 renk 7 notaya tekabül eder. Çünkü her notaran ve her rengin fizikte betti bk frekansı va rd r. Mekke1deki cam inin yedi m inare*, Kabe1nin etrafında yedi kere dönm ek ve A rafata ye d kere g id ip gelm ek. İslâm iyet inanana göre 7 ana günahın bulunuşu, Süftzm1e göre Tanrının insanları gözetlem esi için yedgoze sahip oluşu, Anadolu1da kurulan itte y e d Hıristiyan cem aatı (yedi kittse), Buda* ran doğduktan sonra ye d adım yürüm e*, Hıristiyan .ikonografisinde, İn cild e sözü edknem esine karşın, çocuk Meryem' in yünjm e çabası İçinde attığı itte ye d adım a ayrı b ir önem verilm iş ve bu olay Kariye müzesinde görüldüğü g ib i resim lendirilm iş bulunuyor. Yokmd cem aatı 7 Nisan1dan başlayarak yedi gün süre tte mayasız ekm ek (hamursuz) bayram yapm cfctodriar. Yed sayısı İn cir de birçok kez, Tevratta İse 77 kez kuttarakraşhr. Zekartya peygam ber Tanrı1ran yecji gözü

33

gözü okluğunu fo d e etm iş*. Azb Jean (Yuhanna) İn d in anahtar sayw olduğundan. bu İncit yedi m ühürle kapatılm ıştır. Fatiha suresinde yedi ayet bulunm aktadır. Ruhun. Ölünün yanında yedi gün beklediğine inanrim aktodk. Salomon1 un tapınağındaki kutsal şamdanın yedi kolu vardır. Boyun kem iklerinin (vertabra) ve vücudum uzda bulunan deliklerin sayın yedr dk. O peratörler kann am eliyatı yaparken 7 tabakayı kestiklerini söylem işlerdif. YedT nin ilk ve son peygam berlerden en önem lisi olanlarının sayısı olduğu d a ile ri sürülm ektedir; bunlar, kendilerine özgü sim gesel renkleriyle, Adem (m at siyah). Nuh (m avi). İbrahim (kırmızı). Musa (beyaz), İsa (parlak siyah), ve Hz. Muhammet (yeşi) dir. Ö zellikle namaz seccadeleri yedi bordürie çevrelenir ve cennetin yedi katının anlatım ı am oçianckğı gibi burada 3+4 Tanrı He doğayı birleştiren b ir sayı olur. Eski Roma g ib i, İstanbul (Konstantinopoks) te özellikle yedi tepe üzerinde kurulmuştur. Suttan cam ilerim izin bazHanran Süleym aniye(1550*1557), Bursa YeşH Camii (1412-1419), Suttan Ahmet Cam ii(1609-1616). Kahkedekl Muhammed Ak Cam ü(l 830-1837) inşoaftanmnn yedi yıl sürmüş oim ae dHckkat ç e k fc k fr Kudüs'teki Salomon tapınoğı d a yedi yılda btörHmişti..Kazablanka (Fas) daki Kral Haşan İt. C am ilnkı inşaatı da 7 yıl sürm üştür(l 990-1997) ve 120.000 kişlUk kapasitesiyte dünyanın en büyük cam iisi olarak tanrtılm aktac*. Islâm iyette de yedi oldukça önem lidir. Yedinin dişi dört He erkek üçün toplam ı olduğu gâzönünü alınarak yapılan incelem elerde Fatiha suresinin bu özeliklere uyduğu anlaşılm ıştır. F aflha'rvn YEDİ ayetinden dördü İnsanlığın İhtiyaçlarını .geriye kalan üçü ise Tann' ya seslenmeyi içerm ektedir. . La Nahe illa A lla h M uham m eden rasul A lla h (A lla h b ird ir,M u h a m m e d onun e lç is id ir) sözü de yedi kelim eden oluşm aktadır. Kurann K erim 'e göre Allah dünyayı ve cenneti YEDİ kat olarak yaratm ıştır. Hac mev­ sim inde MekkeYe giden Müslümanların hacı

34

sıfatı atabilm ek için K a b e 'yi YEDİ kas tavaf atm ak zorundodstar. İskbmiyahakj bir başka inanca göre İsa YEDİ ana günah vcrd *. Ç in' da haklarında b ir çok efsane bulunan YEDİ uyurlar Kuran1da da yer akroştardu. Ülkelere göre İnançlar d a d e ğ iş ik * gösterebüm ekledl!. Örneğin genel olarak keçinin dokuz canı olduğuna dak kam İra n 'd a YEDİ olarak karşm aa çfcm aktacftr. Kediler yavrularını YEDİ ayrı yerde em zirirler. Tartfntn evreni a ltı günde yarattığı ve yedinci günde dinlenciği inancı da dkkatteri bir kere daha bu rakam ın üzerine çeker.

SEKİZ (8) Antik çağlarda SEKİZ rcAarm sadece m atem atiksel açılardan önem kazanmıştı. Ö rneğin birden büyük bütün tek sayılann karesi akncfrğmda sonucun b ir eksiğinin sekizin bir katı olduğu keşfedilm işti. (Örneğin beşin ko m i olan 251n bir eksiği sekizin üç kah etm ektedk.) SEKİZ köşe! bir geom etrik şekü olan oktagon ise m im aride her zam an için önem li b ir form olarak kakmştır. Daha sonraki y ılo rd a SEKİZ m atem atiksel b ir kavram olm aktan çok daha fazla şey ifa de e ttiğ i anlaşılrmştır. O ldukça eskiye dayanan araştırm alarda eski Babkde sekizin en uğurlu sayı olarak kabul edfcftği ortaya çıkmıştır .Dabh tapm aklarında p utla r sekiz penceresi olan karanlık odalarda muhafaza edhirierdi Sekizin cennetle olan İlişkisinin de bu inançtan Heri g e ld iğ i sanılm aktadır. Daha sonraki çağlarda do sekizin cenneti temsk ettiğine d air İnanç sürmüştür. Müslüman inanana göre SEKİZ cennet ve SEKİZ cehennem vardv. Bunun sebebi ise A llah1ın m erham etinin gazabm dan çok daha büyük olduğuna d air inançtır. Musevi in a na n a göre SEKİZ rakamı saflaşm ayı tem sil eder. Bunun ya n m a vücudun sekizinci günde toprağa karışmaya başladığına da inanılır. Hrötryanİık' ta bu rakkamtn bu derece özen kazanmasmm bir başka sebebi ise İsa* ran Yunanca söylenişi olan İHESOYS un nümerik değerlerinin 888' e eşit oim asdtr. Budizm1de de sekiz önem li bir yer tutar. SEKİZ yapraklı lotus çiçeğinin

35

güzellik ve şanş getircfcğine <*»r inanç da buradan gelm ektedir. Ç in' de de Konfüçyüı inancına göre sekizin önem i b ir yeri vardır. Çünkü SEKİZ dördün yani mükemmel yaratılm rç dünyayı tem sil eden sayının katıdır. Çin inam şro göre sekiz vücudun evrelerine de önem li ttr yer tutar. Buna göre, bir bebek sekiz aylıkken diş ■çıkarm aya başlar. Sekizinci yaşında onlan kaybetm eye başlar. Sekizin katı otan 16 yaşında erişkinliğe ulaşır. Seksüel gücünü ise gene sekizin katı otan 64 yaşında kaybeder. Güneş ışınlan dünyaya sekiz dakikada gelm ektedir. Bu bakım dan kozmik dengenin say» atarak kabul edHir. A raba tekerleklerinde dngün g e çtiğ i merkezi parçayı tekerleğin çem berine birleştiren dem lerin say» sekizdir. İSPİT adı verilen bu tş rta r, dönüşü sırasında tekerleğe denge sağlamaktacfer. Sekizgenin ruhunda d a aynı özellik bulunm aktadır. Yan yatırtm ış sekiz (D) sonsuzluk, sımrsc, bitim siz dem ektir. Sekizgen (oktogan), biçim atarak kare ite daire arasında b ir görünüme sahip olduğundan, dünya (yer) He (gök) arasndaki b ağ la n tın a geçiş evresini de sim geler. Dördü ana, d iğer dördü ta li (aracı) olm ak üzere RÜZGAR GÜILT nü oluşturan yönlerin say» sefcizdk. Sekiz say» iki’ nin küpü ve iki ite dördün çarpm rsndan oluştuğundan. İki ve d ö rt sayıtanmn karakterine sahiptir. Ezoterik ekole göre, sekiz yediden sonra gelen sayı olm ası nedeniyle, REZÜRREKSİYON (diriliş, yeni br yaşam ın başlam ası) ve TRANSFİGURASYON (şekü değiştirm e) nin kutsal sekiz say» ve sim gesidir. Bu nedenledir ki, vaftiz teknelerinin bir çoğu sekizgen biçim dedir. Hıristiyan İnançlarına göre ESKİ AHİT İn say» m utluluğu m üjdeleyen YENİ AHİT ink) ise (sekiz) dir.

(yeci), gelecekteki

Üretim ve bereketi sağlayan su ve sperm ' in say» oluşunun yanı sıra, Meryem ' i ham ile bırakan Tanrı' nin kelam ı (sözü) de sekiz say»yka sem bolize ediliyor. Bu inantş her ikisinin de canlıyı yaratm a» için rahmin etrafında sekiz kez «artm asından kaynaklanm aktadır... Son olarak sekiz, organlarının

sekiz eklem le

36

bütünleşm iş b ir iskelet

yapısına sahip olm an nedeniyle, intanın d a b ir sayw oluyor. Sümer ülkesinde Mo k a ve H ittf e geçen uygar küftür geleneğine göre Himlerfn sayı» (6) dir. Buniann başnda " th e a k 1 (tanrı Bml) bulunduğundan (6) kutscri sayılmıştır.

DOKUZ (9) Basit soytarın sonuncucusu otan dokuz, üç' ün karesi olduğundan, onun niteliklerini de taşıyor. M ftoiojide varlığuxa inantan gök, yer yüzü ve yeraltı dünyalarının tümünü sim geleyen b ir sayı olmuştur. Saytar dkzmntn sonuncusu olm an nedeniyle, b ir sona u ta fta ğ m ve yeniden başlam anın haber vericisi g ib id ir. Diğer bir deyişle, bitim ve ölüm olayının olduğu g ib i, yeni b ir doğum veya filizlenm enin gösteric isidir .Yaşam çem berinin son hoSkasm kütler. Mason sem bolizm ine göre, (9) rakam ı grafik olarak aşoğrya doğru .yani m addesel b ir lüzlenm eyi, (6) ise bunun tam tersine , yukarıya yönettt olduğundan, ruhani (tinsel) bk tüztenm eyi skngelem ektedk. Doğum olayı için de bu görüşü değeriendM rsek. dokuz s a ye m , yedinci aydan Mbaren aşağı yukarı şeküenmiş d a n tetüs (cenin) ün tam antanvyta beügin hata gekneft için gerek! otan sürenin karşılığı olduğunu görürüz. G erçekte fe tü f ün rahim deki pozisyonu (9) ra ka m ra benzem ektedk. Aftı ise insan ckpndalü d ğ e r canüann ya ra tıkftğ g ik ta tftgiüdir. Yaradıbş efsanesine göre kısan yedkıd günde yaratıtm ştır. Yunan -Roma M itolojisinde ise dokuz sayena şu olaytarda değiniliyor: Dem eter, kızı Persefone1 yİ bıkm ak için dünyanın etrafında dokuz kez dolaştı. Zeus1tan ham ile kalan Leto, A potan ve Artem isi doğururken dokuz gün sancı çekti. Sayılan dokuz olan sanat tandan (Müzter), Zeus* ün dokuz aşk gecesi sonunda doğdular. Dokuz galaksiti -sistemin de aşari sayısı olarak kabul edilm iştir. 1..............9Ay+10Gün*= I G enel olan kanı dokuzun acıyla bağlantılı b ir rakam olduğudur. Bınun sebebi ise İsa1nm günün dokuzuncu saatinde ölmüş otm astaır.

37

Antik çağlardan günümüze gelen efsanelerde de dokuzun önem i b ir yer tuttuğu gözlenebftr. Ö rneğin Odysseus dokuz yıl boyunca seyahat etm iştir. Aslında dokuzun gerçek önem i üçün karesi oim asndan gelm ektedir. Yani dokuz üçün de bir çeşit yansıması okvak kabul e d ilir. Dokuzun bk özettiği sekizin yani güzelliği ve şansı tem sil eden rakamın bk üstü yani onun daha yükseltilm iş bir form u olarak görülm esidir. Diğer rakam ların aksine dokuz Hıristiyan inancında çok önem i bk yer teşkfl etmez. Önemi daha çok O rta Asya1dan yani Türtderden ve M oğotiardan gelir. Türiderin dokuza ve rd iğ i önem in üç çok soğuk kış aytmn getm eenden kaynaklancfrğı somlmaktacfcr. Göğün de dokuz kat olduğu hem Türk hem de M üslüm aniarda yaygın bir inanç vardrc. Bir çok İran ve Türk geleneğinde bu dokuz kattan bahsedilm ektedir. Bunları İslâm kozm olojisine göre kainat küreden oiuşm aktadv. Dünyaya en yalan olanın üstünde ise Merkür ve Venüs yer akr. Güneş bu kürelerin m erkezinde yer akağından ayrıca kainatında merkezidk. Geri kalan küreler ise Mars. Jüpiter ve Satürn' dür. Daha sonra Harran' dan T habtt ton O urra dokuzuncu b ir gezegen ekledi ve bunun vartığım kamtiack. D iğer Müdüman bilim odom lan d a onu triedUer. Bu dokuzuncu gezegen "g e ze g e n le rin g e z e g e n i" olarak tam m lanfyor. İşin en ilg in ç ta ra fı dokuzın günüm üzdeki bas oyunlarda bfte önem ini korumasıdır. Bu oyunların en ya ygn olarak bftinenl bavvting* dk. Bttlncftği g ib i bu oyunda en boşar* noktaya ulaşmak için dokuz lobutu aynı anda devirm ek gerekk. Türiderin en iy i bilinen ve tarihte önem li bir yere kabilelerinden b irin in i adı Tokuz Oğuz yani Dokuz O ğuz'du.

sahip

otan

SIFIR (0) Rakamsal şekil olarak daireyi anım sattığından, sem bolik bk perspektif !e incelendiğinde her ikisi için geçerli bazı ortak değerler gözleniyor, örneğin, sıfırlar b ir sayısal değeri nasıl bir çırpıda astronom ik değerlere ve yüzeylere çıkarıyorsa, sıfıra yani en mükemmel bk geom etrik şekil olan daireye benzeyen tekerleğin ve N eolitik çağdan itibaren kultam la gelen

38

çarkın bulunuşu d a, »onat ve diğer teknik alanlarda, o derece saymz gelişmelere çığır açıp yön verm iştir. /D e ** ntn açAtam oenda bu konura tekrar değinilecektir.}

Sıfır, sayı olarak değersiz varoluşu gösterir. Barft bir örnek verecek olursak; «navda b ir öğrencinin notu afır o la b ilir, am a bu srftr o öğrencinin »rufta olduğu ve anava katıldığını, ancak yanrttannın hiç bir değeri dmacfcğını gösterir. Sıtır sayı» bazen hiçbir iye yaram azken, yerlerini bulduğu taktirde, birdenbire büyük değerlerin düşüş ve yükselişlerine neden olur. Ö rneğin, 2000 rakam ının arkaandakj «fırlar 0,002 şeklinde yerieşkrttrse, iki sayısının değerini binde iki g ib i küçük bir değere düşürebilm ektedir. Bu balam dan sıfırlan iyi kullanm ak b ir sanat ve beceri m eselesidir. Her toplum da sıfır olan insanlar varekr; am a bu sfırian yerine kullanıp değeriencirebM en kimseler daim a iyi b ir iid e r olmuşlarckr. Bunları kuAanarmyan veya kullanm aya gerek duym ayanlar ise, varolan bazı değerlerden yararlanam am ışlardır... Sıfır, otam ayan, biten ya da yok olan şeyler için kuttandır. Tek başvna b ir değeri yoktur, am a başkalarının değerini, hem de onar onar, arttmr ve eksiltir. Eski Mısır geleneklerinde sıfır doğm a olayının b ir önoeki evrestdk. Tpkı kozmik yum urta gtbidk. Tüm potansiyel güçler onun için d e olup doğm ayı beklem ektedirler.

ON (10) Pitagor dörtlüsünün sayı», ilk dört sayamın toplam ıdır. (1+ 2+ 3+ 4) devrini tam am layan lik dokuz sayısından sonra, bir toplam ı, b ir bitim i ve tekrar bire dönüşün başlangıcını haber verir. Evrensel yaratığın bir sem bolü olarak, sayıların için d e kutsat ve saygın b ir yeri bulunm aktadır Çocuğun 9 ay 10 günde doğm a» d a yı, on sayısının b ir devrin b itip yepyeni bir diğerinin başlam asını kanıtlayan en yakışır b ir örnektir. Tanrının Musa peygam bere gönderdiği em irlerin sayı» o n'd ur.

39

ONBİR (11) Afrika kabilelerinin ezoterik geleneklerinde. özeMde kutsal yeri olan bir saytdv; verim in, döllenm enin gizem leriyle yolan MgM olduğu düşünülür. Onlara göre, kodm onbir, erkek ise dokuz d e liğ e sahiptir. Spermin anakk yumurtasının döllem ek am acıyla, hedefine onbir günde ıJaşbğı hesap e d ftr. Bu balam dan yavrunun anasının bu onbir deliğinden, o nbir tanrısal güç alarak doğması, onbir sayana, b ir ömür devrinin yenilenm esi ve yaşam sağlayan güçlerin simgesi olarak, olum lu b ir anlam kazandra. A ncck, bazı küttürler onbir sayısında tam am en te n anlam lann giz* olduğunu Meri sümtüşlerdk. Bu görüş tam yeni gelişm iş b ir devrenin sem bolü olan on sayana eklenen bir (1) in ön sayısının denge ve düzeninin bozduğunu kabul etm ektedk. Sonuçta onbir sayısı, İfra t (aşmkk), ölçüsüzlük, taşkınlık, şiddet, düşünce aykırılığı ve ayrılığı, çelişm e ve çekişm e, nefsine hakim olm am anın bir göstergeri ve g ün a h nn aynası oluyor. Ö te yandan evrenin kurucu efam anlannın simgesi olarak kabul edilen (10) sayam a uzantı yapm ası nedeniyle (11). hata, hastalık, düzensizlik, HİPERTROPİK bir sayı olarak niteleniyor. (Tip dHncto o rg a n km anorm al o kra * bûyüm ttim h^pmhvhm dm n*rm ktod*.) (1 i bir başka açıdan değerlendirenler ise, bu sayıda kişisel g irişim, atıkm güç ve özelliklerinin bulunduğunu İleri sürüyorlar

ONİKİ (12) Ö zellikle Hmstiyan sembofezminde bir hayli örneklerle karşımıza çMayor. Sem bolik anlam lan daha çok üç ve dördün çarpım m dan okjşm astyla Mgili. Ö rneğin, dünyanın üç kah (gökyüzü,yeryüzü ve yeraltı) le doğu, batı, kuzey, güney yö rterin in ve dünyayı yaratan d ö rt elem an ,(hava,ateş,su ve toprakla) teslis (üçlem e) in birleşim göstergesi oluyor. Dogonkar ve M a l Bambar yerlilerinin geleneklerinde, dört ve üç. çişi ve erkek cinsryetii prensipler o la ra k , varolan herşeytn tem elini oluşturuyordu. Bunlar kendi arakm nda b iri DİNAMİK, ciğ e ri, STATİK olm ak üzere birleştyoriar. Üç ve dördün toplam ından oluşan yedünsanın ve evrenin statik olan prensibidir. Bunların, çarpanından ortaya çıkan onikl ise dnam ik bir anlam taşım akta, insanlığın g e le ce ğ i ve evrenin ta b i olduğu sürekli gelişim in bir aksiyon sayısı olm aktadır. Ö te yandan gök kubbeyi 12 sektöre, yılı ise 12 aya bölm ektedir. O nici parçaya bölünmüş olan

40

ZODİAK (burçlar bölgesi)* n her bölm esi, eski çağlardan beri, öBeHHdertn m uygun sim gelerle tanım lanm ışta. Zeus* ün başkanlığındaki m itolojik O im po* tannksn 12 d r. Kudüs1 ün, herbiri İsrail aşiretinin a d n ı taşryan 12 ka p » bukm m aktadu. HHttterde yeraltı tandan 12 dir. İsa'ya Hk inanan havarHer 12 d ir. Jocobün 12 oğlu, İbrani halkının 12 aşireti varch. İsa1 nin gerçekleştirdği, ekm eğin çoğaltılm ası m ucizesinde 12 sepet bulunuyordu. Hıristiyan inancına göre, 144.000 sayısı, bu d n e İnanların mrictanm gösterir. Bu sayı ise 12* nin karesi He çokluk sembolü olan (1000) in çarpm m dan oluşm akta ve İscftsn m udteri (inananları) nin birdenbire çoğaftm asn ifade etm ektedir. Başka b ir deyişle, 144 say» 12 defa 12 dem ektir. 12 ise kara ile üçgen g ib i. 3 ‘ ie 4‘ ün ça rp m n a eşittir. Bu balam dan 12 b ir gelişmiştik say» oi-m akta. 12* nin yine 12 He, yani kendsi He ça rp ım bu gelişm enin kendi kendini çoğaltm ası, tam mükemmelHğin ve geom etrik cennetin İşareti oluyor. Rdcam olarak birbirlerinin tersi oim aena karşn, 12 He 21 saytiarrsn özeHHderinde b an ortak noktalar bulunduğunu be lirtmek istiyoruz. (12). DÜZİNE y i oiuştısan eiam anlann sayısıdır. Düzine batı dünyasından kaynaklanan b ir sistem olmuştur. Uygulama ataranda, dedm al M em e oranla, pratik bölm e İşlem inin zortaştırm aena rağm en, d n küHurterinin aşıkanmasını am açlayan bk anlam ı gtzlem ektedr. 12 say» b ir hoç1n 4 kotu arasında otuştunian 12 ytideta eşdeğerdir. Aleviler© göre Tanrı tarahndan gönderilen peygam ber ^te tiğ in de ki kişiterin (başkanlann) say» 12 d r. D iğer bk a nkrtm ia , Hz. Muhcmmed1ki vefatından sonra oluşan ve Hz. AT nin halife olmasını isteyen, onu imam olarak kabul eden Aleviler araenda 12 knamkk adryto ( isnoaşeriye) bk akım düşm üştür.

ONÜÇ (13) 13 rakammm uğursuzluğuna inanm ak, geçm işten günümüze taşman bk gelenek haline g e ld i. İngüzier bugün btie en büyük binaiannda 13‘ üncü katı " 12+1“ olarak yazarken. Fransdar 19* uncu yüzyılda sokak

41

num aralarında 13' ü oflam ışlar. Aynı yüzyılda yazılan bir kitaba göreyse, o tarihte Türkler bu rakam ın uğursuzluğuma inanıp sözlüklerden bHe çıkarm ayı düşünmüşler. Bu İnancın tem elinde H ıristiyanların," Hz. İsa' nn son akşam ye m e lin i 13 kişiyle ye disin e, bunu ta kip eden 13. günde de çarm ıha gerildiğine* inanm aları yatıyor. Aym 13’ ünün . Cuma gününe denk gelm esinden de rahatsa olan Hıristtyanlar. 1998 yılında 13 rakarrayla Cuma gününün 3 kez biraraya geldiğine dikkat çekiyor. Eskiden beri, h ayır d eğ il uğursuzluk g e tird iğ i somlan bir sayı olarak değerlendirfm iştir. Bu b atıl İnanışın kaynaktandğı olaylardan bir koçm n şunlar olduğu İleri sürülüyor: M akedon kralı PhHIppe, Büyük İskenderin babası, büyüklük İddiası 9e kendi heykelini 12 büyük tann heykelinin bulunduğu aynı kaide üzerine koydurtmuştu. Ancak bu olaydan hemen sonraki bir tören srasnda tiyatroda sakSrıya uğrayarak öldürülm üştür. İsamn Son Akşam Yem eğf ne davet edilenlerin sayısı 13' tü. Bu kişilerden (havarilerden) onüçüncüü (Juda) ona İhanet ederek, İsonm Romalı askerler tarafından tutuklanm asına yardım etm iştir. Ancak, bu ve buna benzer olaykann dışında onüçün, sayısal değer olarak, onlkinin sağladığı dünya düzen ve dengesini (1) ekleyerek (12+1), sarsıp bozduğuna İnanılıyordu. Bu nedenle olm alıdır ki, ta ra a d verilen ve eskiden la la lık ta kullanılan bir tur iskam bil kağıdı oyunundaki çem berin içinde 13 sayısının bulunduğu bölüm , ölümü sim gelem ekteydi. Bu b a tıl inanan günümüzde b ile etkisini sürdürdüğüne ta n k olm aktayız. örneğin . bazı otel asansörlerinde 13. Kat ve 13 numcnlı oda bulunm az; bunlara başka bir isim verilir.

ONDÖRT (14) İsa çarm tğa gerilm ek üzere Katvari' ye götürülürken, bu yol üzerinde 14 ayn yerde durmuştur. Bu nedenle Hıristiyan İnanç kanoda ö ze liğ i olan b ir sayıdr. O ndört gökteki a y ın en dolgun olduğu günlerin, buluğ çağının gençHk ve tazeliğin saytstdr. "Ayın 14'ü g ib i güzel" deyim i bu görünüm le ilg ilid ir.

42

ONALTI (16) Dördün kore ve sekizin İki katı oluşu nedeniyle, m addesel gücün gerçekleşm esini sim geleyen b ir sayı olmuştur. Nem rut Tümütüsümrı Batı ve Doğu teratfarırvn Hd yanındaki tanrı röfleflerini taşıyan kaidelerin sayısı'nın 16 olduğunu görüyoruz...

ONYEDİ (17) O nyedi' nln 72 sayısıyla d a ilintisi var. Çünkü 17, sekiz1le dokuz1un toplam ı, 72 İse gene bu Hd sayının (8x9) çarpım ının b ir ürünü oluyor. Bu balom dan simgesel anlam da geniş boyutlara utaşryor. İslâm geleneğinde 1T ye ayrı b ir önem verilm iştir. Örneğin, beş vakit krknan nam azlardaki farztann sayısı 1T dir. Ö zellikie Şii tarikatı ve onun etkisi altında kalan Anadolu Türklerine özgü cinsel edebiyatında 17 sayısına m ajik (büyüsef) b ir yer ve rild iğ i gözlenir. ŞH m istikleri 17 sayısına büyük saygı beslem işlerdir. Eski Yunan alfabesinde 17 sessiz harf bulunm aktodır. Taro ta lkı çeatoerini oluşturan bölm elerde 17' nln yeri olum lu sonuçlarla ilg ili olup, ayrs zamanda rönesansı sim geler. Öte yandan 17 sayısı, eski Romada uğursuz bk anlam taşımıştır; çünkü onyedi Latince norm al olarak XVII şeklinde yazılır. Oysa "yaşadım " dem ek olan O'ai ve cu ) de bu harflerin sırası bozulur ve (VIXI) birleşim ini alır.

ONDOKUZ (19) İlk nazil olan (İnen) ayetler 19 harften m eydana gelm iştir. Bu ayetlerdeki hart sayısı da 19* un katıdır. 19 Kuran1da Itahi mesa|ın sayısıdır. Kuram Kerimde 134 sure meveutur ve bu sayı 19* un 6 katıdır.p9x6-114) besmeleyi m eydana getiren İsfâm harflerinin say» 19“ dur. Besmeleyi m eydana getiren 4 kelim eden tekrarlan yine 19* un kattan şeklindedir.

herbtrinin Kuran1 daki

Kodk suresindeki harfleri sayarsak tam 114 ade t yani 19* un 6 katı

43

kadar ta yı elde ederiz. DMm etenin ve Kurandaki »ürelerin de 114 olm an Ue Kuran' m ttk naz* olduğu geceden bahseden KADİR « m in in 114 harfi arannda gerçek b ir uyum bulunm akta ve bu muhteşem geceye bam başka b * gü zsllk katm aktadır. İdöm <Jrw>de ve kültüründe 19 sayısına büyük önem verilm ektedir. AMcfı kelam ı He Mglkçok sayıda örnekleri bOuTmaktochr.

YİRMİBİR (21) Kutsal kitapta, (3X7) olarak, gelişmişliğ in ve Yetkinliğin sayın olarak yer alm ıştır. İn cild e tanrısal usluluğu, iffe ti olduğu kadar ebedi * ğ r t yansKfiğı aynayı sembokze eden olay ve objelerle ilişki kuniduğu görülür. Taro çem berinde, dünyayı. bütünlüğü ve ulaşümak İstenilen hedefi İşara! eder. Birçok toplum lar 2 İn c i yaşı sorumluluk duygusu bencinin ve insan yaşam ındaki olgunluk ve ergenfik İddk> dönem inin başlangıcı o larak kabul etm işlerdir. Ykmibirin tek sayı olm an yarım da, 3x4' den oluşan 12 ç ift sayvnm tersine, benzetilm esi ise bazı tezatlar yaratm akta ve çoğu kez d nsei ve sosyal açıdan yorum lara olanak veren çok sayıda sem bolün üretilm esine kaynak otm aktod*. İstanbul Ayasofya Kilse (müze) sinin ana cephesinde, atrium la noos. (ib a d et salonu) arasm da 21 ka p bulunuyor, bunlar 7+5+9=21 olarak tertiplenm iştir. Hıristiyan geleneği kiliseye girişi, karankktan aydınkğa, dinsizlikten dine kavuşma olarak niteliyor. Bu balam dan 7-5 ve 91 un sem bolik anlatım larını tekrar incelersek, sadece bk rastlantı değil, özemde, renk, şekli ve sayılar yardım ıyla yapılan sem bolik aniahm iann yaygrı olduğu Bizans dönem inde, bu tür uygulam alarla bazı m esajlar verilm ek istendiği görüşüne katılmamız mümkün o la b ile ce ktir. G ene aynı klişede, im paratorların ta ç giym e törenlerinin yapıldığı özel bir yer bulm uyor. Burada da değişik renk ve ça p ta olan m erm er d aire le ri sayarsak 7 ve 12 olduğunu görürüz. Ö te yandan giriş katındaki sütuntam say» Ue ana kubbe kasnoğm daki küçük pencereler 40 olup, eşti sa ytd o d r İn c if de

Hıristiyanlığa a ti yer isim lerinin sayısı 21 dir.

44

YİRMİİKİ (22) (Rehber Alpasion SALT ta * alınm iptr.)

Ezoterizm ve Oküffizm' d e sıkça kullanılan bir sayıdır. Buna hermetizm' de Kermes' in 22 gizem li şeyi. Kabak* da Kutsal ditin 22 harfi. Çin Kutsal kitaplarından TehervPey' in 22 bölüm ü olarak roston*. Eıoterist bilgiler© göre, lâ h i kudretin yayılınm evrende 3 + 7 + 1 2 şeklinde olur. Bu üç sayıran toplam ı d a n 221 ye Tannyı temsüen (1) say» la ve ©dildiğind© İse 23 say» bulunur. İlginç otan alay şu ki, c a n h ta ıı genetik yapısını taşıyan krom ozom ken say», insan türünde 23 çtftir ve bu 23 çiftten bir ç ift cinsiyet kromazomudur.(1 +22) Ayasofya Kilisesi1 nin cfcş nartekslertni iç nartekstere bağlayan bir kapıda bu b lg i br hleraryik inişi göetertrc esine. b ir üçgen kenarfanna bezenmiş 22 daire He göstertlm işlir. 23 ncü daire Iköhi kaynağı temsil etm ek üzere, üçgen1in tepesine yerteştirtm iştlr...

YİRMİDÖRT (24) Kutsal kitc*> 24 rahip smtınm olduğunu yazıyor. Kiliselerde HÖN söyleyen koro 24 kişiden oluşuyor. Son m chkem e fresklerinde görüldüğü g ib i, Tonn olarak k<*x4 edBen İsa1ran oM duğu tahtın her lld yaranda yer a k n ve bu mahkemenin jürisini oluşturan ihtiyartarm say» 24‘ t ü r ; beyaz giysileri onlann oynadtoan rd>ani rd ü . başkam daki attm ta ç ise krcribğı ifade etm ektedir.

OTUZALTI (36) Kozmik tesanüdün (dayanışm anın) eiam anlan ve (devinim lere) uğrayan gelişm elerin karşılaşma sayısıdır...

devridaim lere

Türevleri şu üçlem e arasndaki ilişkiyi görüntülem ektedk : Gök. dünya ve İnsan. 36. kenarlan 9 olan d r karedir. Bu ise, ça pı 12 olan daireninktne yak­ laşan b ir değer alm aktadır. 360 dairenin ve ay yıkran bölüm üdür. Kozmik devridaim lerin (devinim lerin) bir çoğu 360* m çoğatM masıyla H gli olmuştur. 36 Hk 4 tek ve

45

i* 4 ç ffl tayının toptanvdv (16+20). 36 g ö ğ ü n , 72 İt* ye rin taytadv. 106 tnsaran »aymcfcr. (72+36-108) Budut teşbihlerinde 106 done bulunur. 360, Ç inlilere göre mikrokazmaz ve insan vücudundaki kem iklerin aynı zam anda eklem lerin ve akupunktur noktalarının sayt$K3r.(7)

KIRK (40) Sayılan 4 d a n tüm olay, olgu ve kavram ların anlam ve değerlerinin on kat çoğaltılm asıyla ü g li yorum lara açık bir sayıckr. 40 atlı, 40 haram i, 40 gün 40 gece düğün, 40 satır veya 40 ka tır...g ib i çoğaltılm ak İstenilen b ir güç ve b iriğ i İfade eder. Kutsal (60)' w\ 2/3 dür. KararıHnal 40 dem ektir. Karantina süresi de 40 gün sürm ekteydi. Lobusai* süresi 40 gündür. M evlit ölenin kırla çfcm ca okunur. Kırk, sayılan dört olan m eleklerin 10 m isline eşit b ir sayı olarak düşünülür. Hemen bütün toplum iann geleneklerinde 40* n bk beklem e, hazırkk, « ta m a ve ceza le HglH olaylarda kural hdtne gelm iş bk süre •o y» olduğunu görm ekteyiz. İncfl yazarkzı önem li olayları çoğu kez 40 »ayısıyla ifa d e etm işlerdir. Ö rneğin, İsa* nm 40 gün vato vermesi, şeytan tarafından çö ld e sınanm adan önce 40 gün oruç tutm ae, (büyük perhiz) dirilm e doym a, m üritlerinin Ö nu göğe çıkışı (Ascension)rw izleyen 40 gün sonra tarak oknalan, gene İsa1ran M athieu İnciline göre, konulduğu kabkden 40 soat sonra (bazı kaynaklara göre 3 gün) dktlerek çıkması. Eski A hif e göre, Moiz ve Satomon' un 40 yıl hüküm dar!* yapm aları. Moiz1 in tanrının buyruklarım 40 yaşındayken alması, Tur doğında 40 gün 40 gece kalm ası,tufanda ,günahkarların cezalandırılm ası için 40 gün 40 g ece süreki yağm ur yağm ası, İbranllerin, inancı olm ayanları, ceza olsun diye, çölde 40 gün yapayalnız dolaşm aya terketm eleri... Hemen tüm toplum lann ortak d a n inançlarından b iri de ruhun cesedi 40 gün sonra Terketmesi ve gerçek ölüm olayının bundan sonra başlam asıdır. Nitekim , İslâm ' da m evtt, ölünün krkı çıktıktan sonra okunm aktadır. Diğer dinlerde ise ölünün ardından yapdm as gereken bazı dinsel törenlerin, kırkma günün bitim inde düzenlendiği görülm üştür, lürkksma hemen her uygarkkta var. Eski Mısır* da 40 gün, aşılması pek güç olan b ir geçiş dönem iydi. Firavun

46

ölüm ünden 40 gün sonra,cennete girebilm ek için b ir boğa le m ücadele etm ek zorundayci. F rcn a krcMan d a ötenlerinden 40 gün sonra toprağa veriMyorfardı. İbrani kavmi Mısın terketflkten sonra, çö ld e 40 gön oruç tutmuştur. Hıristtyank» Paskalya' ya 40 gün oruç tutarak haurianm aktockrtar... sonuçta 40 etim olojik anlam da b ir geçiş dönem ini süresini sim gelem ektedir. Ana rahm indeki çocuk 7 a d e t 40 gün zarknda otguntaşm aktodv. Ayasofyo Idüse / müzesinde zemin katta 40 sütun, kubbede be 40 pencere buiunm cfctodr. İskamda günde beş vakit tatman nam azlardaki farz ve sünnet rekalannm say» 40 tır. Ç le sazü, Farsça 40 anlam m a gelen ÇİHİL' den bozmackr. Gün (yevm) sözcüğünün Kuran1ela 365, günler sözcüğünün be 30 kez geçtiği saptanm ıştır.

KIRKBİR (41) Ö zelikle blâm ve Türk topİununun gelenek ve göreneklerinde kökleşmiş, hayır ve uğur dileklerinin İfadesinde kırkı da aşan g ü çle n d rid b ir anlam ve ödem in bulunması ügi çe kicid ir. Sunun için oknakdK ki, çoğu kez 41, hatta bu sayıya gönülden gelen azıcık (I) b ir faziaMc eklenerek, 41,5 kere Maşallah dencJğini duyarız.

RENKLER EVRENİ Rengin etküeri anlam ı ve dW Renk, çevrem izin tüm duygu deneyinin b ir parçası olduğu kadar, görüş dünyasına ölçüsüz güzellikler sağlayan b ir katkı m addesidir. Görüş sistemimizin bitişik b ir parçası oiorak boşluktaki cisim leri tanıtm a ve tanım lam am ıza yardım a olur. Bazı koşullarda da yakın çevrem izle HgHi b ilg ile r gönderen, radar g ib i smyaker veren aygrttara benzer b ir görev de yapar. Gün boyunca ve mevsimden mevsime değişm esinde gözlendiği g ib i, rengin zam an taktörü ile değiştiğini, bu nedenle de, b ir ZAMAN GÖSTERGESİ otardc karpmna çıktığmı görürüz. Yaşamın gerekleri ve m ücadelesinin b ir parçası olarcfc, hayvanlar, bttkHer lig i çekm ek, korunma (kam uflaj), veya İkaz (uyarm a) İşlevleri İçin doğa tarafından renkiendktm işierdir. İnsanlara g e lin ce : O nlar d a Kklanno göre.

47

pem be (beyaz), kahverengi, siyah, ksmızı ve san renkfl cftde sahiptirler. Güney yanm küresinde doğup yaşayan insanların tenleri olduğu g ib i saç ve göden de daha çok siyah, esmer ve kahverengidir. Buna karşsv kuzey yanm küresine çSutdıkça tenlerin beyazlaşhğı. gâzlerin yeşk-mavi, saçken sesi olduğu görülür, ö te yandan, giyim ve yaşam m ca sürdürdüğümüz çevredeki efyalanm arı renklerini, m oda olanın ötesinde, d e ri, saç ve göz renklerim ize uyum soğhyocak çekide, kendi görünüm ve göz zevkimize göre özenle seçme eğlim in d e bulunur ve sonuçta kendim izi olduğu kadar yaşoGbğmz atanlan ve yaprtlanmız) renklendirm ekle, h a ya tı renklendirm e1 nin içerdiği anlam daki m utluluk, neş1 e, sevinç...veya «km ti, bunatan, keder ve hatta kaderim izi a çığa vurma isteklerim izi g erçe kle n m e k İsteriz. Bu balam dan renkler, İnsanoğlunun vazgeçilm ez tutkusu ve gerektirim le rin i karşılayıp cevaplandıran bk araç olurlar. O rijinal ariam lonndan sapmış olm akla beretoer, rengin semboHk kuBammmm katindan hâlâ ça ğ m ztn bazı dkıleri, foM orik ürünleri ve ticel m im aride, yaşam larını sürdürm ektedirler. Belim b ir azalm a göstermesine roğm en. m odem insan günlük yaşontm nda renk getiren tem el prentiplerie uyartip hareketleriyor. Uygartğm Meriemeti, günbegün insanı doğadan uzaktüştirp hapsediyor. Bunun iç in e * ki, insan da ruhsal ve bedensel soğbğtfv korumak am acıyla, İŞN( taktörünü de la tia n a ra k. tüm bu zoftam dara kum anda etm eye çritşnror. Renk, b rtrriş bk sanat eserindeki çeşM unsurlara bk oftğeriri ektem ektedk. Bâyleoe re e rirı gerçeğe u ygırriuğu güç lenrriş akıyor. Rengin doğada vevotan herşey üzerindeki tartişrim az eğem ertiği, hayvanların güventiklerl İçki olduğu kadar, Hklkn koşutianndan daha az etidenm ek am acıySo. yaşodtetan çevrenin rengini taktit etmeleri, yahut söm ürdükleri nesnelerin rengine uym aları ve kıe cm gerekliğinde kam uflaj ge re ktirim in e e tid l ûim asyla açıklanıyor. İnsanoğlu, her çağ ve sam anda, ku rg u la d ğ . rüyalarında gördüğü renkleri. flkkte rtri, duygu ve düşüncelerini, arzularım ...yani soyul olan bu şeyleri som utiaştirm ak, onlan pozitif ve gerçek ktenak için ça reler ve yöntem ler araya gelm iştir. Bk nesnenin tanıtımı veya tkanrtlanm aenda rengin, gereğinde başvurulan bk a ro ç olduğu, btenmektedk. s

jnsanm renkler âlem ine yönelm esi şu dört tem el m utiak ton sayesinde gerçekleşm işte. San. yeşM, m avi ve tam ra. Zaman için d e yer küreskto dört olan yönünü rim geieyen bu renkler işte yoğunluğunun rle ğ iy netim i bağfe kalm am aktodslar. Diğer re rid e r ise oydinbğrı derece ve koşrikvm a göre torianm değiştirirler. A şoğda aynnftlarina d e ğ irile n bu özelikler renklerin 48

kozm olojik, pdkdojfc veya mistik (gizemsel) açıdan olduğu kadar coğrafi d a ra kta , sembolizm dünyasında evrensel boyutlara daşm asna neden olmuştur. İnsanoğlunun tem el yönlere yakjştırcfcğı renklerin seçim inde onun yaşam koşullarının büyük rolü olmuştur. İnsan gözünün 700 den fada renk nüansı (ayırtı) nı fa rke ttiğ i güneş kuşağının yedi olan TEMEL RENGİ, yedi müzik notae, göğün yedi katı, yedi uydu, haftanın yedi g ü n ü ...ile ilg ili bulunduğu ile ri sürülüyor. Nitekim her notanın olduğu g ib i, her rengin de, fizikte, kendine özgü b e lli b ir frekansı butunm aktod». Renk terapistleri renklerin insan yaşam ındaki rolü ve yeriyle ilg ili şu önerilerde bulunuyorlar: •Eğer zayıflam aya çatişryorsanız, yem eklerinizi m avi b ir fc *x *ta yem eğe özen gösteriniz. M avi İştah kapatıcıdır. •Eğer gerginleştiğ in izi ve stres1e kaptfcfcğtnızı hissediyorsanız, kendinizi yeşile serinleştirin. Yeşil sakinleştirici ve dengeleyici bk renktir. -Kendinizde bk tem bellik hissediyorsanız, kahvaltı olarak portakal renkli bk m eyve yemek, tu u n cu renk! şam puanla duş alm ak ve gene bu renkte bk havlu kulanmafcsmız. -Morattnte bozuksa, çevrenize san renkleri yerleştiriniz. -Uyumakta Zûriuk çek/yorsanc vryde renkli bk ortam yaratm a... Cisim lerin açık veya koyu görünm eleri, güneşin ışıklarını az veya çok yutm a yeteneklerine b oğ kd r. Eğer bk cisim güneşin tüm ışMapnı varlığına ge-çkebütyorsa siyah, buna karşın bu ıpkJan yönetiyorsa beyaz renkte görünürler. İşte doğadaki ©şyolarm. objelerin gözüm ün binlerce renkte görünm elerinin nedeni budur. kşde-gölge (paridc-koyu) görünüşlerine ve bunların ruhum uzda bırakhkkm etkilere göre, güneşin ışığında s ra k ro n renkler SICAK-SOĞUK olm ak üzere iki bölüm e aynlm aktodır. Sıcak renkler, kırmızı, turuncu, san renklerle bu görünüşte d o n daha o ç * ve koyu derece lerdk. Soğuk renkler ise, yeşil, m avi, (perse) adı ve rie n tkşe ve m or renkterie bunknn daha a çık ve koyu olan to n ta n d r Sıcaklar, sandan turuncu yoluyla ksmarya, soğuk olanlar ise, yeşilden m avi yoluyla, m ora ulaşırlar. İnsan p tik d o jk olarak turuncudan tüm »çak. tirşeden ise, tüm soğuk eğilim leri çeken İki kutup g ib i aUgâarm. Sıcak renkler gözde, ddayrsıyta ruhum uzda çok ta tlı ve ecak etkiler bsdoriar. Güneşin sıcak rengi, şarabın tattı kırm a* ve sarının cıvridaşan rengi 49

gibi...S oğuk renkler ite oPum uza bk dinlenm e, huzur, b ir yorgunluk haini aşriariar. Derin bk mavNfc düşünceleri dinlendirir, yeşil ve mor ruhu, yatnafcğı davet edercesine apkariar. Sıcak-soğuk renkleri* yapılan tabloların atm osferi, ruhumuzda zevki izlenim ler yaratırlar. Bu renkleri keneflerine özgü bfteşkn ve özelikleriyle kıüanm aenı biten bk ressam bize yarattığı eserle zevki anlar yaşatır. İnsanlar, renk konusu He ta rih Öncesi çağkıckan beri Hgienm işierdir. Ancak bu uğraştan çevrelerinde gördüklerini yansıtm aktan öteye geçm em iştir. P aleoitfk (yontm o-kâba taş} çağında renk süs unsrru olm aktan çok sembolik bir anlam taşım aktaydı. Y apm alar renk veren m addeyi topraktan elde ediyor ve bunu Mğl çtkcnim if kem ik veya deri ta b a la r içinde sakkyordu. Oluşumundan bu yana insanoğlu sürekli olarak renkli bk dekor içinde yaşamış ve zaman zaman için d e bulunduğu çevrenin etkisinde kalarak, yeni yeni renkler keşfetmiştir. Nitekim Hk bUunan renkler kırmızı, siyah, kahverengi ve tıru n cu Hcen, daha sonra. M artılar tarafından yeşil ve m avinin keşfodfcfiğini görüyoruz. Yunan sanat yapıtları be, özellikle heykeller, daha canlı ve belirgin olm ası iç in , boyanm aktaydılar. Tarih öncesi çağlardan orto-çağa kadariü evrede d nse l anlam daki tütenlere egem en olan (ttu fk ) renkler, beyaz, kırmızı, m or. siyah ve yeşk olm uştur. Gene bu ça ğ la rd a , yeni bk renk elde etm ek iç in b o ya kr arasında uyumsuz ve oransız bileşim ler yapılırsa, tıpkı uygun olm ayan evtUik eşleşm elerinde olduğu g ib i, arzu edilm iyen görüntü ve sonuçlar doğabtoceğine in a n ıyo rd u . O rtaçağ* da sanata d n in e tk ili o lta d a kakfcğı bk gerçek. Bu bakımdan renk ve resim lerin seçim i kilisenin otoritesi atanda gerçekleştir!köşkteydi. Ö rneğin, Meryem* in elbisesi hep dtvintte (tanrısallık) nin sembolü olan KOYU MAVİ (lacivert), mantosu ise, otkti in tcn cıl. asalet, m erham et, sa tkna t... nitetiklerini sim geleyen b ir renk olarak sevilen ve benimsenen ERGUVANI KIRMIZI (pourpre) ya boyanm akydı. Kariye m ozaik müzesinde bu Hd rengin İsa İçin de geçerli olduğunu ve geftşi güzel değil, son derece dikkat ve özen gösterilerek uygulandığım kanttlayan örnekler bulunuyor. Renklerle burçlar ve gezegenler arasında bk bağlantı olduğu Heri sürütüyor. Burç haritası denilen oroskop üzerindeki 12 kahba bazı renkler verilm iş: örneğin, cflre p burcu siyah ve koyu kırmızı , bakk burcundan olanlar m avi ve yeşili, koç bucundakH er genefiHde kırmızıyı cazip bulurlar. Başak burcu ise Merkür gezegeniyle HgHidk. Bu burç dönem inde doğanlar san ve m aviyi severler...Yalan bk zam anda gazetelerde, yeni geliştirilen bk yöntemle (akupunktv) tedavisinin bundan böyle İğnelerle d e ğ il, ışmlaria yapriocoğrH

50

okuduk. (Renkpuntur) adı verilen bu yöntem i, Peter M andei İtim i bir sağlık uzmam keşfetm iş. Bu yöntem genelde akupunktur ke renkli ışrtann karışımından oluşuyor. Renkli akupunkturda her rengin ayn b ir rahatıabğı tedavi etm e ö zetti# var. Renklerin kullanım ları ise şöyle: Kırmızı kronik öksürüklerde , bir talum d it rahatsaMdannda, turuncu, depresyonlarda ve kalp şikayetlerinde, san, m ide ve bağırsak şikayetlerinde, yeşil, eklem yerleri Iffîhaptanm atannda ve sinir sistemini gevşetm ede, m avi, akut soğuk algım ıkkam da. uykusuzluklarda, em potanskkla (İktidarsızlık), frijidfte de (soğukluk) ve tansiyon yükseldiğinde olum lu etki gösteriyor. Renklerin totemHc, dinsel ve sosyal am aç ve inançlarla evrenselleşmiş o k n anlam larım ilerici sahtfelerde özetlem eye çalışacağız. M asonlukta renkler de «mge olarak kuUom*maktad«. fek 3 dereceyi kapsayan M asonluğa, M a v i M a so n lu k denk. M avi; dostluğu, kardeşliği, boğMtğı ve evrensel sem patiyi sim geler. Yüksek A tölyelerde be, kırmızı Özveriyi ve ateşli olm ayı, siyah yas ve kederi, bayaz d o banşı, saflığı ve temfekğı gösterir.

BEYAZ - AK Siyahın tam karşıtı olarak, renk gammm cSğer ucunda yerini aJm aktod*. O da tp kı siyah g ib i sari bk renk olup, m afhktan partak bk tona giden iki varyasyon (çeşitlem e) a sahiptir. Bazen yokluğu, bazen de tüm renklerin toplam ım İfade eder. Bu bakım dan, gündüz dediğim iz dünyamn aydınlık olduğu devrenin, başlangıç ve bitim inde bulunduğu varsayılıyor. Bu özettiği He beyaz .askntotik (kavuşmaz, sonuçlanm az) ve id e al bk değere sahiptir. Bu süreçin bitim noktası ise, yaşamın sona erip Ölüm anının b a şto d # yer olup, tıpkı gecenin gelişi g ib i, göze görünenlerle görünm eyenler arasndakl bir başkalaşım otayrmn başladığı yere açılan kapm n menteşesine benzetiyor. Dünyamızın je o lo jik oluşumu sırasında ortada sadece fezanın zifiri karanlığı, yani (Siyah) renk vardı. Siyah bu bakım dan bir başlangıç rengi ddu.(afcz. ve Jcüfl Daha sonra diğer renkler kendilerini gösterm eye b a şkxkiar Bunun İçindir ki, bilinen tüm renkler karıştırılırsa, bu sentezin sonucunda gene siyah elde edilm ektedir. Yani astına dönüşm ektedirler. Ama, dünyam n dönüşü biçim inde Nevvton çarkım b atı' dan doğuya çevirirsek, bu sentezin bize beyaz* t verdiğini görürüz. O halde, siyahla başlayıp beyazla biten tüm renkleri dünya, en sonunda, beyaza dönüştürm ektedir. 51

Beyaz, güneşin tüm ışrıianrM yansrtv, geri çevirir; oysa ki siyah, bunun tam tersine, odan yutar (absorbe eder) ve b ir daha geri gönderm ez; ötüm' ün karanbğma göm er... Eski çağların Avrupa ülkelerinde, yapâocak bir seçim için adaykğm ı koyan kişiler beyaz efctse giyiniyorlardı. Bugün büe ayn» ülkeierde, seçim sonra», o güne kadar ta b i ohman koşuflann değişeceği anlam ında, beyaz giyinm e geleneğinin devam e ttiğ i gözleniyor. Dünyarun ana yönlerini renklerle isim lendirerek sim geleyen bazı toplum lar, hem doğu1yu hem d e batı* yi beyazla renklendirm lşlerdir. Bunun nedeni, gün tşığmın kaynağı olan güneş1 in her gün hiç şaşm adan, doğudan görünüp batıdan kaybolm ası dayından kaynaklanıyordu. Bu düşünce m odeli, beyaz rengin dünyanın her İki ucundaki ufuk çizgisine aH lim it b ir değere sahip olduğu yorgam doğurm aktadr. Sonuçta beyaz, ötüm ve tekrar doğm aya özgü, b ir geçiş rengi kabul edilm ekte ve bu am açla düzenlenen dnset törenlere katıtartann beyaz giyinm elerini zorunlu kılm aktaydı. Batıya a it olan beyaz, yaratığı absorbe edip, onu AY ÂLEMİNE sokan ölümün (m at) olan b e y a a d r; bu b e ya z soğuk ve d iş id ir. Batı yönü, gündüz görülebilen renkleri gecenin boşluğuna sürükleyerek, odan orada gözden silm ektedk. Doğunun beyazı fese, geriye dönüş1 ün rengkJr. Bu (fecir) adtru verdiğim iz, gün doğum udur. O »roda gök küresi renkten yoksundur am a. bütün enerjilerin kaynağı olan gecenin kam ında g eçird iğ i süre İçersinde, ripkı bk elektrik p ilf g ib i tekrcr dolmuş, zengin bk potansiyele sahip olur ve yavaş yavaş bu potansiyeli deşarj ederek, bize tüm renkleri gösterm eye başlar...Beyazlardan biri parlaklıktan m atlığa inerken, d iğ e ri m atlıktan parlaklığa yükselm ektedir. Bu İki an ve beyazlık, ay1la güneş, va ro lu şla yo koluş arasında id boşlukta aslı durur g ib id irle r... Beyaz rengin tüm sembolizmi ve onun tapınm alarda özgün bir yer ve değer taşım a», doğadaki bu gözlenirde ilgHi bulunduğu g ib i, insanlar kültürlerini, felsefi ve dinsel sistem leri bu gözlem e dayanarak kurmuşlarda. Rus kökenli b ir Fransız ressamı olan W.KANDIN5KY ye göre, renkler problem i estetikle İlg ili olanların çok ötesinde gelm ektedir. Ö zelikle abstre resim leriyle ün yapm ış olan bu ressam, çoğu kez b ir tür renksizlik olarak düşünülen beyaz1 ı tüm renklerin m addesel özelliklerini içeren ve odan bünyesinde haştr-neşk ederek banndvan bir renk ve dünyanın sembolü

52

olarak nitelem iştir. Beyaz, insan ruhu üzerinde m utlak bir sessizlik şeklinde etki yapm aktadır. Ancak bu sessizlik ölüm d e ğ ild ir, aksine canlı olanaklar yaratır. Bu bakım dan beyaz, gençlik n e ;' esiyle d cpd o kj b ir hiç, başka bir deyişle bütün do­ ğum lardan ve bütün başlangıçlardan önce oluşan, bir HİÇLİK1 tir. Betkide bunu kanıtlam ak için buzul çağı süresince yer küresini kendi rengiyte boyam ış ve sopsoğuk.bir hale dönüştürm üştül... Tüm sem bolik düşüncelerde ölüm hayattan önce gelir; yani her doğum bir tekrar doğm aktır. Bu bakım dan beyaz renk ilkel düşüncede, ö lü n ve matem rengi olmuştur. Beyazın uğursuzlukla ilg ili bir tonu da bulunuyordu; bu kurşuniye çalar morumsu olup, kırmamın karşıtı, kan arayan vam pirlerin kanının rengidir. Güney Kamerun Bantu kabilesinde ketenin ve hayaletlerin görünen rengiydi. Ö nceleri kendisinden korkulan bu hayaletlerin kötü bir am açlan olm adığına inanılm ış ve ölüler ülkesinden geldikleri için , onlara zam an zaman geçm işte ölen ya-kınlanndan haber atm ak için başvurm a gereği duyulm uştu!.. Aztelder için beyaz, ölüm e karşı m ücadele, d iğer bir deyim le ölüm e doğru gidişin rengidir. O nlara göre bati1 nm rengi beyazdır; çünkü orada görünmez olur, görünm eyen bir âlem e girlür. Pueblo yertüeri beyazı doğu yönüne koyarlar. Ancak bu beyaz güneşin tam anlam ıyla kendisini doğu, onun karanMdar arasından «zan İlk ışıklarını yarattığı, yan aydınlık bir dönem le ilg ilid ir. G eceyle gündüzün bitm e ve başlam a anına rastlar. Henüz hiçbir şey tam anlam ıyla görünür değildir; çevrede bk tür pasiflik, rüya âlem inin b ittiğ i ve gerçeklerin görünm eye başlödığ bir boşluk egem endir. Baskın şeklindeki hücum ların, idam cezalarının bu saatlerde gerçekleştirilm esi aynı düşüncenin bir ürünü olarak yorum lanıyor. İşlediği bir suçtan ötürü bağlı bulunduğu cem iyetten atıianlara, mahkum lara, komünyon uygulam asına ta b i olanlar ve evlenen kızlar beyaz bir göm lek veya rob giyerler. Sade bir deyim le bunun anlam ı " gerçekleri kabul edip ona ita a t etm ektir" Aslında idam a veya koca evine giden şey onu taşıyan değil, biraz sonra yerini kırmızaya terkedecek olan beyazdır...Tıpkı kırmızı ışıkların sabahın •m a t örtüsünü delip kendini göstermesi g ib id ir, bu o la y... Nitekim biraz sonra Venüs gezegeni görünecek ve bundan sonra GÜNDÜZÜN DÜĞÜNÜ" nden söz e diie ceklir. Bir operatörün, önce beyaz bir örtüyü kullandığı bisturi ile fışkırttığı kanla, kırmızıyla bulam asına benzetebilirsiniz bu o la yı... İnsanoğlunun ilk gıdası olan sütün de rengi beyazdır. Gümüşün, ayın ışığı

53

dişi, güneşin ışığı ite p ozitif, efketdir. İsa, Pierre, Jacque6 ve Jean' m yanm a atarak yüksek b ir tepenin üstüne çıktı ve on ların gözünün önünde şekN d e ğ iştird i (transfigürasyon) ve giysileri beyaz b ir renk a id i. D iriliş sahnesinde de gördüğüm üz g ib i, İsa beyaz-gri giysi He örtünm üştür.(Görem e tdUmtorf] Musa peygam berin re n gi de beyazdır. Sonuç o tara k beyaz, arıklık, zafer, barış, e d e b iya t, neş1 e, teskm iyet, m er­ ham et, b ekâ re t, m asum iyet ve a d a le tin rengidir; yeniden d iriliş ve ölüm süzlüğü de sem bolize etm ektedir. Selçuk1ta ki Saint Jean B azilikasında, va ftiz edilenlere, rengi beyaz o la n, b ir cü p p e giydirilm esinin bu törenin gereklerinden b iri olduğunu öğreniyoruz. Beyaz, ço ğ u kez, b ir boşluk ve yokluk kavram ını d a ifa d e etm ektedir. Bem beyaz b ir sayfa denilm esi, o ra da h iç b ir şeyin yazık olm adığı anlam ına g e lir. Ahlak ve namus anlayışıyla ilg ili o la y ve konularda. BEYAZ en küçük bir lekeyi dışa vurm ada en hassas b ir renk olm akla d a a yrıca lık taşır. Ak sözcüğü ise, daha çok ankhk' la IgM anlam lan içe re n , bir sıfat g ib i kullanılm akta ve kara1nm karşıtı olm aktadır. V ia 1nm aksütü, ak akn. akpak. ak a kçe, ak gün, ak para, ak büyü, aklam ak... Akdeniz (?) örneği deyim ve sözcüklerde O ium iu bir nitelem e am açlanm ıştır. Akdeniz, «aradenize oranla daha güneşli, aydınlık ve turistik1 tir. Yani biraz d ah a dinlenm eye ve eğlenm eye m üsait bir yöredir.

SARI - ALTIN SARISI Renklerin en sıcak olanıdır. Söndürülm esi ve « sı en zor ve çok olan ateşle, yani güneşle ilin tilid ir. İlkel toplum iarda sonsuza dek yaşam sim geliyordu. San renkte olan ışınlann, göğün azür m avisini d e lip geçe re k, öbür dünyanın tanrısal g ü çle rin i a çığ a vurduğuna inanıldığından. A ztekierin, tüm tannlann onuruna yapılm ış olan tapınaklannda (panteon) güneş tanrısı (m avi-sarıya) boyanm ıştı. A ltın m adeninin de ışığı sayılan san, erkek cin siye tti, tanrıçalardan çok ta n rıla ra özgü, b ir renk olarak benim senm iştir. A ynca, ta n rıla rla ölüm lüler arasında ilişki kuran, gidiş ve dönüşlü bir yolun rengi san olarak n ite le n iyo rd u ... M eksika evrenbilim inde attın sarısı, yağm ur m evsim inin başlam asından önceki görünüm ü ile , dünya küresi derisinin re n giydi. İranda tann M ithra. Yunan ve Rom a'da tanrı A pollon'a özgüdür.

54

Ö te yandan, san' ran hemen her toplum da, uyruktan atlındaki insanlara güçlerinin tanrısal kaynaklı olduğunu hatırlatm ak istercesine, prensler, krallar, im paratorlar...için seçilm iş bir renk olduğunu da söyleyeceğiz. Sarı, tanrısallıktan kaynaklanan fiziki bk gücün simgesi olduğundan, m itolojik çağlarda tanrı ve tanrıçalar, hatta kahram anlar, çoğunlukla sarışın (sarı saçlı) ve siyah gözlü olarak betim lenm işierdk. Dionizos daim a sarışın bk tip olarak canlandınlm tştır. . Kutsal Kitap, İsrail Kralı D avtf in sarışın olduğundan söz eriyor...S an tüm bu özelliklerini önce güneşten, sonra onun olguntaştırckğı buğdaydan ve nihayet pişkin ekm eğin doğal renginden de alm aktadır. Sonuçta, stcakhğn ve fiziksel bir olgunluğun simgesi oluyor. Hıristiyan ikonografisinde, ile rid e tekrar d e ğ in ile ce ğ i üzere, yaygın bk anlam ı bulunan ve attın yaldız tonlu IŞINU SARI HALE, İsa’ ran göğe çıkışından sonra, O' nun yeryüzündeki boşluğunu dolduran bk am blem olarak kullanılagelm iştir. G enel olarak neşeli renklerin öncülüğünü yapan, m addesel olduğu kadar espri zenginliğini de ifade eden san, attın m adeninin rengini anımsatır. Bu nedenle sanda, altında olduğu g ib i, sonsuza dek paslanm adan, bozulm adan kalabilm e özelliğinin bulunduğuna inanılır ve sonsuz yaşarran, ölüm süzlüğün de simgesi olur. Aziz kişilerin başlarıran, İsa’ nınkine benzeyen altm sana bk hale içinde gösterilm esinin ikinci am acı da budur. Hıristiyan ikonografisinde h d ' de geçen olaylar onların katicı olm aları istendiğinden, attın sarısı mozaikten oluşan bir fon üzerine görüntülendirilrraşlerdk. (karye Müzesi] Kkti sarı ise bk zam anlar Kilisenin dış badanasının rengi olmuştur. İslâm da ise altın sarışının, masumiyet ve iyi huyluluğu, soluk sarının ihanet ve düş kırıklığını sim gelediği öne sürülür. Zihni uyarıcı bir özelliğe sahip oluşu nedeniyle, dershane, kütüphane gib i zihinsel faaliyetlerin yapıldığı yerlerin dekorunda, daha çok sarı rengin gerekli olduğu ileri sürülm ektedir. Ancak sarının yeni keşfedilen bir özelliği, bazı durum larda insanlar'üzerinde kışkırtıcı bir etki yapm asıdır. Nitekim bu konuda Londra Çağdaş Sanatlar Enstitüsü, yaptığı araştırm a sonucunda, bu kışkırtıcı etkinin, daha çok coçuk yaştakilerde, VANDALİZM denilen, yıkıcı-kmcı bk tepki şeklinde kendini gösterdiğini açıklam ış bulunuyor.

55

KIRMIZI (fik Atej-Alev) Tarih öncesi çağlarda ateşin m itolojisine ve hayata bağlı bir renk olarak tanınıyordu. Başlıca özelliği ATEŞ ve KAN' m simgesi olması ve tüm anlam ve anlatım larını duygu ve tutku ile de birleştirerek bu iki kavram dan alm asıdır. N eolitik ça ğ d a beyazla birlikte dinsel ve ölü göm me törenlerinde, yeğlenen bir renk olmuştur. Rengini kandan aldığından, yaşamın yenilenm esi olarak düşünülüyordu. Yontmataş ve cila lıta ş çağlarına değgin göm ütlerde bulunan kem iklerin kırmızıya boyanm ış olmasının nedeni bodur. D ötyatağındaki bir bebek g ib i büzülmüş yatan yaşam rengine boyanmış olarak bulunan iskeletler... İlkel insan ölenin ruhunu yeniden doğmasını sağlam ak için daha ne ya p a b ilird i ki acaba ?.. Anadolu' nun ana tanrıçası KİBELE (Sibel)' in olduğu g ib i, İbrahim Peygam ber ve Meryem' in de simgesi kırmcocfcr. Ö te yandan Zeus (Jüpiter), göğün olduğu kadar yerin de tanrısı olduğundan, yeraltı ateşi ve gök rengini İfade eden kırmızı ve mavi giysi içinde gösteriliyordu. Dionizos (Baküs) ise çoğu kez şarap ve sarhoşluğun rengi olan kırmızı b ir giysi ile resim lendirilm iş bulunuyor. Uzakdoğu tike le rin d e, Çin, Hindistan. G üneydoğu Asya' d a büyü dualarının yazıldığı am ület (muska) kağıttan kırmızı renkli olurdu.( Kaynak :Tariht*n günümüz» kadar dünyada ve itiamtyatlm h a k Inarıtpar, Büyü, sihir, Mbm.Cemaf ANADOL) Kırmızı aslında, cinselliği erkek d a n bir renktir; alevin rengidir. Sembolizm prensiplerinde alev de erkektir. Yeşk ise dişi bir renktir. En anlam lı örneğini kırmızı bir gülün ana bağrından doğar g ib i, yeşk yapraklar arasında bulunuşunda görebiliyoruz...Kırm ızı, iikei astronom ide, güney yönünün ve öğlen vaktinin göstergesi olarak kabul edilm işti. Kırmamın d ğ e r renklerde olduğu g ib i, değişik tonları var: Örneğin, yukarıda da değindiğim iz g ib i, morumsu , erguvani kırm ızı...Yabana sözlükte (Pourpe) (Purp) olarak odkm dınian ve sözlük anlam ıyla, insaniyet, saltanat, İktidar, asalet ve dinsel olarak da. Hâhi gerçeği İfade eden bu renk, eski Roma asilzadeleri (patriden) ve generalerin am blem i dm uştu. Purp' un aynca üreticilikle de ilişkili olduğu ile ri sürülüyor. Bu yorumu yapanların esmiencfikieri olay, yeni b ir canknm oluştuğu adet kan' mm , aşağı, yukarı, bu rengi andırm asından kaypak-tam yor... Roma im paratorlarının genellikle purpe rengindeki giysilere büründükleri ve diğer norm al vatandaşlarının aynı renkte giyinm elerini yasaktacMdan ve hatta bu g ib ile ri cezalandırdıkian bilinm ektedir. Jüstinyen kanunlarında da bu renkte kumaş satan dükkan sahiplerinin cezalandırılacağına dair m addeler bulunuyordu. Aynı olaya Osmanh resim sanaknda da tarak olm aktayız. Purp'

56

un daha koyusu otan bordo saltanat rengiydi.. Bugün İstanbul Ayasofya (müze-kH»e) sinin dış duvarlarının yenileştirilen badana boyasının seçim ine aynı geleneğin etken olduğunu sanıyoruz? A nadolu' nun geleneksel B indallı giysilerinde egem en otan renkler bordo (vişne çürüğü) ve mor olmuştur. in cil'd e geçen otaytan resim leyen m ozaik ta blo la rd a İsa' nm çoğu kez vücu-dunun üst kısmında bu tonda kırmızı, altında ise la cive rt renkli bir giysi taşıdığı görülür. İşte bu görünüm verilm ek sü e tiyle, O’ nun, iyilik ve m erham etle dolu annesi M eryem’ den e dind iğ i, Tanrealkk karakterinin varlığı, aniaMmak istenir...Kariye M üzesi'nde daha belirgin olarak gözümüze çarpan bir başka detay, M eryem ' in yatar pozisyonda resim iendiriidiği doğum ve ölüm döşek­ lerinin etrafının aynı kırmızımsı bir bordürte çevrili oluşudur. Gerçek İn d i' de yer alm am akla beraber, Meryem’ in Zakari (Zekeriya peygam ber) den, tapm ağın perdesini örm ek için aldığı yün çilesinin rengi de aynıdır. Bazı çevreler bunu BEKARETİN RENGİ olarak ta aigSam aktodırlar... M evlevi şeyhlerinin sema ayini sırasında oturduktan post kırm«zı renklidir. Bu olgunun, M evtana1nın dostu - Şems-i Tebrizi'yi (Tebriz güneşi) ve gün batmmnda göğün aldığı rengi, yani M evtana'nm ölüm ünü sim gelediği ileri sürülür. Diğer renkler için d e titreşim i en fazla otan kırmızı, katı bir renk olup, genelde yaşamı etkileyen bazı duygusal tepkilerin anlatım ını sağlar. Sıcak bir renk olm asına karşın, m aviye yaklaştıkça soğuklaşm aktadır. Her rengin olduğu g ib i onun da değişik tonton var. Ama bu tonların sem bolik değerlendirilm eleri kırmızı için biraz daha farklı olmuştur. Şöyle ki: Açık kırmızı daha parlak, m erkezden uzaklaştırıcı (santrüfüj), uyana, ışınlarım her şeyin üstüne, azaltılm ası mümkün alm ayan bir güçle gönderip yayan güneş g ib id ir. Tonik (kuvvetlendirici) ve erkek cinsiyetti olup GÜNDÜZ' ü sim gelediği kabul edilir. Halbuki koyu kırmızı, bunun tam am en tersi (santripet), merkeze yaklaştıncıdır. G izlilikle doludur. Yaşamın sırtanm saklar, dişidir ve GECE' yi sim geler. Birincisi sürükler, cesaret verir ve kışkııtıa olur. G enel olarak bayraktonn, alâm etlerin, afişlerin, reklam am biajlannın...rengidir. Diğeri ise koyu kırmızı daha çok alarm , tehlike haberi veren sistem lerde kullanılır. Trafik tom balan bir sinema veya radyo stüdyosunun ...girişlerinde görüldüğü g ib i, yasaklılığı veya te d b irli olm a 'zorunluluğunu işaret eder. Eskiden lam batann konusuydu. uym alarıyla

(Roma dönem inde) genel evlerin kapılarına asılan kırmızı am acında davet e d iciliğ in yanı sıra gene bir yasaklılık söz Ama bu yasaklam a, oraya girecek otantann bazı kurallara ilg ili oluyordu I...

57

Merkeze yaklaştırıcı özellikleri olan kırmızının simgesel anlam lan arasında, onun insanın ve dünyanın m erkezinde yana ateşin, ca n ' m kalbin şehvetin, genel olarak bilim in, özellikle ezoteıik bilim in rengi olduğu da ile ri sürülüyor. Öfkeyi kışkırtıcı ve şiddettendirid b ir etki yaptığından, m atadorlar boğayı kızdırmak için kırmızı bir şal kullanırlar. Kırmızı, eskiden beri ilkel insanın ve çocukların sevdiği bir renk olmuştur. Tansiyonu ve solunumu arttıdığı söylenir. Bunların yanı sıra, kırmızı renkli olan objeler gözlem ciye, m aviye oranla, daha yakm bir mesafedeymiş gibi görünürler. Bu nedenle olm alıdır ki, renkleri kırmızı olan taşıtlar yakarda daha az hasara uğram aktadırlar. Şüphesiz bu olayda kırmızının dikkat çekici âzelliğininde rol oynadığım kabul etm ek gerekir. Ülkemizde üretken kam yonların boyandığını görm ekteyiz.

karoserlerinin

çoğunlukta

kırmızıya

Bir bilim adam ı yaptığı gözlem ve deneylerle yanyana park eden mavi renkli iki aracın arasındaki boşluğun gerçeğe oranla daha geniş görünerek gözü algıladığım ve m avi renkli araçların daha fazla hasar gördüklerini kanıtlam aya çalışmıştır?..Aynca, koyu kırmızı renge boyanmış m ekânlarda zamanın daha çabuk g e çtiğ i veya zam an geçişinin farkına vantmodığı anlaşıldığından, fabrikalar g ib i çok insanın çalıştığı büyük iş yerlerindeki tuvaletlerin duvarları kırmızıya boyanm ış ve sonuçta işçilerin burada geçirdikleri zam anda önem li ölçüde azalm a olduğu gözlenm iştir!... Şüphesiz tüm bunlar, kırmızının doğru veya yanlış d iğer psikolojik etki ve özellikleri...Kırm ızı, Arapça " d-kirm tz" denBen b ir böceğin dişisinin kurutulup ufalandığında aldığı parlak kırmızı' dem türem iştir.

MAVİ Renklerin en derin olam dır, göz bir engele rastlam adan ona göm ülür ve sonsuza doğru kaybolup gider...R enklerin en az düzeyde ki m addesel (nesnel) dam dır. Göğün tem el, psişik planda ise, ruhun ve düşüncenin rengidir. m

Doğa onu genel olarak ancak bir şeffaflık olgusu şeklinde bize gösterir ; havanın, suyun, kristal veya bir elm as parçasının derin boşluğunda duyumsandığı g ib i... Boşluk gerçek saf ve soğuktur; bunun için d ir ki, renklerin en soğuğu olarak tanınır. Sem bdik uygulam alarda da onun bu özelliğinin etken olduğu gözlenir. M avi, bir obje üzerine uygulandığında, onun şekilse) bozukluklarını sanatsal

58

hatalarını, katı görünüm lerini h afifle tir, gözden saklar. Üzeri m aviye boyarım ı; bir yüzey artık bir yüzey olm adığı g ib i, bir duvar da artık bir duvar olm aktan çıkar...H areketler, sesler de aynı böyle, şekiller g ib id irle r; onlar d a tıpkı gökteki kuş g ib i, m avinin için e dalar, göm ülür ve sanki orda boğulurlar... Mavi kendisi olduğu kadar, kendine aicbğı her şeyi m oddesel olm aktan çıkartır. M avi, gerçeğin hayale dönüştüğü sonsuz bir yolun rengidir. Mutluluk kuşunun rengi de m avidir. M avinin içine girm ek, A lice' in “ H a rika la r D tya rm cla " yaptığı g ib i, aynanın öbür yanına geçm ektir. Yani, m avi aynı zam anda rüyo-lann da yolunu renklendirir... Bu nedenle olm alıdır ki. sevdiklerim ize uyum aya giderken " m avi rü y a la r" dileriz... M avinin derinliğinde daim a cid d iye t, asaletin varlığı aranır. A daletin ve gerçeğinde rengi olan bulutsuz gök m avisi, lacivert (azür) tonuyla tanrısal aşkm sim gesi olmuştur. Bunun için d ir ki, ikonograflk tablo la rd a , İsa takdis ederken la cive rt bir giysi için d e gösterildiği g ib i, göğe yükselişi 15 Ağustos olduğu kabul edilen bakire M eryem ' e daim a açık, bulutsuz bir göğün rengini anım satan, la cive rt bir m anto giydküir. M avi renk, kırmamın tam tersine , tansiyonu ve solunumu azaltır, mekâna psikolojik bir soğukluk getirir. Bu nedenle olm alıdır ki, yüksek ısı altında çalışılm ası zorunlu olan iş yerlerindeki eşyalar m aviye boyanırlar. Titreşimi zayıf, dişi ve batı yönünü gösteren bir renktir m avi. Yahudllerin kötü cin le ri kovmak için kullarvdıklan g ib i, Mısır, İran, Hindistan, Pencap geleneklerinde ve nihayet İsiâm da kötülüğe, nazara karşı koruyucu bir anlam ve etkisi olduğu varsayılır. Nazar boncuklarında egem en olan renk m avidir. Yeşil cam i ve Yeşil Türbe çin i-lerinin Bursa'nm engin yeşilliğinden kabul edersek, Mavi Cami oiarakta isim lendirilen Sultan Ahm et cam iinin de denizin m avisinden etkilendiğini düşünmek m üm kündür...M avi sözcüğü Arapça kökenücBr. M avi, Arapça (man) su rengi dem ektir.

TÜRKÜAZ (FİRUZE) Ateş ve güneşle, ilg ili bir renk. Bazı yorum cuların rom antizm inde güneş, savaşçı bir tanrı' dır. Sabahleyin uykudan kalkınca ilk iş olarak gökyüzündeki ayı ve yıldızlan kovar. Bu am açla ateş ve ışınlarıyla oluşan türkuaz yılanını bir silah olarak kullanır.

59

Yeşil ve m avinin kanşımtarıyka ta tlı b ir görünüm e sahip olan gerçek türkuaz' ı Beyşehir götünün sabah saatlerindeki renginden esinlenen. Hz. M evtâna tür­ besinin konik kubbesinde görüyoruz...

YEŞİL M avi He san arasında yer alm akla beraber, bu Hci rengin b e lirti b ir oranda karışım ından oiuşmaktacfcr. Ancak, lurmtn bk gülün yeşil olan yapraklar arasında açılm ası benzeri, ksmızıyla b irlikte , bu kez başka b ir sem bolik düzenin için e girer. M avi göksel (semavi) ve soğuk, kırmızı ise srcak, yeraltı ateşinin rengi olması nedeniyle, her ikisinde de salt utaşılamazhk bulunurken, yeşil sıcakla soğuk arasında, yani gökle yeraltı a ra m d a ki yeryüzü ortam m dad*. Bu bakım dan yeşilde âk bk hava hakim olur. İnsanoğlu, rengi ateşi anım satan kırmızı He. deniz suyunun rengine benzettiği yeşilden algılanarak, bu iki renk arasında, tıpkı kendi yarodıkş ve varoluşuna benzeyen bk ta ra t ve ilişkinin olduğunu duyum sam ştır. Bu konuda alpiancâğı olay, yaşam a başlayışnn önce erkeğin koobnı d ö l emesi ve sonra ana’ ran bu cankyı besleyip büyütm eeidk. O iayn renkle Ig ü olan yönü ise, yaşam ın cinsiyeti erkek varsayılan kırmızıdan kaynaktarap, çişi bk renk olan yeşilde gelişip olgunlaşm ası şekHnde açuklanuyor. Aynı konuda daha nesnel bk yakiaşvnla yapkan yorum şöyle: SİNOPLE adı verilen ve yeşNin bk tonu olan tengln, XV.yüzykda, öeeM dt asalet am rıalannda yaygınlaştığı ve baş piskoposlara! bu renk şapka taştcMdan bilinm ektedir. Asknda SİNOPLE sözcüğü Latince kökenli olup, SİNOPİS' den türem iştir. Sinop» önceleri SİNOP IHmtzin karnen topra ğ n a verilen iskn oknaran yanı sra, kırmızı ve yeşil anlam lanna da gelm ekteydi...A ncak, bu sözcük, XIV. YüzyvJdan İtibaren, açıklanm ayan nedenlerle, sadece YEŞİL anlam ında kullanılm aya başlanm ıştır. Bu açıklam a bize yeşildeki gizem li özgülüğün, onun içerdeği KIRMIZI’ dan kay-naklanckğını doğrulam ak isteyen bk varsayım ... İlkel kabilelerden banlan, Bam bartar, D ogonlar, M ossiler...yeşilin kırmızıdan g e ldiğine inancMdarmdan, onu Hkbahann gelişini m üjdeleyen gök gürültüsü ve kırmızı renkle, şimşekte özdeştirm ekledirler. Birkaç örneğini verm eye çalıştığım ız bu varsayım lara dayanarak, yeşille kırmızı arasında, doğa ve insanda olduğu g ib i, bk denge ve dönüşüm bulunduğu saptanm ıştır. Dafton hastalığı (Daltonizm) oianlann bk kısmı kırmızıyla yeşili, diğerleri ise san He m aviyi ayırt edem em ektedirler.

60

Yeşl Ndbahann rengkjk. K if tüm ca n iitan bir yere «O nm aya zorlar; havayı, •uyu ve toprağı soğulur, irean da b ir yainızMc ve güvensizle duygusu yarat», fcbahar ise. g e lir gelm ez, hem en to p ra ğ n üstüne YEŞİL olan mantosunu yayar, buzlan eritir, akar sulara hareket verir, y a şa m başlatır. Diğer bk deyişle TOPRAK ANA' yı besler ve g iyd irir. İşte bu yönden yeşkde bk ananın sa nclğı ve sıcakhğı var g ib id ir. Ancak, yeşilde id kutuplu karmaşke ve garip bk karatertn bulunuşundan da söz edHiyor. Bunlardan bki, gönülleri yeni üm itlerte doldurup aşktan ta zeleyen, rahatlatıcı ve güven ve rici otmanm yanı «ra, açılm aya haz» bk tom urcuğun rengi olarak DOĞUM’ la llg iiid k. Diğeri ise , (Küf)' ün , eczod ğ n geleneksel zehirli m adde ayırıcı» okna özelliğinden dolayı Ö LÜ M 'e özgü oluyor. G enelde doğarım rengini yansıtan yeşil için , psikolojik açıdan, GERÇEĞİN, AÇIKLIK VE SERBESTLİĞİN rengi olduğunu Heri sürenler oluyor. Trafikte yeşil, serbestle işareti olmuştur. Öte yandan, b ir ejderhanın kanının d a derisi g ib i yeşil sayılması henüz kırmızjlaşmarntş bk m eyvenin, onun hamfcğrs göstermesi, haşlanın yeşHe çak» yüzünün iyiye yorulmaması g ib i olumsuz dgulanda nitelem ektedk. Franuzcada argo lisanına, yeşi Hsan anlam ına gelen (La langue verte) d e n iyo r. Deniz taşım a araçlarının sağ tarafına İSKELE denm ekte ve YEŞİL bk fenerle beiirtenm ektedk. Sol ta ra f ise SANCAK* t» ve rengi KIRMIZI* dır. Deniz tra fik kuraHanna göre sağdan, yani yeşil* den geçil».

öndeki gem inin

önüne soldan değH

Yeşil, renkler sözlüğünde, Tanrı ile doğayı birleştiren bir renk olarak da tanım lanıyor. Ayrıca, sonsuz yaşam ve ruhun yeniden canlanm asını gösteriyor. Yapraklarım dökm eyen ve yeşil kalan a ğ a çla r bu bakım dan daha m akbul tutulur ve sevilirler. Psikolojik olarak sinirleri yatıştm cılığı yanm a gözü en az yoran, dikkat enerjisini fazla yıpratm ayan bir renktir. Bu nedenledir ki, okullardaki yazı tahtaları, konferans m asaları, b ila rd o m asaları vesak oyun m asalarının örtülerinin yeşil o lm alan istenir. M itolojide, yeşHjn denizle İlişkisi varsayılıyordu. Nitekim denizler tanrısı Neptün (Poseidon) ün tablosu elim ize geçseydi, üzerinde deniz yeşili (celadon) bk giysi görecektik. Aynı o şekilde, Poseidon' un oğlu Trtton, Zeus* ün kızlan olan su perileri Nympha* la r ve deniz kızlan Nereid* ler antik çağ resim lerinde hep yeşH giysiler içinde betim lenm işlerdir. Aşk ve güzellik tanrıça» Afrodit* e hem dalgalann köpüğünden çıktığı, hem de dişiliğin tam kendisi olduğundan, atribü olarak, yeşil renk uygun görülm üştür.

61

Yeşil renk M âm da daha yaygın anlam lar içeriyor. Başla cennetin simgesi, üm it ve m urat rengi oluşundan söz e d ilir. Bu nedenle değerli taşlar arasında, zümrüte ayncaMc tanınır. Çünkü anda gizem li olguların ta içlerine kadar girebilm e gücüne sahip, YEŞİL IŞIN yaym a niteliğinin bulunduğuna inanılm aktadır. Eskiden silahların kmlan. kalkanlar, ok kılıflan...rMn daha çok zümrüt taşlar kakılarak süslenmesi, yeşilin uğur getincMiği ve koruyuculuğuna inanılm asından kaynaklanıyordu. İskim in sancağı, Hz.Muhammed' in mantosu yeşildir; kencülerininde simgesel rengi PARLAK YEŞİL olmuştur. Diğer peygam berlere d e yakıştırılan renkler şuniardr: Adem gri-füm e, Nuh m avi, İbrahim kırmızı, Musa beyaz, Davut san ve İsa pariak siyah (Işık saçan siyah). Doğrudan doğruya kendisine yakıştırılan simgesel renk ise parlak yeşil olup, en gizemsel olguların gizlerini bilene özgü, bir renk olarak tanım lanıyordu. Çölde sürekli, bir vahaya ulaşmanın özlem i duyulurdu. İşte bu nedenle birden bire uzaklarda bir (yeşk) Nk farkedHmesi. gönüllere su serper ve ona ulaşmak insanların yüzünü güldürürdü. Yeşil Müslüman âlem i için selâm etin olduğu kadar, başta a ile kavramı olm ak üzere, tüm m addi ve m anevi zenginliklerin de kökleşmiş bir sembolü olmuştur. Bugünde olduğu g ib i, eski Anadolu halı ve kilim lerini süsleyen yeşk renk cenneti, kırmızı zenginlik, m utluluk ve sevinci, sarı kötülüklerden, siyah ise dünya sıkıntılarından armmayı betim lem ek am acıyla kukankrreştır. Son olarak, yeşil' in oluşumu üzerine biraz fantezi olmasına rağm en, şöyle bir karşılaştırma yapacağa. (Yazann yorumudur.) Güneş sandır, yeryüzünün sularım, deniz, göl ve nehirleri, artır, buharlaştırır ve onu m avi göğün için d e lo p la r; bir anlam da bu atm osferik olayda m aviyle san birteşir ve bunun sonucu oluşan yağm ur sulan yeryüzüne, tıpkı sperm dam latan g ib i, dökülüp orada yeşil renkli bir bitki örtüsü yaratır. TOPRAK ANA dediğim iz yeryüzünde doğan bu yeşillik aslında güneşle gökteki su buharının birleşmelerinin bir ürünü oluyor. Tıpkı yağlı veya sulu boyada sarıyla m avinin b e lli oranda karıştırılmasında ekte edilen yeni rengin yeşk olması g lb il.. Şairin b iri şöyle demiş; "G ök a ğ a r yeşili yaratm ak iç in i..”

KAHVERENGİ Kızılla siyah arasında yer alm akta olup, daha çok siyaha yakın b ir renktir. Saf olm ayan ve kendini gösterm eyen yerattı ateşiyle kil ve toprakla

62

özdeşleştirilir. Bunun için insanoğlunun keşfettiği ilk renk olmuştur. Yaprak rengi nedeniyle de sonbaharı anımsatır. Katolik kiliselerinde olduğu g ib i, Romada da alçak gönüllülük ve fakirliğin, m anevi ve zihinsel olgunluğun simgesi olmuştur. Bu bakım dan bazı din odam lan, rahipler ve çoğu kez kahverengi bir aba giym eyi yeğlem işlerdir. Ancak bazı çevrelerde kahverenginin, pislik ve aşağılam a anlam larında da kullanıldığına tanık olunuyor. AvusturyalI psikanalist ve nörolog Freud kahverenginin bir tür sodizm im ajı verdiğini id d ia ediyor. Hltler taraftan oian Naziierin de hep kahverengi göm lekle dolaştıkları bilinm ektedir.

MOR (VİOLE) Elde edilm esi için m aviyle kırmızının kullanılm asındaki belirti, oran nedeniyle, gökle yer arasındaki dengeyi sim geler. Bunu yanı sıra, itid a l (soğukkanlılık), kanaat (göz tokluğu), içe kapanıklılık, çekingenlik, aşk, ihtiras (şiddetli arzu), Naat, parlak zekaya sahip olm a...anlam iannı renklendirir. Ş iddetli arzuların, yakıcı, kavurucu ateş ve ızdraplann da rengi olan kırmızı m ora dönüştüğünde, bu etkileri h a fifle yip sükunet bulduğundan, O rtaçağ sembolizm akımı içinde İsa' ya, şekli değiştirm e ve Tann katına yükselmesi tablolarında m avi veya mor bir m anto giydiriliyordu. Çünkü o, yaşamı boyunca maruz kaktığı ızchrap ve rici olaylara sükunet için d e boyun eğm iştir. Ayrıca mor, arkasında gizli kalması gereken şeyleri örten perdenin de rengi sayılıyordu. Uzakdoğu ülkeleri geleneğinde mor renk a ktif (kırmızı) ten ( m a vi) pasife bir geçişi yansıtır ve şehvet rengi olarak tanım lanır. Mor ışığm kadrim , kırmızının ise erkeğin seks guddelerini uyardığı ile ri sürülüyor...

TURUNCU Sandan kırmızıya giden yol üzerinde bulunan turuncu, kim yasal etkinliği en fazla olan ışınlar yayar. G ökteki güneşle, yeraltındaki ateşin ortasında bulunduğu varsayılarak, vahiy yoluyla Tanrı aşkına ulaşmanın olduğu kadar ruhsal dengenin ve aşırı şehvet düşkünlüğünün simgesel rengi olur. Bağlılık ve doğruluğu yansıtması nedeniyle, çoğunlukla Budist rahipleri ve bazı Hıristiyan din adam larının SAFRAN RENGİ kostüm giydikleri görülür. Keza, ApoHon kültürüne inananlar ve Dionizos turuncu giyim li olarak resim lendirilm işierdir.

63

Konuya tıb b i pencereden bakan bazı çevreler, sindirim i kotaytaşhrciğsıdan, yem eklerden sonra, dekoru turuncu olan salonda oturulma»™ öneriyorlar?...

SİYAH - KARA Bütün renklerin baştangra ve tohum udur, güneşin tüm ışıklarını varlığına geçirir. Renkler g a m n n bir ucunda, renklerin en sıcağı olan beyaz, ciğ e r ucunda ise, en soğuğu olan SİYAH buiunm aktodv. Hacerül Esved taşının rengi de parlak siyahtır. Kabe’ nin örtüsü »yahhr. Avrupa' n rı birkaç yerinde olduğu g ib i, eski Roma' nm Mk kurulduğu yedi tepeden b iri olan PALATİN DAĞI üstünde de siyah, küp şeklinde b ir taş bulunuyor. MAGNA MAIER (Büyük Ana) yı sem bolize eden bu taşta, ciğ e r yerlerdeki g ib i kutsal bir obje olarak saygınlık kazanmış ve sürekli ziyaret edilen bir ören yeri haline gelm iştir. İşte bu açıdan siyahta ANALIK, BEREKET ve DOĞURGANLIİC la ilg ili başka özellikler de görm ekteyiz. M ttokjide birçok ana tanrıça ve bakire, örneğin KİBELE (Sibel), Efes' in ARTEMİS ve sonra DİANA’ e. H indulanr KALİ' si eski Ma rtla rın İSİS’ i, Yunan ve Romada DEMETER, AFRODİT, simgesel olarak, hep siyah renkte gösterilm işierclr. Abbasi bayrağmm siycSı duşu ve ABBASİ h a le le rin in hep siyah giyinm eyi tercih edişlerinin nedenini poüttk nedenlerin ckşmdo siyah’ tan kaynaklanan dinsel kavram lara bağlıya biliriz. Cenaze arabaları İslâm’ da yeşil, Hıristiyonlarda ise siyah oluyor. Yer küresi, ölçülü, hesaplı ve dengeli bir biçim de, kendi ekseni ve yörüngesi üzerinde hep b a tı' dan doğu’ ya dönüyor. Yani, renk gam ının başında bulunan siyahtan (GECE) den hareket ediyor ve Sonra (BEYAZ) ı yaratıyor. Tıpkı dünyanın ilk oluşum undaki aşam a g ib id ir bu olgu .Onun için batı yönü, siyahla gösteriliyor ve g e ce ' nin sahip olduğu DİŞİLİK prensibine ka tılıyo r.11G ecelerin daim a yarınlara gebe olduğunu söylem ekle, b ilin ça ltı bu yorum a katılm ıyor muyuz ? ..." Beyaz da ise MESİH’ le ilg ili bazı güçler var. Doğu-Batı ekseninin hareketi g ib i sürekli bir tekrar kavram ını, g e çici bir yokluğu, bir seyahatin anlam ına gizliyor içinde...işte bu nedenle olm alıdır ki, beyaz (PARLAK BEYAZ), b ir tekrar dirMecekJerine inanılan kralların ve daha eskilerde, m itolojik tanrıların m atem re n g i olm u ştu r. N ite kim F ransa' d a “ K ral ö ld ü , yaşasın k ra ll...” slo g a n ın ın a tıld ığ ı

yerde, bu törene katıtanların hepsi beyazlar giyinm işlerdi. Siyah’ m matem rengi olarak benim senişinde ise, ümitsiz bir bekleyişin, dönüşü olm ayan bir

64

yolculuğa çıkanların ve artık geriye dönm eyecek olanların duyulan üzüntünün yansıması bulunur.

ardından

Ay tanrıçası Artemis tapm aklarının doğusunda beyaz, batısında ise siyah bir kapı bulunm aktaydı. Biı tapm aklara özgün olan d iğer bir hususta, yapının doğu-batı doğrultusunda inşa edilm eleridir. Tapınağa girenler b a tı' ya doğru ilerlerler. Çünkü orası güneşin battığı ve biraz sonra ay* m. Artemis 'in görüneceği yöndür. İlkel topium lardan bu yana tüm m itolojileri ve gelenekleri incelediğim izde, b a tı' nm genel anlam da. SOL, DİŞİ, GECE. SİYAH ve nihayet CEHENNEM' i sim gelediğine tanık oluyoruz. Doğu ise hep SAĞ, ERKEK, BEYAZ ve olmuştur. Yunan-Roma akropollerinde güneş, kentin akropol yönünden doğar; sürekli yükseliş kaydederek, gökyüzünün tepe noktası (zenlt) e ulaşır. Sonra yavaş yavaş aşağı batı yönüne doğru kayar ve orada sönüp kaybolur, işte burası Nekropoi (ölüler kenti) dk, genellikle batı bölgesinde olur ve güneşin yükseklik kaybetm esi g ib i, ölüm le sonuçlanan bir EKSİLME' nin oluşturulduğu yerdir, m ezarlıktır. Hıristiyanlığın olduğu kadar İslâm lelsefesi ve gelenekleri de siyah rengin bu fani (ölüm lü) dünyada bencillik ve kendni beğenm işliğin boş ve yanlış bir davranış olduğunu söylemek isteyen bir mesaj içe rd iğ in i benim sem iştir. Nitekim M evlevi dervişleri salona g irip dönm eye başlam adan önce, üzerlerindeki siyah pelerini çıkarıp atarak, bu tür e ğ im le rd e n kem Jferini arm drdridarını söylemek ister ve GERÇEĞİ ve YENİDEN DOĞUŞU da sim geleyen beyaz robianyla görünür, sonra Sema' ya başlarlar. Dervişlerin pelerinleri siyahtır, KARA TOPRAĞIN rengkJr. Bu giysinin açılıp atılm ası, fiziki ölüm den sonra mezara (toprağın içine) girişi yansrtır. Üzerlerinde kalan geniş etekli TENNURE beyaz rengi He YENİDEN DOĞUŞ' tu r çünkü ölüm , M evtâna felsefesine göre, yeni b ir yaşam a geçiş olarak kabul e dilir. Adem ' le Havva' nin cennetten kovulduktan zaman siyah g iyinikli olm aian nedeniyle bazı kaynaklar siyah' ın bir MAHKÛMİYET i de ifade e ttiğ in i ile ri sür­ m ektedirler. Siyahta geçe rliğ ini koruyan başlıca özelliğin onun BAŞLANGIÇ ve DOĞURGANLIK kavram larıyla ilg ili olduğunu tekrarlam ak istiyoruz. Bu arada m ağara insanının ilk bulduğu renginde siyah olması ilg in ç b ir rastlantıdır. Eski Mısır ve diğer Kuzey Afrika ülkelerinde m at siyah, verim li toprağın ve yağm urla şişmiş bulutlann rengine benzediği için BEREKET' in simgesel bir rengiydi.

65

r

Hıristiyan ikonografisinde ressamlar ve m azaisfier kilise duvarlarına yapmış olduktan fresk ve m ozaik panolarda İsa' ya ihanet eden JUDAS* ı siyd i bir hale içinde. Peygam berliği ve Tanrının oğlu olduğunun şeytan tarafından cfonenmesi sırasında. İsa’ nın, bu kez, siyah bir giysi için d e resimlenclrrüdiğini açıkça görm ekteyiz. Aslında bu tür sem bolik anlatım larda renklerin önem li bir yeri, yardım ı ve rolü olduğuna derideki konularda tekrar değinm ek ve onlara başvurm a gereğini duyacağız. Mısır hierogllfinde, siyah renkli bir güvercinin, ölüm üne kadar dul yani yalnız b ir yaşam sürdürmüş olan kadnian. sim geleyen bir renk olarak kullanıldığı saptanm ıştır. Diğer ruhsal etkileri yanında siyah, insanın psikolojik yapısında bir tür yoğunluk, kalınlık ve ağırlık etkisi yaptığı bilinm ektedir. Bu nedenle olm alıdır ki, siyah boyalı bir eşya, beyaz boyanmış olana oranla, daha ağırmış gib i bir izlenim yaratır. Aynı olay siyah rengin egem en olduğu veya sisli, puslu bir havayı yansıtan yağlı boya ta b lo la r için de söz konusudur. Bunlara bakarken, insan kendini biraz gam lı, hüzünlü ortam da sanır. Siyahta, yenilenen bir yaşamın mesajını veren veya vadeden başka bir özellik daha buluruz; tıpkı gecenin gün ışığm, kışm sonbahar' m geleceğini m üjdelem esi glbicSr bu duygu... G ecenin karanlığı, m anastırların izbe dehlizleri...ulaşılam ıyor bazı srian koynunda saklayan ve onlara tefekkür (düşünme) veya vahiy yoluyla sahip olunabilen ortam lar olmuştur. Kitabımızın Beriki SESSİZLİK ve DİLSİZLİK bölüm ünde de d eğ in ildiğ i g ib i, gece karanMdarı önem i olaytam planlarının, ertesi günkü baskın' m hazırlıklarının yapıldığı bir zam an parçası olur çoğu kez... Ezoterik ekole göre, siyahla beyazın birleşm eleri (hierogam i) kutsal bir o la yd*. Erkek olan beyazla dişi cinsiyetti olan siyatım birleşmesi GRİ’ nin doğum una neden olur. Gri ise renk çevrim inde merkezin değeridir; bu ise İNSAN' dır. ( Gri rank ve Kül metnine bfcz) * Koyu renk olarak, isim lenen renklerin en koyusu kuşkusuz SİYAH’ t*. Başlangrçta da işaret e d ild iğ i g ib i, güneşin tüm ışınlarını absorbe eder (emer) ve kendi varlığına m al ederek, geriye gönderm ez. İşte bu olay, yaşamın ÖLÜME DOĞRU GİDİŞİ ve onun için d e KAYBOLUP BİTİŞİ g ib i düşündürür bizi... İslâm âlem inde kadınların örtünm ek için rengi siyah olan çarşafı seç­ m elerinin nedenlerinden b iri de, çekiçilikierini en aza İndirip, çevresindekilerin

66

b a kıla rın d a n tedirgin (huzursuz) olm am ak İçindir. Bu arada siyah veya siyaha yakın koyu renkli kostüm lerin, taşıyan kişiye daha cid d i, ağır başlı ve mütevazı bir görünüm verdiğini, hatta bazı resmi davet veya törenlerde şeref konuklarının bu renk elbise giyinm elerinin geleneksel ve sosyal bir zorunluluk haline g e ld iğ in i de belirtm ek istiyoruz. Anadolu halılarının, kHim ve seccadelerinin etrafını gayet ince bk bordür Şeklinde çevreleyen siyah rengin, dünya sıkıntılarından arınm a am acına yönelik bir anlam ı olduğu saptanm ıştır. KARA’ ya gelince bu, (renk olm aktan İleri) bk sözcük veya bk sriat olarak dilim ize takılır çoğu kez...Ö iüm le, m ezarla kgü değim lerde, şiir ve halk türkü­ lerinde, toprağa hep KARA TOPRAK dendiğini duyarız. Ancak burada önem li olan ve vurgulanm ak istenen şeyin karada, gecenin zifiri karanlığı, sıkıntı, acı, keder g ib i siyahla ilg ili olan sembolizmin yanı sıra, topraktaki analık ve bereket kavram larının vartığıdtf. Yani bk anlam da karada hem olum lu, hem de olumsuz bkşeyier var. Ancak, Anadolu özdeyişle rinde siyah yerine KARA' ran kütlanılm ası, daha çok olumsuzluk anlam ı veren bk sriat olmuştur. Hatta bazen, kötülük, uğursuzluk (meşum) g e tird iğ i sanılan masum hayvanlar için de kullanılır, kara kedi, karo tavuk, kara karga...gibi. Bunun yaranda gürdük lisanımıza öyle yerleşm iştir İd, o şey bizi adeta kara dedirtm eye zorlar. Ö rneğin, kara ça lı, karabasan (sıkıntılı rüya), karalam a (bk kimseyi lekeiem e-tersi aklam a), kara liste, kara satan, kara sevda (hastalık olarak), karsu (gözlerde olan bk hastalık], kara yazı (kötü talih), karayel (çünkü siyah soğuktur), kara düşünmek, karam sarlık, kara bahtım , kar gün dostu, kara bela...vb. C oğrafi deyim lerde de diğer yabancı dMerde olduğu g ib i, kara’ ran TOPRAK anlam ına g eldiğini görm ekteyiz: Kara la f ası, kara sulan, kara stnm, kara parçası, kara İklim i...gibi. Siyah Hz. Adem’ k i. İsa ve M uham m ed' in rengi olarak tanınm aktadır.

67

GRİ KÜL RENGİ - KURŞUNİ AvusturyalI rahip ve botanik b ilg in i olan M ende!’ in (1865) insan ana­ tom isindeki kaiıtım -soya çekim gelişim i konusunda öne sürdüğü kanunlar, renkler için de geçerli olmuştur. Bu varsayım a göre, İnsanoğlunun dünyayı tanım asına etken olan refiklerin ilki gri renk oluyor. Yani önce, renk olarak, griyi tanıyoruz. Bu olay bir bakım a, yaşam a, AKLA KARAYI ayırt etm ekle başladığım ız anlam ına da geliyor. Çocuk doğduğu zam an, kendini rengi gri olan bir ortam da bulur. Bu tıpkı gözlerim iz kapalı veya tam karanlık bir ortam da iken görebildiğim iz renge benzem ektedir. Daha sonra gözlerini açtıkça yavaş yavaş çevresini saran cJğer renkleri seçip tanım aya başlıyor. Üç yaşlarına geldiğinde renkler âlem inin mütevazı b ilin cin e ulaşıyor, Diğer bir deyişle, dünya bilincine, tanıdığı renkler sayesinde, sahip oluyor. Bu bakım dan, büyüyüp gelişm e süreci için d e önce g ri' ye alıştığımız, kişiliğim izi bulm aya onunla başJockğırruzı söyleyebiliyoruz. Bunun yanında, zam anla, kendim izi çevredeki, sayılan çoğalan ve renkleri çeşitlenen diğer canlı ve cansız cisim ler arasında görm eye başiodgMTiızda. diğer renklerle de ilgilendiğim izde bile, İlk tanıcbğtfnız g ri' nin bu renk âlem inin merkezinde yer alm asındaki rolünü yadrgam ıyonjz. Gri renkle insan arasındaki İlişki konusunda yapılan bir yorum şöyle: Madem ki insan birbirinin karşıtı olan dişi (siyah) ve erkek (beyaz) iki cinsin bir ürünüdür; o halde o da siyah- beyaz karışımı sonucu oluşan ve (Kromatik) renkler âlem inin tam ortasında yerini alan, gri renge sahip oimaİKJırt... Gri Hıristiyan sembolizminde fiziki ölüm den sonra, yeniden yaşam a dönüşü (diriliş) betim lem ekte ve özellikle ortaçağ sanatkarlarının kuikx*ğı renk olmuştur. Bunun en açık örneğini, İsa' nm (SON MAHKEME) 1 ye başkanlık ederken taşıcfcği mantonun ve sadece ona özgü (ELİPSOİT HALE)’ nin kül renginde olmasında görüyoruz. Çünkü kül kalıcı bir maddedlr.(Aynnfr* bügl İçin Ulatan KÜL v b HAH m otnM eU aç&lam aya taa.)

G ri, şan, şöhret ve sonsuzluk ifa d e eden gizem li bir niteliğe sahiptir. Eski yapı sıvasız ve taştan inşa ecfilmlş cam ilerim ize bakınız; kaplam ası kurşun olan kubbesinden temele kadar, hep kül rengindedirl... Gri aynı zam anda SİS' in rengidir. Sisli, puslu havalar insanda hüzün, iç sıkıntısı, m elankoli yaratırlar. İbraniler duygusal acılarını, yaslarını kül rengi giysiler taşıyarak, ifade edtyortarc*.

68

Rüyalar gri b ir sis perdesi altında ve b ilin ça ltı tabakalarda, bilincim izin chymda, duym aktadırlar, Franstzlar grileym ek (se griser) deyim ini, «erhoy olup yan yanya b ilin cin i kaybederek hafifçe karaniıklaşm if kimseler için kullanıyorlar...

ÇİZGİLERİN PSİKOLOJİSİ Bir çizgi ne kadar soyut dursa olsun, etkisini m utlaka doğadan ve İnsanların ruhsal davranışianndan aldığı ve bu nedenle, psikolojik açıdan, bazı anlatım lara sahip olduğu varsoyılm aktodr. Nitekim, antik çağlarda olduğu g ib i, günümüzün de gerek m im ari yapıtlar, gerekse resim ve diğer süsleme sanatında kulla-ntlagelm elde d a n düzenler, ^ o sanatçının kalbinden ve kafasından geçenleri yansıtmaktacfcrtar. Bunlar baykca, düz-yatık veya e ğ k- köşeli diye adkavdm lm alcta ve dinam izmi, yaşantı tarzmı veya bk am oa sembolize edebilm ek am acıyla kullanılırlar.

151151151151151 w

1-DÜZ-YATIK ÇİZGİLER: Bulunduğu düzende statik b ir etki yaratır, sükûnet, sessizlik, istirahat, İç huzuru ve rahatlık... g ib i, genel anlam da, durğunluğu ya rıştırla r (

v

w

w

\

n _ n _ n _ n

)

2-EĞİK-KÖŞELİ . ÇİZGİLER: G enelde düzende ki b ir hareketi ve ham le yargısını yansıtırlar. Eğik çizgilerin sem bolik d a n anlam ve anlatım lannın bir kısmı aşağıdaki örneklerle açıklanıyor:

69

uut/uuuı

a) İÇ BÜKEY: Yorgunluk ve biraz da tem beük. b) DIŞ BÜKEY: Azim. karartMc, dayaraktakk ve direnm e . c) HAFİF DALGALI : Şevkat, yumuşaklık, hoşgörü zera fe t biraz da kodnm e. d) DERİN DALGALI: Kuvvet, heyecan ve kaprisli d avranışlar. e) SİNİZOİT KIVRIMLAR : Meandros (Menderes) m otifidir. Bu da kaprisli (cüvelil) ne y a p tığ n ne yapacağı beNi olm ayan, oynak b ir karakteri sim geler. f) STİLİZE DALGA: Zerafet ve incelik. g) KIRIK KÖŞELİ: Daha belirgin bir enerji, daha cesur ve a tılga n bir UfMik. h) ZİKZAK HAREKETLER : Enerjik atılım iar, katı ve sert sayılan davranışlar ve erkeksi görünüm ler, konuşm alar. I) SVASTİKA MOTİFLERİ: Şans, koruyuculuk ve enerji. (Bkz. SVAST1KA) İslâm d in i mimarisi genellikle yapıtlar iç dekorasyonunda, kartı bir görüntü veren düz ve tank çizgilerden kaçınmış, bunun yerine h afif d a lg a lı ve stilize datgak çizgileri tercih etm iştir. Yunan uygarlığından Htbaren, dünyayı oluşturan dört elemanın aşağK lakllere benzer çizgiler şeklinde, süsleme öğesi olarak uygulandığını da görüyoruz. a k a n

su

v b v a

A O A A A A A ATE?

A /W

W

d a l o a

6 6 6

voı-iiT- ( eb k b k )

\A

SIM3EK

(BRK«K) .

t o p r a k

Mason sembolizmi ise bu elem anlarla yönelim deki gelişm e arasındaki İlişkiyi ta blo d a görüldüğü g ib i açıklıyor: Kadem e ve fonksiyonel Eleman İnsan vücudundaki veri

cmtamlon Ateş Su Hava Toprak

Girişim ( Yönelim ) Din Fetsefe{ filazofi) M addesel yaşam

Ruh Can Düşünsel (m antal) Gövde

70

Pythogor, Em pödode, Platon, Aristo... g ib i büyük filozofların antik doktrinleri, insan yaşam ındaki aşam aları ta b ia t güçlerinin özünü befcriryen bu elem anların varttdannın ve güçlerini gösterm e tarzıyla ilişkili bulunm aktadır: Yaşam devirdakni Nk elem an olan suyla başlıyor (çarkı suyla dönüyor), aracı birer faktör olan ateş1 ten geçerek toprak ta sonuçlanıyor. Bu dörtlü düzen doğada ve insan yaşam ındaki aşam alarda da kendini gösteriyor: Kış, İlkbahar, yaz, ve sonbahar; çocukluk, gençlik, olgunluk ve İhtiyarlık ; oluşma, gelişm e, en yüksek olgunluğa erişme ve nihayet düşüş... Sembolizm ilm inin biyolojik açıdan yaptığı yaklaşım da Su lenf (içinde akyuvarlar bulunan solgun san renkte saydam sıvı), TOPRAK safra (öd), HAVA kan, ATEŞ ise sinir sistemi (huy- mizaç) olarak niteleniyor. Psikoloji ise havayı büyümemizi gerçekleştiren bk horm on, ateş' i ise çoğu kez, m addenin KATI (toprak), SM (su) ve GAZ (HAVA) d a n üç durumunu canlandırıp harekete geçken ve bunlardan herbirini diğerine doğru geliştiren bir MOTÖR elem an olduğunu ile ri sürüyor...

İLKEL

SEMBOLLER

Anlam, anlatım ve kapsam yönünden tüm üyle DOĞANIN GEOMETRİSİNE bağlı olduğu kesinlik kazanan şekülencMmiş sem boller, ilk olarak (MU) kıt1 asından ele geçen ta ble tle r üzerinde keşfedilm işlerdir, Zaman içinde, bu sem boller yazımn ic a t edilm edğ* veya okuma yazmanın pek yaygm olm adığı değişik evrelerde ve uygarlıkların kültürlerinde, aynen veya tem elde yatan am aca bağlı kalarak, bazen biraz stilize edilerek, m itolojik inançların doğrultusundaki olguların tanıtım ı ve özellikle dinlerin eğitim ve öğretim inde bir araç olarak kullanılm ışlardır. En ilginç olanlarına yer verdiğim iz bu sem bollerle birlikte diğer caniı-canstz objelere, olay ve kavram lara da deyindik. Bu açıklam aları dünyaca tanınmış İlim adam kjn, yazarlar, uzmanların kişisel görüş ve YORUMLARI olduğuna, ancak bunlara zaman zaman kendi fikir ve yorumlarım» d a eklediğim i işaret etm ek istiyorum ...

NOKTA Hacim

soyutluluğunun lim it durumunu, merkezi, o rijin i, bir kaynak veya

71

ocağı, yayılm anın harekele geçm edeki prensibi ve dönûfûn ucundaki yeri bekrhr. Tüm boyutsa! gelişm eler noktadan sonra başiariar. Nokia başlam am olduğu kadar, bir şeyin bilim ini de işaret ettiğinden, YARATICI nm da simgesi olarak kullanılm ıştır. Bu bakım dan, "yaşam b ir cüm ieyse, ölüm d e onun noktası' d k I, deniliyor...

DAİRE - ÇEMBER İnsanlara cinlerini tanıtıp öğretm ek için kuüamlogeimiş üç sembolün (daire, üçgen, kare) Ukl ve en kutsal sayılanı olmuştur. Dairenin en önem li âzeNiği GÜNEŞ* e benzem esidir. Güneş ise, evrenin oluşumu ve doğa üzerindeki hayranlık uyandıran rolü ve etkinliği nedeniyle, en güçlü tanrı olarak tapınılan b ir gök cism idir. Nitekim Mıstr* da. RA' nm olduğu g ib i, d iğ er Hkef dinlerin enbüyük ta n rıla r güneş1ti, Japon im paratorlarına bugün bite, * G üneşin O ğlu " denilm ektedir. D airede bulunan, benzersiz mükemmeMk. onun aynı zamanda MONOTEİZM (tek tanrıcılık) sem bolü olarak da kullanılm a nedeni olmuştur. Hıristiyan azizlerinin başlanndaki HALE* nin renk ve şekli de güneşle ilg ilid ir. Daire, diğer geom etrik alanlar içinde en gelişmiş, mükemmel bir biçim dir. Baştangrç ve bitim i b e lli olm ayan b ir görünüm e sahip olm ası, onu YAŞAM' da geom etrik olarak en gerçek ve anlam lı biçim de tanım layan bir şekü yapm ıştır, ileride tekrar d eğinileceği g b i, gökkubbeyi sem bolize ettiğinden, dini m im arinin en anlam lı öğelerinden b iri olur. N oktayla kgtti yoruma benzerliği ve her İkisinde de ortak özelikler bulunması nedeniyle, daireyi BÜYÜK BİR NOKTA g ib i kabul etm em iz mümkündür. İsminin açıklanm asını istem eyen Yunanlı bir bilim adam ı, yaratılanla onun yaradılış nedeni arasındaki ilişkiyi, merkez* in ve aynı merkezli olan dairelerin sem bolizm ine dayanarak yaptığı m istik ve felsefi bk yaklaşım la şöyle açıklıyor: Dökenin a ta m ı oluşturan çem berle merkez arasını birleştiren ışınlar, BİRLİĞİ sim geleyen aynı merkezden uzaklaştıkça, açısal olarak nasıl gitgide birbirlerinden ayrılıyor ve aykınlaşıyoriarsa, mistik düşünce ve toplum sal boyutlarda olduğu g ib i, HERŞEY de birbirinden ayrılır ve çeşitli yönlere doğru uzandıkça çoğalır ve faridılaşırtar. Bunun tersine; çem berden merkeze yaklaştıkça, birisilerine daha fazla sokulur, fikir ve am açlarını birleştirerek, aynı merkezin için d e , TEK VÜCUT halinde kaynaşır; sonuçta bir VARLIĞIN BİRLİĞİ

72

(vahdeti vücut) oluştururlar. Karşttdı güçlerini doğrtm odan çoğaltm a olanağı butduM anndan, daha mükemmel bir yaşam a sahip oturiar. İşte bu nedenledk ki, merkeze dairenin o d a k noktası ve b a b a sı denilm ektedir. D airenin sahip olduğu bu özellik onu b ir UYUM (arm oni) sembolü yaprrvşhr. ö le yandan, dairenin zodiak (burçlar çem beri) ta gösterilen gök cisim leri, gezegenlerin gayet dakik olan ytH* dönü hareketleriyle benzerliğinin saptanm ası, ona uyum la ügiit olan bu yakıştırmayı güçlendirm iş bulunuyor. Bu bakım dan m im ari norm lar (düzgüter) hep dairenin bölüm leri üzerine dayancM m ışlır. Bazı filozof ve teotojiyenler (tanrı büm cier), dairenin kozmic göğün akttvednin dm gelencfiğini, herşeytn ondan afıntp tü keM kfğ in l özet­ tikle vurgulayarak, onun bir tanrısallığın, yaratan1ın sem bolü olarak kabul edttm esinde birleşm iş bulunm aktodriar. Daire, anfik çağlardan bu yana, baş ve sonu b e lli olm ayan ö ze liğ i ve dairesel hareketlerde gözlenen sürekli bir akışı sağlad& ndan, bk ZAMAN SEMBOLÜ olarak da karşımıza çıkıyor. Nitekim zam an, (biri diğerlerine tıpa tap eşit olan sürekli ve değişm eyen anlar), olarak tanım lanır. Saatlerin alışılmış olan kodranlan da daire biçim indedk. Eskiden BatoHMer zam anı ölçm ek için, daireyi altm ışar derecefik a llı bölüm e ayvnrvşlardı. GenelMde eski uygartıldann, Uzakdoğu ve Selçuklu süsleme sanatında rasflocfcğımcz, kuyruğunu » ra n yılan - e jd e r- m otifi, sonsuza dek uzanan devkdaim knafim yansıtm ak am acını gütm ektedk, Hıristiyan Ikonograftalnde dake sonsuzluk anlam ını yansıttığı g ib i, iç iç e çizilm iş üç dake de, Baba, Oğul ve Kutsal ruhu gösterir. Çünkü aynı m erkezli dakeler insandaki ruhsal gelişm eyi ve ruhun buna tedricen uyumunu ifade etm ektedir. Dairenin bu anlam da kutlanıldtğm ı ve yorum landığına Eski Ahit (Tevrat) te rastlanm adığından, daha çok Bizans kökenli olduğu samkyor. Daireyi tanrının her dem ve her yerde hissedilen soluğu g ib i tasarlayan ve bu yönden ona saygın bk yer veren ilkel kabileler, büyüsel bir güçe sahip olduğu inancıyla, ateş danslarını ve ateşe tapm a törenlerini dairesel bir çevrede yapm aktaydılar. Dökenin çem berine benzeyen araba tekerleği ve çarkın bulunuşu teknoloji alanında büyük aklim lar ve gelişm elere çığır açm ış, zam an ve m esafeler kısatklmış, insan gücünden önem li b ir tasarruf sağlanm tştur. SMI m im aride dairesel b içim li öğelerin kullanılm ası, M ilattan sonraki, daha gelişmiş bk evrenin ürünü olmuştur. Örneğin Roma ham am larının (hypo-kaus)

73

sistem lerindeki küçük sütunlarının yapım ında kullanılan tuğla- kirem it malzemeye dairesel şekil verilm esi su buharının dolaşımını kolaylaştırıyordu. Bir hareket ve canlılık sem bolü de olan daire, göçebe toplum lann barınaklarının olduğu kadar, İbadet için inşa ettikleri yapılar için planım da etkilem iştir. Kare plan ise daha çok toprağa yerleşmiş olarak yaşamlarını sürdüren topium iann m ekanlarında görülm ektedir. Dairenin kare Ne kombine biçim de uygulandığı m im ari yapılarda, m anevi yönden b ir aşam a olduğu kadar, girişilen harekkette de bir değişm enin yansıtılması am oçtonrm fttf. üstünde dairenin bir parçası olan yay (ark) şeklinde m im ari b ir öğe taşıyan kem eri yapıtların KÜP - KUBBE planlı yapılanlarla benzerliğinden söz etmemiz mümkündür. Zira bu yapıtlarda kare g ib i mükemmel olm ayandan, veya daireye oranla daha az mükemmel olandan, gelişm işliğe, yüksek, onursal bir yaşam düzeyine geçiş gözlenir. Yüksek duygusu yarattığı için , İslâm mimarisine egem en olan KUBBE- KEMER düşüncesinin bu ürününü klasik ttpdeki ZAFER TAKLARI' mda görüyoruz. Üzerlerinde ark taşıyan ve askeri m im ari kapsam ında etüd edften bu süslü kem erli yapılarda, sanki dünyadan göğe yükseliş g ib i, onursallık aşaması dereceiendrttm iş ve somutlandınlmışttr. Ö zellikle Roma dönem inde yaygmlaşmış olan ZAFER TAKLARI kazanılan bir zaferin, kenti ziyaret eden önem li bir kişinin, bir im paratorun anısına olduğu g ib i, çoğu kez g a lip kum andanın dönüşte alayıyla birlikte altından geçm esi veya savaşa giden ordunun altından geçerken arınması, ondan güç ve cesaret atm an için inşa edttm işierdtr. Bunun yanı sıra zafer taklan, ülkeye hizmet verenler, kahram anlar, ilim adam ları veya aziz kişiler onuruna da yapılm ışlardır. A ntalya’ daki Hadrien kapısı, Hieropolis Kuzey kapısı, Patara' dakl dünyadan göğe yükseliş g ib i, onur-sallık aşaması derecelendirilm iş ve somutlandınlmıştır. Roma1 nin Ukya valisi olan Mettius Modestus onuruna yapılanlarla, Paris' deki Zafer Takı, ilk akla gelen örneklerdir. Zafer taklannın pityelerini, başının üstünde ta ç tutan iki kola benzetenler de var. Kubbe kesitinin izdüşümü olan bir daire, kare içine yerleştirildiği takdirde, m addenin içinde saklı olan tanrısal ateşin kıvılcımını betim ler. Nitekim cam ilerde kubbenin kare bir mekân üzerinde olması böyle bir duygunun oluşmasında etken o la b ild iğ i g ib i, namaz kılanlar kendilerini gök kubbenin altında başka bir huzur ve güven ortam ında hissederler. Öte yandan, m ihraba yakın olm akta nasıl cennet kapısına ve im am a daha yakın olm ak arzu ediliyorsa, kubbe altında nam aza durm a d a tıpkı uluslararası YUVARLAK MASA toplantılarında öngürülen am açta olduğu g ib i, Tanrı katında da eşdeğer ve aynı düzeyde olduklarını İfade eden b ir anlam g iz lid ir diyoruz...



74

Kâbe kup biçim indedir; hocı adayiannın onun çevrecindeki dönüşleri saytnz daireler oluşturur. M evlevi dervişlerinin sema yaparken izledikleri yol da evren-deki sonsuz dönüşler g ib id ir. Başlangıçta da beürtiğim iz g ib i dairenin sembolizm dünyasında çeşitli yönlere açılan veya bu yönlerden onun gizem li derinliklerine giriş olanağı sağlayan bir hayli kapısı var. Bu kapılar çeşitti yorumsal yaklaşım ların yönünü belir.VA TÜr'. lem ekteler. Ö rneğin, dairenin güvenlikle ilg ili olan tarafı, ona bir güven sembolü ve muska gözüyle bakılm asına ve dairesel takılar vesair eşyalarda bir KUTSALLIK ve KORUYUCULUK nitelik ve yeteneği bulunduğu kanonun gelenek haline dönüşmesine neden olmuştur. Nitekim , eskiden sefere çıkan askerler evlerinden ayrılırken, yerde çevrelerine bir daire çizm eyi ve elbise ceplerinde, şekli özellikle daireye benzeyen, yüzük, kolye, kemer, ta ç ve çok sayıda bNeztk taşımayı adet haline getirm işlerdi. Bu objelerin onları ölüm den koruyacoğına ve ruhlonnın bedenden ayrılmasını önleyeceğine inanıyorlardı.

T

n

(Oî u

Dairenin insan vücudunun çeşitti organlarına estetik bir güzellik veren en yakışır b ir form olduğu Meri sürül­ m ektedir. G öbek kordonunun kesilen yeri, sanki yaşamı, sim geleyen dairenin merkezi g ib i kadın ve erkeğin kam ında hiç bozulm adan kalm aktadır. B ilindiği üzere, savaş taktikleri arasında ÇEPEÇEVRE SAVUNMA en güven verici bir te rtiptir. Şehirleri surlarla çevirm ede bu tür b ir beklenti am açlandığı g ib i, oradan içeri girenler kendilerini tanrıların koruyuculuğuna sığınmış hissediyorlardı... *

İlk surların M ezopotam yada zengin çiftliklerinin etrafını çevirm eye başlam asıyla oluştuğu sanılıyor... Evlilik öncesi eşlerin birbirlerine taktıktan yüzük (alyans) halka şeklinde olduğundan, bu gönüllü birleşm ede, sadakat kadar, karşılıklı güven duygularının var olduğu, anlam ı da bulunur

75

Ol'KVSftüK

Birleşmiş M illetler tevdiatının ve O lim piyat Oyunlanmn baa bayrak ve sem bollerindeki dairelerin içiçe gösterilm esinde. tüm insanların eiele, kardeşçe yaşam aları dHeği anla-tılm ak istenir. İslâm inançtan da daireye büyük b ir önem ve özen gösterm iştir. Bunun en anlam lı uygulam asını cam ilere girişin dış ve iç avluların oluşturduğu KUBBE'nin oluşturduğu DAİRESEL planlı bir m ekâna yönelik olm asında buluyoruz. Sembolizm prensiplerine göre, kare dünyayı, küre ve onun bir parçası olan daire de göğü sim getem ekteclr. İbadet, bir açıdan dünyeviliği bırakıp uhrevHiğe. (semaviüğe) geçiş olduğuna göre, bu yaklaşım için d e yaptrğmnz benzetişin kurallara aykırı düşm eyeceğini sanıyoruz. Bu olayın en güzel ve belirgin örneklerinden birinin İstanbul’ daki Yavuz Selim C am ii olduğunu hatırlatalım ... Dairenin sem bolik işlevlerinden türeyen ve bazı tem el düşünceleri yansıtan am blem ler aşağıda gösterilm iştir: -O rtasında bir nokta olan daire, MU uygarlığında tanrının gökten bakan gözü olarak kabul edilir. Zaman içinde bu nokta tek tanrı inancının simgesi olmuştur. -Dünya küresini sim geleyen enine ve dikine zaman çem beri.

İki eksen üzerinde çizilm iş

-Kare için e çizilm iş bir daire. Eski Ç in'de hünsabğrı (İki dnsiyetlilik) sembolü id i. -Dünyadaki tanrısal karakteri betim liyen siyah bir orta yuvartak. -Rüzgar gülü. Dört ana yön (Doğu, batı, kuzey, güney) ve sayılan gene dört olan ta li (ikincil) yönler. -Zaman çem beri içinde gösterilen ilk Hıristiyan (Ortodoks) haç lan. Daire sem bolizm i ile ilg ili olarak Sem boller Ansiklopedisinde şu açıklam alan buluyoruz: Daire en önem li ve yaygın b ir geom etrik sem boldür. Bunun başkca nedenlerinden birinin, o ’nun güneş ve ay* ı anımsatmasıdır. Platonik filozoflar dairenin MÜKEMMEL’ in bir simgesi olduğunu ifade etm işlerdir. Ç oğu yerde, m itolojik devrede inşa edilen Apollon tapınaktan da daire biçim indeydller. Ö teden beri mistik çevreler. Tann' yı " Merkezi heryerde. am a çem beri hiç bir yerde olm ayan bir daire " şeklinde betim lem işlerdir.

76

D aire ne başı, ne sonu, ne de yön tanım az. Yriddann semavi kutup etrafında yapm akta oldukları dönü (dairesel hareket) nedeniyle göğün çodm , ya da yuvarlak kubbesi olarak kabul e d ilir. Bu nedenledir ki, daire göğü, yani Tann' yı ve m anevi olan her şeyin göstergesi olmuştur. Aynı zam anda, içinde güneş ışınlarım anım satan (ispitler) bulunduğundan bir araba tekerliğine ben-zem ektedr. Bu yönden d aire dinam iklilik, süreklilik ve kararlılık karakterine de sahip oluyor. Eski Mısır' d a daire şeklinde uçlan ip le düğüm lenm iş b ir ip başka b ir yerde de, kuyruğunu ısıran b ir yılan sonsuzluğun sem bolü oluyor. (Bkz. Ouroboroe) Geleneksel astronom ide ise, ortasında b ir nokta bulunan daire güneşi betim liyor. Sim yacılıkta ise, güneşle ilin tili olan m etal, attın olarak kabui edilm iştir. Sihirle ilg ili ayinlerde, törenlerde daire daim a kötü ruhlan defe d ici bir rol oynam ıştır. Bu tür gösterilerde sihirbazın etrafına yerde bk daire çizilm ekte, böylece onun ruhlarla konuşurken tehlikelerden korunmasını sağlanm ak­ taydı. Dairenin karşıtı KARE d r. Kare yer küresini tem sil etm ekte, aym zam anda m adde ve kısan olm aktadır. Sodece geom etrik m etodar kutlanılarak daireyi eşit yüzölçüm üne sahip KARE şekline çevirm e işlem i, yüzyıllardan beri, KÖŞELİ DAİRE atasözüne yol açan bk problem olarak ortada durm aktadır. Bu mesele aynı zam anda, kend öz varlığını, tanrısal öze çevirm eye çalışan insanoğlunun da çabalarını tem sil etm iştir. XVIII. yüzyıla kadar zihinleri işgal eden bu problem in, cetvel ve pergel yardım ıyla çözülm esinin imkansa olduğu kanıtlanm ıştı. Gene aym yüzyılda Alman Filozofu Leibniz’ e gerçeküstü sayılan keşfettiren ve simya sem bolizm inde çok önem li roller oynayan etm en de yine bu problem olmuştur. Eşit alanlar konusunu bir ta ra fa bırakırsak, tanhinin elî ezoterlk yorum cular * d a d d re İle kare arasındaki p*rgeiıxx.yy,r«Bkj varolan d ğ e r bağlantılarla da ilgilenm işlerdr. O nlara göre kare içine sığdnlm tş daire, m addesel zeytin içine, görünen varlığın DÖRT ELEMANINI canlandırm ak için g e lip yerleşmiş İlâhi kıvılcım ın sem bolü olur. (Bkz. Daire, çem ber.) Bunun yanında, daire için e sığdırılmış kare ise gözle görünenin,

77

ke nd ilin i hof yönden çeviren sonsuzluk içmdekı yerini ve anlam ını bulm aya yönelik bir ödem i İfade eder. Hıristiyan ikonografisinde haleler genellikle DAİRE şeklinde gösterilm işlerdir. Kezo. ila h i yaradılış' ın başlangıcı da konsantrik (aynı m erkezli) daireler halinde bettm ienm iştir.Burada, dünyayı tem sil eden .daire içine ise, insan en son yerleşen olmuştur. XIII.yüzyıl morakitlerine göre, Tann bu daireleri pergel yardım ıyla çizm iştir. Burada pergel, daire m erkezlerini doğaüstü biçim de tepeden İnerek delen bir el olarak betim lenm iştir.

T a n rı dünyayı ve y ı l d ı z l a r ı yarattı(mozaik)

Daire diğer uygarlıklarda da başka anlam lar taşıyan bir semboldür. Ö rneğin, bazı kızılderilli ka­ bilelerinde " büyük ruhun kozmik görüntüsüdür.” , çünkü, yerdeki bir gözlem ciye göre ay, güneş ve yıldızların yörüngeleriyle doğada büyüyen her şey daim a bir daire çizm ektedir.

MERKEZ Daire, haç ve kareyle birlikte dört tem el sem bolden biridir. Her şeyden önce PRENSİP’ i yansıtır. Yani ana kaynak, köken ve m utlak oian gerçektir; Merkezlerin merkezi ancak Tann o la b ilir. Kürelerin kutuplan, Tann Katı cfiye nitelediğim iz merkezle uyum içinde bulunm aktadırlar. Hem her yerde hazır ve nazır oluşu (kudreti bakım ından) , hem de hiçbir yerde varolmayrşı (zcrtı bakım ından) nedeniyle, O hem her ye rd e o ia n , ta k a t herşeyi İç in e a la n , çe m b e ri h iç b ir ye rd e o la m a ya n , ve ya çe m b e ri sınırlanam ayon b ir küredir. O ' nun varlığı evrensel ve sınırsızdır, yaratığın görünmeyen deruni m erkezinde ve de zam andan ve m ekândan ARINMIŞ bir hal­ dedir... İlâhi olan bu kudretin belirtilerine her baktığımız yerde tanık olm aktayız. Ama, sahibinden, zatından söz edebilm ek hiçbir yara­

78

tılmışın haddi olam adığı gibi, mümkün de değildir. Bir hak aşığının, "Nereye baksam hep Tanrının bana baktığını hissediyorum r m ealindeki sözünde ifade edilm ek istenilen sezgi işte bu durumdur... Tanrı, bir kürenin merkezine yerleşmiş ve kudret kürenin herbir yanını doldurmuş olduğundan, o kürenin içindeki her noktayı bilicidir, merkezden kürenin her yanını aynı anda görebilen ve her şeyi bilebilendir... Şayet merkez, bünyesinde birtakım zıtlıkların uyum içinde bulunduklarını ifade eder, özellikle bir mekân gibi im gelenir ve tasarımlanırsa, o aynı zamanda bir dinam ik yoğunluk odağı olacaktır. Şu halde TannKatı da bu karşıt güçlerin yoğunlaşmış halde bir arada varolduğu, enerjinin en üst düzeyde yoğunlaştığı mekândır. Bu durum, yaratıkların çeşitli kademelerinde görülen durumun tamamen tersidir. Merkez yönetimle ilgili, yetkili ve sorumlu olan kimsenin bulunduğu yerdir. Tüm kararlar orada alınır, emir ve istekler o naktadan yayınlanır. İnsanın merkezi ise beynidir; iradenin (iradei cüziye) ‘nin oluştuğu organdır. Tüm organları, aksiyonları o ve ona bağlı oian diğer merkezler yönetirler. Ancak bazı sis­ temler, bitkisel hayatta olduğu gibi, ancak bir süre canlılıklarının sürdürebilirler; merkezsiz kalışları uzun sürerse, sonuçta onlar da yaşamlarını kesinlikle yitirir ve göçer giderler. Dünyanın merkezi m itolojide çoğu kez yüksek olan bir yerde varsayılır. Bunlar, dağ, tepe, ağaç veya OMFALOS olabildiği gibi, tüm kutsal şehirlere de dünyanın merkezi denildiği olmuştur. Bu merkez şayet gökte tekse, yerde tek değildir. n Her toplum ve hatta her insan dünyanın merkezine sahiptir. " şeklinde gayet soyut ve felsefi bir görüş ortaya atılıyorsa da, gerçekte norm al b o yu tla rd a ki insanın ürem e o rg an ı vü cu tta , a ya k arasındaki kısmın yukan o rtasın d a yer alm ıştır. Grekler bu merkezin Delfe' deki tapınakta Apollon'un Pyton yılanını öldürdüğü yere dikilen Omfalos olduğunu söylerler. Aslında beyaz bir taş olan Omfalos dünyanın olduğu kadar, tüm evrenin de merkeziydi. Çünkü bu taş canlıların yaşadığı yeryüzü, ölülerin yeraltı dünyası ve tanrılarla sürekli ilişkide bulunuyordu. Homer’ e göre, peri ve kraliçe Calypso' nun Ulysse* yi fırtınadan kurtarıp yedi yıl alıkoyduğu ada Ege denizindeki O gygie adasıdır. Samaritenliler için Garizim dağı bu anlam da kutsal sayılıyordu. Kuzey Filistindeki Thabor dağı

79

(561 m.) İsa’ mn üzerine çıkıp (şekif değiştirdiği) olayın g e çtiğ i yerdir. Bu doğm ismi GÖBEK anlam ına gelen (Tabur) sözcüğünden türem iştir. Sinon dağtdaki Hz.Süleyman tapınağına da dünyomn göbeği deniliyordu. İstanbul Ayasofya Kilisesinde Bizar* im paralorlanm n ta ç giym e törenlerinin yapıldığı yerdeki yuvarlak taşın adı Omtatos' tur. Merkez, b iyolojik gKtamn anne karnından aktığı g ib i, m M k gıdanm da o yerden kay-nakianm ası nedeniyle m addesel ve ruhsal an-lam torı içermektedk. Merkez aynı zam anda devleti kuran bir organizatör ve iktidar olduğundan, ortasında daire veya eşkenar dörtgen bulunan haç ve m ühürler ikonografide, iktidar ve eğem enüği sim gelem işlerdir. Sonuç olarak, sembolizm1 de merkez, basit anlam da statik pozisyon gibi tasarım lanacak bk olgu değildir. Orası, hareketin Bir ve Tek’ den, kesrete (çokluğa) doğru, içten dışa doğru, te ce lli etm eyenden te c e lli edene, öncestz ve sonrasız olandan gelip- g e çici (fani) d a n a doğru fışkırıp yayıidığı, b irlik ve tekliğe ulaşm a am acına yönelik d o n , her türlü geri dönüş ve asla yöneliş tarzının, m adde ite tem asa geçm eden önce olduğu g ib i, bk araya g e lip bk bütün düştürdüğü ODAK* tır.

ÜÇGEN Yaklaşık 50.000 yıllık bir geçm işe sahip d a n bu geom etrik şekil, doke ve kare g ib i, din eğitim ine yardım cı ilk sem boller arasında yer almıştır. Diğer şekilleri İncelerken tekrar değineceğim iz g ib i, geom etrik biçim lerin, onları duşturon sayılann sem bdizm iyte yakın ilişkileri bulunm aktadır. Bu bakım dan üçgeni de incelerken (3) sayısı için yapılan yorumsal açıklam alara tekrara baş vurmama d a gerecektir. Üçgen, geom etrik alanların İLKİ ve BASİTİ ve diğerlerine orarv4a en az gelişmiş olanıdır. Nasıl ki, bir alanı elde edebilm ek için uzaydaki farklı üç noktadan ancak bir düzlem geçiyorsa, üçgen İçin de üç doğru y e te rik jir Sonuçta üçgen (3) sayısının yegâne ürünü d u r. Bundan sonra gelenler, çeşitli dörtgenler, kare, beşgen, altıgen, sekizgen... ve nihayet daire, bu gelişm e tablosunun en mükemmel zirvesinde yerini alırlar.

80

Nr eşkenar üçgende tabanın genişliği, yukan ç tk ık ttç a g itg id e da ralm akta ve tepe noktasına gelindiğinde, sıfır oknaktodv. İyte bu görünümüme üçgen, insanda, o tu rg a n i*, sağlam lık, denge ve özeMkie, YÜKSELİŞ algeı yaratm aktadır. Üçgenin nüvesinde muHak b ir DENGE unsurunun varoluşunu şu basit uygulam ada gözleyebiliyoruz. Üç ayaklı bir m asayı, sephayı, bk ayağı kısa d a olsa , nereye koyarsak koyakm , üç ayoğM a yeıe değer am a durum dört ayaldi için aynı d e ğ ld k . Keza. uçcM am ln i| takım lannda üç tekerlek bulunur...M ısır piram itlerinin plan olarak boanı oluşturan eşkenar üçgen, cinsel açıdan, İlâhi üçlem e (trinite) yi ve göğe yükselme arzusunun bk göstergesi olduğu g ib i, d iğ e r yönden toplum u oluşturan bkeyler araenda varolan bk hiyerarşi (aşam a, düzen ve ıra sı) ran en belkgln sim gesi oknuştur. Toplumsal yaşantılarda g ö d e n ciğ g ib i, kalitesiz veya önemsiz oidukkinndan pek fazla tanınm ayan kişiler, kaüte ve önem kazandkcça, hem en herkes tarafından bkmmekte, fa ka t üçgendeki g ib i g e n i; ta ba n da yaşayanlara oranla, te pe noktasına yaklaştıkça g itg id e sayı­ lan azalarak daha sonra üçgenin altındaki erl o to ­ rite le ri a ltn a alan baş­ kan, yönettd, Hder, şef, Kral, im parator. ..g ra mta tla r aLmq ve alm akto dkta r... Eski Yunandan baş­ layıp Rom a'da da bir sûre devam eden Hk yer­ leşim ler, topograflk olarak üçgen görünüm lü AKRO­ POL* lerde kurulmuştur. Kenti yönetenler ve diğer önem li kişiler, güvenKldeıl bakım ından da bu . te ­ pelerin en üst kesim inde, halkın tanm ve hay­ vancılıkla uğraşan kesimi ise bu tepenin eteklerinde oturuyorlardı. Ama günümüzde, büyük kentlerin uzak banliyö çevresindeki ZORUNLU YERLEŞİM de bu hierarşiran tersine döndüğünü açıkça

81

görm ekteyizl... MU uyyariığHTdan H ıristiyanlığa kadar hem en hemen tüm topkjm tarm ti nsel inançtan doğrultusunda, üçgen sezdkme (ima) yoluyla anlatım ve eğitim için başkca araçlardan b iri olm a işlevini sürdürmüştür. Tüm bunlara egem en otan ve tem el teşkil eden düşünce, tepe noktası yukarıda bulunan bir eşkenar üçgenin, herşeyden önce, GÖĞÜ sem bolize etm esinden kaynaklanıyordu. M adem ki tanrılar (ilâhlar) gökte oturuyorlar, o halde üçgende de b ir tanrısallık bulunm alıydı. Nitekim , sözü edilen bu en eski uygarkğm kalıntılarından ele geçen tabletlerdeki eşkenar üçgenlerin içine çizilm iş bir nokta veya dairenin, tanrıyı yani yaratıcıyı ve onun her şeyi görebilen göçü anlam ına g e ld iğ i, yargm na varılm ıştır. Ancak MU1da bazen bu üçgenlerin, birbirinden dar boğazlarla ayrılmış bir anakara ve iki adadan ib a re t olduğunu gösterm ek, yani ülkelerinin denizin altında kalm adan önceki konumunu gösterm ek am acıyla da çizildiği sorulm aktadır. Üçgen şeklindeki d iğer sem bollerin açıklam aları da şöyle yapılıyor.

içiçe iki eşkenar üçgen : Göğün için d e İlâhi üçlem e Beş nokta veya yıldak üçgen : Tanrı ve onun kum andasında bulunan dört yaratıcı güç :Hava, ateş , su ve toprak

Kare üzerine konulmuş b ir eşkenar üçgen: Dünya üzerinde tanrısallık veya c e n n e t.

Kare üzerine konulmuş ve göğü simgeleyen eşkenar üçgen içindeki 3 yıkfcz : Tanrısal üçleme' nin (Trinite) 3 üyesi Platon insanm bk dik üçgen olduğunu Heri sürüyor. Ona göre, eşkenar üçgen tanrısallığın olduğu kadar, uyum, orantı ve b ir denge göstericisicfir. Madem ki nesiller, insanlar arasındaki bölünm eler ve b ir denge kaybı sonucu, ortaya çıkıyor, o halde insan da tanrısallık karatert olan eşkenar

üçgenin İkiye bölünmesinden doğar ve bir dik üçgen olur... Yunan alfebesinln dördüncü harfi otan DELTA eşkenar üçgene benzer. D elta, Akortça D ALTO* da türem iştir. Bazı nehirlerin denize döküldüğü ve coğrafyada d e lta olarak adlandırılan bu yer, genellikle üçgen biçim inde oluşm aktadır.Bu bakım dan d e lta la r, nehirlerin denize ,yani insanın kar-şmnda dünyaya açılan o MAVİ KAPT ya açılan KUTSAL KAPISI olarak nitelenirler. (Ana rahminden yaşama çıkış kapm !) (Bkz.KAH)

82

ö te yandan, te p * noktası yutanda olan üçgenin ERKEKLİK prensibini, aktif oluşu, ateşi ve (m* ran tanraaM t n ite liğ in i, tepe noktaa aşoğKlald ten üçgenin ite DİŞİLİK prerıstoi yara ura pasifliği, ana rahm ini, suyu, toprağı, m ağarayı, insan kalbini ve nihayet gölgeleri suya düşen doğtarda olduğu gib i, bu tanrısallığın suda fiziksel olarak yansıması olduğu Heri sürülüyor. Diğer bir değişte, tepe noktası aşağıda olan üçgen için, O1 nun tannsaliığının yareKftğı. İnsani niteliği ve görünümüdür deniliyor. Ö lçü geom etri bilim i sanatçının en büyük yardımcısackr. Bunlardan yarartanm odan bir sanat yapıtını ortaya koym ak oianaksızcbr. İşte bu bakım dan üçgen, özellikle Avrupa sanatında en benim senen bir biçim olmuştur. Çünkü üçgen herşeyden önce sağlam lığı, duruluğu ve bir YÜKSELİŞ' 0 yansıtm aktadır. O rta çağm ünlü bazı yağh boya tablolarında, örneğin RafaeT in Kutsal A ile' si Leonard de V incf nin Meryem ve Çocuk yapıtlarında gözlendiği gibi, figürler hep üçgen bir düzlem İçinde bulunurlar. Aşağıda KONİ' nin açıklam asında tekrar d eğinileceği gtoi DİNSEL MİMARİ öğelerinde, am açlanan estetik görünümün yanı «ra, üçgenin sem bolik anlam ını yansıtan ÜÇGEN PROFİL' in egem en olduğu sezinlenir. Ankara Anadolu M edeniyetleri Müzesinde, bir Ç atalhöyük evinin rekonstıüksiyonu var. Bu evin duvar süslemeleri arasında, daha çok siyah ve kırmızı boya kullanılarak çizilm iş m otiflerin üçgen şeklinde olup İçlerinde ayına birer nokta bulunuşunun b ir am aca yönelik olduğundan şüphe etm iyoruz. Bu üçgenlerin alışılmış kilim m otiflerine benzediği ve böytece kilim in duvardan yere incfiğini düşünmek ise ayrı bir tartışm a konusudur... Bazı yazartann ifa d e ettiklerine göre üçgen, Afrodtt, Artemis, Asurlulann, İsteri ı g ib i, daha çok aşk ve bereket B Z lîg flp n ğ tannçaianna yakıştırılan bir dişilik sembolü ve belki de aya tapınmanın b ir göstergesi olmuştur. Nitekim aym " " müzede sergilenen ve b ir H itit tanrıçasına a it olduğu İleri sürülen, eiektrum dan yapılmış id o f deki cinsel organın yeri, b ir ters üçgen veya Kl/TSAL KAPI sembolü olan ters DELTA ile belirlenm iştir. İlginç bir örnektir.

83

Kaza ve nazardan korunmak am ocryta, için e duaların ya zritiğ ı MUSKA' larm genelinde üçgen biçim inde oluktan da dHdcat çe kicid ir. Zerdüşt rahipleri başlanna üçgen şeklinde bir türban (başörtüsü) sorm aktaydılar. Camilerim izin bazılannda, kubbe He pflyeier (ayaldar) araenda bir g e ç i; öğesi işlevini gören pantanttflerde, Kuran ayetleri üçgen içinde bulunan bir daire içine ycratrm ^ardır. Estetik kuraHanran yanı «ra, üçgen- daire kompozisyonunun bu görünümü insanda, m ükem m elle mükemmel olm ayan, her kim ve ne olursa olsun, ora da Tanrının evinde ve huzurunda, her yönden tek vücut ve eşit okJuktanm haM alm ak istercesine b ir izlenim yaratıyor...

A

Yukarıdaki açridam am nda üçgenin, şem atik olarak, insan kalbini de sim gelediğine iyaret etm iştik. Mısır hiyerogiifisinde de (vazo) figürü kalp anlam ına geliyordu. Vazo ters üçgeni andmr ve alıcı ve kabul e d ici (reseptif) bir işlev yapar. Bu bakım dan dişilik prensibiyle özdeşleştirilir. Kalbe gelince, o da duygusal açıdan d şi olarak kabul edHmektedk. Sonuç varsayılan objelerde lenm enin neceğiz...

olarak, hayal gücü oranında, üçgende kutsaNığm şu veya bu şeklide diğer yansıyan belirtilerini keştodp değer­ mümkün olduğunu söylem ekle yeti­

Üçgen sembolizmine ilişkin olan açıklam a Reşit ERGENE? den alınm ıştır:

aşağıdaki

‘ Çatathöyük' deki ev rekonstrüksiyanun duvarianndaki bir başka fresk, kırmız ve siyah renkli, iç iç e geçm iş üçgenleri gösteriyor. Bunlar, belki insan e liyle yapılm ış, bilinen en eski üçgenler. Üçgenlere, daha eski çağlarda da rastlanıyordu. Ç atalhöyük1 den yaklaşık 13.000 yıl önce. Fransa'da yaşayan insan topluiukiannın kaiıntrtan arasında, Covvrie adı verilen üçgen biçim indeki deniz kabuklan na rastlandı. Bu kabuklar, Akdeniz1 den Fransa' ran iç kesim lerindeki Dordogne' a getirilecek denli değerliydiler. Çünkü, bu kabukların biçim i, kadın üreme organının dış görüm üne benziyordu ve bu yüzden, doğurganlığı arthıdıkianna inanılıyordu.

84

Anadolu Uygariıktan MüzetT nde çak »ayıda tanrıça yontusunun üzerinde, üreme organının yeri, üçgenle belrİİlm işNr. Pek çok uygarifcta intanlar, HırM iyaniar' m bugünkü hoça tapNdarı gibi, üçgene tapM ar. Üçgen. Mwr hiyerogliflerinde. kodm »im geliyordu. Ç ingeneler, anovatantan Htndtaan1dan getirdM eri bu »imgeye, aynı anlam ı verM etdi. Eski Yunan1da. b ir üçgenle gösterlen d e lta harfinin anlam , < Kutsal K a p o yd ı Etki Yunarfda, M inot kökeni Dem eler ta p m n d a rahibeler, eteklerini kotararak ürem e org antanm göstordU eri törenlere katftrtardr Oy»a, daha sonraki yüzyılarda. örneğin (Ayasofya1yi yaptıran) Bizans im paratoru Jüstinyen' in e fi Teodara* nm ziyafetlerde e le ğ in i kotararak bedenini »ergiiem eti, ahtakezkk olarak nitelencBrSeceidi. Arap gezgini İbn-i Fadtan ite , Oğuz Türtierf nin kocknlannın, herkesin ortasnda edep yerlerini aç*> koşımatanra, ayıp oknadığm ı a n ia tr. Anodotu1 da kodntar, (Seklerinin gerçekleşm esi için yazcMdan nrxjskatan, üçgen biçim inde kutularda ta frta r. Pek çok Otm ank ve Selçuklu yapemın kap», üç küre kabarlm aeyla sütlüdür. MasaNar, gökten üç elm a düşmesiyle başlar. Tarihin Mc güzeMc yarışması, Ç anakkale' nin güneyinde, id a Dağr nda gerçekleşti ve burada üç tanrıça yarıştı: Güzel Afrodtt, ana Hera ve bakire Athena. id a DağT ran Türkçe ack, Kaz Dağ 1 1 d r. Dağa bu adı, göçebe Çepni aşiretinin vercfği söylenir. Çepnkor, d ğ e r göçerler g ib i hayvanlanra ottatabiiecekleri oMaktam izinde değN; kendi gizli rttûeleri, çevrelerinde yaşayaniarca anlaşılınca göç ederlerdi, id a D ağf na Kaz Dağı adını vermelerinin nedeni, kazların ayaklanran d a üç ç a ta lı oknasrydı. ÇeprıHer, om uztannda ve bellerine taktıktan kaa önlüklerin üzerinde, birer kazayağı resmi taşırlardı. Çoğu yerde, M eryem ' in üzerinde, b iri airanda, d ğ e r ikisi omuztannda olm ak üzere, 3 yıkkz vardır. Kariyede de görüldüğü g ib i bu yıldatar onun 3 özelliğini sim geler: B akire, a n n e ve kacfcn." Masonik düşüncede genel olarak üçgenin insanları aydınlatan, bilim in, gözün ve b ilg e liğ in -simgesi olduğu kabul e d ilir. Eşkenar üçgen bütün üçlü M ason* değerlerin simgesidk. Bu üçgenin 3 kenarı ÖZGÜRLÜK, EŞİTLİK ve KARDEŞLİĞİ sim geler. Üçgenin uçlan ise GEÇMİŞ1 in BUĞUN1 ün ve GELECEĞİN simgesicfir. Açılar ise, aklı, gücü (eylem i) ve güzeNiğin göstergeskfr.

85 \

İçinde göz bulunan eşkenar üçgen sonsuzluğun simgesi olm uştur

K o ıs r i Daire bir kaide üzerine oturtulm uş üçgen p ro fili bir hacim . Bu görünümü He koni, hem üçgen, hem de daire sembolizmi kapsam ına giren ortak algılanm alara neden oluyor. M itolojide, Asurtutarm İsthar ve Yunanbiann AFRODtT He özdeşleştirilen C anaen1N aşk ve bereket ta n rıça * olan ASTARİA' mn sem bolü olmuştur Kodm cinsel organına benzettidiğinden cHşHHde HgHi prensipleri yansıttığı Meri sürülm ekteydi. Piram idal adı verilen bu duruş dünyanın hem en her yerinde daha çok cinsel dinsel am açlı yapılarda ağHrMdı olarak, göze çarpm aktads.. Dünya fokloründe, cinin tem ellerini araştırm akla tanınan ünlü foklörist ve tarihçi iskoçyak Frazer (1854 -1941), koni Me piram it arasında sem bolik bir yaknkk olduğunu ve kule şeklindeki yapıların önce ve öze likle Babil kulesi ve M ezopotam yodaki ZİGGURA adı verilen tapınakların planından esinlendiğini Heri sürüyor. Daha sonraki aşam ada, Pekin gök tapm ağı, Mısır piram itleri, tûmölüsler, küm betler ve nihayet m inare külahtan...kendi evrelerinde gelenekleşerek yapı(aşıyorlar. Hatta, m evlit şekerlerinin b ile külah dediğim iz konik torbalar İçine konulması, pratikliğin yanı sıra , aynı düşüncenin çağrışımım yap­ tırm akta... Özettikle piram idal yapıtların sem bolik anlam lan üzerinde dinsel bir yaklaşım la yapılan açıklan ıa ise şöyle: Daire hayatın, üçgen ise aşam alı b ir şekilde tırm anarak bir yere ulaşmak girişim inin somut göstergesidir. Bu girişim zirveye yaklaştıkça sivrileşmekte ve bir yerde b itip tekleşerek, sonuçlanm aktadır. Diğer bir deyişle bu olgu, m adde gelişim inin ruha doğru kadem e kedem e yükselip tekrar TEK1e dönüşü olduğu g ib i, hayatın içinden (daireden), o hayatı b a ğ la y a n a kavuşma arzusunun bir görüntüsüdür.

86

Yukarıda tözünü ettiğim iz ZİGGURA' lann yükseklikleri 100 m .' yi bulm akta ve yukarı çtkrtchkça darlaşan yedi kattan oluşm aktaydı. Göğün katlarının sayısını ve bilinen yedi gezegeni sim geleyen katların her birine ayn bir renk verilm işti. Bunlar, başta güneş olm ak üzere, Satürn, Jüpiter, Merkür, Venüs. Mars ve A y a a it olan renklerdi. Asuriuların inançlarını yansıtan ve tanrıların yeryüzüne İnm elerini ve ölü ruhlarının göğe çıkışlarını kolaylaştırm ak için inşa edilen bu tapınakla, (gölde yeri birleştiren ev) denilm ekteydi.

ÜÇ AYAK = SEHPA Farsça (Se) 3, (pa) ise ayak dem ektir .Bu araç m itolojide üç tayın nedeniyle daim a bir dengeyi yansıtmış ve ateşle göğün b ir görüntüsü olmuştur. Güneşe tapınılan devirlerde, özellikle Delfe' deki Apollon kültünün geçerli olduğu tapınakta, kâhinler (b ilicile r) kehânetlerini hep üç ayağı olan bir araç üzerinde yapm aktaydılar. Ö nce bu tapm ağın önüne dikilen ünlü Yılanlı Sütun' u oluşturan 3 yılanbaşının üstünde altın bk kazana desteklik yapıyordu. Sehpa1 nm ziyafetlerde davetlilerin kupalarına şarap dökm ek İçin yeğlenen bk araç olduğundan, hatta Efes Küretter Caddesinden bk o n u am fi olarak dikilm iş bk sehpanın varkğmdan da söz edilm ektedir. Yemek pişirmek ve su ısıtmak için, tencere ve kazanlar eskiden SACAYAĞI denilen ve ayaklan m angal külüne sokulan bu sephaiar üzerine konulurdu. Yakın zam ana kadar evlerim izde kutlanılan socayaklan önem li ve yararlı eşyalar arasında yer alm ıştır. Sacayak hiç bir zaman ters çevrilm ez ve başkalarına ödünç verilm ezdi...Bu a ra ç Anadoiudaki anaerkil toplum un uzantısı olan yem ek ve ateş geleneği De ilg ili., her ikişide kadın' a özgül...

YAMUK (TRAPEZ) Biçimsel olarak boğa ve öküzün başı İle özleştirilm ekte, ayrıca adak kurbanına ilişkin bazı çağrışım lara neden olm aktadır. Ö te yandan yamuk, baş tarafı kesilmiş bir üçgen görünümü verdiğinden, yanm kalmışlık, düzensizlik veya başarısızlık izlenim i yaratır. Bu açıdan, gelişm e aşam asında iken

87

A

saptırdım;, bloke edilm iş veya sakatlanmış bir iş ya da olayın simgesi olarak benim senir. Tüm bu gözlem ler onun yerini fiziki plandan psişik (ruhsal) plana aktararak, canlılım n dinam izm ini etkileyen bir güçlük, engel (handikap) olarak değerlendiriyor. Bu yönden bir yaklaşım da bulunan yorum cular, yam uğun şeklini bir salon jim nastik aracı olan trapeza benzetm ekle ve onda harekete davet- çağrı niteliğinin var olduğunu ile ri sürm ektedirler. Görem e' d e ki Tokalı Kilise' ye, XIII. Yüzyıl d a

genişletilerek, yam uk b iç im i verilm iştir. A yrıca bu bölm ede tanrısallık (dM ntte) re n g i olan L o d ve rfln hakim olm asına özen g ö s te rild iğ in i soruyoruz. IX.yy. yapısı o la n ön kısım da ise hüm antte' yİ yansıtan (p u rp a ) re n g t n ln hakim o ld u ğ u n u gözlüyoruz...

SALOMON1UN MÜHÜRÜ MAGEN DAVİD JDAVtr İN KALKAN) isroei Krah D ovif İn oğlu d a n Süleyman peygam ber, M .Ö Xyüzydda yaşamış ve Kudüs1teki büyük tapm ağı inşa etUmlşllr. Evrensel boyutlarda taranan bu mühüre, biçim sel olarak Hginç bazı sem bolik anlatından IçereBğinden, kısaca değinm ekte yarar görüyoruz. Mühür asknda, ters olarak yerleştirilm iş lld eşkenar üçgenden oluşup, a ltı koflu ve uçlu b ir yıldız görünüm üyle batm f düşüncenin gerçek bir toplam ını yansıtm aktadır. İçerdiği DÖRT TEMEL ELEMAN1 dan tepe noktası yukarıda olan üçgen ATEŞ ' i, tepe OUlUş noktan aşağıda olan SU*' yu, su üçgenin (Ay) taban kenar He kesişen ateş üçgeni HAVA' yı. ateş üçgeninin taban kenan He kesilen su üçgeni İse TOPRAĞI gösterm ekledir. Tüm bunların b ir altıgen içinde birleşm eleri ise evreni oluşturan elem anların uyum ve beraberliğini d ile getirm ektedr. Ö te yandan, her lld üçgenin taban kenarlarmn uçlarm a

88 KURSU» ( Sûtum)

yerleşikken ve m addenin dört özettiğini oluşturan (acak-kunı, soğuk- yaş) durum ian, dünyayı oluşturan ve sayılan gene dört olan hava, ateş, au ve toprak etemantarmm bulunduktan yerlerle de uyum sağlıyor. G örüldüğü g ib i ahsş üçgeni, yukarıya yöneliktir. Çünkü alev hep yukarı çakmak isler. Su Üçgeni ise, suyun dökülm ek isteciği yöne bakar, ateşi keserek onu söndürür. Aleş sıcakla kuruyu, su yaşla soğuğu, toprak soğukla kuru, hava İse yaşla »cak araendaâr. Sonuçta bu birleşim lerin değişm eye uğram aları, m odd yaroMdarm da çeşitlenm elerine neden olm aktack. Bu balam dan Salom orî un mühürü, evrendeki karşıttann, zrttodann, kozmik birliğin ve onun akıl alm az ve karm akarış* ifadesinin bir sentezi olarak kabul ediliyor. Bu sem bol, gene b a tin i geleneklere göre, m adenlerin toplam ı anlam ındaki yedi TEMEL MADENİ ve göğün bütünlüğünü ifa d e eden ve saynı gene yedi olan GEZEGEN" I de için d e saklam aktadır. Şekide görüldüğü g ib i, tam ortada atim ve Güneş, en üstte gümüş ve ay , a ltta kurşun ve Satürn, sağ yukarıda balar ve Venüs, sağ aşağıda crva ve Merkür, sol tarafın uçlarında İse (demir-Mors) ve (kalay-

A V

Erkek Ateş-Alev (çıkar)

Jüpiter) ç iftle ri yer atıyorlar.

Ç eşitli yorumsal açıkla­ m alara yol açan bu düzen­ deki faktörlerin seçim inde m odcfl plandan m anevi plana geçiş olduğu kadar, erkek ve dişilik prensiplerinin bir kaynaşman ve tam alm ayandan tam ve mükemmel olana doğru sürüp giden bir geliştirm enin

ÜSSÜ?

N o r v e ç ,R e rg e s ü n i v e r s i t e s i T a r i h K lişe s in ­ d e k i bu e a a y e b r o n ş h e y k e l , a a t i k ç a ğ l a r d a y a p ılm iç o l u p ,d a i r e İ l e a n tıd ln a m lk k a re İ l e s e a b o l l e e t l r l l e n i n s a n flgUrUnU y a n ­ sıtıy o r.

Su (dökülür)

varlığını hatırlatm ak am acının rol oyno-dığnı «anmaktayız.

KARE Sem bolik lisanın ençok başvurduğu evrensel nitelikte geom etrik figürlerden b irid ir. Sem boller sözlüğündeki anlam larının en başında, onun YER KÜRESİ ile eşdeğer olduğu, yer alıyor. Zira dünya, HAVA ATEŞ, SU ve TOPRAĞIN, birb irlerini izleyen etkilem e ve birleşm elerinin bir ürünü olmuştur. Karenin kenarlan işte bu dört yaratıcı faktörü sim gelem ektedir. Kare, dört tarafı sanki dem ir b ir çerçeve ile sabitleştirilm iş gib i görünüm verdiğinden, ANT1 DİNAMİK b ir figür olarak, durucuiuk, durgunluk, kararttık, sağlam lık... ve güven verici bir algılan m aya neden olur. Bu yönüyle diğer köşeli ve kırık doğrulardan oluşmuş geom etrik alanlara benzerliği ve hareketteki bir duraklam a söz konusudur. Dairesel biçim ve düzenler ise hareketi kotaylaştınrlar, daha çok g e çicilik ve zam anla ilg ili bir kavramını içeririier. Nitekim göçebe kabilelerin g e çici olan yerleşim bölgeleri, hatta çadrtanm n biçim inde görüldüğü g ib i, askeri kam plar, orduğahiann yerleşim planlan daha çok dairesel olmuştur. Ö te yandan birçok kutsal yer ve alanlarda, sürekliliğin olması istercesine, çoğu kez dörtgen bir şemanın egem en olduğu görülm ektedir. Nitekim Avrupada, XII : XIII. Yüzyttara kadar inşa edilen kiliseler kare veya dikdörtgen planlıdırlar. Keza sunaklar, tapınaklar ve kutsal sayılan şehirlerin mümkün olduğu kadar daire için e yerleştirilm iş bir kareye benzem esine özen gösterilm iştir. Kare plân kim i yerde kapalı bir döl yatağı veya bir mezar d a ra kta bettm lenm iştir. Bu nedenle olm alıdır ki, Roma ve Konstantinapoiis halkavari tepeler üzerine inşa edilm işlerdir... Dört sayısının egem en olduğu karenin Dört başı mamur ve ' Dört dörtlük bir iş ” g ib i değim lerle ereklenen, gelişm işlik ve m ükkem m eliyete özgü bir anlam ı olduğunu açıkça görm ekteyiz. Bir başka açıdan, kare insan vücudunun fiziki görünüm üyle de özdeştiriiiyor. Bu görüş Bergen (Norveç) Üniversitesi tarih müzesindeki resmi görülen bronz bir heykelin biçim ve desenlerinin incelenm esi sonucu ortaya sürülmüştür. Bu konuda yapılan açıklam aya göre, ön yüzü resim lenen bu heykelin, için e yerleştirilen dam a tahtası ve gönyelerle şekilendlrlen küp biçim indeki gövdesi m addesel dünya olup, orada yaratılm ış

90

otan intana erit yafam ın, gene onun ainm a çizüen yazıyla, zaman ve mekân İçinde anırtanmış olduğu, anlatılm ak istenm iştir. Başın oval, kaşların yay şeklinde e ğikliğ i, dudakların hilâl ve gözlerin badem i andırması, onun ruhanlliği ve yaratılm adan önce varoluşu sem bolize etm ektedir. Ö te yandan, küpü anım satan gövdeyle küreyi anım satan kafa üstüste konulmuş hacim ler olarak, gökle dünya arası ilişkiyi gösterm ektedir. Yapılan tüm bu türden özeleştirme yaklaşım ve gayretleri, sonunda İNSAN1 ın da aynı faktörler tarafından yaratılm ış küçük bir evren olduğu ve yaşamını da gene onlar sayesinde sürdürmek zorunda olduğunu gösteriyor: Hava (Oksijen), Ateş (Vücud ısısı). Su (Kan), Toprak (Et ve kem ikler) Yunanlı tarihçi ve m oralİst Plutarque' a göre. Pitagorcutar. kare g ib i tanrıların anası ve süre kavramının kaynağı olarak nitelenen Rhea1 mn da kare g ib i tüm güçleri bir­ leştirdiğini öne sürüyorlardı. Bu güçler, yaratıcı su olan A trodit, ateş Hestia, toprak Demeter ve hava olan Herd dan kay­ naklanm aktaydı. Uzay boşluğu kaidesinin kareye benzediği İsa'yı tahtta oturm uş olarak göeteren mozaik varsayıktığı için e * kİ, eskiden kral, İm parator tahttan küp' ün açıklanm asında da deği­ n ild iğ i g ib i, kare bir taban üzerine oturtulm aktaydı G eoalde daire planlı tapınaklarda daha çok $anst bereket ve tica ri akttvtte am açlanır. (Perge ve Side ogorolam dcki Thofc» odr verilen yuvarlak tapmaklar)

KURE VE KUBBE Her ikisi de hacim li ve somut bir daire g ib i tasarlandığından, daireye ilişkin ortak anlam lara sahip bulunurlar. Küre daireyi yerden yüzeyden kaldırıp ona üçüncü bk boyut verir. Dörtgen bk yapı üstüne bir yanm küre (kubbe) oturtularak oluşturulan KÜP - KÜRE komposizyonu dünyevilik ve sem avilik (yer - gök) bütünleşmesinin en yakışır anlam ını sergilem ektedir. Ancak küre, bu yapıların tavan ve absitterinde görüldüğü g ib i, yanm küre (tonoz) m odelinde belirti bir indirgem eye uğratılm ıştır. Bu uygulam anın en

O

91

belirgin örneklerini, Bizans bazıMkalon, kilise ve cam ilerim izde görm ekteyiz. Bazı kiliselerin (Ayasofya ve Kariye) duvar resim lerinde görüldüğü g ib i, ta htta oturan İsa, ayakiannı yere, çoğu kez. kare şeklindeki bir tabureye koymuştur. Katolik tannbiiim cller, bunun Teslis (üçlem e) akidesinde aynı zam anda Tanrı olarak taram lanan İsa1 ran semavi tahtından dünyaya inişi ve yerle gök arasında b ir bağ veya köprü oluşturduğu şeklinde yorum lam ışlardır. Bunun tersine, kareden yani kare bir m ekândan, cam ilerde olduğu g ib i, daireye (küreye) geçiş olayı, yaratılanın, yaratılm adan var olan ve yaratılm ası kabil olm ayan' a dönüşü şeklinde b ir algılanm aya neden olm aktadır. İslâm da eskiden beri düz tavan pek sevilmez, daha çok kubbeli m ekânlara karşı bir sem pati vardır. Çünkü kubbe gök kubbe altında olm anın zevkine yardm cı olur, m ekâna rahattık verir ve havadar kılar. Hamamlar, türbeler, m edreseler, kapalı çarşılar...hep kubbeüdkter. Zorunlu bir neden ol­ m adığı takdirde, kubbe dört ayak üzerinde tutulur. O laya bu tür mistik ve psikolojik açıdan yaklaşırsak, m im ari öğelerin, özellikle dini yapılardaki rolü bu yapılar için d e yapılan ib a d e tte sadece A llah' ı ve ahreti düşünmenin zevki huzur ve uhrevkiğe d a n etkisi, fa ild i b ir biçim de değerlendirecektir. Uygulama alanında kubbenin ciğ e r işlevlerine, kitabm cam i bölüm üne, yer verilm iştir. Küre ile ilgili olarak değinmek istediğimiz bir başka özellikle, onun, ezoferistierin idcia ettiği gibi, hünsakğm (Hd cinsiyetiHik), tam anlamıyla gelişmişliğin ve bir TOPLAM'm göstergesi olmasıdır. Efes, Küretler caddesindeki Trajan kürenin üstüne basıyor. M.S.II.yüzyıllarda keşfedem ediğine göre, bu görünüm olduğunu d e ğ il, özellikle, m ükem m eliğin sahip duşunu, yansıttığı kanısındayız.

çeşm esinde, im parator ayağını bk dünyanın küresel d a n biçim i henüz onun coğrafi dünyayç egem en de üzerinde bk kişiliğe ve görkem e

Ayasofya absttte başm elek G abriel elinde bir küre tutar. Aynı m eleğin Görem e Elmalı Kilisesinde de elinde küreye benzer bir cisim bulunuyor...

92

KÜRE : BÎR TANRISALLIK SİMGESİ Mİ? Oylumlu ve küresel görünüm lü olan bazı objelerdeki ortak özellikler, İnsanı adeta, aşağıda okuyacağınız türde, yorumsal özdeştirm elef yapm aya özendiriyor: Evren : İçinde astronom ik sayıda gezegenleri bucaksa boyutlarda bir KÜRE gib i algılanıyor. Biz, konumuz gereği, b iri GÖK, diğeri de YER olan iki küreden söz edeceğiz. İlkine GÖKKUBBE, öbü­ rüne YERYUVARLAĞI da deniliyor.

barındıran

ve

gOhre ^ıırcaıstNifR



uçsuz ^

,



G ezegenler içinde bugün her yönüyle tanınanı sadece ARZ; diğerleri hakkında büinenierin ortak olan yönleri, sadece hepsinin birer küre biçim inde olup, m anyetik bir çekim le bağlı ve bağım lı bulunduktan diğer bir gezegenin çevresinde dönm ekte olduktan... Dünyamız, üzerinde barındırdığı tüm canhlann, yani İnsan, hayvan ve bitkilerin yaşam larını sürdürebilm eleri için onlara kendi olanaklarıyla verebildiklerine ilaveten, diğer gerekli olan ISI, IŞIK ve IŞIN* ı m anyetik alanı içine sığındığı GÜNEŞ1inden alm aktadır. Dev yıldız sistem ve gruplarıyla dopdolu evrenin büyüklüğü hakkında şu verile ri de hatırlayalım :

MA RS DÜNYA VENÜS MERKÜR

CVs«***tW#r

nisbetU 66-

Güneşimizin çevresinde 10 ışık yılı yarı çapk bir KÜRE göz önüne alındığında, bunun içine sadece 10 kadar yıldız (gezegen) girm ektedir. Sadece ARZ ın içinde bulunduğu SAMANYOLU GÖKADASI* nin çapı 100.000 ışık yılı, ortalam a kalınlığı ise 10.000 ışık yılı tahm in ediliyor. Güneş ise bizim gökadam ız GALAKSİMİZ olan bu Samanyolu1ndakl 100 m ilyar yıldızdan sadece birini oluşturuyor; dünyamız da bu galaksi içinde, boşlukta yüzen bir KÜRE... 93

G eom etrik şekillerin, ilk ve en güçlü tann olarak inanılan GÜNEŞ i de anım sattığından, en mükemmeli DAİRE olmuştur. K üre. ise bu dairenin oytumsal boyutlarda gelişm iş bir biçim i olduğundan, ona özgü tüm üstün nitelikler, dolayısıyla, katbekat, küreye de yansımış bulunuyor. Bu açıdan düşünüldüğünde küre, adeta Yaratıcı' nin tüm güzelliğini, tam am iyet ve tarafsızlığını, orantılı ölçülerini ve a da le tin i sim geleyen b ir biçim oluyor. •

___

Küre' de varolan .üstün nitelikleri kanıtlayan başka örneklerde bulunuyor: Nasıl ki bir an. ürettiği balı en az em ekle en fazla dolduracağı yer olarak ALTIGEN1i seçmiş ve kovanım içgüdüsel olarak bu geom etri ile inşa etmişse, küre' de en az satıhla en geniş hacim oluşturan bir biçim olduğundan, Yaratıcının m eyvelerin çoğunu küre, ya da küreye yakın bir biçim de oluşturmasını yadırgam am ak gerekecek, samnm J■„ Bir cıva parçasını düz bir yere bıraktığım ızda, onun b ir süre gidip geldikten sonra, hem en bir küre şekline girerek durduğunu görürüz. Keza, bir sabun köpüğü üflendiğinde küresel balonlar oluşturur. Küresel biçim gösteren objelere İlişkin özelliklerden bir başkası da onların, kolayca dönen ya da döndüren, kendi iradesiyle hareket edebilm e yeteneğine sahip olm alarıdır. Ö rneğin, b ir tavla zanm ele alalım . Muntazam bir küp şeklinde olan bu zar atıldığı zaman, kim i kez onu atanın becerisi oranında kontrol altına girebilm ektedir. Ancak aym zarm köşeleri biraz ovalleştirilip küreye benzettikse, bu kez artanın istediği değH, kendi istediği yüzünü ve tarafsızlığım da gösterecektir. Şans / ta lih oyunları, a le t, araç ve düzenlerinde hile yaptimasma müsaade etm eden, sonucu ta raf tutm adan betirieyen gene o küçük küreler oluyorlar... Küre biçim indeki bir başka objenin de adı TOP. Bu sözcük Türkçede elle taşınabilir silahlardan daha büyük mermi atabilen araçlar için kulianıhyör. Kökeni, eski silahlarda kullanılan taş ya da m etal GÜLLELERİN küre şeklinde olm alarından kaynaklanıyor. Top aslında, eski çağlardan beri, çeşitti oyunlarda kullanılan küre ya da yum urta biçim indeki bir araç olmuştur. Homeros Eki YunarMarm top oyununu bedene güzellik ve esneklik kazandırdığı için çok sevdiklerini anlatıyor. Takım oyunlarından pek hoşlanm ıyan Rom alılar bBe to p la yapılan karşılaşm alara büyük İlgi gösterm işlerdi. Nitekim , Roma hom am tannda bu 94

am oçla ayrılan bölm eler, soyluların m alikânelerinde ise özel sahalar bulunmaktaydı. Vaktiyle içlerine çeşitti m addeler konulup deri ile kaplanan bu toplar, günümüzde, gene tercihan deriden olup içleri hava ile dolduruluyorlar. Zaman içinde, oynanan topa yön ve hız vermeye yarayan bazı özel araçların kullanılmasıyla, güncel yaşantımızda sürekli izlendiği gibi, bu uğraş gitgide gelişerek, sporun da ötesinde, ustalık isteyen bir sanat, hatta meslek haline dönüşmüş bulunuyor. Hemen hemen tüm toplumlann günlük yaşamlarının bir parçası olm aya devam eden bu oyunların başlıca aracı olan top, ona yön ve hareket veren el ve ayaklar arasında dolaşarak yirmi otuz kişiyi arkasında koştururken, tribünlerdeki binlerce seyircinin gözlerini kendisine çevirip nefeslerini tutturarak (I) bir HEYACAN ODAĞI olma etkisini devam ettiriyor... Sonuçta top bir hareket ve esneklik sembolü oluyor. Hareket ise HAYAT dem ektir, zaten... Doğa da bu hayat sürekliliğine şu olguyu gerçekleştirerek katılmış : Başlangıçta sözünü ettiğimiz gibi, YARATICI' nin tüm olumlu nitelikleri, adil bir oran içinde oluşan denge ve düzenin somutlaştığı KÜRE biçim i onun nim etlerinden biri olan MEYVELERE de yansımış bulunuyor. Bugün dünyada varolan ve lezzette yiyip tükettiğimiz m eyvelerden aşağı yukan % 90 nı hep küre ya da küreye çok yakın bir geometrik biçim e sahipler. Meyve ilk insanın ta P aieditik çağdan bu yana. İlk tanrckğı, tattığı ve onunki beslendiği bir m adde olmuştur. İşte bunun için Tanrı da ona, bu ayrıcalı yapıtına lâyık olduğu küre biçim ini vermeyi uygun bulmuştur... Tanrı' nm Adem ve Havva' ya yemeyi yasak ettiği şey, bir meyve olan ELMA1dır. Elma ise dinen, bir CENNET TAAMI olarak. Tanrı katında saygın bir yere sahip bulunuyor... Bugün doğada varolan tüm meyveler, üzerlerinde yetiştiği ağacın bir dalma, ondan koparılıp ayrılıncaya kadar, bir SAP la irtibatlı bulunuyorlar. İşte bu meyve, gelişip yenilebilecek hale gelinceye kadar, gereksinim duyduğu besin m addelerini hep o beslenme kanalı olan sapı vasıtasıyla, ait olduğu ağaçtan, yani ANASINDAN alıyor. Bu, gayet normal beslenme

95

bağlantısı için yaptığım ız özdeştirme, ister istemez aynı olgunun insan yaşam ındaki benzerliğini de çağrıştırıyor: SAP tıpkı bir ana1 nin b e lirli bir süre karnında besleyipte gelişim ini tam am ladıktan sonra dünyaya g e tird iğ i BEBEĞİN GÖBEK BAĞI (kordonu) dır. Bu bağ da çocuğun doğum undan hem en sonra işlevini, sorumluluğunu yitirm iyor m u?..Ancak olayı şu gelişm e izliyor: M eyvelerin içindeki çekirdekler onun. geleceğe yönelik çocukları ve analarının bağlı olduğu aynı ağacın TORUNLARI olm aları gerekm ez mi ? Çünkü bk gün gelecek, BÜYÜK ANALARI olan dünya toprağına e kilip göm ülecek ve b e lirli bir devinim i izleyerek, aynı rahim de filizlenip doğacaklardır... İlkel insandan itibaren tarihin hemen her dönem inde küreye benzediği şu ya da bu şekilde ifade edilen gökyüzü (GÖK) bir tann olmuş, ya da ilk tanrılara bir gök cism inin adı verilm iştir. Ö rneğin, Yunan m itolojisinde URANUS gök, GAİA İse yer, yani topraktır. Söylenceye göre bu iki tann birleşm iş ve 12 Olimpos tannsmın doğm asını gerçekleştirm işlerdir. Göğün erkek, yerin ise dişi karaktere sahip olduğunu düşünürsek, bu birleşm eyi mümkün kılacak norm al pozisyonda erkeğin üstte olması d o ğ a ld ır... Kendi güneş sistemimizdeki sayılan dokuz olan gezegen, öncelikle hep tann olarak tanınmış, tanıtılm ış ve yüzyıllarca düşgücü ürünü tanrılara büyük bir güven, cid d iye t ve saygı He taprnrlmrştır. Bu gök tannlannın öncüleri GÜNEŞ TANRISI olarak Mısır1da Râ, Yunan ve Romada İse Apollon olmuştur. Diğer gök cisim leriyle özdeştirllen tann ve tanrıçalar şunlar: AY Aftem istk, A pollon' un İkiz kardeşi ve baş tann JÜPİTER (Zeus) ün çocuklarıdır. MERKÜR gezegeni Ares, VENÜS A frodit, NEPTÜN PosekJon' dur. Yeraltı tannlarından b iri PLÜTON dur. Görülüyor ki bu m itolojik ça ğ inşam tanrıyı gökte ve yerin altında olduğuna inanm anın yanı sıra, işin ilg in ç tarafı, bir ön seziyle olsa gerek, bu 9 gezegenden en büyüğünün Jüpiter olduğunu keşfedip baştannkğı ona vermiş ve onu tanrılarında tanrısı yapm ıştır. Platon, kâinatı b ir küreye benzetiyor ve yaratıcı ona en mükemmel şekli verdi, diyor. Aslında dini m im aride kare (küp) m ekândan küre' ye geçiş, evrensel bir öğe oiarak, m anevi yükselişin bir göstergesi olarak düşünülmüştür.

96

Tüm bu varsayımlardan hareket ederek, Yunan ve Roma'nın tanrıyı, göğün düşlediği biçim inden esinlenerek, b ir küre şeklinde so­ m utlaştırdığına inanmak istiyoruz. Efes antik kentinde Küretler Caddesindeki Trajyan Çeşmesinin kalıntılan içinde ünlü Roma im paratoru'nun b ir ayağını bastığı küre'nin, bu verilerin ışığı altında ne anlama geldiğini yorum a açık bırakıyorum...Bu konudaki kişisel yorum um , bu çeşmenin yapımcısının im paratorunu "m ükem m elin de m ükem m eli" düzeyinde göstermek istemesidir , yönündedir... YUMURTA'ya gelince: Kitabın (yum urta) bölü­ m ünde de değinildiği gibi, bu cisim tıpkı gök ve yer benzeri b ir yapı ve görünüm e sahip. Yumur­ tanın dış kabuğunun için­ deki sıvıyı, yani akının ERKEK, ortasındaki sarısının ise DİŞİ karaktere sahip Olduğunu varsayabiliyoruz.

V o y a g e r 1 ta ra fın d a n a lın a n . S a tü rn 'ü n ve ha lka larının ç ö rC n tü s C

işlevleri şu ya da bu olsun, görünen odur ki, bunlar İÇİÇE iki küre olarak bütünleşm iş bulunmaktalar. Yıldızlar âlemi içinde özellikle SATÜRN gezegeninin ilginç bir görünüm üne tanık oluyoruz: bu gezegen (planet) de dahil olduğum uz Galaksi içinde ve aynı güneş sisteminin bir bireyi...

Ekvator çapı 120.000 Km. (Arz1ın 40.000 Km.) olan bu gezegen güneşin etrafındaki periyodik dö­ nüşünü 29.5 yılda tamamlıyor ve 22 uyduya sahip. SATÜRN, teleskopik görünüşünde bir halkalar (daireler) sistemiyle çevrilmiş. Üç sıra halindeki bu diskler aslında meteorların oluşturduğu bulut bantlarıdır. Planetin gayet düzgün bir dairenin içine yerleşmiş olarak gö­ rünmesi, Hıristiyan azizlerinin, üstün düzeydeki konumlarım belirtm ek için Bir melek spiral seklindeki dünyayı tayıyor. (Kariye Müzesi)

97

«

yopılogelm ekte oton HALE1yi anım satıyor... Öte yandan bir küre ile dairenin böyiesine uyumlu bir sentez oluşturması, yer-gök birleşmesinin farklı bir örneği olarak ta kendisini seyrettiriyor...Çünkü daireyi burada güneşin yerdeki izdüşümü kabul etmek mümkündür

Son olarak buğun, m edyanın gün­ ce lliğ in i sürdürdüğü KÜRESELLEŞME (Globalleşm e) nin.kavram olarak içerdiği anlam ve ereklediği istemi, küreyle ilg ili yaptığımız bu soyut değerlendirm elerle olabilecek bağlantısını yoruma açık bırakıyorum. Çünkü küreselleşme, ekonom ik çıkarlar ağıyla ulusları birbirine bağlıyor, toplumlar* DÜNYA ÇAPINDA düşünmeye zorluyor. Çağım ızda güçlü olmanın yolunun daha fazla KÜRESELLEŞME (küreye benzeme) olduğu gerçeği artık anlaşılmış bulunuyor I... Tanrı, SANKİ, hem her yerde d a n , fakat her şeyi içine alan, çem beri hiç bk yerde olm ayan, veya sınırlanam ayan, bir KÜRE g ib i de algılanıyorI...

KUP Hacım bir biçim olmasına karşın, karenin karesi olduğundan yüzeysel geom etrik bir alan olan karenin sembolik anlam larına sahiptir.

98

“ ANKİ DÜ.VYAYI 7 3 YILDIZLADI YARATTI

( Vorayık)

Kûm de moddesel dünyayı ve onu oluşturan dört temel etkenin toplamını gösterir.Konumu ve dış görünümü nedeniyle, geneHUde denge ve oturganfcğm sembolü olur. Bu bakımdan önce de değindiğimiz gibi, taht kaidelerinin alt kısmı küp, şeklinde yapılır. Mistik açıdan küp, basireti, soğuk kanhkk, eşülik ve usluluğun yanı sıra gerçekçiliğin ve manevi gelişmenin de sembolü olmuştur. Melekede Ulu Caminin ortasındaki Kâbe (Beytuüah) tıpkı küp şeklinde olup kürenin sahip olduğu tüm özellik ve nitelikleri yansıtır. Kâbe, son bulanla sonsuzluğun buluştuğu, yerle göğün bütünleştiği kutsal bir yerdir.

BEŞGEN (PENTAGRAM) Bu geometrik şekil için, beş saynmm sembolik açıklamalarına değinilen hususlara şu verileri de ilave edeceğiz: Öncelikle beşgen ' eşit olmayanların birliği 1 ni gösteren beş sayısı ile , içiçe olacak derecede, İlgili. Bu şeklin incelenmesi önce onun beş kenarlı otşu, sonra da İçinde on açriı bir yılda üretne yeteneği göz önünde tutukırak yapılıyor. Eşit otmayaniann bir birleşimi insanoğlunun iç dünyasını yansıtan, somut bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Beşgenin erkek prensipli (3) ve dişi prensipli (2 ) kolun birleşmesinden oluşması, onun hünsa (iki cinsiyette Uğin sembolü oiarakta tanınmasına neden olmuştur. Bazı çevreler, beşgene benzeyen şekillerin fikir ve düşüncede en olgun düzeye ulaşılmış olmanın bir simgesi, yüksek bilimin ve gizliliğe götüren yolu açan kapının anahtarı olarak, tasarlanmaktadır. Nitekim buY tür cemiyetlerin üyelerine gerektiğinde, bir minnettarlık, nişanesi olarak sunulan ödüllerin daha çok beşgen biçiminde olmasına özen gösterildiği saptanmıştır. Beşgeni aynı zamanda, evlilik birleşmesiyle kurulan bir aile yuvasının, mutluluğun ve bir bütünleşmenin sembolü oiarakta benimseyenlerde bulunuyor. Bu konuda egemen olan düşüncenin 2+3=5100 kaynaklanması mümkündür.

99

Ortaçağın ünlü kimyager ve tıp doktorlarından biri olan Paraceise' ye göre, beşgen sembolik işaretlerin en güçlü ve anlamlı olanlarından biriydi. Bu nedenle beşgen figürler sihirbazların yeteneklerine göstermek için kullandıkları bir araç olmuştur. Mason geleneğine göre, beş köşeli yıldız * a le v . alev yanan yıldız " olarak «imlendirilmekte ve deha amblemi olarak kullanılmaktadır. Kare, hipotenüs, desimai sistemin bulucusu, fHozot ve matematikçi Pttagor (M.Ö. VI) taraftarlarının da en gözde ve saygın bir amblemi olmuştur. Zira bu insanlar birbirlerine yazdıkları mek-tuptann üstüne, selam anlamına gelen bir beşgen çizmekteydiler. Beşgen' in antik çağda, Ascleptos1 un kızı olan sağlık tanrıçası Hygie' nin de atıibülerinden biri olduğu bilinmektedir. Beş harfli olmasından ötürü, düzgün beşgene Hygie de denilmekteydi. Hijyen sağlık bilgisi anlamını taşır. Beşgen, birbirlerini destekleyen ve tamamlayan bir güçü ifade ettiğinden, A.B.D. nin Vaşingtondaki yönetim merkezine PENTAGON deniliyor.

ALTIGEN (HEGZAGRAM) Üstüste yerleştirilmiş iki eşkenar üçgenin uçlarının birleştirilmesiyle oluşan geometrik bir düzlemdir. Üçgenler bu durumda altı köşeli (uçlu) ve oniki kollu bir yıldız oluşturuyor. Böytece olumlu veya olumsuz bir olay veya kavramı ifade etmek için (baş parmağı yukarı veya aşağı doğru dikerek) yapılan işaretlerde olduğu gibi, olumlu gelişmesiyle, güçlük ve engellerin varlığı kavramlarının bir sentezini yapıyorlar. Altıgenin, yıldızlı veya yıkizsız olarak, orta Amerikada, Hindistanda (Yantralarda), İbranllerde (Salomorî un mühürü), Hıristiyan ve İslâmda ve özellikle Çinde yaygın bir şekilde kullanıldığı saptanmıştır.

100

Ortadaki dake tak tarmcıiığn veya b in e r gezegenin içine yerleştirilmiş olan güneşi, yridm çevreleyen dairenin ise, gelişimin sürekliliğini veya zamantn sonsuz devrini »imgelediği sa-nılmaktadK. Bu çember bazen kuyruğunu mran bir yılan olarak da gösterilmiştir. Ortadaki küçük altıgenin yanlarında oluşan 12 bölmenin göğün 12 kapısı veya astrolojik burçlar bölgesine alt bir görünüm olduğu varsayılıyor. Anrvn ördüğü petekler gayet düzgün altı­ gendir. Bu geometrik şekil, en az malzeme (balmumu) kullanarak. İçine en fazla bal doldurmaya olanak veren kefelerdir. Yani en ideal ve ekonomik olan ve basınca tahammül eden bir biçimdir. Şayet bu petekler üçgen kare veya daire şeklinde olsaydı, daha fazla bir enerji ve malzeme tüketilecek ve mekânm yüz ölçümünü etkileyecekti. Altıgen prizmalardan kurulu olan ve 70 derece 32 dakikalık dar açılı eşkenar ^ tu ti dörtgenlere dayanan bu yapıt, bir mimarlık harikasıdır. Bal temel bir gıda maddesidir.Riboz ihtiva ettiğinden mikrop barındırmaz. An yaptığı balm ancak % 1 ini yemek tedir. O halde bal11 Tanrının insanlara bir lütfü olarak kabul edeceğiz. An bu yapımıyla, kainatta israf yapmamak için, bize ders vermektedir... Onk. Dr. Halûk NURBAKİ (Petekteki mucize' den alınmıştır.) Altıgen yapılar, motifler, pencereler... İslâm mimarisi ve süsleme sanatında geniş çapta kullanılmşıtır. Altıgen komple insanın ve aynı zamanda evrensel dengenin bir sembolü 4muştur.

101

nın da kar tanelerine verdiği b<çim altıgen olmuştur.

*

SEKİZGEN (ÜKTOGON) Güneş ışınlarının dünyaya sekiz dakikada gelmesi, sekizi kozmik dengenin bir sayısı yaptığı gibi, sekizgen de. geometrik çizim olarak kare (dünya) ve (daire) gök arasında bir görünüme sahip olduğundan, gökle yer arasında bağlantı kurmaktadır. Hıristiyan geleneği, sekizgen şekilleri sonsuz yaşam ve yeniden canlanarak yaşama dönme, altıgeni ise, ölüm sayısının imajı olarak kabul etmiştir. Bunun için, Hıristiyan mezhebine yeni girenlerin suya batırıldığı vaftiz tekneleri genellikle sekizgen veya sekiz ayak üzerinde bulunan dairesel bir şekil gösterirler. Tabutlar ise altı köşeli yapılmaktadır. Yahudiier doğumu izleyen sekizinci günde, sünnet edilmektedirler.

HAÇ Çok eski çoğlardan beri. özeHikle Mısır ve Çinde bir sembol olarak kuHamimıştır. Girit adasındaki Cnossos* ta M.Ö. XV. Yüzyıla tarihlenen mermer bir haç bulunmuştur. Haç, MERKEZ, DAİRE ve KARE' den oluşan temel dört G sembol arasında yer almakta ve diğer üçü He ilişki kurmaktadır. Bir dairenin içine çizildiğinde, haç' m iki kolu bu dairenin merkezinde kesişip onu dörtde bölüyor. Enine ve dikine doğruların uçlan yer küresi (dünya) nm soyut bir simgesi olmanın yanı sıra, kollannın dünyanın ana yönünü işaret etmesi nedeniyle, insan yaşamının çeşitli düzeylerine ilişkin tüm oryantasyon, (yönlenim) sembollerinin bazı sayılıyor. Haçın biçimsel olarak özgün anlatımının evrensel boyutlara ulaşmış bir şekil ve sembol olmasının bir başka nedeni de, onun insan vücuduna benzemesi ve benzetilmesidir. Bilindiği üzere, İsa' nın kol ve bacaklarının bağlanıp üzerinde gaddarca şehit edildiği haçvari dikilmiş darağacının şekli ve bu olay yüzyıllar boyu Hıristiyan alemi üzerinde çok üzücü ve kalıcı bir etki yapmış ve onu Hıristiyanlığa günümüze dek süren kutsal bir amblemi, putu ve Hıristiyan ikonografisinin en yaygın bir figürü haline getirmiştir. Öte yandan haç, üzerine İsa' nın mübarek kanı sürüldüğünden, günahlardan arınma ve şefaat dileme aracı olmuştur. Ancak, erken Hıristiyanlık döneminde, ikonlarla azizlerin resimlendirilerek tanıtılması kilise tarafından yasaklandığı dönemde (726-843), ikonokiatr adı verilen putperestler yani, ikon sevenler, İsa' nın resmini açıkça

yapamadıklarından, O* nu sadece basit bir haç veya haçm stilize ecHmiş bir başka şekliyle göstermek zorunda kalıyorlardı. Böylece haç, ikonoldazma krizi süresince kalabilen tek dini figür oldu. Bu dindar kişilere göre haç, kiliseyi ve tüm insanları şeytanın azabından ve tüm kötülüklerden koruyordu; İsa1 nm şefaat dileme aracı ve nihayet O 1 nun ölüm üzemdeki zaferini ve yeniden dktttşi simgeliyordu. Hıristiyan ikonogfafisinde ‘ hayat a ğ a cın ın “ bir protipi olarak yorumlanan haç sayesinde, insanoğlu yılanı öldürecek ve ölümle mücadele edecektirl.. Yeniden diriliş (rezüreksiyon) olayından sonra yayılmaya başlayan Hıristiyanlık döneminde, merkezî Yunan haçından Latin haçı planlı kiliselerin yapımına, ikonoldazma yasağının kalktığı ( 843) tarihinden sonra başlamış ve bu olay kilisenin bir zaferi olarak nitelendirilmiştir. Yunan alfabesindeki gamma harfine ( I- ) benzeyen duvarcı gönyesinin ikisi ters oirak yerleştirilerek KARE, daha sonra bunların dördü, aynı biçimde çizilerek SVASTİKA sembolü bulundu. Aynı işlem bu kez İki gönyenin oluşturduğu karenin içine İki ters gönye — — j , yerleştirilerek uygulanmış ve sonuçta, ortasında bir haç | f j oluşan bir kare motifi elde edilmiştir. Bu çizimde t ■ ortadaki haç İsa1 yı, etrafındaki gönyeler (yanm |I * kareler) de 4 İncil yazarını göstermekteydi. Yukarıda değinildiği gibi, haç figürünün kullanılması Hıristiyanlıktan çok daha öncelerine tarihleniyordu. (MU) kıt* ası uygarlığından ele geçen tabletlerin incelenmesinde en ilkel sembolleri, nokta, daire, enine ( _ ) ve dikine ( ı ) çizgilerin kullanıldığı desenler üzerinde görmekteyiz. Daha sonraları, zaman içinde, K semboller alfabesini oluşturan bu araçlar geliştirilmişlerdir. Bunlardan biri, köşe yaparak birbirleriyle birleşen iki doğru olup, tıpkı bir DUVARCI * GÖNYESİ* ni andırıyordu. 8 Haç motifinin biçimlenmesine etken olduğu sanıln „ duvarcı gönyesi, inşaatta duvarların düzgün ve dengeli örülmesini sağlayan bir araç olduğundan bir şey yaratıp gerçekleştirmenin olduğu kadar denge ve düzen kavramlarının da somut anlatımı sağlayan bir sembol olmuştur. Bu motif, Çin' de dünyanın efendisi sayılan imparatorun resmi amblemiydi.

103

Haç biçimiyle anlatımı am açlanan olgular şunlardı: 1-Doğruların kesişme noktası bir dört yol ağzıdır ve dünyanın dört temel yönüne açılan yollar buradan başlar, 2-Dünyayı oluşturan dört temel etken hava, ateş, su ve toprak. Bunlar 300 milyon yıl kadar süren jeolojik çağların ikinci aşamasında oluşmuşlardır. 3-Maddenin dört had: Katı, sıvı, gaz ve eter. Eter havadan hafif, gökyüzünde, gök cisimleri arasında varsayılan bir madde olup ışık ve sesi geçiren bir ortamdır.

4-Başlangıçtan İtibaren yaşamın geçirdiği dört evre: Madensel, bitkisel, hayvansal ve beşer (insan) 5-Haçın, aslında doğanın özünde de olduğu varsayımından hareket ederek, kollan açık duran bir insan yansıtması. ABSÎT

6-Kalbin dört gözü, kuşun uçuş

R

U

Fiziksel

halindeki görünümü, sonsuza götüren gemi (kilise)nin pruva direği, toprağı sürmeye yarayan saban, gemi çapası, üç clişii yaba...

h s a

7-Dört İndi yazan veya dört melekle çevrilmiş İsa.

1« y u

ALTLAR TRANSRPT ORTANEP

1

A f i*

y e ld i* a a r iB i

8-iscr nm kanı He kutsallaşarak cennete biten bir hayat ağacı, 9-Hint tapınaklarının ve kilisenin planıdır. Burada absit BAŞ1 ı, transeptler KOLLARI, orta nef GÖ VDE ve BACAKLAR1 1, absidn ortasındaki su­ nak (atlar) ise KALBİN yerini göstermektedir.

10-Haçın dikine kolu göğe çıkış ve ümit, yan kollar ise düşmana kadar bHe uzanan merhamet, sonuna kadar tahammül ve sabır anlamını içerir.

Ifli 1 V rr

AUHA(0KA) t BAZI YAKATIKLARI SARAN VS NiiSirSL OLKAYAN BÎR TUR ATMOSFERİ!. VARLIĞI AL j İLANVJLSI

11 -Ezoterik açıdan İNSAN ve onu oluşturan ki eksen: Enine olan fiziksel iman, yani madde' cif. Dikine olan İse ruhsal insan olup yaşanılan uygarlık içinde gelişmiş olan tanrısallığa bedenini dört katlı bir hale gibi sarmıştır. Bunlar: (1)Modde Be yoğun olan gövde (madensel) dir. (2)Bu maddeye hayat veren canlı, (dirimsel) haledir. Eter ve bitkiseldir. Gül kırması rengindedir. (3)Heyecan, lutku ve arzu duygulan veren, astral (yıldızlara değin) hale olup hayvanidir ve a çık yeşil renkte gösterilmiştir.

(4)BUinç, zekâ ve düşünme yeteneği veren ve bunların oluşup yer aktığı mantoi kısım olup, insanıinsan yapan yerdir. Burası altın sansryta renidendrilerek yansıtılır. Bu anlayış ve değeriendkmenin sonucu. Hıristiyan azizlerinin başlarını güneş ışığı rengini veren altın tansı bir hale ile çevirmek şeklinde gelenekleşmiş bulunuyor. Çünkü, bu kişilerin, yaşamlarını sadece tanrı aşkı ile doldurarak bunları fikir ve aksiyonlarında gösterdikleri, kabul ediliyordu. Ancak bu konuda İsa içinbir ayrıcalık var. O, ayrıca başındaki halenin içinden çıkan parlak beyaz üç ışıkhuzmesi taşır.Bu ışınlar O* nun tanrılaşmış olan kutsal bedeninden yayılmaktadır. NohHalelerle Ugiii metinde bu konuda daha ayrıntılı açıklama yapılmpır.

HAÇLARIN BİÇİM VE TÜRLERİ Genelde biçimsel olarak dörde ayırdığımız ve (HAÇ) sözcüğü He isimlenen bu şekillerin diğer türleri aşağıda gösterilmiştir. Bunlardan: 1.Tepesiz haç, Taü dur. (Taf veya Saint Antoine haçı olarak da isimtendirilmektedir. Aslında Yunan alfabesinin 19. Harfi olan (T) den türemiştir. r n r -ı I 3.Tepeii ve iki kollu, Lorraine haç' ıdır .(De Gaulle' ün •I l ı mezarına anıttal boyda dkHmiplr.) 1 -1 . -- JJ 2.Tepeli ve tek kollu,İncil' in haçıdır.

105

r 1 r L ±

4.Tepeti ve üç kottu, Papa1 ya aittir. Bu kollar asimda kiliseye ait hiyerarşik bir semboldürler. Örneğin papamnki üçlü, kardinal ve arşevukierin ikilidir. Evekier ise tekli, normal haç taşımak hak ve yetkisine sahiptiler. Kızıl Haç adı verilen ve uluslararası tarafsızlık sembolü olan haçlar ambulanslarda beyaz fon. üstüne kırmızı renkte gösterilmektedir. 1-Mısır haç' ı

2 -Grek ( Yunan) haç' ı 3-Latin haç11 4-Gamalı haç

f++*Tx

5-Tau

1

2

3

4

5

6

;

8

t

10

)i

12

6-Saint-Andrö 7-Lorraine

8-Matta 9-Yonca 10-Potance (darağaa-sehpa)

11 -Gemi çapası şeklindeki haç 12-Papaiık haçı Grek haçının kollan birbirine eşittir ve bir kare içine çizilebilir. Latin haçı ise ayakta, kollannı yana açmış bir insan olduğundan, insan vücudundaki (2/3) oranında, gövdeyi eşit olamayan bir şekilde böler ve ancak bir dikdörtgen içine çizilebilir. Birincisi (Yunan) İDEALİST, ikinci (Latin) REALİSTTİR. Yunan haçı planlı kiliseler Ortodoks mezhebinin çoğunluk kazandığı batı ülkelerinde görülür. Bazı haçlarda, anlatımı güçlendirmek için detaylar bulunuyor. Örneğin, KURTARICI İsa1 ran bu işareti attında bazen, ona boyun eğmiş. O na sevgi ve korku ile bakar gibi, mütevazi görünümlü hayvan figürleri bulunur. Bunlar daha çok aslan, kartal, tavuskuşu, doğan..dır. Bunlardan tavuskuşu ve kartal gururu, doğan ve aslan ise zulüm ve gaddarlığı anımsatan amblemler olarak düşünülmüştür. Bundan başka, daha çok kıhit (sarkotaj) kapakları ve mezar

106

odalarında raslandığı gibi, resimlendirilen kuzu ve güvercin ise, haçtan yayılan fazHet ve onun yok ettiği kötülüklerin bir sembolüdür. Diğer haçlarda şayet Yunan alfabesinin ilk ve son harfleri olan alta ve O m ega' yi görürsek, bunlar İsa 'ren dünyadaki her şeyin baş ve sonu okluğu antanrında kuHanrirreştır. [Antakya $t. Piem Klütesl vaaz kürsüsü; Bir Hıristiyan yazan, ’ Haç güzellik ağacıdır. İsa1 ren kanıyla kutsallaşmıştır ve üzerinde her türden meyve bulunurl" diyor...

Lİ ÇİÇEĞİ (feur de Lys) Genel görünümü ile bir haç' ı andıran bu çiçek Ortaçağ Avrupasmda çokça kuüanılan bir süs öğesi ve kraliyet amblemi olmuştur. Türkler, Avrupa seferinden dönerken (Mohaç) bu çiçeğin şeklini beğenmiş ve Topkapı 2. Kapısı , Milet İlyas Bey Camii mihrabında ve Urfa Rizvaniye Camisinde de görüldüğü gibi, biraz stilize ederek, kullanmışlardır. Beyazla eşanlamlı olup, temizlik, masumiyet ve bakireliği simgeler.

iki kotlu Grek hacı Özerinde Jisus d ir is i1in ilk harfleri ve N /KE (tefer) yazılıdır. Haçın ayağında kanatlarısarkık durumda bir şahin ve kartal bulunuyor.

M.ö.l.yy. lahit'ler üzerine yapılan Grek haçları CtlRÎSTOS'un IRfSTOS'un ilk harfleri Yunan harfleriyle X ve Polarak gösterilmiştir.

Uç kotlu Grek haçı AUtada iki tavus kuşu bulunuyor. Her iki haç kordelalarla Örülü olarak gösterilmiş olup Isa'nın İnsanî ve tanrısal karakterlerinin birleşimini semgelemektedir.

M SJ.yy. lahit üstü Grek haçı Alfa ve Omega Isa'nın herşeyin başı ve sonu olduğunu simgeliyor.

107

6 kollu yılda şeklinde Grek haçı M S . IV, yy.

•t?»» «»t M ;v>v

M.S.I. yy. (nc.il yazarlarını sembolizemden bir mezar haçı

CHRfST adının Yunanca ilk harflerinden sembol şeklinde oluşturulmuş bir haç

Vıcrinde 12 havariyi simgeleyen bir Grek, haçı

M .SJ.YY. T A V haçı. Yılan, canını feda ederek Ölüm üzerinde kazanılan zaferi işaret ediyor. Bu figürün Eski Ahit'le gizemli bir anlamı bulunmakladır. Bir melek omuzlarında taşıdığı bu ağaçla, oğlu fzak'ı, kurban etmek isteyen A b ra h a m m elinden onu alm ıştır.

M.S.1V. eşit olmayan 6 kollu yıldız seklindeGrek haçı

SVASTİKA (ÇENGELLİ HAÇ)

(m u t l u . u

vat ,

Hindistonda Brahman' lann kutsal dili otan" Sanskritçe “ alfabesinin bir harfi olan svastikamn kuHanıldtğının görülmesi M Ö. V. binlere tarihieniyor. Aynı za­ manda ilkel bir Hint sembolü olan svastika, daha sonraları dünya çapında yaygın bir kullanım atanma sahip olmuştur. Uzakdoğu1 dan yola çıkarak Orta Amerikaya, batıdan ise Moğoiistandan geçip Avrupamn kuzey ülkelerine, İtalyaya (Etrüskiere) ve Yunanistan' a ka­ dar yayılmıştır. Nitekim (Grek) adı verilen ve Yunan ve Roma mimari yapıtlarında sık sık görülen bu süs öğesinin svastikadan esinlendiği saptanmıştır. Kendi etrafında dönüş izlenimi yaratan kotlarının DÖRT oluşu, öncelikle dünyayı oluşturan temel dört etkeni ifade ettiği gibi, bu dönüşten oluşan çemberle, rulet masalarında dönen daire arasında bağlantı kurulmuş ve svastika, bu

108

anlam da, şans ve talih aracı - amblemi - oiarakta kullanılmıştır. Dilimizde gereğinde kullandığımız feleğin çe m b eri veya ça rk -ı felek deyimlerinin, svastika' nın şans, baht ve kader veya herşeyi görmüş geçirmiş yani olgun ve gelişmişliği, yansıtan anlamından esinlendiğini düşünmek mümkündür. Svastika1 m sembolik anlam ve anlatımları üzerinde çeşitli varsayımlar bulunuyorsa da, bunların en akla yakını, grafik olarak sabit bir merkez ve kutup etrafında sürekli rotasyon hareketi yapan bir çarkı andırması nedeniyle, onun herşeyden önce, hareket kavramıyla ilgili olarak, kendi kendini yenileme, yeniden oluşma veya yaratıcı enerji izlenimi vermesidir. Bu nedenle olmalıdır ki, svastika1 nın bir ambel olarak, insanlığın kurtancılan için de kullanıldığı görülür, İsa ile özdeştirilir, Ayrıca Ortaçağ mezarları, özellikle nestorianizm (nasturi mezhebi yanlıları) mezar yapıtlarının üzerine çizildiği de saptanmıştır. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde altından yapılmış iki svastika sembolü var.Bunlar Hitit dönemine ait bir buluntu. Bu olgu bize, svastikanın Asya kökenli olduğunu kanıtlıyor. İstanbul Ayasofyanın yan netlerinin tavanında altm yaldız süslemeler arasında bir şerit halinde dizilmiş siyah renkli binlerce svastika görüyoruz. Bazı tapınaklar mastikalardan oluşmuş bk kuşakla çmrilmişlerdlr.fAnkara Augustûs, £fes Hadhan.. .gibi)

Öte yandan bazı yapıtların süs öğeleri arasında ustaca gizlenmiş svastikakmn vardığından ve özellikle en belirgin örnekler olarak Ani ören yeri Aslanlı Kapı burcunun iç yüzünden ve Diyarbakır Ulu Camii avlusunun solunda, Selçuklu döneminde inşa edilen yan duvarların üstündeki kompozisyonda yer alan svastikalardan söz etmek istiyoruz: Ani1 deki bu sembolün aynca tepe noktası yukarıda olup eşkenar bir üçgen üzerinde gösterilmesi bir rastlantı olmayıp, üçgenin sembolizmi İle ilgili olduğunu soruyoruz. Diyarbakır Ulu Camii1 ndekine gelince; fotoğrafında da izlenebileceği gibi, her iki

109

baştakiler, kapanda Hcişer sütun bulunan tapınak, daha sonra stilize bir hayat ağacı, koruyucu ve uğur getirici anlam da iki svastika ve ortada dairesel surlarıyla ifade edilmek istenen, Diyarbakır şehri...(Myto/ gözlem ve yonjmumckjr)

Bu kompozisyonun içindeki istridye motifi kitabın (istridyenin sembolizmi) bölümünde açıklanan anlamlarla da ilgili olduğunu sanıyoruz.(Bkz. Bölüm II Diyarbakır)

Haç' m oluşumu bölümünde yapılan açıklamanın dışında, svastika' nın normal bir Yunan haçının İki kolunun, bu alfabenin üçüncü harfi olan gamm a ya da duvarcı gönyesine benzeyecek şekilde bükülmesiyie, elde edildiği öne sürülüyor. Bu ilâve kollar ve aynca doğada ve insan yaşamındaki tüm (+ ) olumlu ve (-) olumsuz olayları, erkek ve dişilik prensiplerini, iyiyi ve iyilikleri, kötüyü ve kötülükleri aynı zam anda, Kuzey- Güney kutuplarını yansıtmaktadır. Diğer yönden dört kolun b u devri hareketi, kare içinde oluşan haç 1 ın açısal değerini (4x4=16) ya yükselttiğinden, svastika sembolünün bünyesinde, birikim yapmış yaratıcı bir gücün varlığı sezinlenir. Çünkü (16) gerişmiş bir güç olan G ER ÇEĞ İN ve gelişmişliğin modeli olan EVREN* in de bir sayısıdır. Mitlerin (gamalı haçı) da bir svastika ise de, onun rotasyon hareketi saat ibresi gibi, ters yöndedir ve doğrudan doğruya kozmik ve astronomik dönüşle ilgilidir. Diğer bir deyişle, soldan sağa olan dönüş dünyanınki gibi olup, BATT dan DOĞU* ya dır. Alman svastikası, tarih içinde asırlık bir iktidarın en üst düzeydeki gelişimini İfade etmekte ve içinde bir yücelmenin azim ve iradesini gizlemektedir. Bilindiği üzere, kuzey yarım kürede bulunan insan ekvatöre yönelip baktığında,, güneşin soldan sağa, yani doğudan batıya gittiğini, güney yanm küresinde bulunan ise ekvatöre dönerse bunun tam tersine, güneşin kendi sağından sola doğru hareket ettiğini gözleyecektir. Aynı olayı kuzey yanm küresinde bir musluktan akan suyun yaptığı girdabın soldan sağa, güneydekinin ise sağdan sola olmasında da gözleyebiliyoruz.

110

(MU) uygarlığından ele geçen tabletlere dayanarak, antik çağda kullantlagelmiş sembollerden olan (bukleli haç) ve svastlkamn zaman içindeki gelişimini gösteren aşağıdaki şekillerde, dünyayı yaratan ve ona Soldan «aga egem en olan, yaratıcı, yapıcı büyük güç diye adlandırılan Tanrı bilincini oluşumu burada dik açıyla birleşen iki doğru d u va rcı gönyesi istenmiştir.

Sağdan ao la

ile anlatılmak

Bukleli haçın gelişimi

Svastika oluşum süreci içinde şu 4 aşamayı geçiriyor: 1-Dünyayı sembolüdür.

oluşturan

4

ana

gücün

2-Ufak bir değişiklik yapılmış, bu kez daire yaratıcı haç ise gene 4 ana güce ait, 3-Bu figürde haçın uçlan daireden çıkıyor, sonra dik açı yaparak batıya yöneliyor.Ortada gene yaratıcıyı görüyoruz. ■ 4-Burada yaratıcı tamamen kaldırılmıştır. Ancak güçler bu kez evrenin büyük yapıl­ masının amblemi olan 4 gönyenin birleş­ tirilmesiyle biHnen svastika elde edilmiştir.

111

Göğsünde bir Svsstiks bulunsn Lotüs çiçeği üzerine otuma uç Buda (Kamakura çağı bir Japon tablosu)

Semboller sözlüğü için şunları yazıyor:

SVASTİKA

Haçın özel bir biçimidir. Ancak bugün maalesef Nazizm sembolü olarak tanınmaktadır. Bir çok eski ve yeni uygarlıklarda rasianan bu figürü bir daire şekli için­ deymişçesine ' koordonne bir sistemin değişikliğe uğraması " L abirent S v u tik ı desenli bir M ısır olarak kabul etmek gerekir. Bu m üh ürü haçın uçlan gerçekte rotatif bir hareketi, dinamikliği işaret etmektedirler. Güneş sisteminde mevsimlerin dönüp dolaşıp tekrar geleceği izlemini yaratır. Svastika 'spiral' in* sembolizmi ile eşdeğer tutulduğundan doğum ve ölüm' ün olduğu kadar değişme ve gelişmenin de sürekli oluşunu yansıtan bir sembol olmuştur. Budist ve Hindu1 lar svastikayı Bouddha' nın kalbinin üstündeki mühür olarak görmekleydiler. Mühür burada yetki ve otorite simgesi olmuştur. Sağa dönük gamalı haç güneşle ilintili bir simge kabul edilmiştir. Çünkü kollannın bu yönde dönüşü güneşin hareketlerini göstermekteydi. Çünkü kuzey yanm kürede doğu 1 dan güneye daha sonra da batıya geçmektedir. Sola dönük gamalı haç ise daha çok geceyi, ürkütücü tanrıça Koli ve büyücülükle ilgili bulunmaktaydı. Tibet te şans muskası ve sembolü olarak kullanılan svastika, Akdeniz çanağında uçlan MEANDRE motifi olarak kıvnlmış olup grek gama harfinin 4 kez çoğaltılması amaç-lanmıştır.

GEOMETRİK SEMBOLİZM .Kare, daire, koni, haç, piramit, küre, üçgen, yam uk...vb. Sayılan 5000 kadar olduğu saptanan geometrik figürler, hemen tüm kültür evrelerinde, bazen çok ağır, karmaşık ve özgün anlamlar taşıyarak uygulanmış ve SEMBOLİZM SÖ ZCÜĞÜ 1 nde yer almış bulunmaktadırlar. Bu figürlerin, daha çok Judaizm ve İslâmda olduğu gibi, canlı yaratıkiann resimlendirilmeleriyle bağlantılı olan puta tapıcılığa, sanki

112

«

düşmanın an büyüğü imiş gibi, karşı konukluğu topiumiarda, yaygın bir kullamima atam bulduğuna tanık oluyoruz. Bugün Louvre müzesinde serilenen ve Filistindeki, Roma döneminden kalma Kefer Yasef e (Yasef in mezan) ait mezar odasının resmi görülen kapısı, söz konusu örnek olarak gösteriliyor. Aşağıdaki açıklama için bu sözcüğün varsayımlarından yararlanılmış ve görülen figür ve desenlerin gizemli anlamlarım örten kapı, bu anahtar sayesinde açılarak aralanabilmiştir. Bu konuda yapılan yorum şöyle : Panoyu, her İki ucundan üçgen şeklinde iki toka ve bunların arasında altı halka bulunan bir G tı>M ETKie: porte de sepulcrc. bant dikine olarak iki eşit kısma oynıyor. Kemer Trotıvcc â Kcfcr Ycscf. £poquc rocnaine burada birleştirici rol oynamaktadır, (korner ve (Paris. Muscc du L o u v rc l toka açMamatma bkz.j Tepe noktası yukarıda olan üçgen bir (neopiazma) yeni Eflatun felsefesinin etki perspektifi (görünge; içinde, yarattığı zam an devridaimleri (durmaz devinimi) arasında, İlâhi yasanın lütfuyta, kendisini yaratana, Tanrı katına , tekrar yükselişini, yani aslına yönelişini anlatır gtbidk. Yukardaki üçgen ise moddeyte temasa geçmek, yani m adde âlemlerine dönmek için.aşağtlara İniş imajım vermekledir. Diğer bir görüşe göre, yukardaki üçgen evreni tohumlayan yaratıcı güç, alttaki ise, bu tohumla yaratılanın büyüyüp yükselerek tekrar O* na dönüşüdür .Sonuç olarak, üçgenler bu iki yönlü hareketi yansıtmaktadırlar. Bu bandın sağmda ûstüste yerleştirilmiş üç motif bulunuyor; üstteki gül şeklinde mimari bir süs öğesi, ortada tuğiavari şekillendirilmiş attı kare, altta ise bir helezon (helis) motifi görülüyor. Aslında burada gül ve helezon bir çift oluşturmaktadırlar; gül güneş tanrısı Apolkm. helazon ise a y tanrıçası Artemis' i simgeliyor. Bu iki dairesel motifin arasında altı adet gizemli kare var. Altı sayısı aslında prensiple, bu prensibin kendini belirlemesi arasındaki tefekkürün işaretidir. Dünya da altı günde yaratılmıştır. Bu bakım dan kareler yaradılışı simgeliyorlar. Sonuçta sağ dizindeki figürlerin tümü, güneş ve ay gibi iki zam an regülatörü (ayartayıo) arasındaki yeryüzü yaşamım diğer bir deyişle zam an ve boşluktaki kozmik gelişimi somutlaştırmak istemektedirler. Mezar odası kapısının solundaki dizide de gene üstüste simgesel öğeler görüyoruz. Üstte olanı Kudüs1 teki Hz.Süieyman tapmağının kutsal eşyalarından

113

biri otan ve burada dokuz kollu olarak gösterilen, şamdandır. Ortada ise daire içine yerleştirilmiş bir altıgen ve bununda ortasında geometrik bir çiçek motifi bulunuyor. Bu kompozisyonda altıgen dünya üzerindeki zamanla İlgili değişim hareketlerinin devrelerini, daire ise sonu olmayan süreyi, sonsuzluğu ve evrensellik kavramını simgeliyorlar. En altta, içinde kutsal Kanun Kitabı' ran bulunduğu sanılan bir tür kasa veya sandık var. kitapta Musa1 ran Tanrı' dan vahiy yoluyla aldığı 10 emir saklanıyor. Bir eşkenar dörtgenin şeklinde gösterilmiş olan bu kasaran ortasında bir disk bulunuyor ve gökle yeri birleştirme anlamını veriyor. Kasaran burada eşkenar dörtgen olarak gösterilmesiyle eşkenar dörtgenin bir dişilik prensibini yansıtması arasında ilişki kurmak mümkündür. Alttan ikinci motif ise, içinde inci bulunan bir istridye kabuğuna benzetilmektedir.! Mrkjye açıklamasına bkz.j Bu kabuğun alt kenarında tekrar tepe noktası yukarıya yönelik küçük bir üçgen yerleştirilmiş olup (doğan veya yaratılanla) ilgili bir anlam izlenimi veriyor. Bazı Sinagokiarda da raslanan bu istridye kabuğu motifinin çoğu kez cami mihraplarında görülenin bir prototipi olduğu sorulmaktadır. Selçuklu dönemi Ahlat mezar taşlarında süs öğesi olarak çokça kullanılmış olan desen ve motiflerin de hemen hemen aynı anlamlan içerdiği saptanmış bulunmaktadır.

ÜÇGEN VE HAÇ'la İLGİLİ KİŞİSEL BİR GÖRÜŞ Hıristiyanlık üçgen ve haç motifine çok özel biryer ve önem vermiştir. Haç, İsa1 ran üzerinde şehit edildiği, üçgen ise dinin temeli oluşturan TESLİS( trinite) akidesini şu veya bu şekilde yansıtan figürlerdir. Fanatik çevreler kendi din kültürlerini yaymak, her zaman ve her vesileyle bu kutsal biçimlerin göz önünde tutulması am acıyla, haç ve üçgeni somut nesneler üzerinde de yansıtma girişimlerinde bulunmuşlardır. Bu konuda, bir varsayım olarak, verebileceğimiz örneklerden bazıları şunlardır: -Gömlek ve elbise yakalan üçgen biçimindedir. Bu nedenle olmalıdır ki, bazı İsiâmi çevreler değirmi yakalı gömlek giymekten kaçınıyorlar. -Kravatlar normal olarak üçgen biçiminde katlanırlar. Ayrıca bunun göğüse sarkan etek kısmının içi, astar üzerine, üçgeni anımsatan bir biçim de katlanır.

114

-Küçük koliler, hediye paketleriry saran kurdelalar şekilde görüldüğü gibi düğümlenirler. -M ercedes ve Renault marka otoların amblemleri üçgen veya üçgenden oluşturan eşkenar dörtgendir. -Evrensel bir niteliği olan ‘ Ölüm tehlikesi" sembolünde kuru kata nın üstüne çaprazlam a konulan incik kemikleri, aslında bir Saint Andrâ haçı' dır. (kafatası metnine bkz.) •Tabuttan da aynı am aç doğrultusunda biçimlendirilmiştir. -Aritmetik işlemlerde toplama işareti (+ ) bir Yunan haçı' na benzer (x). Aslında bu işaretler belirli bir niceliğin çoğalmasına, bereketlenmesine aracı olmaktadırlar. -Çıkarm a ve bölme işlemleri için kullanılan işarettae (-), (+ ) ise ( 1 ) rakamının yan yatmış halinden kaynaklanır ve bir eksilmenin olacağını gösterir. -Yasaklanmış ve yok edilmesi istenen olgular veya obfeier üzerine bir (x) işaretinin konulması ise, o şeyi ortadan kaldırmakta, veya " b e n varken o yoktur * anlamına gelmektedir. Sigara içilmesi veya park edilmesi yasaklanan yerlerde de aynı işareti görürüz... İsiâmda tabutların baş kısmının üçgen olarak şekillendirilmesi XIII. Yüzyıllardan sonra yaygınlaşmış bulunuyor. Mevtâna türbe - müzesinde Horosan erlerinin sandukalarında görülebileceği gibi, Asya, sonra Anadolu tabutunun baş kısmı hilâl şeklindedir. İslâm tabutlarının üçgeni anımsatmasının, kaygusuz, teslis kaidesiyle uzaktan yakından hiç bir ilişkisi söz konusu edilm eyeceğine göre, bu tür bir uygulamanın, özellikle Alevi tarikatında benimsenerek yaygınlaşmış bir düşünce tarzıyla ilgili olması mümkündür. Ancak bu tabutların kesiti alındığında bir ev görünümü vermesi de dikkat çekicidir.

115

HırisMyanlar eşek ve kalıra bindiklerinde. iki bacakiannı sağ veya sola uzatarak yanlamasına oturuyorlar. Bu görünüm adeta bir haç' ı anımsatıyor. Bugün bNe örneğin Ç n a rc* (Yalova) daki eski Rum köylerinde bu adeti sürdürenlere rasttarvyorf?)...

SELÇUKLU - OSMANLI VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETLERİ BAŞKENTLERİ Konya, Söğüt, Bursa, Edfrne, İstanbul ve Ankara...Tarih boyunca Anadolu1 da kurulan Türk devletlerine başkent olarak seçilmişlerdir. Harita üzerinde incelendiğinde bu beş ilimizin coğrafi konumlarıyla tıpatıp aynı doğru üzerinde bulunduktan, denge ve aturgankğt simgeleyen bir Ü Ç G EN ve batıklaşma Hke ve özleminin yönünü yansıtan bir O K oluşturduğu görülecektir. ^ Raslantılara bile egemen oiunuşu yansıtan bir olgu diyoruz...

116

Avusturya N Edm e

SELÇUKLU - OSMANLI VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETLERİNİN BAŞKENTLERİ

’ Eski bir duvara Lonca (Loca) tından gelişmiş, uluslararası bir demek olan M ASONLUĞUN başlıca sembollerinden biridir. Alevli Yıldız1 sı direktör merkezinde bulunur, ilham ve İlâhi nur1 u simgeler.Diğer bir deyişle " İlâhi p re n sib in ' sembolü olur, Modem lisanlarda, büyüklük, soyluluk, yetenek...gibi vasıflan tanımlayan isim veya sıfatlann çoğunlukla (G ) harfiyle başladığı saptanmıştır. Bunlann

117

boanda GEOM ETRİ geliyor. Geometri evrenin miman1 dır. İngilizce ve Fransızca sözlüklerinden çıkardığımız aşağıdaki sözcükler bu yargıyı doğrulayıcı niteliktedirler. Good, G od, Goid, galiant, gathering, g a la »e .generateur, germe, govem ance, granite, gudance, grand, gradeur, geant, geni, gönöral, gloire, gıad, grave, gross, groupe, growth, gaillard, genöse, gladlateur...vb. Turkçede de, ilginç bir raslanti olarak, aynı nitelikte ban sözcükler var; Galip, gara nti, gayretli. güven .gerçek ,gaza ,gazi , genel .güç ,gök güneş, göz, görkemli .güzel .güıtemekf?}... Yunan alfabesindeki gamma hadi ( ) duvarcı gönyesine benzer. Dört gammaf run birleşmesi svastika1 yı oluşturur. Duvarcı gönyesi ise yer çekimi ile İlgili bîr araçtır. Nitekim yer çekiminin fizikteki simgesi de (g) harfidir. G harfi eski Çinde bir imparatorluk amblemi olmuştur. (G ) Latin alfabesinde, yaşamın nüvesini oluşturan splrar e en fazla benzeyen bir harftir. Rakam olarak ise (6) ya benzemektedir. Dünya (6) günde yaratmıştır. (333 rakamı Masonluğun en üst derecesidir. (33J. 3+3=6’dtr.(6) ayrıca geometrik olarak altıgen' te de İlgilidir. G harfi İle HgHi bu sembolik açıklamayı Büyük Ayı burcunun' da (G ) harfine benzediğinin, gözlemcilerin ortak bir görüş olarak benimsediklerine değinmekle özefliyeceğiz... Duvarcı gönyesi bugün dahi geçeriiiiğint sürdüren M ASONİK bir semboldür. Büyük yapıcıyı (grand batisseur) betimler. Aynı zam anda, adaletin, doğruluğun , istikrarın, hakbttiriiğin, ve sağduyunun da bir işareti olmuştur.

KİLİSE Yunanca (ekklesia) topluluk anlamına geliyor. Yapımına Hıristiyanlık dininin çıkmasıyla başlanan kiliseler zaman içinde, Ortodoks, Katolik, Gregorien.. gibi mezheplerin kendilerine özgü gelenekleri doğrultusunda, belirli bir aşama gösterip çeşitli formlar ve plan tipleri uygulanarak gerçekleştirilmişlerdir. Genel bir deyişle, Hk yapılanların Yunan baâkalannın bir devamı niteliğinde olduğunu ve onun plan tipinden etkilendiğini söyleyebiliriz. BunlaraAyasofya* da olduğu gibi, Kapalı Yunan haç planlı Kubbeli bazilika deniliyor. Ermeni kiliselerinde olduğu gibi, yonca planlı veya Ani Katedralinde uygulanan kubbeli bazilika İle kapalı Yunan haçı biçimlerinin bir arada kuliomtctiğı

118

örneklerde var. Selçuktaki StJean bazitakası ise çok kubbeli olarak in$a edilmiştir. Çünkü Jüstinyen kubbe öğesine çok önem veriyordu. Latin haçı planlı kiliseler ise (ikonoklazma) kırizi döneminin bitiminden sonra ortaya çıkıyor. Ancak biz bu metin içinde kilise plan tiplerinden ziyade onların ortak yönlerini ve bazı soyut görünümler üzerindeki yorumsal düşüncelerimizi açıklamaya çalışacağız. Latin haç planlı Katolik kiliseleri, genel görünümü ile, kollan açık yatmış bir insanı andırır. Bu benzeyişe dayanarak yapılan fanatik bir yorumla şöyle deniliyor: ■ Nasıl sevdiğimiz insanların resmini hep üstümüzde taşımak istiyorsak, kilise de insanın yemi bizim resmimizdir, o halde o zaten bizim üzerimizde ve bizimle beraberdirl"

Kilisenin en kutsal yeri (Berna) dır. Burası sanki bir kalp' tir.Berna camilerdeki mimber" in. absit ise mihrabın karşılığıdır. Kiliseler, camiler gibi DİŞİ karakterlidir. Bir ana rahmi sıcaklığı duyulur içinde. İNSANLAR oraya koşarlar, KARDEŞÇE BİRLEŞİP bütünleşmek için... Bazı kiliselerde İsa1 ya ait İlâhi ve insani özellikler vitraylardaki ışık şekilleriyle geniş hacimli boşluğun gizemini arttırmaktadır. Kiliselerde kubbe segmanındaki küçük pencerelerinin sayısı genelde 12 dir. ’iu pencerelerin aralarında ya (12) havari, ya da 12 İsrail Kralı bulunur. Pencerelerden giren güneş ışıkları gibi, onlarda tapınağı aydınlatır ışık verirler. Kilise bir üzün bağı, kayık, kule, gemi ile özdeşleştirildiği gibi, Isa1 nın eşi, dolayısıyla tüm Hıristiyanların ana* sı (teotokos) otarakta kabul edilmektedir.

119

KHtsede bir anal* v » dişil* niteliğinin bulunması A N A İle İlgili diğer sembolizm kurallarının ona da uygulanmasını mümkün kılmıştır. Kilisenin (noc*) adı verilen esas ibadet salonu, gemi teknesi ortamına gelen, (vabseau) ataraMa isimlendiriliyor. Ancak bu, ebediyete dofru yol a k n fcutsalbk gemidir; direğinin tepesi sayılan kubbenin içinde daim a İsa bulunur. Çünkü O, bu geminin bayrağıdır. Hıristiyan inançlarına göre, Oğlunun km ve Tanrının annesi olan Meryem, daim a İsa' nın altındadır; absffln üstündeki yanm kubbe (kalat) nin İçinde gösterilir. Bunun altında ise, İndi yararlan, havariler ve ciğer azizler, kubbe ile yer arasında, hierarş* bir düzen içinde ytrteftiritmişiefdir. Kiliselerin içinde veya drç duvariannda, kapılarda gördüğümüz batık, buğday başağ. üzüm salkımı, çoban ,batak,..figürleri, zaman içinde hep İsd nın simgeeel işaretleri olmuştur. Bunlardan buğday başağı, ekmeği, üzüm ise koru ve şarabı sembolize ederler. Kuzu, İkinci Ayasafyanm temel kalıntılarının tirizlerinde göıüldûğü gibi, İsa* ya Ingnanlan gösteriyor. Bu kuzular bir sıra halinde ytsüyoriar; grittkteri yer he İsa* nın bulunduğu su kaynağıdır...üzün •akiminin Mhryem' in sembollerinden biri olduğu Heri sCrütayor. Burx*ı en belirgin ömekterinden biri Zetve vadisindeki Bcfckh-ÜzürrJü kilisede görülmektedir. Küfseler giriş, Aıtemis damdaki diğer tapınaklarda olduğu gibi, kural okrak batı yörktaden yapılır ve güneşin doğduğu yerde bulunan absiT e yani YENİDEN D O Ğ U ? a doğnj yöneHnir Ancak bu giriş, Ortodoks kiliselerinde üç etapta yapılmaktadır; bunlar ATRİUM, DIŞ ve İÇ NARTEKS* ler ve NAOS (SELİA) olarak isimlendiriliyor- Birinci kapıdan girmeden önce bir avludan geçiliyor. Bura» eski Roma evtorindekiter gibi bir alandır. Yunanca bir sözcük otan atrium, aynı zamanda, İnsanın fikren kendini bir şeye hazırlama* veya am aca ulaşmak için aşılması gereken bir yol, mesafe, süre olduğu gibi, bazı ön eylem ve girişimlerin uygulandığı aşama antarrüarmı da içeriyor. Örneğin. Ankaraya gitmek için katediien 7-8 saatlik yol boyu ve süresi, maddi anlam da bir gtrium »yıla b ild iği gibi, bir gencin aşkını itiraf etmeden önce giriştiği kur yapma aşaması da atrium 1 un gayet soyut olarak içerdiği anlam ve kavramlardan blridirl..Nitekim kiliselerde de atrium' dan naos' a girişin bu tarz üç aşamada yapılmasında insan kendini psikolojik olarak dine ve ibadete hazırlamaktadır. Bu aşamalarla başlayan ilerleyiş, kilisenin en kutsal yeri otan bem a 1 da son bulmakta ve KUTSAL BİR YOL olarak tasarlanmaktadır. Çünkü kutsal yerlere götüen yollar da kutsal olup o yere varmadan önce, üzerinde.

120

ziyaret ediimeci arzulanan, bazı duraklan olmalıdır. ATRİUM sözcüğü ile HgHi şöyle bir benzetme yapabiliriz kanısındayım: Bilindiği üzere, tıpta dolaşım sisteminde karun içeri girdiği Hk KALP BOŞLUĞU* na verilen isimdir. Biz buna KULAKÇIK diyoruz. Alrium burada alçak basınçla çalışan bir pom pa olup bir kapakçık içinden sağ vantriküle (karıncığa) göndermekledir. Kiliselerin ibadet salonu bir karın, en kutsal yeri olan BEM A'da onun KALBİ* dir... İslâm felsefesinin de benimsediği bir olay; zira Mekke* ye giderken hacı odaytan İstanbuldan harekette önce Sultan Ahmet Cam iinde toplanıyor, sıra ile, Eyüp Sultan, Hacı Bektaşi Veli, Mevtâna, Veysel Karani hazretleri...gibi aziz ve evtiya türbelerini ziyaret ederek yoHarma devam edtyortar. Eski tapınakların yollan da kutsal olarak nitelenmişti. Örneğin, Mkef le Didim ApoSon tapmağı a rasmdaki yolun Didim' e ulaşan bölümü tümüyle ortaya çıkarılmış bulunuyor. Öksede rahiple cem aat karşı karşıya dururlar. Dikdörtgen plan, yüzyüze olmaya en uygun düşen bir formdur, isiâmda ise, imam ve cem aat aynı yöne bakariar... Öksenin kubbesi, camilerdeki gibi, burada d a semavi bir örtü öğesidir ve maddi dünyayı simgeleyen bir kaide üzerine ve genelde dört ayak oturtulmuştur. Bu saymm dört oluşu İsa' nın dünyanın dört bir yöresine egemenliğini yansıtması şeklinde yorumlandgı gibi, dünyanın dört olan kapısı, veya sayılan dört olan İndi yazarlarıyla da özdeştirilmekte...İslâm' da hal olan kutsal kitapların sayısı da (4) değilmi dir?.. Kubbenin mimari açıdan böyte biçimlenmesi akustiği ve mekânda iç boyutların genişlemesine yara »ağlamak ve m abede içten- dıştan görkemli bir görünüm kazandırmak gibi somut d a n fonksiyonları yanı sıra, kubbeyi andıran gerçek göğün altında sanki ikind bir gök, bir mikrokozmaz (mikrazmoz) izlemini yarattığı d a akla geliyor. Öte yandan, kubbeyi dışbükey bir mercekle özdeştirmekte mümkün. Zira, mercekler yüksek nitelikte saf cam ve kuvars* tan imâl edilmekte ve içinden ' ! ! 1! geçen ışınların doğrultusunu değiştiren bir araç gibi ! j J ij görmektedirler. Bunların parabolik bir görünümleri ve dış f* ♦t f bükey (konveks) ve iç bükey (konkav) türleri bulunur, işte ı ■ >!! merceğin bu özelliğinden hareket ederek, kubbenin de parabdik bir merceği anımsattığını, ışınların, güneş gibi çok uzaklarda bulunan bir merkezden geldikleri için, hemen hemen paralel olarak bu m erceğe ulaştıklarını

121

söyleyeceğiz. Bunun ardından da, güneş ışınlarının birbirleriyle bir noktada, (odak noktasında) birleşmeleri gibi, İsa' nın da bu merceğin tam ortasında yer alarak, politeizm (çok tannhk) inançlarını ruhani vücudundan geçirip, hepsini tek Tanrı inancında birleştirmek istercesine, bir görünümün imgelendiğini de ilâve edeceğiz...Bu olayda kubbeyi, ters konumu ile, yeryüzünde yapılan ibadeti göğe yansıtan bir araç olarak tasarlamakta mümkündür. Kubbenin içinde egemen olan renk tonu seçiminin de bir raskmtı olmadığı gerçektir. Nitekim, Kariye müzesinde görüldüğü gibi, iç narteks' te İsa ve atalarının resimlendirlldlği kubbe onun tanrısallığını ifade eden lacivert- mavi, Meryem 1 in bulunduğu kubbe ise, daha çok, erguvanı kırmızı (pourpre) renktedir. Bu renk" egemenlik gücünü" ifade eder. Kubbe kasnağı gökle yer arasındaki geçişin başladığı bölümdür. Burası kural olarak 12 parçaya bölünür, yani 12 ayrı yönden ışık veren küçük pencerelerle donatılır. Bazen de 12 havarinin resimleriyle süslenir. Oniki sayumm buradaki antammtn, zocUak' ın 12 bölmesi, 12 ay, Kudüs' ün 12 kapısı, Jacob' un 12 oğlu veya hayat ağacının 12 meyvesiyle ilintili olduğu kanısındayız... Kubbe kasnağının altındaki pantantiflerde, kural olarak, ya 4 melek veya 4 İncil yazarını görüyoruz ki. olayı bu bakış açısıyla değerlendirenin zihninde, İsa' nm göğe kurulu olan tahtı sanki, onların desteğiyle yukarı kaldırıp kol ve kanatlan üstünde tutuluyocmuş gibi bir izlenim yaratır. Tahttan söz ederken şu aynntıyı da belirtmek gerekiyor: İsa bir taht üzerinde gösterildiği zaman, çoğu yerde, örneğin Ayasofya kral kapısı üstündeki mozaik kompozisyonda, ayaklan doğrudan doğruya yere basmaz; onlan dünyayı simgeleyen bir eşik ( tabure) üstüne koyar. . Ayrıca bu taht gayet armonili ses veren bir müzik arocı olan ha rp ' e benzetilmiştir. Bununla anlatılmak istenen şey, O' nun kulağa hoş gelen bir müzik gibi olduğudur. Kubbe içinde görüntülenmiş İsa1 nın burnu, dikkat edilirse, hafitçe absıdin bulunduğu noktaya yöneliktir. Sümeia manastırında absidin yeri bu sayede belirlenmektedir. Keza Akdamar adasındaki Ermeni kilisesinin dıştaki rölteflerinde de İsa, duvarın dışında, absitin yönünde bulunur. Meryem' in yaşam öyküsü ile ilgili kompozisyonlar daha çok naos' un dışındadırlar. Tevrat ve İncil olayları adeta iç içe. başbaşa bulunurlar. Hıristiyan kiliselerine ait, daha çok sembolizm açısından, bazı ayrıntıların incelenmesine ayırdığımız bu metin içinde, özellikle Kariye müzesinde açıkça gözlendiği şekilde, kiliselerin Eski Ahit ( Tevrat) ve Yeni Ahit ( İn cil) in konusunu ettiği olaylarla resimlendirilme amaçlarının başında, resmin okuma yazma bilmeyenlerin yazısı olması ve onun dinin tanıtılıp öğretilmesine yardımcı bir

122

araç olarak kullanılması geliyor. Çünkü Hıristiyanlık astında bir yüz ( surat) dini, yüz ise sessiz bir lisan' cNr. Bu açıdan kilise duvar resimleriyle yapılan din eğitimini, didaktik olarak, günümüzde uygulanan odio-vlsüel metocf un bir prototipi şeklinde değertendkmek mümkündür. Son olarak, kilise sözcüğünün bir topluluk ( cem aat ) anlamını içerdiğini hatırlatarak, Anodoiuda kurulan ve (ilk Yedi Kilise) adıyla tannan bu toplulukların, özellikle topoğraflk olarak, gelinip gidilmesi kolay, aynı zamanda Anadolunun stratejik yaklaşma yol ve bölgelerinde bir din kalkanı oluşturulmasına özen gösterildiğini de bekitmek isteyeceğiz...İzmir ( Symima ), Efes, Bergama, Sardec, Laodikya, Akhisar (Triatri ) ve Alaşehir ( FHadetfıa ) zamanın nispeten en kalabalık olan kentleriydi. Symima ve Filedelfia isimleri Amerikaya Anadolu'dan gitmiş bulunuyor..

KAPI Kapı soyut işleviyle, İki durum, iki ortam, iki âlem, bilinenle bilinmeyen, görünenle görünmeyen, ışıkla karanlık ve varlıkla yokluk arasındaki bir geçit ve aynı zam anda bir geçiş olayının sembolü olmuştu. Somut işlevi ise, kapattığı yere girmek ya da çıkmak isteyenin zorunlu olarak kullanacağı bir araç olması. Öte yandan kapı, duruma göre, yeni bir başlangıç, girişim veya atılımla da özdeştiriliyor. Kanatlar ve kasa olmak üzere iki ana öğeden oluşan bu obje, biri DİNAMİK, diğeri ise PSİKOLOJİK olan şu iki farklı görünüme sahip: İçten ya da dıştan bir etkiye uğradığında yaptığı iki yönlü hareketiyle, ya bir şeyin veya yerin üstüne kapanıp onu saklıyor, ya da açılıp, oradaki gizleri açığa vuruyor, gözler önüne sergiliyor. İşte bu harekette oluşan ÖRTM E veya GÖSTERM E olayı bir kapının DİNAMİK olan işlevidir. Psikolojik açıdan incelediğimizde, ÖBÜR TARAFA G EÇM EYİ davet edici bir görünümü var. ”60 !. geçilecek yer burasıdır” demek is­ tercesine, bize bir geçidi ve onu izleyen bir YÖ N ve YOLU işaret ediyor. Bu nedenledir ki, Yahudi ve Hıristiyan geleneklerinde, bir tapınakta kutsallıkların başladığı yer onun kapısı olmuştur. O , önünde duranlan, ahrete davet eder ve girmek istiyenlere

123

cennetin yolunu göSterir.(Asknda, gkt%yapmck, özeNkv* kuteaflğr otan bir hankmt kovram dr.)

Ezc*erist (gizli, battnî, içrek) ekolün farklı bk yaklaşımla yaptığı incelemeye göre ise, bir kapıdan yapılan giriş ve çıkışlarda kapmm kanadı, ya da kanattan, kendisine yapılan itme ve çekme darbelerine göre yönlenirken, kasasında takılı ve tabi olduğu reze ve menteşeler aksiyal durumiannı korumaktadırlar. İşte burada kapının birinci durumu insanın DIŞ DÜNYASI, İkincisi ise gene ona özgü olan İÇ DÜNYASIYLA özdeşmektedir... Hıristiyan geleneğinde tapınağın ana girişi batı yönündedek ve SAH KAPISI olarak adiandmiır.Bunun nedeni, güneşin o yönde batması ve diğer yönden yeniden doğana kadar, yitirdiği ışıklar gibi, dinsizlik, inanç ve imansızlığı orada karanlığa gömmesidir. Bu bilinç yönünde oluşan inanış, Batı Kapısı' mn kimi yerde bir sonun da başlangıcı olduğudur. Bu nedenledir ki. Trabzon Aya Sofya Kilisesindeki Son Mahkeme sahnesi (D ünyanın sonu) bu kilisenin Batı Kapısı girişine işlenmiş bulunuyor. Tapınağa batıdan giren kimse doğu uya, yani güneşin doğduğu ve tekrar doğması beklenen yerdeki bemanın absidine doğru Kerter, orada, yeniden doğuşa (rezürreksiyon1a) kavuşmak için... Durum diğer dinlerin İbadet yerlerinde de aynı. Onların da giriş kapkan mabedin en kutsal sayılan köşesine yönelen bir yolun başlama noktası kabul edilmiştir. Çok tanrılı mitolojik dönem de inşa edilmiş Artemis tapmaklarına, bu kez doğudan girip batıya, yani bir ay tanrıçası olan tanrıçayı simgeleyen olaya, güneşin batışına yüründüğünü hatırlayalım. Özellikle Hıristtyan Ortodoks kiliselerinde naos' a girmeden, ATRİUM, iç ve dış narteks adı verilen mekânların kapılarından geçiliyor. Atrium sözcüğü bahçe, avlu anlamına geliyor. Ancak batı dillerinde atrium, simgesel olarak, bir am aca ulaşmak için gösterilen gayret, emek, alınan yol ve zaman kavramlarını da içermektedir. Nartekslere gelince: Bunlar birbirlerine paralel koridorlar, dehlizler. Narteksler birbirlerine. Aya Sofya1da görüldüğü gibi, kimi kez sembolik değerleri ve anlamlan olan bir sayı ile irtibatlı olup, dua gibi, inandığı dinsel bir vecibeyi yerine getirmeye niyet ederek kiliseye grçen bk kimsenin, oraya girmeden önce belirti bir aşama geçirerek, psikolojik olarak uhreviliğe kendisini hazırlla masına da yardımcı olmaktadır. Tam anlamıyla narteksler, kiliselerde mezhepden olmayanların, ya da henüz vaftiz

124

edfcnemişierin tcuMandığı dehlizdir. Narteksler ana mekândaki orta netten, üzerinde kapılar bulunan bir duvar, ya da kolonlarla ayrılırlar. Airium-Naos arasındaki kutsal yolun üzerindeki kapıların s a y » bir raslantı sonucu değildir. Dine girmeyi kolaylaştırmak için çok sayıda oçıimtştır. Örneğin, Aya Sofya1nın İmparator girişine mahsus cephesinde 7 + 5 + 9 otmak üzere, 21 kapı bulunuyor. Yirmi bir 3x7 oiup, altın sayılar içinde dinsel açıdan çok yönlü yorumlar içtiren bir sayıdır. Diğer üç sayınm içerdiği simgesel anlamlara,konuyu dağıtmamak için yer vermiyorum ancak, yirmibtr' in, gelişmişliğin ve yetkinliğin sayısı olduğunu, keza, o devrin İstanbulunu kuşatan kara ve deniz surlarında, manevi koruyuculuğu da sağlaması için, 21 kapı açıldığını tahmin ettiğimi hatırlatmakla yetineceğim. Şimdi NARTEKS sözcüğünün mitolojik öyküsüne değineceğim : Narteks, Gaia' mn oğlu olan Prometheus (önceden gören) ün tanrı Zeus' ten çalarak insanlara verdiği ateşin, ucunda yandığı bir dal parçasının adı. Prometheus bu eyleminden dolayı, tamların kurmuş olduğu düzene karşı gelmiş ve cezalandırılmış...Bu efsanenin diğer ayrıntılarından söz etmeden, sadece narteks1 in IŞIKLA dolayısıyla YOL GÖSTERİCİLİK* le ilgili bir obje olduğunu hatırlatmak istiyorum. Sonuçta Atrium, birbirlerine paralel iki koridor.narteksler. orta net ve absif e ulaşan bu yolun sürekli aydınlatılmış olduğu ima ediyor... Camilerimizde de, narteksier benzeri yapılaşma planı söz konusu olabilir. Özellikle Osmanlı camileri dış ve iç avluludur. Harem adı verilen dıştaki duvarda, cam iye gelenlerin fazla dolaşmamaları, yani her yöndeki mahalle sakinlerine gösterilen kolaylığın eşit olması am acıyla çok kapı açılmasına özen gösterilmiştir. Mümin burada da sokaktan ayrılıp hemen caminin ibadet salonuna girmez. Dış ve iç avlulardan geçer, yani onun belirti bir yol ve süre geçirmesi arzu edilir. Sultan Ahmet Cami' nin harem duvarianntn kuzey cephesinden dış avluya giriş kapısında bir zincir sallanıyor. Nedenini sorarlar. Cevabı şu: Bu caminin dış avlusu haftanın belirli günlerinde açık hava pazarı (agora) oiarakta kullanılıyor. Ancak, yerel yönetim bu pazar yerine yüklü hayvanların girmesini yasak etmiş; ayrıca bir zincirle kapının girişideki yükseldiği azaltmış...Bu vesile İle özellikle İslâm mimarisinde hiçbir şeyin SEBEPSİZ değil, mantık ve AKLİSELİM ürünü olduğunu tekrarlamak istiyorum. Dış avluya gırdik.Karşımtza iç avluya açılan görkemli bir kapı çıkıyor. Bu taç kapı, miraç anlam ında, merdivenle çıkılan yüksek bir platforma oturtulmuş ve içi oyularak dişilik verilmek istenmiş bir mihrap gibi görünüyor; eksenin öbür ucundaki gerçek mihraba, cennet kapısına doğru yön ve yol verir izlemini yaratıyor adeta....(Bkz. Sultanahmet camii)

125

Selçuklular taş işçiliğindeki emsalsiz ustalıklarını dini ve sivil am açlı mimari yapılarının özellikle ve öncelikle kapılarında göstermişlerdir. Büyük bir özen ve önem gösterek işleyip süsledikleri bir kapıyı, onlarda bir KARŞILAMA ve UĞURLAM A1 nın, yani fiziki bir birleşme ve ayrılığın yapıldığı yer olarak, değerlendirmekteydiler. Kapı yapımı için seçilen mermerin, (birinci hamur beyaz kağıt örneği), en kaliteli olmasına dikkat ediliyordu. Konya İnce Medresesi kaput beyaz mermer değildi am a, Sille taşı adı verilen, işlenilebilirliği ve zam ana karşı dayamklığı olan esmer bir taştan imal edilmişti. Bu kapının üstüne işlenen HAYAT AĞACI* nın bu kez bir enginara benzetilmek istenmesi de ilginçtir. Enginar değerli bir sebze, bir SARAY TAAMI o devirlerde...(taam - yiyecek) Dış cephelerinin kendisini bizlere hayranlıkla seyrettiren dekoratif güzellikleri arasına işlenmiş ayet, methiye ve ithaf ibareleri, oraya girecekleri dine hazırlamanın yem sıra, bu eserleri topluma kazandıranları tanıtıp, onlar için hayır- duaların beklentisi de am açlanıyordu. Selçuklu mimarisinde bazı kapıların ait olduğu binadan da yüksek yapıldığına tanık oluyoruz. Örneğin, Niğde' deki Ulu Cam i' nin taç kapısı CAM İN İN KAPISI DEĞİL, KAPININ CAM İSİ dedirtecek kadar büyük boyutludur. Alaattin Cam ii de denilen yapınm bu kapısında, ışık ve gölge oyunları yaratarak, Suttan Alaattin' in kızı olduğu iteri sürülen bir kadın yüzü gösterilmek istenmiştir. Selçuklu kapılarının bir başka özelliği de halen bazı çevrelerce bilinmediğini sandığım özelliklerinden biride şudur: Konya İnce Minare ve Karatay Medresesi, Sultan Han Kervasarayı, Selçuk' takı İsa Bey Cam ii...nin taç kapılarının üst alınlıklığında siyah/ lacivert mermerden enine ve boyuna şeritler halinde stilize edilmiş küfi yazı ile M UHAM M ED yazılıdır, islâmda o devirde, resim krizi nedeniyle insan figürü yapılamamaktadır. Hıristiyan kendi peygamberinin resmini kapıların üstünde nasıl açıkça gösterebiliyorsa, o da kendi peygamberinin ismini, resim benzeri bir sanat ürünü olan kaligrafi ustalığı ile biçimlendirip gizleyerek, cam i kadar mübarek saydığı, eğitim ve öğretim kurumlan olan medrese kapıkannda da görmeyi ve göstermeyi arzu etmiş, gerekli bulmuştur. Antik çağdan bu yana hemen tüm din ve uygarlık dönemlerinde inşa edilmiş binalann KAPI ADİ VERİLEN organik parçalan, oranın görev ve am acına uygun bir biçim ve anlam verilerek,

126

önüne gelenleri koruyan, cesaretlendiren, yerine gör® korkutan, ya da kendisinden beklenen manevi koruyuculuğu güçlendiren bazı simgesel öğelerle birleştirilmiş veya bütünleştirilmişlerdir. Bu sayede içeri giren insanların o kutsal sayılan şeylerin ALTINDAN YA DA ARASINDAN geç-meleri sağlanmıştır. Bu konuda bir hayli örnek vermek mümkün: Mitillerin vahşi görünümlü olan Aslanlı ve Sfeksii Kapıları, Yazılı Kaya ( B ) odası girişindeki gardiyan cin röliyefi, Alaca Höyük Sfenksi! Kapısının önü, iki taraflı olarak bazı dinsel törenlerin röliefierlyle işlenerek kutsailaştırlmak istenmiştir, Selçuk St. Jean Takip Kapısı (Kınk dan bir bölümü şu anda Londra1da olan ve Truva Savaşı1da Aşll' in Hektori u Öldürmesi dayınr betimleyen bu sahnenin uygun görülüp, özellikle bu kapı alınlığına konulmasının nedeni yoruma oçık...)Höşap Kalesi1 deki karşılıklı iki aslan, Ani Ören yerindeki SVASTİKA. İshak Paşa Sarayı kapılarındaki hayat ağaçları, aslanlar, Erzurum Çtfte Minare ve Yokutıye Medreseleri podallerinl süsleyen, şamanlk dönemden yansıyan Kozmik Evren Ağacı, dragonlar, kartallar ve gene aslanlar...Aynı konuda Perge ören yerinde gözden kaçan bir ayrıntıya değineceğim : G eç Roma Kaptsı üstündeki kabartma, bir kalkan ve ucu görülebilen bir maroğı (karg^ı) betimliyor. Bunlar savaş tannsı Aıes1in simgelerinden biri. Am aa belli: Savaşa giden yolcu edilen askerler altından geçerken ondan cesaret alıyorlar prüfle oluyor ve manen kötü ruhlardan annıyoriar.(Prüftksiyon olayı)* Hıristiyan dini mimari ve ikonografisinde külse ana giriş kapılan özellikle İsa ile İlintili olup, onun bazı mesajlarını da taşımışlardır. Meryem genelde, girişlerde yoktur, ya da İkinci plandadır. Örneğin Kariyede ikisi de var ve karşı karşıya konulmuş. Bu konumlarıyla " Mabede hoş geldiniz * der gibi, girenleri kar-şıiamakta, gidenleri de BİRLİKTE uğurlamaktadırlar. Buradaki Meryem, kuca-ğında çocuk İsa ile gösterilmiştir. Belki de oğluna , bu vecibeyi Çocukluğundan İtibaren öğrettiğini söylemek İstiyorL . Kiliselerin İsa1yo sunuluş törenini yansıtan sahneler de hep kapılar üstünde yer almışlardır. . Orta çağ ikonografisinde ise Meryem’ in GÖ GLJN KAPISI, ya da bir kap olarak betimlendiriidiğine tanık oluyoruz. Kariye ParakJezİon' unda Jacob1 un başını taşa koyduğu yerin üstündeki merdiven göğe yönelmiştir ve orada Meryem bulunmaktadır. Aya Sofya Kral Kapstna dönüyoruz: Kap üstünde, İsa1nın ApolkxV un kine benzetilen tahtının altındaki bronz plakada açık bir kitap röiıyefi bulunuyor. Oğul' u simgeleyen bu kitabın üstünde şu satırlar yazılı: 11 Tanrı bana, sen koyunlann olduğu yerin kapsısın dedi; her kim benim aracılığımla içeri girerse,

127

orada gerçek merayı bulacak ve kurtulacaktır, " İncir in bir yerinde de şu ifade var: " İşte ben bu kapının önünde duruyor ve ona vuruyorum; eğer biri benim m im i duyar da kapıyı açana, içeri gireceğim ve SON AKŞAM YEMEĞİNİ onunla birlikte yiyeceğim, o da benim le..." Bu İki örnekte Hıristiyan aleminin kapr1ya neden bu kadar önem verdiğini anlamış oluyoruz. Kapıların Antik çağda şehir surlarının en zayıf, ya da en güçlü olması işlene noktortarıydL Yunan askeri mimarisinde, örneğin Perge ve Bergamoda sur kapılan her İki yanındaki kulelerle korunuyorlardı. Hitif tede görüldüğü gibi kapılar ve kuleler son önlem olarak, adak hücreleri ve tann kabartmalarıyla do donatılmaktaydı. Hıristiyan kiliselerine fiziki güvenlikte gerekiyordu. Bunu sağlamak için Aya Sofya ve Selçuk bazilikası girişlerinde nöbetçi bulu­ nuyordu. Nedeni, bu mabetlerin aynı zam anda devletin hâzinesinin bir kısmını, ya da yapılan maddi bağışlarla oluşan hatırı sayılır bir parayı da saklamağıydı. Camilerde ise böyle bk adet ve gereksinim söz konusu olmamıştır. Kapı ve pencereler bugün bile bir meskenin en kritik bölümleri olma durumunu korumaktadır. Kilitler, nöbetçiler ve en gelişmiş elektronik aygıtlar,.. Kapı kavramı gerek obje, gerekse bir aşama, derece ve yüzeyini belirleyen bir öğe darakta karşımsa çıkıyor. Başla eski zamanın sarayları olmak üzere, kapılar bu mekânlarda varolması zorunlu görülen bir tur HİERARŞİ ZİNCİRİ* nin baklaları gibiydiler. Omeğİn îopkapt Sarayında dört ana kapı bulunuyordu. Birincisi, Bâbü- Selâm, çünkü selâm sözden öncedir, Önce olmalıdır. Daha sonra Bâb Hümayun. Bu kapı diğerlerine oranla daha görkemli, iki tarafında kuleler var, üstünde Lir çiçekleri (Avrupada yaygın bir dekoratif öğe). Çünkü hünkârın adını taşıyor. Üçüncü kapı, BâbüSaade. Bu sonuncusunun daha renkli, resimli ve gösterişli olması İstenmiş. Çünkü saraydaki protokol etaplarının son kertesi. Sivil akağalaro bekletiliyor. Daha başka bir ciddiyet, resmiyet ve MAHREMİYET i var...Aya Sofya' nın Kral kapısı da diğerlerine oranla daha büyük ve üzeri değerli metal kaplamalı. Akropollerin Propilen adı verilen giriş holleri veya kapılan da görkemli ve gösterişliydiler. Batı ülkelerindeki, malikâneler, konakların başlıca İki kapısı bulunmaktaydı. Bunlardan biri, leydiler, kontlar...gibi elit (seçkin) düzeydeki

128

ziyaretçiler», d$eri İm uşak ve hizm etçilere alt olan bir servis kapta. AçAca bir anrf tortundan kaynaklanan bu olgu Mâm ökelerinde o denli yaygın otmamtşkr. Çoğu yerde her iki düzeydeki intanlar aynı kapıyı kuNanabNiyortardL Eski zaman evlerinde mutlaka bir bahçe bulunduğundan, eve, biri sokak ciğeri bahçe kapısı denilen kapılardan girilip çıkık,'taktaycfc. Eski Satran-boluda. Kaymakam Evi olarak adtanan bir evkı sokak kapanda erkek ve kadri ziyaretçilerin vurarak kullanmak zorunda olduktan ilginç tokmaklardan söz etmeden geçm iyeceğim ; g k ip görmeye değer.. Anadolu geleneklerinde kapı bir evin KULAĞI, pencereler ise gözleri olarak kabul ediliyordu. Bu nedenle olmalıdır ki, eski evlerin sokak ve bahçe kapı-lanndaki tokmağa EVİN DIŞ KULAĞI adı veriliyordu... Genel olarak tapınak mimarisinden etkilenen Hıristiyan evlerinin planında, adeta labirenti andKan.uzun koridorlar ve kapılan birbirine açılan odalar bulunmaktaydı. Mâmda ise. koridordan çok SO FA varckr ve odalar hep bu soloya açılırlar, yani mahremiyet var am a, gizlilik söz konusu değildi demek mümkün... Bugüne dek, kapılann isımiendkümesi. onun kapattığı, ya da yol verciği yön ve yerin adını veya o kapırtn işlevini tanımlayan, sözcüklerle yapHrmş btıiu-nuyor. Somut bir anlamı olanlar için şu örnekler veriebür. Serasker Kapat, Ağa Kapısı, Utla Kapı, Elazığ Kapı, Belgrat Kapı, Sivri Kapı, Edime Kapı, Gümrük Kapısı, Hudut Kapat, Dış Kapı, İç Kapı, Cüm le Kapta, Mutfak Kapaı, Garaj Kapısı...Soyut, yo ad simgesel bir anlamı olanlar ise; Şeref Kapaı, Hükümet Kapaı, Komşu Kapaı, El Kapısı, Sınav Kapaı, ÜMİT KAPISI ve nihayet EKMEK KAPISI... Deniz1d » Hk çağlarda insanoğlunun karşısında dünyaya açılmış MAVİ BİR KAPfydı. ( * ) Kutsal mekânlara giriş kapılarının üstünde (kiliseler) daima İsa vardır. Çünkü İsa1d a bir savaş tanrısı gibi düşünülmüştür. Onun yaptığı savaş ise inaçsızlara karşı olmuştur. (Perge ge ç Roma dönemi kaptana bkz.) İslâm mimarisinde benzeri bir uygulama söz konusudur. Selçuk med­ reseleri ( Karatay ) ve kervansaray portalleri (cümle kapılan) nm aimiıkiartnda kufî yazı ile Muhammet yazılmıştır. Çünkü bu kapılannda oçıttp göcterdUderi yolda aynı anlam ve am aç söz konusu...

129

Mülkiyelin d e bir bekçisi olan kapdarm önü evrenseldir, yani herkese açık ve aittir. Ancak bize ya da bizim istediklerimize ait otan sımr bu eşiğin içindedir. Başka bir deyimle, dip düşman, el, elâlem, içi ise dost mekânıdır. İnsan yaşamında biri Hk, diğeri de son olmak üzere, başlıca İKİ KAPI bulunduğunu söyleyeceğiz. Buniann birincisinden çıkılıyor, anatomik bir kapı bu; oraya arlık dönüş / giriş söz konusu değil. Nice fiziki ağrılara katlanmaya m ecbur ettiğimiz ANAMIZ1dan, yani bu A N A KAPI* dan bağıra çağıra, ama mutluluğa, selâmete çıkıyoruz. Nitekim az sonra her şey güzelleşecek, yüzler gülecek, sevineceğiz ve sevindireceğiz bizi o KAPI ÖNLERİNDE sabırsızlıkla bekiiyen-ieril... ikinci kapıya gelince; Bu er ya d a ge ç ancak giriş yapacağım ız nihai kapı olacaktır. Vakta ki maddesel yaşam terkedUip, kıyamet günü gelene dek, kabirde geçen AHİRET YAŞAMI da bitecek, işte o zaman Hâhi mahkemenin kararına boyun eğeceğiz, cennet ya da cehennem kapılarından birinden gireceğiz. Ancak, cennet in kapısı tek. başkaca seçeneğimiz yok. Cehennem1 in ise , bir ayete göre, tam yedi k a p » bulunuyor. Bunlardan her biri, günahkarımızın ağırlık derecesine göre, suçlu bölüklerine ayrılmışlar. İlâhi adalelin terazisi bu konuda bir hayli hassas, çünkü işlenen günahkarın hepsi aynı ağHkkta değillerdir ve olmamalıdır... Ahret, HAKKA ukapiabümek için çıkılacak yolculuğun eşiğidir. Ölüm bir başka âiem e G EÇM EK için geçilen bir kapıda. Ancak bu çıkış, hemen arcindan açılan diğer bir KAPf dan yapılacak bir GİRİŞ* e dönüşmekledir. Semavi dinlerin ahiret, cennet ve cehennem le ilgili inanç ve yorumlan hemen hemen aynı anlamda...Kariye* de "Son Mahkeme" ya da " İsa* nın Dönüşü" olarak adkanan bir kompozisyon bulunuyor. Ekil sağ ve sof un yorumu bölümünde de açıklandığı üzere, bu tabloda cennet İsa' rvn SAĞ AYAĞI doğrultusunda olup, birkaç ağoçla bahçeye benzetilmiş. Adında cennet Arapça ( bahçe) demektir. Bahçe moddesel yaşamı sürdürdüğümüz bir evin mekânın hemen arkasında, onun DEVAMI O LA N , açık, açıklık bir alan. Bu birleşme ve uzantı dünyevi ve uhrevi (semavi) yaşamların bir bütün oluşturmasına da benziyor. Söz konusu cennet betimlemesinde havari Phllippe, vaktiyle Isa* ran kendisine emanet ettiği anahtarı tutuyor. Arkasında sıralarım bekiiyen cennetükier görülüyor. Cehennem ise İsa1 ran SOL AYAĞI* nın altından kaynaklanan bir ATEŞ NEHRİ şeklinde betimlenmiş, ellerinde kargılar tutan zebaniler.. .{Anahtar ve Nehir oç*lamastma Bkz.f

130

Bazı nehirler denize döküldükleri yerde DELTA* kar otufturukar. Defa. Afatça DALTO oiup, KAPI demektir. Ezoterist ekole göre, bu olay bir A N A RAHMİNE DÖNÜŞ ÖZLEMİ' nin yansımasıdır. Çünkü deniz rahimdk. Nehirler ondan, onun suyundan da oluşmuştur, dünya coğrafyasındaki tüm nehirler bu özlemlerini gidermek için hep denize doğru akmakta, koşuşmaktachrtar... Bizier, yaşam boyunca , iki ana kapmm dışında, karşımızda bizi önünde durduran sayısa kapılarla karşılaşıyoruz. Şayet bu kapılar kapalı ise, ve biz oraya girişi gerçekleştirmeye yeterli bir güce sahipsek., yetkili veya haklı isek... ordan girebiliyoruz.

EŞİK Eşik kapının yerle bağlantısını sağlayan bir parça oiduğmdan sembolizminde onunla ortak yönleri var. Öncelikle eşik, bir merkezden yayılan kutsal ışmlann sona erdiği bölgenin, yani kutsaiiığna sinindir. Dışarıyla içeri, kutsallıkla dinsizlik ve inançsızlık arasında bir geçiş noktası, aynlma ve barışma ilişkilerinin bir sembolü oluyor. Somut anlam da, şayet onun önüne gelen kimse içeri alınırsa olumlu, alınmazsa, kapıda bekletilirse, olumsuz bir eylemin rolüne yardımcı oluyor, aracılık yapıyor. Eşik, eski geleneklerin bir çoğunda yerleştiği gibi, tapınağr», anıtsal bir mezarın, bir aHe ocağının dokunulmazlığa sahip noktalarından biridir. Burasın aşarken ayağın üstüne basmamasına özellikle dikkat edUmeii, belirti bir bedensel temizle sahip olunmalıdır. Japonyoda ayakkabı çıkarmadan eşiğin atlanmasına izin verilmez. Bizde de cam iye girerken abdest alınır ve ayakkabılar çıkarılır. Ayrıca, eşik, gereğinde önünde secdeye kapanılıp öpülecek bir yerdir. Bu uygulamanın Orta Asya ve Sibirya uygarlıktannda yaşanılan çadırlarda bile adet haline geldiğini bilmekteyiz. Mali Bambarian kabilesinde eşik evin kutsal bir yeridir. Bu insanlar atatan için yaptıktan tapınmalarda onları, eşiğe baston vurarak * Hz. M uham m et bir o d a , Hz. Ali İse onun eşiğidir" derier. ' İsiömda mihrap cennet eşiğidir; secde onun önünde yapılır ve bu eşik öpülür. Eskiden yapılan (etek öpmeler) de hep aynı anlayış ve değerlendirmeyle İlgili olabilir. Sunak ( altar) ta bir eşik gibi kabul edilmiştir; üstünde kurban kesilir. Sunaklar, kutsal sayıldığı için hep taştan yapılır ve etrafındakilere oranla daha yüksek ve belirgin olmasına önem verilirdi.

131

ANAHTAR Ancfrtor somut anlamda açm a ve kapama işlevleriyle ilgili; yani kapah olan bir yere girmek için onun kilidini açmakta kuHan*km bk araç. Ancak sembolik açıdan anahtar, başka bir şekle dönüşme halini ve saklı- gizli olman gereken bk olay ve. yerin gizemlerine vâkıf olma anlamında değer­ lendiriliyor. Anahtar açıkhğa kavuşturulması veya öğrenilmesi istenilen bazı bilinmeyenlere çözüm getirir. Cevap anahtar, şifre anahtarı gibi,.. Bunun yanı sıra, erkek cinsiyetti olması nedeniyle daima aktif rol oynar ve bk işe, bk uygulamaya İlk kez başlamanın ve ozeNücIe, iktidar ve sahip olma kavramlarının bir sembolü olarak kutandır. İsa, Aziz Petıus* a { Pierre ) İki anahtar emanet etti; bunlardan bîri cennetin kapar* açmak, diğer İse kapatma yetkisinin sembolleri olarak yorumlanır. Kcriye1de Nöos' a giriş kapısının solunda ve mezar şapelindeki (pareklezion) ceroet kcpt* önünde, etinde anahtar bdunon şah« Petnjtf dur. SemboHk açıdan. Tanrıda, güneşle ve şefle oknak üzere, âlemde başlıca üç anahtarın variığmdan söz edilir. Tonrmnki yarodıtışın ve dünyanın ; güneştnki gündüz ve gecenin kapılarını açıp kapayan anahtardır. Şefteki anahtar ise, onun yönetim için sahip olduğu tüm maddi ve manevi güçleri gösterir ve kendisine verilen yetkileri kullanabilmesini sağlar. Papaya özgü takılardan biri de, attın ve gümüşten yapılmış, İki anahtardır. Bunlar dünya ve aNret cennetlerine girişin, gece ve gündüzün anahtarları olduğu gibi, atfından olanı onun ruhani otoritesini, gümüş olanı ise, papanın geleneksel olarak üslendiği, kraliyetle ilgili görevlerinin amblemidirler. Eski geleneklerde anahtarın verilmesi, teslimiyet, boyun eğm e anlamım içeriyordu. Örneğin, Cenevizliler, fetih sırasında, İstanbul' un kendilerince işgal edilmiş olan bölgesinin anahtarını Fatih Sultan Mehmet1 e teslim etmişlerdir. [Galata kulesi üsttncte yazılıdır.) Günümüzde ise, önemli bir kişiye, bîr şehri ziyareti dolayıyla sunulan ve genellikle altından olan anahtar, o kişiyi kendilerine bir hemşehri gibi kabul ederek, onurlandırma anlamında uygulanmaktadır. Öte yandan, anahtarın

132

devir-teslm İlişkileri arasında el değiştirmesi bir görev yelki ve sorumkjkJdannm devrini İfade ecfyor. Kiracının kiraya verenden anahtarı teslim alması, mülkiyetin kesinleştiği antam m dadr. lir inşaatta ‘ anahtar tesüm* ifadesinde ise, herşeyin tam ve tekmil olma vaadi am oçtar».

ŞEHİR Sembolik açıdan şehire dişilik prensibini içeren bir yerleşim alanı, bir ana gözüyle bakılıyor. İçinde yaşayanlar ise onun sinesinde bamdrcfcğı ev­ lattan...Bu nedenle olmalıdır ki, Efes Artemisine şehirlerin koruyucusu bir Ana tanrıça olarak, başmm üstüne kenti simgeleyen ve bu izlenimi veren külek bir taç oturtmuş bulunuyorlar. Şehirler kutsal yapriarı da bağrında taşmckğmdan kutsal ve dokunulmazlığı olan yerlerdir; etrafını çeviren surlar onun ( bekâret kemeri ) gibi, kutsallığının da savunuculuğunu yapıyorlardı, insanların savunmak için sNahtamı kemerlerine takmaian gibi şehrin savunma* için kuüarstacak ateşli ya da ateşsiz silahlar bu surlar üzerine yerieştHtyordu. C a milerimizin diş duvarlarını çevreleyen duvarlara (harem duvar) denüyor. Harem asknda, Arapça, girilmesi herkese açık olam ayan, kutsal ve saygı gösterilen yer anlamında bir sözcüktür. O da bu kutsal mekânı tıpkı bir sur gibi sarmıyor mu?.. Geleneksel olarak, kare düzeninde kurulmuş olan yerleşim merkezlerinde toprağa bağlılık ve süreklilik söz konusudur. Daha önce de değindiğimiz gibi, çadırdan oluşan göçebe kamplarında, daha çok dairesel bir düzen egemendir. Bu biçimin seçilmesine etken olan hususu dairenin harekeHüğin de bir göstergesi olmasıyla bağdaştırıyoruz. Eskiden sabit şehirler kurulduktan bölgenin dörtbir yanına oçılan kapılarla donatılıyordu. Örneğin, Kudüs1ün 12 İsrail aşireti veya zodfak1 ın 12 figürünü karşılığı anlamındaki 12 kapısı, üçer üçer, dört ana yöne geçit vermekteydi. Anadoiunun bir çok şehrinde surlarda kapılar komşu şehirlerin isimlerini taşırlar. Bir ömek olarak. İznik, Diyarbakır, Urfa , Harran, Erzurum' u verebiliriz. Denge ve orantı kavramlarına son derece özen gösteren Yunanlılar, bu eğilimlerini şehirleri ızgara planında kurarakta göstermişlerdir. Şehirlerin sur duvarlarından oçılmış olan, önünde bir an durmamızı gerektiren kapılan kelimeler arasındaki virgüllere benzetiyoruz...

133

Neolitik ça ğd a , göl evlerinin etrafı kaztUaria korunuyordu. Kara evleri de Mezopotamya'da, etraflarına kazık çakılarak güvence artma alın­ maktaydı. Zamanla bu kazıklar kerpiç, taş ve duvar olmuştarckr. İstanbul yedi tepe üzerine kurulmuş bir yehir denilir. Gerçekten bunlar topoğratik olarak nisbeten farklı olan yüksekliklerdir. Üzerlerine inşa edilen görkemli camiler şehrin silüetini oiuşturmaktacfcr.

AKROPOL Yunanca (Akıos) yüksek, (Poks) şehir ve devlet demektir. Bunun için akropoüs, kısaca akropol sözcüğü, yukan şehir, ya da şehrin yukarı bölümü, anlam ında kuNamkyor. Akropollerin kuruluşları M.Ö.Dt-Vlll.yüzytftara tarihieniyor. Bu çağlarda Hk yerleşimler dalm a, civarına nisbeten daha yüksek okm yerlerde yapılmaktaydı. Amacı kaygusuz, çepeçevre görüp gözetliyebiime ve güvenHkM. Daha sonralan buralar, yanıp yıkılan kahrıtıiar üzerine yeniden inşa edilen barınaklar nedeniyle, gitgide biraz daha yükselti kazanmış ve sonunda. Tıuva, Atacahöyük, ÇataMhöyük...te olduğu gibi (höyük) adı verilen yerleşim bölgeleri haline dönüşmüşlerdk. Zaman içinde, önceleri normal bir köy büyüklüğünde olan bu yerleşim merkezleri, nüfusun artması sonucu, büyüyüp kentlere dönüşünce, adeta kale gibi donaMmış ve (kale) veya (akropolü) adın almıştır. Akropoller bu gelişme süreci içinde, eski Yunanda görüldüğü gibi, ayrıca bir kutsattık düzeyine de yüceHHmişiercfi. Şehrin nüvesini oluşturan ve savunma kotayiığ, çepeçevre gözetleme ve belcide manzara zevki vermesi bakımından yüksek yerlere kurulan akropoller, bu nüvenin genişletilmesi zoruntuğu İle oluşan (aşağı şehire) egem en, bir görüşe sahipti ve gereğinde bir veya daha fazla seri surla çevirerek güçlendiriyorlard . (Bergama ve Ankara akropolleri gibi) Kral sarayları, asker kışlaları, kentin Meri gelenlerinin evleri, silah depolan, sarnıçlar ve özellikle kentin koruyucusu olduğuna inandıkları tanrı ve tannçatann tapmaktan hep akropolde gruplanıyordu. Diğer aşağı tabaka, tanm ve hayvancılıkta geçimini sağlayan haNc kesimi, kadem kademe, akropolün eteklerinde yaşar, tarlatan, ağıllan vs. ovalık arazide bulunurdu. Savaşta, kent kuşatıldığında, aşağı şehirde yaşayan halk akropole sığınır, kapılar kapatılır, ve sonuçta akropol son savunmanın yapıldığı ve en güvenli yer olurdu. Akropoller tanntarın kaiesiydi. Tüm tapınaktar ocoda bulunuyordu. Akropol* ün eteklerine, onatan nın kanattan altına sokulmuş civcivler gibi(l) serpilmiş halk evleri yayılmışlardı.

134

AkropoT ün sosyal yaşamdaki rolü büyük, Dini, askeri, politik, idari ve ekonomik bir merkez. Kraliyet sarayları ve tapmakları burada bulunuyor. Krakn otoritesi bütün düzeylerde buradan yayılıyor, katipler yasaları burada afştvttyoriar. Ancak bir süre sonra söz akropolü terkediyor, agoralara iniyor. Söz arlık akropolde değildir, Bluterion1 a gidecek ve halkın kurduğu meclisle tartışılacaktır. Akropolde krahn elindeki saldı olanlar, tapmaklar halka açılacak, halka da açık yapılar olacaklardır. Heykeller, anıtlar akropol dışımda çıkacaktır. Demokrasi dönemi başlamıştır artık... Zamanla bu kentlerin akropollerin bir hayli dışına taşmak zorunda kalması ve bu arada icat edNen baruttu süahiann soğlacfcğı menzil avantajı nedeniyle, akropoller yavaş yavaş önemlerini yitirmiş, geride a n olarak bugün Anadokmun bir çok şehir ve kasabasında, halkın (kale) olarak isimlendirdiği bir kaç sur kalıntısı brakarcfc maziye göçmüş bulunmaktadırlar. Akropollerin tepedir.

İlkel

örneklerinden

en ünlüsü. Arina

şehrinin

kurulduğu

\

Bu akropol tanrıça Aihena odm a kurulmuştur. Yunanistan dışında, daha bir çok yerde, örneğin Anadoluda Prien, Assos, Truva.. Aihena1 nm bu kentlerin doruğuna kurulmuş olan tapmağı He eğemenüğini sürdürdüğü akropoller bulunmaktadır.

Akropol - icpc

Genel olarak kıyı yerleşiminde, kent bir tarafım denize dayadığından, savunma kolaylığına sahipti ve akropoller, Miief te olduğu gibi, ikinci derecede rol oynamaktaydı. Tapınaklara gelince; bunlar hem onlara karşı beslenen saygı, hemde bir kuşatma sırasında saldırıya uğrayarak kutsallıklarım yitirmemeleri (profane olmamaları) için, akropolün en güvenli noktasına dikilmekteydiler. Günümüzde de bu saygı ve şükran geleneğinin korunan izlerini, şehrin en belirgin yerlerine inşa edilen Yeşil Türbe ve Anıt Kabir örneklerinde görmekteyiz... Fantezi bir yorum olarak. Yunanlıların Tanrıça Aihena1ran akropolün beyni sayılabilecek olan en üst katında olmasını uygun bulmaları, onun Zeus* ün beyninden yaratıldığım sanmalarından kaynaklandığım söyleyeceğiz!... Yukan Mezopotamya kentlerinin askeri mimari bakımından ortak bir biçimleri var. Örneğin, Diyarbakır, Urfa, Harran. Bu kentlerin dışı bir sıra surla çevrilmiş olmakla beraber, içeride de ayrıca, ikinci bir surla güçlendirilmiş

135

U r höyük veya tepe UJunuyor. İç kale adı verilen bu kesimler de. gerekliğinde, akropolün son savunma işlevine İlişkin U r rol oynuyordu. İlk uluslararası savaş. TRUVA SAVAŞI. M .Ö 1200* de. İsparta Kralı Meneiaos He kardeşi Miken Krah Agememnon ve Yunanistan1daki diğer küçük devletlerden oluşan 100.000 kişilik U r ordu ile TruvaWara katılan. Dordonos, Perkot, Ukya. Karya. Misia' Mar arasında yapıldı. Tarihin milattan sonraki sayfaenda, aynı bölgede gene bir uluslararası savaşın yapıldığını okuyoruz. ÇANAKKALE SAVAŞLARI bu. Bunları başlatan nedenler, çağların koşullarına göre farklılık göstermekle beraber, müttefiklerin kendiliklerinden çekilip gitmeleriyle son bulur. Ancak garip U r benzerlik var. Birincisi Truva kentinin kurulduğu ve bugünkü adı HİSARLIK TEPE d a n akropol civarında, diğeri ise, boğazın batı yakasında, gene aynı ismi taşıyan ve bugün üzerinde ŞEHİTLER AN ÜT mn yükseldiği U r başka tepe bulunuyor. O zamanlar Truva Hisarlık Tepe' sinde ise AJhena Tapınağı vardı. Her ikiside savaşla ve daha çok ZAFER* le ilgili. Çünkü AJhena Yunanistanda savaş. Anadoluda İse U r zafer tanrıçası olmuştur. Gene Truvaya dönelim: Bu savaşı, tarihin ve otoytam yinelenmesi ve doğru değerlendirilmesinin en belirgin örneklerinden olarak saymama mümkündür. Nasıl ki, Hektor Truva savaşının en ünlü ve Anadolu kahra­ m anlarından Uri olmuşsa, Mustafa Kemal de aynı şekHde, Çanakkale savaşlarında, zaferin kazanılmasında tüm dünyanın takdirlerini kazanan, cesaret ve direnmenin bir sembolü olmuştur. Kurtuluş savaşının bitiminde, Yunanlı Aşil' in Hektoru öldürme olayını kastederek. " Hektom n Öcünü

aidimi " demiştir...

Anadoludaki antik yerleşim merkezlerinin akropollerinin eteklerinde genellikle bir dere-nehir var: Truva, Bergama. Sart. Efes. Pnen, Ankara, Hattusaş, Am asya...

NEKROPOL Ölü anlamına gelen nekros (nekros) sözcüğünden türüyerek, (nekropolis) ölüler şehri, adını almıştır. Türkçede kabristan diyoruz. Bunun nedeni, ölenlerin, ardından onlara karşı duyulan kalıcı saygınlığın, mezarlıkları * adeta (ölüler âleminin bir şehri) gibi sayarak yansımasındaydı. Bunun için nekropollere büyük özen gösteriliyor, mezar yapıttan en pahalı malzeme ve işçilikle inşa ediliyor, içerlerine de öbür dünya ve yeniden dirili; inançları doğrultusunda değerli eşyalar koymaktan sakınılmıyordu.

136

Nekropdler, kııral olarak, şehir surları dışında ve daha çok, güneşin battığı yerde, yani batı kesiminde bulunmaktaydılar. Anadolu, üzerinde ku-ruian uygarlıkların teknolojik gelişimi ile kültür ve inançlarının özgün be­ lirtilerini yansıtan çok ve çeşitli nekropole sahiptir: Örneğin, Hitit mezar yapıttan, Frigya, Udya tümülüsleri, Urartu ve Ukya kaya , (kral) mezarları. Fakat bunların içinde en geniş alana yayılmış nekropoiü Hierapolis (Denizli) te görüyoruz. Hierapolis nekropolünün bir başka özelliği de çok sayıda olmanın yanı -sıra, farklı biçimlerde yapriaştinimiş mezarları da içinde bulundurmasıdır. Bunun nedenine şöyle bir açıklama getirmek mümkündür: 1-Aslında Hierapolis. bugün de olduğu gibi, sağlığa her yönüyle yararlı olduğu kanıtlanmış yeraltı sularıyla ün yapmış eski bir yerleşim merkezi. Nitekim, Roma döneminde (b ain eoio ji) yani kaplıca turizmi olarak, Anadolu1 daki turizm hareketlerinin öncülüğünü yapmış bulunmaktadır, insanlar buraya, hastalıklarına son bir çare olarak önerilen bir kür süresi için, hasta ve yorgun olmalarına rağmen, bir hayk uzaklardan gelmeyi göze alıyorlar ve bir süre sonra zaten hasla olduklarından, geri dönemeden ölüyor ve zorunlu olarak bu kentin nekropolüne gömülüyorlar. 2-Kent çok sayıda farklı kütlerin tapınaklarını içeren bir (tapm aklar şehri); bu nedenle kutsallığı var; başka yerlerde ölenler bHe bu kutsallığın çekiçiliğiyle, vasiyetleri üzerine, Hierapotise getiriliyor ve onun nekropolüne defnediliyorlar. Bu uygulamanın günümüzde de yapıkkğını, ölen kişilerin öldükleri yere değil de, daha çok ya doğduğu memlekete veya mübarek sayılan kişi veya yerlerin yanına defnedildiğini görmekteyiz. Cam i ha-zlreterinin am acından saptırılmış olmasının bir nedeni de bu adetin sür-dürülmesidir. Nitekim, Eyüp Sultan türbesi civarında çok sayıda mezarlık duşu ve Osmanlı hanedanı mensuplarının, kutsal saydıkları Bursa' da, Muradiye' de gömülmek istemiş dm alan bu yargımızın kanıtıdır. 3-Kerıttn esas sakinleri de öldüklerinde, normal olarak gömülüyorlar ve böylece kalabalık bir m ezarlık düşüyor.

buraya

Hierapdis nekropdünde değişik stillerde yapılaştinlmış mezarların varduşu ise, başka bölgelerde düpte buraya gömülenlerin kendi ülkelerine özgü mezar biçimlerine sadık kdm alanndan kaynaklanıyor. Bunlar lahit, tümülüs, aile mezarı, kahraman mezarı gibi farklılıklar göstermektedirler.

137

MERDİVEN Genel bir deyimle, bilmeye ve bilinçlenmeye yönelik aşamalı bir yükseliş ve şekil değiştirmenin soyut bir sembolüdür. Çıkış ve iniş olmak üzere, çift yönlü bir yol ve araç olup, üzerindeki harekelter kademeli bir biçim de yapılmaktadır. Bu bakımdan merdiveni kavram olarak, üzerindeki basamaklarıyla birlikte yorumlamak gerekiyor. Bazı kulelerde olduğu gibi, eski tapınakların girişindeki merdiven basamaklarının sayısı, mitolojik bazı inançtan yansıtıcı veya uğurlu kabul edilen sayılarla eşdeğerlidir. Örneğin, Didim, Apollon tapınağının platformu yedi basamaklı olup, tapm ağa giriş merdiveni, çıkışa sağ ayakla başlayıp tapınağa sağ ayakla girebilmek için, onbir basamaklı yapılmıştı. G öğe çıkan ve yeraltı dünyasına inen merdivenlerde, her katm karşrtı olarak yedi basamak bulunduğu varsayılıyordu. Urartu kral mezarlarında da. ana kayadan oluşturulmuş basamakların çok sayıda dmasmm kişiye verilen önemle ilgili olduğu sanılıyor. Cam i minarelerinin şerefe mercHvenierinde de çoğu kez (99) basamak bulunmakta... Merdiven, eğer göğe yükseliyorsa, oradaki tanrısallığa doğru bir tırmanma ve ona özgü değerleri, yeraltına doğru yönelmişse, oradaki bilinmeyenleri ve bilinçaltının derinliklerinde yatan gizli şeyleri öğrenme tutkusu söz konusu olur. Birincisinin beyaz, diğerinin ise siyah renkli olduğu tasarlanır. Eski Marklar da merdiveni göğün katlarına çıkaran manevi bir yükseliş aracı olarak sembolleştirmişler ve piramitlerin ekşini basamaklı bir şekilde örüp ölülerinin ruhlarının Osiris1 e ulaşmasının kolaylaştırma amacını gütmüşterdr. Öte yandan merdiven, fiziksel denge, dünyanın ekseni ve (h a ya t a ğ a c ı) nın bir sembolü oiarakta yorumlanıyor , bir hierarşinin ve hareketliliğin varlığını da ifade ediyor Eğer bu bir yükseliş merdiveni ise, Hk hareket topraktan ve onun zorunlu kıldığı bazı koşullara bağımlı olarak başlar ve bazı aşamalar geçirerek, (m ekiikelik)

138

mertebesine ulaştırır. Ancak onun etapların oluşturan basamaklar oturup dinlenme için değil, bilakis, o mertebeye ulaşabilmek için bazı zorluklarla m ücadele etme anlamındadır. Merdiven, dünyanın, yeraltı, yeryüzü ve gök olmak üzere, kozmik üç katın birleştirmektedir. Bu konuda Kariye müzesindeki Jocob' un merdivenini o n msıyakm. Bu merdiven meleklerin gökten yere inip çıkmaları için kurulmuştur. Tasavvuf felsefesine göre, merdiven, ruhun yaratanı1 na kavuşması, basamakları ise o noktaya gelinceye dek, yaşam .sürecini dolduran ve gelip geçen yıllardır. İslâmda sözü edilen m iraç, Arapça, merdiven ve manen göğe yükseliş demektir. Cam i mimberlerinin geleneksel biçiminin basamaklı oluşu ve işlevini bu felsefenin ışığı altında değerlendirmek mümkündür. Özellikle yüksek dağ tepelerine kurulan manastırlar, Süımeta Manastın gibi, burada inzivaya ve ibadete çekilen dindartann manen göğe çıkmalarım kolaylaştıran bir merdivenmiş gibi tasarlanıyordu. Merdivenin yerle gök arasında ruhani bir itşki kurduğuna inanılır. Evrenin bel kemiğidir, basamaklar onun fıkratan (omurtan) dır. Melekler bu basamaklardan göğe inip çıkarlar. Bu düşünceyi kanıtlayan bir örnek Kariye müzesinde görülüyor. Eski Ahit te sözü edilen olayların yer ak*ğı mezar şapelinde Jocob bir merdivenin altında başım bir taşa - özem de taştır- dayamış olarak yatmaktad*. Üzerinde melekleri görüyoruz* En üst basamakta Meryem var. Bu görünüm göğe yükselmenin, yani kutsadık mertebesine ulaşmanın kademe kademe olacağım simgeiemektecfir. Merdiven yere, dünyaya dayalıdır. Basamaklar bu kadem elerdi Bu bakımdan merdiven, basamakları nedeniyle, kutsal sayılır. Basamak sayılan rasgele değildir. Antik tapmaklardan itibaren, belirti bir sayıda olmalan na özen gösterilmiştir. Didim Apoilon tapınağında, yukaıda da değinildiği gibi, bu tannmn kutsal sayısı olan ye d i basam ak sayıyoruz; yapıyı üç tarafından sararak kaldırır gibidir. Yedi 3' le 4' ün bileşimidir. Sembolizm prensiplerine göre 4 dünya. 3 gök olduğundan. 7 yerle göğü birleştiren bir sayı olarak telâkki edilir. Aynı tapınağın Pronaosa (ön avluya) giriş veren ön cephesindeki basamakların sayısı 11 dir. Bu sayı tapınağa son olarak sağ ayakla girmeyi sağlar. Sağ uğurlu yöndür. Mu uygarlığından ele geçen tabletler üzerinde İseV motifler var.

şeklinde

Bergama akropolünde, tiyatro terasındaki Dionizos tapınağına 25 basamaklı bir merdivenle çıkılıyordu. Burada ise 25 sayısının Dionizos' un kutsal sayısı olduğu yorumuna yer vereceğiz. Bu konuda başka örnekler göstermek mümkündür. Çoğu camilere giriş bir merdivenle sağlanan

139

yükselti zemininde bulunurlar. Bu ise (M ira ç) ı simgeler. Bazı cami minarelerinin şerefe merdivenlerinde de teşbih donesi kadar basamak var. Örneğin İshak Paşa camisinin ve Ani' deki Alpaslan Camii minaresinde 99 basamak bulunuyor...Mimber basamaklarının sayısında da belirli bir inanan etkisi bulunuyor. Merdiven, öle yandan, insan ve hayvanların bel kemiği (coionne vertebral ) He de özdeştirkmektedir. Burada ise, bel kemiğini oluşturan omuriar bir merdivenin eşit aralıklarla dizilmiş basamakları gibidirler. Bel kemiği canimin bedenine dHdik verir, başın göğe çevrilmesini sa ğla ... Hipodromdaki spina adı verilen aks d a bu yerin bir bel kem iği olduğu kabul edilerek, kutsal ve uğurlu bir çizgi sayılmıştır; burayı süslemek onurianchrmak için yerleştirilen aortlar, dikilitaşlar... bu belkemiğinin omurları atacaktır... diyerek, nesnel bir yorum yapmaktan kendimizi alamıyoruz. Gene Jacob1 un merdivenine dönüyorum: (kişisel yorumdur) Bu merdivenler gövde He başı birleştiren bir b o yu n ' u simgelemektedir; basamakları servikal fıkralardır. Sayılan fresk üzerinde tam sayılmamıştır. Muhtemelen o zamanki anatomik değerlendirme İle ilgili olmalı?. Şayet bu sayı (14) ise, İsa1ran çarmıha gerilmek üzere KALVARİ' ye götürülürken durduğu 14 yer anlamına gelebilir. Boyun insan bedenin en kutsal bir parçasıdır, çünkü gövdeyi (dünya) başa( gök kubbeye) birleştirir. Aslında boyundaki omurların sayısı yedi' dir, yani 3 + 4 = 7 (üçün göğü, 4' ün ise dünyayı simgelediğini anımsayalım.) MERDİVEN' le ilgili olarak, Selçuklu- İlhanlı portay kabartmalarında yer aian stilize- kozmik (hayat oğacı- kayın veya hurma) ağacının palmetleri de birer merdiven basamağıdırlar. Zira bu ağacın üstünde Kutsal Kuş- Kuşların efendisi- bir kartal vardır dalların arasında d a çoğu kez ona ulaşmaya çalışan küçük kuşlar bulunur, tıpkı melekler gibil... Son olarak, merdiven sembolünün, orgazm a ulaşan cinsel arzunun kademe kademe yükselişine değgin, erotik bazı açıklamalarda kullanıldığını söyiiyeoeğiz...

ATEŞ Ansiklopedik bilgi: Bir kimyasal tepkimede ısıyla birlikte gaz ve buhar çıkması sonucu gözlenen olaydır. Başka bir

140

deyimle, bir maddenin çevreye ısı yayarak ve genellikle alev çıkararak yanmasına Ateş denilmekte. Ancak normal ateşlerin hepsinde bu kimyasal tepkime gaz, petrol ürünleri, kömür ya da odun gibi bir yakıtın havadaki oksijenle birleşmesiyle gerçekleşir. Hava, yani oksijen nekadar çoksa tepkime de o derece hızlı yürür, dolayısıyla alev de o kadar çok ve sıcak olur. Günümüzde ateş en kolay biçimde bir elektrik kıvılcımıyla oluşturuluyor. Bu uygulama tüm petrol yakıtlarım, ocakta (fırında) ya da benzin motorlannda olduğu gibi, kolayca ateşler. Aynca ateş sürtünmeyle de oluşturulabilir. Uygun iki m adde birbirlerine sürtündüğünde, sürtünen şeyler şayet yamçı dnstenseier ve ortaya çıkan ısı yüksekse, tutuşma olur. Bir iç bükey ayna vasıtasıyla güneş ışınlarının bir noktada toptayorakta, ateşi elde etmekte mümkündür. Yaradılıştan bu yana ateş, insanoğlunun kullandığı en temel araçlardan biri olmuştur. Ateşin denetim altına alınması, yani istenildiği zaman yakılıp söndürülmesi uygarlığa giden yolun başlangıcı kabul ediliyor. İlk ateş kaynağı kuşkusuz toprağa düşen yılchnmdı. 1981 yılında K enya'da elde edilen bazı bulgular ilk kez ateş kullanımımn 1.5 milyon yıl öncesine değin gidebileceğini göstermektedir. İlk insanın gereksinimini sürdürebilmek için gereksinim duyduğu şeylerden ikisi ISINMAK ve AYDINLANMAKT1. Ateşi denetlemesini öğrenen insanlar zam an içinde onun çeşitti yararlarım keşfetmekte geçIkm ecBler. Neolitik ça ğ inşam (M .Ö. 7000 li yıllarda) tarıma geçilince, çalılıkları ve ormanları bile yakarak, ekin alanları oluşturmak am acıyla kontrollü yangınlar bile çıkarmıştır. Ateşin ekte edilmesinde uygulanan en ilkel metot, ya çakmak taşı kullanarak, ya da sert ağaçtan yapılmış sivri bir çubuk olan ATEŞ DELGİSİ' ni avuçta sıkıca tutup daha yumuşak bir ağacın bu deliğe sokulup döndürülmesiydi. Böylece ateş1 in cinsel bir birleşm e ürünü olduğu kanısına varılmıştır. Ağacın bundan böyle, böylesine yararlı bir olayın meydana gelmesinde ki rolü onun kutsal sayılmasının nedenlerinden biri olmuştur. Aynı inancın oluşmasını ışık İçin yakılan zeytinyağının ekte ecSIdiği zeytin ağacı için de düşünmek mümkündür. Ateş gözlenen ve maruz kalınan yakma, ısı ve ışık verme, korkutma, korunma ve haberleşme aracı olarak kullanılma gibi etkileri nedeniyle, insanoğlunun hayret, dehşet ve hayranlıkla seyrettiği ve saygı duyduğu bir m adde olup, zaman içinde,

141

güne; ateşinden sonra, tann katma çıkarılmış ve bir kült (tapınç) objesi olmuştur. Mitolojiye göre, İlk ateşi ilkin, göğü. dağlan ve denizi yaratan GAİ' nın oğlu PROMETEÜS keşfederek tam lardan çalmış ve insanlara vermiştir. Ama bunun için, ZEUS* ün kurduğu düzene karşı geldiği gerekçesiyle, Kafkas dağlarında zincire vurularak cezalandırılmıştır,.. Ateş ilkel topiumkyda günahtan arınma ayinlerinde manevi bir araç olarak değerlendirilmekteydi. Bugün de gençler kamplarda bir ateş et­ rafında veda geceleri tertipliyorlar...Ateş insanların etrafında çepeçevre bir halka oluşturarak buluşturma ve birleştirmeyi sağlayan bir etken oimuştur. Ateşin günahlardan arındırmayla ilgili güç ve kutsallığı onun bir taraftan yeryüzündeki bitki örtüsünü tahrip ederken hemen ardından aynı yerlerde yepyeni ve günahsız bir doğanın oluşmasını sağlamasından ileri geliyordu. Ç a ğ içinde günahtan arınma ayinleri, yerini bu kez ateş değil suya yönelerek yapılan vaftiz törenlerine bırakmış bulunuyor. Bugün çantaların yaşamında gerçekliğinikabul etmek zorunda olduğumuz bir olgu var: Yaşamm devamını sağlıyan İlkelerden biri de "birşeytn ölüm ü diğeri İçin yaşamdır. Tıpkı ocakta odunun ölümünün ATEŞ1i doğurması gibi... Acımasız olduğu durumlarda ölümcül sonuçlar yaratan ateş, yaktığı . nesnenin bir kısmını duman olarak AYNEN RUH GİBİgöğe gönderirken, bir kısmını da kül halinde toprağa bırakır. Ateş1in tıpkı yaratıcının yaptığını göz önüne sermesi onu, korkulduğu oranda saygın bir düzeye çıkarmış bulunmaktadır. Yam a nitelikte olan nesneleri yakma ve toprağı pişirerek sağlamlaştırma gücüne sahip oluşunun keşfedilmesi, yaşam için gerekli bazı alet ve edevatın imâl edilmesine yönelik teknolojinin başlamasını sağlamış bulunuyor. Gerek bu kabiliyeti, gerekse alevinin FALLİK bir görünüme sahip olması onu AKTİF ve ERKEK bir eleman olarak benimsetmiştir. Bazı evreler ve toplumlarda erkeklik tohumu İle âzdeştirilen ateş, gene ERKEK KARAKTERLİ HAVA He güçlenmekte ve harianmaktactar. Ama, dişi cinsiyetti SU' ya karşı son derece duyartıdır. hemen SÖNERİ...

142

Ocak ateşi aile birliğinin ve AŞK1m sembolüdür. O rada ateşi bekliyen ve besiiyen, tıpkı m ağara devrinde olduğu gibi, gene KADIN olu. * Ateş olmayan yerden duman çıkmazi " ya da " ateşin olduğu yerde duman çıkar” denilir. Çünkü dum an soluktur, hayat soluğudur Bu açıdan ateş, hayatla İlgisi olan bir öğedir ve belirli ölçülerle kontrol altında tutulmayı onun sürekli olabilmesi için gereklidir. Dozunun herhangi bir nedenle iyi ayarlanmaması, acımasız ve öldürücü olu. İnsanın da belirli bir yanm a ısısına gereksinimi bulunu. 36.5 :37 derece. Bu derecenin altına, ya da çok üstüne çıkması ölümcül olabilmektedir. Ateş yanarken insan gibi solu. Havadan oksijen abr. karbondioksit verir. Alevler hayat ateşinin kam gibidir. Dolaşımlarını durdururlarsa ateşte söner, ölür. "Ateşle barut bir arada durmaz" demekteyiz. Bunun nedeni birinin yakıcı diğerinin ise yanıcıolmasıdır. Yani biri yakmak, diğeri de yakılmak için fırsat beklerler, can atarlar... Bu bakımdan bu ikisini özellikle birbirlerinden ayn tutmaya dikkat etmelidir. Aksi taktirde tetiğe basınca ateşlenip hiddetlenir ve gözü dönmüş dişi ve erkek kutupların yaptığım yaparlar... Ekolojik dengeyi bozan, yani yaşanılan ortamdaki havayı, suyu ve toprağı kirleten faktörlere ateş* in yaptıklarının da eklemek gerekiyor. Şimdi gene ateşle İlgili bir başka konuya değineceğiz: C ar* yaşamın başlamasından çok önce dünyamız ateşten bir kütleydi. Yaniilkin ateş vardı, erkek vardı. Bugün bHe onun henüz soğum ayan tabakalarının derinliklerinde zaman zam an varMdannın kanıtlamak İstercesine fışkıran bir ateş rezervi bulunuyor. Bu M A Ö M A' dw. Mağm a, yerin içinde, sıvı ya da ham ur kıvamında, uçucu gazlarla doymuş olarak bulunan bir eriyiktir. Tepemizde ise her zaman olduğu gibi GÜNEŞ bulunuyor. O halde diyoruz; biz insanlar hep İKİ ATEŞ ARASINDA yaşantımızı sürdürüyoruz.... Yer yüzeyinden derinliklere doğru ilerledikçe her 33 metrede sıcaklık 1 derece artar. Böylece 60 Km. lik bir derinlikte sıcaklığın 2000 dereceyi bulması gerekir, işte bu sıcaklıkta tüm maddeler erimiş hakledirler. Kuram Kerim' e göre bu m addeye SIAL adı veriliyor. Bu tabakadan sonra ATEŞ KÜRE geliyor, ve orada ise bu ateş su gibi sıvı bir haldedir, yani bir YANAR DENİZ1 dir. Gene Kurarın Kerim gök. yani atmosfer için YÜKSELTİLMİŞ KORUYUCU TAVAN deyimini kullanıyor, yer kabuğu altındaki bu ATEŞ KÜRE1den söz ediyor.

143

ATEŞ yer küresinin galata' ı içinde oluşumunu sağlıyan 4 etkenden biridir. Güneş etrafında dönen ateş bulutlarından kopan bir parça gitgide soğuyup yoğunlaşıyor ve diğer gezegenlerle birlikle kitle etrafında dönüşünü sürdürüyor. Sonuçta dünya oluşuyor. Zaman içinde HAVA, SU ve TOPRAK birleşecek üzerinde yaşadığımız YER KÜRESİNİ yaratıyorlar, AY gezegeninin de vaktiyle yanar bir kitle olduğu, üzerindeki kraterlerin varlığından anlaşılmıştır. Dünyamızı yaratan bu DÖRT ETKEN (eleman)' ın ikisi ATEŞ ve HAVA erkek, diğer ikisi ise SU ve TOPRAK dişi karaktere sahiptirler. Dikkat edilecek olursa bu çiftlerin birbirlerine daim a gereksinimleri olmuş ve olmaktadır. Çünkü ateş havasız olam ayacağı gibi, toprakta susuz kaimca kavrulmakta ve kendisinden beklenen verimi, beklenenleri verememekledir. Bu konuda bir başka inceleme sonunda şu yargıya varıyoruz: Söz konusu bu 4 faktör ateşe karşı adeta cephe almış bulunmaktadırlar. Onunla başka türlü baş edemiyecekierini anlayınca, aralarında birleşmiş, bir ittifak kurmuşlardır(l). Ateşi öldürmek için birinin gücü yetmezse diğeri yardıma geliyor. Ö nce su şansmm deniyor, sonra onu havasız bırakmak için bizzat hava, daha sonra da ona toprak yardımcı oluyor. Öte yandan hava. ateş, su ve toprak tek. tek hayatın simgesi oldukları gibi, bu dördü bir arada olduğu taktirde o yaşamı sürdürebilmektedirler. Şayet bunlardan biri eksik olursa hayat1 ta olmayacaktır. Konuyu biraz daha derinleştirecek olursak, tüm yananların PASİF ve DİŞİ, yakanların ise ERKEK ve AKTİF karakterli olduklarının söyleyebiliyoruz. Şöyle ki: Su gibi sıvı olan maddeler (gaz, benzin, m azot...) yanarlar. Toprakta dişidir. Üzerindeki bitki örtüsü yanar, yanabilir. Hava ve ateş aktif otduklanndan yakma eylemini gerçekleştirenier atomlar olur. Ateşin aktif ve erkek karakterli bir yapıya sahip olduğu inancı, güncel bazı deyimlerin de çıkmasına neden olmuştur. Bunlardan bazı(an şöyle: Ateş almak, ateş püskürmek (çok hiddetlenmek), Aşk ateşi ile yanmak, ateş etmek (tüfek, tabanca, top gibi silahlarda içindeki mermiyi boşaltıp atmak) Vaktiyle Asya kâvimleri içinde ateş bir tanrıydı. Bu tapınç Isiâmiyete kadar sürmüş bulunuyordu. İranda ise Ateşperestlik vardı. Bu tapm an kurallan Zerduş tarafından kurulmuştu. Bu inanca sahip olanlar ateşin gökyüzünden gönderildiğine ve tanrı eliyle tutuşturulduğuna Iramaktaydılar. Zerdüşti adı verilen ateşperestlerin ateşi yaktıklar mabede

144

ATEŞGEDE adı verilmekteydi. Selçuklu kervansaraylarındaki mimarisi bu ateş-gedelerden esinlenmiştir.

mescit* in

Efes antik kenti Prttane (Belediye Sarayı) de Kutsal Ateş sürek! yakılmaktaydı. Diğer Yunan kentlerinde de yapıkkğı gibi, şayet kent bir saldın veya istilaya uğrarsa, ya da uğrama olasılığı varsa, bu ateş düşman eline geçip profane olmaması (kutsadığı zedelenmemesi) içn hemen söndürülüyor, ya da başka yere taşınıyordu. O lay Türk ordusunda Alay sancaktarına gösterilen özen ve saygiyia âzdeştiriiebiir. Alay ve benzeri/ dengi askeri kuruluşlara verilen bu sancaklar alay komutanının odasının hemen dışında sürek! olarak saygı nöbetçileriyle koruma altında tutulur. Savaşta en Heri saflara çıkardır, görünmesi ve gösterilmesi savaşçılar yüreklendirir. Asla düşmana teslim edilmez. Çünkü o birliğin onur timsaH* dir...

ATEŞE TAPINMA (ATEŞ KÜLTÜ) Oluşumu sırasında dünya zaten ateşten bir küre k i. Bugün büe onun soğum ayan tabakatanmn en derinlerinden zaman zaman varlıklarını kanıtlamak istercesine fışkran bk ateş rezervi var; buna (m agm a) deniyor. Tepem izde ise güneş var. O halde biz insanlar iki ateş arcnnda, ateşle başbaşa bu yaşam yürütüyoruz!.. Ateş, gözlenen ve maruz kalınan etkileri nedeniyle insanoğlunun hayret, dehşet ve saygı duyduğu ve onu tanrı katına çtkardgı bk m adde olmuştur. Mitolojiye göre, ateşi ilkin göğü, dağlan ve denizi yaratan kozmik bk varlık olan (Gaia) mn oğlu Prometeüs keşfederek çalmış ve onu bk NARTEKS1LE (Narteks sonradan bir çiçek ismi oluyor) insanlara vermiştir. Am a bunun için Zeukün kurduğu düzene karşı geldiği gerekçesiyle, zincire vurularak cezaiandnlmtştu... Yunan ve Romada olduğu gibi. Asya ülkelerinin bir çoğunda "ateş, diğer bk deyişle (ocak) kültünün uygulandığı bilinmektedir. Hindlstandan başka, ilk ateş kültü uygulaması eski İranda görülüyor. (Zerdüşt) veya Mecûd adı verilen bu (ateş peresflef) bk küvet içinde yaktıktan ateş karşısında İbadet etmekteydUer. Bu küvet içerlek bir yerde, bir nişin içinde bulunuyordu. Onlara göre, yakılan ateş tann, ateşin bulunduğu yer ise (ocak) tı. Zerdüşderin ocak ibadeti yaptıktan ve tapınaklardaki Ateşgede diye adlandınian bu mekânların biçimi daha sonra Selçuklu

145

kervanaaraytannm ortasındaki mescit* in oturtulduğu, dört ayaldi mimari stilini etkilediği sanılmaktadır. İslâm geleneklerinde de bu konuda dolaylı olarak (öyle bir yaklaşım yapılıyor: Evet, yuva mukaddestir; çünkü aile birliğinini oluştuğu bir mekândır; ancak ona bu kutsallığı soğiryan başka bir olay daha var ki, o da ateştir. Zira bu yuva İçinde ateşin bir ocak içinde sürekli yanrtğı sadece bir (o d a ) bulunur ve o konutun en uzun süre oturulan yeri olur. Sözcük olarak oda. od* dan türemiştir; o d ise Farsça ateş demektir. O halde ateş aile yuvasını bu yönden bir kat daha kutsal kılmakta ve bu yaklaşım içinde, ibadet düzeyinde olmasa da, kutsallık ve saygmtık sınırının korunduğu izlenimini vermektedir. Ocak sözcüğünün, kavram olarak, aHe yuvası anlam ına geldiğini kanıtlayan bazı özdeyişler kullanılıyor; örneğin, "Ocağın yıkılsın", evin barkın yıkılsın demektir. Aşağı yukarı bu anlamı içeren başkaları d a v a r;" Ocağın sönsün veya ocağına inek ağacı dikerim "...gibi. Ateş' in gerçek niteliğinden kaynaklanan şu deyimler de var; “ Ateş basmak, ateş püskürtmek, ateşli olmak, ateş bahasına”... Yunan ve sonra Pomada* da ateş, tapınma düzeyinde, saygınlığını sürdürmüştür. (Hestta kutsal ateşi) oiorak tanımlanan bu ateş aynı zam anda kentin o n u ve bağımsızlık simgesi olduğu ve onda, manevi yönden kenti sakM ardan koruyucu bir gücün bulunduğuna inarsickğından, komitecin kalbi sayılan Prttane (Belediye sarayı) terinin ortasında, sürekli yanar durumda kalmasına son derece özen gösteriliyordu. Kent bk kuşatmaya uğradığında, tıpkı bk (sancak) gibi düşmanın eline geçmesin diye, güvenli bk yere taşınıyor ve sonra eski yerine getiriliyordu. Kent sakinleri geceleri meşalelerini bu ateşle yakmaktaydılar. Sonradan Vesta adını alan Hestia kutsat ateşinin bekçiliğini vesta rahibeleri üstlenmişlerdi. Vesta aslında evlerde ocağı koruyan çok eski bir Roma tanrıçasıdır. Sonradan Yunan panteonu1 nun Hestia* sıyla bir tutulmuş, am a Roma* da her zam an ayn bir saygı görmüştür. Bunların rahibeleri Romanın en iyi aile kızlan arasından seçilir, ömür boyu bakire kalmaya ant içerlerdi. Ancak Romanın kurucuian Romulus ve Remus* un bir Vesta rahibesinden doğm a olduktan ileri sürülür?.. Hestia* ya gelince; Zeus ve Hera* nın kızkardeşidir; ocağı simgeler, her tapmakta evde onun bir sunağı vardır. Ocak, tannlann da, insaniann da konutunda dinsel bir merkez, köşe sayılır. Kişiliği olmayan soyut bir kavram olarak canlandınlan Hestia, öbür

146

Ollmpos tanrılarının, sağo-sola gidip gelmelerine karşın, o hep yerinde kalır, çünkü ocağı, ateşi beklemektedir. Bu yüzden hiç bir efsaneye karışmaz. Hestia bir tanrıçaydı, yani kadındı. M ağara devrinde d e . kocasının avdan dönüşünü bekleyinceye kadar, ateşin bakıcıkğnı ve onun sönmemesini sağtayan hep kadın olmuştur. Durum bugün de böyle değümidir? Sobayı kadiri yakar, ocağa odunu atmak gene onun işidir. Bu somut örnekle yuva-aile-ocağının sönmemesinde kadının rolü ve katkısının, erkeğe oranla, daha önemli veya daha kutsal olduğunu belirtmeye çalıştık... Ateş kültünün şu veya bu inançla ve törelerin doğrultusunda şekil değiştirerek günümüze dek varan bazı uzantıları var; örneğin özellikle parabolik bir mercek yardımıyla ve güneş ışınlarıyla yakılan (olim piyat m eşalesi), Paris' in ünlü Zafer Takı1nın altında sürekli yanan ateş, kiliselerde, türbelerde mum yakmak ve hatta, Herkte tekrara değineceğim gibi, doğum yıldönümü pastalarının üzerine etkilen m um lar... Mecûsi toplum unda insanlar ateşgede' terde yaktıklar ve gece gündüz, sabah- akşam dem eden hiç söndürmedikleri ateş1e yüzyıllar boyu tapmışiarchr. Bu tapınmanın am acı, kısanın kendkıi, kuvvetif nin, yeni ateşin yerine koyarak onunla aynileşmek (idanttfie olmak) suretiyle tatmin olmasıydı. Afrika kültüründe, ilkel kabileler ateş' e çok ayrı bir yervermişierdi. Eğlencelerinde, dini günlerinde, büyü törenlerinde sürekli ateş yakmışlardır. Ateş danslarıyla ve ateş etrafında yaptıktan bk takım hareket ve davranış kalıplarıyla, daim a ateşle ilişki halinde kalmak İstemişler, bk takım diaioglar gerçekleştirmişlerdir. Oysa, Afrika, iklim olarak, sıcaktır; üşümek veya ısınmak gibi bir olay ve gereksinim söz konusu değildir...

KÖMÜR r

Soğuk olan bir' ateşi anımsattığından, ateş1 in sembollerinden biri olmaktadır. Kömür bir ısı rezervidir. Önceleri toprağın sinesinde yatmaktadır; işlevini ise ancak buradan çıktıktan sonra gerçekleştirir. Rengi siyahtır, siyah renk dişidir, başka renklere gebedir... Ayrıca soğuk olması, yaradılış efsanesini, evreni düşündürür bizlere...Karakteri ile henüz yanmamış, bir iş görmemiş, yani kuvveden fiile (tasandan uygulama

147

aşamasına geçmemiş) bir girişim, eylem ve kavramı simgeler. Siyah renk iıe yukarıda da değindiğimiz gibi, hamlık, başlangıç ve dolulukla ilgilidir. Kömürün içindeki bu ham enerjinin dışarıya çıkarılabilmesi için, onun gerçek bir âieşie, yani kendisinden önce ateş aşamasına geçmiş bir başka ateşin zerresi olan kıvılcımla teması yeterli olmaktadır. Çünkü onun beklentisi içindedir, ALICILIK KABİLİYETİ O N A G Ö R E OLUŞMUŞTUR. Bu birleşmenin sonunda rengini hemen değiştirir; gitgide kırmızılaşmaya başlar. Kırmızı bir HAYAT ve HAREKET rengidir. Am a hâlâ siyah kalmayı sürdürüyorsa, bu hâl toplumda kendini yakam ayan, ya da yakıiam adrğından gerçek değeri ve potansiyeli tanınıp onlardan yarar­ lanam ayan insanlarla özdeşti(ilmektedir. Bu tür insanlar, kimi kez atmlannda yazılı oianian okumakla yetinmiş ve kaşiflerin yollan üzerine fırlayarak “ Oto-stopl “ yapmayı asla arzu etmemiş, bir kenara çekilip beklemeyi yeğlemişlerdir. Onlar, ısı ve ışığıyla körüklenmediklerinden ötürü sadece kendi yakın çevresini ısıtıp aydınlatmakla yetinmişlerdir. Şayet bir gün, kendilerine olan güvenle yetinen bu alçak gönünü insanlar tam bir kor haline gelecek kadar yakılmış olsalar da, başladıktan durumlarını sürdürecek, uygar bir insan gibi davranarak, DİL ALEVLERİYLE hiç bir kimseye zarar vermemeye özen göstereceklerdir...

DUMAN

(Nefcf-Ruh)

Yaşamın baştocfcğı ortamı ve içindeki cevherin koruyuculuğunu yapacak olan ana rahmini KÖMÜR1 e benzetecek olursak, onun canlanabilmesi, yeni bir hayata geçirilmesi İçin bir krvHam ( sperm d a m la cığ ı) yeterli olmaktadır. Yaşam süreci olarak betimlenen ve hayat ateşinin alevleri He sıcak geçen sürecin belirli bir süre sonra gitgide eski sıcaklığını güç ve enerjisni kaybetmesi kişiden kişiye değişmektedir. Ancak şurası bir gerçektir ki, bu ateş er ya da ge ç bir gün mutlaka sönmekledir. Yaşam bir cümle ise sonuna konulan nokta da onun bitimi,

148

yani ölümü olur. Bu cümle içindeki virgül ve yerine göre noktalı virgüller, zaman zam an bu yaşam düzeni içindeki aksamalar duraklamalar, ufak tefek bedensel, sağlık sorunlarıdır. Nokta bir sondur am a burdaki son. son değildir, zira bu son, SO NDAN SONRA ile devam etmektedir. Buna "Ruhsal Yaşam " adını veriyoruz. Sonun oluştuğu yerde Ruh göğe yükselir ve havaya karışır; havayla birleşir. Ceset ise yerde, yani toprağa veya suya döner. Dünyayı yaratan etkenlerden olan bu üçü gene ateşin sönmesiyle, yeni bir başlangıca hazırlanmak için g e riye dönerler... Bir canimin oluşmasında etken olan öğeler, Ateş, H ava, Su ve Toprak ana rahminden İtibaren bir canimin tıpkı dünya gibi oluşmasını gerçekleştirmektedirler.patabımızın kapak kompozisyonunda verilmek istenen mesaj da budur.)

KÜL Herşeyden önce, kaba (baki) oiuşia , (alışılmış ve geçici nitelikte okm tüm dünyeviklerin karşıtı olan) bir m adde. Canlı, ya da cansa, yanmış bir nesnenin geride bıraktığı İzleri, parçalan artıklan olur. Bunlar bir daha yakıiamaziar, zira yanm a özelHlderini kaybetmişlere*. Bu açıdan bakıkkğmda kül, sonsuza dek kaba ve art* fiziksel, biyolojik ve kimyasal türden herhangi bir değişikliğe uğramaena olanak bulunmayan, rSğsr bir deyişle, değişmemesi gerekeni yansıttığından, GERÇEKLİK kavramını simgeler, onun simgelerinden biri olur. Aynca külde bir BİTİM olayının varlığı" yandı bitti kül oktu" ifadesinde yerini bcılmaktodır. Bitmek ve kül olmak YAN M A OLAYT nın son evresini oluşturuyor. Şüphesiz biten her nesnede, ne türden olursa olsun, maddi değerler de sıtır objr. Çünkü o şey yoktur artık. Ama manevi olan değerler yanmakla bile bitmez, son bulmaz, bilakis daha da güçlenirler ve kahcı olmaya devam ederler. İşte bu açıdan bakıldığında KUL, manevi değerlerin kalıcılığının bir simgesi olmuştur. Kül ebedi olan ruhun m a d d e l eşmiş hal kür. %

Antik çağlarda ölülerin yakılma uygulamasının gelenekleşmiş olduğu ça ğ ve toplumiarda, bugün de var olduğu gibi, kalan külün hepsi, ya da bir kısmı, biraz da kemik parçası ile birleştirilerek OSTOTEK adı verilen mermer, lahite benzer küçük sandıklar veya vazolar içinde saklanmaktaydı. Vazo matristir (ana rahmkfr). Hitit uygarlığı yerleşim

149

bölgelerinde anıtsal mezar yapıtlarının bulunmayışı ölülerini yaktıklarının bir bapça kanıtı oluyor.

da

bu

insanların

Kül ve kemikler ölen kimsenin yanmış bedeninin artıktandır ve ebediyen ona özgü kalacaktır. Bu bakımdan aynı ev ve aile içinde bulundurularak onun aile bireyleriyle manen de olsa, gene sonsuza dek birlikte yaşaması sağlanıyordu. Ölü küllerinin ya da yakılmadan içlerine yerteştirildHderi kocaman mermer lahitiere bir ev görünümü verilmesinin sebebi bilinmektedir. Bizim bu konuya ilâve edeceğimiz yorum, vazo, küp. lahit gibi içine birşey konulmak için yapılmış objelerde bir alıcılık, diplik bulunduğu inananın yaygın olduğu ve buna bağlı olarakto bu tür kapların bir çocuğun, hangi ya pa olursa olsun, bilinçaltı A N A RAHMİNE DÖ N ÜŞ ÖZLEMİ' ni duymasıyla ilintili oluşudur.. İpe bu hiç bitmeyen arzu ölülerin gömüldüğü mekânlarda somutlaşmış bulunuyor... Aynı özlem doğum sonra» İçki de düşünülebilir. Bu olayın en göz önünde olan örneği Kariye Müzesinde birinci narteksteki İsa1nın doğuşu mozayiğindedir. Bebek İsa tepede beşik, ya da sanduka içindedir. Üzerine Ruhüi Kudüs (Nur) inmektedir..Vazo benzeri kapların rahim gibi tasarlandığını belirtmiştik. Bu kapların ayrıca HİDROMEL (Hayat iksiri) muhafaza ettiğine inanılırdı. Bu yönden olsa gerek, Yunanda vazo süslemek kutsal sayılan bir sanat dalı olarak gelişmiş bulunuyor... Ateş, yakmak istediği şeyi yakıp bitirdikten sonra, arlık yakacak bir şey kalmadığından, yavaş yavaş kendiliğinden sönmektedir. Yani maddesel yaşamını tüketen bir canlının HAYAT ATEŞİ sönmüştür, ya da söndüğü için ölmüştür, ölmüş kabul edilmiştir. Geriye kalan ise sadece küMe özdeştireceğimiz CESET tir. Bu cesedin İslâm topiumunda ya da kremasyon denilen yakma uygulamasını benimsemiyen diğer toplumiarda. toprağa gömülmesi toprakla birtepp bütünleşmesi daha uygun bulunmaktodır. Toprak her çağda dip olan karakterini tüm insanlara kabul ettirmiştir, o aym zam anda DÜNYANIN da RAHMİ' dir. İşte bu uygulam ada da bilinçaltı (ana rahmine dönüş özlemi) inancı egemen olmaktadır. Güncel . yaşantımızda okuruz, duyarız; falanca kip, falanca yerde ölmüş, şehit düşmüş, naaşı DOĞDUĞU YER olan... nakledilecektir...Çünkü onun doğduğu yer, bir bakıma onu doğuran yer yani anasının rahmi olmaktadır. Bazı ülkelerde yakılan ölünün külleri nehire (suya) atılır. Su da dişidir, rahimdir. Bu bakımdan açık denizlerde ölenlerin cesetlerinin denize atılmasında bir sakınca görülmez.

150

Normal otarak kulun alılm ış otan rengi GRİ* dk. Gri renk siyahla beyaz1ın belirli bîr ölçüde karışımından da elde edilir İşle bu gerçek bizde. İster istemez, beyazla Hade edilen yaşamın, belirli bir türe (belirli bir ölçüde) sonra SİYAH1 ın, yani başlangıç renginin içine karışıp onunla birleşip bütünleşmek istemesi düşüncesini yaratıyor, ölüm yeni bir yaşamın başlangıcıdır. Başlanpç ve BİTİM ölüm olayında bkbirteriyle buluşmakla ve ölen inşam birbirlerine adeta devir testim etmektedirler. Tüm uygarlıklarda dinsel bir işievi otan yapıların kalıcı olmaları istenmiş ve bunun için daha sağlam inşa edilmişlerdir. Bugün ziyaret ettiğimiz antik yerleşim merkezlerinde ayakta kalantann çoğu kez dini mimari yapıttan olduğunu görüyoruz. Osmaniı mimarisinin başta gelen CAMİLERİ, dikkat edilirse, dış yıkleri renk olarak griye çatar ve bizde ebediyetin kutsallaştırılması istendiği izlemini yansıtır. Yazının henüz bitirmediği İlkel topluluklarda, ölüm ve ikinci bir doğum inancına bağlı oiarak yapılan aytnier de ergenlik çağm a geçiş: amaçlayan kut törenlerinde, adaylar, kendilerine ruh görünümü verdirmek için, üstlerini külle örtürüyoriardı. kül burada bir geçiş1in göstergesi oluyor. Akdeniz havzasında , ölümün ve geçici nitelikte kİ, tüm dünyeviliklerden arınmanın sembolü olur. Mısırlılar ve Grekler, tuttuktan yası göstermek için, başlarının üstüne kül koyduktan gibi, külün üstüne de oturmakta ya da kül içinde yatıp yuvarlanmakladırlar. Benzer adetlere A/cp ve Yahudtierde de rasttantr, „

Öte yandan, kurban edilen hayvanların kütünde çamaprian temizleyici bir özellik bulunduğuna inanıldığı gözlemlenmiştir. Ünlü kanun yapıcısı Solon1un külleri (M.ÖVI) Atinaya bağlantılarının kaba olm a» İçin külleri Satamİne adasının üstüne serpilmiştir. Burun aksine, büyücülerin külleri de hayaletler bir daha geri dönmesin diye, nehirlere atılmaklaydı. Kül sadece matem, alçak gönüllülük, nedamet değil, aynı zamanda yeni bir hayat ümidinin de sembolü olmuştur. Avrupa kırsal kesiminde geçen yüzyıl başına kadar köylüler, çamaşırlarını kütlü suda yıkamaktaydriar...

BACA

(ŞÖMİNE)

Dünyadaki canlı yaratıkJann gökle ilişkisini sağlar. Öykülerde, perilerin, büyücülerin...hep oradan girip

151

Çrtctıitaı aniohfc. NHetim Noel Baba' da yribaşı geceleri oym cakkn, b o a d a n girerek geftrip, ocağm örtme kcvnx*lodırl.TapırK 3kk3nrı, göçebe çaariannın, ev içinde yalayanların hayat soluklan oradan çıkıp gider. Bu botomdan bacg, aile oca&na can veren bir soluk kanabdr Boca ocağm sembolizmine bağh olarak, zaman içinde, bir sosyal baâidık ve dayanılmanın da bir sembolü olmuştu.

DUMAN - TÜTSÜ ve BULUT Yerin nAlr n m u r v ln Ka Mam İ. . Ax ı . . _

ı_ı_

i t

k u sjja n a n am aç ve Deuernuerle benzerlik taşımıştır. Araç olarak ta, böylesine ruhani bir işlevde arociMc yaptığından buhurdan kutsal bir değere sahip olur, Kartye Müzesinde buhurdanı IkJ ayn yerde görüyoruz: Birincisi, Isa1nm doğum haberini alarak onu kutsamak İçin Surtye valisi otan zalim Herod* un huzuruna çıkan üç kâhin (Gaspc». MeAcior ve Baltazar) den en yaşlısı otam hediye olaro* getirdiği bir buhurdanı elinde tutmaktadır. Diğeri ise Naos tâki ünlü Koimizis mozaytğinde Sairrt Phılippe (havarilerin en yaşlısı) Meryem1 İn ölüm döşeğinin yanında buhurdan sallarken gösterilmiştir. Bir ölü yakılırken (kremasyon) onun ateşinden çıkan dümenin, cesedi tericeden n iu ı göğe götürdüğü inana yaygındı. Vani bu duman havaya karışarak ruhlar âleminin ortamındaki yerini alıyordu. Kuzey Amerikada Kml Deril şefleri savaş ya da banş anlaşmaları gibi önemli karartan aldıkları » n a n t a r ve diğer dinsel törenlerde de İçtikleri piponuı dumanını, törelere özgü bir biçimde, onun kutsat ve kaba olması için havaya üflemekteydier. Ardından aynı pipoyu bu karara katılanlar arasında

152

elden ele dolaştırarak, sanki onların da onaylarını almak İstercesine, bir harekette bulunuyorlardı, kendi yöntemleriyle kaoUsyon ( I ) yapıyorlardı... Ataş dumanının yüksek noktalar arasında teati edilerek bir haberleşme aracı olarak kullanılma», dumanr nın MESAJ TAŞM CIUK karakterini kanrt-kjmaktodır. ^ Bulutlar nemli olan havamn yükselmesiyle oluşan birer duman kmıesidlrief; aynı taşıyıcılık karakterine sahiptirler. Yüklü olduklar su buhannı sürekli yer değiştirerek, rüzgârın istediği yönde, oradan oraya taşır dururlar.. Orta Asya Moğollan YURT adı verilen göçebe çadırlarının tepesindeki delikten çıkan duman sütununun DÜNYANIN EKSENİ olduğuna ve aile ocağım göğün kutsallığına onun sayesinde ulaştırdığına inanıyorlardı. Yurt a yaşayanların hayat soluklarının çıkıp gittiği &ACA da o aile ocadna can veren bk SOLUK KANAUYDI. Batıl bir gelenek olarak, eski çağlarda dumanın başvurduğu bir tam aracı olduğu bilinmektedir. Örneğin, bacasından çıkan dumana bakarak o evde hasta otip hususunda bk fikre sahip oluyorlarmış?,.. Ancak bu yadsnamryacak bir gerçek vana, o da duman' nm HAYAT ATEŞ* I ve MESAJ olgularıyla d a n boğkntısKir.

hekimlerin bir evin olmadığı gelenekte

Bllfclfik. sağlık, müzik, şiir ve güneş tanrısı olan ApoHon tcpırddannda görevli kâhinler ziyaretçilerin tapmoğm önünde k u to n (adak) olarak kestikleri genellikle bölgede daha çok yetiştirilen keçi etlerinden tüten dumanm şekil ve yönünü İzleyerek, bazı algılamalar ve tanılarda bul "A te ş otamayan yerden duman çıkm az!1 özdeyişi her nekadar sebep ve sonuç içeren bk anlam taşıyorsa da gerçekte, ateş çarpan bk yürek, duman ise, bk canimin ancak bu yüreğin çarptığı sürece, yani sağ İken yapabileceği bk solunumu İfade etmektedir. Şu hususu hatırlatmakta yarar görüyoruz kİ, insem denilen canlı do kendine özgü bir evrende, tıpkj üzerinde yaşadğı YER KÜRESİ gibi, bir başka dünyadır, ON UN DA İÇİNDE BİR ATEŞ bulunuyor!.,.

153

Bir önceki açıklamamıza şu varsayımları da İlave edeceğiz: Dumanın çıkmadığı yerde: -Ya ateş yoktur, 'Y a bu ateş yanmamıştır, yakılmamıştır, -Ya da sönmüş, veya söndürülmüştür. İnsan, içindeki bu ateşi yakmak için havayı çekip onu tekrar dışarı bırakır. Yani soluk vermek insanın içinde FAAL OLAN ateş' in dumanı gibidir. Dumanın içinde karbon di oksit var. Bu gaz bir yanma olayının oluştuğunu kanıtlar, HAYAT ÖPÜCÜĞÜ adı verilen uygulama ise sanki, sönmeye başlayan bu ateşi körüklemek, üflemek için yapılıyor... Buharla duman arasında oluşum ve içerik bakımından benzerlikle* şunlar: Buhar da bir ateş kaynağı İte ısınmış olan sudan çıkar ve bir duman şeklinde yükselip buluttan oluşturur. Rengi yoğunluğu oranında, beyaz, gri veya kara olabilir. İçeriği temizdir, yağmur yağdırır, yararlıdır. Duman ise, o da yanan, yakıları nesnelerden çıkar ve göğe yükselir. Vanan şeyin zehirli artıklarını yüklenir, onu temizler ama başka yer ve çevrelere zarar verir. San ve sonuç olarak, duman' ın HAYAL ALEMLERİNE yapılan seyahatleri) te ilgili etkisine değineceğiz: Esrar, hatta sigara bile içenler, geçici bir sure de olsa, o maddelerin uyan oranında bambaşka âlemlere dalıp gitmektedirler!...

SÜPÜRGE Görünüşte mütevazı bir ev aleti; ama gerçekte gözle görünmeyen kutsal bir gücün varlığını İfade eden bir sembol olmuştur. Eski tapınaklarda, ibadet mekânlarında süpürme işi de bir tapınç hareketi olarak kabul ediliyordu. Zira süpürge, yeri dışardan gelen, gelebilen tüm kirletici maddelerden arındırmaya hizmet etmekteydi. Ancak1 bu işi yaparken süpürgeyi temiz ellerle tutmak şarttı.

154

Aynı doğrultuda, tanma dayalı uygarlıklardan Kuzey Afrika1da ekinlerin ezildiği harman yerini süpürmede kullanılan süpürge bu nedenle ekin' in sembollerinden biri olmuştu. Matem1e girilen dönemin ilk günlerinde bereketin kaçmaması, ya da ölünün ruhunu rahatsız etmemek amacıyla evin süpürülmemek gerekiyordu. İngiltere'de ev geceleyin süpürülmez; sebebi evin içinde gezinen ruhları yaralayıp tedirgin etmemek... Aslında tozu bertaraf eden süpürgeler görünmeyen misafirlerle çarpışmakta ve onları kaçırmaktadırlar. Bu açidan yuvarım koruyucu perileridirler. İlkel toplumlar da kabile yerlileri İlk baharı karşılama törenlerinde çiçek halindeki süpürge otu demetlerini toplamaktaydılar. Bu demetler evin bereketinin kaçmaması ve görünmeyen ziyaretçilerine herhangi bir zarar gelmemesi gibi bir işlevin manevi sorumluluğunu yüklenen uğur süpürgeleri sayılmaktaydı. Ama şayet süpürge bu koruyucu rolünü değiştirirse, o t<*dirde lanetti büyü etkisi yüklü bir alet haline dönüşüyordu. Bunun için tüm ülkelerin büyücChiJhirbaztanntn bacalardan çıkıpn hafta sonu toplantılarına (SABBA’ ya ) katılmak için sapma üstüne binip gittikleri bir araç almaktaydı. (Not: Sabba Yohudilerde Musa yasalarına göre tüm çalışmaların kesilmesi gereken haftanın yedinci günü otan Cumartesi yapılan dinlenmedir. Bugün Tann' ya (Yahve' ye) adanmıştır. Sabba her 50 yılda bir yapılan JÜBİLE geleneğinede yansımış bulunmaktadır.) Öte yandan süpürge falîlk olduğu kadar, özellikle iman ve inançtan uğruna şehit düşenierin ateş vaftizi1nin sembolü de olmuş bulunuyor,,.

MUM ve MUM ALEVİ . Bir mumun alevi, ilk oluştuğunda, gayet duyarlı, azimli ve karartı bir görünüm sergiler. Daha sonra ise, üflryerek yapılan tüm söndürme girişimlerine, gücünü aşmadığı sürece, dünden geldiğince direnir, eğilir, bükülür ama, sonunda gene dik duruma geçip ışığını yayarak, onu almak isteyenler için aydınlatma işlevini aksatmadan yapmaya devam eder. Bu nedenle

155

olmalıdır kİ» dik duruşunu, doğruluğu korumaya azimli olan kar için,H mum gibi" denilmektedir. Ancak dibine ışık vermediğinden orada olup bitenlerden» çoğu kez haberleri olmaz, maaesefl... İŞte mum alevinde gözlenen bu olgu, sembolizm edebiyatında onu» İnsan yaşamının çeşitli engel ve girişimlerle geçen bölümünün bir göstergesi ve simgesi yapmış bulunuyor. Bir ülkü uğruna hizmet vermeyi İlke edinmiş İnsanlar d a mumun alevine benzerler. Topluma çok ve daha yararlı olabilmek amacıyla yükselip daha iyi görebilm e ve görünebllm e için didinen bu kişiler zaman, zaman farklı YÖNLERDEN VE UZAKLIKLAR* dan kendine yönelik olumsuz etkilere uğramaktadırlar. Ama onlar, tüm bu girişimlere . [ış ın ın yararına inananlann destek ve koruyuculuğu sayesinde), sarsıntılı devreleri geçiştirip, kendinden beklenen görevi sürdürme gücüne er ya do geç tekrar kavuşmaktackrlar, Yanan bir mum, asbnda nerede ve hangi koşullar altında iş yaptığının, boyunun bosunun ve hacminin ve aydınlatma alanınm nasıl ve nekadar olduğunun bilincindedir. Yaşamnm vodesi bitene kadar mücadele eder ve bir gün dikildiği şamdanın cfibinde, son kertesine, son nefesine kadar azmini yitirmez; nihayet geride kalanlara veda edercesine mutlu ya da hüzünlü bir şekilde so ğa ve sola sallanarak, el saHryarak kendini söndürür, göçer ve gideri... Mumla ilgili olarak, güncel d a n şu konuya da deyinetim: Doğum günü kutlama pastalarının üzerine, o kimsenin bastığı yaşı simgeleyen sayıda mumlar dküHyor; sonra bunlar nefes darbeleriyle söndurülmeye çabşılıyor?...Hemen hemen dünyanın her yerinde, nereden kaynaklanrtğı ve ne amaçla yapıldığı pek araştırılmayan, gelenekleşmiş adetlerimizden biri olan bu olaya da değinmek istiyoruz: Uzmanlar bu konuya şöyle bir açıklama getiriyorlar: Mumlan üflemek» “ geçm iş gitmiş yıllarda tattı v e a c ı taraflarıyla, o lu p bitenleri bir tarafa bırakıp unutm ak ve onlon, söndürülen bu d e vle rle , geçm işin karanlıkksnna göm m ek. Bundan , sonraki yaşam a, g e n e onların direnişlerini kıran bu güçlü ve tapta ze ha yat soluğu He b a şla ya b ilm e k . Başlangıçtan itibaren gözlendiği gibi, hep soyut ve sembolik kavramların içinde dolaşmaktayız. Bu bakımdan bazı farklı yaklaşan ve yorumlarımızın yadırganacağım tahmin etmekle beraber, mum ve doğum günü pastalarının yaptığı çağrışımla şu tür bir benzetiş yapmaktan kendimi alamıyorum: Camüerimizin etrafına, lezzetli bir pastadaki gibi,

156

mumu andıran minareler dikilmiştir. Bunlardan bazılarının şerefe sayılan, Süieymanlye ve Suttan Ahmet camilerinde saz edildiği gibi, Osmanlı imparatorluğunun kurulduğu veya İstanbulun fethi gibi mutlu ve önemli olaylardan sonra, aynı hanedandan İş başına geçen padişahların bu tarihlerden sonra kaçıncı sırada olduklarını simgelerken,, dolaylı olarak, sanki o olayların yıJdönumleri de hatırlatılmak istenir!... Aynca, ay takvimine göre, bir yıl daha yaşlanan Kutsal gecelerimizin yıl dönümleri şerefelerde kandil yakarak kutlanmaktadır. Bunlar, Velâde-i, Nebevi, Regaip, Berât ve Mirâc geceleridir. Türbelere, evliyalara ve hatta ölülere, ziyaretleri sırasında, mum yakıldığını görmekteyiz. Amaç, bu kimselere göre, o ölünün ruhunu aydınlatmak ve onun sayesinde yüce katlara ulaşmasını sağlamak!.,. Cahiliyet döneminin alışkanlığından başka bk şey olmayan bu mum yakma adetinin ateş İbadeti ite ilişkili ve onun uzantılarından biri olduğu da İleri sürülüyor. Diğer bir görüş, mum yakmayı, adına yakılan kişi için beslenen sevgi ve bağlılığın" ha la bir m um alevi gibi ya nar halele o ldu ğu nu ” ifade etmek şeklinde, yorumluyor. Hıristiyanların kiliseye girince İsa ve Meryemin önünde mum yakmaları da aym espriden kayıxıkJanmaktadır. Çünkü (ALEV) bütün geleneklerde günahlardan armma, aydınlığa kavuşma ve ruhani aşkm bk göstergesi olmuştur. Mumun zaman içinde Hıristiyan rcSıibe terinin bk simgesi olduğu bilinmektedir, Çünkü onlar, bir mum gibi, kendi kendilerini yolup bitirmelerine rağmen, Attah aşkı uğruna bakireliklerini korumaya azimfi ve yeminliydiler. Eskiden, daha çok Ortodoks foplumlannda, evlenen kız koca evine meşaleli kortejlerle yolcu ediliyordu. Bugün bile Vunanistanda genç bir kızın evtendfği zaman kocasının evine, etinde yanar bk mumla girme geleneği sürdürülmektedir. Mum normal olarak İlkel bir aycknlatma aracıdır. Camilerimizin mihrabında, estetik açıdan, iki tarafa aynt şekilde yerleştirilmiş büyük mumlar görmekteyiz. Şüphesiz bunlar, daha çok elektriğin henüz ülkeye gelmediği devirde, kullanılıyordu. O zamanlar caminin İçi normal olarak kandillerle aydınlamıyorsa da, Berat gecelerindeki gibi, ibadetin sabahlara kadar kesintisiz sürdüğü hallerde, cemaatın bir kısmı camiyi boşaltıyordu. İşte bu mumlar, israfı önlemek için, sadece camide kalıpta mihraba yakın olanlar ve namazı sürdürenler İçin yakılırdı. Ateş İbadeti ile yakından veya uzaktan hiç bir İlgisi bulunmamaktadır.

157

Doğrudan doğruya alevin sembolizmi ile ilgili olan mum, aslında şu dört temel maddenin birleşimini yansıtmaktadır: Balmumu, ftHI ateş ve hava. Bu birleşimde esas maddeyi oluşturan mum suyu, fitil toprağı, alev ateşi simgeliyor; hava ise bu alevin oluşmasına yardımcı oluyor. İşte bu dördü, yanan, hareket eden ve zaman zaman değişik renkler yansıtan alevin içinde bir araya gelip, dünyayı oluşturan elemanların bir sentezini yapıyorlar. t Mum eskiden ispermeçet üretiliyordu. Bilindiği üzere, bu kullanılmaktadır. İspermeçet suyudur, yaşamın tohumudiff. maddesi su ile özdeştirflmiştir,

balinası denilen Kaşalot balığının yağından gün bu yağ sadece kozmetik üretiminde sözcüğü (sperma) ile üğlldfr. Sperma bel Sonuç olarak, ö r tur su olduğundan, mum '

Mumyalamaya Fransızca (momifier) deniliyor. Bu sözcük Persçe (mumeia veya mum)1dan alınmıştır.

LAMBA Ezotenst kaynakların İfade ettiklerine göre, lomba ateş elemanı ile Hgffidir; ayrıca insanın da bir görünümünü yansıtır. Çünkü o da, İnsanın İlk yaratıldığı zamanki gibi, kilden yapılmış birgövdeye sahiptir. Onda bulunan bitkisel (vejetatif) can veya hayat prensibi, lambamın alevini yakan ve bitkisel bir madde okm zeytinyağının karşılığıdır, ruh öğesi ise (ALEV) dır.(£/fce* -Dişi semöotemine BkzJ

Alâattinin lambası veya kandili, efsanevî bir objedir. Onun alevinden çıkan aydınlatıcı ışınlar önceden haber verilen bir olay) sahneliyor; böytece. masallar gerçek oluyor ve bu ışınlar partiküllerin sırtarını çözüp açıklıyorlar... j Aslında IŞIK IŞIKTAN gelir, ama tüm ışıklar TANRI1dan gelirler...

158

YEDİ KOLLU ŞAMDAN Kudüste Kral Davtf in oğlu Saiomon (Hz. Süleyman} un tapmağında kutsal emanetler arasında yer alan bu şamdan, tsrailoğullarınca manevi ışığın ve yaşam tohumunun bir sembolü olmuştur. Sözü edilen şamdanın dinsel açıdan sem­ bolizmi, kozmik sembolizmle İlgili olduğundan, onda güneşle birlikte altı gezegeni simgeleyen yecfi kol bulu­ nuyordu. Genel görünümüyle bir b a d e m a ğ a c ın ı anımsatan ve saf altından yapıtmış olan şamdanın üstünde, mum­ ların takılı Olduğu kâseler badem ç iç e ğ in e benzemektecfirier. Yahudi asıllı bk Yunan filozofu olan iPtıHon1un 1 1Molz' İn hayatı*4 kitabında belirttiğine göre. Zakari (Hz, Zekerrtya) şamdanın ortasında yükselen kolun güneş, her iki yandan üçerti olmak üzere bulunan kolların göğün yedi katındaki yedi gezegeni, yedi lamba ise Tanrının (Yc*ıv6) dünyanın her yerini görebilen gözleri, olduğunu söylemiştir. Genellikle Yahudi sinagog!an ve mezar yapıttan üzerinde görülmekte olan yedi kollu şamdan figürünün hayat ağacı He de İlişkisi bulunmaktadır. Hıristiyan Apokalips1İnde sözü edilen yedi şamdan yedi kollu, değildirler. Astında bu şamdanlar Anadoluda kurulan İlk yedi Hıristiyan cemaatı (Yedi kilise] İle ilgildir.

TA Ş, DİKİLİTAŞ (Bkz. ONYX- Hacı Bektaş taşı.] İnsanlar, çoğu kez, bir yerlerde dolaşırken, gördükleri atışılmamış renk veya biçimde olan küçük taşlan hemen atıp saklamak İsterler. Nitekim birçoğumuz bu türden taş kolek­ siyonculuğunu bir hobi olarak sürdürüyor. Eki tutkuyu oluşturan etkenin, taşlarda gizemli bir yaşam izinin varlığına İnanmaktan kaynaklandığı Heri sürütüyor.

159

Germen toplumu ölünün ruhunun onun mezar taşında yaşadığı İnancını hala korumakta. Bunun için mezarların üstün» taş koymayı adet edinmişler. Modem çağda bile, ölümsüzleşmesi istenilen bazı ünlü kişHerin taştan İmâl edilmiş devasa heykel ve anıttan dikiliyor; yüz kabartmaları yüksek dağların kayalarına işleniyor. Önemli olayların geçtiği yerler, noktate da oraya bir loş dHdJerek,unutturmama mücadelesine katılıyor. Taş1 m Hkel topJumlardan İtibaren bazı dinlerin tanntannm simgelediği bilinmektedir. Jakop1 un ünlü rüyasını gördüğü esnada başını bir taşrt üstüne koyması Hıristiyan İkonografisinde özellikle belirtilen bir sahnedir. İslâmda, tüm Islâm âleminin hac için ziyaret ettiği Kabe1deki Kara Taş (H ocer-l Esved) in Hazreti İbrahim tarafından buraya konulduğu varsayılmakta ve kutsal kabıi edilmektedir. Kabe1de ayrıca YEMENİ a d verilen, bir başka kutsal taşta bulunuyor. Ruhla arasında sıkı bîr bağlantı bulunduğu varıayıktiğmdan, taş batıl inançlar üzerine kurulmuş mitotijilerde seçkin bir yere sahip ve kendisine büyük çapta saygınlık duyulan bk m adde olmuştur. İnsan neslinin yaratıcısı olduğu Heri sürülen Prometeus efsanesi kıcelenctiğinde, taşta dalma fnsancH bir kokunun varitğr hissedilmektedir. Taşla insan arasındakiŞişkinin varkğı, ( İniş - çriaş veya varoluş- yokoiuş deyimlerinin içeriğindeki anlamda somutlaşmıştır) dtyerek açıklanıyor. Çünkü taş gökten düşmüştür; kutsal olduğundan yere dikilir ve gene ona dofru yükselir. İnsan da böytedlr; o da Tanrıdan doğmuştur ve gene O 1na dönecek yani ruhu göğe çıkacaktır!... Taş. toprağa yan gömülmüş haliyle, daha doğrusu toprağın İçinden dışarı taşmış görünümüyle, üreme kültüne giren bir semboldür. Öteden beri taş dikmek, yani taşın üstüne bir başka taş d a h a koym ak, onu biraz daha yükseltip göğe yaklaştırdığından, kutsal bir uğraş sayılmış ve İlâhi bir yapıyı simgelemiştfr. İşte bu nedenle DİKİLİ TAŞLAR, kendisinde ilâhi bir nitelik bulunan yaprtlar olarak, saygınlık görmüşlerdir. Ancak bu taşlar, özellikle tapınaklar, işlenmiş değil, özellikle

160

brüt yanf yenmemiş taşlardan inşa edilmeliydiler. Zira kerimli taş, t* yerde, insanın esiridir, onun bir ürünüdür; aksini yapmaksa Tannnm yarattığı bir şeyin kutsallığını zedelemek olacaktır; zira kesimli taşm insamnp(yaratıcı enerjiden yararlanarak), muktedir olduğu davranıştan ve bağım lılığını kütle taşın ise tamamen [Tanrının eserini ye özgüllüğünü) yansıttığı inancı egemendi. Nitekim bu inana hala sürdüren Vfetnarr*kr varyaz vunian taşm kanadığını öne sürerieı?.., Kaba, yani yontulmamış taş, insan eli değmediği sürece iki cinsiyettiğini korumaktadır. Ancak yontulduğu takdirde, bu özelliğini hemen yitirir ve cinsiyetler birbirinden ayrılırlar. İnsanoğlunun bu ayrıma müdahale etmesi PaleoMik çağdan Neolitik ça ğa geçiş süreci içinde başlamıştır. Nitekim kadın ve erkek figürlerinin bu çağdan İtibaren yapıldığına tank oluyoruz. Mimari açıdan ise, şayet yontular taş, biçim otan* kübikse dişi, konikse ericek sayılıyordu. Bınun sonucu, daha çok dini rrtmariye niştin yapıların kaidesine küp-kare, üst kısmına ise kor* ve piramidal bir görünüm verilmiştir. Bu uygulamada üç ve üçgenin erkek, dört ve bununla ilgili şekil ve hacimlerin dişf karakterli oluşu fcesi ne bağlı kalınmış olunuyor, sonuçta üçgen biçimler daima ç » say* o ta ta n üzerinde yer almıştartk. Bazalt taştarmn delikli otanlan dişi, düz otankrii ise erkek t a a k İsimlenebiliyor Bu İki taş cinsinin seçim ve kullontimodald y a a rk v n Diyarbakır1dakı yaprttarda görüyoruz. Yıfcan Mısırdaki Kdmak tapınağında giriş yolu üzerine sıralanan ve üzerinde bazı mesajlar yazılmış otan DİKİLİ TAŞLAR vardı. Bunlar te p n a ğ kötü ruhlardan koruyan bk paravan gibi tarâtanmaktaydıkv. STAJİK YAŞAMIN BİTKİSEL C A N U Ü Ğ IN I simgeleyen bu dUdi taşlar üzertae şekk ve resimlerle (Neroğllf) kazılmış olan bazı mesajlar, ta p ı k u ta ok^u nedeniyle ölümsüzleştiği gibi, taş* ta bu yazılar »ayetinde, btrbMerinJ bütünlercesine, bk kat daha kutataşmaktaydılar... Taşla ağacm bk kıyaslaması yaptirsa; ağaçlar da, dikili taşlar gibi, doğal okwak hep göğe uzarup sanki orada bkşeye ulaşma eğemi gotiermefcledirier. Bu bakımdan onlar daha çok DİNAMİK YAŞAM *m bk simgesi olmuşlardır. Dfcilitaştar aynı zamanda firavun1u da simgeliyordu. Firavun, da ğ anlamına gelen bk sözcüktü...(Dağm aç***nam a Ma.)

161 ı

Eski çağlarda sunaklar hep taçtan yapılmaktaydı. Çünkü ora» tanrının durduğu ve adaktan orada kabul etliği yerdi. Çinde, gökten düşen taşların" mana M© konuşan variıktar" olduğu ve buntann, tıpkı mağara tavanına takılı sarkıtların uçlanndan düşen parçalar gibi, gökten yere düştükleri sanılıyordu. Bu bakımdan göğün de bir tavan' a sahip olduğu varsayılmıştı. Anadolu'da gök taşı -na kara taş veya yıldırım taşı adı verilir. Göktaşı düştüğünde bol yağmur getirir. Bu bakımdan (meteor) ay kötüne bağlıdır v b dişi olarak nitelenir. Hattusaş Büyük Tapınaktaki yeşil taşın aslında bir metorit olduğu ileri sürülüyor. Bu varsayım doğru İse, saz konusu taşın öncelikte gökten düşmesi, sonra küp şeklinde ve yeşil Olması nedenlerine bağlı olarak kutsal bir ob|e kabul edilip tapınak içine alındığım aoyHyeceğiz.. . (Kişisel yorum) ilk alet ve silahları taş olmuştur. Bunlar Yontmataş çağı sürecince, taşın geliştirilip biçimlendirilmeslyte, yapılmışlardır. Mağara insanı taşa çok önem veriyor, onunla bütünleşmek cesaretini arttırıyordu. Çünkü taş aniden karşılaştığı bir hayvana karşı hemen eğilip yerden akiği koruyucu süah oluyordu. Dünyanın

İlk kacfcn ziynet eşya® olan kolyeler de doğal delik taşlardan İmal edilmişlerdir. Diğer etoburiannldne benzeyen kesici diterimiz olmadığından, yaptıktan bu Hk atat hayvanın kesici dişine benzetilmişti. Bu arada belirtmeyi yorariı bulduğumuz bir olgu da MNazar bölümünde değinttctiği gibi, kendiliğinden delik olan taşların uğurlu sayılmaları ve nazarlık olarak kuttanıtmatandu. * Delikli taş yerde kalmaz * deyiminin kaynaklandığı nedenle İlişkisinden söz edilebilir, kanısındayım.. Delikli taş (matris divin), tanrıçanın dölyatağı' dr. Bu nedenle Anadolu’ da süt çocuklarını delikli taştan geçirme odeti vardır. Yunan ve sonra Roma* nın yontu san* atına geniş çapta yer ve önem verdiği bilinmektedir. Örneğin, Didim gibi bazı tapınak sütunlarının kaidelerinde veya içlerinde (Efes Hadrten...), Perge, Hierapolıs, Nyssa ve benzeri tiyatrotannnın sahne duvarlarında görüldüğü gibi, buralarda gerçekleştirilm iş olan her motifin, her desenin veya flgûrün amacı, kesinlikle, somuttaşiırmak, istediği bir kavramı yansıtmak, veya ölümsüzleştirmek istediği mitolojik bir otayın geçiş tarzını anlatmaya yöneliktirler. Bütün txriar, engin bir san’ at anlayışı İçinde, ustaca, estetik

162

vonden mükemmel ve özellikle simetri kurollonna son derece dikkat edlleıek gerçekie^ırtimigierdir. Bu bayan, heykel sanalı için de avnı 0 ° ^ ’ <*"uşlur. Bunlarda, yüz ifadeleri, saç- sakal, hatta elbise kıvrımlarının bile gerçek görünümlerini yansıtması ön pianda tutularak

adeta kendilerine ruh ve can

verip, konuşturmak, İstercesine bir

“ M üdürler. Bizim bu yaklaşım içinde verebileceğimiz örnekler Sort Arterms tapmağındaki sütunlardan biri ve Sultan Ahmet meydanındaki Teodasyüs Dikili taşıdır. Üzerlerine kazılan yazılarla, bu taslara a d e ta ." kendi kendilerine konuşur *havası verilmiştir.

■s, B“ -f0*11" 1" hdî^'onndan geçeni antotıyoriar. Biri sel felaketinden sonra L f T ” , ^ İu6unu töylüv0fl d® w ' ancelen nasıl direndiğini, sonunda buna mecbur Durum unlu Artemıs heykelinde de söz konusu laenni yer kalmıyocak şekilde dolduran çeşitti

« a v a dikilmemek için kaldığını...dile gellrivorl olabilir. Bu tcmnça da figürlerle, kim ve ne

otedğunu ve nefere kadir okluğunu sessiz bir lisanla konuşur gibi oegif mıdır?,.. ^Eadödon, kalıcı olması istenen ve gereken kanunlar, kurallar, bazen teımanJar, hep taş üzerine yazılarak duyurulmak İstervnkftr. Bu konuda ■ -Prttane^ deki dorlk sütunu ve Küreler caddesinde kfln*te ban yajcklamatannın yaymlandıgı duvar Gazetelerini örnek olarak göstereceğiz. * * * onJ°V15tanna uygun bir malzeme oiatc* »eçmış ve kınanmışlardır. Bunun için de özellikle mermeri tercih ederek, taş oymacılığında en üst düzeye ulaşmışlardır. Mermerin de çeşitli cins ve kaHfeferf bulunuyordu. Ama onlar önemli yapıların, czeflüde kapriannt^birincl hamur kağıt gibi!), en iyi cins olanından inşa etmişlerdir Mermerin bulunmadığı yerlerde ise, bölge taşından yararlanmalardır' Aynca mermer toprağın bagnndo oluşup geliştiğinden yeraltı dünyasının bir parçasıdır, bu bakımdan ayrt bir kutsallığa sahiptir. Mermer İlginç yönleri olan bir taş türüdür; öncelikle beyazdır gorunumlen güzelleştirir, ölümsüzlüğün rengini yansıtır, dayanıklı ve uzun omurlu olmasına karşın birazda duygusaldır (J) çünkü, mermer bir heykele parmakla dokunulsa, terdeki çok az miktar asitten bile etkilenir, bu olaya memnerin ağlam ası veya kusması denilmektedir. Özerinde taşıdığı dualar, ayetler, methiyeler...daha uzun süre silinmeden kalır, ömürtü olurlar

163

Tas ü z e r i n e yazı yazmak olduğu kadar, onun biçimlendirilmesi ve Üzerine resimler çizilmesi de kutsalbir uğraş olmuş ve bununsonucu kalıcılığını koruyabilen sanat eserleri yaratılmıştır. Hitilter önemli olaytan ölümsüzleştirmek için, alçak kabartma sanatını geliştirmişlerdir. Bunlann en güzel örneklerini Yaahkayada ve diğer ortostaf lorda gözlüyoruz. N o t : (OrtUostate) btok taşfcr üzerine yaptlon criçc* kabartmakx&r. Aynen" dft duran insan ■ antammo geUyor.

w

Taş denilen bu maddeye bu denli önem verilmesinin nedenlerinden bîri de ondaki şu özelliğin varlığıdır: 1-

Rutubetlilik,(faziletlerin kuuyup yok olmasın* önler)

2-

Elle tututabiliriik,

3-

Ateşe dayanıklılık.

4*

Sağlamlık,

Taşın dinsel bir görüş yaklaşımı içinde konu edikŞği geçmişteki bazı alaylar, ört ve adetlere yerleşmiş uygulamalarla, buğun bile geçerliliğini koruyan bazı geleneklerden söz etmek isliyoruz: IGbeie kültünün merkezi FrigyadK. Ana tannça lObele1 nm ilk taş yontulan göktaşından yapılıyor ve Pesünus (SMtbtann W ™ * * * Ballıhisar) ta siyah bir göktaşına tapdıyordu. Sonr^tan ^ J * * J t t * kütünün göçü meyamnda Romaya taşındı ve M.Ö.I1. yuzyılda Ptatirvus tepesindeki bir tapmağa yerleştirildi. Romalılar, bu ana tannça taşını Maano Mafsr (Büyük Ana) olarak anm<*taydılar. Sonradan lübele, Romanın uğradığı bir taş yağmuru »aşında, ban mucizeler yaratır... İbrani geleneğine göre, Tanrı, Musa' ya, "Doğın üstün®, bana doâru ael ve « o d a kal kİ, sana buyruklarımı vereyim! * dedi. Burada, Tanrının israiloğullanna verdiği ve (taş levhalar- tabletler) enerine yazıl, olan 10 emrinden söz edilmektedir. Taşı başın altında yastık vapmanm da aynca kutsal bir anlom temdıâı öne sürülüyor. Dikkat edilirse. JocoC, cennet merdiveninin altında, büşînı taşa koymuş olarak yatar bir biçimde resimlendırilrniştir.(Kcr))» AAjzed)

'

Hıristiyan söytenceierinde, biraz abartıimiş olmakla beraber, Isd nın bile taşlan yaratıldığı anlatılır. Öte yandan taş ekmeği simgelediğinden.

164

Math*eu İncilinde, şeytanın yapmasını istediği, yazılıdır.

denemeleri

sırasında, İsa* dan

tas

ekmek

Kiliselerin ana kubbesindeki taş (kJlft taşı) İsa1yı simgeler; diğer taşlar mudillerdir ve ,h e p ona bağlı olurlar ve tapınağı, yani onun eserini tamamlarlar,,. İslâmda da vaiz verirken ve ezan okurken, yüksek bir yere çıkılması uygun olur görülür. Bu yükseltiyi sağlamak İçin de taş tercih edilir. Kâbe ziyareti sırasında şeytanın dışlanması, tas artılarak sembolleşfiriiir. â b* deki **** Taş CHoca" Esvod) gerçek bir göktaşK*. mahşer gunu Kâbe1yi ziyaret edenlere tanıklık yapacağına inanılan bu taşa dokunmak, öpmek dine olcsı saygı ve bağlılığın bir göstergesi oluyor. Arapça1 da ibadet yapılırken dönülen yönü belirlen " kılbie" sözcüğü KİBELE den, KABE be KUBALA' dan kaynaklanmış otabHİr?. Cahilryet döneminde türbelerin yanına onian nazardan korumak amacıyla taş kümeleri oluşturduğu görülmüştür. Keza, mezar taşlarının hortlaktan ve cinleri uzak tuttuğuna inanrimaktaydı. Tabut Musaltâ adı verilen taş üstüne konulur, Taşı taş üstüne koymakta sebebi bilinmeyen uğur getirici bir gücün bUunduğu İnancı bugün bile etkisini ıütaürmefctedİF.(..,taş bile konuşur, yolun bulunm asına yardım eder. Yollardaki kara işaret taşına bir tann gibi tapılırdı..?İnsan nasıl oldu* dan alıntıdır.) , Daha çok Anadotuda Ağrı dağı eteklerindeki otlaklarda, taşların küçük kuleler şeklinde üstüste konulması, bu ortakJann umriannı belirtmenin yanı sıra, kesin olmamakta beraber, bolluk ve bereketi sağlama amacına yönelik olduğu söytenryor(7). Taşla ilgili, fantezi türden, diğer yorumlardan bazıları şöyle: Bk çoban olan İsrail kralı Davtt, rüyasında kendini öldüreceğini gördüğü dev G o lia f ı bir sapanla attığı taşta, alnından vurmuştur. M edüza, kendisine kem gözle bakanlan taşa çeviren sihirli bir güce sahipli. Taş bir yerde, hakkaniyet ve mülkiyetin gerektirdiği uygulamalarda kullanılan güvenli bir araç olmuştur. Bu konuda, İlk terazilerde kultamlan ağıriık ölçülerinin taştan olması ve aidiyet (iyelik} akanlarının hudut taşlarıyla belirlenmesini örnek olarak gösterebiliriz.

165

Değerti taşlara gettrvce; bunlar kayatann İçinde oluştuktan sonra yeryüzüne çıkcvak kendilerini gösterirler, Bu taşların bir kısmı saydam, bir kısmı da yen saydam veya tşıksedw. Bu olay bir olgunlaşma veya karanlıktan a yd k iğ a yönelik olan değişimin sonucudur. Bunun için saydam olanlar mükemmelliği yansıtır ve muska, ilaç, büyü aracı gibi nedenlerle kuHamte. Renkli ve değerli taşlar konusunda inceleme yapmış kişilerin rtadeierine göre, zümrüt şehveti frenler, sinirleri dinlendirir, hafızayı canlandırır. Yakut sağkğı korur, zehirli maddelere karşı çıkar. Safir insana huzur, sevimlilik verir, dini inançların* güçlendirir. Elmas ağızda tutulunca yalanı önler, nefsine güveni arttım. İnci ise başağnsına iyi gelir. Lapis denilen taş, Mezopotamya ve Sassanilerde ve Chri*tophe Cotombe' tan önce Ameriİtada, yıldızlı gecenin kozmik sembolü olmuştur. Rengini sema' dan aldığından kutsal bk güç kaynağtaır. Aslında mavi olan diğer nazar taşları gibi o da geneHikie doğu ülkelerinde, kem göze karşı bir muska olarak kullanılmıştır. niKİl HASLAR. İNSAN. AĞAÇ ve TAPINAK SÜTUNLARI : Bu dört öğe «vatında sembolik (u yaklaşım ve öıdejlirmotaf yapılabilir: İlk tapınak tannça Hera1ya ithaf edilerek Samo* adasında inşa edikti. Bu tapınağın sütunları ahşap ok*> onu çepeçevre sanp koruyan m uhafızlar olarak düşünülmekteydi. Mısır Kamak tağmağı girişindeki 7 obelita m bir amacı tapınağı kötü ruhlardan korumaktı. Daha sonraki sütunlar mermerden imal edilmekle beraber aynı geleneksel amaç korurdu, yani sütunlar gene ağacı, yani İNSAN11 stilize etmeye devam ettiler. Başlıkta* onun gökle, kaideleri, yani kökleriyle de yerle irtibatını sağlamaktaydı. Başlıkta gövde boyu arasında insandakine benzer bir orantıya sahiptiler. Yunan nizamlarından Doctk olanlar bu sütunların ilk örnekleri, başlıkta süs yok, kaide ise doğrudan platformla temas halinde. Dorik olanlar erkeksi okyak niteleniyorlar. İslâm mezar taşlarından erkek kişiye ati olanlarda böyle. Takip eden evrelerde, sırasıyla, iyonik, korenttyen, kompoztt adı verilen nizamlar çıkıyor. İyonik nizamda daha çok erkeksi bir hava var; koç boynuzlan (volütler) vs. üçüncü etapta ortaya çıkan Korentiyende ise dişil bir görünüm bulunuyor. Kadın mezar taşlanmız gibidirler. Kompozif e gelince, bu, her ikisinin karışımı, yani herm afrodit bir görünümde.

166

Sulun başlıklarının böylesine gelişimi ile, insanın Adem1den itibaren, erilden dişile doğru olan değişim ve gelişimi arasında, fantezi de olsa, bir benzerlikten söz edebilirmıyiz acaba? Genelde toprağa dikilen loşlar üzerine yazılar, methiyeler, mesajlar... kazılıyor; taşın kutsallığı ile bütünleşsin ve aynoa kalıcı otsunlar diye. Taş insanoğlunun gelecek nesillere aktarmayı amaçtodbğı mesajları, bilgileri en iyi koruyan bir dost / malzeme olarak seçilmiştir. Bugün bile, ağacın yaş otan gövdesinin Kabuğuna yazılar, resimler, ok, kalp.,glbi semboller kazıyıp bırakıyoruz. Çoğu kez bir anıyı, bir arzuyu şekillendiren bu semboller orada, ağaçta birlikte yaşamım sürdürüyorlar... Günümüz mezar taşlan da birer dikilitaş gibidirler. Onların da üzerlerinde ölünün kimliği, özettikle hayatta iken yaptığı iş, mesleği, hizmetleri vs. belirtilerek yazılar kazılıyor. Roma, Bizans mezar bellerinde de özellikle ölünün mesleği taşın üzerinde alçok kabartma ile belirtilmekteydi,(flta. Mozartapanmız} Mason sözcüğünün karşılığı D u v a ra ' dır. Mabedin kullanılan taşlar Masonluğun ana malzemeleridir.

yapımı

için

Ham taş, çırak Mason1 u simgeler. Çırak hem duvara, hem de taş olduğundan Önce kendi kendisini yontmak zorundadır. Öylesine yontacakk İd bu ham taş dlalanacak ve en mükemmel bir KÜP TAŞ haline ge-lecektir. Mason mabedinin yapımında bazı taşlar daha değerlidir. TEMEL TAŞ, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik, KÖŞE TAŞ11, Masonik ölümsüzlüğün simgesidir! Bu taş binanın kuzey- doğu köşesine yerleştirilmekledir. Karanlık olan kuzeyle aydınlık olan doğu* nun birleştiği KÖŞE TAÇ ı karanlıklan aydınlığa doğru olan evrimi simgeler. KİLİT TAŞ özğür düşüncenin simgesidir. Başı benzer.

DAĞ Semboller sözlüğünde dağla ilgili yorumsal nitelikteki açıklamalara bir hayli yer verilmiştir. Ancak biz bunlan özetlemekle

167

aşağıda

otan

üçgene

yetinecek

vs

herşeyden

önce ookınn maddi olduğu kadar manevi yükselişin, yükseklik, yücelik ve büyüktük kavramlarının sembolizmi He HişkJİİ olduğunu belirteceğiz. Dağlar, topoğrafik görünümü nedeniyle, yer ve göğCn birleşme noktası, yeryüzünün balans ağırtıklan ve dikiş yerleri olarak knarianıyor. Yukarıdan aşoğrya doğru bakıldığında, zirvesi dünyanın merkezi, aşağıdan yukarıya bakıldığında ise, dünyanın ekseni, yamaçlar da tırmanılmaıı gereken bir merdiven şeklinde, algılayıcı oluyor, Grafik oksrakfa, diğer geometrik şekillere orarfa, daha çok bir üçgen görünümü yansıtan dağ tepeleri, tanrıların oturduğu yer olup, onlarla İlişki kurabilmek için, tırmanılma» gereken tek yol olarak kabul ediliyordu. Doğlarm znvelen, ulaşılmak istenen ve bunun İçin her türtü tehlike ve zorlukları göze aldıran, ancak oraya varınca bambaşka bir heyecan, zevk ve boşan duygusu He dolunan noktalar olmuştur (DoğcrM «poaj) Bu olayı (Merkez1in) sembolizmindedeğindiğimiz gibi, çoktan TEIC e yönelip ona ulaşmanın arzu ve amacıyla azdeştirmemiz mümkündür... Zirvelerinin bazen bulutlan çevrelenmesi Hıristiyan azizlerininki kutsal bir görünüm vermektedir.

bir hâle He gtoi, dağlara

Kibele, etimolojik olarak t* - D a ğ tanrıçası' dır. Bu bakımdan hemen her ülkenin mitolojisinde, kendilerine özgü bir kutsal d o ğ tx**mr. Nitekim İslâm kozmolojisi (evren bilim) nde, aşoğKda tekrar değineceğimiz, bir KAF D A Ğ I1ndan söz edfckğtnt .. zaman zaman duymaktayız. Ankara1daki müzede ^ Neolotik çağa ait bölümde sergilenen yanardağ muhtemelen Aksaray1 daki Haşan Dağ* dır. Ona saypnlık duyulmuş resimlendirilerek meskenlerinin içine aalrmştırt?) Gerek mitolojide gerekse tek Tanrı kavramının oluşturduğu evrelerde, önemli olayların hep dağlar üzerinde geçtiğinden söz edilir. Bunların başmda, Otlm pos dağı geliyor. Bura» tanrıların oturduğu yer olarak kurgulanıyordu. Öle yandan, Ararot d a ğ ı, Nuh peygam ber söylencesinin geçtiği birdağdır. Musa peygamber, Tanrının kendisine gönderdiği 10 emri Sina d a ğ ın d a almış, İbrahim peygamber ise, oğlu İzale1 1 Tann aşkı için. Mescidi Aksa1 nın yanınddci Amorfa d a ğ ı üstünde kurban etmek istemiştir. Id a d a ğ ı (Kaz dağı) Truva savaşlarında rolü olan, ilk güzellik

168

yarışmasının yapıldığı bir dağdır. FJlistindekJ Zeytin dağı, Isa1 mn vaftiz edildiği ve şeytan tarafından denendiği dağlardan biri olup gene bu dağın üstünde göğe yükselmiştir, İncilde adı geçen dağlar, Samarttendeki Gartzlm dağı, Kudüs yılanındaki, İsa1 nın çarmıha geriİdiği Catvarfe (Gotgotha) adı verilenle, gene İsa1 nın üzerinde şekil değiştirdiği (transfigürasyon) Tabor dağı (561 m.) ve nihayet Meryem4 İn ölümünden önce bir süre yaşamını geçirdiği ve sonra göğe yükseldiği varsayılan Efesteki Bülbül Dağı' dır. Hz. Muhammet ilk tebliğini Tanrıdan Nur dağı üzerindeki Hlra mağarasında almıştır. Arafat dağı,, hacıların kurban bayramının arefesinde ziyaret ettikleri mübarek bir dağdır. Çünkü peygamberime Müslümanlığın esaslarını açıklayan ünlü hutbesini burada okumuştur. Hutbe, Cuma ve bayram namazlarında hatiplerin okuchJdan ayet ve hadislerle süslü dini nutuktur. Bu hutbeler 1924 de kadar Hcritfe1 nfnde ismini ve duasını içine akrdı, 11Kendi namına hutbe okutmak", Ortaçağ İslâm devletlerinde, madeni para basmak gibi, saltanat ve egemenlik alâmetlerinden sayılıyordu. İran ve Arap efsanelerinde ve çoğu kez blnbir gece masallarında sözü edilen KAF DAĞI, görünen ve görünmeyen âlemleri birbirinden ayvan, Tanrıdan başka kimsenin onun arkasında kimin yaşactiğ ve neyin bulunduğunu bilmediği, dünyanın çok çok uzaklarda bulunan ucunu noktalayan düşsel bir d a ğd ır. Kof dağı aslında yanına ne kara, ne de deniz yakıyla gküemtyenı bir yerdir. Bu dağ, dünyanın üzerine oturduğu bk zümrüttür. 6u taş yerinden oynactiğı taktirde, dünya devrilecek ve başka yönlere yuvartanacaktırfl). Kat dağı dünyadaki tüm dağların anasıdır, bir A N A DAĞ1ds. Diğer dağlar ona yarattı damarlarıyla bağlı bulurvmaktadıriar. Öte yandan, Kaf dağının üstünde (Zümrütü Anka) veya (Simurg) adı verilen bir kuş yaşamaktadır. Başka mitolofilerde ise gene Kaf adı verilen bu dağm, Kafkas sıradağları üzerinde olduğu söylenir...Tüıkçemizde "Burnu Kaf dağm da” demek "kibirli insan" anlamına gelir. . Dağın mitolojik sembolizmi konusunda, Hitit tanrı ve tanrıçaları çoğu kez. Yazılıkaya1da görüldüğü gibi, dağı simgeleyen sivri şekiller üzerinde dururlar. Modem yaşamda da önemli kişHerin heyketieri, örneğin Atatürk, mümkün olduğunca yüksek bir platform üzerine yerleştirilmek istenmiştİr.(Ankaro-Ulus) 1

169

Eski Mısırda ise [firavun) sözcük olarak (d a ğ ) anlamına gelmekteydi. Bu bakımdan, piramitler, dikili taşlar h e p firavun1u sim geler sa nki" ben bu ra d a yım d e r gibi" her taraftan görünebilirler ve onlara bakanlara, "dağ glbit “ dedirterek, firavun' u hatırlatmaya vesile olurlardı. Vaktiyle insanlar dünyada en küçük şeyin KUM, en büyüğünün ise D AĞ olduğunu sanıyorlardı. Düşünüş bugün de böyle, söz arası nitelik ve nicelikleri "Kum gibi, ya da Rdağ gibi11sözcükleriyle sembolleştiriyoruz... I-

Neolitik çağda, Masan, Metendiz ve Erciyeş gibi indifa eden dağların, toplumda büyük panik ve hayranlık uyandırması, Htttlterin birçok doğ tanrısı' na sahip olmalarını etkilemiştir. Sümer tapmaktan ise doğ biçimindeki ZIGGURAT1 tordan oluşurdu. Mısır çöllerinde ise dağların yokluğu piramitlerle karşılanmıştır. Venüs (Afrodlt) için yapılacak tapınmalarda dağ gibi yüksek yerlere çıkılması adet edinilmişti. Bu nedenle olmalıdır ki, kadın cinsel organının üstündeki bombeli kısma VENÜS DAĞI adı veril miştirl... Leonard Vinci1 nin Louvre müzesinde bulunana ünlü Meryem- Çocuk tablosunun arka planındaki dağı ressamın gelişigüzel bir am açla yapmadığını sanıyoruz... Dağ1ın çok tanrılı dinlerde, diğer yeryüzü oluşumları arasında bu denli saygın bir kata çıkarılmasında, ekonomik ve güvenlikte ilgili etkenler de rol oynamıştır. Dağ önce, bereketin kaynaklandığı, bir yerdir.Anadoluda "yağm ur d u a s ıy ü k s e k bir tepeye çıkılarak yapılmaktadır. Bunlar, göğe yönelik zirveleriyle buluttan kendilerine çeker, kaynaklan doldurur, kar ve buzlan tutarak, bir enerji birikimi yapariar. Bahar geldiğinde, bunları ' serbest bırakarak, ovalara akıtır ve toprağın verimini arttırırlar. Bunun içindir ki, en verimli ovalar hemen dağ eteklerinde ve vadilerde bulunmaktadır, Aynca bu ovalar erozyon sayesinde, dağlardan, tepelerden koparılıp sürüklenen toprakla gitgide zenginleşmektedirler. Aynca, dağdan inen bu sular kanalizasyon akıntılarını da kolaylaştırmaktadır. Bu bakımdan, dikkat edilirse, çok eskilerde olduğu gibi, OsmanJı yerleşim merkezlerinin bir çoğu da ğ veya yüksek tepelerin yamaçlarında kurulmuşlardır. Bu tercihin diğer bir nedeni de, kentin bir saldırıya uğraması halinde, sırtlarını dayadıkları bu dağlara çıkıp direnişi kolaylaştırmasıdır. Kapadokyadakl Ortodoks cemaati vadilerin yamaçlarında yerleşmeyi yeğlemiştir. İhlara, Göreme Soğanlı vadilerinde bu örneklere tanık olmaktayız..., Eski Ahit1te ,HD a ğlar kalelere berberler ve güvenliğin sem bolüdür ■ denilmekledir. Kentlerin dağ yamaçlarında kurulmasının bir yaran da,

170

büroda inşa »dilen konutlar teraslar üzerinde bulunduğundan, hemen hepsi, birbirlerinin onunu kapatmazlar, gerek görüş olanağından, gerekse güneşten aynı oranda nasiplerini alırlar. Sıcak mevsimlerde serinlemek için gerektiğinde, bu yüksek yaylalara taşınma daha kolay oluyordu. Nitekim, Ak Deniz sahil şeridi boyunca kurulmuş olan, Perge, Selge, Aspendos, Side... gibi kentlerin hemen gerilerinde yükselen Toros Dağlan üzerinde, gene aynı çağlardan kalma yerleşim kalıntılarına raslanmıştır, Bunlar arasında tiyatro, odeon - gibi yapıtın kalıntıları görülmediğinden, söz konusu yerleşimlerin geçici süre için (bir istila halinde veya serinlemek lçin)kullonıldığı saplanmıştır. Dağ iklimi ve yaşantısı, burada doğup yaşamakta otan insanların karakterlerini daha sert ve haşin kıldığı gibi, bedensel olarakta, onların daha dayanıklı ve savaşçı olmalarını etkilemektedir. Bu bakımdan, tarih boyunca, hep dağ insanının ova insanına galip geldiğine tanık olmuşuzdur... Dağ1la ilgili bu açıklamaya Sayın Reşit ERGENER* den yaptığım bir alıntı İle bitirmek istiyorum: (Sümer ve Öabil metinlerinde Güneş tanrısının hergün doğduğu ve battığı ANA-DA&LAR* dan söz ederler. Sümer tapmaktan da ğ biçiminde ZIGGURAT lordır. MısırMar da dağların olmadığı H yerlere Piramitler yaptılar. Nil nehrinin, dağ tanrısı ite çiftleşmesi sonucu oluştuğuna İnanırlar. Eski Mısır etilinde Mons sözcüğü hem dağ, hemde dişi cinsel organ demektir.)

MAĞARA Mağara, dişi karakterli olduğundan Anadolu mitolojisinde, TOPRAK ANA' NIN RAHMİ şeklînde değerlendirilen, doğal, yani insan düşünce ve emeğinin ürünü, mimari olmayan bîr yaprttır. Taş devrinden itibaren ilk gömütterin ve TAPINAK1îann mağaralarla başladığı bilinmekledir. Tarihin dinsel olaylarla ilgili kısımları incelendiğinde, mağaraların hemen her çağda ve toplumda, gözden ve gürültüden ırak, daha güvenli bir ortam içinde ibadetlerini yapmak istryenler için bir sığınma yeri olduğunu görüyoruz. Bu bakımdan mağaralar, genellikte önemli bazı etini otayfann geçtiği ve bu konuda bazı reform girişimlerinin yapıldığı yerler olmuştur. Melekedeki Hira ve Sevr mağaraları, Efes, Afşin ve Tarsustaki Yedi Uyuyanlar mağaraları, Sumeta Manastırının bulunduğu mağara, Silifke1 deki C e n n e t O b ruğu içindeki kilise ve zorunlu nedenlere bağlı

171

olarakta, Kapodokya koya kiliseleri... hep bu amaçlar İçin yararlanılan yarlerden başlandır. Obruklar ters donmuş birer mağara görünümü veriyordu. Mağaralar simgesel doğumların gerçekleştiği ortamlar olmuşlardır. Nitekim Ana Tam ça Rhea Zeus' ü Girifte bir m ağarada doğurmuş ve gizlemişti. İbrahim peygamberi de anası gene Ota1 da bir mağarada saklamış, Eyüp peygamber ise bir mağara içinde çile çekmiştir...Etesteki Artemis tapınağı da ilkin Panayır Dağındaki bir mağarada kurutmuştu. Öteden beri mağaralar kutsal bir çekiciliğe sahip ve içinde manevi bir güç kaynağının bulunduğuna inanılan yerler olmuştur. Bunun için Tanrıdan yapılacak isteklerde bazen mağaraların seçildiğine ve bunların DİLEK MAĞARASI olarak adlandırılanına, tamk oluruz. Ayrıca, bazı eski mağaraların, özellikle astım hastalarının şifa bulmak için başvurduktan yerler olduğu da biliniyor. Mağaranın, fiziksel olarak içerlek bir yapıya sahip olması, insana bir yuvada olduğu ğb i, içine sığınmak isteği vermiş, ona güven ve cesaret duygusu aşılamıştır. Kiliselerin absitteri ve camilerin mihraptan da bu ibadet yerlerinin en kutsal köşeleri olup, sanki ilk bannak ve tapınaklar olan m a ğ a ra d a n eskitenmişçesine, yapı içinde belirgin bir girinti (niş) . oluştururlar... , Bunun yanı sıra, mihraptaki mukamaslan çok nesnel ve fantezi bir görüş olmakla beraber, mağaralardaki sahaflarla özdeştirmekten kendimizi alamıyoruz!?.. Avrupa1da paleoiltlk çağa alt mağara sayısı Anadolu1dakilere oranla daha çoktur. Çünkü Avrupa da Paleolftik ça ğ uzun sürmüş, Anadolu1nun Neolitik evreye geçişi daha erken olmuştur. ■ Mağarada ışık olmadığından burada yaşamak zorunda olan insanda açlık, susuzluk ve tuvalet gereksinimi de minimal düzeyde oluyordu. Not: Takip eden aşağıdaki metin Sayın tanrıçalar diyan Anadolu' dan" alınmıştır.

Reşit

ERGENER* in 11 Ana

(Mağaralar, insanların ilk barınaklarıydı. İnsanlar mağaraları, ev , ahır ve tahıl ambarı olarak kullandılar. Tahıl ambarı işlevini yerine getiren ve

172

tepeden merdtvente İnilen çukurlar, İtalya' da, Almanya1da. Libya1da ve İspanyada1da yaygındı. Eski Yunan1da tahıl, Eleusis' de toplanırdı. Birçok Yunan devleti, ilk ürünlerini Eleusis Demeteri1 ne yollardı. Tahıllar, orada güze dek yeraltındaki ambarlarda saklanır, sonra çıkaılıp sattırdı. Bu tahıllar yenilmek İçin değil, tohum olarak kullanılmak amacıyla satılırdı. Yeraltında saklanan tahıllar, belki ölülere yakın oldukları için kutsal nitelik kazanırlardı Tahılların saklandığı kuyulara, Latince1 de «kuyu» anlamında putmuş denilirdi. Bu kuyularda buğday, yüz yıl bozulmadan dururdu. Anadolü da, Kapadokya yöresinde moğaralar bugün de, ürünlerin saklanması amacıyla kullanılıyorlar. Bu mağaralarda ısı ve nem koşullan, yı(boyunca değişmiyor. Bu yüzden Anadolu' nun değişik yörelerinden gelen elma, limon gibi ürünler, Kapadokya1 daki mağaralarda, uygun koşullarda pazarlanmak üzere bekletiliyor. Kapadokya1 da 80-100 metre derinliğe İnen, binlerce insanın barınabileceği, yeraltı kentleri var. Bu kentleri, tahıilan ve diğer tarım ürünlerini depolamak amacryta yapılmış olabilir. Bu kentlerde, değişik bölümler birbirlerine, insanların ancak birer birer ve iki büklüm geçebileceği, lobirentimsî, dar koridorlarla bağlanmış. Her bölüm, diğerlerinden, ancak içerden oçılabilen kapdaria ayırtıyor. Koridorların, düşmanların yeraltı kentinde Ueriemeterini güçleştirmek amacıyla dar yapıldığına inanılıyor. Bölmeleri birbirinden ayıran kapılar, yine düşmanlara karşı birer engel oluşturuyor. Yöre halkı, yeraltı kentlerini, düşmanlardan kaçabilmek amacıyla birer sığınak olarak kullanmış olabilir. Ancak Kapadokya1 daki yeraltı kentlerinin, öncelikle birer tahıl anban olarak yapıldığı düşünülebilir. Eğer bu doğruysa, kentlerin içindeki güvenlik önlemleri, depolanan tahılların çalınmasını önlemek amacıyla alınmış olmalı.)

AY Sembolizminde güneşle ilgili bazı ortak noktalan var. Bir başka yerde de değindiğimiz gibi ay, kendi başına ışık vermez, ancak güneşten aldığını yansriır. Ayın gökyüzündeki hareketleri, birbirini izleyen değişik fazlar şeklindedir. Bu nedenle, sürekli yer değiştiren bu gök cismi bir bağımsızlık sembolü olmaktadır. Ay, dişıFik prensibine sahiptir; Bu bakımdan

173

onun aydınlattığı geceler kabul edilmişlerdirl.

de

dişi olup, daim a

yarınlara

gebe

olarak

Yunan Artemisi ve Roma Diana' sı çoğu kez elinde veya saçlarının arasında bir hilâl taşır. Artemis, analığın belirgin vasfı olan koruyuculuk ve şevkatfe özdeştirtlir. Ormanların, şehirlerin, doğum yapan kadınların...ve avcıların da koruyucusudur. Sarf ( Salihli) ta, avcıların bugün bile, Artemis tapınağının önünde durup, avlarının bol olması için Tanrıya dua etlikleri, rivayet ediliyor. Aslında bu tür geleneklerden bazılarının, gerçek nedeni, zaman yolunun üstündeki duraklarda kulaktan kulağa değişikliklere uğrayan şu veya bu efsanenin, günümüze kadar uzanmış kahntılanndan başka bir şey olmadığı kesinlik kazanmıştır. Yoksa, vaktiyle çok kutsal sayılan bu yerlerin hala etkisini sürdüren manyetik bir çekiciliğinden mi, söz etmemiz gerekecek?.. A y ın simge olarak önemi, onun kadın yaşamını denetlediğine inanıldığı dönemin bir kahntısı olabilir. Leto bir ay tannçasjydt. Kuğu şekline girerek Artemis ve Apotton1nu doğurdu ve Ademisin annesinin yerini aldı. Artemis ve Apoilon ikiz kardeştiler; bugün bile gök yüzünde beraber yaşıyortar; biri batarken diğeri çıkıyor, sanki saklanbaç oynar gibi, birbirlerini kovalayıp duruyoriarl... Hıristiyanlık dönemine alt bir ikonada Meryem, ayağının (eteğinin) altında bir (ay) gösterilmiş. Bu görünüm bizde tıpkı Efesteki ay tanrıçası Ademisin ünlü tapınağının Meryemin son günlerini yaşackğı Bülbül dağmm eteğinde bulunuşuyla ilgili bir benzerlik a lg » yaratıyor. A y ın bir başka özelliği de, yaşam devrelerini simgelemesidir. Önce doğar, sonra büyür, bir süre ayakta kalır ve nihayet batar gider, yani ölür; am a ertesi akşam gene doğarak evrenin bu kesin kuralını kanıtlar. Kuran1da ayın bu özelliğini dile getiren bazı ifadeler bulunuyor. Ay, eski çağlardan bu yana, başlıca zaman sembollerinden biri olmuştur. Her ay dönemi sonunda üç gün kaybolur, görünmez, sanki ölmüş gibidir. Ama. birden tam parlaklığı ile kendini gösteriverir. İlk takvimler güneşten çok ayın hareketleri izlenerek yapılmıştır. Cahiliyet döneminde Kâbe' de 3 put vardı; Lat, Uzza ve Manuoi. Lat (El llâhe) demektir. Tatfte bir tapınağı vardı, o bir gökyüzü tanrıçasıydı. Leto Karya dilinde kâdın, hanımefendi anlamına geliyordu.

174

Hıristiyan geleneği, bu olayla İsa' ran çarmıha gerildikten ve mezarına konulduktan tam üç gün sonra dirilmesi ve sonra 37 gün daha yeryüzünde kalıp, kırkına gün göğe yükselmesi arasında ilişki kuruyor. Kariye müzesinde daha belirgin görüldüğü gibi, son m ahkem eyi görüntüleyen fresklerdeki ay, dünyanın sonu geldiğinde geçecek olayları yansıtmaktadır. İnanca göre, o gün gelip çattığında, ay kendiliğinden yarılacak ve güneşie birleşip kaybolacaktır!... Isiâmda İki takvim var; biri tarımla, yani güneşle Hgili. diğeri ise ruhani yasaların regülatörü (ayarlayıcısı) olan ay1la ilgilidir. Bunun adı a y takvimi1 dir. Bunun yanında İslâmda HİLÂL dediğimiz, ağız tarafı biraz açık görünen ayın büyük yer ve önemi bulunuyor. Bu konudaki ayanlık bilgiye, kitabın (HlKU) İle UgHl bölümünde değinilmiştir. Masonik düşüncede ise ay, mabetteki diğer bir ışık kaynağıdır; güneşie yakın ilişkisi vardır. Karanlığın simgelediği bütün olumsuz unsurları, güneşten, yani OLUMLU BİLİM' den aldığı ışıkla yok eder. Ay batılla, cahaiefle yapılan savaşın bir simgesi olduğu gibi her insanda beraber bulunan İYİLİĞİN ve KÖTÜLÜĞÜN ve insandaki yaratma gücünün de bir başka simgesi olmuştur.

KADIN VE AY İLİŞKİSİ VE AYA TAPINMA Kadınların üreme işlevini ayın düzenlediği düşüncesi hemen bütün toplumlar arasında yaygın bir biçimde rastlanıyor Her nekadar bu inanan bilimsel bir dayanağı yoksa da, kadınların aybaşı dönemleri ay dö-nemlerfne o denli denk düşmektedir ki, ister istemez aybaşı görme ite ay arasında, dolaysız da olsa, bir ilişkinin var olduğu izlemine sahip oluyoruz. Ayla ilgili bütün Hkel alışkıların temelinde bu inanç yatmaktadır. Öyle ki, AYA TAPINMA' yı çoktan bırakmış olan uygar toplumlar bile, bunları folklorun ve batıl inançların, geri düzeyinde, nerdeyse el değmemiş bir biçimde korumaktadırlar. ilkel toplumlardan bu yana, bir ana, üretken ve verimli bir kadınla özdeştiriien ayın, gökyüzünde, tıpkı kadınların aybaşı dönemi gibi, 28 günlük bir devre geçirdiği bilinmektedir. Ay, doğduğu andan dolunay dönemine ve daha sonra da yok olup iki veya üç günlük dinlenmeye çekHinceye kadar, tam 28 günlükbir dönem geçirir. İşte bu nedenledir

175

ki, kadınların da genellikle 26 veya 29 günde bir adet görmelerine AY HALİ veya AYBAŞI HALİ adı verilmiştir. Ay 29 günde t* kendini yenilediğinden kadın gibi kabul edilir. Ay, büyüde güneşten lazia yer tutar. Büyü bir zamanlar kadınların elinde olduğundan; büyücüler hep kadın olarak tanımlanır. Onlar jçin ay, özellikle birinin gönlünü çalmakta kullanılan, güçlü bir büyü aracıydı. Ay hemen her yerde ’ İlk zaman gö ste rg e si* takvim birimi, dolunayla ikiye bolünmüş oian ve 27, oluşan, AY AYI idi. Daha sonra Babilliler. ayı dört şekilde yeniden düzenlemiş ve bugünkü dört haftalık kurmuşlardır.

olmuştur. Örneğin, ilk ya da 28 geceden çeyrekten oluşacak ay süresinin temelini

Öte yandan, aybaşı görmenin nedenini a y a boğlıyan bazı Mket top­ lumlar, onu bu konuda aktif rol oynayan bir ERKEK olarak tasarlamışlardır. Örneğin Maorî kabilesinin inancına göre, ay tüm kadınların gerçek kocası, onlarda düzenli bir şekilde oluşan kanamalara yol açan genç bir erkektir. Gebe bırakmayla HgHi gerçek, ancak bababk toplumsal bk değer ve aniam kazandığı zaman, benimsenir, am a bu eski İnanç tamamen yok olmaz. Nitekim ilkel dillerde ay1 dan (ka d ı n l a n n efendisi) diye söz edildiği saptanmıştır. Uzmanlar, gerçeklen kadın­ ların regl dönemleriyle ayın yükselişinin! çok yakın ilişkisi olduğunu saptamışlardır. Regl gecikmeleri nıni ve aksaklıkla­ rının da gene ayla ilgisi olduğu söylenmektedir. Ayın denizler üzerindeki med ve cezir olaylarım olduğu gibi kadını etkilediği ve aybaşı olmakta ayın dönemini tamamlaması arasındaki bağlantı da inkâr edilememektedir. Buna göre, kadınların yumurtlama dönemleriyle ay arasındaki bağlantıyı incelemekte olan uzmanların, yakın bir gelecekte, doğum kontrol yöntemlerine bir AY BİLİMİ de ekliyecekleri sanrimaktodırL . Kadınlarla ay arasında çok yakın bir boğm varolduğu, onun kadınlan ruhsal ve fiziksel açıdan büyük ölçüde etkilemesi ve kadınların da tıpkı ay gibi çok değişken bir yapıya sahip olmalanyta da açıklanıyor.

176

ı

Kadınların aydan gebe kakildan düşüncesinden hareket ederek, onların ayın etkisiyle kendilerinden geçtikleri» hatta çıldırdıktan bile ileri sürülüyor. Ayın isteri, sara...gibi hastalıklarla bağıntılı olduğu, bunun içindir ki, İngilizce (luna)1nın ay, (Junacy? nin ise ayın bu etkileyiciliğinden esinlenerek, dektik , cinnet anlamında kullanıldığı söyleniyor. Anadolu Türkleri de» aydaki değişmeler sonucunda kimi insartarda ruhsal değişmeler meydana geldiğine inamriar. Böylece İnsanlara AYBA5T1 veya AYSAR derler. ' Anadolu1da aya, Frigyalıiar MEN adını verdikleri erkek bir tann olarak tapınıageimişdır. (Meni) sözcüğü ise forsça olup, erkek hayvan ve intan tohumu demektir. Aynı konuda, çok eskilerden günümüze dek süregelmiş bir yakarış ifadesinden de söz etmek istiyoruz," Ay gördüm AHah, Amerrhj BMâh. ne günahlarım varsa affet Allahl.." Kadınların cinsel yaşamından kaynaklanan AYA TAPINMA dayı zamanla kadınların toplumsal İşleviyle bağıntılı bir niteliğe bürünmüştür Örneğin, su çekmek, bitkilere bakmak, sulamak, boJ çiy ve yağmur sağlamak, kadınların gorevtytf. Dolayısıyla ay, bitki örtüsünün büyüyüp gelişmesinin nedeni ve bütün can verici sufann kaynağı olarak kabul edilmekleydi. Ay Hindistan1 da, (tohumun taşryıCM), Bat* de ise (ay buyurken bitki özü bol akar) derlermiş.. Avrupa folklorunda, ay hala bir dokumacıdır. Bu ise kadnlann işidir. Bu konuyla ilgili başka geleneklerden «öz edilebilirse de, gerçek d a n şudur ki, her şeyin çabuk büyümesi, çabuk gelişmesi, tomurcü d a m çabuk açılması, toproğm altındaki tohurferm büyüyüp yeşermeleri, daha çok ayın alçaldığı, dolunaydan sonraki günlerde olmasıdır. Bu yüzden üreticiler ağaçların dadanrv ay yükselirken budarlar; tohumlan ise ay alçalırken ekerler. Oküflizm çevrelerinde GÜNEŞ pazitft ve yaratıcı enerji deposu (Baba Koşmaz), dur. Ay ise negatif enerjiyi temsil eder, dişi prensiplidir, baba1nın enerjisini yansıtır. Aym doğurganlığın, verimliliğin kaynağı olduğu düşüncesi, oydaki gerçek değişmelerin öznel bir biçimde yonjnlanmasıyta geüşlirilmişflr Çünkü ay parlaklaşır, solar, büyür, küçülür ve ölür ve soma yeniden doğar. Böylece, daha önce de Bade edildiği gibi, yenilenişin evrensel bk simgesi durumuna gelir. Bütün İlkel halklarda, ölümden somaki diriliş inancı, D O Ğ A N AYLA ilintilidir ve giderek öteki simgeler arasında, ezellikle YILAN1la da ilişkili oiur. Avustralya ve Malenezya’ da ayın her ay deri değiştirdiği söylenir. Yılan da ay gibi, Havva Anamızdan bu yana, kadınlan baştan çıkaran bir yaratık olmuştur!. Yılanın daha çok kadınların

177

toplandığı su başlan ve pınar kenarlarında görünmesi ve fiziksel atarak erkek cinsel organına benzemesi, bu çağrışımları güçlendiren etkenlerdendir. Ayın can verici gücünü, özellikle kristallerde, yarı saydam değerli taşlarda, ayrıca insanların kemik ve saçlarında bulunduğuna inanılır. Ergenlik döneminde diş sökme ve saç kesmeye verilen önem, dişlerin ve saçların kendilerini yenileme özelliğinden kaynaklanır. Aya kurban sunuian yerlerde, kurbanların seçilmesinde benzerlikler göze çarpar. Bunlar genellikle çak doğurgan otan, tavşan, domuz, güvercin ve de, dokuz canlı duşu ile tanınan. KEDİ' dir. Eski Mısırda kediye tapınılmasının nedenini, Yunan tarihçi ve ahlakçısı Plutarkhos şöyle açıklıyor: Bu hayvanın çok renkli olması, geceleri dolaşıp yiyecek arama gibi alışkanlıkları ve garip üreme biçimi, onu ayla İlgili bir simge yapmıştır. Kedinin Hk doğmuşunda bir yavru verdiği gözlenmiştir. Bu da toplam (YİRMİSEKİZ) yavru etmektedir ki. ayın gün sayısının eşitidir. Kaldı ki, bu söylenenler tümden bir düş ürünü otsa bile, kedinin gcderinini ay dolunay haline geldiğinde, büyüyüp pariaklaşhğı, soluklaştığı zaman ise, küçülüp donuklaştığı bilinmektedir. Yunanistan halk dilinde de ay* ın dölütün kaynağı olduğu ve dolunayda çiy damlasının en yüklü olduğu inancı yaygındır. Çiçero1ya göre ise, ay cariılann büyümesini sağlayan ve topraktan doğan herşeyi olgunlaştıran bir sıvı akıtır. Ona göre de dolunay, tohum ekmenin ve evlenmenin en uygun zamanı sayılmaktaydı. Yem doğan çocuklar dadıları tarafından kapı önüne çıkarılarak aya baktırmaktaydı. Ağaç budamanın yanı sıra, koyunlann kırkılması gibi işler de hep aym yükselmekte olduğu dönem içinde yaprimaktaydı. Roma imparatoru Tiberyüs1ün de saçım kestirirken titizlikle uyduğu bir kuralmış bu; yoksa kel olacağına inanırmış!. Biz bile " saçlannr ay yükselirken kestirirsen deha çabuk uzar “ ya da, " Tırnaklarım ay doğarken kesme, çabuk uzar!" türünden öneriler almışızdır, büyüklerimizden,.

AY VE AŞK Romantik filmlerde gördüğümüz aşk sahnelerinde hemen her zaman rastlanan mehtap görüntüsü hiç de yabana atılmamalı. Çünkü ay ışığı sadece bir fltm ya da roman fantezisi değildir. Aşıklar üzerindeki etkisi bîr gerçektir. Nasıl gençleri şair, kadınları romantik kılıyorsa, erkekleri de heyecanlı ve ateşli birer aşık haline getirmektedir ay. Belki de bu yüzden pek çok kişi bu mehtaplı gecelerde uykusuzluk çökmekten yakınır

178

dururtar. Böyteoe özoflikJe dolunayın aşıklan etkiledi#, onlara cam heyecanlar verdiği, aşkı körüklediği söylenebilir. Hiç aşık olmayı düşünmeyen kişilerin bile ayın etkisiyle karşı cinse bir çekilme hissettikleri ve mehtaplı gecelerde sağduyularını kaybettikleri görülmüştür. Doğu felsefesine göre, dünya her zaman bir denge içindedir; dişi unsurlar İle erkek unsurlar her an bir denge ve uyum içinde olmazlarsa, hayat durur. İşte bu yüzden ay duygu ve İçgüdüyken, güneş de ruh ve zekâ unsurlarım birleştirir... Ve bu ikisi bir denge kurarlar, birbirlerini tamamlarlar. İnsanlarda da daima iki güç vardır (Yln v e Yang). Doğulu bilim adamları her insanın içinde bu iki gücün denge sağlamasıyla, o insanın sağlıklı ve dengeli olabileceğini öne sürerler. Sonuçta, ay etkisinde d a n insan da dengelidir. Akşamları daha güçlü ve çalışkandır...kafası geceleri çok daha iyi işler, bu yüzden gece çalışmayı ister. Biraz da olsa, hayalperest ve tembelliğe eğilimlidir, yaratıcı ve çekicidirler. Ay özellikle kadınların davranışlarını, yaşamlarını, en önemli anlarını ve duygularını asırlardır yönlendirip, yönetmekledir...

GÜNEŞ Güneş, mitolojileri gök cisimlerinden kaynaklanan çok tanrılı uygarlıkların bazılarında BAŞ TANRI, göğü baş tanrı kabul edenlerde ise İkinci derecede tapımtan, bir gök cismi olmuştur; Râ, Oslris, Mitra, Helioş, Şamjma (Telepuni), Apollon...aynı zamanda güneş tannsıydılar. Japon imparatorlarına da (güneşin oğlu}, denilmektedir. Işık ve sıcaklığı sayesinde oluşan yaşamın gerçek kaynağı olmasına karşın, kuraklığın da başlıca etkeni sayıldığından, insanlar sürekli olarak tepelerinden aynlmıyan bu görkemli cismi hem sevmiş, hem de ondan korkmuşlardır. Güneş İçin seçilen sembollerin, çiçek otarak daha çok, krizantem, lotus, turnusol (ay çiçeği}, hayvan olarakta, kartal, geyik ve asian...olduğuna tanık oluyoruz. Madenler İçinde ise, " madenlerin güneşT olarak adlandırılan atim, başlıbaşına güneşin bir simgesi sayılmaktaydı.

179

Çin mitolojisinde güneş YA N G , ay ise YİNG 1i. Çünkü güneş ışınlarını direk, bağımsız olarak yayar, ay İse onlan güneylen alarak yansıtır. Bu nedenle, güneş ateş gibi aküt ve erkek, ay ise pasif ve dişi prensipti olmuşlardır. Yunan mitolojisinde baş tanrı Zeus' tür ve bir gök tanrısıdır; en yakın çocuktan ise Apotlon, güneş, Artemis ise aydı, Güneş onlar tarafından göğün "b a b a sr gibi d üşeniyorsa da bu İnanışın Orta Asya göçebe toplumlarmda tamamen ters bir biçimde geliştiği saplanmçhr. Özellikle Türko- Moğol aşiretleri nazarında güneş dişi [güneş-ana), ay ise erkek (a yb a b a ) dır, Frigyaiılarda da Men bir ay tanrısıydt. Güneş, canlı yaratığın olduğu gibi, göğün de kalbidir. Ama tam tepe noktasına (zenltl gelince, dünyayı gören göz olur. Gönderdiği ışınlar {bilinçli bilgiyi gösterdiğinden), güneş bir kozmik akıl olur. Bu nedenledir ki, zamanının bir kültür, entettektüel merkezi olan Yukarı Mısırdaki Helkopolis." G üneş şehri* olarak adlandınlfyordu. Hıristiyan düşüncesinde İsa adaletin güneşi, yayınladığı 12 ışın ise onun havarileri olarak kabul edilmiştir. MasonhJda güneş okmlu bilimin ve evrenselliğin bîr simgesi olmuştur. Cahalet gibi, batıl inanç gibi tüm karanlık güçleri yok etme gücüne sahiptir. Dünya üzerinde foaltyet gösteren tüm localar öğlen vakti çalışmaya başlarlar, çünkü o saatle güne; en tepededir ve en çok ışık saçtığı yerde otur.

IŞIN - IŞIK Kaynağı dalma yamçı bir şey, bir ateş olmasına karşın, onun gibi acı ve ızdırap verici değil, bilakis sevilen ve istenen bir olgudur. Hıristiyan ve İslâmî geleneklerde ilâhiliğin olduğu kadar, ilmin, [bilimin) ve kültürün de sembölü oluşunu sürdürmektedir. Kuran, " Tann göklerin ve yeryüzünün şığıdır! " der...İsa İse çok defa * Ben dünyanın ışığıyım!* demiştir. Bu bakımdan ikonografide Kutsal Ruh (Ruhi' ül Kudüs) gökten inen bir ışık şeklinde sembolize edilir, İsJâmda bu ışığa nur denilmektedir. Nur sözcüğü parlak ışık, sevimli ve mübarek sayılan bazı anlamların yerine kullanılır. Gözümün nuru, göz nuru dökmek, nur yüzlü...deyimlerinde olduğu gibi.

180

Çeşitli küftür evrelerinde bazı figüıier de, etrafına ışın yayan bir hale (ayla) içinde gösterilmişlerdir. Bu ışınların yayıldığı merkez bir peygamber, aziz, bir kahraman veya dahi kişi olabilmekte ve ondan kaynaklanan bu ışınlar etrafmdakilerin üstüne yayılmaktadır. Bu ışıniar çoğu kez bir bereket olduğu kadar, diğer maddi veya manevi anlamı olan bir başka elkiyi de gündem e getirirler. Işın yayan bu kişi veya cisimlerin güneşle akrabalığı olduğu kabul edilir. Ancak bu ışıklar, dini açıdan, onu almak iifiyenleri veya almaları gerekli alanları niyet, eğilim veya yeteneklerine göre ■ ya ısıtır, tepkilerini güçlendirir veya tam tersine, onlan yakar, kurutur, etkisiz kjlarl

NUR, aropça aydınlık , ışık demekti ve Medineye inen 64 ayeflik Kur-arî ın 24. suresidir. O rada şöyle d e n ir:" Allah göklerin ve yerin nur' u dur. O 1 nun ışığı sanki bir hücredir ve içinde bir aydınlatıcı vardır. Bu aydınlatıcı bir kandil içindedir. Bu kandil pırıl prrıl yanan bir yıldtz gibidir. Kutlu bir ağacın yağıyla tutuşturulmuştur. Bu yağ ne doğununkıdir, ne de batininki....

GÖK (Gök hayalin, toprak ise gerçeğin sembolüdür.) N.E Mitolojilerde en büyük tanrı (ilâh), evrenin tek yaratıcısı, yeryüzündeki yaşamın, bere­ ketin,.. herşeyin sorumlusu, kozmik dünyanın regülatörü ve gene yeryüzü sahipleri olanların, kralların, imparatorların.. bile babası ofarak nitelendirilmiş ve yüceltilmiştir. Çin1 de imparatora "g ö ğ ü n o ğ lu 11 denmesinin de nedeni budur.

Mitolojide URANOS, göğe, kozmik varlık ve ilk tanrı kuşağı arasında, erkek ve baba tanrı olarak verilen isimdir. Uranos daha sonra GAİA (toprak) ile

Dünyayı yaratan 4 etken XII.Yy. minyatürü Al saz 181

birteşerek birçok tanrısal varlıkları türetmiş ve toprağın bağrına tıkamıştır!,.

bunları, doğar doğmaz,

Gök, mitolojik sembolizmde çoğu kez, bir çan, ters dönmüş bir bardak, kubbe, eyvan, bir şemsiye veya güneşlik, takke,(Hittt kralı Tudbatya’ ntn takkesi gibi) ve güvercin... }e betimlenmiştir. Gök, yerin pasif ve dişi olmasına karşın akttf ve erkek prensiplidir. Bu açıdan, insan' a gölde yer eşleşmesinin bir ürünü gözüyle bakılır. Bu varsayım, Yunanistandan geçip Asya ve Amer ikaya, daha sonra Mısır ve Siyah Afrikaya da yayılarak, be­ nimsenmiş ve oniann sembolizminde de yer almıştır. Gök, yerle beraber, evren deki ilk kutuplaşmanın sonucunda oluşan yumurtanın üst yansıdır. Budizmden isJâma kodar göğün 7 yoda 9 kattı olduğu inancı yaygınlaşmıştır. Buna göre ona ulaşmak için tek tek aşılması- gereken bir hierarşik düzen söz konusudur. Yeryüzü bir saray gibi tanzim ediimişitr. Gök kubbeye güneşten bir avize ve yıldızlardan kandiller dizilmiş ve yer yüzü bir ziyafet sofrası, kuşlar, böcekler, mettem rüzgârları İlâhi bir orkestranın parçası I...

HAVA Göğün bir parçası olduğundan o da, ateş gibi erkek ve akttftfr. Toprak ve suyun dişi olduğunu dikkate alırsak, dünyayı yaratan bu dört temel eleman (gücün] ikisinin erkek, diğer ikisinin ise dişi olmasryia sayısal bir dengenin kurulmuş olduğunu görürüz. Hava, sembolik olarak RÜZGÂR ve SOLUK1la özdeştiriiir, gökle yer arasında ilişkiyi sağiıyan yoldur. Hava, ışık, koku ve sesin yayılmasına uçmaya yarayan bir ortamdır. Renklerin görünümünde de eticin bir rol oynayan hava, yer değiştirmek suretiyle, rüzgârı yaratır. Hava rüzgâr ve solukla eşdeğer tutularak, Hıristiyan ikonografisine rüzgâr biçiminde girmiş bulunuyor.

182

Hava mitolojide atmosferik olayların oluşturduğu bir ortam olup Zeu? ü simgeler. Bu yaklaşım Babil küftür ve inanandan kaynaklanıyor. Japonlar ve Çinliler serinlemek İçin etlerini yüzlerinin üzerinde sallamanın kofu ruhtan çekeceğine İnandıklarından hep yelpaze kullanmayı adet edinmişlerdir. Hava eril bir element olup 3 burçtan İkizler, Terazi ve Kova burçlarına hafiflik, açılıp, uzanabiliriik ve aktif zeka karakterini aşılar. Hava aynı zamanda yükselen bîr fiziğin simgesi olup rüzgârın yardımı ile yapar. Zekanın rüzgârı, yaradılışa ve yaşayan tüm anda varlıkların İçindeki öze yön verir. Hava aynı anda zeka esintisine dönüşen rüzgârın aracılığı ile herşeyîn hareket olduğu - öyle ki özünde hareket yoksa kıpırtı, özünde var ise arayış ve yenilik * ve daha iyiye yönelen ruh1un simgesidir. Yeryüzü ile gökler arasındaki alanı dolduran bağlantı konumundaki Hava, bunu yerine getirirken ruhların buluşma yerine gönderme yapar ve hissediiebilir evreni canlandırır.

.

RÜZGÂR

Sembolik açıdan incelendiğinde daha farklı görünümlerle karşımıza çıkıyor. Rüzgârın başta gelen en özgül yönü, onun sürekli olarak yer değiştirme eğilimi göstermesi ve bunuda düzensiz hareketlerle yap­ masıdır. Bazen tıpkı güçlü dev (Titan) kır gibi, korü körüne araya buraya saldırıyor, ağaçlarla güreşiyor, denizi kızdırıyor, bulutlan canının istediği tarafa iteliyor... Bütün buniann sonunda rüzgâr, bir tür geçimsizlik, gelgeçlik, kararsızlık ve nihayet kalımsıztıkla ilgili kavramları yansıtan bir görünümle sembolleşiyor. Ancak, daha olumlu ve dinsel bir yaklaşımla yapılan değerlendirmeler, rüzgârı, semavi kökenli, manevi ve ruhsal etkiye sahip bir güç olarak kabul etmiş ve onu solukla (nefesle) eşdeğer kılmış. Daha açık bir deyişle, rüzgâr “Tanrının nefesi" olarak tasarlanıyor... Gerek Zebuf da Davut peygamberin musiki eşliğinde okuduğu İlâhilerde, gerekse Kuran1da, rüzgârdan , tıpkı melekler gibi, ilaft haberci olarak söz edildiğini okuyoruz. Şiirlerde, şarkı sözlerinde de rüzgâr, seven kişinin duygularını sevgiliye ulaştırmıyor mu?.. Hıristiyanlıkta ise, havarilere Kutsal Ruh ateşinin lisanın* öğretenin rüzgâr olduğu İfade ediliyor. Rüzgân adeta Tanrının nefesi (üfleyişl) okvak görüşün yankılarını dini ûlaylan görüntüleyen ikonlar üzerinde farketmemiz mümkündür. Örneğin, Kariye Müzesinde 1 Meryemrn ilk yedi odımı- olarak adlandırılan tabloda mazaist, rüzgân, çocuğun annesine yaklaşmasını

183

kolaylaştırır bir yönde estirerek, resimlendiriniştir, Dikkat edilecek olursa rüzgârın esiş yönü hizmetçinin eşarp ve arka plandaki selvilerin eğilme yönleriyle ifade edilmek istenmiştir. Kanımızca bu detaylar, aslında Tanrının nefesini somutlaştırmak amacını içermektedirler. Eski İran bayrağında, elinde kılıç tutan bir astan resmi vardı ;(Züffikâr) Mevlâna bu konuda " Rüzgâr bayrağı her dalgalandırdığında sanki aslana can veriyor, onu hareket ettiriyor!.." şeklinde bir ifadede bulunmuştur. Öte yandan , Hint sembolizminde de rüzgâra (vâyu) kozmik nefes ve Tanrının sözü, gökte yer arasında arabuluculuk yapan bir araç alarak yer verilmiş olduğunu görmekteyiz. . İslâm felsefesinde rüzgâr, suyu içinde tutup taşımakla görevli t* faktördür, bunun için Cenabı Allah ona sayısız kanatlar bahşetmiştir; onlar yardımıyla buluttan harekete geçirir ve suyu, yağmuru yaratır...dendir. Dünyanın dört oları temel yönlerinin hepsinden bir rüzgâr eser; bunların arasında kalan İkinci derecedeki yönlerden esen başka rüzgârlarla beraber sayfan rüzgâr gülünde gösterildiği şekilde, sekiz ok*. Atinodaki Rüzgâr Kulesi’ nin de sekiz cephesi butunmaktacbr. Son olarak, rüzgar hafit ve okşayıcı erirrtüeriyte çiçek lo d a m birinden diğerine taşırarak, onların çiftleşmelerine yardımcı olur. Nitekim, rüzgâr tozlaşma oiaymm %5 ini soğlomaktochr. Rüzgârdan yaarianm a, XII. y.y. da ça& n en önemli keşfi olarak ortaya çıkmış ve yelkenli gemiler inşa edilmeye başlamıştır. *

SIS Bir gelişim fazının belirgin olmayan yönünün sembolüdür. Bu faz. şekillerin henüz birbirlerinden ayırt edilemediği ya da eski şekillerin yeni ve kesin donlarıyla yer değiştirmediği zamandır. ' Sis aynı zamanda, att günlerin ve cadfann yaradılışından önceki var olan kararsızlık ve karmaşayı sergileyen hava, su ve ateş karışımının da sembolü olmuştur. -

184

Sis, İrlanda metinlerinde, iki hai (durum) arasındaki dönemidir, önemli olaylara, vahiylere öncelik veren düşünülmüştür.

geçiş, başkalaşım bir olay olarak

Yahve (Tanrı) Musa1ya “ Ben sana, halikın sonsuza dek sana inansın diye, sana kalın bir sisin içinde geleceğim Hdedi.*.

NEFES Nefesin sözlükteki karşılığı, ciğere alınıp verilen hava, yani soluk1 tur. Yaradılış söylencesinde " Yahve (Tevratta Tanrıya verilen isim) burnundan bir nefes üfledi, işte o zamana kadar cansız ve ruhsuz olan insanoğlu bu nefesle hayat buldu L “deniliyor Gerçekte, nefes sözcüğü, evrensel olarak, bir yaşam prensibinin anlamını içermekle ve bununla itişktti olarak hemen bütün etimolojilerde, bir kavram şeklinde, ruh, üfleme, soluk ve hatta akciğerle de eşdeğer anlamlar tapmaktadır. İbranfcede RUAH, Yahve' nin hayatı gerçekleştiren soluğu anlamına geliyor. ESPRtT deyiminin karşılığı olan bu sözcük, Yunancada PNEUMA, Laticede ise ŞPİRfTUS olarak ifade edilmekle beraber, her üçü de, burun deükieri veya ağadan çıkan nefes anlamını tapmaktadırlar. Ancak bu nefeste bazen ısrarlı bir olayı gerçekleştirebilecek olağanüstü bir güç bulunmakta, aynoa rüzgârla da özdeştiriimektedr. Hıristiyan İkonografisinde, İsd ran hastalan iyileştirme ve ölüleri canlandırma sahnelerinde, bu hayat nefesinin, tükürüğün ağadan fışkırması gibi, ışridt bir fıskiye şeklinde somutiaştırıidığı görülüyor. Öte yandan nefes, okuyup üflemek!© de İlgili olup, dinsel içerildi uygulamalarda kullanılmaktadır. "Falanca kimsenin nefesi var, veya nefesi kuvvetlidir., .tavsryelefi", bu am açla dile getiriliyor. Neft ise halk dilinde nefis olarak söylenmekte olup, o da ruh. can, hayat1 m yanı sıra, kendi, kişisel, şahsi...anlamlanna da getmektodk. Çoğu kez bu sözü, * kendi neftime, neftine hakim olmak, neftini zorlamak., .* gibi deyimler içinde kutlanmaktayız. Diğer yönden nefes, tasavvuf pir ve musücaind© uygulanan bîr şeldt, Bektaşi İlâhisi demekffr.(Bu fconuyucr Jdfcfrn Flüt, Ney bölümünde d » dsğbfrnfşflrJ t Nefes konusunda yapılan özdeşlemeler arasında, peygamberlerin ilahi nefesle yaratılmış kişiler ve nefes alırken çıkan sesin İse aslında ruh1un

sesi olduğu görüşü hemen bütün dini çevrelerce benimsenen ortak bir yargı olmuştur. Türkçede, ölüm hali, "son nefesini verme ", sözüyle de ifade ediliyor. Aslında burada nefes ruhk3 ilgilidir; ruh ise bedeni terkederken ağızdan çıkmaktadır, denilir.

TOPRAK Sembolizmin, aktif ve erkek bir prensibe sahip olduğunu kabul ettiği göğün bu etkilerine bağımlı olarak, doguruculuk İşlevini gerçekleştirir. Bel veya sabanın girmesi onun bakireliğini yitirmekte ve göğün tohumu ile üretimi sağlamaktadır. Toprağa, yani yeryüzüne, pasif bir nitelik yakışttrılmasının bir nedeni de, onun fiziksel görünüm olarak, gö ğü n atfında bulunmasından da kaynaklandığı İleri sürülüyor. Evrensel olarak toprak, su kaynaklarını, madenleri ve tüm cevherleri içinde saklayan btr rahim gibidir. İlle canlı yaratıkları, başlıca ana otan denizden teslim alarak, onların yaşamlarının devamını üslenmiştir. Bunun yaru sıra, kendi kendine yarattıklarını da besleyip büyütmekte ve gene onlardan aldığı tohumla, doğurucuiuğunu sürdürmektedir. Bir Hadisi Şerifte * Ademoğlu topraktan yaratılmıştır, gene toprağa gider" deniliyor... Bitinçatı ana rahmine dönüş özlemi nedeniyle insanlar hep ÖLDÜKLERİ değil. DOĞDUKLARI yerin toprağına gömülmek istemektedirler. Ancak bu geleneksel duygu gitgide kayboluyor. Zira bugün insanlar artık DOĞDUKLARI değil. DOYDUKLARI yeri ana toprağı, onları besleyen toprak olarak kabul ediyoriar...İşte gö çler!... Olayı mitolojik açıdan incelersek; toprakla ilgili olarak şu varsayımlara değineceğiz; GAİA, evrensel bir öğe olarak, toprağı simgeler; o bir tanrıçadan çok kozmik bir varlıktır; erkeksiz olarak kendi kendine doğurma prensibine (parthenogenesis) göre, göğü (OURANOS), dağlan ve denizi (PONTOS) yaratır. Daha sonra gökle ve denizle ayn ayn birleşerek, Titanlan, Kykloplan, diğer tanrı ve tanrıçaları, devleri perileri...yaratır, Bunları yapması için de gök onun üstünü Örter!.. Ancak, insanın yaşamını sürdürmesi İçin gerekli olan koşullar ve etkenler içinde, toprak ön planda bir yere sahiptir. ■

186

Çağlar boyu hemen tüm savaşların, mücadelelerin TOPRAK UĞRUNA yapıldığına tanık oluyoruz. Toprak, gereğince bir karşı İçin bile, kan akıtılacak en değerli bir m adde olmuştur. Her şey toraktan çıkmış ve gene ona dönecektir. Ebedi uykumuz için yatacağımız yer toprağın bağn değ ilm id ir?. .Toprak hem besler, hem de gömer... Toprak kaybı asla istenmiyen bir olaydır. Erozyon olayı toprağın baş düşmanıdır. Bunun için bulanık, çamur rengindeki akarsuların görünümü hoşa gitmez. Çünkü, kayalardan 1 cm. Kalınlığındaki bir toprak tabakasının oluşması için yüzyılların geçmesi gerektiği saptanmış bulunuyor. Erozyon olayına su ve toprak İlişkilerinin dikkate alarak kısa bîr göz atalım: Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, EROZYON belli bir yere kadar, EKO SİSTEM 1 in dengesi için zorunlu olmaktadır. Toprağın aşınma hızı oluşum hızından fazla olursa, 2ararlı nitelikteki EROZYON 1dan söz edilir. Toprak eko sistemin yaşayan bir parçasıdır. Toprağı bitki örtüsüyle birlikte oluşturan faktörlerden biri de SU1 dur. Su taşı aşındırmakta ve suretiyle toprağı oluşturmakta, öte yandan bu aşındırma esnasında onun beHi bk ölçüde kaybolmasına neden olmaktadır. Ancak toprakta suyu tutup depolamakladır. Yani, aralarında bu açıdan ters bir orantı söz konusudur. Toprakla su arasındaki bu çelişki HAVA ve ATEŞ orasında da bulunur. Çünkü ateş havayla oluşmakta, havasızlık ise onun faaliyetini durdurmaktadır. Toprak suyu kendi hacminin % i oranında depotayabilmektedir. Toprak canlıdır. Erozyon yılda 50 milyon ton kadar bizi bu canlı parçamızdan mahrum etmektedir. Ancak hemen Hâve edelim ki, kaybedilen bu miktar toprak gene 50 milyon metreküp suyu depo etmeye devam etmektedir. Mason olmak istiyenierin denendiği Aydınlatma Törenlerinde (İnisiasyon), ateş sınavı İradeyi güçlendirmenin ve nefse hakimiyetin Önemini vurgular. Su sınavı ruhsal temizliğin simgesidir, TOPRAK SINAVI ise taze kazılmış bir mezar ve ölümü simgeler. -

SU İnsan yaşamına her çağda, her yerde ve alanda öylesine girmiştir ki adeta onun vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Su, bugün insanın sadece içmek İçin değil, hemen her konuda gereksinim duyduğu, geliştirdiği

187

tekniğe paralel olarak, yaşamını kolaylaştırmak ve renklendirmek İçtn başvurduğu doğal enerjilerin ve araçların başında gelen bir maddedir. Erozyona neden olduğu gibi, erozyona da engel olur. Çünkü kayalan aşındırarak yeni topraklar oluşturmaktadır. Toprak iıe suyu içinde tutarak» kaybına engel olur. Su1yun canlıların yaşamında beslem ek ve b o ğ m a k şeklinde olumlu ve olumsuz iki rolü bulunuyor. Su aslında cansızdır, ancak, canını cansız donlardan alan diğer yaşayanlar gibi, su olmadan can ve canlıda ' olmamaktadır. Bu bakımdan dünyada varolan HER ŞEYİN yaratıcının onları insanlara yararlı olsun diye yarattığım düşünüp, muttoka olumlu bir sebebivardır, diye değerlendirerek, suyu da KORUMAK lazımdır... Su topraktan geldiği ve doğanm sinesinden kaynaklandığı için onun tüm cevherlerini İçinde taşıyarak bize getirir, içinde gidi ve güçlü bir potansiyel barındırır, Canlıların hayatla kalmdannı sağhyan başlıca gıda ürünüdür. Bu bakımdan İslâm, su1 yu tek bk sözcükle, HAYAT olarak, adlandırıyor. Su her derde devadır. İlaçlar bile su yardımı Be im â aknryor. Su ay olmuştur

kültüne bağlı

olup, temizlik,

edHiyor ve

paklık, masumiyetinbir simgesi

Suyla ilgili teknolojinin gelişmesi Roma He başlamıştır. Onlar insanlar memnun ve mutlu kılan hizmetlerin başında suyun geküğfne inandıklarından, yeni bir kent kurulurken, herşeyden önce, uzak yatan demeyip, suyun ayağına kadar gidip onu getirmeyi başarmışlar; aynca suyun sağlık üzerindeki yararlarına inandıklarından, hamam yaparvnt koskoca imparatorluğun her tarafında büyük bir hızla geliştirmişiercftr. Romalılar günlük yaşamların büyük bk kısmını buralarda geçirmekten zevk duyuyorlardı. Tarihin ilk çağlarından beri, su kenarlan bir ananm sıcak sinesinin özlemini duyarcasına, insanoğlunu ve daha sonraki büyük şehirlerin, hep su kenarında (nehir, deniz, göl) kurulmuş olduğunu görüyoruz. Başta Mezopotamya olmak üzere, Nil, Ganj, San Nehir, Dicle, Fırat, Kızıl­ ırmak.., nehirleri nin üzerinde kurulan büyük uygarlıklar ve deniz veya nehirler kenarına kurulmuş olan başkentler, İstanbul, Bükreş .Paris, Londra, Buda-Peşte, New York, Moskova, Roma, Buenos Aires... Bunun nedenlerinin

188

başında ulaşım ve ulaştırma sorunu yer diyordu. O devirlerde deniz yokj taşımacılığı karaya oranla daha kolay, çabuk ve hacimli olmaktaydı. Dünyanın sudan kısıtlı olan çöl ülkelerinde olduğu gibi, kurak bölgeleri çok olan Anadoluda da, vahalar benzeri, su başlan kutsal sayılmıştır. Buralara AYAZMA denilir. Ayazma Yunancada, mübarek nazanyla bakılıp ziyaret edilen çeşme ve pınarlara verilen İsimdir. Hititierin bile tapınaklarını daha çok su başlarına, kaynak kenarlarına yapmış olduklarını görüyoruz. Bunun en belirgin örneği, Eflâtun Pınart' dır. Bu yargıma) değerlendiren başka olaylar da, genelde su başlarının, çeşmelerin, kuyuların... bir çok önemli karşılaşmaların gerçekleştiği, sahne olduğu iki sevgilinin, belirginliği nedeniyle, buluşmalarını buralarda yapmaları, uzun süre su alabilmek için beklerken dostlukların kurulup pekleştirildiği..yerler olmalarıdır. Öncelikle Meryem, hamilelik müjdesini bk kuyunun yanında, su çekerken almıştır. İsa kendisine su vermek istemiyen SamarrienJi kadınla btr kuyu başında karşılaşmıştır. Suyun kutsallığı Hıristiyan dininde, İsa1ran " Bâ nasıl sudan gelmişsek ve balıkta su olmayınca yaşıyamazsa, vaftiz de o derece gereklidir! "şeklindeki ifadesiyle daha faridı ve yönlü bir değer kazanmış bulunuyor.

-

Dindar çevrelere göre kutsal yerlerde bulunan su da kutsal sayılır. Kâbenln yanındaki kuyudan (zem zen) suyundan baştıyorak Efedeki Meryem Ana Evi1 ntn, Tarsustaki Aziz Pavlos (St. Paul) un doğduğu evdeki kuyunun suyu, Bergama Asdepton ve Didim Apollon tapınağındaki, Antakyadaki Aziz Petıus (St. Pierre) kilisesindeki kaynak. Sumela manastırındaki ayazm a... bu konuda ilk akla gelen örneklerdir Sembolik anlamların çözümünde kullanılan formüllerden biri de su1 yun dişi bir yapıya sahip oluşudur. Ateşle olduğu gibi ev işlerinde suyla İlgilenen ve onu temin eden kişinin gene kadın olduğu görülür. Bu bakımdan su ilâhları dişidir. HItrilerde (EA) bir su tannçasrydı. Suyun tüm canlıların yaşamlarını sürdürebilmek için en başta gelen bir madde oluşunu, ana rahmine düşmemize neden olan maddenin ve yaşamı sürdüren kanın likit bir m adde olmasıyla da özdeştirmemiz mümkündür.

189

İnsan yaşamı için gerekil d a n yiyecek maddelerinin yansından fazlasının. Yani 3/4 nün, sulu gıdalar olduğu saptanmıştır. Bu benzerlik, dünyanın 3/4 nün deniz, göl ve nehir sularından ve kısan vücudunun da. aynı oranda, likit m oddeden duşmasında da görülmektedir. Dünyayı yaratan 4 etkenden biri olan su da aynen toprak gibi dişi karakterli, dolayısıyla RAHİM1dır. Açık denizlerde seyreden gemilerde bir ölüyü hemen defnetmek gerekiyorsa, onu toprak gibi denize gömmekte bir sakınca bulunmamaktadır. İsiâmda suya karşı duyulan saygınlık daha temellerden kay­ naklanıyor. Bu konuyu kitabın (abdest almanın yararlan) bölümünde değinilmiştir. İnsanı öldürenin açlıktan çok susuzluk olduğu bilinmektedir. İstâm ülkelerinde (sebil) adı verilen, sokakta hayır, hayrat amacıyla parasız su verilmesi, bugün btie geçerliliğini koruyan güzel geleneklerimizden biridir. İmparator Vllhem Sultan Ahmet hipodromu İçin çeşme yerine başka bir şey hediye edebilirdi..(flta. Hipodrom Aman Çeşmesi) Urartuiar (M.Ö IX-VI)suyu çok uzoklardcn getirme gayretinde bulunan ilk ve en eski bir toplumdur. Urartulann üçüncü kralları olan Menua, Gevaş anarındaki Aftos dağı kaynaklarından İtibaren, Gürpınar ovasEdremft yoluyla. Van ovasına su getirmeyi başamıtşhr. Şamran Kanalı olarak adlandırılan ve 50:54 Km. Uzunluğunda olan bu kanalın dünyanın en eski ve uzunu olduğu saptanmış bulunuyor. Halen Devlet Su İşlerinin „ Van' a su getirmek için bir kısmından yararlandığı bu kanalın alt yapılarının en İyi korunmuş d a n bir bölümünü, gölün kıyısındaki Edremit kasabası civarında, yoldan geçerken görmek mümkündür. Torsustaki St. Paul evindeki kuyu suyunun, vaktiyle merhum Kasım Gölek in yaptığı girişimlerin gerçekleştirilmesi halinde, Paris’ in havasının konserve kutularında satıldığı (I) gibi, dış ülkelere pazarlamanın mümkün olabileceği görüşüne katıldığımızı bu vesileyle ilgililere duyurmak istiyoruz.. Su sözcüğü, İsim ve sıfat darak bazı özdeyişlerimizde sıkça kullanılır. Bunlardan bazıları: Sudan bir şey (önemsiz), sû gibi bilmek, suyunca gitmek (uymak), yüreğine slı serpmek (rahatlatmak), suya sabuna dokunmamak, ayağına kara su inmek (çok yorulmak). Su. bazen de zaman adam ında kutlanılıyor: Örneğin, saat 10 su­ larında. . .zaman su gibi akıp geçi yor I..

190

YAĞMUR Gökten dökülüp, toprağı, onun zar zor kendi otanaktanyla yoryüzündeki akarsulardan alabildiğinin bin kattın vererek, ıslatan, verimli kılan, evrensel tartışmasız bir bereket sembolüdür. Bu nedenle yağmurun bir Tann bağışı, SEMAVİ BİR DUŞ olduğuna inanılmış ve hemen her uygarlıkta, onu taşıyan bulutlan dua yoluyla getirebilmek için, dini törenler yapılmıştır. ,

Seksüel sembolizm

yağmura, gökten damlayan döhuyu (sperm] gözüyle bakmaktadır, çünkü yağmurun oluşması bir tür birleşmenin sonucu ve ürünüdür. Bu d a y ise, önce yağmura haber veren bir şimşek ve sonradan suyun akması (I).. .şeklinde gerçekleşerek sonuçlanır. Şimşek kırmızıdır- erkektir, aktiftir; su ise dişi, böyiece iki karşıt eleman hirieştyor ve

geıaıgı yere atılryorl.

-

dönmektedir şeklinde

ortaya

"Evrensel eridiğin bilinç attı simgesi", şeklinde de tanımlanan ya^Ttur' un suyu ile kan arasında bir ilişkinin bulunduğunu söytiyenler de var. Onlar bu yargılarını baîi eski uygarlıklarda yağmur yağdırmak için yapılan ayinlerde, özellikle kan dökmek için kurban kesildiğini, hatta bu amaçta insanların bile kurban edildiğini İleri sürerek, açıklıyorlar.

DEPREM Tabiatın sarası, volkan sıtmasr' dır. Her ikisi de bir hastalık gibi : Birincisi, bedenin sarsar, yerden yere vurur. İkincisi ise ateşli sarsıntılara neden olur i

ÇAMUR Kutsal Kitabın İfadesine göre, özellikle, insanı içinden çıkarmış olmasından dolayı, dünyanın en ilkel ve o derecede üretken maddesinin

191

sembolü olmuştur. Su ve toprak karışımıyla oluşan ÇAM UR, ahcdık ve doğurganlık prensibini, yani toprağı, değişikliğin ve biçim değiştirmelerin dinamizmi prensibine birleştirmiş oluyor. Bu konuda, şayet hareket noktası olarak TOPRAK ön planda tutulursa, çamur, bir gelişmenin doğumunu, kıpııdıyan, hareketlenen, mayalayan ve piastikleşen toprağı simgeliyeoektir. Aksi halde, yani hareket noktası SU olursa, diğer bir deyimle, toprak suya karışırsa, suyun kendine özgü safiyet ve temizliği nedeniyle, çamur bu kez, bir seri olumsuzluk ve değer düşürücü görünümler sergiliyor. Bunun içindir ki, çamur ahlâki açtdan toplumda kirli işlere karışmış olan aşağılık bir halk tabakasını, yani çamurla kirlenmiş, evsafı bozulmuş bk su olarak tanımlanıyor ve ifade ediliyor. Sonuçta, suyla canlandıntmtş toprakla, toprakla kirlenmiş su arasında KOZMİK ve AHLÂKİ sembolizmin tüm kattan birbiri üzerine katlanarak süregelmekte...

NEHİR

*

Evrensel olayların, sürekli olan yenilenme akışı içinde, sadece bir şekil değiştirmeden ibaret olduğunu yansıtan bk sembol olarak yorumlanmıştır. Üretime olan yararlan yanı sıra, kızctikian zaman taşkınlara ve felaketlere de yol açmaları, onlan tanrılaştırmış U iu n u yo r Nehirlere karşı beslenen saygının diğer bir nedeni de, yılan küllünün geçerli olduğu ça ğ ve çevrelerde, kıvnmlannın görünüm olarak yerin altma girip çıkan bir yılana ben-zemesinden kaynaklanıyordu. Greko- Romen mitolojilerinde bir kült objesi olan netılr, Okyanusun oğlu ve (nlmfe) adı verilen orman ve su perilerinin babası varsa­ yılmaktaydı . Onun akıntısı, ölüm ya da kalımın eninde sonunda gerçek­ leşeceği yer olan ahret yani öbür dünyanın yolu gibi kabıi ediliyordu. İşte bunun için, Hindistanda yakılan ölülerin külleri Ganj nehrine atılmaktadır. Diyarbakır ve yöresinde, çok az sayıda olsa bile, adak ve dileklerini yazdıkları kağıttan Dicle nehrine atma geleneğini höiö sürdürenlere foslanıyor... Ban mistik yorumcularının ileri sürdüklerine göre, bu âlemda aslında iki nehir bulunmakta ve her ikisi de aym merkezden kaynaklanmaktadır. Ancak bunlardan biri önceleri, diğeri gibi düzgün bîr yol takip ederken,

192

daha sonra öbür uçlara ulaştığında, enine olarak farklı yönlere dağılma eğilimi gösterir (olasılıkla delta denilmek isteniyor] ve bir ateş gölü oluşturur. Buna CEHENNEM NEHRİ deniyor. Cehennemlik olanlan orada, korku, acı, eziyet...beklemektedir. Mitolojilerde nehirler, taşkınlan halinde yatıştırılabilmek için tann katına çıkarılarak, kutsanmış ve ÖDÜLLENDİRİLMİŞLER' dir. Büyük Menderes (Mean-dro6), Aksu (Kesturus), Sart çayı (Paktolo6) gibi. Meandros, ise nazlı, kaprisli kadınlannkine benzer (I) kıvrımlar yapıyordu. Onun bu görünümü bir süs motifi olarak kullanılmıştır. Bugün bazı içme suyu şişelerinde de bu motifi görüyoruz.(Skz. ÇizgUerin P&olojbi) Not: Pransızcada "Meandrik" sözcüğü, kurnaz, dolambaçlı sözler söy­ leyen veya kadınımsı fiğürier yapan insanlar İçin söylenir. İkincisi C EN N ET NEHRİ olup, doğru cennete yönelecek ve cennet bahçesini sulayacaktır... Kutsal kitapta sözü edilen (Son Mahkeme) olayından esinlenilerek gerçekleştirilmiş olan sahnelerde (Kariye Müzesi), cehennem nehri. İsa1nın ayaklan nın altından kaynaklanan kırmızı bir şerit halinde betimlenmiştir. Öte yandan aynı çevreler insan vücudunu d a bir nehrebenzetiyorlar; şayet bu nehir kuru ve susuz, yani yararlı değilse, ölümden sonra ruh artık o bedene geri dönmlyecektir; am a yaş. yani sulu ise, dönecek ve ona tekrar can verecektirl.. Platon' a göre nehre girmek, bir ruhun bedene girmesi demektir .ve rıehire iki kez girilecektir. Yeryüzündeki bütün nehirier, akar-suksr, coğrafi yapının gerektirdiği şekilde, hep denize doğru yönelir, eninde so-nunda ona ulaşırlar. İşte bu olgu, vaktiyle onlan doğuran DENİZ ANA' nın matrisine (rahmine) dönme özlemini yansıtan bir görünüm olarak niteleniyor...

Deniz

Delta

Nehirlerin denize döküldükleri yerin “ kutsal bir kapı" olduğuna değinmiştik. Aslında D ALTO, Akatça "kapı" demektir. Daha sonra Yunan attabesinde DELTA adını alan bu harf, biçim olarak, bir eşkenar üçgen' dir. Henüz kemerli kapı icat edilmeden önceki kapılar, Hattusaş potem' li kapıda olduğu gibi, bu biçimde sivri kemerli olarak inşa edilmekteydiler.nehirter mitolojide Okeanus ve Tetis' in oğullan olan erkek tanrılardır...

193

Mitolojik d ö n e m d e Efes, Aspendos, B e rg a m a ...g ib i, kentlerin ço ğ u br nehlrln y an ın d a kurulmuştur. Bu olguyu, tanrılarıyla fiziki te m a s işlemi olarak düşünüyoruz (7}

DALGA G en el bir deyim le d a lg a olayı, katı v ey a sıvı nitelikteki bir m ad d enin, direnme gücünü a$an bir etkiye uğradığında, o n a tabi olarak a lm a y a m ecb u r olduğu yeni bir şekil, olarak tanımlanıyor. Sembolizm ise, d algayı d a h a ç o k dinsel bk görüş açısı İçinde yorumluyor. Alevlere v e y a yoğun bulutlara olduğu gibi d alg aların içine dalıp göm ülm e olayınd a d a insanın fiziki ve ruhsal varlığı, tutum v e davranışlarıyla d e ğ e r yargılan üzerinde bir takım değişm eleri oluşuyor. Hıristiyan dininin koşullarından biri olan vaftiz sırasında uygulanan iki fa z d a , kişi suya batırılmakta v e tekrar o ra d a n yeni bir kimlikle çıkarılmaktadır. D alg a İçin yapılan bir yorum onların, b a z e n b e y a z köpükler haline dönüşen u ç kısımlarının, denizaltı canavarlarının hırçınlaşıp fırtınalar yaratırken gösterdiği dişler olduğudur.

GÖL

Denim secıgım ız d u uenzenşı, goııeu, s i k « k u o p rv n ı felak etin e uğramış otan bu yöreler hat kının vaktiyle döktükleri ve hâlâ kurumamış otan yaşlı gözleri şeklinde düşündüğümüzü İfad e etm ek istiyoruz... Onlar gözyaşı, biz İse o yaştarta ıslanan şu satırian döküyoruz;

194

m Ey Anadolu! Ne olur sallama artık şu beşiği ; biz zaten yıBar&r deri* uykudayız I m(Ağustos 999 Marmara deprem felaketi ardmdan Sabah gazetesi HtnçaJ ULUÇ köşesinde yayınlanmış bir dtzgemdtr.)

DENİZ Deniz yaşamın dinamik bir sembolüdür; herşey oradan çıkar ve her şey gene oraya döner. Deniz, doğulan, değişmenin ve yeniden doğmanın gerçekleştiği bir yerdir.. Deniz ana rahmi gibidir. Bu konuda ezoterik sembolizm gayet ilginç bir benzetme yapıyor. Denize dalma sırasında, özellikle balıklama stili atlamalarda duyulan zevk, bilinçaltı ana rahmine dönüş özleminin giderilmesiyle eşdeğerdedirt?) Kara Deniz1 e eskiden YunanMar "Misafir sevm eyen deniz" diyorlardı. A caba bu yakıştırma, onun hırçın bk karatere sahip oluşunun yanında, kıyılarında doğal bir liman olmayışından, yani kimseyi kabul etmek istemeyişinden mi kaynaklanıyordu?... İlkel İnsanın karşısında DENİZ, dünyaya açılmış mavi bir kapıydı. Mitolojik dönem de (deniz tU2U) kötü deniz tanrısının ağzından akan köpükler olduğundan, sofraya konulması arzu edilmezdi...

(KİL) ve HAMUR YOĞURMAK -

Her ikisi de henüz şekillenmemiş m adde sembolüdür. Suyla unun veya toprağın karıştırılmalarından bir çamur veya hamur yapılır. Bunlardan biri ekmeği elde etmenin, diğeri ise insana, onlara (su ve hamura) egemen yeni biçimler yaratmanın zevkini verir. Ancak iki uygulamada da toprak tıpkı (sperm) gibi aktif rol oynayan su elemanının aracılığı ve gene erkeksi bir işlevi gerçekleştiren YO Ğ U R M A hareketiyle, ham ve şekilsiz görünümünü, parmakların isteği doğrultusunda, değiştirmek zorunda kalmaktadır...

195

Parmakların çamur veya hamur İçine sokulman, tinsel bir birleşmenin sembolik anlamda bir şekillenmesi olarak, yorumlanıyor. Bu birleşmede parmaklar, başarıları oranında, bu sanatkarane uğraştan duyulan zevkin en büyük payını alırlar. Özellikle çocuklar, küçük yaşlardan itibaren, çamurla, kumla., oynamasını pek severler; bunu yaparlarken zamanın geçişini asla farketmezler, Nitekim, günümüzde bu uğraşın eğitici bir yönü ve yaran olduğu kanıtlandığından, ham maddesi bir tür plastik olan, renkli ham urlar üretilmektedir. Taş devrinden itibaren başlayan ve sadece el yardımıyla bi­ çimlendirilen çanak-çömlek yapımı, plastik yoğrumlu sanatların İlki olarak kabul edilmektedir. Bu konuyu bir başka açıdan bakarak değer­ yaratıldığı inancından lendirdiğimizde, onların, ilk insanın çamurdan hareket edip, yaratıcının jestini taklit edercesine, çamurdan bir şeyler üretmenin kutsal bîr uğraş olduğu kanısında olduklarına, belki de "evet** dememiz gerekecektir. Öte yandan bu insanlar uğ­ raşlarının, sonunda kendilerine ekmek ve kap-kaçak gibi yaşantıları için en yararlı ve gerekli otaniann yom sıra, ÜBASVON (tannkara içki sunma) törenlerindeki kutsat kaplan da verdiğini gözlemekte ve büyük bir mutluluk duymaktaydılar,., ekmeğin Tanrının nimeti olan yiyecek ve içeceklerin başında gelmesinin ve özellikle Hıristiyan geleneklerinde ekmeğe bu denli kutsal bir değer verilmesinin nedenlerini bu □çıklamalar İçinde de aramanın mümkün ve gerekli olabileceği görüşünde bulunuyoruz. Hamur liğin temel

196

yoğurmak maddeci­ taslaklarından biri

ı

olmuştur. Çünkü onun içinde şekiller dağılırı silinir, yeniden biçimlenir ve sonuçta gerçek bk maddeciliğin taslağım oluştururlar; bizi şekiller yaratm ak zahmetinden kurtarırlar t

Bîr Fransız düşünürü o la n G aston BACHELARD1 a g ö re, hamur yoğurm a hareketi * bir erkeğin, tıpkı SUYUN TOPRAĞI AŞINDIRMASI bîr kara s a b a n 1 ın toprağın için e batm ası gibi, zor kullanarak bir m addenin içine girip, zevkine g öre,.can ın ın istediği şeklide kullanması1' diri.. Şamanizim* d e ritüel bir otgu o la r a k , koruyucu ruh gibi sayılan b e b e k yapımını, Neolitik ç a ğ d a pişmiş kikten yapılan v e Ana Tanrıça' y a benzetilen küçük heykelciklerle özdeştimnek mümkündür...

İNSAN İnsana, dünyanın bir sentezi ve evrenin küçültülmüş bir modeli gözüyle bakılma olgusu, en ilkel geleneklerle başlayıp günümüze dek sürmektedir. İnsan bir Mikrokazmos, yani küçük bir evren gibidir. İnsan, sembolik kavramlara değişik yönlerde yol açan bir merkez olmuştur. İlk insan oian Adem bir peygamber olduğuna göre, dinin başlangıcı da insanın görünmesiyle çağdaş oluyor. Bk çok bilim adamının yaptığı incelemeler sonunda, insanı oluşturan elemanlar ve ona kumanda eden prensiplerle evrene egemen olanlar arasında, ortak ve eşdeğer noktalar bulunduğunu öğreniyoruz. Ayrıca, onların yorumlama göre, insan da kemikler TOPRAK, kan SU, akciğerler HAVA, baş İse ATEŞ' tir. Bunun yanında, sinir sistemi ateşle, solunum sistemi havayla, dolaşım sistemi suyla, sindirim sistemi ise toprakla özdeştîriliyor. Gene insan, kozmik üç tabaka İle temas halindedir. Ayakları ile YERYÜZÜYLE gövdesiyle ATMOSFERLE, kafasıyla da G Ö K yani (semavatta). Çin felsefesine göre, her insanın kişiliği, herhangi bir sayıdaki elemanın karışımından oluşan bir birleşimdir. Bu karışımı oluşturan öğeler asla ve sadece manevi olmadığı gibi, bedensel de değildirler. Bu bakımdan insanoğlunun fizik kondisyonunu niteleyen şey , aslında YİN ve YAN G arasındadır. İnsan vücudu bir ET KİTABI' dır, başlıbaşına bir LİSAN1dır. Bu kitabı okumayı öğrenmek, ancak vücudun biçimini tanımak, anatomik labirentlerine dalarak onlan betimlemeyi bilmek ve her organın üstlendiği

197

vazifeleri ve insanlık mitolojisinin doğa mümkündür.

hakkında söylediklerini işitmekte

Eski Çinde hekimler insan vücudu île evren arasında şöyle bir ilişki kuruyorlardı: Herşeyden önce kafa göktür; saçlar yıldızlar ve burçlar, göz ve kulaklar güneş ve ay, kan yağmur, ciğerler rüzgâr, büyük atardamarlar nehirler, huyu, mizacı sü, vücuttaki delikler ve küçük toplardamarlar ise vadi ve ırmaklardır. Bunun yanı sıra, mide bir su denizi, aort kan denizi, göğüs akciğer denizi, beyin ise bir ilik denizi olarak tasarlanıyor. Vücuttaki 12 küçük eklem 12 ay, sayılan 360 olan büyük eklemler de yılm gün sayısının bir karşılığıdır. tt İnsan Vücudunun Sembolizmi** adlı yapıtta, insan cennetteki TUBA A Ğ A C I gibi, kökü yukarda otan ters dönmüş bir ağ a ca benzetilmektedir, insan sözcüğü Arapça İNS1ten türemiştir. İnsanoğlu yaradılışından itibaren, hayatta kalabilmesi için gerekli olduğuna inandığı şeylere sahip olmak ve doğayla mücadele edebilmek İçin, daima hemcinsleriyle birieşerek çoğalmak gereğini duymuştur. Hal böyle olmasa , şayet yalnız kalsaydı, insan bir hayvan atarak kalacaktı. Kalabalık, insanı çok elli, çok ayaklı, çok kafalı bir yaratık haline ge­ tiriyordu... (İhsan nau/ İntan oldu? M , tün. E.SEGAL 1991} Şimdi biraz çoğ atlayarak insanla İlgili şu hatırlatmaları yapalım: Yunanda köle vardı; etendiler sadece politika, felsefe,hitabet ve güzel sanatlarla uğraşıyorlardı. İnsan gücü ve zamanlan boldu. Pomada insanlar daha çok savaş, farım ve ticarette meşgul olmak zorunda kalmışlar, bu nedenle güzel sanatlarla uğraşmak için aynı oranda zaman ayı-ramamışlardır. Orta çağda Hıristiyanlık kölelerden değil, insan dışı güçlerden yararlanmak için yeni bir uygarlık oluşturmuştur. Kiliseninde yardımı ve desteği ite teknik alanda birçok atılım kaydedilmiştir...

İNSAN: Başlı başına bir evrendir. Ters dönmüş bir ağaçtır. Cennette TUBA adı verilen ve kökü yukarıda edilir,,.İnsanı bu ağaca benzetirler.

bir

ağacın

varlığından

söz

İnsan hermafrocfittir. Erkek kişide de memeler var. Vücutta erkeklik ve dişilik organları adeta simgelenmiş bulunuyor. Yüzün üst kısmı erkek (kaş, gözler ve burun) altı ise dişidir(oğız). Ayrıca olağanüstü bir simetri ve benzerlikler gözleniyor, Öm eğiaayak, böbrek ve kulaklar bedenin üç

198

katında bulunmakta ve her üçü de ana rahmindeki cenin' in Hkel şeklin benzemektedirler. Şimdi bu konuya biraz daha açıklık getirelim: AYAK. İNSAN VE A Ğ A Ç BAĞLANTISI: Adında insan denilen yaratığın ters dönmüş bir a ğ a ca benzediğini söylemiştik; yani kökleri yukarıda, dal ve yaprakları ise aşağıdadır bu ağacın. Bu olayı bacaktan yukan kaldınp baş üstünde dengede durma hareketine benzetebiliriz. İnsan ve ağaçların solunum sistemleri arasında bir benzerlik söz konusudur. Yeşil a ğ a ç havanın karbondioksidini alır ve klorofil özümlemesiyle oksijen salar. Kan ise klorofil gibi Co2— 0 2 özümlemesi yapmaktockr. İşte bu benzer olay, yeşil a ğ o çkırmızı a ğaç yanında (yeşil insan-kırmızı insan) kavramlarımda gündeme getiriyor. İbranicede A d a m (Adem) etimolojik olarak, kırmızı insan demektir. ADAM AH, kırmızı toprak, D AM ise kan anlamına geliyor. Kutsal Kitap (Yeşil İnsan) değiminden söz ediyor. İsiâmda ise KADİR yeşü anlamındadır. Kadir aynı zam anda çok kuvvet sahibi demek olup ESMA1 yı HUSNA' dan, yani Tanrının 99 adından biridir, başkaları hakkında kullanılamaz. Her üç semavi dinde(Judaizm, Hıristiyan ve İslâm) tüm ölüm ve dirilişlerini bitirip tanrısallık düzeyine ulaşan, yani ASLINA dönen her kişi (Yeşil İnsan) olarak betimlemektedir. Bu bakımdan yeşil ağaç, yeşil insanın, yani Dâhilik mertebesine ulaşmış, erişmiş insanın imajıdır. Ayaklar ise bu ağacın derinliklere inen kökleridir. Tüm enerjiyi onlar içerirler, tanrısallık sırların saklarlar. Bunun için AYAKLAR ana rahmindeki bebeğin filizşekiine sahip olmuşlardır. Tüm gelişme ve şekillenmeler ayakla ve ayaktan başlamaktadır. İnsan vücudunun, baş, kalp, böbrek, akciğer, karın, bağırsaklar ve seks organları odeta ayağın tabanında şekillenerek yerleşmiş bulunmaktadırlar. Fizik anlamda vücudun tüm potasiyelini içerirler. Bunun için akupunktur tedavi yönteminin uy-

199

Bulanması ayaktan da yapılıyor; saydığımız bu merkezler ayak tabanında bulunuyor.

organlarla

ilişkili olan ■

BACAKLAR : Ayakla diz arasındaki bölümdür. Bacaklar ilkahtan (tohurrtcrnadan} doğum olayına kadar olan evrenin gücünü sembol12e etmekledirler. Bacaklar insanın dış dünyaya çıkınca yürümesi İçin yoraNmş bir güç birikiminin depolandığı organdır. Bacakların şehevi onuyla HgHi bir yönü de. söz konusu ; At üzerindeki süvarinin bacaklarıyla alın böğrünü sıkıp onu belirli bir tazyik altında bulundurması ata bir haz ve enerji vermekte ve onu daha çevik kılmaktadır^!?) Öte yandan booc* btr sosyal yürüme organ» olarak,yaklaşmayı sağlayıp yakınlaşmaya akmak vermekle, mesafeleri kaktırarak sosyal düzen ve ilişkilerin kurulmasında önem# bk rot oynamaktadır.,. Dİ7IFP- incilin yazdığına göre, diz çökmek tek dua pozisyonu olmuştur. Astrolojik sembolizmde dizler (C apricome) oğlak burcu ile ilişkilidir. Ayrıca, yayla kova arasında bulunana oğlak burcu kuru toprakta da İlişkili bu-lunuyor, Yaradılış Kitabı (Üvre de la genese) nın ifadesine 7 göre, toprak ve KURULUK *jğ! mükememeiiyetiîr; yani ço-cuğun 7/ rartmde dizlerine kapamr hale gelme J evresidir. Sll ve ISLAKLIK ise henüz mükemmel olmamışlric halidir; yani çocuğun ana kamındaki (fetüs~cenin) hali olup AYAK biçimindedir, onun Bo|ı (Tellim) : mNifan-JÛ Mıjıı FİLİZ hatidir.sonuç olarak. AYAK It U J r r (G IJ : I I M * y ii-IL H ız iru ı K nç M n n )

; î l İ f l u n - l S N ıu m

öhh

(f m re r)

A d ıa

: 21 E ( z z ı r ın - 2 2 T f lr n m u r

; 13 T c m m ıd U

tfırg o l T e raz i ( U b m ) A k ı r ç (.îc c rp İH i)

Y ıjı O jL ık { C z p n ra n u ıO

tavı Mfucrfaı) Dütk (Para)

: 23 A |u ıla « -2 2 E jlû l I 2 3 E ^K İI-Î3 L k lrtı ■ 2 4 C f c irn -îl K u n t ı

: U

ltu ım - 2 1 A rılık

I I A n lık - İ P O cak

: 20Oak IkSubaı - >9SufcHrt.Hl

Viııl

mükemmel olmayan evreyi, DİZLER ise oluşmuşluk, mükemmelieşmiş)ik halini İfade etmektedir. ve

İncilde İlyas peygamberin halefi havarisi otan ELİSA Hayta yakın*

200 J«cobr un merdiveni:Sicilya Monrcale Katedrali orta ncf.

ındakl KARMEL Dağına çildi ve burada Baal rahiplerine karşı YAKOVA' nın tek ve gerçek Tanrı olduğunu kanıtlamak için bir mucize gösterdi. Olay M .ö. IX. yüzyılda geçiyor; başım dizlerinin arasına yere koydu ve kuru toprak için, bolluğa kavuşmak için, Tanrıdan yağmur diledi ve o anda istediği oktu.. Namaz pozisyonundaki dizlerin rolünün bu olabileceği görüşünde bulunuyoruz.

gizemli anlamla

ilişkili

Diz çok eski ve çeşitli geleneklerde vücut gücünün başlıca merkezi, insanın sosyal ve politik güç ve otoritesinin sembolü olmuştur. Diz çökmek, sadakat yemini, alçak gönüllülük ve bağlılığı göstermek amacıyla yapılmasının yanında, diz çöktürmek te arzulanın kabul ettirmek ve kimi zaman boynundan vurarak öldürmek için de yapılmaktaydı.. Tanrıların dizine sığınmak, dizlerine dilemek anlamına gelmekteydi.

dokunmak, yardım, korunmayı

DİZ v e BAŞ İLİŞKİSİ: İbadet ederken secde durumuna geçişte, başı içine alıp adeta onu sıkıştıran dizler, güçlerin toplamını birleştiren bir tohum görünümü verirler. Başla dizler bu pozisyonda birbirlerini tamamlayan yeni bir çiftoluştururlar. Her ikiside karşılıklı olarak, sahip oldukları taç niteliklerini kaynaklamış gibidirler. BEL KEM İĞİ: Hayat Ağacının simgelerinden biri olmuştur. İnsanı dik tutan, onun yukarılara, üst katlara çıkabilmesi için güç aldığı, dayandığı yegane payandadır, insan vücudunun Sembolizmi adlı eserin ifadesine göre, bizim yukarıda MERDİVEN sembolizminde deyindiğimiz JA C O B ' un merdiveni bir BELKEMİĞİ olmaktadır. Melekler göğe çıkış ve inişlerinde bu merdiveni kullanıyorlar...

BÖBREK- AYAK- KULAK:

Böbreklerin ana görevi kanı süzmek, onun içinden sıvı haldeki m aden tuzlarını, glikozu vs. filtre edip, temiz elemanları tekrar kana göndermektir. Seksüel hormonların Karaciğer yada İncir Ağacı Her ikisi de zaferin merkezi.

201

böbrek üstü bezleriyle Hgtsi var, bu bezler (gJander) sempatik sinirler sistemi üstünde egemen olan adrenalin salgılarlar. Böbrekler tuzun metabolizmasını idare ederfer.( Bu konuya Yüz- Surat sembolizminde tekrar döneceğiz) İnsan vücudunda 3 kat bulunuyor: 1 Topuk katı 2. Böbrek kah, 3, Kulak katı Kulaklar ters dönmüş gövdede AYAKLARA tekabül etmektedirler. Ayrıca böbrekler ve ayakların da anatomik biçimlen kulağa benzetilmektedir. Yani her üçü de ana rahmindeki cenin1in filiz (germe) hafini andırırlar. Uzmanların İfadelerine göre bu organların insanm Uk oluşum biçimine yansıtmış olm a», AURİCULOTHERAPtE tedavi metodunun çıkmasına neden olmuştur. Geleneksel AKUPUNKTUR metoduna riayet eden bu tıbbi teknik sadece kulak düzeyinde, vücudun şu veya bu kısmım canlandırmaya yönelik iğne sapksmaian için seçilmiş bir organ olur. Bu terapötik metot, ilkel bir düzeyde de otsa, çok eski çağlarda da uygulanmaktaydı. Örneğin Mısırda, fravuniar zamanında, kadınlar fazla şişmanlamamak için kukridanna iğne batırryorlardL Bir diğerleri şiddetti diş ağrısından kurtulmak için buna benzer bir yöntem kullanmışlardır, denilmektedir. KARACK j ER: LE FOtE, Latince Ficus, Fransızca La figuier incir ağoçı demektir. İşte bu ifadeden Kalp-Merkez * çıkardığımız sonuç, Ka­ raciğerin incir ağacı ile olan İlişkisidir. Le foie, ağı link merkezi, zenginlik güç., gibi anlamlan da içeriyor. Bu bakımdan ka­ raciğer ilöhi gücün bulun­ duğu, tanrısallığın, mü­ kemmeliyet ışığının, depo­ landığı bir enerji deposu oluyor. Karaciğer anatomik yapı itibariyi© bir incir ağacım andırmaktadır. İ-ısanm yüziı erkek ve kadını eşleştiren anlamlı bir Adem’ le Havva ilkin bir götünüm sergiliyor. incir yaprağı ile örtündüler

202

ve hortla ondan bir kemer yaptılar kendilerine... İnek ağacı arzuyu, yapraklan ise arzunun yükselişini, meyvesi ise mükemmeliyeti simgelemektedir. AKCİĞERLER: Solunumu yaptıran usta. Devleti semavi imparatorluğun emirlerine uyma görevini üstlenen bir bakan VİgQ M Û& İnsan vücudunda ___ olduğu gibi, yüzünde de iki eksen var: Biri dik diğeri yatay. Yatay olan eksen vücudun iki kalça arasım irtibattandım. Yüzde ise bu yatay eksen ağa düzeyinden geçer. Ağa burada belden aşağıda bulunan cinsel organla özdeytiriliyor. Burun ise yüzün dikine eksenidir, vücudun eksenide onun belkemiğidir. Yanaklar bu planda akciğerler, gözler kalp ve eller, kaş kemerleri İse omuzların yerini tutuyor. Böylece yüz vücudun bir benzeri olarak yorumlanıyor. Öte yandan yüz iki kutbun eşleşmesini yansıtıyor. Yüzün ait kısmı DİŞİ, üstü ise ERKEK karakterlidir deniliyor. Ait kısmı kadının jenital organın bulunduğu bölgedir. Orta kulakla BOĞAZ arasındaki Ostaki borusu (Eustache) her kulağı D Ö L YATAĞI BORUSU (fallop) nefirlerinin rahmin her yumurta bezini birleştirdiği gibi, A Ğ C la birle$tirmektedir.(#wlmter/ inceleyiniz) Yumurtalıkla (Yumurta bezleri) ve testiküller, ikiz kardeş gibi okm ve doğurm a gücünü dağıtma fonksiyonu ile görevlendirilmiş böbrekler bölgesinde yer almış bulunmaktadırlar. (Bfcz. Surat- Yüz metnf\ BEYİN: Sapı beyin gövdesinden oluşan tüm belkemiğini tırmanarak bir çiçek benzeri açılmış ve sonu olsa da, beyin bir tohum ve bir başlangıçtır. Resimde noktalarla belirtilen şekil aslında beyinin (corpus coilosus) adı verilen baynuzumsu bir kısmının uzantısıdır. İki beyin yanınküresini birbirine bağlayan sinirlerden alınmış şerit şeklinde yoğun lif demetidir. Hypophyse: Tüm gudde hormon faa­ liyetlerini idare eder. Epiphyse: Mememsi parça

203

bir çiçeği andırıyor. Omuriliğin

a 2 g2

BEYİNÇIK: (Küçük beyin) Omurgalılarda beynin , kas hareketlerinin eşgüdümünü denetleyen ve beynin sapına bağlı olan bölümdür. Kesitine j T bakılırsa, hayret verici bir görünümle fc* karşılaşıyoruz: Tıpkı bir Meşe A ğ a cı yaprağına benziyor. Hayat Ağacı, ya da Kutsal Ağaç adı verilen beyincik, [bünyesindeki fonksiyonları tıpkı bir ağaç grbi düzenler.

İNSAN SEMBOLİZMİNE İLİŞKİN ÖRNEKLER

VUCUDUNUN

İnsan vücudu 3 kattan oluşuyor

ALT KiülM {kadın üretim organı)

KULAK j-

Ostaki borusu, Orta kulak - boğaz

Fatlop dol yatağı borusu^

arası ÜST KISIM

Vücudun 3 katında şekil ve işlevi

ErkeK üretim organı

Bakımından birbirlerine benziyenler..

TestİKÜl

Penis

204

AKUPUNKTUR NOKTALARI

■Bağırsa^ ■

Seksorgaru

Alt organ 1/ Karın

Göğü^ ^

Üst organ

;Kann el kemiği

Bezeler İrideler bölgesi)

Filiz, cenin Pozisyonu

Baş

Beyindeki sinir

uçlan

Japon akupunktur bölgeleri

HERMAPHRODİTOS Hermes te Aphrodite1 nin oğlu Hermapbrodrtos' un adt Saimakis efsanesinde geçmektedir. Erkek ve dişi cinsini , kendinde birleştiren Hermaphrodltos tipinden insanların atası olarak Platon da saz etmektedir. « Şölen» diyalogunda söz alan komedya şairi Aristophanes, insanlarr en ilkel çağlarda hem erkek, hem de dişi olduklarını, sonra bu yüzden fazla güç kazandıkları için tannlarca İkiye bölündüklerini anlatır, İki cins arasındaki tutku ve birbrrteriyle birleşme isteği çok eski zamanlardaki bu birlikten doğm a imiş.?

SALMAEJS EFSANESİ (Azra EBHAT- Mitoloji söd üğütK ten)

Nice nice efsaneler vardır ki, kaynaklarının Anadolu* da bulunduğunu kimse bilmez. Bu masallara sahne olan yerler efsane kitaplarında bütün renk ve çizgi özellikleriyle anlatılmıştır, masalı okurken

205

onJon gözümüzle görür gibi oluruz. Ama hayal gözüyle gördüğümüz bu manzaraları gerçek dünyamızda aramaya pek koyulmayız. Oysa, masal, içinde doğduğu dekora ne kod ar boğlıysa, dekor da kaynak olduğu masalın anılması, anlatılmasıyla canlanır ve asıl kişiliğini ondan alır. Salmokis efsanesi için de bu böyledir. İlkçağdan bu yana birçok sanatçının şiirine, resmine, heykeline konu olan bu masalı bugünkü çerçevesine yerleştirdiniz mi, masal gerçeğin verdiği anlamla derinlik kazanır, masala sahne olan yer de zamanın akışı içinde sanki duralar, ölümsüzleşir. Bodrum' un hemen yanında, deniz kıytsında,bir zamarJar «Salmakta» denilen, bugün «Bavdakçı > diye anılan bir tatlı su kaynağı vardır. İçecekleri suyun az kireçti olmasına önem veren Bodrum4tular sularını ya denizden kayıkla, ya karodan eşekle bu Bardakçı kaynağından getirirler. Su, kıyının iki adım ötesindeki bir kayadan denize akar. Bardakçı ik, üç yüz metre genişliğinde bir kumsaldır, karadan yana kayalı, uçurumlu bir dağ amfiteatnyie çevrilidir. Bardakçı1da gökten düşme bir cennet parçası gibi küçücük, berrak bir göl varmış. Mersin ve yabani sakız ağaçlan bu göle yeşil bir çelenk olurlarmış. Bu güzel gölde Salmakta adlı bir su perisi yaşarmış. Satmakta, tanrıça Artemta1 İn buyruğunda bir da ğ ya da orman perisi olmadığından, avcılık etmez, yani zavallı hayvancıktan1 öldürmezdi: onun için de elinde ok ve yay taşımazdı. İşi gücü golün yemyeşil sularında çırpınıp yıkanmak, çırılçıplak cümbüş etmekti. Uzun saçlarını göl kıyısında ' biten mersin ağacından yaptığı tarakla tarardı. Saçlarım tararken küçücük gölden başka aynası yoktu. Salmakta bu aynaya baktıkça kendi güzelliğine şaşakalır, gülüşünü güneşli yamaçlarda çınkıtırdı. Hep göle dalar, yıkanır çıkar, kendi kendine türkü söyleyerek, yamaçtaki dağ çiçeklerini toplar, saçına takar, boynuna ve kollarına dolardı. Suya daldığı zaman su olur, akar, takındığı çiçeklerle dağda gezerken dağ yamoctnın canı dur, ağaçlara karışır, türküsü de salınan dalların yaprak fısıltısı haline gelirdi. Bir gün Salmakta göl kıyısında çiçek toplarken güzel bir delikanlı görmüş. Delikanlının adı Heimaphrodltos* tu. Bardakçı düzlüğünün bir yanında tanrı Hermes' İn tapınağı, öte yanında bir Aphrodite tapınağı varmış İki tanrı sevişmişler, Aphrodite gebe kalmış ve n ır topu gibi bir oğlan doğurmuş. Babasının ve anasının adlarını birleştirerek Hermophroditas adını takmışlar ona. On beş yaşına varınca genç yerinde

206

duramamış, başmı atıp yeryüzüne gezmeye, görmeye çıkmış. Yoiu SaimckJs gölünün önüne düşmüş. Körpe delikanlıyı görünce Salmakis' in gönlü sevgiyle harlamış. Saçım başım şöyle bir düzeltmiş, güzelliğiyle delikanlının gönlünü buyüJemeyr tanrılardan yalvarıp, Hermaphroditos1un yanına varmış ve : «Sen bir tanrı mısın, değil misin? Tanrıysan, sevgi tannsr Erosun kend&sin her halde» demiş, j

« ne mutlu seni doğuran anaya, seni emziren sütntneyel Ka kardeşterin de seni görmekle sevinirler. Annen , sütninen, kardeşlerin mutlu, ama gelin olarak sana varan kız onlardan yüz kere, bin kere daha mutlu. Nice zevkler tadacaktır of Bugüne değin evtenmedinse, gel birbirimize varalım; sevişelim şuracıkta, duyacağım a zevk hırsızlama bir zevk otsun » . Salmakis böyle demiş. Ama çocukluk çağından yeni çıkmış otan HermaphrodHos çekingen, »krigan bir gençti. O ana kadar böyle şeyleri hiç aklından geçilmemişti Yanakları utançla kızardı.«Git oradanI » diye öle dürttü peri kaini. Salmakis, içi acıyla burkularak, bir çalının ardına çekilip gizlendi. Kendini »sız yerde yapayalnız bilen genç Önce ayağını suda çalkaladı .sonra soyundu, çırılçıplak göle daldı. Dibi görünen serin suda bir fildişi heykel gibi yüzüyordu. Peri kızının gözleri arzu ateşiyle yorup çaktı.« Artık benimsinl * diye bir sevinç çığlığı saldı ve kınından sıynlan bir kılıç gibi çıplak ve parlak gövdesiyle göle atladı. HermaphrodHos u elleri, kollan, bacaklarıyla sarmış, acrtırcasına kavramıştı. Dudaklarını dudaklarına kenetlemişti. Nasıl yılan, pençesine * düştüğü kartala büklüm büklüm dolanırsa, nasıl denizin dibinde ahtapot, dokunaçlarıyla tuttuğu balığı fini fini kavrarsa, Salmakis de delikanlıyı öyle sanp bağrına basıyor, döne döne suyun dibine çekiyordu. Hermaphrodltas seslenmiş,

kurtulayım

diye

çırpınırken, peri

kızı, tanrılara

«Size yalvarırım, İkimizi birbirimize kavuşturun! » diye yakarmış. Tanrılar dileğini yerine getirmişler: Kızla erkeğin iki gövdesini bir tek gövdede birleştirmişler, dyte *kl, o gövde ne erkek, ne dişi olmuş. Batıda " hünsa" anlamına gelen “ hermafrodrf sözü işte bu efsaneden gelir. Bugün Bardakçı1 da Kaplankaya denilen yüksek bir tepe vardtr. Hermes ve Aphrodite1 nin tapınaktan olsa olsa bu tepenin üzerinde olabilirdi. Tepenin denize inen yamacında dikilitaşlara, anıtlara, dolmenlere benzeyen dev kayalar yükselir. Bu dik dorukların arasında yer yer yeşil

207

kodtfe çevrHi berrak, tabii havuzlar vardır. Taşlar bu havuztan kemerler ve köprücüklerle aşarlar; taşların altından denize girer ve iriH ufaklı beş. ctfı havuzu dolaşırlar. Satmalus gölü bu havuzlar otsa gerek. Bu efsane nasıl doğdu, neden doğdu? Diye soracak olursak, ilkçağ masalcıları Salmakls gölünün suyunda gevşe tici, erkeklik gücünü azaltıcı bir özellik vardı da ondan diye karşılık verirler. Belki yakan, belki gerçek, bilmiyoruz. Masalda gerçek aranmaz ki, şiirinin tadına vanlır, yalnız.

ÇOBAN

'

G öçebe toplumiarın yaşamında ötedenberi, ba 2en kutsallık düzeyine kadar ulaşıp kendisini bir tür masumiyet, gariplik ve sadelik şeklinde tanıtan bir azyaptnın varlığı gözlenmiş bulunuyor. Bu nedenle olmalıdır ki, gene bu top*umlarm mitolojilerinde ÇO B A N imajının dinsel açıdan güçlü bir kişiliği bulunuyor. Kutsal kitabın üç ayrı yerinde, * İsrail1 İn çobanı Tanrı1 d ır diye yazılı. Bu çoban, kendisine teslim edilmiş olan sürüyü güdüp korumak ve kollamakla yükümlüdür. Ancak Tanrı bu yükümlülüğün beraberinde getirdiği otoriteyi, geçici olarak dinsel kişiliğe sahip bir lidere bir şefe havale ettiğinden, o kişi de kendi halkının bir çobanı dur. Nitekim Davtt (Davut peygamber) aslında gerçek bir çobandı; ama, Tanrı onu halturan çabam yapmıştır. Saint Jean (aziz Yahya) İncilinde İsa’ nın ■ Ben bir ço banım " dediği yazılıdır. Öte yandan Apokalrps’ te, * O dünyanın tüm halklarını demirden bir asa ile otlatmaya götürecektir.." Modelerl bulunuyor. Hz. Mu-hammed bir Hadis-i Şen-finde, " çobanlık yapma-rmş hiç bir peygamber gelmemiştir11diye buyu-ruyorlar... Sembolizm edebiyo-tında çoban1 ın, iffet, sağgörülük, deneyimlitik olgutonyla İlgisinden söz ediliyor. İşi gereği günboyu sürekli gözünü dört açmak zorunda olduğundan, bu yönüyle, her şeyi gören güneş ve görmesi gereken kral' la özdeştiriliyor. Çoban, göçebe yaşamı nedeniyle, bir yere bağlı olmadan, dünyanın her bir yöresini gezip dolaşan bîr ruh gibidir; o, sürüsünü İyi ve sağlıklı bir şekilde güdebilmek için, güvenli bazı bilgilere de sahip olması gereken, bir kişidir, çoban hayvanlarının sevdiği ve

208

onlara yorariı ofcıcak_ hangi cins otur, nerede bulunduğunu bildiği gibi, gök. ay, yıldızk* ve rüzgârın da uzman bir gözlemcisidir. Onlara bakarc* havanın nasıl a ta ca ğ a sezinler; duyduğu sese ve kokulan en iyi şekilde değerlendirir, Bu arada kurt un yani düşmanın nerede saklanıp sCsüvü izlediğini de biliri.. Yalnız kalmış bir kuzunun sesini hemen duyup tanryarak, onu sürücüne kavuşturur, işte tüm bu yetenekler ona Tanrı tarafından bağışlanmıştır. Hitttlerde kralların bir çoban, halkın da o' nun peşinden giden bir sürü gibi varsayıldığınt bilmekteyiz. Yazıtıkaya kabartmaları arasında da, kral Tuthalya elinde. Ittüüs od» verilen, alt kısmı kıvrık bir çoban sopası tutmaktadır. Adem ve Havva1 nın ikinci oğullan otan AbeifHabil) de bir çobandı. Kariyede " İsanın dönüşü veya Diriliş" adt verilen sahnede onu, elinde kıvrık bir çoban demeği tutarken görmekleyiz. Kardeşi olan Cain (Kabil] ise ekici ve toprağa bağlı bir yaşam sürdürüyordu... Müslüman çevreler, deve çobanı' m tıpkı deve gibi haşin ve inatçı, koyun çoban1ntn ise daha uysal ve mütevazi olduğunu söylerler. Bu bakımdan pey-gamborlerin, bir koyun gibi, mazlum duy-gular besledikler) kabul edilir...

GÖLGE Afrikamn ilkel toplumlarında, evrendeki tüm canlı ve cansız varlıkların H ikinci kişilikleri ve yüzleri" olarak tasarlanmakta, ölüler ülkesindeki ikinci yaşam sürdürenin ise "gölge" olduğuna inanılmaklaydı. Öte yandan bu insanlar, vadilerin bir tarafının aydınlık, diğerinin ise, onun neden olduğu gölgeyle kararmış olmasından algılanarak, gölgeyi gökle yerin, ışıkla karanlığın birlikte gerçekleştirdikleri bir sanat eseri şeklinde değerlendiriyor, ona karşı saygın bir davranış İçinde bulunuyorlardı. Gölge

antik

209

çağlarda

toprak

falı

ve

yön

kestirme uygulamalarındahayli yaygın bir başvuru aracı olmuş ve yararlanma alanı bulmuştur. Yakut Türklerinde de insanın üç ruhundan biri olduğu varsayımıyla, gölge olayı karşısında saygılı olmak önerilirdi. Çocukların onunla oynaması, gölge oyunlarının yapılması ve bîr başkasının gölgesine basılması, günah sayılan davranışlardan biriydi. Aynı inancın eski Yunan toplumunda da varlığı saz konusudur. Yunanistanda kurban kesme ve adak törenleri, güneşin tam tepe senit noktasına ulaştığı, yani tüm objelerin g ö lg e boylarının en kısa ve gfrdüzün ikinci yansının başladığı bu zaman ayrımında, yapıldığı bükmektedir. Nitekim belgelerde, Dfclim Apoüon tapınağında bu törenlerin öğlen saatinde yapıldığına dair bilgilere raslan-mıştır. Güneşin doğudan kendini gösterip gök yüzündeki yolunun tam yana olan zentt noktası, yaşam denilen iki sayfahk kitabın oyuma çizgisinin, üzerinden geçtiği bk noictadtfl. Doğu âleminde süregeldiği varsayılan dünyevi yaşam, gölge gibi, bu noktada sıfır olmakta ve yeni bir dünya yaşamı, bu kez, bak âleminde başlamaktadır,., bu nedenle olmahdır ki. İslâmda öğlen namazları İçin saptanan saat güneşin 2enit noktasına geldiği andır. Kuranda gölgeyle ilgili şöyle bir ayet bulunuyor:" Geceyi gündüze, gündüzü ise geceye sen sokarsın!" Gölgenin de yapay ve doğal olanları vardır; ama ı( bk ağaç gölgesine nazaran, bir duvar gölgeslden daha güzel, serin ve rahatlacıckr).olduğu düşüncesindeyiz...

DUVAR - SUR Sur ya da yüksek duvar, geleneklere göre, bir âlemi çepeçevre kuşatıp oraya olumsuz etkilerin sızmasını önleyen koruyucu bir settir. Surlar gerçi kuşattığı yerleri sınırlandırmak suretiyle olumsuz bir görünüm sergiliyorlarsa da, o yer ve alanların gerektiğinde" semavi etkilere de karşı gelen bir engel" oluşturduğundan söz edümemiştîr.

210

Kentlerin suriaria çevrilmesi ilk kez Mezopotamya daki çifttikterinln bu şekilde korunmasıyla başlamıştır.

zengin

Duvar- Sur, sembol olarak, Müslüman ezoterizmi kadar Hindu geleneklerinde de yer almıştır.

olduğu

tarafından

Sur duvarlarında beliren çatlaklar onların yavaş yavaş yok olup gitme tehlikesinin bir işareti, şeytani etkilerin buralardan iç atanlara rahatça sızıp akabileceği anlamında, yorumlanıyordu. Eski Manda duvarın sembolik değeri onun yükseklik derecesiyle ölçüimekteydi. Duvar halk düzeyinin çok üstünde yer alan bir yüceliği simgeliyordu. Gene duvar yatay simgebiiimden ziyade düşey simgebilimie Mintili bir olgu olarak tasarlanmıştır. Sur yapımının sınırların korunması amacına yönelik bir çaba olarak yorumlanmadığına verilebilecek örnek. Yukan ve Aşağı Matr11 ayvan ünlü Beyaz Duvar* dır. Kudüsteki AĞLAM A DUVARI, bir ayrılık sembolü olmuştur. Sürgüne gönderilmiş kardeşlerle geride kalmışlar arasındaki ayrılık ve Bertin Duvan... Uluslar, aşiretler aileler, bireyler arasındaki sınır ve mülkiyet ayrılığı., ve nihayet duvar Yaratanla yaratılar arasındaki perde, kralla tebası arasındaki paravana, diğer insanlarla benim aramdaki aynkktır...Duvar, irtibatın, güvenlik ve savunma kaygısı gibi İki etken yüzünden kesilişi olayıdv. Ancak insan inşa ettiği bu duvarın içine kendi kendini de hapsetmektedir!.., Duvar, döl yatağına özgü dişi ve pasif öğe kavramıyla birleştiriliyor... (Şehir turtan He IfgfH aynntıt açıklama İçin ŞEHİR yorumuna bkz.)

BAŞ (KAFA) Aktif bir prensibin dirimsellik sembolüdür. Yöneten, emir ve komuta eden ve yol gösteren otoritedir. Bir şeyin başladığı yer, uç kısmı veya üstte olan yönü, anlamına da gelir. Gövde insanın m addesel, kafa ise. onun m antai olan- parçasıdır. Platon kafa1yı evrenle kıyaslayarak, onun küçültülmüş bir örneği mikrokozmoz olduğunu ve insanın, onun içinde yapılaşan, iç dünyasını yansıttığını ileri sürmüştür. Kafa bu ifadenin paralelinde, fiziksel görünümü ile, kare biçimindeki gövdenin üstündeki bir kubbeye benzetiliyor; İki kol ve iki bacak ise onu havada tutan pilyeier oluyor...

211

Mitolojide bazı tanrılar, insan, hayvan ve cin adı verilen yaratıkların çok başH (poüsefal) olarak gösterilmelerinin amacında, entarin sahip oldukları kafa adedi kadar güçlerini çoğaltmak, veya değişik g ü Ç ^ e sahip olduklarınım göstermek, düşüncesi yatmaktaydı. Bu konuda Efesli Artemisin bazı özelliklerini yansıtan tannça Hekate' nln üç yüziü, üç başlı, veya üç gövdeli, Amon- Râ1nın dört koç başlı, Kamboçya piton yılanı Najave1 nin yedi başlı, tanrı İndra1 nın üç baştı, cehennem gardiyanı Kerberas köpeğinin İse üç başlı betimlendiklerini hatırlatmak istiyoruz. Kıbele* nin bile geniş kalçalı olan yontulcnryn 2 başlı olanına da rastanmıştır.(Kayseri Ark. Müzesi) Aynı konuda Hititierin ÇİFT BAŞLI KAETAL' ı ise en belirgin örnektir. (Kartr nın bakktokf rolüne, kttobm ■ BaHk" meMndb değinilmiştir.}

Baş Türitçede, günlük konuşmalar sırasında, sıfat veya isim olarak en çok kuHcmian bir sözcüktür. SER ve KELLE sözcükleri de yerine göre eşdeğer anlam verir. Genelde, bütünlük, irade, otorite, itoat gibi...baş1 ın içerdiği değişik anlamlara değgin özdeyişlerden bir kısmı aşağıdakiler olabilir: Baştanbaşa (burda bir şeyin iki ucundaki noktalar da baş olarak kabul edilmiş ve ba f la nokta arasında soyut bir benzerlik kurulmuştur). Başın» dlıp gitmek, baş vurmak, başetmek, başına vurmak, başına kakmak (yapılan bir iyiliği yüzüne söylemek), baş bağlamak, baş belası, başıbozuk (eskiden asker olmayan kişiler, siviller için de söylenirdi), başıboş, başına buyruk, başa çıkmak (başarmak), baştan çıkmak, çıkarmak, başı hoş olmak (sarhoşlu* hali), baştan savmak, baş kaldırmak, baş göstermek, başını gözünü yarmak (becerememek), başının etini yemek (aslında başta et yokturI Buna rağmen onu bile didikleyecek kadar bir kimseyi taciz etmek ısrar ve inat göstermektir), ağır başlı olmak, iş başı yapmak, yanı başında olmak, aklı başında oimak, işin başında olmak, başucu, başlıca, bir baştan diğer başa, dik başlı, demirbaş, Ibaşabaş gelmek, kafalı, kafasız olmak, boş kafa, kata tutmak, kafadar olmak, ser verip sır vermemek, kelleyi koltuğu almak (cesaret göstermek), kelle kulak yerinde (kılık, kıyafet ), kelle götürür gibi (büyük telaşla)...

212

YÜZ (SURAT) İnsanın tam açılmamış örtüsüdür. Bu bakımdan hiç kimse doğrudan doğruya, gerçek anlamdaki yüzünü göremez. Bunu yapabilmek için mutlaka bir aynaya bakması gerekir, O halde yüz bize değil bir başkasına aittir; o başkası İse Tanri dır. Öte yandan Yüz’ ün SESSİZ BİRj LİSAN, Hıristiyanlığın da, bu lisandan yararlanan, YÜZLERİN DİNİ olduğu ileri sürülür. Yüz vücudun, diğerlerine oranla,canlılıktan ve yaptıkları işleri gözle görülebilen, beş duyu organının bulunduğu en duyarlı olan yeridir; Örneğin, kalbin atışını, midenin çalışmasını göremeyiz. Yüz, diğer bir deyimle, esrar1ın sembolü olarak," görünmeyenin bulunduğu ve anahtarı kaybolmuş yerin kapısıdır!...*

,

Yüz sözcüğünü, başın ön kısmı anlamında isim, bir şeyin düz tarafı anlamında ise sıfat olarak kullanmaktayız- Bu bakımdan, Yüz1 ün, karşıtı atan ters sözcüğü (sıfatı) nün içerdiği anlamlarla kıyaslandığında, daha çok, bir açıklık, gerçeklik, aşikarlık., ve sonuçla bir OLUMLULUK kavramını İfade ettiğini gederiz. Bu yargımızı kanıtlayan deyimlerden bazıları şunlar Yüz yüze, yüzüne karşı, yüz akı, yüz kızarması, yüz karası, yüz yermek veya vermemek, yüzünü ekşitmek, yüzüstü bırakmak, işin iç yüzü, yuzgoz olmak, yüz çevirmek, yüzü gülmek, yüzünü ağırtmak, yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmek... Yüz bir insanın tanınması ve tantfıimaana yardımcı oton özellikleri ve öğeleri üzerinde taşıdığından, gerektiğinde en önce başvurulan güvenli bir vücud parçasıdır. Bunun için, aranılan suçlular, onun en tipik ve karakteristik noktalan dikkate alarak, yüz (robot) resimleriyle, tanıtılırlar. Yüz, yerti tanınan bir kimsenin kişiliği hakkında ilk izlenim ve yargıların edinildiği bir yerdir. Aynca yüz. kişinin oiumlu veya olumsuz olaylar karşısındaki tepkilerini el, kol ve baş hareketleriyle güçlendirerek, yansrtır; söylemek istediği şeyleri şekillendirir. Bazen de kalbin aynası olur. Söz yerine göz, kaş ve dudaklarla yapılan (mimik) ierin gösterge tablosu veya ekranıdır. Bu tepkilerin yüzdeki görünümleri ve belirtileri İçin kullanciğf™ deyimlerden bazılan şunlar: Gülmek, ağlamak, yüzü kızarmak, kaş çalmak, gözlerini yummak, göz kırpmak, göz dikmek, ters ters bakmak... .

213

Son olarak yüz, sahip otduğu öğelerin (yanak, ten, ağız, burun, gez, kaş, kirpik, kulak..,) renk, simetri, orantı ve sözie ifade edilemeyen diğer görünümleriyte değerlendirerek, ona sahip olanı GÜZEL veya ÇİRKİN olarak vasıflandırmada başlıca etken atmaktadırNorma! olarak insan suratında bir simetrinin bulunmadığı saptanmıştır; her iki tarafı çok küçük ayrıntılarla da olsa, birbirinin hiç bir zaman eşiti olmazlar. Ama Yunan heykeltraşları yaptıkları yüz heykellerinde onu daima birbirine benzer olarak yansıtmışlardır. Bu olgunun Roma ve daha sonra Bizans dönemlerinde, gitgide daha realist biçimde gerçekleştirildiğini görüyoruz. Yunanlı yontu sanatında, Romaya kıyasla daha idealist davranmıştır. Nitekim Büyük İskender* in başı, sanatçı tarafından aşırı derecede makyaja tabi tutulmuştur. Aslında İskender* in o denli güzel bir yüze sahip olmadığı söylenir...

KAŞ VE KİRPİKLER İran ve Arap edebiyatında ' aşkın silahlan 1 gibi sembolleştrilerek ifade edilirler. Kirpikler için ise,11kaşların oluşturduğu yayla rd a n atılan oklardır " denilir. Bir İnsanın başında kıl-fardan oluşan yedi çizgi bulunmaktadır; bunlar,V s»' metninde de tekrarlanacağı gibi 2 kirpik ve 1 saç'tan oluşmaktadır. Bu sayının 4'le çarpımında çıkan 28' in Arap alfabesindeki hart sayısının oluşmasını etkilediği de söyleniyor... Tanrı' nın bakire annesi olarak benimsenen Meryem’ in yüzü, göğe bakan ve bakire olan dünya toprağı olarak düşünülmüştür. Bu nedenle olmalıdır ki, özettikle ortaçağın sonunda Meryem' in yüzünün ikonlarda siyah gösterilmesi adet haline gelmişti. Siyah yüzlü Meryem1in en belirgin örneği Trabzon SUMELA MANASTIRI' nda görülüyor.., .

214

MELEKLER Tonn götle görülmez, O fiziki temas ve ulaşımın ötesinde olduğundan Tann He insan arasında ilişkiyi kuracak bazı aracıların bulunması gerekli olmuştur. Aksi halde İlâhi yasaya uyma olanağı bulunamayacaktır. Çünkü insan maddidir; Tann ise ruhun d a ötesindedir. Tanrı ile insan (peygamber) arasında ilişkiyi kuran en güvenilir vasıta vahiy dir. Vahiy, Hâhi tebliğ (bildiri) demektir. Bu İlâhi bildiriyi Tanrının insan olan memuruna, yani peygamberine getiren haberciye, bu mesajın taşıyıcılarına MELEK adı verilmiştir. Melekler Tanrının bütün emirlerine boyun eğen bakanlar, yasa uygulayıcıları ve nihayet, O 1 nun ordusu gibidirler. Bu sonuncusu Hı­ ristiyanlarca, Kariye müzesi mezar şapeli kubbesinin içinde, meleklerin, iyiliğin koruyuculuğu He görevlendirilmiş anlamında, mızrak ve kalkanla donatılarak, silahlandırılmış bir şekilde betimlenerek yansıtılıyor. Aslında eter gövdeli, uçucu, tam anlamıyla manevi yaratıklar olmalarına karşın, ikonograftk temalar üzerinde resimlendiriklikleri zaman, ya kuğu kanatlı bebekler şeklinde veya gene kanattı olmak kaydıyla. yetişkin bir insan görünümünde olmaktadırlar. Meryem' e hamilelik müjdesini veren melekler her iki şekilde de betlmlenebHiyortar.

-

Genellikle Cebrail (Gabriel)1i elinde bir sopa veya bir küre tutarken görürüz. Slhirtoazkmnkini andıran bu sopaya krikeion deniliyor ve Tanrıya yakaran krm bk atribüsü olarak tanıtılıyor. Eündeki objenin İse, sağlıklı olacağından emin olmamakla beraber, küre' nin sembolizminde değindiğimiz özettiklerle bağlantılı veya, falcıların gelecekten haber vermek için kullandıkları ve GÖRÜNENLE GÖRÜNMEYEN ARASINDA ARACILIK YAPAN, biHciUk sembolü kristal bir küre olabileceği görüşündeyiz. Aristo felsefesine göre, melekler gökteki yıldızların hareketlerini düzenlemekte ve herbiri bir yıldızdan sorumlu bulunmaktadır. Eğer durum böyle ise. gökteki yıldız sayısı kadar melek olması gerekmektedir!.. Melekler arasında hierarşik bir bağlantı olduğuna inanılmaktadır; bu düzen ise ontarm Tanrının tahtına yakınlıklarıyla İlgili bulunmaktadır. Kutsal kitapların ifadelerine göre, başlıca meleklerin sayısı dörttür; bunların ilki Cebrail (Gabriel) olup, baş melek ünvamnı taşır. Cebrail bir vahiy meleğidir. Diğerleri Mikael (Michel), cennetin kapısında durur, doğa olaylarını yönetmekle görevlidir. Azrail (Azrael), Tanrının emriyle ruhu bedenden ayırmakla görevlendirilmiştir. İsrafil (Rafael) ise kıyamet gününü bildirecek olan melektir.

215

Bilindiği üzere, meleklere Arasında yer almıştır.

İman. Islâmdaki

iman

esaslarının

ikinci

İkonografik tablolarda melekler, attı kanatir olarak. resimlendirilirler. Bunlardan iküiyle, Tanrıyı görmekten korktukları için, yüzlerini kapatırlar, diğer ikisini bacaklarının üzerine çaprazlama biçimde koyarak uçmalarını sağlamakladırlar. (Bkz Kanat) Bazı Ortodoks kiliselerinde [İstanbul ve Trabzon Ayasofya), kubbe ile kare mekân arasında bir birleştirme -geçiş* öğesi işlevini yapan üçgen pantantifler üzerine bu dört meleğin freski yapılır. Meleklerin özellikle bu kısma yerleştirilmelerinde güdülen amaçlardan birinin, mimari açıdan pantantiflerin işlevine paralele olarak, sanki gök kubbeyi ve orada bulunan İsa1 yı kanattan üstünde taşıdıklarını, diğeri ise onların aynı zamanda gökle yer orasında mesaj iletme işlevini üslendiklerini betimlemek Olduğunu sanıyoruz. (Bfcr. konyo Korutay Madmmtl) Melekler cennetin müzisyenleri ve önemli oiaytan haber vermek (anons etmekle) görevlidirler. Bu bakımdan onları çoğu kez etlerinde bir müzik aracı, bir harp tutarken, veya, vaftiz sahnelerinde olduğu gibi, trompet çalarken görmekteyiz.

r

Mitolojide sözü edilen PSYKE1 de kelebek kanatlı bir melek gibt gösteriliyor. Aslında (ruh) anlamına gelen Psyke, Mllet kraknın üç kızından en gözde olanıdır. Bu nedenle Afrodtf în hışmına uğrar; fakat sonunda onun oğlu otan EROS’ a aşık otur. Bu olayda ruh ve sevginin bir arada, ayrılmaz bir bütün olarak kabul edildiğini ve meleklerin SEVGİ MESAJI taşıyan varlıklar olduğuna da tanık oluyor uz... Melek figürünün, Akdamar Adasındaki kilise kabartmalan arasındaki av sahneleri ve Beyşehir Göiü Kubadabad sarayı çinilerinde gözlendiği gibi, Bereketi arttına bir rolü bulunuyordu, (ete. Akdamar Aöau) Alın: Kafatasının saçla kaplı olmayan kısmıdır. Gerçek İşlevi bugün hâlâ gizemini koruyor, içindeki, pek işe yaramaz gibi duran lo b 1lann belki bir gün bir bilgisayarın en önemli ve hassas merkezi olduğunu EKRANIN4 da göstrerek kanıtlayacaktır. Bugün en azından konuşma bulunduğu biliniyor.

ve

öğrenme

216

merkezinin alın

lobunda

KAFATASI Anatomik otarafc, insanda ve omurgalı hayvanlarda beyni muhakca eden kemikten bk kutu...Bunun için kafatası konusunda yapılan tüm VOfum ve benzetmeler daha çok akıl ve beyinle ilgili olmuştur, örneğin," kafcrfı adm , kafası almamak, boş kafalı...* vb. deyimlerde, zeka, anlayış, bilgi...gibi yetenek ve âzellikier bulunmasına karşın, aptal, ahmak cahil beyinsiz... türünden sıfatlar da dile getirilmek İstenir. ' ’ İlket kabilelerin değeriendirmeleriyfe başlayan 11düşünceyi yöneten yüksek komutanlık karahgahının(İ) kafatası İçine yerleştiği'1 varsayımı bugün de geçerikiğni koruyor... Ancak onlar, örneğin Senegal Bambarlan! bu merkezin insanın makrokazmik yapısı üzerinde, ondan direktif alan, üç tali merkezin şefliğini yaptığı kabul etmişlerdi. Bu merkezlerin yerleştiği noktalar lset göğuı kemiğinin allı, göbek ve seks organıydı... Bu konuda bilimsel bir oçüdama yapmak niyetinde olmamakla beraber, gerçek olgunun, kafatası ıçtnde iradı (biflnçH) hareketten düzenleyenin büyük beyin, diğer iradi olmayan, refleks ve otomasyon faaliyetlerini yönetenlerin ise küçük beyin ve omurilik olduğuna değnefek, ufak bir hatırtatmc yapmayı gerekli buluyoruz..,. İskeletin tam tepesini oluşturan kafatasının, onun bu Önemli ve hayati görevi dikkate acınarak, gayet özenle yapriaştınlmış ve biçimlendirilmiş olması dikkat çekicidir. Kafanın içinde, beyinle kafatası arasında bir sıvı bulunur, (hidrosefal). Bu su. fiziki bir kural olarak, normal bir su kitlesinin üzerine yapılan basıncı her tarafa doğrtmast gibi, o da çarpma halinde kafatasının içinde aynı işlevi yapmaktadır. Kafatasını oluşturan kemikler birbirlerine kenetlenmişlerdir. Kafatası diğer kemik oluşumlarına oranla daha sağlam bir yapıya sahiptir. Nitekim eski mezarlardan, yüzyıllar boyu özelliklerini pek fazla kaybetmemiş durumda kafataskın çıkarılıyor; ağandaki dişlerin bile çoğu yerlerinde durmaktalar. Aynca kafa şekil oksak küreye benzer, dolayısıyla direkt çarpmaların aynı basınçta kafanın diğer tarafların* etkilemesine engel olur. Kafatası kemiğinin en sağam olan bölümleri çarpmanın gelmesi olası yönlerden, yani alın ve arka kısımda daha kalın ve sağlamdır. Kafatasının en zayıf olduğu bölüm ise (bıngıldak) tabir edilen tepesidir. Birçok Asya ve Avrupa efsanelerinde (İnsanın gÖgü ve semavi kubbesi) şeklinde yorumlanan kafatası, insan ve hayvan vücudunun

217

kutsallığı olan bk organ şeklinde benimsenmiş KÜLTÜ1nün doğmasına neden olmuştur.

ve

sonuçta, KAFATASI

Özellikle avcı toplumlarda yaygın bir tapınma objesi olan kafatası kesitinin Ubasyon denilen, tanrılara içki sunma törenlerinde kullanılan kapların (kupaların) biçimlenmesini de etkilemiş bulunuyor. M.Ö III. Yüzyıl' da Gaulois’ lorda tapınak rahipleri bu töreni kafatasına benziyen kupalarla yapmaktaydılar. Daha eskilerde ilkel kabileler ecdat kafalarını, hem onun anısını yaşatmak, hem de onda ki bu kutsal cevherden hayatta kalamarın sürekli yararlanıp nasiplerini almalan amacıyla, kesip saklamaktaydılar. Yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan kafatası yığınları bu geleneği kanıtlayan veriler arasındadır. Öte yandan kesilmiş bir kafayı (FİZİKİ ÖLÜM ) ün bir sembolü yapan olgu ve uygulamalar da var: Örneğin bu kabile insanları, savaşta öldürdükleri önemli kişilerin cesetlerinden kestikleri kafaları, bir süre bir mızrak ucuna takıp dolaştırdıktan sonra, onu bir zafer ganimeti olarak saklamaktaydılar. Neolitik ça ğ inşam, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde bulunan bir duvar freski üzerinde farkedildiği gibi, ölü insanları başsız olarak resimlendirmişierdir. Av hayvanlarının kesilip kurutulduktan sonra içlerinin doldurulmasıyla evlerde saklanması, avcılıkla uğraşanların evlerinde görüldüğü gibi, insanın hayvan üzerindeki zaferi ve üstünlüğünü ifade eder bir am aca yöneliktir. bir düşünür, "Yazar, İnsanları bilmeden bildikleri şeyin bilincine vardıran kim sedir..." türünden bir deyimde bulunuyor. Biz de bu kitapta ön konuşmamızda da vurguladığımız gibi, okuyucuların bilmedikleri değil, aslında bilinen ve fakat şu veya bu nedenle yüzeysel bir boyutta kalmış olacağını sandığımız bazı konulara açıklık getirme amacım güdüyoruz...aslında bazı şeyleri biliriz. Ancak bunlann bildiğimiz gibi olduklarını çoğu kez o şeyi okuduğumuz zaman anımsarız. Bu bakımdan kafatası olgusu üzerindeki bu yorumsal açıklamayı, aşağıdaki görüşün parantezine dahil ederek, noktalayacağız: Batılı

Bilindiği üzere ölüm ve ölüm tehlikesinin varlığı, hemen her ülkede, bir kuru kafanın üzerine çaprazlamasına konulmuş iki kemik parçasıyla sembolleştiriliyor. Aslında kafatası burada, biraz önce değindiğimiz gibi, fiziki, yani maddesel olan

218

ölümü, üzerindeki İki incik kemi# ise Sakıt A ndr6 haçt* m göstermektedir ve ruh’ u simgelemektedir. Bu görünüm maddesel yaşamın ruh' un üştürdüğünün etkisi atlında kalarak parçalanması ve doribk tarafa darılmasını yansılıyor. Buna bağlı olarakta kurukafa, doğrudan doğruya gerçek ölümün, haç ise monevi,(ruhani) gelişmişliğin bir sembolü oluyor... Özellikte dinsel içerikli faaliyetlerde başın üstü örtü, türban, bere, bone, takke., .benzeri netnotor konularak örtülmekte veya sarılmaktadır. Bu gelenek Hİtrilerde bile vardı. Kral IV. Tırihatya rahip giysili iken başında bir bone bulunuyor. Yahudi linagoktanna bone İle giriliyor. Meryem Ana daima başörtülüdür. İnsanın başın mlkıozmos olarak niteleyen çevreler bu hareketi gök kubbeye yani evrene karşı beslenen saygı eğiliminin bir işareti olduğunu ileri sürüyorlar. NasıJ kj ayakkatH ayakla yer yüzü arasmdo aracj bir rol oynuyorca, başın üzerine konulanlar veya örtülenlerde onun gökle doğrudan temasını kesmiş o*jyortar,

İSKELET Ölümün ve kimi zaman şeytanın da kişlleştintmiş görünümüdür. Eskiden simyoalar kurşun, demir, kalay..gibi sıradan metalleri altın ve gümüş gibi değerli olanlara dönüştürme umuduyla bu metalleri IHermes vazosu adı verilen armut biçiminde cam bir eritme kabında ısıtırlar, oluşan renk değişikliklerini dikkatle izlerlerdi. Siyah, eski metalin başka bir maddeye dönüşeceğini gösterirdi. Bunun için iskelet siyah rengin sembolü olmuştu. Aynı ope-rasyonlarda gümüş elde etmek için maddelerin beyaza, altın elde etmek İçin ise kjrmızıya dönüşmesi gerekiyordu. İskelet statik bir ölümü, kesinleşmiş bir hali değil, bilakis dinamik bir ölümü temsil eder.(Eline bir orak veya tırpan verilmesi bu dinamizmin göstergesidir) Eğer dene­ bilirse o, yaşamın yeni bir biçiminin haber vericisi ve aracıdır.

219

Alaycı tebessümü ve düşünceli tavrı ile bilinmeyenin eşiğini aşan' m bilgeliğini, yani ölüm sayesinde ahiretin gizlerine vakıf olduğunu söyler gibidir.. • Antik ça ğd a sihirli işlerle uğraşan kimseler üstüne iskelet kazılmış bir mühür kutlanıyorlardı. Buradaki iskeletler, Hermes örneği olarak kabul edilmişlerdir. Çünkü bu tanrı öbür dünyaya inip tekrar geri gelme ve ölü ruhtan beraberinde götürme kabiliyetine sahipti. Bu nedenle Hermes' le iskelet arasında, öbür dünya yolculuğu yönünden bir özdeştirme yapılmıştır.

KIL, SAÇ - SAKAL, BIYIK , DİŞ ve TIRNAKLAR Kıhk kıyafetin dışında, bunların tümü, sanki insanın doğal yapısını bezeyen aksesuarlardır. Manevi yönden incelersek, ait olduğu kişinin özgün bazı yönlerini ve erdemlerini yansıttılar; içimizden ayrıldıklarında onlara karşı beslediğimiz sevgi, inanç ve bağlılık nedeniyle ebedileşen omlarım tekrar yaşatırlar. Kutsal emanetler olarak nitelenen ve azizlik katına yücelmiş kişilerin sağlıklarında kuüandıklan eşyalar ve bazı organ parçalarının büyük bir özen gösterilerek saklanması ve onların manevi değerlerine ibadet edercesine duyulan saygınlığın tazeliğini koruması, işte bu duygu ve düşünceden kaynaklanmaktadır. Eski çağlardan bu yana, hemen he toplumda, aynı değer yargılarının varlığına ve bu tür kutsal objeler? duyulan saygının kendi inançları, örf ve adetlerinin gerektirdiği biçimlerde, yansıtıldığına tanık oluyoruz. Hz. Muhammed1 in sağlığında giyindiği manto, onun mübarek vücudundan bir parçayı sergileyen ayak izi, traştan sonra toplanan sakal kılları, (sakalı şerif) Uhut savaşında bir taş isabetiyle kınlan dişi, mühürü, kılıcı, sancağı...yüzyıllar boyu milyonlarca Müsiümamn indinde en değerli manevi bir hazine olma niteliğini korumakta ve O 1 na olan sarsılmaz boğiılığın göstergelerinden birini oluşturmaktadırlar... Aym müzede, imparator Konstan-tin' in annesi Hellen tarafından getirildiği ve Yahya peygam ber (vaftizci Yahya) e ait olduğu sar*lan, bir kafatası ve el de bulunuyor.f?) Saç meçi ve süt dişine, ilkel kavimlerden bu yana, bazen bir kült objesi olarak saygı duyulmuştur. Bunlar rasgele sağa sola atılmaz, o toplumun törelerine göre özel bir işlem görürdü. Günümüzde bile bazı

220

çevrelerde, çocuğun bk saç demeti (zülüf) nln veya ilk çıkan sut dişinin bir anı olarak saklanması, dama atılma» veya bir cami kovuğuna bırakılma» geleneği sürdürülmektedir. Tırnak konusunda da bazı alışkanlıklarımız bulunuyor. Eski büyüklerimiz tırnağın haftanın belirli günlerinde kesilmesini ve kesilen tırnağın sağa sola atılmasının günah olduğunu söylerlerdi. Bu konunun temelinde, periodlk bir düzen ve sağlık koşullarına özen gösterme amacı yatmaktadır, şüphesiz.,, * Şaçlar genel bir kanı olarak, kadının ziyneti olduğu gibi, bazı erdemleri yetenekleri, erkekliği ve kuvveti simgelerler. Kutsal kitapta saz edilen ve M.Ö XII. yüzyıllara tarihtenen bir efsane var; Samson ve Dallla otayı... Samson bir İbrani kralı; çok uzun saçlan var ve insanüstü gücünü saçlarından alarak. Filistinlilere karşı savaşıyor. Ama bir gün Dalila adlı bir kadın, bir fahişe, onun saçlarını kesmeyi ve Samsonü Filistinlilere teslim etmeyi başarıyor, Bu olay Akdamar adasındaki kilisenin kuzey duvarında diğer alçak kabartma kompozisyonlar arasında da işlenmiştir. Mitolojide kuvvet tanrı» d a n Herkül ve baş tann Zeus, güç ve olgunluk simgesi olarak hep uzun saçlı ve sakallı olarak canlandınlmıştartır. Saçını başını yolmak, saç saça baş başa döğüşmek deyimlerinin buradan kaynaklandığını sanıyoruz. Çin ve Vietnam gibi Uzakdoğu ülkelerinde, bazj imparator ve İmparatoriçelerin, uyruklarına olan bağlılıklarını ve onların mutlulukları İçin çaiıştıkk¥inı kanıtlamak amacıyla, saç veya tırnaklarını kestikleri dönemler olmuştur. Bu tür geleneklerden esinlenerek, saçın bir kısmının kesilmesinin bir adak ve kurban materyali olarak kullanıldığı yargısına varıyoruz. Saç ve sakalı hiç kesmeden olabildiğince bırakmak veya burun tam tersine, saçlan kökünden kesmek veya başı, sıfır numara denilen ustura İle kazıtmak tee, acı ve üzücü bir olay karşısındaki duygusal tepkinin pişmanlık ve üzüntünün göstergesi olmakta beraber, kederinden saçını başını yolmak şeklinde ifade edildiği gibi, bazen de herhangi bir rejim veya yönetimin tutum ve davranışlarına baş kaldırma, toplumun uyması gereken bazı yasaları, örf ve adetleri hiçe saymanın, onlan telin etmenin anlamtanm* da taşıyor. Eski Türk geleneklerinde birinin sakatını tutmak, ona karşı büyük bir hakaret sayılmaktaydı.

221

Günümüzde sözü edilen ve (dazlaklar] adt verilen serseriler grubunun giriştikleri eylemler bu tepkiyle ilgilidir. Barbudalı Fide) CASTPO, Küba zulümden kurtulana kadar. Saç ve sakalını kesmemeye yemin ettiğini söylemiştir!..

'

Vaktiyle bazı ülkelerde uzun soçiılık modası - uzun süre geçerliliğini korumuştur. Ancak bu ülkelerde saç kesme adeti başlayınca, uzun soçlihfc bir ayrıcalık belirtisi ve amblemi haline dönüştü. Nitekim bu ülkelerde sadece kraHar, prensler, aristokratlar ve diğer kraliyet mensuplan uzun saçlı alabiHyof, hatta onlar kadın saçmı andıran peruk takıyariaraı. Bunların ctişında kalanlar, örneğin, hizmetçiler, uşaklar...saçlarını kesmek zorunda bırakıimtşJardı. Bunun yanı sıra, dağınık saçlı olmak, herhangi bir meslek, mezhep dalı üyeliğinin gostefgesi olmakla beraber,[bugün İngiliz hakimleri haia peruk takma geleneğini sürdürüyorlar) matem tutma anlamını da içermekteydi. Bu bakımdan ölüm törenlerine, bazen de tapmaklara, dağınık, taranmamış saçla gidilmesi ve girilmesi adet haline gelmişti. Öykülerde, efsanelerde saz edilen lolodan, büyücüleri...hep uzun ve karmakarışık saçlı olarak gö-rüyoruz.,.Hirrt ve Yunan mitolojilerinde korku veren yaratıklar da hep uzun saçlı olarak carvlandıritmışlardir; Gorgonlann Me-dusa’ sı ve Typhon1 lar gibi... Ancak aynı mitolojide saç ve sakal güç, kuvvet, cesaret, cen-gaverlik gibi bazı erkeksi hasletlerin ve ilim Yırtıcı bîr canavBrınkî pibl dişler vücudun ap z adamlarının da simgesiydi. kapısının gardiyanlarıdır. G in p çıkanları güzler, Bizdeki H sakalım yok ki sözüm dil de korurlar,(Tibet XEX.yy. T h e Newyori geçsin!" tabiri bu açıdan aynı M rs e u m ) anlamı taşıyor!. ’ Saka] ve bıyığın kesilme ve biçimlendirilmesi her hangi bir, mezhep, tarikat veya sosyopolitik bir görüşe taraftar olanların bir kimlik belgesi gibiydi. Durum bugün de aşağı yukarı boytedir. Bu bakımdan, başta Zeus olmak üzere diğer tanrılardan Poseidon, Hepaitos, sağlık tanrısı Esküiap

222

hep sakallı ve saçlıdırlar. Bunun yannda özellikle doğulu rahipler (Ortodofcslar) ve İslâm din adamları sakal koyveririer. Ortaçağ keşişleri traş makinesi veya makası yılda sadece bir-iki kez kulkanlılardı. Onların görüşüne göre de. erkek veya kadın olsun, saç bir süs değil» bilakis bir pişmanlık ve af dileme işaretiydi. Isa1 mn benzeri sakal, ona bağlılığın göstergesiydi,on un dinine olan inancını ifade etmekteydi. Ancak bu konuda, İsa' nın VI. Yüzyıla kodar yapılan İkonlarda, sakalsız olarak resimlendirilmi§ olması dikkat çekicidir. Şairleri, filozofları, ünlü ressam ve diğer sanatkarları çoğu kez sakattı olarak düşlediğimiz dur. Eski Mısırda İse kraliçeler sakaHı olarak gösteriliyordu. Bunun amacı, kadın ve erkek arasındaki doğal eşitsizlikleri kınamak ve kadınların da erkeklerin sahip olduğu hak ve yetkilere lâyık olduğunu anlatmaktı. Kraliçe ise bu kampanyaya öncülük ediyordu!.. Eski Çinde» başın İki yanından sarkan saçlar güneş ışınlarının bir İmajı olup, yerle gök arasındaki atmosferik ilişkilerle eşdeğer tutuluyordu. Gene bu ülkede," bir ağacın dallarını kesmek nasıl yağmuru etkiliyorsa, saçların kesilmesi de aynı şekilde, bereketin azalmasına yol a ç a r, şeklindeki bir inancın varlığından da söz edüiyor. Eski Mısırlılardan başlamak üzere, uzun süren seyahatler, savaşlarda veya bir adağın gerçekleşmesini bekleme süreci içinde saç ve bıyıkların kesilmemesi, başka topiumlarda da uygulanmıştır. ,

Sembolizm, saçları yeryüzünün oflan, bitkileri alarak değerlendiriyor ve özellikle ormanları DAĞLARIN, buluttan ise G Ö Ğ Ü N SAÇLAR!, olarak tanımlıyor. Tarımsal toplumlar, genellikle, saç kesilmesine karşı bir tutum içindeydiler, Su insanlar, bitkHerin gökten dökülen yağmurla boy atmasını, onlara bu yeteneği veren güce (Tannya) doğru yönelmesi şeklinde yorumlayarak, saçlann hatta vücuttaki diğer kılların da uçucu yaratıkların tüylerine benzediğini ve bir gün onu da yaratanına doğru yükseltip uçurmaya yarayacağına, kesilmediği takdirde, aynı zamanda bitkilerin gelişmesine de yardım edeceklerine İnanıyorlardı. Kadının siiahlanndanfi) bri de saçlarıdır denilir. Ancak gerçek olan olay, saçın cinsel dürtünün faktörlerinden biri ve cinsel çekicilikle yakın ilişkisinin Olduğudur. Hıristiyanlıkta da kadınlar normal olarak kiliselerine başlan açık olarak ğrmemektedirier. Bunun dışında, Pusyaâa, vaktiyle evli kadınlar başlarım örtmek zorundaydılar. Saçları açık olarak dolaşmak

223

sadece bakirelere veya evlenmemiş kızlara tanınan bir ayncaMdı. Eskiden İslâm topkmnunda kadınların saçlarını mümkün olduğu kadar kesmeyip, alabildiğince uzatmaları adet haline gelmişti. Nitekim onkmn güzelliğinden söz eden şarttı ve şiirlerde saçların uzunluğu, çokça yer alan sözcükler arasındadır. Saç ve sakal ÖKime karşı en tozla direnen ve durmaksızın kendini yenileme azmini gösteren vücut parçalarıdır. Bu olaya cesedin mezara konmasından bir süre * daha, saç ve sakalların uzamalarına devam etmelerinde, tanık oluyoruz. Konu aslında, biyolojik etkenler açısından, ölümden sonra derinin büzülmesi ve içindeki sert kıltann derinin üstüne Çikmasm kolaylaştırdığı şeklinde açıklanıyor. Öte yandan bu olayı dünyadaki tüm varitkJann canlı olanlarında RUH, cansızlarında ise ENERJİ olduğu gerçeğine dayanarak, ölen kişi ruhundan ayrılsa bile cesedindeki enerjinin bir süre daha varlığını koruduğu, şeklinde de ifade edebiliyoruz. flstâmda sakal koyvermek ve bıyığın biraz kesilerek düzeltilmesi dindendir. İnançkva göre, sakal, görme zafiyetinden korur, boğaz ye göğsü kapatır, deriyi yumuşak tutar, diş dibi etlerini tabii a rızalardan korur. Allah kadınları soçlan, erkekleri ise sakalla süslemiştir. Kacknlara benzemeye yeltenen erkeklere ve erkeğe benzemek isteyen kadınlar hoş karşılanmaz; çeneye ve yanaklar traş makinesinin sürülmesi görme gücünü azattır. Bıyıklann biraz kesilmesi ise koku almayı önlememesi içfndir.)(Nor. Metnin işarett otan bu ton bölümü, Soiamet Yapnevkfen Hası Tathgür ün çeWrftfı/ yop*ğ, Muhoödls Prof. M. ZekBtrfya EhKanddeNevf nin bir kitabından aynen ainmptr,}

KIL

-

Mitolojide bir erkektik simgesi olmuştur. Şayet vücudun belirti yerlerinde, örneğin, erkeğin göğsü, çenesi, kollan ve bacaklarında bulunursa yararlı ve olumlu, am a tüm vücudu Örtmüşse, şeytani bir niyet ve arzunun varlığı anlamını taşır. Keçi ayaklı tanrı PAN* m her yanı kıllıdır, O Hermes1 in oğlu ve çobanların tanrısıydı. Tanrıların çoğunlukla insan kılığında değil d e ' hayvan kılığında düşünüldüğü ilk zamanlarda keçi kafalı iken, sonradan bu keçi kafasından sadece boynuzlar ve sakal aiıkonularak, yüzü insan yüzü olmuştur. Pan ormanda azgın tekeler gibi güzel nimfe' lerin peşine düşer, insanların hayvanların uyuduğu kızgın, ıssız yaz öğlelerinde birdenbire, beklenmedik gürültüler koparır, dört bir yana

224

panik, korkular saçard. ..İşte bu yönden Par olumsuz nrtelikleriı okm bir tanrıydı. Kılların kesilmeden çoğalmaya terkedilmesi, içgüdü ile oluşan şehvet düşkünlüğünü de yansıtmaktadır. Ömer1 İn İÜYADA' sında, kurban edilecek bir hayvanın kıllarının, tüylerinin kırpılıp kesilmesi yani bir temizliğin yapılmasında, o hayvanın ölüme adandığı anlamında bir ifade bulunmaktadır. Zaman içinde, bir dini ayin veya İbadetten önce şu veya bu şekilde bir vücut temizliği zorunluluğunun ilk olarak bu ifodeden kaynaklanarak töreteşliğlni Heri süren çevreler bulunuyor,,.

DİŞLER İnsanın ağzında gruba ayrılıyorlar:

bulunan

dişler

başlıca

@

üç

f

1. Kesici dişler. BunJar ön dişler olup 8 tanedir. 2. Parçalayıcı (kopek dişleri) bulunurlar.

S

dişlerdir; bunlara (kanin) veya __ denilir ve ağzm içinde ikişerden

\h ) 4

tane

\J olarak

3. Öğütücü dişler olup, (azı dişleri) larak isimlenir, 20 tanedirler. Parçalayıcı (kanin) dişler fillerde çok gelişmişledir. Köpek dişleri et yiyenlerde çok, etoburlarda İse az gelişmiş veya hiç bulunmamaktadır. Paleolltik çağda, mağara adamının ilk yaptığı araç ve silahlar bu etoburların kesici dişlerine benzetilmiştir. Kesici dişler, gülerken dudakların yan açık halinde görülebilenler olup neş' e ve sevincin işaretleridir. Köpek dişleri kin ve hefreti gösterirler. Öğütücü dişler ağza alınan yiyeceği, maddi arzuların İştah oranında, çiğnenmesin! sağlarlar. Öğütücü dişleri kuvvetli olan insanlar azimli, sabırlı ve biraz da inatçı tipler olarak nitelenirler. Dişlerin yitirilmesi, gençliğin olduğu gibi, savunma ve saldırganlık gücünün de tükenişi olarak değerlendirilir. Diş bilemek, diş göstermek, kin, nefret ve saldırganlıkla, dişini sıkmak ve dişi geçirmek ise, dayanm a ve direnme gücüyle ilgili deyimlerdendir...

225

GÖZ Görerek algılanma organı olan gözler, \ s Taoizm felsefesinde güneş ve ay1 la J ^ özdeşti riliyor ve sağ gözün güneş, hareket ve / ^ gelecekle, sof gözün İse ay, pasiflik ve geçmişleilişkili olduğu, feri sürülüyor Sembolizm göz1le pencere arasında bir İlişki kuruyor: İki türlü pencere vardır* Biri yuvarlak, buna öküz gözü denilir ve Avrupadaki evlerin en üst katlarında açılmışlardır. Işık ve havayı en çok alanlardır ve daha çok göğe yöneliktirler. Bubalamdan akçı (reseptif) olurlar ve insan gözüne benzerler. Diğer pencereler kare şeklinde olup, alt kattadırlar ve daha çok yeryüzü, sokakla ilgili görüntüleri almaya yönelik işlevleri vardır.., İslâmda." Kalp gözü insanın Tanrıyı, Tanrının da insanı gördüğü göz1 dürl 11 denilir. Hindutanda tanrı heykellerinin gözleri, her şeyi görebilmesi İçin, açık olarakyapılmaktadır. Eski Mısırda ise göz en kutsal sembollerden biriydi. Bu ülkede, önden görüntülenene resim ve kabartmalarda göz gayet abartılmış olarak, profilden gösterilenlerin gözleri be, önden görünür pozisyonda işlenmişlerdir. Bu üslup, daha sonra, Hitit yontu sanatın* da etkilemiştir. Gözle ilgili olarak Mısırın, gerek edebiyatında gerekse plastik sanatında, şahin ve baykuş’ a büyük yer verdiği gözleniyor. Çürttü bu iki kuşun en güçlü olan organları gözleri olup gece bile görme yeteneğine sahip bukrımaktadtrlar. Mumyalarını koyduktan lahüterin üstüne ölünün dış dünyayı görebilmesi İçin iki gaz resmi yapıyorlardı.[htanbul Arkeoloji ve Fstf Çark Eserleri Müzesi) Başkaca inançlarından biri de, evıenin gözünün güneş, dünyanmkinin ise goller, olduğu doğrultusundaydı. Göller aynı zamanda, yeraltı sakinlerirsn yeryüzü alemini görebilmelerini sağlamaktaydı. Bataklıklara gelince bunlar, * çok ağlamış gezlerdi", onların nazarında... İslâmda göz bir kaynak, bir pınardır. Urfadakl (Ayn Zallha) adı verilen, efsanevf BALIKLI G Ö L bu betimlemelere uyan bir örnektir. Zaliha, zalim Nemrut un kızı ve jbrahim peygamberin sevgilisidir... Mitolojiden kaynaklanan geleneklerde, çok gözlü olmak nekadar olumlu bk tip) canlandırıyor ve ona yakıştınlıyorsa, Poseidon’ un oğlu Kyklops Poiphemes1in olduğu gibi, bu, alnının üzerinde sadece bir gözü otan yaratıklar da (tepegözler) o derece insanlık dışı eylemlerin bir

226

sembolü olmuşlardır. Potyphemes- Odysseus efsanesi Selçuk Arkeoloji müzesinde sergileniyor. Göz' ün organ olarak, bir canlı biçim ne denli bir önem ve değer taşıdığı tartışılmaz bir gerçek; ama biz hepsinin ötesinde, dünyaya geliş ve gidişle ışığa açılan ve kapanan pencerelerin gözler olduğunu vurgulamakla yetineceğiz. Bu bakımdan bir hasta için * gözlerini açtı onun hayata dönüşü anlam ında,Ngözleri yum du " deyimini de, çoğu kez, onun ölümü hafinde, kullanmaktayız. Hemen her toplumda kem gözden korunmak için bazı objelerin, insan veya hayvan, hatta eşyalar üzerine takılması bugün bile etkisini sürdüren geleneklerden biridir. Örneğin, tuz, at nalı, geometrik şekillerde muskalar,.,ancakbun kırın en yaygın olanı, göze benzemek kaydıyta stilize edilmiş mavi, parlak cam dan yapılmış NAZAR BONCUKLARI dır. Temelde yatan am acı çeşitli şekitiorde yorumlanan göz - boncuktan™, ya kutsal sayılan bahğın gözüyle, ya da Mebusa* mn güçlü gözleriyle iK^ci kurarak, göze karşı gözün koruyucu bir silah gibi kullanılma düşüncesinin egemen okluğunu ve kuvvete karşı kuvvet İlkesinden kaynaklandığını ileri süreceğiz ve " G ö ze göz, dişe d iş " deyimini hatırlatan bu yargımaj doğrulamaya çalışacağız.

,

Bu tür nazartfktar sadece TürkJyede değfi. Mısırlılarda, Fenikelilerde, Kartocalılarda, Yunanlılarda. Etrüsfcierde, Romalılarda ve BabiHrlerin eritişinde kalan ve nazardan çok korkan Yahudilerde de kullanılmıştır, Asuriuk» (kem göz) ü Insantn sağlığını bozan nedenler arasında saymaktaydılar. Gözle diş arasında bir bağlantı olduğunu ileri süren Bambar kabilesi yerlileri, gözün gereğinde diş gibi, bir nesneyi kemirme gücüne sahip olduğuna inanıyorlardı. (Antakya Arkeoloji müzesinde kemgöz1ü gayet açıkça öeftten güzel bir mozaik pano bulunmaktadır.}

Gözün fonksiyonel olarak insan yaşamındaki rolünden çok, onun sözcük ve kavram olarak yer aldığı deyimlerden söz etmek istiyoruz: Dikkat edilirse, bu deyimleri kullanmak daha çok, dikkat, cesaret, tedbirli olmak, aşk. özveri, özlem...gibi bazı duygutarmın ifade edilmesi istenir. Bunlardan bazıları şunlar: Gözünü açmak, gözünü ayırmamak, göz önünde bulundurmak, göz yummak, gözden kaçırmamak, göz açtırmamak, göz kuk* olmak, gözünü dört açmak, gözü pek olmak, göze almak, gözden düşmek, göz boyamak, gaz dikmek, gaz gezdirmek, göz karan, göz göre göre, gözden çıkarmak, göze çarpmak, göze girmek, gözüne kestirmek, gözünde tütmek, gözü oçrk gitmek, göz hapsi, göz nuru, gaz süzme, gözü

227

dönmek, göz korkusu vermek, gözü tok olmak, aç gözlü, açıkgöz, İlk gaz ağrısı olmak, gözü gibi sevmek, gözü ısırmak, gözü yememek göze batmak, gözleri yolda kalmak, iki gözü İki çeşme ağk*nak... Ü ÇÜN CÜ G Ö Z: iki gözümüz kapalı iken, İçimizi, kalbimizi göreni gözdür, Hintlikadınların alınlanna ben koymaları, kurban kanının alına noktalanması, OsmanlI sunanlarının başlarındaki T U Ö un„ .(Uçuncü gözle ilgili olup olmadığı yoruma açıktır.) Gözlerin" daima gerçeği yansıttığı ve asla yalan sayteyemediklen* ileri sürülür; bu fikre, geniş anlamda, katılmak mümkündür. Çünkü görmek istenilen bir şeye gözü ve gereğinde başı çevirmek, istiyerek, bilinçli olarak yapılır; oysa, kalbin dili olan bakışların İfadesini kontrol ve onun samimiliğinietkilemek çok daha zordurl.. Eski Romageleneklerinde TEK GÖZLÜ oksak yaratılmış olmanın kişiye insan üstü bir güç ve yetenek verdiğine inanılıyordu. Nitekim Romalı bir kahraman olan Horaîius CodeS in bir gazû yoktu. Bir bakışı iie ' düşmanını parallzeedebildiğinden, şehre giriş veren bk köprünün gözetimi ona verilmişti. İskandinavya mitolojisinde adı geçen tann Odfrî de bir gözünü yitirmişti. Buna rağmen görünmeyeni bite görme yeteneğine sahip olmuş, gizemli egemenliğin tanrısı sıfatın elde etmiştir. Savaşta, o müthiş gücü sayesinde tek bir bakış darbesiyle (teza çağının ışın tabancaları gibtl (yazarın yorumu) düşmanı, yıldırım garpmışçasına hareketsiz kılabiliyordu. 6te yandan tek gözlü olmanın bosiret ve ferasetin (soğgörülü ve anlayışlılığın), gözün içinde saklı bulunan gizemli bir yeteneğin sembolü olduğu ileri sürülüyor. ■ u t la l t l ^ a l I 4 uJ 4 İ l v ^ la n Irln a *. O v d k n 4 4 İ t ■ ( W * û i * d i H t f » P F l lB l f m lr a f u ll ı# d lf T w ııla rı IrfTıfcM U d * !■ ™ i " l HıtQ>ı«0 w ı J t , ftS ö ro p a lı da l ^ ı S b a ı. E ı f r r U H p ö * 1 V m M rt .

Bu konudaki genel kanı, herhangi bir nedenle, bazı organlardan yoksun olarak yaşamak zorunda kalan(topat, çolak, sağır.,.) kimselerde, bir başka organın, bir başka planda üstün bir düzeyde gelişerek, o organın işlevini yüklendiğidir. KİKLOPLAR1a gelince: Bu mitolojik devlerin aitniannın tam ortasında yuvarlak bir tek gözleri bulunuyordu;bunun İçin odlara TEPEGÖZ a d

verilmiştir. Tann Zeus' un emrinde katı, kaba gücün sembolü olan bu yaratıklar, gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımlara egemen, onlan harekete geçirme yeteneğine sahip fiziki bir güce sahip bulunuyorlardı.

BURUN Akıl yoluyla değil, daha çok içine doğm a suretiyle, bir sağgörü sezinleme ve ayırdetme' nin başlıca sembolü olmuştur. Siyah Afrikoda. görünmeyen güçler ve ruhlarla Htşki kurmak için kullanılan sihirli pudraların temel maddesi köpek ve domuz burnundan elde ediliyordu. Sudanlılar ise aym am açla kurutulmuş sırtlan burnundan yararianmaktaydriar. Bam bar ka­ bilesi ise insan burnunu, ayaklar, seks organı ve dille birlikte toplumun dört işçisinden biri Ttte du Chnsi Pontocrotor atec nimbe olarak nitelemişlerdir, düşünmüşlerdir. Çünkü en forme de crpix (x& s., dgfise bş’zanftrte de Dophni) burun koku alma yeteneği sayesinde, arzuların ve sözlerin yön verip itmesini istediği bacaklara, çoğu kez gitmesi gereken yere kadar rehberlik yapmakta ve diğer üç işçi organla katıldığı bu işbirliğinin iyi veya kötü olabilecek sonucundaki sorumluluğu pay-laşmaktadırl Yakutlar, Tunguzlar ve Sibirya ve Altay* ın a va toplumlannın birçoğu tilki ve samur* un burunların), onların ruhunu muhafaza ettiği inancıyla, uzun süre saklıyorlar. Aynı geleneğin varlığı Finlandiyalar, Laponlar ve Japonlarda d a gözlenmiştir. Bu insanlar ise, aynı am aç doğrultusunda, ayı ve tavşan burnunun saklanmasına özen göstermektedirler. Burun fiziki görünümüyle canlının (insan ve hayvan) çıkıntı yapan bir parçası olup pusula Otubie İı gmnri nvz cnıc/ıu ibresi veya bir kayığın dümeni gibi yön vericidir. gruvuıv au X\T s. Fizyonomi üzerinde ve kalıtım teorilerinde önemli rol oynar. Vücudun sansüelliği (şehvete düşkünlük) olan bir organı olarak tanımlanır. Simaların birbirine benzemesine olan katkısı daha belirgindir. Bunun için olmalıdır ki, " Kih (hık) demiş burnundan düşmüş** deyimi kullanılır...Burun hemen tüm geleneklerde, bir kibir sembolü de olmuştur.

229

"Bumu büyük, burnunu sürtmek, burun kabartmak.,," gibi deyimler bu anlama yöneliktirler " Çiçeği burnunda" özdeyişi, genç, yepyeni, taze anlamında, oluşma safhasına giren bir sebze veya meyvanrn İlk açan Çiçeği île azdeştirilerek kullanılıyor. "Anasından emdiği burnundan getcti" deviminin, burnun bir salgı deliği olmasıyla ilgili olmalıdır..

AĞIZ VE DUDAKLAR Anatomikolarak, insanda varolduğu İleri sürülen (7) delikten biridir. Ağzın başlıca üç Önemli işlevi var: Sindirim, solunum ve konuşma. Ağız hayat soluğunun girip çıktığı ve hayat öpücüğü' nün kondurulduğu yerdir, mağara gibi dişi cinsiyettidir. Ağız dışarıya iki kanatlı bir kapıyla açılır; bunlar DUDAKLAR1 chr. Bu de, yüz* ün diğer elemanlarının yaptığı ve MİMİK adı verilen hareketlerle, bir düşüncenin ifadesi veya fizyonomi oyununa katılarak, sessiz lisanın bir aracı olurlar. Dudak bükmek, dudağını ısırmak, ağız eğmek, bıyık artından gülmek... gibi. Ağız sözcüğü somut anlamda, bir başlangıç, giriş ve geçiş noktası veya bir cismin açık olan veya başlıca işe yarayan yerini.,.dillendiren deyimlerimizde yer atmıştır. Bunlardan lik akla gelemi aşağıya çıkardık: '

Dörtyol ağzı, yoiağzı, kapının ağzında durmak, humbaroğzı.(bahriyede nizamiye demektir], mağara ağzı, fmnağzt, baca ağzı, topun ağzı, namlunun ağzı, şişenin ağzı, kesenin ağzı, cepağzı, btçak, testere ağzı, ikiağızlı anahtar, ağzına kadar doldurmak, İlk ağızda (ilk etapta), ağız dolusu...

Ağzın konuşma ve lafla ilgili ve daha çok soyut bir ifade olarak içinde yer aldığı de­ yimlerden bazıları, şunlar olabilir. Ağzı bozuk, serhoş ağzı, şom ağızlı, ağzını tutmak veya tutmamak, ağzını bıçak açmamak, ağzına geleni söylemek, ağzı açık kalmak, ağzına burnuna bulaştırmak, yarım ağızla söylemek, ağızdan ağıza dolaşmak, ağzını açıp gözünü yummak, ağız aramak, ağzı laf £trvmonsfrueux,~ı2Qomorpfıe, agrandrttı yapmak, ağzını bozmak, ağzından yel alsın, ağız efhforme de Irompe: grauur* du xvK s , , , w , , , , . , , , dolusu kufur, ağzıyla kuş tutmak, ağız tadıyla,

230

ağandan bal dökülmek, aç ağızlı, bir ağızdan söylemek, ağız birliği yapmak, ağız dalaşı, ağız kavgası, ağzı kulaklarına varmak(çok neşelenip gCdündüğünde ağzın çok açılıp adeta kulaklar düzeyine ulaşması), ağzında bakla ıslanmamak.. Bu sonuncu deyim kanımızca, sır tutmasını bilmeyen ve sürekli konuştuğundan ağzını, içindeki sert baklayı bile ulatacak kadar kapatmayan İnsanlar için söylenmektedir. açıdan insan yüzünün üst kısmı erkek (kaşlar, gözler ve burun), alt kısmı ise (ağız ve dudaklar) dişi organlar olarak değer­ lendiriliyorVBfc, İntan; S e m b o lik

Başka bir açıdan bakarak düşündüğümüzde insanın başında yerleşmiş olan duyu organlarımızın dördüncü de fonksiyonel (işlevsel) olarak dişi karakterli, yani ALICI rol üslendiklerini söyleyebiliyoruz. Bunların herbiri insana zevk veren onu hoşlandıran şeylerin alınıp algılanmasına hizmet etmektedirler: Güzel şeyleri DUYMAK, GÖRM EK, KOKLAMAK ve TATM AK... Diğer beşinci organ olan «I ve parmaklar da dokunmak, tutmak, sıkmak ve okşamak zevkini vererek bu sentezi tamamlıyor...

DİL Gerek renk ve biçim açısından görünüm , gerekse İşlev yönünden benzer hareketten gösterdiğinden, ALEV le âzdeşttrilfyor.O da tıpkı ateş alevinin yaptığı gibi, ( bir , hamlede) amaç ve sonuçlan olumlu ya da olumsuz bazı girişim ve eylemlerin yapıcısı veya müsebbibi olur. Buna karşın dil {AKLIN VE DÜŞÜNCENİN KALEMİ OLARAK), şayet isterse, şekillendirdiği kel ime!enden sadece birisiyle, gene bir alev gibi, her şeyi yok edebilecek bir güç ve yeteneğe sahiptir. Bir Fransız ata sözü, "Aslında bizi üzen ufak bir söz olduğuna göre, gene ufak bir saz bizi teselliye yeterlidlrl." diyor. Dil' İn organ olarak normal işlevini yürüttüğü yer ağzın içidir. Ancak kendisini, dudak kapılarını açıp bir başkasına göstermek için çıkarırsa, bu hareket onun hoşuna gitmeyen bir olay veya görünüm karşısındaki tepkisini yansıtır. Bunlardan biri, alay veya beğenmezllk anlamına gelen," dil çıkarmak'' tır, Dir in konuşma oigusuna İlişkin olanlar içinde " dil uzatmak, diline dolamak..." gibi deyimler daha çok bir başkasına

Z31

sataşmak, onu kötülemek.. anlamlarını içerir. 6u konuda, Alevi tarikatının gayet anlamlı bir özdeyişi veya önerisinden söz etmek istiyoruz: "Eline, betine, diline hakim oHn. Bu deyimdeki el, hırsızlık, başkalarının malına el uzatmak gibi eylemleri, bel İse şehevi arzuları ifade ediyor. Ele gelince, o da insanın başına iş açan, sorun yaratan, bu öç organdan biridir. Nitekim İnsanlar, çoğu kez dillerinin cezasını çekmektedirler!... Bülbülün de çektiği hep dilinin belası almaktadır!.. Gene bir Hadisi Şerif te aşağıdaki anlamda bir öneri bulunuyor: Her kim şu iki organı arasındaki şeye hakim olur, kendini korursa, onun cennete gitmesine kefil olurum!1*İki dudak arası, iki bacak aras)(7] “..Biz de bu öneriye, zamanımızın koşuHan gereği şu üçünsünü eklemeyi uygun bulduk: "İki parmak arasına...yani parayar

*

Dil1ie İlgili daha bir çok özdeyişler var: Dil dökmek, dilinin ucuna gelmek, diller» destan olmak, dHi sürtüşmek, dili dolanmak... gibi. Ancak biz, bu kitabın yazımının temel amacı olmamasına rağmen, günlük konuşmalarımız sırasında, anlatımı kolaylaştıran ve farkına varmadan, sadece bir dil alışkanlığı ile İfade ettiğimizden bu deyimlerden bazılarının üzerine biraz eğilmeyi yararlı buluyoruz. AĞIZ metninde bunun ayıınfrianna biraz daha yer verildi. Bu konuda açık olarak gözlediğimiz olgu, insan organlarının, başta yüzdekiler olmak üzere, bu tür özdeyişlerimiz içinde önemli bir yer alması ve rol oynamasıdır. Takdir edileceği gibi, tüm bunları teker teker ve etimolojik olarak didikleyip sergilemek ayrı bir uğraş ve uzmanlık konusudur. Bu bakımdan sadece birini örnek göstermekle yetiniyoruz:- Söyleye söyleye dilimde tüy bitti! H Aslında (bir çok kez aynı şeyi söylemek] anlamına gelen bu deyimdeki tüy sözcüğünün rolü nedir? Bu konuda yaptığımız araştırmada keşin bir yanıt alamadık. Kanımızca, dil normal olarak üzerinde kıl ve tüy olmayan bir organ. Çok konuşulduğunda sürekli dışarda kaldığından, adeta üzerinde tüy bitecek hale geliyor(l)... Konuşma dilimizin kökenleri incelendiğinde, sayıları çift olan organ İsimleri çoğu kez (z) harfiyle bitliğine tanık oluyoruz. Bunlardan bazıları, beniz (yanaklar], gö?, diz, yüz, ağız (iki dudaklı olduğu için) ikiz ve göğüs’ tür. Göğüs' ün eski dilde (köküz) olarak söylenmesi ve onun da sağ ve sol olmak üzere, İki parçadan oluşması, bu inceleme sonucunu sadece bir rasiantıya bağtatmıyacak yeterliktedirler, sanıyorum...

232 i

KULAK Haberleşmenin duyma hassasını yerine getiren bir organ olduğu kadar cinselliğin de sembolü olmuştur. Fiziksel görünüm ve işlevi bakımından vajinaya benzetilir, hatta içinde zan bile vardır!. Alıcıdır, dişi ve pasiftir. Sembolizm edebiyatındaki yeri ve rolü diğer organlardan daha farklı. Sunun başında kulağın SÖZ* le olan bağlantısı geliyor. Siyah Afrikanın Dogon ve Bambar kabilelerinin inanç lanno göre, erkeğin sözü, vajinadan girip rahmin etrafında spiral şeklînde sarılarak kadını tohumlayan, sperm1e benzetiliyor. Konunun ilginç olan yönü, aynı olayın, Hıristiyanlığın ilk aşamalarında tekrar gündeme gelmesidir. Gerçekten, bir Arianist [Arien doktrini taraftan}, Nike konsitinde (325)" Tanrının sözü (müjdesi] Meryem'in kulağından güdü," dediği için, mahkum edilmişti. Ama daha sonra kilise, Meryem1 in (kulağından hamile kalckğı), görüşünü benimsemiş ve bundan böyle kulak, tanrısal bildirilere (vahiylere) boyun eğmeyi simgeleyen bir idrak organı olarak değerlendirilip, sembolizm literatüründe yer almıştır. [Kulak ses otır, ayak ses verir} deyimi bu iki organın işlevlerinin simgesel yönüyle ilgilidir. Bunun içindir ki, Hıristiyan ikonografisinde İsa1 rnn kimikez diğer azizlerin kulaklarının örtulmeyip özellikle açıkta bı­ rakılması İlâhi bildiri’ yi du­ yabilmesi içindir. Kulak kepçesi spirale, yani çocuğun rahimdeki pozisyonuna benzetiliyor. Aslında kulak bazı sinir uçlarının bu­ lunduğu, bu nedenle aku­ punktur iğnelerinin tatbik edildiği organlardan biri olmuştur. Kulaklar insan kalbinin dı­ şarıya açılan pencereleri diri, özdeğişini KULAK gerekecekl... Namaz esnasında ellerin, İlâhi bir sesi tutulmasının temelinde

ARKASINA

ATMAMAK

baş parmaklan kulak küpesinin altına değdirerek daha iyi duymak istercesine, kepçe şeklinde aynı düşüncenin varolduğunu sanıyor112... Ancak

233

|I

bu hareketin anlamına kttafcumtzm İslâm' la ilgili hatırlatmalar bölümünde d a h a atalet bir yaklaşımla değinmeye çalıştık. Kulak delinmesine gelince; Bu uygulama aslında kendini bir amaca adamış olmanın görüntüsü olmaktadır. Nitekim Bektaşi dervişleri bekarlık andı yaparken, bir kulaklarını deldiriyor ve oraya amaçlarını simgeleyen bir küpe lakıyortardt. Eskiden denizcilerde de kulak detme geleneği vardı. Bu onların denizle nişanlı olduklarını gösteriyordu. Tevratta ise şöyle bir İfade bulunuyor: "Eğer kölen sana evinden çıkmıyorum, seni ve evini seviyorum...derse, o zaman o senin sonsuza dek dostun olacaktır, işte o zaman kalkıp onun kulağını bir (biz] le deleceksinl" Yunan efsanesinde konu edilen Frigyamn üniü kralı Mtaas' ın büyük, adeta eşeğinkine benzer kulakları oldu; çünkü o Pan' ın flütünü Apollon1 un lirine tercih etti, yani armoni yerine cinse) arzudan yana oldu. Bu olayın sonunda, uzun kulaklar bir aptallık ve bayağı arzuları dile getiren btr sembol olarak yerleşti ve yaygınlaştı. Tüıkçode kulakta İlgili özdeyişlerden bazıları şunlar: Kulağı olmak, yerin kulağı, kulak vermek, kulak kabartmak, kulak dikmek, arkasına atmak, kulağına küpe olmak, kulağı delik, kulağına kar kaçmak (bir şeyden şüphelenmek), kulak asmak veya asmamak, dolgunluğu, kulak misafiri,gaz kulak kesilmek, kulaktan kulağa, bükmek, devede kulak olmak.

kirişle kulak suyu kulak kulak

Bunlardan çıkarabileceğimiz sonuç, kulağın sadece işitmeyi sağlayan bir organ olmayıp, onun, öğrenmek, akılda tutmak, önemsememek, haber ulaştırmak gibi olgularda da payı olduğudur... İnsan vücudunun sembolizmi ile ilgilenen ezoteristler kulak ve böbrekleri gerek anatomik biçim, gerekse işlevleri yönünden benzerlik bularak, âzdeştiriyorlar,(fikz. İnsan)

SÖZ

(Düşüncenin sesidir)

Bu konudaki İnceleme ve açıklamalar da, diğer kavramlarda olduğu gibi, gene mistik ve ezoterik yorumlara kapılarını açık tutan llket kabilelerin geleneklerine başvurularak, yapılıyor. Örneğin Dogonlar; Bu insanlar başlıca iki türiü söz bulunduğunu ileri sürüyorlar: Bunlardan biri KURU, diğeri ise YAŞ olan sözdür. Kuru olarak nitelenen söz, insanın iç dünyasına (mikrokazmez) egemen otan ve onu yöneten tanrısal düşünce

234

ve bilinçaltı faaliyet kavramlarıyla ilgHi damdır. Bu saz her insanda, onun farkında olmadığı bir biçimde, varlığını sürdürmektedir. Yaş olana gelince bu, kozmik bîr yumurta olan evren' in içinde yaşamı filizlendiren, ayın zamanda duyulobllen ve erkek cinsiyetti olduğu varsayılan, sözdür. Bu İkicisi, sperma ile özdeştirüdiğinden, kadımn diğer bir cinsel organı kabuî edilen kulağından girip rahme iniyor ve onun etrafına doiamyor; sonunda döllenme olayını gerçekleştirerek, embriyon1u oluşturuyor!. „ Spiral şeklinde tasarlanan bu sözün, tıpkı güneş huzmesiyle taşınıp dünya toprağının üzerine inerek onun rahminde kırmızı bakır şeklinde maddeJeşen, IŞIK’ la eşdeğer olduğu Heri sürülüyor. Bu özdeştirme ifadesiyle, aslında yaş bir madde olan suyla beraber, ışık, spiral ve kırmızı bakırın, kavramsal olarak, yaratıcılıkla ilgili işlevlerinin dile getirilmek istendiğini, sezinlemekteyiz. Kitabın (Kulak) ve (Spiral) bölümünde tekrar döndüğümüz bu konuyla ilintili olarak, İncir de Cebrail1in Meryem’ e hamileliği ile İlgili üâhi bildirisini, onun (kulağına fısıtdıyarak) duyurduğunun yazılı olduğunu, özellikle vurgulamak istiyoruz. Bu olay! söz ün erkek cinsiyetti olması açısından her ne kadar bir çelişkiye yol açmıyorsa da, böytesine duyarlı bir konuyu daha somut verilerle bir açıklama getirmeye hakkımız ve yetkimiz olmadığını itiraf etmek istiyoruz... Yunancadaki LO G O S sözcüğü, genel kapsamıyla söz, dil; yerine göre, cümle, soviev gibi anlamlan içermekteyse de, Platon felsefesinde, ilöhi düşüncelerin kaynağı olan Tann1 dır. Bunun yanı sıra, akıl, zeka, fikir...gibi anlamlan da kapsar. Hıristiyan teolojisinde ise, TANRI1 NIN SÖZÜ ve Trinrte'nin ikinci şahsı, yani O Ğ U L1dur,,, Söz’ ün daha çok bir kavram olarak değerlendirildiği bu tür mistik ve felsefi açıklamalarının (bazı öğelerine paralel kalmak koşulu ile) dışına çıkarak, daha güncel olan şu konulara değinmekte yarar görüyoruz: Öncelikle, kuru olarak nitelenen ses' in erkeksi olduğuna katılmak mümkündür. Gerçekten bazı sözler daha katı, tok, sert ve KÖŞELİ olur, yerine göre kinci ve gücendirici bir etki yaparlar. Çizgilerin psikolojisinde değinildiği gibi, bunlarda erkeksi bir hava sezinlenir. Diğerleri ise, ıslak (yaş) yani daha yum uşak olan sözlerdir. Buniar suyun etkisiyle yumuşamış, adeta TÖRPÜLENMİŞ gibidirler; daha okşayıcı ve hoşgörülüdürler. Çünkü bunlar dişl(l)nHeiiğe sahiptirler. Söz1 ü düşüncelerin sesli olarak ifadesi şeklinde tanımlamakta mümkündür. Çünkü onlar fikirlerimizi yansıtırlar ve bilginin (duyurmak) yoluyla aktanlmasında yardımcı olan başlıca araçlar arasında yer

235

almışlardır. Kimi yerde söylenmemiş bir sözün, söylenmiş olandan daha iyi, isabetti olduğunu bu vesile ile ifade etmek istiyorum, zira ağızdan çıkan söz, şayet kendi kulağının onayı, vizesini almamışsa hava vasıtasıyla yayılıp gittiği boşluktan tekrar geriye döndürmek mümkün değildir... Söz söyleme, hitabet yeteneğinin bir insanı LİDER yapan vasıflardan başlıca olduğu tartışılmaz bir olgudur. Öte yandan söz, bir kimsenin gerçek kişiliğini ortaya koyan diğer öğeleri tamamlayan ve sonuçta edinilen yargıların kesinleşmesinde önemli rol oynayan ölçeklerden biridir. Söz konusundaki düşüncelerimizin çerçevesini tamamlamak için şu olguya da yer vermek istiyoruz: Bilindiği üzere, ilk kez tanınan bir kişi hakkında, insan önce gayri ihtiyari, onun dış görünümü, yani giyim-kuşam, fizik yapısı, tutum ve davranışlarıyla fizyonomisinin bile etkisi atfında kalır. Ancak o kişinin kimlik kartını dolduran diğer vasıflar, örneğin, kültür düzeyi, bMgi birikimi gibi yeteneklerle, sosyal yapı ve görüşleri, onun konuşmasıyla beiirginieşirter. Bu bakımdan insanlar, bir açıdan, sözleri ve söyledikleriyle kendilerini tanıtıp karuttayabümekte veya anlaşılabilmekteier. Bu bakımdan sözlerin dış görünüşlerle oluşan yanılma payına en aza indirmede önemli rolleri bulunmaktadır. Bu olguya bazen şive, hatta ses tonunun bile etkili atabileceğini söylemek mümkündür. Söz söylemeyi bir SANAT dah olarak kabul ettiğimize göre, bu sanatın gerçekleştirilmesinde malzeme olarak kullanmaya mecbur olduğumuz SÖZ1ün önemine katılmamak mümkün değildir... Öte yandan söz, söyliyene göre, önem taşıyıp, hafızalarda yer etmekte, gazetelere manşet olmakta hatta tarihe bile geçmektedir. Anne ve baba gibi yakınlarımızın sözlerine, kinci otsalar bile, bir başkasınınkine olduğu gibi, tepki göstermiyebiltyoruz... Şüphesiz bu yargıyı pekleştirecek pek çok örnek vermek mümkündür. Sözler, ebediyete göç etmiş, sevilen ve sayılan kişilerin geride bıraktıkları en yararlı, anlamlı, tazeliğini ve geçerliliğini koruyan başlıca miras olmaktadırlar, kimi kez... ATATÜRK1 ünküler gibi.. Söz pasif bir. eylem aracıdır. Bunlara SLOG AN ceza aracı olarak, başvurulan bir yöntemdir.

diyoruz. Aynca bir

insanların birbirlerine verdikleri sözler, kağıtlara değil, onlann hafıza, kalp ve vicdanlarına yazılırlar. Buna saygı göstermeyenler için yapılacak hiç bir şey yoktur. Dil' in lisan anlamındaki açıklamasında da değindiğimiz gibi, söz insanların terbiye, ahlâk ve inançlarının da yönünü belli eder.

236

Söz ağadan bir kere çıkar, geriye dönmez çünkü o uzaya (!) gitmiştir... söz, söylenmeden önce sahibinin esiridir; ancak söylendikten sonra sahibi onun esiri oiur. Bu bakımdan söz1le güven duygusu daima birbirlerine paralel hareket gösteren iki olgudur. Öte yandan sözde (tafta), uçuculuk şeklinde nitelencfirebileceğimiz bir özelliği onun bazı deyimlerde kullanılmasına yol açmıştır. Buna ek olarak, eyleme dönüşmesine olanak görülmeyen durumlar, bazen, laf olsun, laftan ibaret, lafı güzâf(boş söz), söz gelimi, laf ola beri gele...gibi tabirlerle ifade edilmektedirler. Ayrıca, (sadece lafın) bir eylemin gerçekleşmesine yetmiyeceği, hatta yanıltıcı olabileceği in ancı," Ayinesi (aynası) iştir kişinin, lafa bakılmaz!", özdeyişinde gerçek yerini bulmuyor mu?..

SESSİZLİK VE DİLSİZLİK (SUSMAK) (insana kendini dinletir...) Sessizlik, vahiy yani İlâhi bildiriyi alabilmek için kesinlikle gerekli olan bir ortam olduğu kadar bir başlama eyleminin BAŞLANGIÇ EVRESİ ve EBEDİ BİR SONUN* da göstergesi olarak yorumlanıyor. Susmak veya susmasını bilmek, bu iki faktör söz konusu olayın gerçekleşebilmesi için ilk aşamada gerekli olacak en güvenilir kült ve perdeler gibidirler. Diğer bir deyişte, sessizlik bir geçidi açmakta, susmak (sükut) ise onu kapatmakta veya tıkamaktadır. Bu konuda bir atasözümüz de var; Söz gümüşse, sükut altındır)..(Bfcz. Alhn-Gümüj) Susma ikazı, işaret parmağını dudakları kilitler gibi tutarak yapılıyor. Bir Hadisi Şerifte, "Susmak bilgine süstür; bilgisiz de bilgisizliğini örter" deniliyor... Tefekkür (medftasyon), ancak mutlak bir sessizlik içinde kalındığı taktirde, yapılabilmektedir. YaniTanrının sesi o kişiye ancak böyle bir ortamın varlığı veya oluşmasıhalinde ulaşabiliyor...Bunun başta gelen örneği Hz. Muhammedin Kuran sözlerini oluşturan vahiyleri aldığı Hira mağarasıdır. Vaktiyle, Kappadokya gibi kuş uçmaz ve kervan geçm ez denilen münzevi yerlerde kurulmuş olan manastırların tefekkür için tercih edilen bölümleri, bunların en kuytu ve karanlık köşeleri olmuştur.

237

Rüya görmek ve istiareye yatmak dediğimiz (zihinde kurgulanan bir olayın sonucu hakkında gaipten bir haber ve uyan bekleme hali), uyku esnasında gerçekleşmektedir. Hıristiyan ikonografisinde bu olaya da geniş yer verildiğini gözlüyoruz. Örneğin, gene Kariyede, josef ın yan tarafta bir döşek içinde yatmış ve yarı uyur bir şekilde gösterilmesini, onun Tam dan bir haber veya emir alması anlamında, yorumlamaktayız. Söz Hıristiyan düşüncesinde tedavinin de kaynağı olmuştur. Sessizlik bir başlangıcın olduğu gibi, Nasıl ki, dünyanın ilk yaradılışından önce o halde, dünyanın sonunda da aynı sessizliğe dönülecek, içinde yaşadığımız ebedi bir sessizlikle sonuçlanacaktır...

sonun da göstergesi olmaktadır; evrende büyük bir sessizlik vardı; şey olacak ve yeniden aym tüm bu gürültüler mutlak ve

Tarihin akışı içinde, sessizlik daima büyük ve önemli olayları doğurmuş, susmak ise onlan sakJamıştır.(N*y, flüt metnine balara) Bilindiği gibi, savaşta hazırlanan baskınlar, ancak sessizlik, gizlilik ve dilini tutma kurallarına uyutabildiği oranda başarrit bir sonuç vermişlerdir. Sessizlik ve sinsice yppıtan hareketlerin beklentisi daima korku ve endişe verici ortamlar yaratmakta ve sıkıcı antar yaşanmasına neden olmaktadırlar. Çünkü bunların hemen ardından mutlaka beklenmedik bir olayla karşılaşma otasıbğ vardır. Bu olayı, küçük çapta, tekel maddeleri ve petrol ürünlerine yapılan zamlara benzetebiliriz!I)...

'

Gecelerin daima (yarınlara gebe) olduğu söylenir. Çünkü gece, herşeyden önce siyah, yani (dişi) dir. Gece olunca el ayak çekilir; dan bitenlerin, bilinçlenmemize yansıyan gürültüleri, artık duyulmaz dur. sonuçta kimin nerede ve ne yaptığı ve ne yapacağı görülemediği gibi işrtiiemez dur. Ddayısryla sabahleyin onun mutlaka yeni bir şey doğuracağına inanırız...(Sessizlik herşeyi başlatan dişi bir güçtür) Son darak Albert Einstein' nin mutluluk İçin öne sürüp önerdiği bir denkleme değinmek İstiyorum : A = x + y+ z (A) burada başarı veya mutiuiukkır; (x) iş, (y) boş zamanı değerlendirme, (z) ise susmak veya susuİması gereken yer ve zamanı iyi kestîrebitmektir... İnsan, duşumtından bu yana, yaşadığı çağın uygarlık düzeyi, gelenek ve görenekleri, teknik olanaktan ve inançlarının oran, ölçü ve doğrultusunda, sürekli darok. duygu ve düşüncelerini, inançlarını, am aç ve davranışlarım doğadan kopardığı maddeler üzerine, taşa, tahtaya, madene ve ondan ürettiği diğer şeylere, şekiller ve biçimler İşleyerek, anlatmaya ve yansıtmaya çatışmış ve çalışmaktadırlar. Böylece,

238

söylemeyen dilin yerini konuşan şekiller, görülmeyen davranışların yerini de düşünen taşlar, anıtlaşmış bakışlar ve TAŞLAŞMIŞ TAÇLAR almıştır. Nasıl bir insan hayal gücünü yitirmediği, düşünme yeteneğini kaybetmediği ve beyin hücrelerinin canlılığını koruyabildiği oranda yaşlanmaz veya en etkili değiştirici unsur d a n ZAM AN1ın onun fizyolojik görüntüsü üzerinde acımasızca yaptığı aşındırmak»! gecikfirebiliyorsa, eski eser ve anıtlar da. çoğu kez bir hayal, mantık ve düşüncenin ürünü olduklarından, yaşam ve canlılıklarını koruyabilmişlerdir. Bu bakımdan, bir ölçüde bize benzerler, ancak konuşamazlar, dilek ve şikayetlerini biziere duyuramodan sessiz ve sedasız, geleceğe uzanır giderler. Ancak, onların da kendilerine özgü bir yaşamları, dilleri vardır kuşkusuz. Nitekim, be önlerinden ayrıldıktan sonra kendi oralarında konuşup dertleşir, bazıları bakımsız ve korumasız kalmaktan yakınır, toprak altında yaşamlarım sürdüren organtam n boşluğunu, özlemini duyar, yaralanmış olan parçalarının bir an evvel sarılmasını bekler dururlar..Ama tüm bunlara karşın başlan diktir, Tarihin derinliklerinden gelip, geleceğin tarih olacak sonsuzluğuna gittiklerinin bilinci içindedirler. Bizler çevremizdekilere onların şecerelerine ilişkin bildiklerimizi anlatırken, bizi dinlemektedirler. Şayet yanlış veya eksik konuşursak İçin için güler veya kızarlar bizferel.. bu konuda sadece bir rehbere değil, tüm insanlarımıza düşen bir görev var ortada: llzun yıllar insanlığa ve sanata hizmet vermiş olan bu eserlerin, buluntuların orasını burasım koparıp, değiştirip onları yaralamamak, doğup yaşadıkları beşiğinden, vatanından ayırıp uzakiaştınlmalanna asta izin vermemek, hatta öncelikle Bergama Akropolündeki Zeus sunoğı olmak üzere onları öz vatanlarına getirtip yerlerine dikmek, gerçek kimlik ve niteliklerini iyice öğrenerek, yaşamlarının geri kalan bölümünü daha da süsleyip güzelleştirmeye çalışanlara yardımcı olmaktır. Sonuç olarak, onların sessiz kalışlarından yararlanarak hep biz konuşmayalım, biraz da onlara kulak verelim, diyemediklerini anlamaya çalışalım demek istiyorum!,,

'

I



BOYUN, BOĞAZ

insanın başlıca iki bölümü arasındaki bağlantıyı yani, başla gövde arasında bağlantıyı sağlayan bir köprü gibi tasarlanıyor. Yaşamı sağlayan enerji, ayni beynin çalışabilmesi için gereksinim duyduğu kan, oksijen onun içindeki damarlardan geçer ve geri döner. Ayrıca baş onun üzerinde durur ve onun sayesinde hareket eder.

239

Boyun insanın, yaşamın başlangıç ve bitiminde ilk ve son olarak hareket eden bir eklemidir. Çünkü yeni doğan bir çocuk îlkin boyun eklemi vasıtasıyla başını doğrultabildiği gibi, can çekişen bir insanın da zincirleme olarak hareketsiz kalan eklemlerinin son baklası olarak yana düşen yeri gene boynu olur, Boğaz, boyunun dirimsel anlam içeren bir başka deyimidir. Bu nedenle, 11 Boynunu değil, boğazın sıkarak öldürmek", denilir. Boğaz sözcüğünde daha çok bir (içerildillk) söz konusudur. Boyun, içinden can damarının geçtiği ve vücudun dıştan görülen en duyarlı ve can alıcı bir bolümü olduğundan, iple ve başın kesilmesi suretiyle uygulanan idam cezalan İçin en uygun organ boyun olmuştur... İkonograflk tablolarda, takdis eden İsa' mn detaylarına dikkat edilirse, ressamın onun boğazının, içinin İlâhi aşkla dopdolu olduğunu ifade edercesine, normale nazaran biraz daha şişkin göstermek istediği tarkedüecektir. Boyun estetik açıdan, bir insanın güzel görünmesine daha değişik bir katkıda bulunmakta ve süslenmeye en uygun ve yakışır bir bölümünü oluşturmaktadır. Nitekim taş devrinden itibaren kadının, küçük taş boncuklarla yapılan ve iik ziynet eşyası olan bu kolyelerle süslemek istediği yeri, boynu olmuştur. Keza, ödül törenlerinde verilen madalyalar, nişanlar.. .in takıldığı yer de gene boyun değilmîdir? Kravat takma boynu güzelleştirir. İran ve Arap şiirlerinde boyun, kokusu ve zarif görünümü nedeniyle, (kâfur) ağacına ben­ zetilmiştir. Sembolizm edebiyatında boyun, İçindeki yedi (3+4) omur adı verilen basamaklardan oluşmuş bir merdivenle gövdeyi, yani dünyayı, göğü temsil eden kafayla birleş­ tirmektedir. Boğaz, açlığı gidermek için ağız yoluyla alınan gıda maddelerinin geçmek zorunda olduğu doğal bir kanaldır. Bu bakımdan, yiyip-içmek, karın doyurmak, geçimini sağlamok...^a ilgili deyimleri oluşturan sözcüklerden biri olur. Örneğin, boğaz kavgası, boğaz tokluğuna, boğazından

240

kesmek (yi yecekten arttırmak), boğazını bunlardan birkaçıdır.

çıkarmak (nafakasını

çıkarmak)

İstanbul un fethinden Önce, Kara Deniz1den Bizansa yiyecek getiren gemilerin yotu,(Boğaz Kesen) adı ve rilen, bugünkü Hisarlar arasındaki en dar noktada kesiliyordu. ATLAS: Yunan mitolojisinde, bir Titan olan İapedos ile su perisi (nimre) Klymene' nin oğkı ve. insanoğlunun öncüsü Prometheus un kardeşidir. Homerok un yapıtlarında, gök ite yeri birbirinden ayıran direkten omuz­ larında taşıyan bir deniz yaratığı olarak anlatılır. Önceleri bu direklerin dünyanın batı ucundaki ufkun hemen ardında, denizini içinde olduğuna inanılıyordu; daha sonra ATLAS adı Afolkamn kuzeybatısındaki sıradağlara verildi. Yunan şairi Hesiodot, Atlas m Zeus* a karşı savaşan Titanlardan biri olduğunu ve bu yüzden gökyüzünü sırtında taşımakta cezalandırdığım anlatır. Sonat yapıtlarında Allaş, gökyüzünü ya da gökküreyi sırtında taşır biçimde temsil edilir, ATLAS, mimarlıkta bir saçakhğı, balkonu ya da başka bir çıkmayı desteklemek için kolon ve sütun olarak kullanılan erkek figürüne denilmektedir, İlk kez antik çağda, Klasik dönem mimarlığında uygulanmıştır. Bu figürlere ağır bir yük taşıyormuş gibi poz verilmekteydi. Bu öğenin Roma mimarlığındaki benzeri olan Karyodftler yük taşıyan kadın figürler olmakta, ancak atlas duruşunda gösterilmemektedirler özgün atlasların bilinen itk örnekleri, Sicifyada Agrigento1 daki M.Ö.5G01de yapılmış bir Yunan Zeus tapınağında görülmektedir. Yunan mimarisinde ortaya çıkan tapınak sütunları aslında insanı temsil etmekte, başlarının üstünde bina çatısı [gökkubeyi JüpmattaydMürf Bta. Sütun, Doğ, Kare, Küre, Boyun- Boğaz);

ATLAS DAĞLARI: Magrip ülkelerinin (Fas, Cezayir ve Tunus) jeolojik BELKEMİĞİ' ni oluşturan sıradağlardır. Atlas Dağları Fas1 ın Agadir limanından başlayıp Tunusa kadar, yaklaşık 2000 Km. Boyunca uzanmaktadırlar. En yüksek noktası 4,165 M. olan ve adını mitolojideki Atlas1tan alan bu dağlar, Akdeniz Havzasını Sahra çölünden ayıran doğal engeli oluşturmaktadırlar. Fas ülkesinde, Yukarı Orla ve Antiaflas isimleriyle üç sıra halinde uzanan bu dağlar mitolojik inanışlarda, yerle göğü birleştiren noktalar, göğü tutan üç sıra direk olarak a , *

*

B aş-boyun

241

kurgulanmaktaydı.

ATLAS KEMİĞİ: Boyun ofTiurtannın sayısı T dir. Bunlardan üstten Nk ikisi değişik özelliklere sahiptir. Birinci boyun om uruna ATLAS, İkincisine ise AK5İS adı verilmiştir. Allaş, insanın kubbesi olan kotayı taşıyan kemiktir. Atlas omurunun omur gövdesi yoktu, buna karşılık sağ ve sol yanında, yan küteler denilen iki kemik kitlesi bulunu...Solunum ve dolaşım merkezleri Atlas kemiğtntni koruduğu omurilik porçasındadır. Hayati önemi olan bir organdır.

MEME Dişi yaratıkların yavrularını emzirmek İçin yararlandıkları memeler, hayvanlarda gövdelerinin altında, kadınlarda be göğüslerinde bulunuyor. Olayı fonksiyonel açıdan incelersek, Yaratıcı1nın her şeyi nedenli Ölçüp biçtiğine, bu konuda da, tanık oluyoruz: Öncelikle memelerin burada bulunması vücudun en sıcak ve güvenli bir yeri olması nedeniyle uygun olduğu gibi, emzirme olgusunun en rahat ve kolay bir şekilde gerçekleşmesine de olanak sağlamaktadır. Öte yandan bir tehlike anında anne, yavrusunu burada kollarıyla sanp daha kolay ve etkiti bir şekilde koruyabilecektir... Memelerin cinsel çekicilikteki rdu, onların önde, en belirgin bir yerde oluşmasını gerektirmiştir. Meme canlıların ilk başvurdukları besin kaynağıdır. Çocuk doğmaz bunu kendi uzantısı zanneder ve hemen ona yapışır.

doğar

Süt çocuğunun, çoğu kez açıklığında gözünü dikip baktığı yerin memeler olduğu ve ağzından çekildiğinde genellikle (M) ite başlayan yarım yamalak sözcükler çıkardığına tanık oluruz. l[ me, mer, m al mamı, maman, meme..) gibi sözcükler... Memeliler omurgalı hayvanların 5. Sınrfındandrr. Meme sayısı türden türe, bir batında doğn yavru sayısıyla orantılı olarak değişir. İnsanda normal olarak İki tanedir. Eıkekte, hermafroditliğin bir kalıntı» olarak (?) dumura uğramışlardır. -

242

Birden fazla memeli oluşa Potimastros adı verilir. Bu bakimden Efes Artemisi' nin göğsünü dolduran yumurta biçimindeki nesneleri meme kcfcul edenler onu Artemis poiimastos (çok memeli Artemis) olarak isimtendirirter. (fifcz. 2. bötjmöekl Artamis Taptno$) Bu tanrıçcmn birçok hayvanı koruyucu ve bakıcısı işlevini de yüklendiği dikkate alınırsa, bunların birer b o ğ a testiküfü değil de. meme olabileceği akla geliyor... Meme sembolizm edebiyatında koruyuculuk ve bir ölçü birimi olarak yer almıştır. Sağ meme güneş, soldaki ise ayı simgelemektedir. MemE özellikte analığı, güveni, şefkati ve kaynağı simgeter. ilk gıda olan sut ve bereket olgusu ile ilintilidir. Aynı 2amcr»da samimiyet ve sığınma1mn içerdiği anlam ve kavramlarla özdeştirilir. Meme ters çevrilmiş bir bardak görünümü ile tıpkı hayatı oluşturan akıtan gök gibi kurgulanır.

KOLLAR Diğer organlarda olduğu gibi, anatomik fonksiyontamdan çok sembolizm yönünden incelediğimizde, kolların yerine göre güç, iktidar, at dileme, acizlik, koruma yadım, bazen de sevgi kavramlarının bir sembolü ve bunların, somutlaştırılmış, bir ifadesi olduğunu görüyoruz. Hattusaş Yazjlıkaya (Bî odasındaki alçak kabartmada, kral Tudhalya1 nrn tanrı Şarruma’ nın kollan arasında gösterilmesini, kralın onun koruyuculuğuna sığınması olarak yorumlarsak, bu yargının eski çağlara art en güzel ve anlamlı bir örneğini vermiş olacağız, sarunm... Kollar, özellikle Mısır hieroglifinde, aktif bir gücün göstergesi olmuştur. Hint tanrısı Brahmanın da dört yüzü ve dört kolu vardır. Bambariar, ileri uzatılmış kollara, ruhun uzantısı demektedirler. Ancak gerçek şudur iri, omuzdan İtibaren, kollar ve onun uzantısı olan el ve nihayet parmaklar, yapma ve .yapabilm e olgusunun dayandığı

243

* -.■->*i-* !' . r bir HAREKET kavramıyla

ilgilidir. Hayvanların hareketini sağlayan dört ayağın önde olanları, maymunlar ve İlk insanda görüldüğü gibi, aynca birer kol gibi kullanılmaktadtf. Dirsekler ise, bu harekete yon veren bir manevela gibidirler. Kollar insanda, yaşamının sürekliliği için gerekli otan yiyip-İçme gereksinimini sağlamakta başlı başına bir rol oynamaktadırlar. Sunlar ağıza, ellere yon veren kotlar vasıtasıyla, alınır. İleri uzatılmış kollarda pasiflik, alıcılık ve isteyicüikJe İlgili bir karakter bulunur. Yukarı kaldırılması ise teslimiyet anlamına gelir. Eski Çin1 de, imparatorun huzuruna çıkıldığında, kolların ileri uzatılmış olarak avuç ayalarının açık olması koşuluna uyuluyordu. Bunun anlamı, ellerin boş, yani silahsız olduğunu herkese göstermekti. İnsanın 22 nci parmaklan olarakta yorumlanan kotlar, hemen her yerde, dua ederken İleriye uzatılır. Ana tanrıça Artemis heykellerinde gözlenen bu hareketi çoğu kez Meryem'inde yaptığını görüyoruz?...

EL Kolun bir uzantısı ve parçası olması nedeniyle, normal olarak ona alt sembolik > tanıtımlara katılan, bazen de bütunleyen, ancak S 'J kola oranla daha aktif iş yapan bir organdır. V.1 / Bunlara ilaveten el’ in sahip olduğu ayrıcalıkların ■ başında onun, güç, otorite egemenlik ve sahibeye! (iyelik) sembolü olması geliyor. El figürü, insanın ilk " olarak keşfettiği ve yaptığı şematik resim olmuştur, Bu yapım Taş devri adamının mağara duvarına sürdüğü eiinin şeklini orada görmesiyle başlıyor. Daha sonraki evrede, Neolitik çağda, el bir raslantı değil, büyüse! amaçtı bir pano oluyor. Elde edilmek istenilen hayvanın resmi üzerine çizilen et‘ in, manen ertesi günkü avı kolaylaştıracağına inanılıyordu. İşte eli’ in, ilke atarak, bir mülkiyet İşareti gibi benimsenmesinin bu çağda başladığı öne sürülmektedir. Öte yandan el, insanın ilk aleti olmuş, ondan sonrakiler ise, ete benziyenlerie başlıyarak geliştirilmişlerdir. Silah ve aleti kullanan organ gene el' dir; ancak bu ikisi onun etki, hız ve kapasitesini arttırmaya yardımcı olurlar. Prof. Halrt ÇAMBEL’ in dediği gibi, “ İnsan aleti yapmış, alet1te onu insan yapmıştır!11

244

Elde ayrıca, İçinde tuttuğu cisimlerin şeklini değiştirme yeteneği de bulunmaktadır. Bu bakımdan sembolizm kuralları eli. parmaklarının içine bir şey aldığında DİŞİ, bir nesneyi sadece tuttuğu 2aman ise, ERKEK prensipli olarak nitelemekte ve onu iki cinsiyetli bir organ olarak tanımlamaktadır. Eller erotik görüşle yapılan açıklamada, şehevi arzuların, okşama ve sıkma şeklindeki tatmin ve tahrik durumlarında rol oynayan cinsel bîr organ gibi kabul ediliyorlar. El binlerce yıl kafaya hocalık etmiştir. Eller gitgide daha da ustalaşmjş ama, kafa da gitgide akıllanmıştır. Kafa akıllandıkça bu kez ellerin yaptığı işe daha çok burnunu sokmaya, karışmaya başlamış. Örneğin, ilk defa bir taş bloğun altına bir manevela konulmasını kotaya öğreten eller olmuştur. Eller konuşma dilini tamamlamaktadırlar. Ayrıca onlar söylemek istenilen laflan harflerle de göstermeye yaradıklarından, daha akılcı ve inandırıcıdırlar. Etlerin de bir görme yeteneğine sahip oldukları ileri sürütüp, gaz' le âzdeştlritdîkJerini ve el için ışık parm aklı kör denildiğini duyarız. El sözcüğünü bir kavram olarak içeren bazı deyimler, onun eylem fikirlerini ifade etmesinin yanında, güç ve sahip olma olgularını sembolleştirilmeşinden kaynak­ lanıyor. Örneğin, İşe el atmak, bir girişimi ve başlamayı ifade eder; çünkü insanın iş yapmak için kullandığı ve yararlandığı organ, çoğu kez etleri olur. Buna paralel olarak, ele geçirmek, el altında tutmak, el çekmek, ele vermek, eli erişmek veya erişmemek, el koymak, elini kotunu bağlamak, etinden tutmak, elinden gelmek, el uzatmak, el açmak, elinden geleni yapmak, eli ekmek tutmak, eli boş dönmek, elde avuçta ne varsa vermek, el atmak, elete vermek, eli bayraklı otmakfşirret, huysuz), eti pek (cimri), el etek çekmek, elde bir, el pençe divan durmak, elden düşme, el kaldırmcık...deyimlsfi elin sembolik anlatımlarını şekillendiren sözlerdir. Fransızcada - Bana elinizi verirmisiniz?' demek, benimle evteraımisiniz. yani benim oturmuşunuz, anlamına geliyor...

245

Sağ el geneHJkle takdis eden eldir. Daha çok olumlu bir olgu Me HgHîdlr. Sol el ise, olumsuz bir anlamı İçerir ve olumsuz bir kararda kullanılır. Bir din adamının duadan sonra elini dua ettiği kişinin başına veya omzuna koymasında ise bir G Ü Ç TRANSFERİ söz konusudur. İsa1nın mucizeviiyileştirmelerinde gözlendiği gibi, Meryem' in nişanlanmasını gösteren tabloda (Kariye Müzesi) Zakart (Zekerriya peygamber) elini onun başına koymuştur. Aynı müzede, kan kaybından hasta otan bir kadın eriyle İsa1nm eteğine dokunarak ondan güç almak istemiştir. Bu konuda vere-büeceğimlz başka örnek ise, Nemrut Dağı batı terasındaki taş levhalar üzerinde bulunan kabartma insan figürleridir. Bunların üzerinde Mltridat Hericül ve ZeuS le, Antiokos ise Aporion' la el sıkışmaktadırlar. Biz bu görünümü, onlardan mitolojik inançlarını dikkate alarak, kral ve oğlunun, tannlarto dosttuk ve onlarla bir yakınlaşma göstergesi olduğu kadar, onionn tannsal güçlerinin (el aracılığı ile) kendilerine geçişi sağlamak islemeleri, şeklinde yorumladığımız] söyleyeceğiz. Akı/ nedente ofrnaiKftr ki. Japaoior mtamkrncıkxckı e Merih/ vermekten kaçjnniof {?}...

Yahudiler, kötülüğü uzaklaştırıcı, ya da kişiyi her türlü zararlı etkiden koruyuculuğuna inandıklanndan, el resmini duvarlara yapmakta v e ya ' üzerlerinde taşımakta ve bunu (Tanrının eli) gibi nitelemektedirler. Sonu (el) iie biten kelimeler ise İbranicede tanrısal bir gücün ifadesini içerirler. İsra-el, Rafa-ei...gibi. Diz çöküp dua ederken eller ileri uzatılır, avuçlar açık olur. Bazı çevreler bu hareketi, ellerin boş olduğunu göstermek ve manevi bir teslimiyet anlamında yo­ rumluyorlar...el sıkma (tokalaşma) geleneğinin buradan kaynaklandığı sanılıyor. Bir çok ülkede, mahkemede yemin ederken, el kaldırılır. Bizde ise Kuran üzerine el basılır. Ordudaki ant içme törenlerinde eller çeşitti silahlar üzerine konulur. Son olarak, elin açık olarak kaldırılıp dikilmesinin evrensel olarak dur (stop) anlamına geldiğini, İskamda elin bazen nazarlık objesi oiarak kullanılma nedenine ise, ya Fadime Anamız1ın eli, veya parmak adedi ile İslâm' ın (5) şartı arasında bir bağlantı kurarak, açıklık getireceğiz. Güncel deyimlerimiz arasında bulunan, "avucunu yalamak", elde edememek, * avuç açmak" İse dilenmek, * elde avuçta ne varsa" deyimi de neyi var neyi yoksa hepsini..., anlamına geliyor.

24ü

Bir çok yerlerde doğumu kdaytaştırmak için başvurulan büyü yapımında [Fatma Ana eli) ya da [Meryem Ana eli] denilen bir bitki kullanılıyor. Aynı adı taşıyan ve el biçimindeki madenden yapılmış nesneler ise. NAZARLIK olarak kullanılmaktadır. BEŞ PARMAĞI AÇILMIŞ EL RESMİ1 nkı nazara karşı bir korunma aracı olması, dünya üzerinde çok yaygın bir gelenektir. {Nazar memine ba*™ ). Ülkemizin kimi bölgelerindeki köy evlerinin duvarlarında, aşı boyası ile basılmış el resimleri görülür. Aynı resimleri Anadolu’ nun tarih öncesi çağlardan kalma, Çatathoyük evinde sözünü ettiğimiz, y a p artıklarında da raslanmaktachr. Bu el resimleriyle, kötü gözden korunmak için yapıkan hareketler aravnda, ona zarar verecek kişi korştsmdaymış gibi, eli ileriye uzatarak söylenen (Elemterefiş kem gözlere şiş, beş parmağım gözüne!) sözlerinin karşılaştırılması, bir anlam kazanır. EHn başka büyüiük işlemlerde de önemini biliyoruz: Ocakların sağaltma güçlerini başkalarına geçirmelerine, “ el verm e”, deniliyor. Et1den yapılan ve kötülüklere karşı kullanılan, bir bakıma büyü nazarlıklara amulef te denilmektedir. Ermiş kişilerin kerametten arasında onların korumak istedikleri insanlara, hayvanlara atılan oklan, tep güllerini etleriyle geri çevirmelerini anlatan efsaneler vardır. Eski Ayasofya camii içinde, kilisenin hazine dairesine giden boşluktaki duvar üzerinde, siyah bir el izi görüyoruz. Bu el için çeşitti söylentiler var. Kimi Meryem Ana1 nm eli, kimi Fatih Suttan Mehmet1 in elL.dem ektedi. Ancak biz bu el figürünün, yukarıdaki yorumların ışığı atfında, daha çok, kilise veya caminin yapım veya restorasyonu sırasında, özellikle buraya konmuş bir nazar simgesi olabileceği görüşündeyiz.[Nazar vb

n a ta M a rta Ugtti etrafk oçrittamaya kendi bölümünde yer verfknlptr,}

Açılmış ef izi,Akdeniz ve Ortadoğu'da kötülüklere karşı koruyucu bir simge olarak bugün de yaygındır.

PARMAKLAR Baş parmak, elin içinde diğerlerinin bay. babası ve en güçlüsü olduğu gibi, yaratıp gücün kaynaklandığı (failik) (erkek organı) sembollerden biri, iktidar ve otoritenin göstergesi olarak tanımlanır. Her hangi bir şey tutulmak islendiğinde,

diğer pafmakJonn üzerine kapanarak, elin tümüne sağlam bîr şekilde kavrama olanağı verir. Öte yandan, baş parmakla serçe parmak arasındaki eşdeğerlilik olgusu, birinin m akrokozm oz [dış dünyo-evren), diğerinin ise mlknokazmoz [iç- küçük dünya) simgesi olmalarıyla, açıklanıyor. İsa1 nın sol etiyle' kalbinin üstüne bastırdığı İncil1in üstündeki baş parmağı, gayet belirgin şeklide diğerlerinden ayrılmış olup, bazı kompozisyonlarda gözlendiği gibi, falllk bir görünüm vermekte, bu nedenle güç ve otoritenin bir simgesi olarak yorumlanmaktadır. Takdis eden İsa' nın sağ elinin havaya kalkmış iki parmağı, onun hem tanrısal hem de insani karakteri, aşağı sarkan diğer üçünün ise, Baba O ğ u l ve Kutsal Ruh anlamına geldiği söylenir. Bu yönden, İsa

parm aklarıyla konuşuyor denilir.

Topkapı Müzesi1 nde ser­ gilenen ve vaftizci Yahya'ya att olduğu sanılan elin parmaklarına dikkat edilirse, takdis eder biçimdedir... Küçük [serçe] parmakta bir fallik sembolü olarak değer­ lendirilmekle birlikte, öykülerde sözü edildiğinde, daima üstün bir zeka ve yeteneğe sahip küçük bir çocukla özdeştiriimiştir. Aslında (parmak çocuk masallan) 5000 yıl öncesine alt Hindtstamn büyük KRIŞNA efsanesinden kaynaklanmış olup beş çocuklu bir ailenin yaşamı He Hgili okzykn içermektedir. Ancak, bu beş çocuktan biri normal üstü bir kurtarıcının, bir cadının veya sihirbazın odını taşır. Bu konuda değinmek İstediğimiz olgu, şayet küçük parmak toplumun kurtarıcılık İlkesini sembolize ediyorsa, o oym zamanda, toplumun diğer çeşitli bireyleriyle yaptığı gibi, kişinin diğer elemanlarla paylaşılan ve ona yön veren prensibin de simgesi olur;

24S

İçişinin tüm yaşamını yöneten ve onu doğru yola götüren, ileri görebilir, enerjik ve aktif bilinçlenmesini gösterir... Roma areniorında im­ paratorların yaptıklar gibi, baş parmağın yukarıya kaldı­ rılmasının olumlu bir anlamı vardır: bu ise yaşamak ve zaferdir, yani gladyatörün ya­ şamasına izin verilmiştir. Tersine çevrilirse, olumsuzluk, başarısızlık işareti olur. Baş parmağın bu iki yönde göstermek suretiyle olumlu veya olumsuz bir yargının belirtilmesi günlük yaşantımızda çoğu kez başvurduğumuz sessiz bir ifadenin işareti olmaktadır. Bir elin içinde KONUŞAN PARMAK ise genellikle İŞARET PARMAĞI olmaktadır. Öte yandan, daha çok batı ülkeleri insanlarının benimsedikleri şu iki parmak hareketine de değinmek istiyoruz. Bunlardan biri, baş ve işaret parmağının bir daire oluşturur biçim de birleştirilmesidir. Bu gösteri (tamam, mükemmel, okey...) anlamına gelir. Diğeri ise. işaret parm ağı ile orta parmağın (V) harfi şeklinde açılmasıdır. Bu şekil hemekadar (victoire.vkrtory) den kaynaklanıyorsa da. bir üçgen' i yansıttığını da düşünüyoruz,...Daire ise bir mükemmellik olumluluk simgesidir. Not: Et - Parmak hareketleriyle ftgtH daha aym ftt öttgt edinmek tstty&n saytrı ptikoioğ Dr. Zuhal BALTAŞ ite Acar BALTAŞtn "Bedenin Diü modh Wtat*rv öneririm.

JEST DİLİ VE SES DİLİ (Kaynak: İnsan nasd insan oldu?, M, İLİN, E. Segal) Jestlerle konuşma dili dünyanın en basit dilidir. Bunu öğrenmek için gramer kurallarını bilmeye gerek yok. Bu dilde, çoğumuza güç gelen fiil zamanlarının adı bite yoktur. Telaffuzunu öğrenme sorunu yok, çünkü dHde kelime yok. Bu bakımdan en eski yazılar harf olmayıp, resim oldukları gibi, en eski jestlerde HAREKETLERLE ÇİZİLEN birer RESİM1dk.

249

Jestleri© konuşma dilinden bugün de faydalanıyoruz ” Evet* demek istediğimizde, çoğu kez bir baş hareketiyle yetiniriz.* Orada" veya "Oraya11 demek istediğimizde parmağımızla, özellikle konuşan parmak olan işaret parmağını kuttanım. * Selâm ifadesi olarak başımızı eğerek veya askerlerin yaptığı gibi, selâmlanocak kişiye çeviririz. Diğer duygu ve düşüncelerimizi görüntülemek içinse, başımızı saflarız, omuz silkeriz, çaresizlik ifadesi olarak ellerimizi iki yana açara, aklım kaçırmış, anlamında eli parmaklan açık olarak sağa sota çeviririz, kaşlarımızı çatarız, dudak bükeriz, ısırırız, elle tehdit ederiz, yumrukla masaya vururuz, el sallanz, başımızı iki ellimizin arasına alırız, elimizi kalbimize, öpmek anlamında dudaklarımızın üstüne koyarız, kucaklama anlam ında kdlartmızı iki yana açarız, vedalaşırken havadan öpücükler göndeririz, işaret parmağını sessiz olunuz anlamında iki dudağı kapatır biçim de tutarız... İşte size içinde tek bir saz olmayan bir konuşma. Ve bu * dilsiz d it, jestler dili hiç unutulmuyor. Çünkü bu dHIn bazı avantajları var. Bazen uzun bir konuşmayla anlatılamayan bir çok şey tek bir hareketle ankjhlabttiyor. Konuşma özürlü olanların meramlarım anlatabilmeleri için sadece gözün iş gördüğü yüzlerce örnek; bunları eğitip öğretmek için okullar, kitaplar ve metotlar bulunuyor... Binlerce yit yaşadığına ve insanlara bugün de gerekli olduğuna göre, jest dilinin hiç de kötü bir dil olmadığı anlaşılıyor. Sesli dil, eski jest dilinden üstün gelmiş, am a onu büsbütün söküp atamamıştır. Yenilen dil. üstün gelen cfllin hizmetine girmiştir. Bir çok halklarda jest dilinin, uşaklar ve küçükler gibi başkalarına bağımlı olanların dili d arak kalması sebepsiz değildir. Kafkasya1 da bazı Ermeni köylerinde devrim1 e kadar kodıdarın yabancı erkeklerle, bildiğimiz ses dilinde konuşmaya haklan yoklu. Meramlarını ancak' el İşaretiyle anlatabilirlerdi. İran şahı1 nın sarayında uşaklar yalnız hareketlerle, kendi ayarlarındaki kimselerle scdü konuşabilirlerdi. Bu azınlıklar , sözün gerçek anlam ında " konuşma hak­ kından " yoksundurlar.

250

Görülüyor ki, çoktan kaybolan geçmişin uzantılarını, izlerini bugünkü yaşantımızda da buluyoruz. Türk toplumunda, namaz hareketlerinin verdiği alışkanlıkla olduğunu sandığımız ve kesinlikle içgüdüsel olarak şekillenmiş bazı hareketler var. Örneğin: 1. Biz bir yeri göstermek am acıyla İŞARET etmek istediğimizde, normal olarak sağ elin işaret parmağını bir (elif) gibi uzatırız. Hıristiyanlar ise aynı hareketi, çoğu kez, elin tümüyle yaparlar. 2. Bir toplantıda biz parmak, onlar ise el kaldırarak söz isterler. 3. Bizde olumsuzluk (hayır veya yok) ifadesi, sanki " Allah bilir, dercesine (?)", başın yukarı kaldırılmasıyla gösterilir. Onlar ise bu cevabı başlarını iki yana (sağa.sda) sallıyarak yapıyorlar... 4. Biz bir kimseyi uğurlarken (eskiden) sağ eli bilekten büküp, mendil sallar gibi aşağı yukan hareket ettirerek yapıyorduk. Şimdi ise bu ifade elin sağa, sola sallanmasıyla görüntüleniyor. Yani, bunlar, bizde daha çok dikey (a ş a ğ ıd a n yukanya), onlarda ise yatay (soldan s a ğ a ) hareketlere karşı bir eğilimin varolduğu izlenimini yaratıyor... 5. Biz alkışlarken ellerimizi göbek hizasında tutmayı adet edinmişken, onlar çoğu kez ellerini başlarının üstüne kaldırarak ellerini çırpıyorlar.müzik salonlarında batı taklitçi - bazı gençlerimizin yaptığı g ibi... GÖBEK DANSI i Dansa adını veren göbek alım figuvü ana kam ındaki çocu­ kun varlığının i t irkmelerinin taklididir ve hamileliği sembo­ lize eder. Dizler özerinde yere çöküp, bacakları ayırarak kalça­ yı aşağı yukan oynatma fıgüıu ile doğum sahnesi canlandınlmaya çalışılmıştır. İri göğüslerin öne çıkararak sallanması ve titretilmesi. süt dolu griğûdrn ve çocuğun beslenmesini ifade eder. Dansçının kollarıyla kendi vücudunu sarması çocuğun

,

.

»

ana tarafından korunmasını sembolize eder Dansçının çoğu figürlerinde Ana tanrıÇiyi saygının izleri görillûr.Dzcllikle duruşlar ve duruşlardaki el hareketleri. cgLİm cicrupm ım riıûclindcn bazı b ö lü n ık f d ir .lO r y a n ta l G ö b ek D a n e ıiK e m a l ÖZDEKİR

£ ^ j İ ^ I ^ AYAK’ ADIM> AYAKKABI, SANDAL Ayağın hareketle ilgili işlevi, Türkçenin " ayağının tozuyla" ayak atmamak, "ayakbağı, ayak uydurmak, ayağım yerden kesmek (bir şeye binmek) deyimlerinde yerini almaktadır.

251

Sembolizm ayağı, insanın tüm ağırlığını üzerinde taşıyan ve onun yede başlıca tem asın sağlayan bir organ olarak tanımlıyor, Bambar kabilesi yerlileri ayakların, rahim de em briyon halinde oluşan ilk vücut

parçası olduğunu söylemekteydiler Gene onların inançları doğrultusunda ayak, yaptığı ADIM hareketiyle, bir başlangıcın olduğu kadar bir bitim veya son1 un da göstergesiydi. Öte yandan ayağın, evrensel olarak, hareket ve muktedir olma anlamında ifade edilmek istenilen kavramlar için uygun bir sözcük olduğunu görmekteyiz. Bir cismin yıkılmasının, temelden, ta­ bandan ve nihayet ayaktan olması gerçeğine dayanarak, çoğu kez, sağlam durumdaki canlı veya cansız varlıklar için, ditin verdiği alışkanlıkla * ayakta kalan veya ayakta kalmış- demekteyiz. Uzmanlar, insanoğlunu hayvandan ayıran ve karakterize eden bir başka özellik, onun iki ayak üzerinde du­ rabilme yeteneğidir cfiyortar. Mitolojide ayak, can gücünün, ayakta kalabilmenin bir sembolü olmuştur. Ayakla ilgili tüm deformasyonlar, bir zayıflık ve oci2fik Buda' nm ayağı, anlamına gelmekle beraber tanrının bu Canltmn ilk filiz i Topuktan insanlara daha başka yetenekler başlayıp güneş tekerleğinden verdiğine inanılır. Örneğin topal tanrı çeçerek parmak uçlarma kadar Hephaistos, (Zeus1le Hera1nın oğlu), topal tüm vücut parçalarmtn olmasına rağmen elinden her iş getir. İlk sembollerini içeriyor. Ayak sahibi olduğu kişinin kadın Pandora1 ran bedenini kilden o çeleceğim yazıyor.. yaratmış ve Prometheus1 ü Kafkas da­ ğının zirvesine o çıkarmıştır. Aynca her türlü madeni işleyip doğaüstü güzellikte eserler başarmıştır. Oiympos tanrılarının evleri, ana ve babasının yatak odası bile onun ellerinden çıkmıştır!.. Hermesin ayaklarındaki kanatlı sandallar N mistik yükseliş” le İlgilidir.

Dinsel kapsamlı bir yaklaşımla ayak, yürüdüğü yol üzerinde mutlaka İz bırakan bir organ olarak yorumlanıyor. Bu izler, soyut çizgiler içinde iyi veya kötü olabildikleri gibi, kutsal bir yolculuğun da yönlendirici ve gös-tericileridir. İşte bu düşünceden hareket eck- ak. ayak ve ayak izinin, özettikle Hıristiyan geleneklerinde ayncalıklı bir yeri olduğunu ve bu olgunun zaman zaman ikonograftk sahnelerde yansıtılmak istendiğini hatırlatmak İstiyoruz. Bu konudaki Örneklerden biri Jean İncilindeki bir parabolde sözü edkdiğj gibi, İsa' nın son akşam yemeğinden önce havarilerinin ayaklarım yıkayıp kurulaması ve onlara, * Benim yaptığım gb i sîzlerde birbirinizin ayaklarını ytkamalısınız! * şeklinde bir öneride bulunmasıdır. Aslında böylesine duyarlı bir konuda otayın ayrıntılanna girmekten kaçınarak, kişisel görüşümüzü, (İsa1 n n bu jesti onların (havarilerin) ruhlarını manen, her türlü metanetten anndırmak ve kendisiyle birlikte çıkacakları " kutsal yolculuğahazırlamak için yapılmıştı), şeklinde özetlemekle yetineceğiz. Ancak otaym konumuzla ilgili ve ilginç olan yönü, İsa* ntn bu telkini yapmak İçin, baş ve eller yerine, ayaklan seçmiş otmastatr... Bu sahne isa’rnn havarilerin ayakların? Trabzon Ayosaf-yasindo fresk bir tabioda yıkam ası görüntütenmiptr.(Bkz. Trabzon) Batılı din odamtan" imanda katılık, sertlik vardır, diyorlar. Bu tıpkı ayağın yere basmasıyla duyulan bir güven ve güç olma duygusuna benzer- demektedirler. Ayak izi konusunda, atamıza Hk gelen örnekler, İsa* nrı vaftiz edHdiği Zeytin Doğr ndaki ayak izi, Göreme Açık Hava Müzesindeki Sandallı Kilisede görülen ve kilisenin bu adta tanınmasına neden otan, yerdeki ayak izleri, göğe yükseliş freskinin detaytan arasına sıktşfınimtş bir çift ayak izi ve nihayet Çin tanrısı Pongtsou' nun Tao-Ying dağındaki ayak izi, bu yargıyışeklen yansıtan vebütünleyen olgular arasında bulunuyor,

m,

Hz. Muhammed* Mekkede olduğu gibi, Topkapı sarayı kutsal emanetler seksiyonunda sergilenen ayak izi, geriye bıraktıktan arasında O nun mübarek bedenine özgü, saygıya değer bir parçadır. İslâm toplumu na özgü ve onun en güzel ve anlamlı alışkanlıklarından birinin de, daha çok Avrupa (I) dediğimiz modem bir zihniyeti benimsemişlerin dışındaki ailelerde, başta cami olmak üzere, evin İçine girerken ayakkabıları çıkarmak, olduğuna değineceğiz. Yabancı ülkelerde pek umursanmıyan bu davranışın bize göre şu İki anlamı ve yaran bulunuyor: Bunların başta geleni, (hijyenik), yani temizlik ve dolayısıyla

253

sağlıktır. İkincisinde ise daha çok sosyo-ptfkolojik bir anlam gizlidir; yani eve giren şahıs, cryakkabılannı dışarıda bırakmakla, senin matındomülkünde gözüm yok demek istemektedir. Ayrıca, ölen kişinin ayak­ kabılarının hemen kapı eşiğine konulması da adet edinilmiştir...Camiye gelince, şüphesiz gene sağlık koşullan başta olmak kaydıyla, mademki burası Tannnın evidir, manevi mülkiyeti sadece O ' na aittir; o halde bu hakka ve mülkiyete saygılı olmak gerekir, der gibiyiz...Am a tüm bunlann dışında, bu hareketi, (bedenimizi maddesel dünya İle irtibatfayan ayakkabılardan soyutlamak isteği) şeklinde de yorumlamak mümkündür. Bu arada, yemin ederken ayağın yerden kesilmesinin, sadakatsizlik anlamına geldiği esprisinden de saz etmek istiyoruz (?)...

,

Gene Hıristiyan ikonografisinde, ayakların çıplak, bazen de bileklerden bağlı olarak şekillendirilmesi, ressamın özen gösterdiği ayrıntılar arasında yer alıyor. Bu gözlemimizin en belirgin örnekleri gene Kariye kilise - müzesinde bulunmakta. Örneğin, İsa1mn doğum yeri Bethtemen' de yapılan ve vergi ile ilgili olan nüfus sayımı tablosunda, Jazef (Yusuf) in ayaklan çıplaktır. Bunu gerçekleştiren sanatkarın kafasından ne geçtiğini bilmemekle beraber, sanki Jozef bununla, Meryem1 e (bağlılığını ifode etmek istemiştir) şeklinde yorumluyoruz. Diğer bir panoda, Meryem, İsa1yı doğururken, üzerinde yattığı döşekte, ayak bilekleri bir halkayla bağlı olarak resimlencfirilmiştir. Bu tabloyu ise ilk planda, sanatkann (mazaistin) söz konusu bu doğumu (mucizevi bir olay gibi) göstermek istetfği şeklinde yorumluyoruz. Zira, doğum yapan kadının normal olarak bacaklarını a çm a » gerekmektedir. İkinci ve üçüncü planda ise, ayakların bilekten boğlı olmasına, Meryem1in bu olayın gelişmesindeki suçsuzluğu, safiyet ve bağlılığının bir simgesi olabileceği gibi, bütün bunlardan sanki suçlu olan kendisiymiş gibi, bir otopünisyon (kendi kendini cezalandırma) görünümünü yansıtması şeklinde bir yorum getiriyoruz... Ancak biz bu olayın nedenini ve niçinini araştırırken, öte yandan bazı yorumcu çevrelerin, * Boşuna kafa yormayın, çünkü Meryem Sezarienle doğum yaptı" I gibi laflarına da kulak vermek zorunda kalıyoruz...(İsa ile Sezar aynı yüzyılda doğmuşlardır.) Ayak izi konusundaki açıklamalarımızda şu olgulara da yer vermek istiyoruz: Bilindiği üzere, her insanın ayak kalıbı, parmak ve ayak izleri kesinlikle ona özgü biçimlerdir; asta bir başkastnınkine benzemezler. Bu bakımdan kişinin özelliklerinden biri olarak değerlendirilirler. Öte yandan, uzmanların ileri sürdüklerine göre, ayak izi "yazının atası" dır. Onlar bu görüş ve değerlendirmelerini, m ağara adamının avını sürerken, hayvanın kor üzerinde bıraktığı ayak izlerinden yararlandığını ileri sürerek yapıyorlar

254

ve yazının ilk olarak bu olayla ve KAR SAYFASI üstünde gözlenen bu İzlerden fikir alarak, başlayıp biçimlendiğini söylüyorlar... A yağa giyilen, diğer bir deyişle, (onun üzerine geçirilen), ayakkabı, sandal veya başka bir araç, o ayakkabıyı taşıyan kişiyle onun bastığı dünya toprağı arasında bir kontak noktasını oluşturur. Ayakkabı ve benzerleri için, sosyal veya dinsel içerikli olsun, halen süregelen, güncelliğini koruyan bazı örf ve adetler üzerinde şu düşüncelere yer verilmektedir: Ayakkabı eski çağlardan bu yana, hemen her toplumda mülkiyetin, sosyal otoritenin ve kişisel hürriyetin dolaylı bir sembolü olmuştur. Mademki, her insanın ayakkabısı, ayak izi sadece ona aittir, ona özgüdür; o halde bunlar dolaylı olarak, her insanın kenefi kenefinin sahibi, kenefine yeterli olduğunu düşünce ve eylemlerinden sadece kendisinin sorumlu olacağını ifade etmelidirler. Bu yargının en somut uygulaması, eski Roma' d a esirlerin çıplak aycfcia dolaşma zorun!uğunda bırakılmcfiandır. Bu insanlar, ancak azat edildikleri taktirde, ayakkabı giyebiliyorlardı.. .Şüphesiz her toplumun değer yargılan sadece kendilerine özgü bir olgudur. Nitekim İsrael’ de, mal alışverişlerinde yapılan kontratlarda, ayakkabı bir * rehin eşyası* olarak kullanıldığı gibi, örneğin bir tarlayı satın alan kimse oraya ayakkabısını atarsa, bundan böyle o malın, o tartanın gerçek sahibi olduğunu kanıtlamış sayılıyordu...

.

Ayakkabının sosyal anlam da bir teyit (doğrulama) aracı gibi kullanılmasının yanı sıra, yerine göre ona bir başkası üzerinde nüfuz (söz geçirme) ve otorite sağlama amacıyla da, başvurulduğuna tanık olmaktayız. Bu uygulamalar, nikah memurunun karşısında evlenme sözleşmesinin yapıldığı sırada, kadın veya erkeğin birbirlerinin ayaklarına d a h a önce basmayı denemesi, keza zifaf gecesi kadının erkeğinin ayakkabılarını çözüp çıkarmaya yeltenip onun ayakkabılarına sahip olmak istemesi şeklinde değişikliğe uğrayarak, hoş bir gelenek halinde güncelliğini korumaktadır am a biz, bu konuda, atalarımızdan geçişim yapan. * Cennet kadının ayaklan attındadırl*. sözündeki mesaja d a kulak vermeyi ihmal etmemelidir diyeceğiz.... Musa peygam ber Sina dağında kutsal topraklara girdiği zaman, Tanrının buyruğuna uyarak, ayağındaki sandalları çıkarmıştır.(Kariye Müzesi). Aynı olaya Kuranı Kerimde (Taha suresi ayet 12) de yer verilmiş bulunmaktadır. Bu ayeti kerimede, Tannnın Musa1 ya ‘Haberin olsun, ben

255

senin Rabbinim, hemen ayakkabılarını çıkar, çünkü sen mukaddes vadi, Tuva’ dasınl..." ibaresi bulunmaktadır. Mitolojide Hermes ayakkabılı bir tanrıdır; atrübülerinden biri, kanat takılmış sandalı veya topuğudur. Yani kanatları, gerçek meleklerinki gibi sırtlarına değil ayaklarına takılıdır. 6u onun mistik yükseliş ve uçuşunu simgeler. Çünkü baş tanrı Zeus' le, diğer tann ve tanrıçalar arasında haberleşmeyi sağlar; bu görevini yapm ak için de dünyayı gezer durur. Bu oçıdan ayakkabı seyahatin de sembolü oluyor. Noel Baba söylencesinde gene ayakkabının sembolizmine başvuruyoruz. Noel Babanın geleceğine inananlar, pabuç karım bacanın altındaki ocağın kenanna bırakırlar, çünkü Noel Baba hep bacadan girmektedir. O da bir gezgindir, fakir fukaranın evlerini ziyaret eder. Ancak bu harekete yeltenenler Noel Babadan sadece hediye değil, onun gibi başka ülkelere seyahat edebilmek için gerekli yol harçlığına sahip olmanın da bekleyişi İçindedirler I.. Psikanalist Freud e göre ayak erkek ve fallik, ayakkabı ise dişilik organının sembolüdür. Bir Amerikan anketine göre ayak, insan vücudunda cinsel çekiciliği olan organlar arasında beşinci sırada bulunuyor. Bunlardan birincisi gözler, sonra saçlar, bedenin, genel görünümü, kalçalar ve nihayet ayaklar oluyor!. Ayaklar için, tahmin edileceği gibi, erotik (cinsel aşk) yaklaşımlarla, biçim ve işlevi dikkate alınarak, bîr hayli yorum yapılıyor. Ancak biz bunlara ve bu satırlar arasında yer vermeyi uygun bulm odık... ,

Adımla İlgili başka bir varsayım ise, insan yaşam ında Ü Ç ADIM olduğudur. Birincisi doğum la atılan ilk adım , ikicisi m addi yaşam süresince atılan sürekli adımlar; sonuncusuna gelince bu, İnsanı ölüme götüren adımdır. Öte yandan, yürüyüş sırasında, adımların Sağ- Sol olarak birbirini takip eder şekilde atılması, evrenin değişmez kuralı olan 11doğum - ölüm" devirdaimi olarak tasarlanmaktadır. [Sağ-Sol açıklamasına b a k ım ) Son olarak bu konuda. AT NALI ve PAPUÇ' un, yerine göre uğur getiren, kaza ve betalardan koruyan bir muska gibi seçilmelerinde, aslında her ikisinin de yere basan, yani dünya toprağı ile direk temas sağlayan objeler olmasından ileri geldiği, görüşüne katıdığımızı da belirtmek istiyoruz. Ayak1 la ilgili özdeyişlerimiz: Ayak altında olmak, ayak üstü, ayak basmak, ayak bağı olmak, ayak sürümek (ağırdan almak), ayak takımı (işsiz- güçsüz insanlar için), ayağı dolaşmak, ayak yolu (tuvalet), önayak olmak, ayak diremek. vb..(Kaynak: Cinsel Kültür Ansiklopedisi)

256

CİNSEL YAŞAMDA AYAK İnson bedeninin her yamro dokunma, okşama, öpm e gibi cinsel uyarımlar karşısında duyarlı olduğu, bütün deri yüzeyini gerçekte duyarlı uyan atam saymak gerektiği her ne kadar doğru olsa da, bazı bölgeler diğerlerine oranla çoğu insanda çarpıcı farklMdar göctermektedir.bu farklılık yalnızca uyanmlarm derecesinden değil daha önemlisi uyarımların nitelik yönünden başka başka olmasından da ileri gelir. Örneğin, saçların okşanmasıyla duyulan uyarım nitelikçe başka, kulakların ya da ayak bileklerinin okşanmasıyla duyulan daha başkadır. Doğal olarak çoğu insan, belli bölgelerin uyan mı karşısında belli cinsel tepkileri göstermeye koşullandınlmıştv. İkinci uyarım bölgeleri arasında eller gibi ayaklar da önemli bir yer tutar. Deri atfındaki sinir uçlan ayaklarda, özellikle ayak parmaklarında ve tabanda son derece duyarlı ve yoğundur. Pek çok insanın gıdıklandığı yerlerin başında ayak gelir. Eski çağlardan kalma çeşitli cezalandırma ve işkence usulleri arasında her zaman ayaklann duyarlılığından yararlananlar olmuştur. Gelişmiş duyorkhk özelliği dışında ayaklann bir diğer karakteristik özelliği de, yuz ve eller gibi bedenin diğer yörelerine oranla daha ileri bireysel farklılaşma, bir kişileşme taşımalarıdır. Bireyliğin ve kişisel kimliğin dünyaca kabul edilmiş işareti olan parmak İzleri, yalnız el parmaklarında değil, ayak parmaklarında da okunabilir. İnsanlann ayağa eskiden beri ayrı bir önem vermiş olduklarım aşk falı ~ geleneği de kanıtlamaktadır. İnsanoğlu karakter tahfifleri yapm aya, geleceği okumaya çalışırken yalnızca el falıyla yetinmemiş, ayak biçiminden ve tabanın çeşitli özelliklerinden gizli bağlantılar çıkarmaya uğraşmıştır. Eski Çin1 de kodtn ayaklarına gösterilen İlgi bugün batıda hemen hemen herkesçe bilinmektedir. Kodın ayaklarının küçük kalması istendiğinden küçük yaşlardan başlayarak kızların ayaklan demir kalıplar içinde tutulmuştu. Bugün böyle bir alışkanlık her ne kadar garip görünse de. o kültür ortamında her halde son derece doğal karşılanmaktaydı. *

İsa'dan sonra 1000 yıllarında Ç in 'd e minik kadın ayaklannın, güzel­ liğin ve cinsel çekiciliğin simgesi kabul edildiği bilinmektedir. Hatta kacfcn ayaklannın bu am açla demir kalıba konması üst sınıflar arasında zorunlu olmuştu. Zamanın sanatçıları insen bedenini bugün bile pek çok kimseye parmak ısırtacak bir cüretle gözler önüne serebildikleri halde, hiç bir

257

zam an ayaklan çıplak olarak göstermeye kalkışmamışlardif. Bunun nedeni eski Çin' de çıplak ayağın son derece müstehcen sayılması, bir kadın a y o ğ ra alt her türlü eşyanın Victoria çağındaki korselere oranla çok daha tahrik ecici bulunmasıdır. Çin de ayağm , hatta ayak bileğinin gösterilmesi kesinlikle uygunsuz sayrtmtştır. Genel olarak doğu uy­ garlıklarında hem ellere hem de özellikle ayaklara, batıya oranla, daha fazla önem verilmiştir. İnsan bedeninin sırtarıyla Kişki kurmada o çağlarda Batı1ya göre çok Heri düzeye ulaşan, örneğin Hint uygarkğ^da ix rx jn böyle olmasına N ç de şaşmamalıdır. Anadolu ve OsmanlI kültür geleneğinde de küçük ve yumuşak tenli ayaklar, pem be topuklar kacftnlarda her zam an makbul sayıla gelmiştir. Çağım ızda kodınm başlıca cinsel simgelerinden biri durumuna gelerek büyük yaygrtık kazanmış okm yüksek topuklu ayakkabı, ilk defa XIV. Louis döneminden başlayarak, Paris sosyetesinde, Avrupa1 ya ve Doğu1 ya yayılmıştır. Topuklu kadın ayakkabıları cinsler ezasındaki farklılaşmanın gereksiz, hatta sağlığa zararlı biçim de abartılarak simgeleştirikjiği başlıca örneklerden biridir. Günümüzde birçok yerlerde tuvaletlerin yalnız kodnkjra ait olduğunu belirtmek için kaptfarma yüksek topuklu ayakkabı resimleri konmaktadır. Bu ayakkabılar kadının ayağını beHi bk biçim de tutmaya ve bedenini bu ayaklar üzerinde beHi bk biçim de taşımaya alışmasını, yani beHi bir biçimde yürümesini sağlayan cinsel a ra ç la r saydır. Dikkat edilecek dursa, güzellik yarışmalarında boy gösteren bütün adaylar, ayaklarım ve ayak bileklerini en iyi teşhir edecek topuktu ayakkabıların seçimine özen gösterirler. Bunun içindir ki kocftn ayokkabılannda topuklan, bilekleri ve yaka parmaktanm ustalıkla teşhir eden çeşitli dekolte modellere rasttanmaktadr Kadın ayağının hem estetik, hem de cinsel çekiciliğini arttırmak ve göze batmasını sağlamak açısından bileğe çeşitli bilezik zincirlerin katıldığı bilinmektedir. Bu adet çok eski ve çok yaygındır. Afrika' nın bir çok ilkel toplulukiannda, Hindistan1d a ve Roma uygarlığında yerleşmiş olduğu bllnmektedir. Anadolu1da da “ hafhaP diye tammr. Hatta yukan sınıf ve saraya ait kadınların çekiciliği arttırmak ve gösteriş amoeryta ayaklarının başparmaklarına değerli yüzükler taktıkları görülmüştür. Seks dalgasının son yıllarda Batı1 da iyice hissedilmeye boşlamasryla birlikte, ayak bileğine bilezik ve zincir takma geleneği yeniden bir moda haline gelivermiştir. Çıplak ayak, kadında çıplaklığın simgelerlndendir. Bütün buraya kadar anlatılanlardan başka, cinsel simge ve cinsel organlar olarak da önem taşırlar. Çıplak ayak cinsel temasm

Z58

ilk gereklerinden sayıiabiiir. Çûnld soyunuk olmak anlamına geNr.

oycMann

çıplak

olma*

bir ölçüde

Erkekler kacknlanrı ayaktan» okşamaktan, bazdan öpmekten, hatta topıfc ve parmddanra emmekten büyük zevk ahrtar. Bu gibi temaslar cinsel birleşmeye hazırlık karakteri taşır. Yatakta yatan kodn ve erkeğin çıplak ayaktarmm birbirine değmesi, sürülmesi çoğu kez tahrik edici ve anlamlıckr.

ANADOLU VE İNSANI Çağlar boyu yıkım savaşlarına, doğu ve batı çekişmelerinin sahne olarak seçtiği yer oldu Anadolu... Binleri doğudan, d$erieri batı1 dan kopup gelerek hep bu topraklar üzerinde karşriaşMar, susuzluklarını gidermek istediler ve sürekli bir savaş âlâm yaptılar Anadolu'yu... Doğu1dan Hİtriler, Asurlukar, Klmmerier, Pereler, MecT ler, Hünkar, Araplar, Setçukiar, Moğatlar...BatT' dan Doriar, Akhalar, Frigier, İyonlar, EoHer, UdyaMar, MakedonyaMar, GatyalUar, Haçlılar, Bizans...Nihayet, 1. Dünya ve Kurtuluş Savaşkanna katılanlar... Bu kavimler ve ordular ülkelerine dönerken o çağların gelişmiş tek­ nolojisinden bazı kopyalan d a alıp götürdüler ve daha sonra onlan rötuşkayıp temize çekip tekrar bize İade ettiler.. Coğrafi konumu gereği zorunlu bk geçiş koridoru d d u Anadolu. Dünyanın. Marmarayta birlikte, dört denizle çevrili yegâne yanmadan olarak ilginç bir y a p » ve görünümü var Anodotunun..Asyal nm yavrusu.
259

bu Ancrtolia admı ANADOLU akarak dilimize geçirmişler ve bunu bir ANA' nın kudsal şefkatine bağlamışlardır. (Tol) kelimesinin (yurt-mekân) demek olduğunu söyttyenler de bulunuyor....(Anodofc Şehir Adlan. Mehmet ÖNDER. Defne yayınlan, kt.) Adı nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, Anodoiumuz gerçekten, tüm analık niteliklerini içeren ve adını yadırgatmayan DİŞİ BİR ÜLKE olmuştur. Öncelikle fiziki coğrafyasını incelediğimizde, tam orta yerinde hafifçe bombeli bir görünüm sergiliyor. Cihanbeyli ve Haymana platosunun oluşturduğu bu göbek, aşağı yukan, Niğde, Aksaray, Kırşehir, Konya ve AnkarayT da içine alıyor. Yarımada kuzey ve güneyde adeta bir kalça gibi genişliyor..

Çatalhöyük: Dokuzbin yıllık bir tarih derinliğinin katmanlarında Neolitik ça ğ insanına güven içinde yaşama olanağı bahşeden merkezlerden biri...O çağlarda hâlâ Paleoitiğin mağarasından çıkamamış da n batık insanına, yoğurarak yarattığı ve kendisinden medet umduğu Ana Tanrıça Kubaba (Kibele) tanıttı. Bu tapınçın yanı sıra, ürettiği küttür ve teknolojiyi de ihraç etti. Kapadokya : İbadetlerini gönüllerince ve arzu ettikleri güven içinde yapamamaktan yakınarak sağdan sd dan k a çp göçen Ortodoks cemaatinin bir ana şefkatiyle bağrına basan ve barındıran yer oldu...

'

Mevlâna. Hacı Bektaş, Ahi Evran ve Hacı Bayraro-ı Velilerin dinsel, küttüren ve sosyal gelişimleri, doktrinleri hep orada hayata geçti. Yepyeni bir Türkiye'yi başlatan Cumhuriyet güneşi orada doğdu. Ve nihayet, Ata* sına, ebedi uykusu için sinesine gömen o ve orası dm adı m ı?...

kdtannı, kucağını açan ve

Batılı devletlerden mesafe bakımından uzakta kalmış olanlar içinde, en kısa zam anda en büyük gelişmeyi gösteren, gelenek ve göreneklerine bağlı kalmayı yeğleyen, samimi ve sade bir yaşantı sürdüren insanlann bulunduğu bir ülke. Bir AvrupalI yazarın dediğine g ö re ,11zengin ülkelerin en yoksulu, yoksul ülkelerin ise en zengini" yalan da değil yani!... İnsanlarına gelince: Büyük bir çoğunluğu, doğup büyüdüğü yöreyi terketmek olanağına sahip dm adığtndan, oranın coğrafi konumu, iklimi ve topografik yaptsımn yarattığı sosyal, kültürel ve ekonomik dumsuzlukJarta m ücadele etmek zorunda bulunuyorlar.

260

Diğer gelişmiş merkezlerden olan mesafenin boyutu oranında, UZANILAMFYAN, ya da vaktiyle UZANILMAK İSTENMEMİŞ olan U2dkhklann ve zam anın bir hayfi gerisinde kalarak, onun gerektirdiği ” insanca bir ya şa m " m hak ve zevkinden yoksun bulunuyorlar. Bu tablonun gerçek olan yüzünü en çok ve yakından, üzülerek seyredenler arasında, ülkenin her tarafım gezip dolaştıkları için, turist rehberleri de var... Türider, geçmiş yüzyıllarda daha çok bir yayılm a politikası izlemişlerdir Ele geçkdfcJeri topraklarda yaşayan etnik gruplara tam ve yasal bir eşitlik ve bettrU bir özerklik tamdılar. Asla ayırım yapmacUar, saldırgan ve istilacı olmadılar. Ne bir soykırıma ne de herhangi bir bahane, maske ve ideoloji uğruna, assimllasyona (özümseme) yel­ tenmediler. buna gerek duym adılar. Şayet isteselerdi, bunu, özellikle o koşuftar altında, kolayca başarabilirlerdi. Anadolu İnşam, kendi memleketinden olm ayan, yerli veya yabancı herkese karşı, olduğu gibi görünen, hoş görünmek için asta kendini zorlamayan, alçak gönüllü, hoş görürlü, açık kalplidir. Bugün Avrupa1 da unutulmuş olan konukseverlik niteliklerini hâlâ sürdürebilmektedir. ALM ADAN VERMESİNİ, İkram etmesini, arm ağan ve hatıra sunmasını seven, yaş oiarak kendinden büyük olanlarda bir saygı mesafesini korumasını bilen, özgün bir karaktere sahiptir. Atman generali Motteke' nin bir zamanlar dediği gibi, " Türider zor şeyleri başaran am a kolaylan yapm akta güçlük çeken, inscnlardu*. Milfiyetine, dinine, vatanının çıkarlarına bağlı, bağımsızlığına aşık, kendinden olanlara bazen haşin ve aykm düşüncede olsa bile, güç zam anlarda tüm düşmanlıklarından styniıp bir bütün halinde ölüm pahasına ve derecesinde savaşmasını bilen, SAVAŞÇI ve KAHRAMAN (ERKEK I ) bir toplumdur. Dişisini kıskanan, kadın- erkek ilişkilerinde son derece duyarlı ve bu konuda batıya oranla bir hayli kapalı ve tutucudur. Anadolu toprağı gibi cöm ert, para İçin yaşamayı değil, yaşamak için parayı yeğleyen, daha çok kalbe girmeyi, dost edinmeyi isteyen, omlarına dostluklarına, hısım akraba ilişkilerine önem veren, ruh ve karakteri doğa gibi soylu ve gerçek olan ve onun tüm niteliklerini yaşamında, gelenek ve göreneklerinde hatta fizik yapısında bite yansıtan, insanlardır Türkler.. .

261

Fransa yazar Christian Fiâvre 1986 basım!» Centurion yayınlarının birini (La Turguie un pays, desbommes) olarak adlandırmıştır.

TOPUK insanoğlunu hayvandan ayıran özelliklerinden birinin de onun iki bacak üzerinde yürüyebilme ye-teneğtne sahip I / / olduğuna değinmiştik. Topuk ise bacakların yere basan / L kısmı olan ayağın en duyarlı olan yeridir. Mriolojide de | ayak topuğunun insanın en can aka noktalarından biri olduğu ileri sürülür. Çünkü Truva savaşında Hektor1u öldüren Aşk. bu kez Paris1 in attığı zehirli okta topuğundan vurulmuştu. Modem anatomide aym yerdeki kirişe AŞILTENDONU denilmektedir. Gene bu konuda, Mkel örnekler verilmek suretiyle yapılan açıklam alarda, çıplak ayakla gezttciğinde, genellikle yılan ve akreplerin inşam topuğundan soktukları, aynca bir akrebin intihar etmek istediğinde zehirii İğnesini arka ayağına(7] batırd£ı, ileri sürülmekteydi.

KAN Renk olarak kvmızımn sembolizmine katılan kan1 m güneşle çok yakm bağlantısı bulunmaktadır. Kan ateşin, yaşamın ve »mm tüm değerleriyle birleşmekle ve sonuçta en güzel kavramların, soyluluğun, yüceftğin. bereketin bir simgesi otmaktod*. Bunun yam sıra," KENDİNDEN BAŞKALARINA BİRŞEYLEP VEREBİLME mutluluğuna da olanak sağlıyor. Bu mutluluk (kan bağışlam ada), karşılıklı olarak, tadarak hissedilmektedir. Evrensel anlam da kan, yaşamın bir taşıt aracıdır. Kanın gıda taşıyan bir sıvı olduğunu dünyada ilk olarak, İbnî Sina keşfetmiştir. Kan, içinde yaşam için gerekil tüm elemanları befirk oranlarda bulunduran çok karmaşık bir bfleşime sahiptir. Tevrat1m bir yerinde " Kan hayattır* yazılıdır. Keza. ADAM (Adem)' in ADAM AH sözcüğünden türediği, adam ah1 m ise KIRMIZI TOPRAK anlamına gekftği öne sürülür.(Thomson George* un Tarih öncesi Fge kitabından aknmpır) Kan, bazı uzmanlarca bir kalıtım prensibi olarak kabul ediliyor. Aym soydan gelm e ortam ındaki" aym kandan gelme" deyimi, kan grupları, kan uyuşmazlığı...gtoi olgular da bu prensiple ügiüdirier. Kan, kaçınılmaz bir üçgüde etkisiyle İNSANI KENDİNE BAKTIRAN kutsal bir sıvı olmanın

262

yanında, bazen de kin, nefret, düşmanlığa değin im an Ufkilerinde de soyut bir kavram olarak yer akr. Intanlanmıza kan davası, kan tutması, kanm emmek, kar* bıçak* olmak, gözünü kan bürümek, kan ağlamak. İki eli kanda olmak, kana susamak, kanma girmek, kanı sıcak olmak, kam kaynamak, kan kardeş olmak, kan kusturmak, kam pahasına... dedirten olayların temel m oddesidr. Kan ttcel insanın düfüncesinde, ölümle olduğu kadar doğumla da kgHi ilginç bir m adde olarak yer alıyordu. Çünkü kanm görünmesi için car* bir yaratığm ölmesi başta gelen bir koşul olmakla beraber, kodmlarda aybafi kanmm kesilmelinin hamilelik ve hemen ardından bir cankmn doğum işareti olduğunu öğrenmiş bulunuyorlardı. Bu açıdan kan, ölüm ve doğumun birbirini izlemesi olayınm başlı başına bir göstergesiydi. Tarıma Hk kez geçilen evrelerde, adet (aybaşı) halinde olan kadının ekin tarlasında gezinmesinin ürünü arttıracağına inanıyordu...

'

bir

Eskilerde olduğu gibi bugün de kesilen hayvanın kam rasgele değil, toprakta açılan bir çukura akrMmakfodır. Hitit ve Urartu tapmaklarında kan kanaHan bulunmaktaydı. Bu geleneğin nedenini, kanda toprağın verim ve bereketini arttıran sihirli bir gücün varolduğu inancıyla boğdaştırmama mümkündür. Nitekim antik ören yerlerimizin baztfarmda. örneğin VIII. Truva kalıntıları, YazOtkaya ( A ) odası, Çavuştepe... de kurban kesimi sırasında, akan kanın ziyan olmadan sistemli bir şekilde akıtriması için kan oluktan ve hatta bir kuyunun varlığına da tanık olmaktayız. Özellikle Truva1da Daryüs1ün geçerken burada tannça Athena için 1000 kadar boğayı kurban ettiği tören alanı bu balamdan ilginçtir. Anadolu geleneğinde, kesilen kurbanın kanının onu adayan kimsenin alnına sürmek Tann uğruna dökülen bu kandaki kutsallığın o kimseye geçişini sağlamak amacım gütmektedir. Gene bu konuda, yeni alınan bir aracın kurban kanı üzerinden geçirilmesi veya yeni bir tesisin temel harcna bulaştırılması uygulamasında uğur gettricillk ve kazalardan koruyuculuk inancının etken olduğu inancının süregeldiğini görüyoruz. Ancak bu olguda, göz konusunda da değindiğimiz g ib i," kana karşı kan ■ deyiminin kaynaklandığı (karşıt kuvvetlerin çarpışması) ilkesinden de söz etmenin yerinde olacağı kanısındayız. Yunan- Roma agoraları kentin adeta bir KALBİ, insanlar- müşteriler ise onun içinde dolaşan bir KAN gibrytfler.

263

Son olarak, gene Meal toplumlarda, örneğin Httftterde, gömülen ölünün, onu yaşama geri getirme* için, kemiklerinin kırmızıya b o ya n d ım ve Mk plastik sanat ürünleri olan kikten yapılma kadri figürlerinin üstüne ve Hbasyon kaplarının, doğurganlığı arttırmak am acıyla, aybaşı kam butaşhnkftğtf* hatırlatmak istiyoruz... Kuranda Tanrı' mn insanı kan pıhtısından yarattığı yazıbdır.

KURBAN KESMEK İlkel topiumksrda totem' in tanrıya dönüşmesiyle birlikte bu töreninin yerini kurban töreni almıştır. O çoğlarda yaşayan insanlar tann saydıktan hayvanların etini yiyor, hatta korum bite içmek suretiyle onunla bütünleşmenin huzur ve güvenini duyuyorlardı... Kurban için bir (erkek) hayvan kesilmesi geleneği Adem ve Havva1 mn çocuklarından çiftçi olan Habil' in Tanrıya hediye olarak kendi toprak ürünlerini, çoban olan Kabir in ise bir koç sunmasıyla başlıyor. Ancak Tann' mn hayvanı tercih etmesi (I) sonucu kıskançlık duyarak galeyana gelen Habil Kabili öldürüyor. (Trabzon Ayasofya giriş alınlığında, Tevrat* ın bu efsanesi canla ndınlmıştır. ( Kurban1la Ugm yorum ve oçSdarnatan Saym Doçent AA MURAT OAMAL m " Kurban kemenin ptftofc#: temeiBri" od* eseri. Büyük t* IçtenMüe bu değer* eseri okumamı öneriyorum) '

Kurban kam akıtmamn, İnsan koru akıtmaya engel olduğunu ispat sadedinde Kurbanın Tarihçesini hatırlatmak ve bir İki noktaya yorum getirmek yetecektir. İslâm1 da Kurbanın Tarihçesi Hazret-i İbrahim (a.s) İle başlar. Teâlâya Kurban etmeye nezreder. Zamanı gelince kendisine bu ahdi hatırlatıl*. O da gerekli hazırlığı yaparak oğlunu Kurban etmek üzere müsait bir yere götürür. Oğlunu yatırır ve bıçağım O* nun boğaz nahiyesine vurur. Fakat bıçak çocuğun boğazını kesmemektedir. Bu esnada Allah Teâiâ tarafından kendisine Kurban edilmek üzere bir koç gönderilir. Bu koçu keserse oğlunun yerine kabul edileceği bildirilir. Bunun üzerine Hazret-i İbrahim (a.s), kendisine gönderilen o koçu keser ve karide peygamber olacak olan oğlu Hazret-i İsmail (a.s), kesilmekten kurtulur. Kurbamn Tarihçesi burada bitmektedir. Fakat burada dikkatlerimize fazlasiyte layık olm alıdır:

264

bir iki husus

EDİRNE

D i k d ö r t g e n g ö rü n ü m ü y le . D o ğ u d a n B a t ıy a s e rilm iş d o ğ a l b i r H A L I g ib id ir A n a d o lu * m u/

D o ğ a n ın b i n y ı l U r «in c e s in d e n b u y a n a , o / u n ip b e / e n e re k , g ö z n u r u d ö k e r e k d o k u ­

d u ğ u ve g ö k y ü z ü n ü n

m a v i p e n c e re s in d e n sü zü le n ış ık la rla a y d ın la n a n h u h a lı, m a v i b ir

/ e m iıı liz e n n d e . o n a ç o k u z u n y ı ll a r e g e m e n o la n d e ğ iş ik u y g a r lık la r ın g e le n e k ve g ö re ­ n e k le rin ' y a n s ıta n m o t i f v c d ese n le rle s ü s le n m iş tir K u z e y v e G ü n e y d e , k a h v e re n g i ve y e ş il ç iz g ile rle b o rd ü rle n e re k

R a t ıv a u z a n ır ve

o r a d a , L g e 'n ın d a n te l g ib i iş le n m iş k o y fiftın d a s a ç a k la n a r jk ç e v re le n ir. K A R S 't a n

C D İ R N C ' y c . ilk S e l ç u k lu

c a m iin d e n , e n g ö rk e m li O s m a n lı c a m iin e ..

A lp a s la n 'd a n K a n u n i S ü le y m a n 'a .. Y ü z y ı ll a r

b o y u v e rile n sa va ş la rın

şe h it

k a n la rıy la

ç e le n k le n d i b u a z iz T O P R A K

HALI

Hazret-i İbrahim (a.s) Peygamberdir. Peygamber olması münasebetiyle Allah'ın yardmma mazhar olmuş ve kan dökmek gibi beşeri vasıflardan kurtulmuştu. Fakat O , büroda kendisini temsil etmekten ziyade, başlattığı Kuban geleneğini kendisinden sonra sürdürecek olan insanları bütün hatteriyle temsil eder durumdadır. Burada fazla dikkat sarf edilmeden gayet rahat fark edilecektir ki: Hazret-i İbrahim (a.s) ilk merhalede herhangi bir koçu kurban etmeyi düşünmemektedir. Bizzat oğlunu Kurban etmeyi istemektedir. Fakat bu ilk hedef bizzat ABah tarafından engellenmekte ve yine ikinci hedef bizzat AHah tarafından Hazret-i İbrahim' e (a.s) gösterilmektedir. Bunun neticesi olarak Hazret-i İbrahim' e edilmek üzere bir koç gönderilmiştir. Bu koçun İsmail' in Kurban edilmesine katiyetle engel olmuştu ve koçun Kurban edilmesi Hazret-i kurtarmıştır.

oğlunun yerine Kurban Kurban edilmesi Hazret-i olacaktır. Nitekim böyle İsmail Kurban edilmekten

Buada koyun Be insan arasında bir eşitlik ortaya çıkmaktadır. Bu eşitlik nereden gelmektedir. Koyunun eti yenilip tnsamnki yenmediğine göre bu eşitlik etten gelmemektedir. Bu eşitlik birinin insan, diğerinin koyun olması İtibariyle maddi değer bakımından da teessüs etmiş değildir. Birinin kesilmesinin bir diğerinin kesilmesine mani olması bakımından buadaki eşitlik 11Akan K andan " gelmiş olmalıdır. Birinden akan kan bir diğerinin kanını karşılamaktadır. Buadaki bir İki husus yorumkmmcza açık olmalıdır: İbrahim Peygamber oğlu Hazret-i İsmail1i Kurban etmeye götürüp kesmek üzere teşebbüse geçtiği zaman Hazret-i İsmail kendisinin Kurban edileceğini biliyordu ve olacaklara büyük bir teslimiyet içinde nza gösteriyordu. Fakat yine de B a b a - O ğ u l arasındaki bu ilişkiler o güne kadar alışagelmişten çok daha başka idi. Hazret-i İbrahim 'e koçun gönderilmesi Hazret-i İsmail' in hayata kavuşmuş olması baba-oğul arası ilişkiler sevgi, şefkat, dostluk, merhamet duygulariyle daha yumuşak, daha esnek bir hal almıştır. Baba- Oğul arası ilişkiler yani kişiler arası ilişkiler, Beşeri İlişkiler... Biz b u a d a artık şu tesbiti yapabiliriz: Kurban kesmek beşeri münasebetlerdeki sertlikleri gidermekte ve bu kişiler arası münasebetlere yumuşaklık, esneklik ve elastikiyet getirmektedir.

265

Bundan daha önemlisi şu olmalıdır k i. Kurban kanı akıtmak, iman kanı akıtmaya engel olmaktadır. Bu tesbite şu hususu da ilave edebiliriz : Şayet Hazret-i İsmail Kurban edilmiş olsaydı O1 nunla birlikte ondan gelecek nesilerde Kurban edkmiş olacaktı. Hazret-i İbrahim' in Hazret-i İsmaif den gelecek nerii de onunla beraber yok olup gidecekti. Fakat koçun Hazreti ismajC in yerine Kurban edümiş otmae Hazret-i İbrahim' in Hazret-i İsmail* den gelecek neslinin devamına vesile teşkil etmiştir. Bundan çıkacak netice gayet a ç* görünmektedr : Kurban kesmek nesilerin çoğalmasına, nesilerin bereketlenmesine sebeb olmakta, nesilerin inkrtâa uğramasına mani olmakta ve cemiyet içersinde nüfusun normal ölçüler içinde çoğalmasına imkan sağlamaktackr. Netice olarak bu tesbitterden şunu söyleyebiliriz ki, ' Ateş ve Kan ' insanda mevcut "saldırganlık içgüdüsü" nün kendisiyle tatmin bulduğu İki mühim unsurdur. Renk olarak ikiside kırmatd», ikisinin de birbirinden farkk olmakla beraber bir harareti vardır ve ikisininde tüten bir dumanı ve yayılan bir buhan, kokusu vardır... Buradan şunu anlayabfliriz ki, bu iç-güdü en fazla göz vasıtasıyla tatmin buinakta, daha sonra dokunma duygusu ve daha sonra da kulak vastasiyte tatmin oimaktadif.

TÜKÜRÜK Hem yaratıcılığın, hem de bir hakaretin, aşağılamanın sembolü olmuştur. Birincisi için vereceğimiz örnek, İsa' nın, incir de konu edilen" körü iyileştirme' girişiminde, salyasını toprakla karıştırıp oluşturduğu çamuru kör odamın gözüne sürmekle, mucizelerinden birini daha kanıtladığı olay olacak.

KEMİK Canlı yaratıkların çatısı olan iskeletin tahtalarıdır. Vücudun diğer eiemantanna oranla direnme gücü en fazla olan kemik, canlının vücudunda ilk oluşan bir m adde olmasına karşın, ölüm halinde vücudu oluşturan diğer elemanlar arasında sonuncu olarak çürümekte, ama gene tamamen yok olmadan toprağa dönüşmektedir. Kemik bazen yüzyıllar boyu eski halini koruyabilen bir yapıya sahiptir.

266

Hıristiyan ikonografisinde kemik badem le özdeşttriliyor. Çünkü her ikisinin de dışlan serttir, yeniletilecek kısmı içlerinde saklarlar. Badem ise bazen bir rejenerasyon (yeniden hayat bulma) sembolü olarak kullanıldığından, aynı sembol kemik İçin de geçerli oluyor.( Bu konu Badem ve HoJe bölümünde ayrmtıb olarak İşlenmiştir,)

Sembolizm çoğu kez, yoklaşımianna çok uzaklardan, mazinin ta derinliklerinden başlayarak yapmakta ve bunlan, soyut veya somut örneklerle karşılaştınp benzetişlerle, süslemekte daha doğru bir deyimle " elastikiNhale getirmektedir. Kemikle badem arasındaki güneşte kurutulmaiandırl.. Nitekim, gömülmeden önce güneşle nedenlerinden birinin de kemiğe sanılıyor, hazan kutsal hayvanlar toplumlarda KAFATASI KÜLTÜ1 nün olmalıdır.

'

ortak yönlerden biri, her ikisinin de Neolitik çağda ölüler evlerin altına kurultulmaktaydıtar. Eki uygulamanın karşı duyulan saygıdan kaynaklandı bile özenle gömülüyoriardı. Eski avcı varlığı bu varsayım doğrular nitelikte

Daha sonra ki evrelerde, örneğin, Attayiı Türk - Moğol aşiretlerinde, av hayvanlarım iskeletlerine belirli bir saygının gösterildiği saptanmıştır. Bu insanlar avladıktan hayvanların etini yiyorlar fakat onların kemiklerini, kmhp zedelenmemeleri İçin, uygun bir yerde koruma atfına atıyorlardı. Öte yandan kemiğe olan bu saygı Laponlarda da geçerli. Bunlar, yaşamlarım daha çok balıkçılıkla sürdüren, bir toplum. Laponlar yakaladıktan mevsimin ilk balığını kılçıklannın bozulmamasına dikkat ederek yiyorlar ve aynı kılçığı tekrar o balığın tutulduğu yere törenle atıyorlardı. İnsan omurgasının en üstünde ve başı tutan son omuruna tıp dilinde ATLAS KEMİĞİ deniliyor. Mitolojide ise ATLAS, tüm dünyayı kuvvetti kollan ile kaidınp onun boşluğa düşmemesini sağlıyan bir tann1 nın adıdır...Bugün bu dağlar kuzey-batı Afrika* dadır. (fifcz. Boyun- Boğaz) Kemikle ilgili özdeyişlerimiz: eti senin kemiği benim!, soğuk kemiğine işlemek, kemik kesilmek ( kuru şeyler için), bir deri bir kemik kalmak, vb... Kemik kornısuhda fantezi bir iddia var: Havva1nın Ademin kaburga kemiğinden yaratılması nedeniyle, güya erkeklerin bir kaburga kemiği noksanmış!?...

267

KİTAP Öncelikle ilmin ve bilgeliğin sembolü... İslâm bilgini Muhittin İbni Arabi, "Evren başlıbaşına ve görkemli bir kitap' tır", diyerek, herhalde istikbalde ona ait bir hayti sayfa olduğunu sezdirmek istemiştir.(?) Bir diğeri, hayat baş ve son sayfaları olmayan bir kitap' tıi diyor. Hıristiyan felsefesine göre Apokalips1 İn Hayat Kitabı cennetin merkezinde olup burada kendini hayat ağacı şeklinde gösterir. Bu ağocın yapraklan tüm yaratıkların ayrıca İlâhi yasakmn toplamının üzerine yazıldığı sayfalardır. Bir kitabın sayfalan için ya p ra k denilmesinin bu inançdan kaynaklanması mümkündüıt?)... Diğer yönden aym ağoç mistik tırmanış için bir merdiven gibi tasarımlandığına göre, sayfalar da bu kutsal kitabm basamakları olmalıydılar...[Apokalips : Yunanca bir sözcük. Havari Saint Jean' m, İmparator Domttt&n zamanında Patmos Abattnöa sürgünde İren vehly yoluyla kaleme afd& , İncilin devamı ntteBğinde mistik İçerik» bir kitaptır.)

Romalıların kehanet kitaptan vardı. Onlar manevi sıkıntılannın yamttanm bulabilmek için gerektiğinde bu kitaplara başvurmaktaydılar. Başkalarının bildiklerini öğrenebilmek, öğrenebilme düzeyine ulaşmak için işte o basamakları tırmanmak zorundayız. Eski Mısırda Ölüler Kitabı, kutsal formülleri içeren yazık bir yapıt olup kitap, ölüyle birlikte aym mezara konulmaktaydı. Am acı, öbür dünyada cehennemlerden geçip ebedi güneş' in ışığına ulaşmak çabası içindeyken tabi olacaktan yargılamada, onların tanrılara yalvarmalarım ve dürüstlüklerini kanıttayabilmelerine yardımcı olmaktı. Son duruşmada savunmalarını yapan avukatlar4dı(?) (Bkz. Kariye Son MaNteme) Bu inanç doğrultusunda kurulan kltap-ışık (ebedi güneş) ilintisi, zaman içinde kitabın gizlilikleri aydınlatan bîr sembol olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur. Günümüzde, eğitimle ve öğretimle ilgili amb­ lemler çoğu kez bir kitap ve bir meşale ile bütünleştirilerek şekHİendflmektedlr. (Meşale ışık veren bir araçtır.)

268

Sanaf ta bir kitaba benzetilir. O da bazen açık, ayan- beyan o lu . Bu takdirde ilkel maddesi işlenmiştir. Şayet kapalı ise, İlkel maddesi işlenmeden oluşturulmuş demektir. Genel olarak, kapalı bir kitap ham, bakir bir m addeyi betimler. Her kapalı olan şey gibi O da, gizlerini içinde saklar. Am a açıksa, ya da açılırsa, o zaman sakladığı m adde tohumlanmış ve ürününü sunmaya hazır demektir. Öğrenmenin tadım ve zevkini tanıyan ve bunu alışkanlık haline getirmiş olanlara tüm cömertfiğini gösterir. İnsan kalbi de bir kitaba benzetiliyor. Şayet açıksa duygu ve düşüncelerini göz önüne serer, okunmasını kolaylaştırır. Ama kapalı ise onları hep saklar, hiç göstermez. Bu nedenle olmalıdır ki, u Okuyabilirsen, her insan denilmiştir.

bir kitapdır*

Dünya " taş sayfalı bir kitap" gib id ir." İnsan nasıl insan o ld u " adh kitapta şunlar yazıtı: Yeryuvariağı büyük bir kitap gibi ayaklarımızın altında duruyor. Yer kabuğunu m aydana kitap sayfası gibicfir.

getiren tabakalar, her tortul tabaka, bir

Biz, bu kitabın en son sayfasındayız. İlk Okyanusların dibi ve kıtaların temeli orada.

yapraklan

Bu ilk yapraklara, kitabın ilk bölümlerinde daha Onlarda neler yazılı olduğunu, ancak tahmin edebiliriz. İnsanların kolaylaşıyor.

yaşadığı

zaman

yaklaştıkça, kitabın

çok derinde. varılamamıştır.

okunması

daha

Sıcak lavların yakıp buruşturmuş olduğu sayfalar, yeryüzünde, dağ silsilesinin nasıl meydana geldiğinin, başka sayfalarda, yer kabuğunun yükselip alçalması sonucunda, denizlerin nasıl genişleyip yeniden daraldıklarım anlatıyorlar. Deniz hayvanlarının kabuklarından m eydana gelmiş olan beyaz sayfalardan, beyaz tabakalardan hemen sonra kömür gibi kara tabakalar geliyor. Kain kömür tabakalarının meydana getirdiği sayfada, bir zamanlar yeryüzünü kaplıyan dev ormanların tarihini okuyabiliriz.

269

Yer yer, elle çizilmiş gibi, yaprak izlerine veya kömür haline gelen ormanlarda yaşamış hayvanların fosilleşmiş iskeletlerine! rastlanıyor. Boyiece, sayfa sayfa, dünyanın tüm tarihini okuyabiliriz. Kitabın kahramanı, yani insan, ancak en son sayfalarında belirir. İlk bakışta, bu büyük kitabın kahramanı insan olmadığı sanrtabHir. Eski zamanların dev fil ve gergedanlarının yanında insan, ikinci derecede bir şahıs gibi görünür. Fakat bu yeni kahraman, gittikçe artan bir cesaretle ön plana çıkmaya başladı. Ve bir gün geldi ki, insan bu büyük kitabın yalnız kahramanı değH, aynı zam anda onu yazanlardan biri olmaya başladı. İşte bir ırmağın kesitinde, buz çağında m eydana tabakalar arasında bir kara çizgi apaçık görünüyor.

gelmiş

tortul

Doğa denen kitapta bu kara çizgi, a ğ a ç kömürüyle çizilmiştir. Kumlarla toprağın arasında bu incecik a ğ a ç kömürü tabakası da nereden çıktı? Orman yangm ndan kalmış bir iz o tn x »n i Yangın İzleri, geniş bir sahayı kaplar, buradaki çizgiyse losdcık. Böyle bir iz, ancak ateşten kalmış dabiKr. Ateşi de, ancak insan yakabilir. Üstelik, ateşin yanında insanın daha başka izlerine: taş avlanmış hayvanların parçalanmış kemiklerine rastlara.)

deflere,

ÇtVİ YAZISI (Mozaft başttlr bölüme kadar otan aşoğKfc** konular antiktopedft bHgi nHekğindodlrlar.) Hint - Avrupa d İ ailesinden olan ve Asurtular tarafından Anaddu1ya tanıtılan bu yazı, Asya kökenli, tek heceli ve bitişken bir yazı olarak tanımlanıyor, Fransızca okunuşu KÜNEİFORM olup kitince (cuneus), köşeiankjmma gelen kelimeden türemiştir. Ancak harfler bir çM ye benzediğinden, Ç ivi Yazısı demekteyiz. Bu yazı genel olarak, cfikey, yatık, eğik ve köşe oluşturucu şeklide kazınan 4 çivinin birbirlerine değişik biçimlerde bağlanmasıyla ya­ zılmaktaydı. Hitit çivi yazısı ilk olarak Kütiepe* de yaptığı araştırmalar

270

sonunda, bir Çek bWm adam olan HORONZNY tarafından, KARATEPE (Azfttewadd) de çözülmüştür. Çivi y a z » lisanları farklı olmasma rağmen, Urartu, Frigya ve UkyaMar tarafından da kuNamlmışhr. Hititter ise M »r hierogMfini IDEOGRAM yani bir kavram, nesneyi ve fikri drekt olarak anlatan, fonetik olmayan bazı semboller şeklinde kuNanmış ve çivi yazışma da geçmişlerdir. Çivi y a z », pişmiş toprak (ki) üzerine yazıicfcğında, STYLE veya STÜLUS adı verHen ucu sivrtttHmiş kamış kalemlerle, taş üzerine ise, taşçı kalemleriyle yazmaktaydı. Styte sözcüğünün, bugün kullandığınız STYLO (mürekkep kalemi) He bir akrabalığı olduğunu söyleyebiliriz.(yarann flkridk.) Çivi yazrian soldan soğa, bazan da, anıtlar üzerinde görüldüğü gibi, yukardan aşoğrya yazılmaktaydı. Normal olarak kelimeler şu şekilde oluşuyordu: Konson-Vokal, Vokal- Konson, Konsan-Vokai-Konson ve VokalKonson-Vokal. U M *™ tonuşulan Hsanlan Luwtce idi. Hurri lisanı daha çok devrin aydın kişileri tarafından kul­ lanılmaktaydı. Diplomatik lisan ise, Akatça idi.

nnmKH 1 O n jiM İ

1 1

°i <

ı }

r

ı

« i

nU ı MtrviUaüş

5

a

t

s

•n

► H

W 1U *

&

TABLETLER Kil üzerine ka­ zıdıktan to n a pişirilmif çivi yazılı bel­ geler olup, bugün müzelerimizde 100.000 kadar örneği bukmmaktodr. Daha çoğu HATTUSAŞ' ta çıkanlmrç olan bu tabletler baş­ lıca İki parçadan oluşuyor: Zarf kem, metin kısmı. Zarfın üs­

■ U la

t »

- c 0

!< »

< î

UUI

> »> f

•uyva İ Ü

E

&

I <4l M ra tlı

H ııearm 4 I L

»

c=3

271

lırU ı« * l

tüne, oltanın temi ve o devrin yöntemlerine göre, adresi ve de içindeki metnin bir özeti kaydedilmekteydi. Resmi belge niteliğinde olanlar devlet arşivlerinde yıllarca saklanırdı. Bugün -e le geçenler bu arşivlerden çıkarılmışlardır. Bu resmi belgeler, kral yıllıktan, mahkeme kararlan, uluslararası anlaşmalar, yasalar, fermanlar, dini törenler, yönetmelikler gibi, gereğinde çıkanlıp kanıtlanmayı gerektiren evraklar oluyordu. Tabletleri, Osmanlı almaktaydılar.

döneminde

olduğu

gibi, arzuhalciler

kerteme

HİEROGLİF Sözcük anlamı Kutsal İşaret demek oksn bu eski Mısır yazısına bir tür Resim Yazısı demek de mümkündür Bu teknikte, fikirler resimlerle, resimlenmeye elverişli olmayanlar ise, sembollerle tasvir edilmekteydi. Ör­ neğin. göz bakmayı, gözetlemeyi, silahlı bir el savaşı, bir çift ayak yürümeyi, ilerlemeyi simgelemektedir. Dildeki değişik seslerin yerini tutan 24 şekilden oluşmuş bir alfabesi bulunmaktaydı. Hierogliftn gelişmiş olanlan HİYERATİK ve DEM OTİK isimlerini almıştır. Efsaneye göre, hieroglif ve sayılann mucicfi, ay ve hekim tann (THOT) dur. Bu tann hieroglif yazıcdannm atası olarak kabul edilmişti. Yunanlının (Hermes) inden esinlenerek isimlenen Hermopotte kentinde saygınlık gören THOT, insan gövdeli ve (Kara Leylek) = iblis başlı olarak betimlenmişfir. Uyuduğu zaman başım kanatlarının altına sokarak, bir kalp şekline girmekteydi. Ölülerin ruhlarının tartılmasına başkanlık ve ölünün avukatlığım yapmakta, tartılan iyi ve kötü eylem­ lerin sunucunu bir tablete yazmaktaydı. Hieroglif ilk olarak Fransız Jean Françote CH AM P O U JO N tarafından 1822 yılmda okunmuştur. CHAMPOLLİON, Napoieon Bonapart ordusunun Mısır1 a ayak basmasından sonra, burada araştırmalar yapan IHm adamlarından biridir. M.Ö. 3000 yıllannda kaleme alınan Hieroglif papirüs1 ün İcadından sonra M.Ö V. yüzyıl da tamamen unutulmuştur. Anadolu da yazının kul­ lanılması ise M .Ö XX. yy dır. Bu

272

bakımdan AJacahöyük4 te yazılı belge bulunmamıştır. Htttt hierogkfi ise insan, hayvan... resimleri ve fonetik şekillerden oluşmaktaydı. Aşağıdaki cümlede, tann Amon-Râ* run sevgili kardeşi. Asya1 mn yağmacısı, mükemmel savaşçı olarak nitelediği Firavun Tutmes III. İçin dke getirdiği bir övgü İfadesi yer alıyor. Cümle 9 kelimeden oluşmuştur. Her kare içinde bulunanlar soldan sağa ve yukarıdan aşağı okunuyor. Tann burada, kardeşi İçin " Senin gücünü pek çok ülkenin giriş yollanna, göğü tutan desteklere kadar Han ediyorum .(duyuruyorum)- şeklinde bir ifade kuUamr. Egyptoiojl adı verilen bu uzmanlık dalından olanlar hieroglifi ana dilleri gibi okumaktadırlar. Bizim diyebileceğimiz şunlar olabilir: I.Tann, oturmuş, Han ediyorum der. V.Kadar II.Senin gücünü

V1.Açtlan yollara,

III.İçine,

VII. Ve Vtll. Desteklerine.

IV. Birçok ülkelere,

IX. Gökyüzünün...

1° POTS

<-----------------1--------------- -I--------1--------- 1------- 1___________I I

M

III

IV

V

VI

ı

VII

»__________|

VNT

IX

Firavun Tutmes, bu methiyeden çok hoşlanmış ve onu tapınaklarının duvarlarına ve obelisklerine de yazdırmıştırjsuitanahmot Dikit Taşt nöo görüldüğü gibi)

FRESK - FRESKO Fresko, yaş, taze anlamına gelir. Zeminin üzeri önce kaba swa He kaplanır. Bu sıva İyice kuruduktan sonra, sönmüş kireç, mermer tozu ve ince kumun karıştırılmasıyla hazırlanan diğer bir alaşımla, ayın zemin ince bir şekilde sıvanır. İşte bu sıva vurulur vurulmaz, yani henüz taze ve yaşken, ressam fırçasını alarak çalışmaya koyulur. Sönmüş kireç yavaş yavaş kururken atmosferdeki karbondioksidi emer ve henüz yaş olan

273

sıva, bu arada, ressamın fırçasından sürüten boyayı da yutar. Sonuçta boya, kristal şeklinde, duvar üzerinde kalır. Önemli otan, ressamın yapaoğı tabloyu, sıvanın kurumasından önce, bitirmesidir. Fresk yapımında tek sanatçı çalışır; çalışma yöntemi mozaikten farkhdr. Kiliselerdeki İncil sahnelerinin attın yaktalı fon, güneş ışığını veya önlem tpkı attın madeni gibi, uzun ömürlü olma istemini simgelemektedir.

MİNYATÜR Batıkların Minyatür dedikleri bu İslâm resim türü, bağımsız bir sanat olmayıp, kitap süslemek am acıyla ortaya çıkmıştır. Kitap, matbaanın icat edilişine (XVIII.yy.) kadar saray çevresinde ÜLEMA (okuma yazma bilen smrfj'mn kutlandığı lüks bk tüketim aracı olmuştur. Minyatürde canlı renkler egemendir. Mesafe belirtilmez, şahıslar birbirini kapatmazlar. Yüksek olan yer arka planda gösterilir. Gölge oyunu yapılmaz, sabs istryen bir uğraştır. Minyatürü yapanlara Nakkaş denilir. Minyatür ticari amoçk olmayıp, sipariş üstüne yapılıyordu. Bunlarda genel olarak tema, çoğu kez saray içindeki okıytaria ilgiliydi. Türk top!umunda figüratif resme, minyatür dışında da rastlıyoruz. Ancak bunlar Müslüman olmayan yabana ressamlar tarafından yapılmışlarda. Fatih tabtotannm İtalyan ressamları Ferrari ve GentU Bellini' ye yaptırmıştır. İslâm dini önceleri İnsan resmi ve heykelin karşısında idi. Türk miyatür ressamları eserlerinin atfına ender olarak isim ve imzalarım yazarlardı. İstâmdaki resim bk tür KİTAP RESSAMLIĞI olmuştur.

HAT SANATI Hat, aslında Arapça kökenli bir sözcük olup, çeşitli ilim ve meslek dallarında farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Güzel sanatkarda HAT, çizgi veya güzel yazı anlamına gelir. Bize İslâmtyette geçmiş ve eski yazının resim sanatı He karışmasından ortaya çıkmıştır. Mistik ağırlıklı bir sanat daldır. Geometrik ve dekoratif kurallar, yazının duygularım ve yazımn güzelliğini ortaya çıkarır. Peygamberimizin 11 güzel yazı yazm ak bir ödevdir" demesi ve Kuran1ın, Allah1tn emirlerini bize ulaştıran bk araç olması nedenleriyle, İslâm aleminde daima m übarek bir uğraş olarak benimsenmiştir. Ayrıca portre resimleme ve heykel yapımının yasaklanması, sanatkarian güzel yazı yazmaya yöneltmiş ve dünya

274

ça p n d a ün yapmış kaltgrcıf ustalarının yetişmesine neden olmuştu. Bu yasaMamonm putperestliğe olurluk vermemekten kaynaktandğını belirtmek istiyoruz.

KÜFİ YAZI Küti yazı Küfe şehrinde Hk olarak. M.S IX Yüzyılda ortaya çıkıyor. Kuan ilk olarak kûfi yazı ile kaleme alınmıştır. Dekorattf amaçlı bir yazı türü olup, büyük harfli otanma SÜLÜS, daha küçük ve köşeli harflerle yazılana NESİH, REYHANİ, MUHAKKAK...gibi isimler verilmektedir.

ARABESK İnsan ve hayvan figürlerini kutlanmayı yasaklayan Arap sanatına att bir olgudur. Tasvir etmenin kesin ve açık bir aşaması, ayrıntılı bir çizimidir. Belirli bir biçim de bir anlatma olmayıp, belirti bir konuyu belirsiz tekrarlarla büyülü bir şekilde anlatımı amaçlar. Arabesk, labirent ve örümcek ağı İle bağıntılıda. Çevreden merkeze yönelik bir gidiş vardır. Arap süslemesinin büyük gizkfir. Arabeskte iki befirti eleman görülür. Bitki ağı, yaprak ve gövdenin yorumu ile çizgi idealinin gelişmesi.. Yani bir gazie görülür bir öğe, diğeri ise tam bir geometri. Yani bir demet ve dolam baç kompozisyonu...Hiçbir geometrik temele dayanm adan çizilmiş ve hiçbir bitkisel motiften esinlenmeden yapılmış arabeskler de vardır. Bunlar sadece yazı arabeskleridir. İslâmiyet put tasvirlerinin kesinlikle karşısında olduğu ve SÖ T ün egemenliğini ön planda tuttuğundan, arabesk sonatı, İçinde Kuran ayetlerinin sözlerini yansıtır. Ne başı ne de sonu bulunu. Simgenin simgesi olduğu söylenebilir. Örterek a ç ığ a vurur, a ça ra k gizler gfoi bir izlenim yaratır.

MOZAİK Küçük boyutlarda renkli taşların yanyana dö­ şenmesiyle yapılıyor. Taşlar özel olarak kaolin ve kifin yüksek ateşte pişirilen parçalan üzerine silisyumlu bir sır tabakası sürülüyor, partak olan yüzüne bir kağıt, karton

275

MeMhşiM.

yapıştırılarak diğer sonra kağıt ayrılıyor.

mat yüzü, istenilen yere

tatbfc ediliyor. Kuruduktan

Mozaikbir resim türüdür. Roma devri mozaik taşlan renkli cam , mermer ve kiremittendir.Roma1da mozaik YERDE, kaldırımlar üzerindedir. (Perge. Efes yam aç evleri..) Bizans' ta. mermer kaplama tekniği gelişince, mozaik duvarların üstüne ve TAVANA çıkmış, yuvarlak olan köşelerin dekorasyonunda uygulanmıştır. Özellikle mozaik, kiliselerde, öbür dünyanın gizlerini anlatmaya yarayan uygun bir araç olmuştur. Kariye mozaikleri dünyada, Ravenna IGisesinden sonra, ikinci derecede önem ve güzelliktedir. Yunan ve Roma mo­ zaiklerinde tema mitoloji ve günlük yaşam, Bızansta ise tamamen de­ necek kadar, dinsel konulardır. Mozaik dekorasyonunda esas sanatçı deseni çiziyor, diğer işçi ve ustalar çizilen yerlere mozaik par­ çalarını yerleştiriyorlardı. MOZAİK. Yunanca M OYSA' dan türüyor. Bu sözcük, Sanatın Koruyucu Meleği, an­ lamına geliyor. Bunlar Zeus* ün sayılan Antakya Mozaik müzesi, dekoratif işlevlf mozaik panoları bakımından, Tunus1 takinden sonra, dünyanın ikinci derecede zengin müzesi olarak tamnmaktadır. Mozaik sanatında ZAM ANA KARŞI DİRENME Selçukluda daha çok minarelerde görülmektedir.

esas

alınmıştır.

Bizans' ta mozaik çok kullanılmıştır. Çünkü mozaik IŞIĞI YANSITIR. Aynca simetri de çok önemlidir. Işık ve gölge hareket hissi uyan­ dırmaktadır. HAREKET İSE HAYATTIR. Bizans' ta ışık ve gölgenin kullanılmasının tek am acı budur. Diğer bir deyimle, mozaiği veya kabartmayı hareketli hale getirip, seyredeni sabit bir noktaya değil, bütündeki uyvsnu yakalam aya dek, gözlerini parçalar üzerinde gezdirmesini sağlamaktır. İkonoklazma kiriz devresi bir yana, dini sanatın bir yaprtı olan Ayasofya1da tüm bu özellikler gözlenebilir. Bilindiği gibi ikonoklazma dönemi, kilisenin yalnız teolojik değil ve fakat ekonomik gücünü de olumsuz yönde

276

bir hayli etkilemiştir. İkonokiazmadaki cereyan, Meryem1 i Tann İsa1 ran değil, peygamber İsa1 nın annesi olarak kabul etmiştir. Resim sanatı tamamen durmuştur. İkonoklazmadon sonra, kilisenin zafer alâmeti olarak, dini binalar, LATİN HAÇI şeklinde inşa edilmeye başlanmıştır. İkonokiazma sonrası yapılan mozaiklerde, olarak gösterilir ve kilisenin ana girişi ie absttte Naos ise yeryüzünü simgeler. Pantantiflerdeki kubbeyi sanki ellerinin üstünde tutar gibidirler. doğru, düzenli bir biçimde, dünyevileşirter.

Meryem TANRI ANASI yer alır. Kubbe gök1tür, Melekler (ŞERÜBEN) gök İndi sahneleri aşağıya

Antakya Arkeoloji (Mozaik) müzesindeki M.S.11:111. Yüzyıllara tarihlenen ünlü yer mozaikleri, çoğunlukla renkli doğal taşlardan yapılmışlardır. Bu taşlar, bileşimi tuğla tozu, kireç, kömür cürufu ve yumurta akından olan Horasan h a ra üzerine yapıştırılıyorlardı. Mozaiğin yapımı için önce, sözü edilen haran üzerine, istenilen resim çizilmektedir. Sonra usta bunun karşısına geçiyor ve gömleğinin her cebine ayrı renkte taşlan doldurarak çalışmaya başlıyor. Böylece normal olarak, bir günde 1/4 metre karelik bir panoyu tşleyebilmektedir. Harcın kalınlığı ise 3-4 Cm . kadar oluya. Antakya müzesinde ser­ gilenen mozaikler aslında döşemeden duvara alınmışlardır. Bu uygulamanın yapılmasında izlenen sıra şöyle: Önce pa­ nonun üstü temizleniyor ve karelere (poşetlere) ayrıbya. Sonra fırça ile beyaz tutkal mozaiğin üstüne sürülüp bunun da üstü, engebeleri gidermek amacıyla, birkaç kat Amerikan beziyle, yapıştırmak suretiyle, kaplanıyor. Bu işlemin bitiminde, parseller Ispatula ile kesilerek, alttaki ana topraktan ince bir orak yardımıyla, dikkatlice kesilerek ayrılıyor ve parseller kalıba alınıyor. Daha sonra kesHen bu parçalar, demir çerçeveler içinde kalıba alınıp sabitleştirilerek ters çevriliyor ve duvara asılıyor. Son olarak, sıcak suyla bez kattan mozaiğin üstünden yavaşça çekilerek ayrılryor ve ortaya çıkan mozaik yıkanıp temizleniyor...

277

Konya Karatay Medresesinin pantanttflerindeki stilize küfi yazıiarta buniann onlamlan vakm bir zam anda keşfedilmiştir. Bunları aşağıda gösteri-voruz. Ortodoks Kiliselerinin pantantifle­ rinde da ha önceleri de muhtelif ve­ silelerle konu edildiği gibi ya 4 İncit yazan, ya da 4 melek bulunur. Me­ lekler Tanrı He (gökte) yeri birleş­ tiren mesaj taşıyacaklar d*. Karatay Medresesinin pantantiflerinde de peygam ber isimlen var. peygam berlerde Tanrının mesajlannı İletmekle görevliydiler, (yazarın yorumu) Konya İnce Minare Medresesi, Alâattin Camii, Milet İlyas Bey Cam ii, Suttan Han portalierinde stilize kufi yazıyla simetrik olarak oluşturulmuş desenler gene bu keşfi gerçekleştiren kişinin! ileri sürdüğüne göre, (Muhammed) demektir.

CESEDİN YAKILMASI (KREMASYON) Ölen kişinin maddesel, yani ölümlü olan gövdesinin.dünya toprağında kalan (şehevi) kabından kurtulan ruhu1nun. ateş dumanı ile göğe gitmesini sağlamak am acıyla yapılmaktaydı. Bu dum an aynı zam anda ruhun izlediği yoldur. (Nefes) bölümünde de değinildiği gibi, bazı dini törenlerde yakılan ateş, tütsü...dumanında, göğe yücelmesi istenen mesajlar bulunuyordu. Kuzey Amerika Kızılderilileri de, içtikleri pipo dumanırun, İlâhi güçten yardım dHeklerini taşıdığına inanmaktaydılar.

278

PARFÜM (HOŞ KOKU) Yunan, Roma ve Yahudi toplumiannın dini törenlerinde özel bir kullanım yeri ve amacı bulunuyordu. Bu insanlar güzel kokunun Hâhlann hoşuna gideceğini, onların kabul ve beğenilerini kazandracağma inanıyorlardı. Ölü* nün bekletildiği oda1da çöğen adı verilen kokulu bir akın yakılması bugün bile cahiliye döneminin bir uzantısı olarak sürmektedir. Meryemin ölüm döşeğinin yanı başında havari Piene (Petrus), elinde bir buhurdan sallarken gösterilif./XarJ>e müzestf Manevi varoluş ve ruhla akrabalık şeklinde sembolleştirilen parfüm, onu kullananın öbür dünyaya göç edişinden sonra, onunla ilgili anıların kalıcılığını sağlamakta ve anımsanmasına neden olmaktadır. Bu açıdan parfüm, hafızanın d a bir sembolü olmuştur. Koku, N kokusu çıkmak" deyiminde sezdirildiği gibi, bir dayın ilk habercisidir. Aynca koku, bir nesnenin tanınması veya gizli bir yerdeki canh veya cansız varlığın keşfedilmesinde etkili bir rd oynamaktadır. Bu bakımdan koku, saklanması güç olan bir şeydir. Koku alma duyusu gelişmiş d a n bazı hayvanların adeta bir savunma aracı olmuştur. Eski çağ mezarlarında çok sayıda (gözyaşı) ve (parfüm] şişesi bulunmuştu. Öte yandan cesede ve mezar taşına da, genellikle onun sağlığında kuHanekğı türden, kokular sürülmekteydi. Çok tanrılı dönemde tanrı heykellerine kokulu yağlar sürüldüğü de saptanmış bulunuyor. Bizim bu konuda üzerine eğHeceğimiz d gu , gözyaşı ve kokunun manevi etkinliği olacak: Bikncfiği üzere gözyaşı, ölen kimsenin ardndan duyulan en gerçek acı ve üzüntünün ifadesini yansıtan ve gö z pınarından, (kendiliğinden dökülen), bir sudu. Bunların toplanarak bir şişe içinde mezara konulması, bu acının bir simgesi dm akla beraber, onun toprağra karışarak, sevgi bağlarının sürekli olacağı ve ondan kopmayacoğı, anlamına geldiği de düşünülebilir. Kokuya gelince; o da avı bir maddedir. Sonunda şişenin kırılmasıyla aynı toprakta kalıp, kendisini geride kaiankmn anımsamasına yardımcı olacaktır... İstâmda mevlit* okunurken, bir buhurdan içinde, öd ağacı denilen bir bitki yakılır. Ö d, Hindtstandan gelen, kokusu hoş bir bitkinin köküdür. Ö 2eilikie baş ağrısına iyi gelcffği saptanmıştır. Diğer sözünü ettiğimiz batıl İnançlarla bir İlgisi yoktu. Sadece mevlit1 in daha hoş bir hava içinde dinlenmesi am acıyla yakılmaktadır.

279

Vkrioc Hugo' ya göre parfüm, ışığın da bir sembolüdür Hugo, * Lamba bir bitki, parfüm ise onun ç ığ ıd ır!11demiştir. Batzak* a göre de her koku, bir hava ve ışık kombinezonu (birieşimi)dir. Sonuç olarak; parfüm* ün hayal gücü ve arılan tazelenmesi üzerindeki etkisinin bir gerçek olduğunu,bunun yanı sıra, insanı yerine göre heyecanlandıran ve şehevi arzularını kırbaçlryan bir madde olduğunu da belirtmek istiycruz.

PÎRAMÎT (EHRAM) Eski Mısır* ın kral {firavun) ve kraliçelerinin görkemli mezarları olan piramitlerin sembolizm1deki yeri, ölünün üstünü örten ve yükseliş algısı yaratan tepecik, taş yığını ile ilgili...Yorumcular, yer küresinin jeolojik VtM f j - ı —»■‘-r oluşumunda ilk olorak ortaya böytesine taştan kayalar çıkmıştı, diyorlar. Bu nedenle piramitler doğuşu ve sonra da varoluşu simgeliyorlar. Aynı zam anda ölünün üstünde yapıtaştınkkğmdan, ölümle mücadelenin bir işareti sayılmaktaydılar... Piramitler TERS ÇEVRİLMİŞ BİR A Ğ A C A 1 da benzetilmişlerdir. Bu durumda kök yukarıda bulunduğundan, yerle gök arasında mistik tırmanış için bağlantı kuran bir merdiven olmaktaydılar doğ zirveleri gibi, yaratana doğru yükselişi sağlıyorlardı. Mısırdaki büyük GİZEH ehramının kare olan kaidesi çevresi tıpatıp, ç a p ehramın yüksekliğine eşit olan bir dairenin çem ber uzunluğuna eşittir. Bu orantıda kare tabanla çember ilişkisinin yükseklikte ifade edilmesi amaçlanmıştır. Kralların ve kullarının nazannda piramitlerin patik bir işlevi vardı. Çünkü kral, halkı üzerinde egemenlik süren kutsal bir varlık sayılıyordu. Bu fani dünyadan ayrıldığı zaman, yankım dan geldiği tannian arasına yükselecekti. O gök yüzüne çıkarken, piramitler olasılıkla onun bu çıkışını kolaylaştıracaklardı. Ama herşeyden önce onun KUTSAL BEDENİ* nin korunmasını sağlıyordu. Çünkü Mısırlılar ruhun öteki dünyada da yaşamını sürdürebilmesi için bedeninin korunması gerektiğine inanırlardı. Bu yüzden kanşık bir MUMYALAMA yöntemi uygulayıp, bedeni sargılar içine alıyor ve cesedin bozulmasını önlüyoriardı. Piramit kralın mumyası için inşa

280

ediliyor, ceset ise bu koskoca TAŞ DAĞININ tam ortasına, gene taştan bir gömüt içine yerleştiriliyordu. Dünya ötesi yolculuğunda krala yarchma olacağına inandıkları birtakım büyüsel işaret ve şekiller çiziyorlardı. Ancak Mısırlılar için bedenin korunması yeterli değildi. Kralın dış görünümünün de korunması gerekiyordu ve ancak o zaman varlığının sonsuza dek sürmesi daha kesinlik kazanacaktı. Bunun için heykel yapıcılarından, aşınmaz taştan, örneğin granitten, kralların bir portresini oyup yapmalarını istiyor ve bu oyma imgeyi, ruhta o im gede ve im ge sayesinde, yaşamını sürdürsün diye gömüte, kimsenin giremiyeceği bir yere koyuyorlardı. Bu inanç ve gelenek doğrultusunda M .Ö I.yüzyılın bir ürünü oian Kommagenes kralı Antiokos1un Nemrut Dağı üzerindeki tûmülüsünün içinde de aynı türden heykellerinin bulunması mümkün görülüyor... Mısır piramitleri içine gömülü o güçlü kişinin öteki dünyada da kendine yakışır bir yaşam sürdürebilmesi için, bir hizmetçi kadrosunuda hesaba katıyor ve onu, öldürdükleri uşak ve tutsaklarla birlikte aynı yere gömüyorlardı. Roma1da da görülen bu tür gömütterde ele geçen bazı resim ve araçların ise ona öbür dünyada yardımı dokunsun ve kolayca yeni dostlar edinsin diye, yanlarına konulduğu sanılıyor...

TÜMÜLÜS ,

Bunlar da, toprak veya küçük taş parçalarının üstüste yığılmalarıyla oluşturulmuş anıtsal mezar yapıtlarıdır. Ölen kişinin cesedi onun içine. ayrıca bir mezar çukuru kazılmadan, yerleştiriliyor sonra üstü toprak bir tepecikle örtülüyordu. Grekçe Tymbos adı verilen bir gömü şekli olup. Anadotuya Trakkar tarafından getirildiği sanılmaktadır. Ailenin gücü ile orantılı olarak sırtlarda ve tepelerde yapılmışlardır. İlk örnekleri M.Ö.2000 yıllarına tarihlenen tümüiüslerin atlar için de yapıldığı saptanmış bulunuyor. Mezar odasına DRAM OS denilen bir dehlizden girilmekteydi. Anadolu1 da Frigryalılar, büyük olasılıkla, onlardan önce Hıtriler,doğal tepeciklere kazdan ve kütüklerle desteklenen çuklurtan, sıcaktan ve soğuktan korunmak için SIĞINAK olarak kullanmışlardır. TAHIL AN BARI görevini yapan ve tepeden bir merdivenle inilen benzer çukurlar, özellikle İtalya' da, Almanya1 da, Libya1 da ve Kappadokya bölgesinde yaygındı. Toprak aslında, dış etkenlere karşı iyi koruyucu bir maddedir. Ayrıca, bugün de görüldüğü gibi, Kappadokya toprağının ayrı bir özelliği

281

vardı. Latincede kuyu, (puteus) adı verilen bu kuyularda saklanan tahılların yıllarca bozulmadığını, örneğin, buğdayın elli yıl, darının da yüz yıldan fazla dayandığı söylenir. Bu çukurlar her yıl 24 Ağustos ta açılır, içine hasattan alınan buğday konulur, 8 Kasım1da tekrar açılarak içindeki tohumlan ekmek yapmak için çıkarılırdı. Açm a töreni kutsal bir nitelik taşımaktaydı. Ölülerin ruhianna bir kapı açılmaktaydı sanki...Yani aynı yapı, hem hazine, hem anbar, hem de G Ö M U T tur. İnançlara göre, daha başından itibaren, ruhlar ve tohumluk buğdaylar yan yana yaşar. Burası bir ölüler evi, yeraltı dün-yastmn bir eşiğiydi. Çok eski zamanlardan beri, tapınaklar ve gömütterie boğıntıb olduğu için bu tahıl ambartanna yakıştırılan kutsallık, yer altına saklanan tahılın ölülere değmesi nedeniyle verimin arttığı inananı doğurmuş, olayın bütünü de Hades1in kaçırdığı, anasının ardından gözyaşı döküp yas tuttuğu, yıbn üçte birinde yeraltındaki sevgilisine dönmesi koşuluyla salıverilen genç kıza ilişkin bir söylence olarcfc tasarlanmıştır. Bu kız tarım tanrıçası Demeter1in kızı Persephone olup gömülen ve yeniden doğan tohumluk ekinin ruhudur. TÜMÜLÜS adı verilen mezar yapıtları Be Likya bölgesinde görülen ve bu uygarbğa özgü LAHİT lere uygulanan TAHIL AMBARI biçiminin bu inanç ve düşünceye dayalı olduğunu kabul etmenin hatalı bir yaklaşım olam ayacağı kanısındayız... N o t Tahıl ambarlan çenekle tapmaklara bitiş* bukınurtkı. Çavuştope, Erzincan Aftntape (Vrarhj). Haîlutaş Büyük Tapmak ve Selçuktaki St. Jean BazUakatt yarvndckl sfib...

TümüiCısier ölünün fiziki ağırlığını yer çekiminden kopararak, onun Tann Lütfü ile göğe doğru yücelme arzusunun gerçekleştiriyordu..

ANA - ANNE Konuya deniz ve toprağa dönerek girmek istememizin nedeni, sembolizmin ANA1yi DENİZ ve TOPRAK1la ilişkili görmesinden ileri geliyor. Çünkü bu ikisi de anadaki gibi, içinde doğumun gerçekleştiği bir rahme sahip olduklarından dişi oluşumlar gibi nitelenmekte, dolayısıyla yaşamın dinamik sembolü olarak değerlendirilmektedirler.

282

Genelde anaerkil bir toplum yapısına sahip olan Anadolu mitolojisinde M AĞARA1da bir rahimdir; dişi ve ana olan doğa parçasıdır. Antik çağda Ana tanrıçaların hepsi bolluk, bereket ve üretkenliğin sembolü, bunların yapıcı ve aynı zam anda koruyucusu olmuşlardır. Yunan mitolojisinde, önce Gaia, sonra Rea, Hera, Demeter, Artemis; Mısırda İs», Babilde ve Hitit* te Kibele ve İştar, Hındularda Koli, bunların başta gelenleridir. Bu çağlarda, özellikle Anadolu1 da dişi tannça kültünün egemen olduğu görülmektedir. Diğer bir deyişle, Anadolu bir A n a tanrıçalar diyarı olmuştur.Anadolu sözcüğü batı dillerinde "güneşin doğduğu yer" an-lamına gelen Anatolia veya Anatolie olarak yer almıştır. Açıkça görülüyor ki, Anadolumuz gerek gerçek analarla dopdolu olması, gerekse uygarlık güneşinin, hemen her evrede, İlk olarak doğduğu ve sonra batıya gittiği, bir ülke olmuştu... Ana tannça küttü aslında anaerkil bir toplum düzenine dayanmaktadır. Yani üretilen vartığm babası aranmaz; önemli olan ve ön plana geçen olgu, sadece üretme' dir. Anaya gelince; o sadece yaşam boyu ürettiğinin sorumluluğunu üstlenir ve bunun gururunu duymak ister. Amazonlarda da durum böyle olmuştur. Deniz ve toprak, birbirinin tamamen karşıtı olan D O Ğ M A K ve ÖLMEK denilen İki gerçek olayda, artı ve eksi yönden olmak üzere, bir tür benzerlik ve eşdeğerinle gösteriyorlar. Çünkü yaşam denizlerden başlamıştır; bunun bitimi ise toprağa girmekle gerçekleşmektedir... Ana rahmi güvenli bir sığmaktır. Orada çok farklı bir besleyicide, sıcaklık ve şevkat bulunu. Bu nedenledir İd, Hıristiyan geleneği kiliseyi tıpkı bir ana gibi niteliyor. Dinlerine bağlı kişiler orada bir araya geldiklerinde, kendilerini bir ana kucağında gibi hissedip onlara bağışlanan yaşamın tadını yeniden duyduklarını söylüyorlar... İnsanların doğumlarından itibaren bilinçaltı bir etki ile hep ana rahmine dönme arzusu, evrensel boyutlarda kanmanmış bir duygudu. Bu eğilimlerini farkına varmadan değişik hareketlerle göstermektedirler. Daha öncede değindiğimiz gibi, adeta ana rahminin çağrışımını yapan denize atlamakla duyulan zevkin, bu özlemden kaynaklandığı btte savunuluyor!... POTERN* ler, Hattusaş ve Alaca Höyükte gördüğümüz yeraltı geçitleridir. Bunlar da, kaçma kurtulma ve son çare okan sığınmak

283

girişimiyle ilgili yapıtlar czdeştirilmektedirier.

olduğundan, uterus (rahim- matris ) kanairyia

İkonografi* tabloiarda İsa* nm doğum sahnesine dikkat edüecek olursa. Kutsal Ruh' u simgeleyen bir ışık yeni doğmuş olan çocuğun üzerine irvmektedir. Bebek İsa sandığa benzeyen bir kabm içinde bulunmaktod*. Biz bu ayrmtıyı iki şekHde yorumluyoruz: Bu, ya lahrte benzetilmiş bir beşiktir, veya bilinçaltı a n a rahm ine dönüş özleminin sembolik bir düşünce ile yaratılmasıdır... Meryem de Tanrı anası olarak bilinir. Çünkü İsa1 yo Kutsal Ruh aroctkğı He hamile kalarak İsa1yı doğurmuştu. Şu halde çocuk doğurmak ve ana olmak için bekaretin yitirilmesi başta gelen bir zoruniuk ve koşul değildir (I) Tanrı isterse, doğanın maddesel olan yasalarına aykırı olarakta, bir inşam doğurabilmektedir...Şüphesiz fantezi bir yaklaşımla sözünü ettiğimiz bu konuyu, gene aynı İyi niyetimizi koruyarak, günümüzde uygulanan tüp çocuk doğurm a olayına eşdeğer bir yaklaşımıyla, iliştirmeyi uygun ve yeterli buluyoruz!... Fransızca dilinde (La mer) deniz. (La möre) ise anne demektir. Yazılış ve okunuşlarındaki benzerliğin bir raslantı ürünü olmadığı belirtilmeye değer bir olgudu. Öte yandan Türkçe (anne) sözcüğünün. Meryem1 in annesi d a n ve (an) oiarak telaffuz edilmekle beraber, (Anne) darak yazılmasını da ilginç buluyoruz. Sümer Ana tanrıçasının acknm do Anna d ması (anne) sözcüğünün kökenli hakkında fikir vermektedir. Anodokf da ana tannça 'Hannahanncf ya da m Anncf adkxıyta çağnk

Hemen tüm ulusların Ç O C U K DİLLERİ* nde ortak bir yon bulunuyor: Bunlar, kundak çocuklarının refleksleri sonucu çıkardıkları ANNE ve MEME gibi sözlerdir. Çünkü (na) ve (ma) heceleri, bebek yaştaki çocukların kolayca telaffuz etmeleri nedeniyle, ilk söyleyebildikleri sözler arasına girmektedirler. Ancak bir çocuğun, anasının memesini emerken, birden meme ağzından çekilirse, gene (mem) gibi bir ses çıkararak, tepki gösterir, İşte bu sözcük daha sonra çocuğun bu ilk sesinden esinlenip değişikliğie uğruyarak, MEME, M ÖM EL...gibi, yabana dillerin özgün fonetikleri yönünde, aşağı

284

yukarı birbirlerine benzem$erdir. Anne ve baba için, söylenişleri (madır, facfcr, peder)., olan sözcüklerde de aym benzeyişleri farkediyoruz. Bu yaklaşım içinde yaptığımız açıklama ve değerlendirme, bizi sonuçla düleri oluşturan İlk v e İlkel konuşma sözcüklerinin bile, gene ana1 dan doğduğu veya ondan kaynaklandığı, yargısına yönlendirmektedir... Türçemizde aüe boğlılığt olan kişilerle ilgili isim bir hayü çok. Örneğin, teyze, hala, am ca. dayı, gelin, damat, kaynana, kaynata, kayın valde, kaym peder, baldız, bacanak, yeğen, dünür, enişte, elti, görüm ce, yenge, süt kardeş, torun, ebe...O ysa yabancı top-lumların dilleri bu konuda, bu denli zengin değil. İşte bu özeliğin Türk topiumunun He yapısına ve bireylerine verdiği değeri göstercSği kanısındayız. Frikyalılonn Ana Tanrıçası Kibele (M agna Mater) Anadoludcm Roma' ya taşındı. Dinler tarihinde eşine ender rastlanan bir olaydı b u ... Daha önce ise, Demeter Atina1da Ana Tanrıçaya sığınmış, onu Demeter* le birleştirerek bir devlet tanrıçası yapmıştır. Sonuç olarak biz, Kibele1nin batıya, Anadolü dan gittiğini savunuyoruz. Ancak, Anadolu1 nun simgesi olan büyük tanrıçanın Roma1ya getirilmesi, Roma imparatorluğunun kapılarım Anadolu yönüne açmasına neden olmuştur. Sonuçta Kibele sadece uygarlık ve kültürün merkezi sayılan Anadolu' nun değN tüm Doğu Akdeniz çevresindeki ülkelerinde tanrıçası olmuş ve uygarttkksnn yaytfmosnda bir köprü görevi yapmıştır. M .Ö V binlere kodar, kadın egem en bir D O Ğ U R G A N olduğundan tanrılar hep kadın kimlikli olmuşlardır. Ancak. Tevratla beraber. ADEM HAVVA olayında Havva* mn Adem* in kaburga kemiğinden ve daha sonraları mitolojik dönemde, Athena*nın Zeus* un beyninden yaratıldığı inançtan yaygınlaşınca, bu kez erkek DOĞURGAN* lık sıfatım kazanıyor. Ana sözcüğünün, " temel, esas otan şey..." antamtannı veren bir sıfat gibi kullanıldığı pek çok deyim var; aşağıya çıkardıklarımız buntann baştıcatandır: Ana yol. ana cadde, ana fikir, ana hedef, ana para, ana vana, ana vatan, ana defter,- anadil, ana direk, ana doğru, ana duvar, ana kapı, anakara, anakent, ana kesir, ana kök, ana kuzusu, anaterim, ona tüzük, anayasa, anayön, anayurt, ana okulu, ana ses, anahat v b ...

285

KOCA ANA- KOCA KARI Anadolu mitolojisinde Büyük Ana, Tanrıların Anası, veya Tann Anası demektir. Orta Doğu Koca Analar ülkesidir. Anadolu1 da Klbeie Ana, bakiredir. Babasız olan oğlu Aitte onun aynı zam anda aştğKlır. Babii ülkesinin Koca Anası İftar Ana* dır. O da bakiredir. Babasız doğan oğlunun adı Tammuz1dur. (Bir ay adı olan Temmuz ve damızlık sözcükleri buradan kaynaklanmıştır.) Mısır ülkesinin Koca Anası İste Ana1d ır , bakiredir, babasız oğlunun aynı zam anda sevgilisinin adı Osirte'ttr. Batı Anadolu ve Güney Anodolu bölgesinin Koca Ana* sı Artemistir. O da bakire olup oğlu ve sevgilisi Adonte’ tir. Zaman içinde Kibeie' nin yerine geçmiştir. İsa1 nın havarileri Hıristiyan dinini yaymak için Mısır, Irak, Suriye, Anadolu, Yunanistan, İtalya gibi K O C A ANALAR ÜLKELERİ* ne, bereket ve üreme tapımı otan bu diyarlara giderek yeni dini yaym aya çalıştılar. Havari Jean Efese geldi, İsa1ran anası Meryemi de getirdi. Meryem de bir Koca Ana* dır. Bakiredir; oğlu İsa babasızdır. Adına Meryem Ana deniliyor... Koca Analar A y Analarıdır. Bereket tanrıçalarıdır. Hıristryaniar Meryem Ana* ya ■Nötre Lune “ yani " Bizim Ay " derler. Koca Kan deyimi buradan doğuyor. Koca Kan, üreme tannçaian olan büyük tanrıçaların semboiieşmiş bir temidir. Öreme ve bereket mevsimi oian ilkbaharda turlarda " hüdayf- nablt " (kendi biten) yetişen otlardan yapılan ilaçlara * Kocakarı ilacı" denmesinin bu geleneğin gelişiminden kay-naklandığı sanılıyor...

ŞİFALI

OTLAR

Menşei Sümer ülkesidir. Sümerierin Nuh' u Umrapiştum' un, yerattının ötesinde, ölüm deryasının ortasında, ebedi hayat adasında Gıtgarruş1 a verdiği, Gıtgamtşın da yeryüzüne çıkınca, bir kaynaktan su içerken yılana kaptırdığı ebedi gençlik otunun sembolüdür. Ebegümeci, Meryemanaeli, gülhatmi, adamotu, güzetavratotu, çiçek, mersin, hayıt, kekik, buhur, çörekotu, sarmısok. susam, ve ötekiler, gökteki ayın yeryuzündeki temsilcileri olan Ay Analarının veya Koca - Anaların, ilâh analarının, Büyük İlâheierinMo ca ğın ı tüttüren", onlardan Hel almış olan * koco-kanlann kullandıkları şeylerdir.

286

DEİZİS (DUA) Hıristiyan ikonografisinde sıkça rasiadtğımız bu üçlü kompozisyonda, ortada İsa, onun her Hd yanında vafttzci Yahya (Jean) ve Meryem bulunur ve daima sağda yer akr. İsa1 ya insanların günahlarını affetmesi için yalvarıyorlar. Aziz resimlerinin kHise duvarlarında gösterilmesinin ya sa k la n d ı (ikonokknma) sürecinde, özeltikie Kappodokya ik Ortodoks kiliseleri içinde ilginç bir görünüm var: Ortada, doğuya dönük bir ana abslt, bunun yanlarına simetrik olarak iki küçük absıt daha kazılarak eklenmiş bulunuyor. Aslında işlev olarak bu biçimin gerekli olduğuna (hayır) dememekle beraber, insanın aklına, (sanki bu üçlü kompozisyonu resimüyerek göstermedHderinden. onu kaçamak olarak. kHise mimarisi içine sokup yansıtmak istercesine, bir am aç mı güdüyorlardı?) demek geiyort...

KADIN VE ERKEK SEMBOLLERİ Yunan mitolojisinden ,.8 - esinlenerek biçimlendirilmiş olan bu sembollerin daha .A —. çok biyolojik tanıtımlarda kullanıldığını görüyoruz. Erke­ lî ği simgeleyen şekH Ares (Mars) la ilgilidir. Daire onun kalkanı, ok ise rmzroğtdvr. Bu figür Perge geç dönem 12 kapısında do var. kadınınla ise Afrodlt (Venüs)1 in aynoKısaltılmış astroaoalk işaretler: I.Güneş,2Uerk(lr,3.Ve&Ua,4.DUaya, sıdır. Ares, Roma1 daki 5.Kare,o.Çeşitli geeegenlera7.Jüpi­ ter ,8•SatUra,9.Uranüs,10.Neptüa, karşılığı Mars olan, bir savaş II.Coaet,12,Ay tanrısıdır. Roma devleti bu tanrıya nekadar değer vermiş, saygı göstermişse. Yunan dünyası onu o kadar hor görmüş, sevimsiz ve gülünç bir kişi olarak canlandırmıştır. İlyada1 ran beşinci bölümünde konu edilen Truvosavaşında, Ares1in asıl çekişmesi Athenailedir. ÇünküAthena, aklınyönettiği savaşı, Ares ise akılsızca, körü körüne çarpışmayı simgeler. Bu çatışmada elbette ki akıl üstün gelecek ve Zeus1un kafasından çıkma ve onun kalkanıyla döğüşen Athena, zafer kazo-nacaktır...

287

Afrodite gelince ; o bir aşk ve güzeMk tannçcreckf ; denizin köpüklü daigalannda doğmuştur. AphrodHe isminde (Aphrot) köpük demektir. Afroditin efsaneleri daha çok sevgi, sevişme ve kıskançlıkla ilgili olayları içerir. Afrodttin birçok sevgilisi olmuştu. Bunlardan biıi d e Ares' tir. Atroditin Roma1 daki ismi Venüs1 tür. Venüs aslında çok eski bir Latin tanrıçası olmuşken, daha sonra Yunan etkisiyle Afrodffle bir tutulmuştu. Afrodü küftü Anadoiuda tek formalığa (monoteizm) geçişin eşiği ve öncüsü olmuştu. Yunan ve Roma tapvvak mimarisinin en çarpıa öğelerinden olan sütun başlıklarının erkek ve dişilik karakterini yansıttığı ileri sürülüyor. İyonik olanlar daha çok erkeksi görünümlüdürler. Korentienler çişi, Kompazttier ise her ikisinin karışımından oluşturulmuştu. Aşoğıda tanıtılan bu semboller içinde, astronominin mitolojik erkek sembolünün aynen Mars gezegeni için kutlandığı görülmektedir.

6Qö o a o t ) Erkek

Kadın Dünya

Venüs

Mars

Güneş

Neplün

Sümer uyçari&ndan efe geçen fabietfer de erkek ve kackn cinse/ organ/an iıpkı gösterilen biçimde semboiiepfrtlmifhr.

0

(Munus)

v (Uş)

YÖN Geniş anlam da, dünya küresinin uzaydaki konumunu belirti bir çerçeve içine oturtup kendimizin bu çerçevedeki coğrafi durumunu saptayabilmek am acıyla güneşin hareketlerine bağlı kalarak, isimlendirilençevredir. Yön tayininde başlıca faktör güneş olmakla beraber ay ve bazı yıldızlardan da yararlanılıyor. Örneğin, Kutup Yıkta manyetik kuzeyi en doğru gösteren bir gök cismidir.

288

Dört A N A YÖ N var; bunlar doğu1dan, yani günef1le başkyoc ve batr1 ya geçiyor. Bu çizginin geometrik olarak üstünde kalan yöne kuzey, attmdakine de güney diyoruz. Pratik olarak yönümüzü bulmak için, güneşin doğduğu yönü bulmak yetiyor. En güveniür olan SAĞ kolumuzu o yöne uzatıyoruz ;diğer yönler kendiliğinden beliriyor. Ancak aroda TALÎ adım verdiğimiz ikincil yönlerde var. Bunlar ise normal olarak, rüzgârın esiş yönlerine göre isimlendirilmişler. Tüm bu yönleri bir arada şekillendiren aracın adı RÜZGÂR GÜLÜ. Rüzgâr metninde de değinildiği gibi, rüzgâr kutsal sayılan bir doğa olayı. Hatta ezoterik çevreler rüzgârı Tann' mn nefesi (üflemesi) düşündüklerinden, Ortodoks Haçım belirliyen daire içine bu rüzgâr yönleri de çizilerek gösterilmek istenmiştir. Yukarıda değindiğimiz hatırlatma coğrafi yönlerle HgUl. Ancak bizim incelemek İstediğimiz konu, yönlerin insan ve onun yaşam felsefesine Hişkin olacak.

GdJTB.VTİMV ''1'P Ü•' OOÛUTU

'

r V

Yönlerin, yön olgusunun kişisel ve toplumsal yaşamdaki yeri ve rolü herkesçe biliniyor. Yön tasorianan bir yere, bir am aca gidebilmek, ulaşabilmek için tutulması, tabi olunması gereken olgudur. Buna istikamet veya YAN1da diyoruz.

'

Yerine göre yön kavramı TARAF sözcüğünün içerctiği anlamlara da sahip oluyor. Kimi kez politik, sosyal ya da cinsel tutum ve görüşler sağ, sol merkez, orta, ortamn sağı, solu...gibi geometrik ifadelerle de somuttaştınldığı gibi sağcı, solcu ve bunların aşın uçlarım destekleyenlere aşın sağa, solcu diye isimler takmış bulunuyoruz. Sağ, biraz daha tutucu, katı (sağlam 7), sol ise nispeten liberal, değişken, serbest...

DOĞU- BATI Bugün doğu il* batı' nın karşılaştırılmasında gözlenen olgu, çoğu kez, (maneviyutçılığın maddecilik, hareketsizliğin hareketlilik, düşüncel ya da mistik yaşamın daha aktif bir yaşam, metafiziğin psikoloji ya da mantık ) karşısında oluşturduğu ve zihinlerde yereden izlenimin, doğu* n ın bazı ilerici ülkelerinin batılılaşma girişimleri nedeniyle, kuramsal bir, alanda kaldığıdır. Bununla beraber, coğrafi bölgeleşme yokluğunun' ortaya

289

koyduğu farichlık verileri, doğu ve batı' nın bir karşıttık sembolü olma özettiğini sürdüren nedenlerden biri oimaktodtf. Ancak tüm bu soyut olguların yanında, güneşin doğu* dan doğup, batı ülkeleri yönünde batması, asta değişmeyecek farkUlıkJann en başında gelen coğrafi ve astronomik bir olay olarak süregeliyor... Yön aslında suftzm' de kutsal ve önemli bir öğe olarak yer almıştır. Bu felsefeye göre, batı gövde, doğu ise onu yaşatan can ve ruhla İlintisi olan yönlerdir. Batı' da daha çok gözle görülen ve elle tutulabilen (ekzoterik). doğu1da ise gizli, batini (ezoterlk) olay ve olgulara karşı bir eğilim bulunur. Diğer bir deyişle, batı m a d d e ye , doğu ise şekle önem vermiştir.. Doğu, ışığın kaynaklandığı yöndür. Çinde doğu İlkbaharı, batı ise Sonbaharın, bulutun, durgun suyun ve bataklığın karşılığıdır. Bir budist efsanesine göre, Buda AMİTABHA batı1 da oturur ve ölülerin ruhlarını burada kabul eder. Dinsel İçerikli törenlerin çoğu, güneşin tam olarak batı yönünde battığı tarihler olan ve yazla kış sonunu belirleyen. 20 Eylül ve 16 Mevt1a doğru yapılır. Sufi felsefesine göre, batı ve doğu coğrafi olmaktan öteye metafiztic ve sprttüet bir anlam taşımaktadırlar. İsa1 dan çok öncelere uzanan çağlardan belirli bir zam ana kadar, ruhsal alanda olduğu gibi maddesel konularda da zamanın teknolojisine katkıda bulunan, hemen tüm keşif ve İcat şeklindeki yenilik hamlelerinin hep doğu* dan batı1 ya geçip orada yerleştiğine, ancak daha Heri dönemlerde bunların batılı görüş ve tekniği ile geliştirilip, tekrar doğu1ya iade edfldiğine tanık o<maktayız. Örneğin, güneş, ay ve yıkiztara tapan Babiltiler, içgüdüleriyle geliştirdikleri matematik ve astronomiyi, yıldızlar bilimi olan astroloji batıl inancını, ay, hafta ve gün deyimlerini, ölçü ve tartı birimlerini dünyada iik kez bulan ve kullanan, toplum olmuşlarda Babillilerin savaşçı bir kavim olmaları, bu buluşların iki nehrin dtşma taşarak, gittikleri her yere de taşınıp tanrtılmasnda başlıca etken oluyordu. Öte yandan, Hıristiyanlığın gene doğuda yeşerip, İnçti* le beraber (Anodokıdan geçerek], batı ülkelerine gittiği de bir gerçektir. Son olarak, seramik eşya ve ahşap barınakların yapımı (Neolitik çağ, Çatalhöyük ve Hacılar), yazı, cam , kahve, portakal, halı ve kilim dokumocjitğı, ipek... gibi buluşlar, hep doğudan batıya gidenler arasında bulunuyorlar. Bu arada doğuya özgü bazı örf ve adetler arasında, Anadolu kökenli olan silah

290

koleksiyonculuğu fikrinin btie, Hoçlı Seferleri sırasında, batrya tanıtıldığını söyleyebiliriz. Bir sonraki, ” Sağ ve SoT un yorumu" bölümünde de değinileceği gibi doğu, ezoterik sembolizmin (sağ yön olarakta). birçok oiumlu yorum ve yargılarım dayadığı, bir mesnet olmuştur. Bu mesnedin temel taşı ise, sıcak ve aydınlık yüzünü göstererek yeniden doğuş müjdesini getiren güneş1in, hep bu yönden doğmakta oluşturduğu bir etkilenme ile güçlenmişti. Batı ise gece, karanhkiar diyarma dalmanın başladığı bir çizgi gibiydi. Hatta burası dinsizliğin giriş ve çıkış kapısı oluyordu. Özet olarak açıklamaya çaitşhğımc bu olgunun, Hıristiyanlık dönemine kadar uzanan izlerini bir çok yerde görmemiz mümkündür. Biz sadece bu konuda, Selçuk* taki St. Jean bazilikası vaftizhanesinde bulunan vaftiz havuzundan söz etmekle yetineceğiz: Söz konusu teknenin sekizgen olarak biçimlendirilmiş olmasının, sekiz1 in haftanın yedi gününün bitiminden sonraki yeniden doğuş inancıyla ilgili olabileceği kanısındayız. Ayrıca hala Artemis kültü kalıntılannm süregeldiği bu bölgede Hıristiyan dinine geçmeyi kabul edenler için vaftiz olma zorunluluğu olup, uygulanması bu küçük havuzun içindeki sudan geçirilmekle yapılıyordu. Havuzun doğu batı yönünde olmak üzere, üçer basamaklı iniş-çıkış merdiveni var. Ancak buraya girenler aym zam anda. Artemis tapınağinın bulunduğu (batı) yönünü kuNamyoriar ve bu seçimleriyle niyetlerini sanki "batıdan, geceden, dinsizlikten geliyorum” , şeklinde İfade etmek istiyorlardı. Bazı yorumculara göre adı geçen vaftiz teknesi, Kmldenizi, bazılarına göre de bir kabri (mezan) simgelemektedir..

B a ti

Yukarıda bk nebze değindiğimiz gibi doğu ve batı yönleri ile yapılan yorumların sağ ve sol yönlerle olan sıkı boğlatılanna tanık oluyoruz. Batı mazi, yani gelip geçmiş günlerin bir simgesi de olmuştur. Çünkü güneş dünya küresinin batısına giderek orada batmakta ve o günü ve

291

gelecekteki bütün gömmektedir.

günleri

orada

maziye, onun

karanlıklarına

Batı* mn aynı zam anda dişi nitelikte yani (alıcı) olduğunu düşünürsek tümü d ia obje, d a y ve olgulardaki gibi batının da güneşi içine dc*ğmı kabul etmek sembdizm prensiplerine aykın düşmeyeceğini düşünüyorum...

SAĞ VE SOL'UN YORUMU Bazı Yahudi yorumcuları, Adem' in sadece iki cinsiyetti (hünsa, androgyne) olduğunu söylemekle kalmıyorlar, onun sağ tarafının erkek, sdunun ise kadın dduğunu da belirtiyorlar; sonra da NTanrı onu İkiye b ö ld ü , erkek v e kodını y a ra ttı!■, diyorlar...İşte, Ortaçağ Hıristiyanlığı bu yorumu benimseyerek hemen kapmış ve tüm ikonografisinde, sağı erkek, sdu ise hep dişi cinsiyetti darak değerlendirip, bu geleneği (sembdizm literatürünün sözlüğüne), büyük harflerle kaydetmiştir. Kutsal Kitap' ta “Sağınıza bakınız I “ , deniliyor. Çünkü orarsı cennetin bulunduğu yöndür. Bu inanan en anlamlı biçimde yansıtıldığı yer, SON MAHKEME sahnesidir. Bu tablo üzerinde gözlendiği gibi, cennetlikler sağ planda, cehennemlikler ise, İsa' mn ayaklan altından kaynaklanan ve sola doğru akan ATEŞ NEHRİ* inden cehennem gölüne doğru, zincirlenerek götürüimektedirier. Gene Hıris-ttyanltkta, sağ daima erkek ve aktif dmuştur. Aynca sağ tanrısaldır, gündüzdür, dum iu ve yararlı da n şeylere aittir ve gelecek zamandtf. Sola gelince, bu yön daima pasif, şeytani, dişi, g e c e , dumsuzluk ve yararsızlıktır ve maziyle ilgili bulunur. Yaptığımız araştırmalarda, hemen hemen tüm mitdijilerde, geleneklerde ve alışkanlıklarda. SAĞ* ın daima hayır, aktif, erkek, dumiu (pozitif) anlam ve mahiyetteki d a y ve dgulan, SOL* un ise tersine, şer, pasif ve pasiflik, dişi, dumsuz (negatif) danlannı simgelediğini tespit etmiş bulunuyoruz. Kitapta bu konuda verdiğimiz örneklere şunları da ilave edeceğiz: Kariye' de İsa Diriliş (Anastazis) panosunda, tekrar dünyaya dönüşünde, Adem' i* sağ ellyie. Havva1yi, yani kadım ise sd el bileğinden çekip mezarlarından çıkarmaktadır. Gene aynı yerdeki SON MAHKEME panosunda, cennet sağda, cehennem ise sdda yer alıyor.(Cehennem Arapça'da dişil d r sözcüktür.)

Hattusoş. Yazılı Kaya orta panoyu arkamıza alırsak, erkek tanrılar (dMnfteler) soğda, tanrıçalar ise sol duvarda sıralanmışlardır. Ancak her iki sıra içinde birer erkek ve kadın tanrı yerteştirilmiştir.(Hermafrodit im ajı)?... Sultanahmet Hipodromunda önceleri Maviler, Beyazlar, Yeşiller ve Kırmızılar diye, dört gurup insan oluşmuştu. Sonra bunlar kendi içlerinde anlaşıp birieşerek, iki ana parti, partizan gurubu oluşturdular. Beyazlar Mavilerle. Yeşiller ise Kırmızılarla birleştiler. Yalnız Mavi ve Yeşiller kaldı ki, Yeşil dişi bir renk olduğundan imparator tirlbününün (solunda) yer alrmştıt?)... Almak pasiftir, pasiflik ve acizlik, boyun eğmektir. El sıkmak, ellerin boş, silah yok, güven vermekten kaynaklanıyor. Vermek daha aktif ve sevaptır. Genelde sol elle alınıp sağ eNe verme alışkanlığının bir hayli yaygın olmasına karşın, Çin' de alıp verme olayında ellerin bu anlamda kullanılması farklıdır. Mevlevi dervişlerinin sol yerine soğ ederini, alma anlamında göğe açık tutmaları, belkide bu Asya geleneğinin etkisinde katmalarından kaynaklanıyor (?). İslâm ölü gömme geleneklerine uyularak, kadın kişinin başı mezarda sola, erkeğinkJ ise soğa döndürülmektedir. Mezarda ölüleri sorguya çeken dd melek otacak. Münkir ve Neklr. Sağda d u a n sevaptan, soldaki ise öle­ nin günahlarını yazacak... Tapınaklara, camilere..soğ ayakla girme geleneğinden sözetmiştlk. Arapça yazıya soğdan başlamanın, Latincenin ise soldan soğa (batıdan ' doğuya) olmasının, askeri yürüyüşlere ise sof ayakta başlamanın sebebi hikmetini siz sayın okuyucularımın yorumlanna açık tutuyorum... Bakış açım sa göre, dünya haritasında sağ taraf doğu, güneşin doğduğu, aydınlığın başladığı, sol ise batı, güneşin battığı, gecenin başiocfcğı ve ay* ın kendisini gösterdiği yöndür. İşte bu nedenle Apollon güneş. Artemis ise ay tann ve tanrıçaları olarak isimlendirilmişlerdir. Aynca güneş erkek, ay ise dişi karaktere sahiptirler. Sağ ve sof un bu yorumsal açıklamasına paralel diğer örnekler şunlar: Çinde herhangi birşeyin sağ elle alınıp sol elle, verilmesi adet haline gelmiştir. Bu hareketin özünde, alm a eyleminin güç ve bazen zor kullanmayı gerektirmesi, bu bakımdan genellikle daha gelişmiş ve güçlü olan sağ kol ve elin kullanılması, verm e' nin ise nispeten daha kolay ve pasif bir eylem olma düşüncesi, bulunmaktodır.

293

Afrika Bambarian gelenekleri arenanda, dört «aynının kadmımsıh$n ve «olun anlamdaşı, üç sayısının ise ericeksiliğin ve sağm anlamdaşı olduğu, saptanmış bulunuyor. Gene onlara göre, «ağ el, düzenin, yakan ve yankşkğHi ve ihanetin sembolüydü. Mevlevi dervişleri de sema sırasında göğe (Tanrıya) açık tuttuktan sağ kol ve eldir. Yazılı Kaya (A odasında) erkek ilâhlar sağda, kadınlar ise sol duvarda yer aimıştarckr?... Eskiden tapmaklara sağ ayakla girilmesine özen gösteriliyordu. Bunu «ağlamak için olmaltdır ki, örneğin Didim ApoHon tapınağının ön cephesindeki merdiven (13) basamaklı yapılmıştır. İnsanlar nedense, askeri yürüyüşlerde yapakAğı gibi, durma halinden ilk yürümeye başladıklannda. sol ayağını atma alışkanlığına sahiptirler. Bu bakımdan tapınak mer­ diveninin bilinci basamağına sol ayak basarak çıkılmaya başlandığında, normal olarak, tapmağın (pronaos) denilen bölümüne sağ ayakla girilmektedir. Bizde de. camilere girişin mümkün olduğu kadar sağ ayakla yaptlmasj, çıkarken ise mihraba sırtım dönmeye dikkat edilmesi, hatta tuvalete girerken de önce sol ayağın kullanılması önerilir... Tuvalet için öne sürülen gerekçe, buraya girerken şayet kalp durmasıyla ani bir ölüm olursa, öne (içeriye) değil, dışarıya düşülmesidir. Çünkü «ol ayak önde İken vücudun ağırlık merkezi daha çok arkada kalmaktodır. Protokol yönünden de sağ tarafm daima saygıyı sembolize ettiği bükmektedir. Bu bakımdan bu düzeyde değerlendirilen kişilerin yürürken olduğu gibi, masada otururken de sağda bulunmalarına özen gösterilmektedir. Tüm bunlar her ne kadar ufak ayrıntılar gibi değerlendirilebilirse de, aslında saygı zorunluluğuna verilen değeri yansıtmaktadırlar. Dogon kabilelerinin ölü gömme törenleri uyarınca, ölen kimse şayet erkekse mezara sağa yatırılarak, kadınsa soka döndürülerek yer­ leştiriliyordu. Aynı okay İslâmın da benimseyip sürdürdüğü gelenekler arasında bulunuyor. Bunlar bizde de, yüzleri sağa veya soka gelecek şekilde, gömütmektedirier. Aynca kadın mezarları erkeğinkine oranla daha derin kazılmaktodır. Bu konuda yaptığımız araştırmanın sonucuna, kitabın" İslâm ve C a m i11 bölüm-lerinde yer vererk, açıklamaya çalıştık. Sağ ve solla İlgili şu ayrıntılara da değinmek istiyorum : Güncel yaşantımızda alışkanlık eseri, bir yönü belirtme ve göstermek için hep sağ kol veya işaret parmağı kullanırız. Sağ kol ve el daha güçlü ve aktiftir. Bir kimsenin sağ kolu olmak, bir güvenilirlik anlamına geür.

294

Soğ taraftan kalmak uğurlu ve hayırlı addedilir. Soğ sıfat olarak ta. sağ olmak, sağlıklı olmak, yani diri.metin olma halidir. Sağ yağ dediğimizde acaba saf, sade, içinde başka tür yağ bulunmayan, yani olumlu bir kliteyi mi kastediyoruz. (?) Yönümüzü belirlemek için güneşin doğduğu tarafa sağ kolumuzu uza­ tırız.

UĞUR, UĞURLUK, NAZAR, MUSKA (Cem al ANADOL' un Büyü - Sihir - Tılmm adlı emrinden de yararlantlmifhr)

Uğur, geniş anlamda, saadet, selamet, bereket, hayırlılık, esenlik...gibi olumlu anlamlar içeren bir sözcük, bir isimdir. Bu sözcüğü, "Uğurlar olsun, uğurda, uğurgeie.”.. gibi deyimler de kullanıyoruz. Uğur aynı zamanda (yol) anlamına da geldiğinden," Bu uğurda (bu yolda) camrm feda ederim ”, ifadesine benzer deyimler de yer atmaktadır. Uğurlamak ftHi, iyi dtoklerte yolcu etmek, uğursamak ise bir olayı uğurlu saymak (uğura yormak) tır. uğursuz ve uğursuzluk ise, gene isim olarak, uğuru olmayan, bereketsiz, hayırsa, meşum, menhûs, meymenetsizlik, bereketsizlik ve hayırstzMc anlamını vermektedirler. UÖURLULUK, uğur getirici anlamı için, kuAarwtan bu sözcüktür; Franstzcada (talsman), Yunancoda (telesma) ve Farsçada (ttfisman) olup, aslında, mükemmel, veya lüks eşya demektir. Uğurtuluklan, batı dillerinde (amuiet) bizde ise (muska) veya (nazarlık) adı verilenlerle karıştırmamak gerekir. Çünkü talisman (uğurluk), zararlı etkileri uzaklaştırmaktan çok taşıyıcısına mutluluk ve başan getireceğine İnanılan bir (uğur eşyası) yani pasif bir maji (sihir) aracıdır. Bir eşyanın ya da her hangi bir objenin uğurluk darak kabul edilmesi çoğu kez bir raskntıya bağlı dur. Herkesin kendine göre, kendisinin karar verip seçtiği gelişigüzel bir eşya uğurluk olabilmekteyken, amuiet adı verilen ve koruyucu niteliği d a n naza**, muska gibi şeylerde, herkesin katıldığı, gelenekleşmiş şekil veya cins maddeler söz konusu dur. Uğurlukların çoğu, bazı amuiet çeşitlerinde olduğu gibi, zaman içinde süs eşyası haline gelmiş bulunuyorlar. Bir çok araştırmacı, zaten süs eşyası olarak taialan öteberinin başlangıcını amuiet düşüncesine bağlamakta ve uğurlukları ” estetik a n la m d a majik bir öz (cevher) ” olarak tanımlamaktodıriar.

295

Amulef e gelince, bunun kaynaktandı ülkeler Babil ve Mısır4 dır. Müslüman ülkelere de koptik devirde (taklitçilik devri) Mısırdan geçmiştir. Hemen tüm Ortaçağ süresince Avrupada yaygmtaşmış olan ABRAKADABRA formülü İbrani kökenli tılsımlı bir sözcük olup üçgen şeklinde bir parşömen kağıdı üzerine yazılarak boyunda taşmıyordu. Amulet. tüm kozmik planlarda işlevini sürdürerek, İçinde bulundurduğu (koruyucu gizemli gücü).onu taşıyanın yüreğine yerleştirmekte, böyiece o kişryte doğaüstü varlıkların güçleri arasında özel bir ilişki kurup onun canMığrM arttırmakta ve gene ona, ölümünden sonra da, en iyi koşuttan garanti etmektedir!... Eski Mısırda mumyaların üstü, ölünün ölümsüzlüğünü koruma altına almak için, aitm. gümüş, bronz, fayans veya taş amuletlerte donatılıyordu. Onların kuttancbğı bu amuletler, berbiri bir gücün karşılığı olan şekli veya resimlere göre, soğMc, mutluluk ve dünya üzerindeki yaşamın da koruyuculuğunu yapmaktaydılar. Sultanahmetteki Dikilitaş üzerinde gö­ rdüğümüz (scarabe) adı verilen donguzlan böceği ve sahte göz bunlardan ikisidir. Mıstrklarm nazarlık olarak nHeledttcleri diğer objeler arasında, sivri ucu yukarıda d a n gönye, fallüs, yürek...te bulunmaktadır. Aslında yapıcı ve yaratıcılık kavramlarının da yorumsal bk simgesi dan gönye ve çekül Urartu uygarlığında da görüldüğü gibi, Mason cemiyetlerinde günceliğini korumaktadır. Modem insanın amuieti diyebileceğimiz uğurluk, çeşitti biçimler altında ve çeşitti yerlerde taşınmaktadır. Nitekim bugün otoların ön ve ' arka camlarına astlan, kuyumcu dükkanlarının vitrinlerinde, büroların masaları ve raflarında bulundurulan, apartman kapılarına iliştirilen, televizyondan çiçek a s ta ra , ekmek teknesi (!) da n BOYACI SANDtGf ndan buz dolabına kadar her çeşit değerli eşyanın orasına burasına takılan, yüzlerce çeşit uğurluk ve nazarlık (talisman ve amulet) gösteriyor ki, çağımız insanı bilinçli veya bilinçsiz olsun, çevresini saran uğursuz ve acımasız bazı görünmeyen güçlere karşı kendine özgü silahlarla savaşmak ve savunmak gereğini duymaktadır... NAZAR: Bu konuda çeşitti kaynaklardan derleyip kendi görüşlerimizin de katkısıyla düştürdüğümüz özet bilgi sunacağız: Arapça kökenli da n bu sözcük Türkçede bakış, göz dikmek anlamına geliyor. Nazar, kimi insanların bakışlarındaki zararlı güç nitelikleriyle bir insana, bir hayvana veya bir nesneye bakmakla, canlı üzerinde hastalık, sakattık, ölüm, nesne üzerinde sakatlanma gibi olumsuz bir etkinin 2 %

yaratılması olayına deniliyor. İçte, her hangi bir zararlı olay, böyle bir nedene yüklendiği zaman, " nazar d e ğ d i ■ deyimini kullanıyoruz. Sa­ pasağlam bir çocuk hasta düşüverince. bir aile içinde veya dost arasında bağlılık düzeni bozulunca...söylenen 1 kem göz1 e uğradı 1 deyimi de bu anlamı taşıyor. Açık çiğ mavi gözlerde nazar gücü olduğu sanılır ve her halde bu ilkeye dayanılarak mavi gözlülerin kötü niyetli, kıskanç, başkalarına zarar vermekten hoşlanan kimseler olduğuna inanılır. Bu varsayımın gerçekle hiç bir bağlonttsı olmamakla beraber, kıskançlık duygusunun nazar1a yo) açtığı inancı yaygındır. Nazara uğramaya en elverişli kimseler çocuklarla, güzellikleri, hünerleri herkesin hayranlığını kazanmış olan kişilerdir. Çünkü çocuklar zayıf yaratıklardır ; çabuk etkilenebilirler. Güzeller, hünerliler ve mutlu olanlar da maalesef insanların kıskançlık duygularım kamçılarlar. İşte bu kötü duygular (göz yoluyla) hedefi etkiler ve sakatlar. Bu aşın hayranlık ve okşamaların kötü sonuç verebileceğine inancı ile olmalıdır ki, küçük yaştaki çocukların bazen * maskara, çirkin, kerata, bocaksız, yumurcak, yaramaz, hatta çişli, boklu V . gibi sempatik, ama aslında pek hoş olmayan sözlerde sevildiklerini duyarız.. Kerata sözü, Yunancadır. Aslında hiçte İyi bir anlamı yoktur: Pezevenk, kaltaban, deyyus (boynuz-lu)... demektir. Nazara uğrama sade insanlara özgü bir olay değildir ;mal- mülk, hayvanlar (özellikle at, inek gibi büyük baş hayvanlar), çeşitli eşyalar (daha çok kolay kınlabiiir ve bozulabilir olanlar) ve evler de nazara uğrayabilir. Durup dururken hastalanan veya sakatlanan at, sütü azakveren inek, bereketli olması beklendiği halde kıt elde edilen ürün...için de " nazara geldi, nazara uğradıNdamgası yapıştırılır. Halk içinde bazı kişilerin nedeni bilinmeyen, olağanüstü ölçüde nazar güçleri olduğuna inanılır. Bir bakışı ile bir atı yüzlerce metre uzaktan çatlatabilecek güçteki kimseler üzerinde çeşitli öyküler anlatılır. Nazar, kıskançlık gibi olumsuz duygulardan ileri gelebileceği gibi, özellikle kişinin yakınlarının . fazla hayranlık ve sevgi duygularından da ge­ lebilmektedir. Bu tür nazardan en çok çocukların etkilendiği ileri sürülür. Bu bakımdan ana ve babanın çocuklarına fazla düşkünlükleri iyi sayılmaz. Mağrip, Kuzeybatı Afrika ülkeleri ata sözlerinden biri şöyle: 11Kötü göz evleri boşaltır, mezarları doldurur; İnsan cinsinin yansı nazar değmesiyle ölür) Görülüyor ki nazar inancı özellikle Fas ülkesinde bir hayli abartılarak yaygınlaşmış bulunuyor.

297

Kötü göz inancının temelde iki Hkesi v a r : Suntam biri ifadenin şekli, şiddeti ve etkisi, diğeri be beüreiz bir bakış. Birincisi kötü arzulan geçiren bir araç, İkincisi, gözün sahibi olan insana özgü tehlike! bir enerji kaynacından, kendi arzusu dtşnda çfcan, uğursuz bir bakış olarak tasartanmaktodu. Ortaçağın ünlü filozoflarından Bacon, nazar11 imrenme olgu­ sunda gözden fıriayp çıkan bir IŞIM AM A, şeklnde açddryor. Eğer böyle bir bakışa bir de söz karışırsa, tehlike daha büyük olmaktadır. Yalnız şom göz değil, şom a ğ a da vardır. İnsanların en kötüsü ağzı tatlı, kalbi siyah oianlardırl Bir kimsenin bakışına değinmece!, mefhedtci sözler de katbrsa, nazar etkisinin daha fazla olacağına inanılır. Bu tür batıl inançlar Avrupa ülkelerinde de buiunmaktoc*. Beklenmeyen veya istenmeyen bir olayın başına gelmemesi İçin, sert bir cisme, tercihan tahtaya, üç kez vurulma adeti hemen her yerde görülmektedir. Nazardan korunmak için, hale arasında yaygm halde bulunan bazı fetiş (tapıncak) malzemeleri kullanılmaktadır. Bu fetiş malzemelerinin Hm? veya cin? açıdan hiç bir önemi ve yaran yoktur. İslâm dini nazan kabul etmekle beraber, nazarlık gibi fetiş malzemelerini kesinlikle yasaklamıştır. Şöyle ki, nazardan gelebilecek zararlar Tonn1ran takdiriyle olduğu gibi, önlenmesi de Tanrı* ran takdiriyle olmaktadır. Ötedenberi halk arasında kullanılagelmekte olan nazarlıklardan bazıları şunlar : Mavi boncuk, yedi delikli boncuk, hurma çekirdeği, kartal pençesi, yılan kemiği, kamlumboğa kabuğu, kertenkele, eski papuç. kendiliğinden delinmiş taş, at nalı, boynuz, süpürge çöpü...Görülüyor ki, insan, el konusunda da değindiğimiz gibi, daima kötü gözlerin iyi nesnelere dokunup zarar verebileceğine İnanmış ve korunmak için çareler aramıştır. Ancak Türtder nazarlık objesi olarak daha çok 11kuvvete karşı kuvvet " ilkesine dayanan mavi göz boncuklarını veya atfından yapılmış Maşallah' lan yeğlemişlerdir. Maşallah sözcüğü, Arapça, eşyaya mahsus olup (o şey ki) anlamına gelen (mâ) dan türemiştir ve ” Tanrının istediğiMveya Hak ne isterse, demektir. Bu deyimin tamamı MâşâAUâhü kâne1dir ve Allahın istediği olur, anlamına gelir. İnşallah ise.“ Tann isterse. Temrinin emri olursaHdemektir. Maşallah denildiğinde aynca üç kere 11tü tü sesiyle tükürme taklidi yapılmaktadır ki, bu söz ve hareketlerde kötü gözlerin etkisini ürkütüp kaçırma amacı güdülür! Nazara karşı korunmak veya nazar değmiş bir çocuğu iyileştirmek için uygulanan belki yüzlerce yöntem bulunuyor. Bunlar Orta Asya* dan çıkmış ve zamanımıza kadar uzanmışlardır. Hemen hepsinde şamanizm ve cahiliyet döneminin izleri bulunmaktadır. Bunların başta gelen ikisi tütsü yakmak ve kurşun dökmektir.

298

Tarla ve bahçe ürünlerini nazardan korumak için bir stnk başrta, dikkati çekecek şekilde, sığır, domuz veya at kafası takılmaktadır. Bunlar kuşlar için değH nazara karşıdır. Ancak, bu gibi yerlere özellikle sığır kafasının bir değnek üzerine, korkuluk olarak takılmasının "kafatası kültü u ile ilişkili olabileceğini sanıyoruz?... MUSKA : Arapçada " yazılı şey " anlamına gelir. Muska, hastalan sağaltma, ya da düşmandan gelebilecek kötülükler, görünmez kazalar... gibi, her hangi bir zararı önceden önleme amocryla, üstte taşınan bazı duaların yazılı olduğu kağıtlardır. Muskalar genellikle bir teneke kutu içinde, ufak bir torbada ya da bir muşambaya sanlı olarak, koltuk al­ tına, omuz başına, gömlek içine dikilmiş olarak taşınır. Bu arada küçük boydaki Kuran (En'âmı Şerif) - En' âm ve diğer sureleri içine alan Kuran antolojisi, mumlanmış beze veya mu­ şambaya sarılarak muska olarak taşınır.

DÖĞÜŞME Eski çağlarda yapılan döğüşme gösteri ve egzersizlerinin günümüzdeki benzerliği, genel olarak bedenin fiziki güç ve dayanımını arttırmak ve am aç edinilen bir beceriyi geliştirmeye yönelik olmasıydı. Psikolojik açıdan farklılığı ise ontann bu hareketleri, aym zamanda doğadaki bir düzen ve dengenin yeniden kurulması ve ona karşı üstünlük ve etkinliği sağlamak amacıyla yapılmasıydı. Geçimleri tanma dayalı toplumlarda bu tür etkinliklerin daha çok tanm mev-siminin başlangıcı ve hasat zamanı yapılmasında güdülen am aç, ürünün çok ve bereketti olması için doğa güçlerini kışkırtmak ve özendirmekti. Hitit alçak kabartmaları arasında gördüğümüz gibi, atmosferik tanrı Teshüp*ün İLLUYANKA adı verilen yılanla yaptığı sembolik mücadelenin HItrilerin bir ekim döneminin başlama töreni ile ilgili olduğu, ileri sürülüyor. Ancak bu tablo daha sonra, dinsel açıdan iyinin kötüyü öldürmesi

299

ilkesiyle bağlantı kuraiarak, Saint George1 un (ejderhayı) öldürmesiyle özdeş tirilmiştir.

at

üstünde

bir

yıkanı

Neolitik ça ğ evlerinin duvarlarında görülen ve daha önce de sözünü ettiğimiz, üzerine ok ve merak saplanmış av hayvanlarım görüntüleyen ilkel fresklerden de aym doğrultuda bir izlenime sahip ol­ maktayız. Jocob' un Tannmn gönderdiği bir melekle döğüşmesi, gene Tannmn buyruğu ve izniyle. İsraH halkını kurtarabilmek için moralini yükseltmek ve cesaretini güçlendirmek ve sonuçta bu mücadele girişimi sırasında kullanmak zorunda kalacağı enerjisini kanıtlamak, şeklinde yorumlanıyor. Konunun psikolojik olarak günümüze değgin oksn tarafı, bir boksörün ringe çıkmadan önce yaptığı gölge boksu antrenmantanebr. Boksör böytece karşıanda rakibi olarak tasarladığı kum torbasını yumruklayarak, onu manen hırpalayıp öz varkğna olan güvenini arttırmaktadır. Befci de bu yoNa sihirli bir gücü davet edip kendisine yardım a olmasını kolaylaştırıyor...

SAVAŞ Tanm topluluktan. beNd yaptıkları işin doğan gereği, barışçı olmuşlardır. Çünkü savaş nufusu çoğaltmıyor, aksine eksiltiyordu. Bu nedenle savaş onkmn zenginlik kaynağı olan üretim biçimine yarar değU. zarar getirmekteydi. Buna karşın savaşın, sürü besieyiciljği, ticaret ve korsanlıkla uğraşan topiumiarda yararlı bir yönü ve farklı bir anlamı söz konusuydu. Bu tür topluluklar savaşarak ganimet topluyor ya da boyun eğdirdikleri halkları kendileriyle ticarete zorlayarak ekonomilerini ge­ liştiriyorlardı. Göçebe topluluklar ise, savaşmaya mecbur kaldıklannda, karşı ülke halkının daha çok kadınlannı kaçırıp onları köle eder ve bu yolla insan sayılarını arttırmayı ön planda tutarlardı. Müslüman topiumiarda şartlar altında yapılmıştır.

savaş

ancak, savunmanın

gerekli

olduğu

SEYAHAT Seyahat la Hgili görüşler şu tanımlamalarla yansıtılıyor : Seyahat etmek, aslında insanın kendinden kaçması şeklinde de nitelenebilecek

300

türden, bir içgüdü sonucu gerçekleşiyor. Seyahat, insanın iç benliğini dışa vurması, ya da bir başka benlik arama gereksiniminden doğan bir özlem, bir manevi şekillenmedir. Seyahat, insanın iç âleminde bir değişildik yaparak, yeni deneyimler kazanmak amacıyla, sürekli yaşanılan yerden farklı bir ortama göç etmek arzusundan kaynaklanan, diğer bir deyişle, bk tür tatminsizlikten doğan ve insanı yeni ufukların arayışı içine iten bir olgudur...Tüm bu ve benzeri tanımlamaların ortak yönlerinden çıkarılan sonuca göre, SEYAHAT, insanın kendini kabul etmemesinin bk sembolü oknaktadK... ünlü düşünür PASCAL* ın bu şekilde sembolleştirdiği seyahat, gene o' nun ifadesine göre, iki türlü yapılıyor : Bunların birincisi FİZİKİ yani, her hangi bk taşıt aracı içinde bulunularak yapılan seyahattir. İkincisi ise, bu fiziki olgu süresince, insanın kendi iç âleminde, gene kendine özgü bir takım düşünceler, anılar ve beklentiler yönünde yol alarak bk an kendinden uzaklaşması, geçmiş ve geleceğinin derinliklerinde şöyle bk dolaşarak yapmak otanoğm bulduğu bk başka, KURGUSAL nitelikteki seyahattir... Ancak bu İkincisinin özettiği, o inşam kurgularının eşliğinde, ışıktan bke çok çok hızlı seyreden bk araç içindeymişçesine, amnda bir etaptan ciğerine götürüp getirebilmesidir...Zira evrende en hızlı, üstelik bedava (I) olan araç DÜŞÜNCE' dk. İnsan bu düşünce aracından ya­ rarlanarak, isterse ay* a isterse bk saniye sonra dünyanın her hangi uzak bk köşesine gidebilme olanağına her 2aman sahip değil mi dk?... Bu kurgusal dayın diğer etki ve sonuçlarım inceleyelim : Örneğin, diyelim ki bir kara taşıt aracı içinde bulunuyorsunuz. Bu araç uçak veya bir gemi dabüirse de, kara yolculukları daha uzun suretidirler. Önünüzde, bitip tükenmiyeceğini sandığınız, ama astında belirtenmiş bir mesafe içinde ve ulaşmak istediğiniz hedef yönünde, gitgide kısalan yollar var...Siz başınızı koltuğunuza dayamış olarak bir taraftan önünüzdeki o KURŞUNİ RENKLİ İPLİKLER üzerinde yürürken, öte yandan sağınızda veya solunuzda her saniye değişen bir renk ve şekil atmosferi içinde dolaşırsınız. Ancak ayn zamanda kendi iç âleminizde, sadece kendinizin bildiği yollar üzerinde de yol atarak gene sizin defterinizde yazılı adreslere gidip gelerek, seyahatiar yaptığına da olur...Normal günlük yaşontımada bu tür seyahat ve ziyaretleri yapmak için ne bu kader boş zamanıma olur, ne de iş ve gaileleriniz yokanai bırakıp sizi kurgu âleminize götürecek kapılan bu denli açık tutmak istiyecektir...

301

Boytesâne bir âlemde yolculuk yaparken, İntan tıpkı bir İpek böceği gibidir ; sanki bir kozanın içine çekilmiş ve yuvalanmıştır. Ne kimse sizi tanımakta, ne de üz onlan.. Adeta bir zırh içindeymişçesine, kendinizle başbaşa kalmış ve bu kozayı o iplik yollarla kendi üzerinize örtmekteünizdir...Yottann uzadığı oranda o kadar çok örecek, unutmak istediğiniz şeylerden o kadar uzaklaşacak ve yalıtkanmış hissedeceksinizdir kendinizi...İşte bu açıdan seyahat, bizzat örüp giyinmek isteciğiniz, örneğin, bir kazak, bir bluz...gibidir; yollar ise bu işi yapmak için kul­ landığınız ipliklere benzerler. Her geçen zaman birimi içinde azalan bu iplikler, bir süre sonunda bitip tükenecektir. Sonuçta, gezip gördüğünüz yer ve yörelerin, sizin düşleriniz ve izlenimleriniz paraieHnde oluşan veya oluşmayan yeni yeni renk ve motiflerle süslü, örülü bir giysi parçasına sahip olarak evinize dönersiniz. Ancak bu giysinin beden ölçüleri veya modelinin sizin ölçülerinize, zevkinize ve beklentilerinize uyan veya uymayan tasımlan da olursa, bu takdirde talihinize küsecek ve onu bir daha giymemek üzere bir tarafa atacak, veya tam tersine, o giysiyi her zaman sevecek ve sık sık giymekten zevk akıcalc. hatta onu hep çevrenizdekilere göstermeyi ıstiyeceküniz...katıtocakrnı$ıne, bilmiyorum ?...

ÖPMEK, ÖPÜŞMEK Tarih çağlarından bu yana, insanoğlunun genelde duygulanm ' somutlaştırmak içgüdüsüyle yansıtmada bir araç ve aracı olarak kul­ landığı bu yöntem, onun vazgeçemediği tutkularından biri olarak süregeliyor. Öpmek için duyulan arzu, nedeni şu veya bu olsun, tek taraflı olarak uygulanan bir eylemdir. Öpüşmek ise, İki taraflı nitelikte olan bir duygunun yarattığı tepki sonucu oluşmakta ve karşılıklı beslenen bir sevgi ve bağlılığın bir vücuttan diğerine iletişimini sağlamaktadır. Gerçek amaçlan aşk, sevgi, şevkat, şehvet, veda, hasret, samimiyet, nezaket, dosttuk, barişma, kutlama, tattff gösterisi, yatvanş veya aşın saygı1 nın bir ifadesi olan öpme eylemi, yer, zaman, biçim ve nedenleri oçıstndan, her toplumun gelenek ve göreneklerine göre bazı ayncakklor göstermiş ve göstermektedir. Bunların tümünde ortak olan yön, öpmenin dudak dokundurmak suretiyle yapılmasıdır. Ancak, Eskknoiar, Yeni Ze­ landalIlar ve Çinliler burun buruna da öpüşmektedirler...

302

Normal olarak öpülen şeyler canlı yaratıklar ve kutsal sayılan, sempati duyulan veya saygıya değer objeler olmak üzere, ikiye ay­ rılmaktadır. Ancak, öpülen yerlerde farklılıklar vardır. İnsan vücudunda, görünülmesinden kaçınılmadan (I) öpülen yerler, normal olarak yanak, alm, dudak ve eller olur. Ayak, etek öpme girişimlerinde de bulunulduğu gözlenmiştir. El, bilindiği gibi bir otorite ve sahibiyet simgesidir. Bu bakımdan eT in öpülmesindeki amaç ve nedenler, çoğu kez bu olguyla ilgili olur. Normal olarak eSn dışı öpülür. Ancak bazı tarikatlarda avucun İçinin öpüknesl de kural haline gelmiştir. Bizde, İslâm toplumunda, yaşça büyük olanların elinin öpülme» ve sonra başın üstüne konulması, kökleşmiş, hatta bazen zorunlu bir harekettir. Batıklarda bu anlamda, yani yaşça büyük olanların elini öpme adeti kesinlikle yoktur. Onlar, saygı ifadesi olarak, kadınların elini öpmektedirler. Ancak eski çağlarda, merhamet duygularına ağınmak için, kralların ve hakimlerin ayak ve dizleri öpülüyordu. Ortaçağda feo­ dalite, uşağın senyorü1 nün elini öpmesini zorunlu kılmıştı. Bir saygı ve minnettarlık ifadesi olan bu hareket zaman içinde Avrupa ülkelerinde, kodımn elinin öpüimesine dönüşmüş bulunuyor. Eskiden dini törenlerde rahibin elinin öpüimesi geleneğinin bugün de devam ettiği çevreler var. İslâm toplumunda saygı ve sevgi amaçlarına yönelik olan öpme ve öpüşme olayının batıklara oranla daha yaygın bir biçimde uygulandığını gözlüyoruz. Batıda erkekler, bizdeki gibi sıkça birbirlerini yanaklarından pek öpmezler. Hatta bir babanm yetişkin oğlunu bile öpmecftği, elini sıkmakla yetindiği görülür. Onlar sokakta kolkoia yürümezler. Bizde gayet normal , olan bu hareket onlarca daha farklı olarak nitelenir (..Madalya, ödül törenlerinde, yanaktan öpme, sembolik anlamda yapılmaktadır. Yabancı kaynaklı filmlerde bîr annenin çocuğunu ağzından öptüğünü görüyoruz!.. Kutsal sayılan objeleri öpmek hemen her toplum ve uygarlıkta yapılmıştır. Kutsal kitaptan, silahlan, tann heykellerini öpmek gibi...Ancak, saygınlığı olan bir kişinin önünde eğilerek onun eteğini öpmek daha çok doğu ülkeleri Insanlanna özgü ise de, öpmek istercesine ayaklara kapanmak, bütün topiumlarda yapılmıştır. Örneğin, Ayasofya Kral Kapısı üstündeki kompozisyonda, İmparator VI. Leon, İsa1 nm önünde böyle yapıyor...

öpücük duyguftann İfadesini onaylar nitelikte bir mühür ve öpûleni saran kollara asılan bir kilit1tir...

303

Binlerce yıldır, insanlar arasında sevgiyi en güzel biçimde dile getiren bir iletişim biçimidir öpüşmek...Bazı bilim adamları öpüşmenin çok çok eski çağlarda beslenme sırasında oluşturulan bir hareket olduğunu Heri sürüyorlar. Öpüşmeyi ilk olarak Hintliler keşfetmiş denHiyor..

DANS Dans, bir kutlama biçimidir, bir anlatım tarzıdır. Ama sesten, sözden ve lisandan öte bir anlatımı yansıtır. Bu anlatım biçiminde söze yer yoktur; dans kelimelerin aciz kaldığı noktada ortaya çıkan bk ifade şekli olarak açıklanabilir. Varlığı tepeden tırnağa sımsıkı yakalayıp kendinden geçirhrcesine coşturan bu heyecan, çoğu kez patlarcasına kendini gösteren Yaşama İçgüdüsünün tezahürü değil de nedir ? Bu içgüdü öyle bir şeydir ki, onun belirmesiyle ge lip g e çici m addesel olana alt her türlü düattte yok olup gitmekte ve yerini bir anlamda birliğe ve tekliğe terk etmektedir; yani ruh He maddenin, veya başka bir deyişle, yaratan ile yaratılanın veya görünen İle görünmeyenin, sinesinde bir araya gelip birbirlerine kaynaştığı birliğe ve tekliğe dönüşmesidir. Kutsal Emanet Sandığının karşısında Davut1un yaptığı dans da böyle bir şeydi, döner dervişler dergâhtım kurucusu ve gelmiş geçmiş lirik şairlerin en büyüklerinden biri olan Mevlâna1rnn vecde gelinerek fınt fini dönmeyi esas alan dansı da...Kökene yönelmeyi esas atan, yani kutsal diye nitendirilen dansların hepsi böytedir. Bu durum aynca, günlük yaşantımızda yer alan ve vecd hali içinde özgürleşmeyi am aç edinen bireysel veya koliektif dansların tümü için de geçerikür; görüldüğü üzere, bu türden danslar, sırf beden gösterisi olabildiği gibi, daha içrek (derunî) anlamlı da olabilmektedirler. Dansın uygulanış biçimi ile ritmi, özgürleşmeyi gerçekleştiren ölçüyü temsil etmektedir. Şaman' karın ortaya koyduktan örnek, bunun açık kanıtıdır. Nitekim onlar, ruhlar âlemine, davul sesinin ritmine uyarak yaptıktan dans vasıtasıyla yükselmektedirler. Antik Yunan ve Afrika1dan, Sibirya ve Amerika şamanizmine ve de günümüze alt en serbest danslara varıncaya kadar her yerde insan, gelip geçici olandan yakasını kurtarıp özgürleşme ihtiyacını hep dans yardımıyla gidermeğe çalışmıştır. Yağmur yağdırmak amacıyla yapılan birçok <£nseJ dans ile basit bir aşk dansı arasında bu açıdan hiç bir

304

fark yoktur; Kuzey Amerika KızıJderiUilerinin o müthiş güneş dan» ile eski Çinlilerin matem danstan, ruhu sınayıp güçlendirme ve onu gelip geçici olandan ebedi d a n a doğru uzanan spiritüel (Allah gibi madde dışı varlıkların varlığını kabul eden doktrin) yd a yöneltme amacım güt­ mektedirler. Zira ateşli bir sınav ve dua duşunun yanı sıra, dans ayrıca tiyatrodur da. Buna ait binlerce örnek vermek mümkündür; Haiti' lüerin Vodu dan» temelde sembdik danslardır ve şifa sunucu niteliğe de sahiptirler. Tıbbi, animist (her şeyde bir ruh olduğuna inananlar) diye adlandırılan kültürlerin uygulaya geldikleri danslardaki tedavi edici öğe bu inanıştan kay­ naklanmaktadır Hindistandaki dinsel danslar, muhtelif ruh hallerini sembdize etmek üzere, bedenin tüm bölümlerini devreye sokmaktadırlar ; etler, tırnaklar, göz çukurlan, burun, dudaklar, kollar, bacaklar, ayaklar ve kalçalar, rengarenk ipekli kumaşların içinde kıpır kıpır hareket etmektedir. Hatta dans bazen yan çıplak bir vaziyette yapılmaktadır. Figürlerin hepsi de, ayru bir tek estetik, emotif (heyecan verici), erotik (aşka dair), dinsel veya mistik hareketin içinde ergiyerek kaynaşıp bütünleşmeyi ifade etmektedir; başka bir deyimle belirtmek gerekirse, bu figürler, her şeyin Kendisinden sacfcf olup, Hayati EnerjT nin sürekli giciş gelişleri vasıtasıyla yine Kendisine d ö n d ü ğ ü Bir ve Tek Varlığa doğru yönelişi temsil etmektedirler.

FALLÜS Fallüs tohumun kanalı, doğurtma gücünün ve aktif bir sembol biçiminde değerlendirilen canlı veya cansız varlıkların, temel ilke olarak kaynaklandığı, organ olarak nitelenmiştir. Eski çağlardan bu yana, insanlar gerek vücud organlarında, gerekse çevrelerindeki objelerde, biçim o k rı* fallik bir benzeyişin arayışı içinde olmuşlar, bu organda ise (seksi anlamdan öteye), daha çok doğurtucu ve yaratıcı enerjinin bulun­ duğunda birteşerek. onu saygın bir düzeye yerleştirmişlerdir. Bu cümleden olarak, özellikle baş parmak, ayak, dikili taş. sütun, hatta ağaç gibi objeler birer sembol şeklinde, yorumsal açıklamalarda başvurulan bir araç olmuşlardır.

305

Faltik sembolü, eski çağ kültüriertnde okluğu kadar. Yahudi düşüncesinde de. önemli bir yer almış bulunuyor. Ontar bunu, kavramsal olarak, tıpkı bir sütun şeklinde, yerie gök arasında tutuculuk yapan, denge sağlayan bir öğe, hak. adalet ve doğruluğu simgeleyen bir organ şeklinde değeriendhmekteydNer. Kutsal kitapta bir söz var : "Adalet dünyanın temelidir I" O halde dünyadaki odaletin var olması veya olmaması, iki âlem arasındaki ilişkiyi sağlayan bu aracın temelindeki sağlamlığı etkileyecektir... Sonuçta faftüs' te, bu olgunun varhğı oranında güçlenecek veya güçten düşecektir. Bu bakımdan faltüs, sadece doğurtganlığın değil, aym zam anda dünyadaki nizamı ve insan bünyesindeki psikolojik dengeyi sağlayan bir görevi üslenmekte ve insanın yedinci duyu organı olmaktadır. Ezoteristterin bu konuda çok nesnel olarak ortaya attıkları görüş, dünyanın, oluşumu sırasında, birçok patırdı, gürültülerden sonra geçen altına günden sonra herşeyin rahat, huzur ve sükunet1e kavuşmuş olmasıdır!.. Nitekim haftanın sonu olan Pazar bir dinlenme günü olarak seçilmiştir.. Failüs* un Anadoluda, özellikle İyonya ve Frigya bölgesinde, M.ÖX :XII. yüzyıllarda, saygın bir yeri bulunuyordu. Buradaki insanlar, onun sanki ölüme karşı galibiyet ifade ettiği ve yeni baştan doğm a yoluyla edinilecek ölümsüzlüğün yegane yapıcısı olduğuna kesinlikle inanmışlardı. Bu bakımdan hamile bir kadımn doğum öncesi çektiği sancılan sevinç gösterileriyle karşılamaktaydılar. Priapos (priap), Yunan mitolojisine sonradan girmiş ve geniş çapta yer etmiş bir tanndır. Faliüs kültü İle açıklamamızda tekrar değineceğimiz Priapos1 un müzelerimizde bir hayli sayıda bulunan heykel ve hey­ kelciklerin, cinsel aktMtenin bk simgesi, belld de nazarlığı olarak kul­ lanıldığı, kanıtlanmış bulunuyor. Volüt

SÜTUN Mimarinin başlıca taşıyıcı öğeleridir. Yapım ekseni, onu oluşturan katlan birbirine bağlar, sağlamlığın garantörü olur. Onlan sarsmak gerek mimari, gerekse sosyal ve kişisel açıdan bu yapıyı tehdit edici olu. Sütun Hayat Ağacı1ra ve Dünyanın Ekseni1ni sembolize eder. Kaidesi bu ağacın kökleri, tüt gövdeyi, başlığı ise dal ve yapraklandır.

306

Sütunların İlk Yunan tapınaklarında ahşap malzemeyle yapılmakta ve ağacın stilizasyonundan kaynaklanan insanlar (gardiyanlar) gibi, tapınağı çepeçevre korumakta, aynı zamanda tapınağa orman havası ver­ mekteydiler. Sütunun Anadolu Mitolojisinde fallik sembollerden biri olduğunu da görmekteyiz. Anadduya M.Ö (V. Yüzyılda giren İyon ile başlıklar, tahta bir kazığa vurulduğunda, kazığın gösterdiği direnç sonucu oluşan deformasyonun görünümünden algılanarak ortaya çıkmış bulunuyor. Sütun başlarındaki yapraklar, koç boynuzu gibi motifler ay küttü1 ne bağlı üreme sembolüdür. Gene bu başlıkları çevreleyen YUMURTA MOTİFLERİ ise, ay kültüne bağlı olarak, üreme ve doğurganlığı simgelemektedirler. Yumurta motifi, Friglerin Attis, Babillilerin Tammuz ve İyonyaiılann Adonis kültünden kalma bir sembol olarak, Yunan ve Roma* ya geçmiştir.

TAPINAKLARDA SEKS FALLÜS KÜLTÜ (FALLİZM) (Dr. Haydar DÜMEN İn *CJnse/ Yafam " kltabtndan ahnmtşhr)

Asya, Avrupa, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika ülkeleri ilkel dinlerinin çoğu, cinsel birleşmeyi İnsanlığın en kutsal olgusu olarak benimsemişlerdir. TEK' in ÇİFT olduğu, insanla doğanın, yer ile göğün, yine insanla tannmn birbirinin içinde eridiği bu olay, cinsel birleşmedir. Yer ile gök arasındaki cinsel birleşme, en sık rasianan dinsel motiflerden biridk. Aynca İnsanın tanrı He birleşmesi, dinsel buyruklarda da yer alıyor. Bu birleşme tannmn kendisi Ue gerçekleşmediğine göre, ancak onun temsilcileri rahip ve rahibelerle yapılabilirdi. Bu zorunluk tapınaktaki cinsel birleşmelerin temelidir. Nitekim yılan ibadetinin geçerli olduğu yüzyıllarda, hayvanla birleşmeye maddeten imkân olmadığından, bir kulübede yapılan törenle, rahiple birteşip ibadetlerini sağlamaktaydılar. Başlangıçta yalnızca en soylu ailelerin kızlan ve oğlanlan, kendilerini tann hizmetine adayabiKrierdi. Tapınaktaki rahip ve rahibelerle cinsel birleşmede bulunmak suretiyle, insanlar tanrıya olan kurban borçlarını ödemekteydiler. Cinsel birleşme

307 '

insanların tanrıyla kaynaşmasının sembolü olup, en yüce dinsel tören­ lerden biri sayılmaktaydı. Cinsel birleşmelerin yüceltilmesi ve kutsallaştırılması, tapmak duvarlarının, cinsel birleşmenin akla gelen tüm pozisyonlarını yansıtan, resim, kabartma, heykellerle donatılmasına yol açmıştır. Asyoda çok sayıda bu tür tapınaklara Taşlanmıştır. Çfnde ve Japonya1 da cinsellikle ügüi benim-semeterde de benzerlik bulunmaktadır. Erotik (aşkla ilgili) sonatı içeren resim ve yapıtlarda gördüğümüze göre, o çağlarda toplumsal yönden yadırganmayan ve gru p seksi diye adlandırılan, ilişkilerden söz etmek mümkündür. Bu resimlerde dikkati çeken bir husus, çiftlerin elbiseli olarak gösterilmesidir. Bunun gerçek nedeni bilinmemekle beraber, bir ar (utanma), duygusunun varolduğu izlemini vermektedir. Ortadoğu ülkelerine bakacak olursak, örneğin İranda, M.Ö.IV. yüzyıldan bu yana, erkek, parası yettiği sürece, istediği kadar kadmla evlenebiliyordu. 641 yılında Islâmiyetin İrana girmesinden önce, kadınlar önemsenecek kadar bir serbesti içindeydiler. İslâmlık bu serbestliği yavaş yavaş yıkarak, kendi kural ve yasalarını uygu­ lamıştır. Bu yasaların temel, kadına güvensizde ilkesine dayanıyordu. Bilindiği gibi toplumda bazı benimsemeleri yıkıp yerine öte­ kilerini koymak bir süreye bağlıdır. Bu süre içinde de geçmişle ilgili belgelerin ortadan kaldırılma» ge­ rekir. Bu nedenlerle, eskiden kalan yapritar yok edilmiştir. •

Kadına güvensizlik ilkesi, kadımn' günlük yaşamını, top­ lumdaki yerini, sosyal değerini etkiler. Bu anlayışın getirdiği cariye­ lik ve çok kadınlık kurumu öylesine

308

Heri gitmiştir ki, haremlerinde, ” bin kodmiı" diye isimlendirUen hükümdarlar olmuştur. Ayrıca, binbir gece masallarındaki düşsel imajlar, doğunun yüzyvHardtf değişmez öyküsüdür. İran resim sanatının ele geçen bazı ör-nelderinde. erkeği (sultan), çoğu kez, kadınlardan oluşan bir tahtırevan veya deve üzerine oturmuş ve elinde, dikine doğrultulmuş bir hançer tutarken görüyoruz. Bu tablo bize çok kadınlı yaşamın fanatik özenti ve esprileriyle, aslında o toplumun kadın hakkındaki benimsemeleri hakkında bir fikir vermektedir. Bu benimseme kadım aşağılayıcı, küçük düşürücü niteliktedir ve kadın, (hep üstüne binilen) bir varlık olarak kabul edilmiştir. Thaf ta oturan (aslında bu, erkeğin kadınlar üstüne kurduğu tahtckr) adamın elindeki hançer ise, onun agresivtte (saldırganlığım) ve fallusu ifade et­ mektedir. Eski uygarlık kalıntıları arasında fallusu sembolize eden ve günümüzde de kullanılan bazı araç ve gereçler, bu kült ve kültür1 ün kökeni ve geçmişini kanıtlayan örnekler olmuşlardır.

* FaHus' a tapınma yüksek değeri olan bir olaydı. Kendilerinden önceki en ilkel insanlar, Cinsel ilişki ile soytarının devamı arasındaki ilişkiyi kuramamışlardı. Doğanın başka güçler tarafından hazırlandığını sa­ nıyorlardı. Bu olayın penisle ilişkisini kurdukları 2aman, fdlusun değeri daha da artarak, giderek ona tapma durumu ortaya çıkmıştır."

310

Osmankcoda, aslında silah, levazım, mühimmat ve bu kökten türeyen sflah veya kılıç çeken anlamına gelen bir söz­ cük var. Ancak bu sözcük günümüzde Anadolu foiklöründe, ozeMkle argo lisanında sıkça kulla­ nılmakta ve erkeklik or­ ganına takılan bir İsim otmaktackr.(Bkz. Hayat Bü­ yük Türk Sözlüğü, sayfa 1238) FaNüt1ün skahkı olan UişkMni belirtmek İçin aynntılanna girmek zo­ runda kakftğvmz bu ko­ nuda, ok süahrsn Icad edilmesinde de penis1in form ve fonksiyonunun rol oynadığına değinmek istiyoruz. Antik çağdan bu yana birçok sanat ürünlerinde. Uzakdoğunun öteki ülkelerinde, Hint tapınaklarındaki kabartmalarda, Pompoi yıkıntılarının duvarlarında, Yunan, Htttt, Roma, Bizans uygarlıklarında, sanatsal değeri olan ve müzeleri doldurmuş pek çok belge bulunmaktadr. Halen Türk -İslâm eserleri müzesinde, İran sanatı ile Hgili olarak özellikle homoseksüalHenin oldukça yaygın ve hoşgörü He karşılandığı knafmı veren, gayet açık çizlmiş resimler bulunmaktadır. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenen ve Htttt dönemine ait bir toprak vazo üstündeki resimden, cinsel birleşme pozisyonunda hayvanların taklit edildiği yargısını ediniyoruz. Aslında Afrika yerlileri Hıristiyanlığın yayılış tarihlerine kadar aynı şekli uygulamakta iken, din yayıcılarının ülkelerine gelmesiyle öğrendkieri

normal pozisyona, Mteyoner pozisyonu demişlerdir. İlk kısanlar doğa karşısında güçsüzdürler. Beklenmedik ve kolay kavrayamadıkları olaylardan korunmak için kendilerine sığınaklar anyortardt. Sığındıkları kavramlar ise genellikle doğa güçleriydi. Çağlar boyunca, ailelerden, budunlardan sonraki kuşaklara geçen bu kavramlar, üzerine oturtulan varsayımlarla birlikte, giderek büyüme göstermiştir.

311

Toplumsal benimsemeler bu kavramları, yenilmez (kadir-i mutlak) ve sonunda Tann yapmışlardır. Kişi oğlu inançlarım soyut kavramlarla somuttaştınrken, onları daha belirgin şekle sokmuş, bu arada yaratma gücünü de kullanarak, desen, form, çizgi râlief, heykel, minyatür gibi sanat ürünleriyle, Insankğa ışık tutmuştur. Böytece sanat, kişinin, İçinde OLUŞTUĞU TOPLUMUN AYNASI, olmuştu. Birbirinden uzak ve habersiz yaşayan toplumlann yarattıktan sanat ürünlerindeki benzerlik dikkate değer niteliktedirler. Sanat geçmiş İle günümüz arasında bir köprüdür. Bu yapıtlar ve ürünler geçmişi bize daha iyi öğretmekte, geleceği de aydınlatmaktadır. Doğaya karşı sığınakların başında şüphesiz tanniar gelir. İlk İnsanların varlıklarını sürdürebilmeleri, doğayla, hastalıklarla, vahşi hayvanlar ve diğer düşmanlarıyla savaşabilmeleri İçin çok olmaları gerekiyordu. Ne kadar çok olurlarsa o kadar güçlü oluyorlardı. Yani, bolluk çokluktan yanaydı. İşte böytece, İnsanlar çoğalmanın fallustan olduğunu öğrendikten sonra, bu organda büyülü bir güç olduğuna inandılar. Böylece faitus tanrısal bir sığınak bir mabut otdu. İlk insanlar kendilerini gizHyemiyortardı. Çünkü kendilerini oldukları gibi kabul etmekteydiler. Bedenlerinin her hangi bir bölümü için utanma duygulan yoktu. Bugün bHe Afrika ve Avustralya yerli kadınlan göğüslerini gizlemezler. Zevk aldıkları şeylere yöneliktirler. Yemek yemekten sonra ikinci zevkleri cinsel ilişkilerdi. Bu nedenle faltüsü aynk bir yere yükseltiyorlar, hastalık, ölüm ve korkutucu şeyler karşısında, kafalarında mutlak ve ölmez bir güç. kudret tasartıyarak, kendilerini korumak amacıyla, ona tapıyorlardı. Tapınaklarda fahişeliğin yaygın ve köklü bir geleneğe dayalı olduğu, Heredot tarafından da ifade edilmiştir. O1 nun yazdıkJanndon, Babil ve Efes' te. bu yüz kızartıcı davranışın bir alışkanlık haline geldiği ve hoşgörü ile karşılanmakta olduğunu öğreniyoruz. Nitekim her kadın yılda bir kez Afrodit tapınağına gidip, kendini her hangi bir erkeğe teslim ediyordu. Bunun yom sıra, tapınaklarda, diğer kirli işlerle birlikte, kadın ticareti de yapılmaktaydı. Efestpki Cetclııs kütüphanesi ile genel ev arasında bir tünel olduğu ve evli erkeklerin kütüphaneye gidiyorum diye evden çıkıp, bu tünelden geçerek, gizlice genel eve uğradıkları, fantezi türden söylentiler arasında bulurvmaktacbr(7)... Şekli şu veya bu olsun, faHüs‘ e tapınmanın yüksek bir inanış olduğu kesinlik kazanmıştır. Bu insanların kendilerinden önceki kuşakları doğumun

312

başka güçler tarafından hazırlandığını sonıyortardı. Ama zaman içinde, doğum otaymm nasıl gerçekleştiğini farkettikierinde. faMüs' ün değeri artmış ve kendisine tapınılacak kadar, önem kazanmıştır. Cinsel gücün, faHüste sembolize edilmesinde, kadınlar çok önemli rol oynamışlardır. Erkek kadar kadın da. yaratıcıya, yani erkeğin cinsel organına, kendinin mutluluk ve rahatının bir öğesi olarak bakıyordu. Kadın ancak onun aracılığı He yaşam ereğinin tüm nimet ve başarılarının en fazlasını elde ediyordu. Nastl kİ günümüzde kadın.çocuk sahibi olmak için Tanrrya dua ecfyorsa, o zaman da erkeğe tapıyordu. Yaratıcı erkek aracılığı ile erkeğe gelen şey de, yaratıcı k f. Kutsal kitapta " Tann ona geldi ve girdi ■ deyimi bunun için kutlanılmıştır. Clifford Howard ise "Meryem1 e İsa1 ya hamile olduğunu, bîr melek gelip kuiağma fısıldadı", diyor. Bu sanat ürünlerindeki biçim, dinamik öğe, uyum ve estetik öylesine güçlüdür ki, tanrılar yaratma çabası içinde olan insan, yaratma gücünü ortaya koyarak, kendi tanrılığım biçimlendirmiş ve ölümsüzleştirmiştir. Güney Amerikoda, tarihi binlerce yıl evveline dayanan Mochica uygarlığına art mezar kalıntılarından ele geçen fdlus kabartmalanmn bir benzeri. Yunan ve Romoda da yaygın olan faJlizm (penise tapma) döneminde, Priapos olarak görülüyor. Lapseki şehrinin büyük tanrısı d a n Priapos Yunan mitolojisinde bir hayli yer etmiş tanrısal bir varirtctır. Söylenceye göre. Afrodit Olimpos tanrıları araşma gelince, güzelliği lie herkesi büyülemiş, o kadar ki, Zeus bile ona aşık olup sevişmiş ve Afrodit Praposa hamile kalmış. Ancak kıskanç Hera, doğacak çocuğun babası güçlü ve anası gibi güzel dur da bütün diğer tanrıların hakkından gelir korkusuyla, Arioditin kamına kem göz koymuş ve çocuğun sakat doğmasını sağlamış. Priapos bu nedenle kocaman bir fallüsle dünyaya gelince, anası ondan utanmış ve oğlunu kırlara bırakarak terketmış. Priapos1 u çobanlar d ip büyütmüşler ve erkekliğine tapınılır olmuşlar. Priapos' un bir kır tanrısı duşunun nedeni buymuş... Pripos çoğalmanın, yeni doğan çocukların ve ailenin koruma tanrısıydı. Yamru yumru, çirkin bir adam dmasıno karşın, fallüsü kendisi kodar uzun, yukarı doğru krvnk durumuyla bereketi ve bitkilere erişilecek bir örnek darak dikilirdi. Ancak başka kaynaklar bu Lapsekili tanrıyı d r Mısır tanrısı (Bess) le ilgili tutar ve onun Osiris' in erkeklik organı olduğunu ileri sürerler. Asurtular1ın, Hindu ve Çinlilerin de buna benzer fallik tanrıları bulunuyordu. Dinsel törenlerde, hasat toplama şenliklerinde fallüs saygıdeğer yerini bulmuş ve halkın malı olmuştur. Sonuçta bu inanç çağlar boyu kuşaklara vetoplumlara yayılmıştır.

313

Helenistik çağdan kalma ve İbiği fallüs ve testislerden yapılmış olan kaplar, günümüzde kullandığımız çaydanlığın ibiğindeki fallusu andıran biçim, kültür kökeni ve geçişi göstermesi yönünden, dikkat çekicidir. Öte yandan fallüs biçiminin tapınak mimarisi ve mezarlıklara da girdiği görülüyor. Fethiye1deki Amindos' un mezon alınlığındaki çıkıntının faHus* ü simgeleyen özgün bir öğe olduğu sanılmaktadır. Eski Osmank mezar taşiannın erkeğe ait olanının dorik, kadınınkinin ise korentien baştık süslemesinden esinlendiğini ileri sürenleri duyuyoruz... Yemin ederken elleri apış arasına koymak, aslında penis üzerine koymaktır. Böytece yalan yere yemin edilirse bu en değerli organın zarar görmesinden korkulur!.. Verilen yemine sadık kalacağından şüphe edenlerin bir ayağını yerden kesmeleri batıl bir inanç olarak, günümüze dek gelmiştir... Değerli ve ne olduğu bilinmeyen şeylere olan saygı, daha çok korku duygusu bugün bile geçerliliğini koruyan bir olgudur. Tanrı nekodar büyükse o kadar güçlü anlamına gelir. Üstelik tanrılar ölümsüzdür de., o halde fallüs' te o kadar büyük ve güçlü ve ölümsüz olmalıdır. İnsanoğluna bukadar yararlı ve zevk veren bu nesnenin, tanrının anıtları yapılmalı, o, gündelik gereçler arasına girmeli, elin uzandığı her biçimde kendini, varlığını belli etmelkür. Aynca ölen insanın YENİDEN DİRİLİŞİ1nde de yanında bulunmalıydıI.. MÖzellikle Burdur Arkeoloji müzesinde daha net bir şekilde görülebileceği gibi, ANTİK nekropoilerden getirilen bu insan boyundaki masif fallüs anıttan, fallüs kültünün Fıikya ve Roma döneminde de süregeldiğinin bir kanıtı oluyor.4 (Yazarm notudur.fBkz rerim )

Tiyatroya, gölge oyununa da giren fcrtlü^ BurdurArkeolojiMüze.i ülkemizde en geçerli oyun olan Karagöz1 de görmekteyiz. Burada fallüs abartılmış bir biçimde İşlenmiştir. Aslında Karagöz1ün elinde ve her vesile ile Hacivat1ın kafasına vurduğu sopanın aslında bir fallüs' ü simgelediğini vurgulamak istiyoruz. Bugün bile Batı Afrikada törenlerini sürdürmektedirler.

birçok

314

gizli

demek, fallüs' e

tapınma

Psikoanattttk ekolün görüşlerine göre fare, balık ve yılan gibi yaratıklar erkekliği, faHüs' ü sembolize ederler. Bu görüşe etken olan olgu, bu hay­ vanların dış görünüşleri olduğu gibi kendi açıklamasında değinildiği gibi, farenin bazı özettikleridir. Genellikle tüm kadnlann ortak yönlerinden biri de olan fare korkusu* dur. Bu korku dünyanın hemen heryerinde kottekttf bir nitelik taşır Fareden daha zarait, daha iğrenç hayvanlara karşı aynı korku gösterilmez. Ve fareden erkekler değil de, nedense kadınlar korkar ? Ancak onlar bunu, " korku değil de, iğrenme gibi birşey ", dtye ta­ nımlamaya çalışırlar... Yılanın kutsallığı He faHüs1ün kutsallığı, aym kökenden gelen, özdeş Ha kavramdır. FaHüs, bilinci yarattığı kutsallık kazanmış ve giderek tanrılaşmış bir kavram, yılan ise, bilinçaltının yarattığı, dokjyısıyie bilince kendi tanrısını yıkm sembolü ile kabul ettirdiği, kavram olmuştu. Aslında her ikisinin de amacı aynıdır. Sonuç olarak, kişilerin bilinç altında birçok olayın, eşyanın, figürün sembolleri bulunu. Rüyalar genettüde bu semboller üzerine kurulu. Rüyalar kişinim bilinçattındaki istek, korku, özlem ve yaşam biçimini anlatır. Bilinç

attı, bilincin baskısına, semboller kutlanarak, boşalma yollan arar, bulur...

EKMEK Ekmek temel gıda mad­ desinin sembolü olmuştu. An­ cak insan, sadece ekmek yi­ yerek yaşamını sürdüremiyeceğinden, bunun yanında bazı manevi gıdalara da gereksinim duymaktadır. Bu bakımdan Hı­ ristiyan felsefesi, ona bu gıdayı soğlıyocak olanın İsa olduğunu savunuyor ve ekmeği İsa1 mn işaretlerinden biri olarak kabul ediyor. Clöment cf Alexandrie, III. Yüzyıl Atinalı ünlü bir yazar," Adaletin aç bıraktığı insanlara ekmek dağıtıp onları besleyenler ne mutlu kişilerdir" diyor. Yahudi topiumunun kutladığı" hamursuz - mayasız - ekmek "

315

bayramı, geniş anlamda onksnn toplum haline gelmek için tarih boyu çektikleri çilenin anlarım tazeliyor ve ruh temizliğine hazır oknanm anlamını içeriryor. Bu inanç doğrultusunda Jocob' un taştan inşa ettiği Tann evi (Beifh - el), ekmeğin evi. daha sonra bugünkü (Beith - lehem) adım almıştır. Yani taştan olan ev ekmeğe dönüşmüştür. Taşla ekmek arasındaki ilişkiyi yorumsal yaklaşımlarla dile getiren bir hayli örnek var: Bunkmn Uk akla geleni şeytanın İsa1 ya peygamberliğini kanıtlaması için yaptığı denemelerden biridir. Burada şeytan, İsa1 dan, taşı ekmeğe dönüştürmesini istemiştir. Bilindiğ üzere, İsa1mn ilk mucizelerinden biri, ekm eğin çoğaltılması1 dır. Kariye müzesinde de görülebileceği gibi, bu olay astında iki kez tekrarlanmış bulunuyor. Ancak her ikisinde de iki veya beş bahk vardı. Bu bakımdan balık1 ta ekmeğin yanında bir temel gıda maddesi oluyor. Aynca insanın balık tutup açlığım gidermesi için bir para ödemesine gerek yok-tur. Balık ekmeğin en az para ödeyerek, geçici olsa da, karm doyurmaya yeter bir yiyecek olduğu, bugün de gözlerimizin önünde. Ancak biz bu benzetişi yaparken lüks restoranlardaki balık fiyatlarım değil, iskele kenarlarında satılan balık - ekmek m önüsü' nden söz etmek istiyoruz (I). (Eminönü iskelesi) Ancak sözün konusu biraz da balık olduğuna göre, Yunan-Roma çağı Ege bölgesinde bakğm bir fakir-fukara yiyeceği olduğunu, zenginlerin ise daha çok et yedHrierini hatırlatmak istiyeceğz... Hıristiyanlıkta ekmek bir komün aracıdır ; İsa* nm bedenini simgeler, aktif ve maddeseldir. Şarap ise İsa* mn kanıdır ve daha çok düşüncel ve manevi olan yaşamla ilgilidir'. Ekmekte küçük, şarapta ise, buna oranla daha büyük ve anlamlı sırtar saklıdır. Genel bir değerlendirme veya ayrım yapmak gerekirse, sayısal kavram larda biraz m a d d e , ntteUkle ilgili olanlarda ise d a h a çok ruh ve m aneviyatta ilgili gelişmeler sezinlenir. Bu düşüncemizin ışığı altında, İsa1 mn ekmeği çoğaltma mucizesinde KANTTTATİF (sayısal), suyu şaraba çevirme mucizesinde (Cana düğünü) ise daha çok KALITAT1F (nitelik) bir anlamın dile getirilmek istendiğini görüyoruz. Kariye müzesinde açıkça görüldüğü gibi, mozaistin söz konusu bu iki mucizeyi, hemen girişte ve karşı karşıya yerleştirmesi bir raslantı sonucu olmamalıdır.,.Kanımız odur ki, İsa1 mn gerçekleştirdiği müteakip mucizelerin tümü, onun bu iki yetenek bazına oturmaktadırlar. Zira İsa, diğer mucizelerinde, y a bir m addenin sayısını arttırmış (balık avı mucizesi) y a d a o şeyin şeklini veya niteliğini değiştirmeye muktedir olmuştur. Örneğin, çeşitli türden (felçli, cüzzamlı, kan kaybı...) hastaların iyileştirilmesi, körlerin tedavisi, hatta ölülerin diriltilmesi şeklindeki

316

girişimlerin ortaya çıkardığı gerçek, o canlı yaratığın olumlu yönde bir nitelik değişikliğine uğraması değil midir?.. Ekmeğin İsiâmda ayncalı bir yeri bulunuyor. Önce, ekmek NİMET tir. Nimet, iyilik, ihsan ve yaşamak için gerekli dan, refah, mutluluk, servet gibi şeylere denilir. Tanrının nimeti d a n yiyecek ve içeceklerin başında gelen ise ekmek dmuştur. Bu bakımdan ekmeğe büyük saygı gösterilir. Eskiden anne ve babaların çocuklarına aşılamak istedikleri İyi alışkanlıkların başında da, ekmeği ziyan etmemeleri, üstüne basmamaları, yerde bulduklarında hemen kaidmp üç kere başına koyarak, güvenli bir yere, tercihan bir cami duvanmn dibine koymaları, hatta elinde, üzerinde ekmek varken, tuvalete girmemeleri gibi öğütler bulunmaktaydı. Ekmekle Hgili bazı deyimlerimiz v a r: Ekmek parası, ekmek kavgası, ekmekten etmek, ekmeğini taştan çıkarmak vb... Tüm bu ve benzeri deyimlerden çıkarılan sonuç, ekmeğin başlıca gıda, sofrada mutlaka bulunması gereken bir madde olduğudur. Ancak konunun ilginç bulduğumuz yönü, ekmeğin neden demirden veya başka bir şeyden değil de (taştan çıkarmak) deyiminin kuUamlmtş oimasıckr. Acaba burada da gene taş- ekmek üşkisinden mi söz etmemiz gerekecek?..

ŞARAP Öncelikle salkımın kanıdır, sonra İsa1 mn kanma dönüşmüştür. Mitolojilerde şarap bir ölümsüzlük içkisiydi. Eski mezar yapıtlarının üzerinde süs öğesi olarak, üzüm salkımları görürüz. Şarabın kanla bağlantısı olması hiç şüphe yok ki onun renginden ve bitki özü olmasından, kaynaklanıyor. Şarap ayrıca içen kişiye verdiği mistik serhoşluk aracılığı İle bazı gizti akideleri tanıtan ve ona o akidenin tutulması gereken yol ve yöntemini gösteren bir tür ilaç olarakta düşünülmüştür. İsiâmda maddi şarap günahtır. Ancak mistik anlamdaki bir şaraptan söz edilir. Kevser, cennette bulunan bir çeşmedir. Buradan akan şaraba Hz. Ali1nin şakilik yapacağı ileri sürülür. Kan ve şarap, her ikisi de bedende ilâhi düşünceyi yönlendirip, yönetmektedir. EKMEK ise bedendir, vücuttur Hıristiyan geleneklerinde... Antikitede de şarap bir tann içkisi olmuştur. Bu insanlar libasyon adı verilen törenlerde tannlanna İçki olarak, şarap sunmaktaydılar.

317

KAŞIK Anadolu insanının elinden duşme-yen bir yemek ve müzik enstrümanıoknuştur. Eskiden tartma elverişli olmayan, ormanı bol bölgelerin balkı, yaşamlarını kayık imâl edip bunları diğer mallarla takas ederek, sürdür­ mekteydiler. Daha çok Akseki ve Antalya detaylarının yöresel bir endüstrisi haline gelmiş olan kaşık, ulaşım kolaylığı nedeniyle Konya1ya götürülüp burada pazariandığından, kaşığın turistik nitelikte olan imâlatı daha çok bu şehrimizde gelişme göstermiş bulunuyor. Topkap hazine dairesinde sergilenen ve Kaşıkçı Elması adı ile tanınan bumücevherle ilgili söytentHere göre, bunu bulan fakir bir kimsenin bir çift kaşık uğruna, bu denli değerli bir taşı takas etmeyi kabul etmesi, kaşığın da önemli bir eşya gibi sayıldığı dönemin güzel bir örneğidir.

AŞURE İslâm mitolojisinde Nuh Peygamberin tutan süresince gemisine aktığı insan ve hayvanlar için, çeşitli erzak artıklarından oluşturularak yapmış olduğu tatlı bir aştır. Efsaneye göre, tufanın sonuna doğru azalan erzak bir araya getirilmiş ve aşüre adı verilen bir yiyecek yapılmıştır. Başlıca maddesi buğday olup, içine üzüm, nohut, incir, pirinç, fasulye...konuluyor.

AY ÇÖREĞİ Birçok Avrupa ülkesinde özellikle sabah kahvaltılarında yenilen ve ay şeklinde olan bu . çöreğin Osmanhicınn Viyana kuşatması sırasında taşıdıklan hllâlli bayraklardan esinlenerek biçimlendi riküği sanriıyor.

3 18

ÇAY BARDAĞI Çoğu zaman, özellikle yabancı turistlerin ilgisini çeken olaylardan biri de her gün kullandığımız cam çay bardaklarımızın biçimidir (I) Bu konu için şöyle bir yoaım getirmek mümkün. Ya geniş basenli olarak canlandırılan Ana tanrıça Kibele figürlerinden, veya bir devre adını vermiş olan lâle1den esinlenilmiştir. Ancak, her İki halde de, bardağın ortasının hafifçe oyuk imâl edilmesi tutmayı kolaylaştırmaktadır. Bardağın özettikle şeffaf bir m adde olan camdan yapılmasının ise, renk zevki ve dem' in yoğunluğunu görebilmekle llgtti olacağı görüşündeyiz. Batılıiar ise çay* ı daha çok fincanla içmektedirler. Bu ve benzeri konularda bizi araştırmaya yönelten nedenler, çoğu kez, yabancıların yackrgadıklan görüntüler oluyor, nedense?...

FLÜT - NEY Farsça ney, kamış demektir. BahMartn flüt adım verdikleri bu müzik aracı kamıştan yapttmaktad*. Ney* in verdiği sette bir tür mistik (gizemsel) ve semavi bk havanm varlığı sezinlenir. Bunun meleklerin sesi olduğu Heri sürülür. Ney çalmak. İlâhi kaynağfftdan aynkmış olan ruh1un tekrar oraya dönmesini, nefes yoluyla çekerek dilemek, yaivanp yakarmak için yaptır. Bu bakımdan, sanki ağlar gibi bk hava hissedilir, ney1 in verdiği bu seste... Mevtâna tekkelerinin başlıca müzik araçlarından biri olan ney için, Mevtâna Celğiettini Rûmi,1 Biz ney1 iz, müzik SENDEN g e liyo r!" demiştir. Sema ayinleri bu müziğin eşliğinde yapılıyordu. Sema sözcüğü aym zamanda (gök) anlamına da gelmektedir. Bu bakımdan Meviâna, sema yapanların gerçek Tanrı aşkım bulduklarını ve bu sayede göklere yükselerek, Tanrıyla kucaklaştıklarım, İfade eder... N e/ le ilgili bir söylence v a r: Hz. Muhammet damadı olan Hz. Al? ye, Tanrıdan kendisine vahiy yoluyla erişen emirleri, bir sır olarak saklaması koşuluyla, aktardı. Ancak Hz. Ali, kendine hakim olamıyor ve içini dökmek için şiddetli arzu duyuyordu. Ama bir taraftan verilmiş sözü de

319

vardı. Bunun için çareyi, bir kör kuyuıun başına giderek, içini ona dökmekte buidu. Bu arada salyasından bir nebze kuyunun dibine düşmüştü. Zamanla oradan bir kamış bitti. Bir çoban o kamışı a k * ; üzerine delikler açarak, koyuntarına dinletmek için ney* i yaptı...Sonuçta ney, semavi sırlan, müzik yoluyla, şarkı haline getiren alet oldu. Mitolojide mağara, çoban ve ormanların tannsı olarak bilinen ve yarı insan yan keçi kılıklı Pan hep, elinde flütünü çalarken, canlandınimıştır.

LİR - HARP (ARP) Mitolojide, tannlann habercisi olarak görev yapan Hermes veya sanat perilerinden POLYMNİE tarafından icat edildiği, yazılıdır. Bilindiği gibi, bu perilerin sayısı dokuzdur. Bundan sonra LİR ÖRFE ve APOLLON1 un bir müzik aleti olmuştur. Lir* in Hı­ ristiyan ikonografisinde, Tanrının birliğine da vet edici bir yeri olmakla beraber, kozmik uyum1 un da bir simgesi şeklinde kabul edildiğini görüyoruz. İsa1 mn üzerinde oturduğu taht bu İnanış doğ­ rultusunda, bir harp şeklinde gösterilmiştir. Ur/harp' in vaşak barsoğtndan yapılmış olan tel sayısı, Hk yapıldığı zaman bilinen yedi gezegenin titreşimlerini dile getirdiği varsayılarak, yedi olarak saptanmışken, daha sonra bu sayı 12 ye çıkarılmış ve bu kez burçlar alemi (zodıak) la ilişki kurulmuştur.

ŞARKI Şarkı, yaratıcı gücü yaratıcısına birleştiren sözün sembolüdür. Şarkılar İnsanoğlunun bağımlı bir yaratık olduğunu hissettiği/ kabul ettiği sürece, bu bilincin duygularını neşe, hayranlık ya da yalvana bir eda ile belirtmeye çalışırlar. Şarkı aynı zamanda yaratılan nefesinin yaratıcı nefese verdiği bir cevap olmaktadır.

320

Müzikte karşılaştırıldığında. şarki daha eski bir geçmişe sahiptir. Müzik kutsal olmasına rağmen, sadece bir tekniktir. Vaktiyle arpistter (arp çalanlar) sıradan insanlar kategorisine sahip iken, şairler ruhani sınıf mensuplan arasında yer atmaktaydılar. Halk şarkıları genellikle müzik dışı etkinliklere, örneğin dinsel törenlere, ya da bir çalışma sürecine eşlik ederler. Bazılarında aşıklar sevgililerine olan duygularını dile getirir, bazılarında ise bir öykü anlatırlar..

KUDÜM (DÜMBELEK) Gövdesi dövme bakırdan olup, ısı değişiklerinden az etkilenmesi için, deve derisinden kaplanmıştır. Kudüm' ün çıkardığı ses adeta ayak sesini andırdığından, velvele a d verilen, zaman zaman darbelerin sıklaşması, kulakta bir tür koşar adım algısı yaratır. Kudüm, şair Homer' in İlâhilerinde odı geçen bir müzik aletidir. Kibele de bu aletin sesini çok sevmekteydi diyor mitoloji... Mevlevi ayinlerinde kullanıldığtnı bildiğimiz kudüm, kudüm zen odı verilen müzisyenler tarafından, zah ne denilen, gül ağacından yapılma bir sopa ile çalınmaktadır. Sesi ağırbaşlı, derin ve esrarlı bir ortam yaratır. Mitolojide, Dionızos şenlikleri, doğu kökenli olan bu kudüm' ün yarattığı hafif bir dans melodisi içinde yapılır. Yıldızların da onun ritmiyle aralarında dcr.3 ettikleri söylenir...

TROMPET Kozmik ve tarihi otaylan ve günün belirli etaplarını duyurmak için kullanılmaktaydı. İkonografik tablolarda, genellikle melekleri, ellerinde trompet tutarken görüyoruz (vaftiz ve son mahkeme). Melekler bu trompetlerle önemli olaylan heryere duyurur ve yerle göğü bir kutlama töreninden haberdar ederler..

321

BASTON - ASA Yaklaşım şekline göre, sembolik açıklamaları da farklı oluyor. Baston öncelikle, üzerine dayanılarak yürünen bir araç olarak bilinir. Uzun bir yolu aşmak zorunda olanlar, kutsal yerlerin yolların üzerinde yürüyen hacılar ellerinde, çoğu kez, bir baston tutarlar. Ancak çoban' ın sürekli elinde taşıdığı değnek aslında onun yürümesini kolaylaştırmak değil, koyunlannı gütmek içindir. Vaktiyle buna dünyanın ekseni denilmekteydi. Çin Tooist din liderleri ellerinde kırmfzı bir baston taşımaktaydılar. Bu bastonlann üzerinde, sayılan yedi veya dokuz olduğu varsayılan gökkattarmı simgeleyen, düğümler bulunmakta ve bir gün kendilerinin, bir turna kuşunun gagasıyla tutacağı bu bastonun üzerine binerek, göğe yükseleceklerine inanmaktaydılar... Daha çok Uzakdoğu ülkelerine özgü bu batıl inancın sembolik açıdan değerlendirilmesi, değnek sopa veya bunların daha gelişmişi olup, baston adıyla tanınan şeyın^soyut Dır binek a ra cı olarak kurgulandığı sonucunu vermekte Taoizm akidesinden Ortaçoğın büyücü kadın öykülerine kadar uzanan bu imajı, bir süpürge sopasını at gibi kullanarak, sarp bir tepe üzerine kurulu şatoya uçarak ulaşan codı kodın veya İyi peri ile kötü ece - kraliçe - nin konu edildiği, çocuk masallarında görüyor ve okuyoruz... (Bfcz. Süpürge) s

Öte yandan bastonun işlevi üzerinde ortaya atılan diğer gö­ rüş!er arasında onun, ilk anda baş­ vurulan ilkel bir savunma veya Litüıis(Çob*n sopası^ saldın aracı olduğu, (körlerin deudhalya fY. tanrı Şaı ruma' nın dektör örneği beyaz bastonu) gibi, koruyuculuğuna sığınm ıştır. Elinde bir bir kimsenin kendisine yol açması çoban sopası tutuyor. Melek Cebrail' de elinde bir sopa tutuyor (İstAymsofya) veya bir diğerini - dürtüp, gidilmesi gereken yön ve yola çevirmek süratiyle YÖNELTME amaçlarıyla da kullanılması, bu-lunuyor. İşte çobanların ellerindeki sopa ile aslında yapmak istedikleri de budur.

322

Dört İncil yazarının beige-ledikieri kutsal kitapta, İsa' ntn ne anne ne de babasıyla ilgili fazla bir bilgi yoldur. Onlar hakktndaki bilgileri (ipokrit -iki yüzlü) İncil yazarlarının ifadeleri veya söylencelerden esinlenerek canlandırılmış olan ikonlardan ediniyoruz. Zaten bu nedenle, yani İncildeki bu boşlukları kapatmak içindir ki, gerek Kariye gerekse diğer kiliseler, bu tür olayları da görüntüleyen

sahnelerle dekore edilmişlerdir. Olayın konumuzla ilgisi olan yönünü bu şekilde hatırlattıktan sonra, Meryem' in nişanlanmasını betimliyen tabloya göz atıyoruz : Kariye' de daha belirgin olduğu üzere, Zekerriya peygamber (büyük rahip, Zakkari). Meryem'in müstakbel kocasını belirlemek için gönüllü adaylara vermiş olduğu sopalardan Jozef inki, mucizevi olarak yeşillenip yapraklanıyor. Bir elini de Meryem1in başına koymuştur. (Enerji transferi) Olayın ayrıntılarına girmeden, sadece bu seçim işleminde de gene bir sopa1nın söz konusu olduğuna dikkati çekmek isteyeceğiz. Baston adı altında genelleştirdiğimiz şeyler ateşle de özdeştirilmektedir. Çünkü ateş, ilk olarak, Hci sopanın birbirine sürtülmesiyle keşfedilmişti. Diğer yönden, Mhavan eli ” gibi o da bir fallüs olarak rP K j niteleniyor. Freucf e göre, tatmin olmamış şehevi arzular için acı veren bir vasıtadır. Bu ifadeye dayanarak, " D ayak cennetten çıkmıştır l ■ özdeyişindeki gizlenmiş mesajın yorumunu okuyucularımıza bırakıyorum... Asa adı verilen, daha kısa am aca göre özel olarak imâl ve biçimlendirilmiş bastonlar (sceptre) a gelince ; bunlar bir otorite, diğer bir deyişle hükümdarlık, kumandanlık ve bilim yayan insanlara özgü olduğu kadar, toplumsal hierarşinin de evresel sembolüdür. Nitekim, Fransa krallarının ölümlerinde yapılan törenlerde büyük rahlb' in, o kralın asa1 sini dizlerinde kırarak, üç kez " Kral öldü ve hemen ardından, yaşasın kral I" diye bağırdığı bilinmektedir... Asa, onu taşıyan kolun fiziki boyunu uzatır, yani yetkilerini arttırır. Asanın kırılması, iktidardan vaz-geçmek

323

boyutta

ve

anlamına getir. Hakimlere, generallere özgü bir oto#© olduğu gibi eski Yunanda yalnız yüksek öğretim görevlilerinin taşımaya hak kazandıkları, bir liyakat İşareti olmuştur. Nitekim, Homef* in metinlerini açıklamakla görevli olan profesörler, İllada* yi anlatırken, kahramanlık rengi sayılan kırmızı bir asa, Odisse1 yi analatırken ise, UHisse' nin seyahatlerini simgeleyen san renkli bir asa kullanmaktaydılar. Genellikle melekler, ellerinde bir asa taşır şekilde cantandınlmtşiardır. Baş melek Gabriel (Cebrail)’ i de daima elinde krikeion adı verilen ve yalvaranların bir atribüsü olan, sihirli sopasıyla görmekteyiz. Aslında dünyanın ekseni veya hayat ağacının simgelerinden biri olan sopa- yılan birleşimi, bir tıp amblemi olarak, Eskülap ve Hıjien1in heykellerinde de bulunmaktadır. Abel ve Hitit krallarının çoban sopalarından daha önce söz etmiş bulunuyoruz. Son olarak, değineceğimiz olgu, Musa peygamberin sihirli değneği olacak : Hz. Musa, İslâm dininin kabul ettiği 24 peygamber arasında, Hz. İbrahim' den sonra gelen bir peygamberdir. Adı (sudan doğma) anlamına gelen Musa, Tevrat* a göre, firavun' un askerleri tarafından kovalınırken, elindeki aso ile Kızıl Deniz1 i ikiye ayırmış ve açılan yoldan kavmiyie birlikte sapasağlam geçmiştir. Kutsal kitap aynca, Musa* mn, elindeki sihirli sopasıyla, bir kayadan su çıkardığını da yazıyor...

KADÜSE

Tanrı Merkür, koç horoz ve kadüse ile (1616)

Üzerine iki yılanın sanlı olduğu, iki kanatlı zeytin veya defne dalın­ dan oluşturulmuş bir kom­ pozisyondur. Genelde tan­ rıların habercisi ve bir ticaret tannsı olan Hermes (Merkür) in atrubülerinden biri olup, barış ve ticaretle ilgili bir

324

Bereket boynuzlu Kadüse(1675)

anlamı İfade etmektedir. Yılan sakınma, hHe ve kurnazlığı, kanatlar ise aktivtteyi simgelemek-tedirier. Biri sağa, diğeri sola dönük olmakla, kötü ve İyilikçi olarak (Pslkomattk dengeyi) soğlamakla beraber bir barış göstergesi de ol-maktadıriar. Dal (baget), dünyanın eksenidir. Söy-ienceye göre Kermes yolda iki yılanı dö-ğüşürken görmüş ve bu sopa He onlan ikiye ayırmıştır. Bu kabartma figürü, Efes Kürefter cod-desindeki Kermes heykelinde görüryoruz. Semboller Ansiklopedisinde Kadüse He ilgili şu açıklamalar bulunuyor: Merkür (Hermes)' ün bastonu. Gerekçe KARYKEİO, ya da KERİKEİON olarak adlanıyor. Kadüse tannkannın mesaj taşıyıcm, yani habercisi olarak sembolleştiriyor. Çoğu kez tepesinde bir çift kanat takılı olarak gösterilen bir figürün sopasına takılı olup rüzgarda dalgalanan İki kurdeia daha son-ra, başları simetrik olarak sağa ve sola dönük, İki yılana dönüştürülmüştür. Bazı sembolizm araştırmacıları psikanalitik bir yaklaşımla, Merkür1ün bir fallüs,(erkek cinsel organı) olduğunu ve iki yılanında gelip bunun üzerinde çiftleştiklerini ifade ettiğini ileri sürmüşlerdir. Nitekim bu konuda zoologların bazı sürüngenlerde, örneğin kobra yıkanlarında böytesine, çiftleşme anında danseder gibi dikildiklerini gözlemlediklerine dair bilgiler bulunuyor. Mısır1da tanrıça İris1te, güneşin doğuşunu haber verdiğinden, ŞAFAK TANRIÇASI olarak adlandırılmıştı. Merkür, ya da Grekçe Hermes, Zeus' ün Maka ile evlilik dışı (I) bir­ leşmesinden doğan çocuklarından bîridir. Modem sembolizmde Kadüse, tüm ticaret ve ulaştırma ite ilgili faaliyetlere bağlanıyor. Simyacılıkta, iki yılan kükürt ve cıva, .gibi başlıca eiemanter cevherleri simgeliyor ve DENGE göstergesi olarak yorum­ lanıyor. Merkür (Hermes) bir gün, birbiriyte salaşan iki yılan görür. Onlan, sopasıyla vurarak ayırır. Yılanlar aynlınca. tek bir yaratık haline dönüşürler ki, bu aniatıkan sopa, bilinen FALAKA DEĞNEĞİ yerine geçmektedir. Falakanın ise kimi kez başvurulan bir araç olduğunu hepimiz duymuşuzdur

I (?) Öte yandan Kadüse, evrensel organizasyonun bir sembolü, dünyanın eksenidir. Bu eksen etrafında, dişi, erkek, gece, gündüz...gibi, birbirieriyte

325

tezat oluşturan. rakip öğeler sanlı bulunuyorlar ve yaradılış ve yaşamın DENGE İÇİNDEKİ sürekliliğini sağlıyorlar.

YAZI - ALFABE Dünyada her hayvan kendi cinsinden olanla, gene kendine özgü bir yöntemle haberleşir. Bu davranış hiç şüphe yok ki, insanlarda olduğu gibi, onların da yaşamların birlikte sürdürebilme gereksiniminden kay­ naklanıyor... Bülbül şakırdar, an vızlar, kurt, köpek havlar, ulur.. Diğer hayvanlar da kendilerine özgü sesler çıkararak, birşeyter anlatmak isterler. Eski çağ insanlarının da önceleri birbirteriyle, hayvanların bu davrantşlanndan algıianıp etkilenerek, homurtu şeklinde sesler çıkarıp birbırleriyle konuştukları sanılıyor... Zaman içinde insan, bir iletişim aracı olarak kullandığı bu seslerin karşılığı olan lafların uçup unutulduğunu farkedince, anlan herhangi bir nesne üzerine, herkesin aynı anlam çıkaracağı şekil ve resimlerle biçimlendirerek kaydetmeye başladı. Ancak bu olayın, yani yazı yazma1 mn, OKUMAK1 tan sonra ortaya çıkıp geliştiğini kabul etmek gerekiyor. Şöyle ki, insan daha Hk çağlarda yardı bir ren geyiğinin peşine düştüğünde, onun kan izlerini veya kar üzerinde bıraktığı ayak izlerini takip ederek, bunları belleğinde saklayabildiği oranda avına ulaşabileceğine inanmıştı. Sonuçta iz bırakma kavramı onda da, kendi İlkel yöntemlerine uygun bazı şekiller icat etme biçiminde gelişti ve YAZI fikrinin doğmasına neden oldu, deniliyor. Şayet bu adamdaki bir değerlendirme doğru ise, ilk kitabın KAR SAYFALARI' ndan oluştuğu ve yazmın da bu sayfalar üzerine yazıldığım kabul etmek yanlış olmayacaktır I.. Zaman içinde İlk insan (homurdanma haberleşmesi) ne son vererek, çıkardığı sesleri değişmeyen elemanlara ayırdı ve böytece KELİME adı verilen olguyu yarattı. Ancak bu işi yaparken, her kelimenin tıpkı bir çakmak taşının en küçük parçasının bile nasıl işe yarodığnı çok iyi bildiğinden, bu küçük sözcüklerin de aynı şekilde tertipli ve biçimli olmasına özen gösterdi. Daha sonra yazı, derece derece sistemleşerek, eşyadan yazı, fikir veya resimden yazı, cümle anlatan yazı, ve HECE aşamalarından geçerek, ileride değineceğimiz HARF YAZISI, yani ALFABE denilen olgunlaşmış bir şekle giriyor. Nitekim Vottaire 11 Yazı sözün resmidir "diyor...

326

Değişik uygorMcnn icat ettikleri harflerin şekli araşhrmacılar için en Hginç bir kıyaslama ortamı yaratmış ve belli başlı bir uzmanlık dalı batine gelmiştir. Amacımız yazı' nm tarihi, gelişimi, türleri..vb. üzerinde ayrıntılara inmek olmadığından, bu konuda sembolik birkaç yaklaşım ve yorum yapmakla yetineceğiz : Örneğin, eski alfabelerin çoğunda birinci harf olan (A,a) bir boğa başına, (B.b) bir eve,(H,h) dua eden lnsana,(M,m) suya, (N.n) yılana, fT.t) haç' a...benzetilmeye çalışılmış veya bu olgulardan esinlenerek biçimlendirilmişlerdir. Arap alfabesindeki 28 harfin ise, insanın başındaki yedi çizginin dörtle çarpımından oluştuğu ileri sürülüyor. Birer çizgi gibi kabul edilen bu yüz parçaları, 2 kaş, 4 kirpik ve saç olmak üzere, (7) sayısını vermektedir... ALFABE, bir dilin seslerini gösteren harflerin, kararlaşmış bir sıraya göre dizilmiş, topluluğudur. Yunanca birinci ve ikinci harflerin okunuşu olan ALFA ve BETA' dan alınmıştır. Alfabenin temelini oluşturan yazı He ses arasındaki bağntı doğal değil yapm a olup, uzun bir evrimin sonucudur. Bu balomdan ALFABE, yazı sistemi gelişiminin son safhasını temsil eder. Arkeolojik kazılarda elde edilen duvar yazılan, kitabeler, lahit yazılan, alfabenin en ilkel haliyle M.Ö 2000 yıllarında kullanılmaya başlandığını gösteriyor. Fenike kökeninden çıkan Yunan ve Latin yazısı ise M.Ö 700 yıllanna tarihleniyor...

NOKTALAMA VE NOKTALAMA İŞARETLERİ (İMLERİ) Edebi türden bir sanat olarak nitelenen NOKTALAMA (Ponctuation), bilindiği Ü2ere, yazıda anlamın kolayca kavranması, ona açıklık getirilmesi, yanlış anlamcrtarr önlenmesi, okuyuşun düzenlenmesi...İçin cümlenin çe­ şit! öğelerinin birbirinden ayrılmasına deniliyor. NOKTALAM A İŞARETLERİ ise, imlâ kurallarına uyularak, noktalamada kullanılan ve her biri başka bir görev yüklenen değişik şekillenmelerdir. Tarihi yazı kadar eskilere inmeyen, ancak yazı dilinde zaman içinde değişmeler göstererek, bugün bütün dünyada benimsenmiş olan

327

noktalama işaretlerinin biçimlenmesine etken olan sebepler konusunda yazılı bir belge ve müsbet bir açıklama buksmadfc. Madem ki, yazı düşüncenin sembolle şekillenmesinden doğmuştur; o halde noktalama da yazı İçinde bir şekillenme, imlâ kuraüanna uyularak, MANANIN ŞEKİLLENMESİ, yani iç hayatın sembollerle ifadesinden başka bir şey değildir, diyoruz. Hemen ardın da, bu anlam ve düşüncelerin gerek so­ mut, biçimsel, gerekse soyut ve fonksiyonel anlamda BİR DİL olan KALEM yardımıyla, GÖRÜNTÜYE VERİLMESİ olduğunu, ekliyoruz... Bu görüntü bir takım çizgi ve İşaretler olduğuna göre, duygu ve düşüncenin dili de bir yerde SEMBOLLER oluyor... Yasalar, kurallar sadece kağıt üzerinde kalmamalıydı. Bunun için onlar, taşlara ve sütunlara oyularak yaratılmak istenmiştir.(Efes Pritane ve Kuretter caddesi) Bilimsel bir araştırma sonucu olduğunu veya yüzde yüz bu budur..gibi bir yorg^ı ileri sürmediğimizi özellikle belirterek, bu işaretlerden birkaçının anlamlarını, sembolizmle uğraşmanın yarattığı alışkanlıkla (I) ve " olsa olsa metoduna- sığınarak, değerlendirmeye, bu anlatımları G Ö ­ RÜNTÜYE VERMEYE çalıştık: NOKTA : (.) Önünde az durulması zorunlu bir kapı; sonu, bitimi belirten durak... VİRGÜL : (,) Önünde az durulacak bir kapı, veya yan açık bir kapı kanadıdır. Nitekim mimari çizimlerde de bir konutun bölmelerindeki kapılar benzeri biçimde çizilerek gösteriliyor... SORU İŞARETİ : ^ Genelde soru bildiren cümle ya da sözcükten sonra konulursa da, aşağıda değineleceği gibi, bu soru1da başka mesajlar da verilmek istenir. Soru işaretinin bu şekilde biçimlendirilmesinde şu olguların etkisi olduğu ka­ nısındayız : Bir spiral veya labirent (içinden çıkılması zor bir yer), tamamlanması eksik kalmış bir şekil, bir askı ve nihayet bir KULAK...

O

Soru işaretinin bir kulağı simgelediği akla daha yakın görülüyor. Çünkü kulak vazifesini bir aracıyla yapmaktadır. Göz ise bunu tek başına ve doğrudan doğruya gerçekleştiriyor. Bu durumda kulak, göze oranla,

ikinci planda katmaktachr. Sonuçta " Kulağının duyduğunu değil, gözünün gördüğüne inan! ” ata sözünde anlamım bulduğu gibi, bir anlaşılmazlık, müphemiyet (belirsizlik), şüphe, tereddüt (duraksama)...söz konusudur. Altındaki nokta ise küpenin takıldığı ve bazen ikaz (uyan) anlamım içeren, memesi olamaz mı? ÜNLEM İŞARETİ : e Ünlem bidiren cümle veya sözcüklerden sonra konulduğu gibi küçümseme, yerme, bazen alay ifadesinin de yerini tutuyor. Bu durumda genellikle bir ayroç içinde ( ), bazen de soru işaretiyle birlikte kullanılıyor ( ? I ) Ünlem işareti bu görünümüyle, mezar taşlarında da değinildiği gibi, başı aşağıda olan bir insana benziyor. Aiışılmtşltğm zıddına bir olayın algısını yaratıyor. Sanki " dikkat ediniz, burada bir terslik v a r d e r gibidir. Diğer bir deyişle düzeltilmesi, onarılma» gereken bir durumun söz konusu olduğunu veya tetikte bulunmayı imâ ediyor!?...

KEMER, KUŞAK VE TOKA Semboller Ansiklopedisinde Kemer* ie ilgili olarak şu açıklamalara yer veriliyor : Kemer, giyim - kuşamkr Ugili silahların, ya da diğer günlük kullanılan objelerin üstüne takıldığı bir giyim aksesuarı. Kutsal kitap1ta, beline kemer kuşanmanın bir harekete Ceînturon. girişmenin başlangıcı olduğundan söz edilmiş. Ayrıca kemer takmanın iyi ahlakJı olmanın bir göstergesi olmuştur. Bele dolandırılıp tokalandığında vücudu iki kısma ayırarak ona düzgün bir görünüm vermesinden dolayı, kemer hataları düzeltici bir obje olarak düşünülmüştür. Eskiden kemer tokalarına, çoğu kez hükümdarlığı simgeleyen kraliyet amblemleri işleniyordu. SAM AN YOLU adım verdiğimiz kemer şeklindeki yıldızlar kümesine de G Ö Ğ Ü N KEMERİ adı veriliyor... Afrodif in kemeri, Homeri in şiirlerinde, aşkın muttak gücünü simgeler, İsrail1 de rahipler özellikle yün ya da ketenden örülmüş değerli kuşaklar takınırlar.

329

'

Kemer (kuşak) cinsel arzu cinselliği içeren arzuyu da gösteriyor. Bunun için bu konuya karşı ilgisizlik ve perhizli olmanın da işareti olmuştur. Rahiplerin dinsel kutlama törenlerinde taşıdıktan özel kostümlerin ayrılmaz bir parçan olmuştur. Saint Benoft tarikatının takdis törenlerinin yapıldığı yerin girişinde şu sözcükler yazdı: ” Adalet betindeki kemer olsun I . Bir başkasının senlnkinin üstüne kendi kemerini koyacağım hiç bir zaman unutma I KYani kişisel arzutannmzm çok daha üstünde varolan yasalara boyun eğmek zorundasın, demek istemiştir. Vaktiyle Romalılar arasında, togoyu tutan kemerini gevşek boğkyan ya da düşük tutan kimselerin, kadınımsı hareketler gösteren ho­ moseksüeller arasında yaygın bir adet olduğu Heri sürülmektedir... Her şeyden önce bir elbise aksesuarı olan kuşağın, etnografik objelerin tetkiki sonucu, insanoğlunun ilk kullandığı bir giyim eşyası olduğu Heri sürülüyor. Tevrat m dünyanın yarcklış efsanesini anlatan bir yerinde, bu yargıya paralel ifadelere de raslanmaktodır. Sembolik açıdan, iki ucunu birleştirdiği için, TOKA ile de yakın ilişkisi var. Çünkü tokasız bir kemer düşünülmemektir. Toka1mn , kemer (kuşak)1ta olduğu kadar DÜĞÜM ve BAĞ He de ortak yönleri söz konusu. Şayet bir toka kapalıdurumda ise, (otodefans) yasalsavunmayı İfade ecfyor. Açık olduğu takdirde, serbestiyi ve özgürlüğü gösteriyor. OUROBOROS adı verilen ve çok eski çağlardan beri sembolizm dünyasında kullanılmış bir figür var; kuyruğunu ısıran yılan. Selçuklu çinileri üzerinde de görülen bu figüre ŞAHMARAN denilmektedir. Sözcüğün kökeni Farsçadır. ŞÂH, dal- budak ve dallı boynuz, MÂR ise yılan anlamım taşıyor. Söz konusu yılan, bu görünümüyle halkavari noktaya dönmekte ve takayı tokakırnaktadır. Yorumculara göre bu devri hcveket, ALFA ve O M E G A 1mn birbirlerini yeniledikleri, sonsuz dönüş1ü yansıtmaktadır. Kendi üzerine kapanarak dönü hareketini tamamlayan bu sembolde aynca, hareket, süreklilik ve KENDİ KENDİNE ÜRETME1 nin de anlamı gizli. Resmi görülen ouroboros1 un bazen yansı siyah diğer yansı ise özellikle beyaz olarak renklendiriliyordu. Daha çok Çin porselenlerinde ve Selçuklu

330

bir

yolİzleyerek,başladığı

Oıımhom*

çinilerinde raslodığımız bu kompozisyonda, yaşanılan dünya ile öbür dünyanın karşıt otan ilkeleri yansıtılmaya çalışılmış ve amaçlanmıştır. Bunun yanı sıra, başlıca karşıt renkler olan beyaz ve siyah1m iyile kötüyü, gündüzle geceyi veya Çinlilerin Yang ve Yln adını verdikleri güneş ve ay tanrılarını betimledikleri ileri sürülüyor. Ourobos diski üzerinde, anlamlan çeşitli şekillerde yorumlanan, başka ayrıntılılar da bulunmaktadır, bunlara değinmiyoruz. Halka şeklinde okin toka1nın, ilkel toplamlardan beri, bir süs eşyası ve cinsellik aracı olarak kullanıldığı bilinmektedir. Saç tokalan, kulak küpeleri ve burun ve üst dudağın delinmesiyle takılan metal halkaların temelinde aynı am aç bulunuyor. Yüzük üreme kültüyle ilgilidir. Delikli taş1ın sembolüdür. Dairesel şekliyle tam olan bir hayatiyet i ifade eder. Yüzük ve Bilezik aynı zamanda ay* ın hale' siyle özdeştirüirier. Kemer ve kuşak1 la ilgili diğer yorumsal açıklamalar şunlar : Bir çocuğun beline doğar doğmaz takılması adet edinilen kuşak, onu dünyanın tüm maddi ve manevi güçlerine bağlamakta ve aralarına katıldığı diğer insanlarla birleştirmektedir. Böytece çocuğun güçlü olması ve güvencesi sağlanmış oluyordu. Kemer takarak yapılan bir gösteri, yerine göre bir kimseyi zor kullanarak kendine bağlı kılmak, onun hürriyetini kısıtlamak anlamını da taşımaktadır. Bir yemin, görevi devralma veya bir odağın yerine getirilmesi amaçlarıyla düzenlenen törenlerde, ilgili olan kimselerin o toplumun örf ve adetlerinin gerektirdiği renk ve biçimde kuşak takması, zorunlu kılınan kurallardan biriydi. Bir üst mertebeye yükselen veya herhangi bir başarısından dolayı ödüllendirilen kişilerin, boyundan aşağı dolanan bir kuşakla donatılma geleneği, günümüzde de uygulanıyor. Bunun yanı sıra, belirli bir işle uğraşan veya meslek dalında olanlarla, tarikat veya ekof ün üyeleri, törenleri sırasında, kendilerine özgü renkte kuşaklar tak­ maktadırlar. Bu konuyla ilgili olanlar arasında, judocuların boşan düzeylerini belirleyen renkli kuşaklan, sünnet çocuklanna takılan kuşaklar, subayların kılıç kuşanmalannıl.beleciye başkanları ve hakimlerin eşarplannı, kurban kesilecek hayvanın gözüne bağlanan kuşağı, yağlı güreşlerde şampiyon olanlara takılan attın kemerleri sayabildiğimiz gibi, Musevüerin hamursuz bayramlarını kutlarken bellerine taktıktan kuşaktan da saz edeceğiz...

331

Tüm bu uygulamak* bile, kuşak ve kemer1 ki toplamlarda, gerek sosyal gerekse dinsel açıdan bir seçkinlik ve rütbe ifade edici bir yerde tutuktuğunu gösteriyor. Taşman bir kemeri kendi arzusuyla bir başkasına vermek, yetki ve iktidarı, bundan böyle o kimseye devretmek, anlamına gelmektedir. Söz konusu gelenekle ilgili olarak Yunan mitolojisinde yer alan bir olaydan söz edeceğiz r-Amazonlar kraliçesi Hippoiyte, babası olan Ares (Mars)’ ten, halkı üzerinde kazandığı iktidarı sembolize eden bir kemer alır. Ancak Hera‘ nın kıskançbğı ve erkeksi kadınlığın yok olmasını istemesi yüzünden çıkan savaşta, Herakles (Herküf), Hippoiyte1nin bu iktidar kemerini kendi arzusu ile ona teslim etmeyi kabul etmesine rağmen, Hippoiyte' yi öldürür... Günümüzde de yapılan bu tür devir- teslim törenlerinde, iktidar kavramı bazı objelerle somutiaştıntmaktadırr. Güzellik kraliçesi taçlarının, yağlı pehlivan güreşlerindeki attın kemerin yeni seçilene verilmesi, üst düzeydeki yöneticilerin bu devir- teslim törenini bir (şitt) le sembolize etmeleri, süregelen uygulamalar arasındadır. Bu konuda, İsmail Dümbütlü1 nün kavuğunun o yetki ve onura değer görülen bir başka sanatçıya devredilmesi gibi, gayet güzel ve anlamlı geleneklerimize de İşaret etmek istiyoruz... Kuşak ve kemer, üzerine silah takıp taşımaya yaradığı için, şehir surlarıyla azdeştirilmektedir. O da bir sur gibi, inşam kötü ruhlardan korumaktadır. Şehirlerin etrafını çepeçevre saran surlar (koruma duvarları) tıpkı bir kuşak gibi İşlev yapar. Çünkü onların da üstüne, zamanına göre, top, tüfek, mancınık veya kızgın yağ kazanları...yerleştiriliyordu. Şehirler sembolizm edebiyatında dişi olarak yorumlandığından, bu surlar kenti düşmanın saldırılarından korumakla beraber, tıpkı bir bekaret kemeri gibi, onun bekaretine, namus ve iffetine bir leke sürdürmeme şeklindeki kutsal bir görevin sorumluluğunu da yüklenmişlerdi... Coğrafi açıdan kemer, dünya küresinin (ekvator kemeri) ne ben­ zetilmekte ve ong mantol ve maddesel olarak iki eşit parçaya bölmektedir. Gerçekten Kuzey yarımküresinin güneye oranla daha gelişmiş olması, bu sembolik yakıştırmayı bize de kabul ettiriyor...

332

DÜĞÜM Sembol olarak, çok ve çeşitli yorumlar üretmeye açık bir olgu...Düğüm öncelikle, bir halin, yoğunlaşmanın ve bir araya gelerek yapışmış çeşitli maddelerinden oluşmuş bir kümenin bağlanması kavramını görüntülüyor. Paket bağlamak ya da sicim uçlarının açılmalarını önlemek için uygulanan bir bağ türü. Konuşma dilinde şu türden deyimlere yer veriliyor: Düğüm noktası, düğümün çözülmesi, düğümlü olmak, düğüm atmak, düğüm yapmak, düğümlemek, kör düğüm olmak, .iliklemek ise iğreti olarak düğümlemektir. Düğüm Asya ve Avrupa halklarının kültürlerinde, özellikle büyü, sihir, gelecekten haber vermek' le ilgili uygulamalarda yer almış bulunuyor. Bunların hepsine değinemiyeceğiz. Bu ülkeler, başta Mısır olmak üzere, Hindistan, Arabistan, Filistin, Rusya, Fas ve Yunarv Roma... İstikrar (kalımlılık) ve kararlılığın da bir simgesi olan düğüm, İslâm geleneklerinde koruyucu bir sembol olarak yer almıştır. Nitekim, kem gözden korunmak için, Araplar sakatlarına birer düğüm yapmaktaydılar. Fas1ta İbadet yerlerinin etrafındaki ağaç dallarına m v t t ır ıs ts : « n ejypiıcn. Bs&sc 7 düğümlenmiş bezler ve saçlar asıldığı görülmüştür, "»n*. u^ ki.c*. m.ush Mu^mı Çünkü bu uygulamanın hastalık ve kötü emelleri defedeceğine inanılıyordu...Buna benzer fanatik ve fataiist (köktenci ve kaderci) top­ lamların, yerine göre sığındığı, güç ve cesaret aldığı bir muska ve işaret olarak benimsenmiş olan düğüm, Eski Mısırda daha yaygın bir biçimde gelenekselleşmişti. Burada İsls Mühünû ya da İste* İn Kanı Muskası olarak isimlenen bir sembol bulunuyordu. Başlıca amacı ölümsüzlüğe ulaştırmak olan bu muska, attın, akik ya da kırmızı seramikten bir düğüm biçimi verilerek yapılmakta ve ölümsüzlük sağlaması amacıyla mumyaların boyunlarına, kemerlerine takılmakta veya ellerine verilmekteydi. Bu konuda pek çok örnek ele geçmiş bulunuyor. İSİS, Yunan - Roma1daki Artemis ve Demeler1e benzer, evlenme, tıp ve buğday tarımına egemen olan ama ölümlü olan bir tannça. Osiris' in kansı ve kardeşi (I), Horus' un annesi...

333

İsis ölüleri kanatlan atfına alarak korur ve sadakat ve bağlılığı nedeniyle, onlara " tekrar hayat verir, diriltir " İnançlara göre, her canlı yaratık İsis in kanından bîr damladır. .Bu nedenle bu muskaya İsts1in kam da deniliyordu. İsis Ortaçağa kadar tüm Akdeniz çanağında, özellikle Roma ve Grek* te evrenselleşmiş, kendisine üstün bir saygı ve hayranlık duyulan bir tannça oimuştur.(£tos Yukan Agora) İsis. yaşamın, ölümün ve ölüm ötesi olan öbür dünya' da doğmanın tüm sırlarını biliyordu. Halen Londra1 daki Bntısh Museum' da sergilenen muskalarım incelediğimizde şu sonuca ulaşıyoruz:

bu

düğüm

Haçın halkasını ve koilanm bir bağ şeklinde sarmalamak suretiyle oluşturulmuş olan İsis Düğümü, birbirlerine karışmış ya da örülmüş soçlan andırıyor ve bu görünümüyle de daha karmaşık bir anlamı gizliyor. Şöyle k i; yaşam ve ölümsüzlüğü ifade eden anlama, dünyaya ait olan ölümlü yaşamdan ölümsüzlük kademesine geçmek için çözülmesi gereken bağların var olduğu vurgulamak istiyor. Oysa aşağıda inceleyeceğimiz basit bir KULPLU HAÇ ulaşılmış, ya da temenni edilen tanrısal ölümsüzlüğü simgelemektedir. İsis düğümü ise bu ölümsüzlük aşamasına ulaşabilmek için gerekli olan koşullan, yani düğümlerin çözülmesinin nasıl olabileceğini ifade etmek istiyor. Bu konuda XII.yy mistik düşünürlerinden biri, (Abraham Abutafia) şöyle bir beyanda bulunmuş: Yaşamın amacı (hedefi) ruhun üzerindeki mühürü kaldırmaktır. Yani onu sıkı sıkıya tutan bağlan çözmektir. Bunun içindir ki, ne zaman bu düğümler çözülür, işte o zaman ölüm gerçekleşecektir. Aym düşünce Budizm' de de var. örneğin bir Tibet yapıtı " Düğüm lerin Çözülm esi Kitabı" adını taşıyor... Sipritüel (manevi, ruhani) planda bir düğümün bağlanm çözmek, daha üstün düzeyde bir yaşam için, bazı bağlardan kendini kurtoma, özgür olmak anlamına geliyor...Bitki hücreleri, birbirlerine zımbalanmış, perçinlenmiş gibidirler. Bu hücreleri, tahrip etmeden, bağlantılarını ayırmak olanaksızdır. G ordiyon Düğüm ü: Açmak zora başvurularak çözülebilecek sorunlar için kuüanılagelen bir deyim. Söylenceye göre, M.Ö 333* te Makedonya Kralı Büyük İskender Anadolu1 nun içlerine iteriiyerek Frigyanın başkenti Gordiyon* a ulaşır. Burada İskendere kentin ilk kurucusu Gordios' un

334

arabası gösterilir. Bu arabanın boyunduruğu, ucu gözükmeyen bir DÜĞÜM' le bağlanmıştır ve inanışa göre, düğümü ancak Asya* yı fetheden kimse çözebilecektir. Öykünün, hızla karar veren güçlü bir savaşçıyayakıştırılarak uyduniduğu sanılan ya ygn biçiminde, İskender bu düğümü bir kılıç darbesiyle keser... Olayı biraz kartkatürize etmek istersek, Frigya kralı belki de şu argo deyimi saffetmiş olmalı, diyeceğiz.. Ey İskender!11 baban da yapar böyle, stkıysa(l) gel, kafanı kullan, etlerinle çöz de görelimi" İşte evrensel bir özellik ve üne erişmiş bu olayın sonucu şöyle bir yargıyla düğümlenlyOff!) : Gordiyon düğümünün çö ­ zülmesine benzer bir karmaşanın halli, ancak psikolojik bir zafer oiarak kabul edilebilir ve bunun sonucu Büyük İskender1 in Asya1 yı fethetmesi kadar başarısız ve kısa süreli olur. İskender4 in kılıç darbesi hatalı bir yöntemdir; çünkü orada şiddet kullanılmıştır. Sabır ve itidâl göstermediği için Asya içine yaptığı sefer de istikrarlı ve uzun süreli olmamıştır. Bu olay bir başka açıdan şöyle değer, lendiriliyor: Gordiyon düğümü başlangıç ve sonu olmayan bir düğümdür. Şimşek, gök gürültüsü ve ışığın göksel tanrısıyla ilişkisi olan ve bitkisel tabiatlı kozmik bir düğümdür. Onun için, sosyal, psikolojik ve aynı zamanda kültürel bir düğüm olduğu da söylenebilecektir. İskenderin kılıcı belki bir zeka parıltısının sembolü olarak o düğünü kesmişse de, bu olay sadece bir şiddet gösterisi olarak sınırlı kalmıştır. Nitekim hemen ardından aynı düğümün, yani onu oluşturan bağların birbirlerine sarılıp sıkışarak tekrar eski haline dönüştüğü gözlenmiş bulunuyor... Mason localarının duvarları üstünde yatık sekiz şeklinde brbirlerine sanlı ve düğümlü renkli kordonlarla çevrilidir. Aynı kordonlar elbiseler üstüne de işlenmiştir. Bu dekoratif öğelerin amacı, sosyal bir topluluk olan Masonluğun kardeşlerini birbirine bağlamaktadır. Zincir şeklinde ve

335

sonsuzluğun işareti olan lerie yer yer düğümlenen bu kordon arzu edi­ len kardeşliğin sonsuza kadar süreceğidir.

KULPLU HAÇ Eski Mısır4 ın karşıtlıklar ikonografisinde sıkça kullanıldığına tamk olduğumuz Kulplu Haç( Ankh), gizemli bir düğüm olup, biçimsel olarak İsis Düğümü İle özdeştirllmiş ve genel anlamıyla sonsuzlukla ilgili kavramları sembolleştirdiği sap-tanrmştır. Öncelikle haç inşam temsil ediyor. Hemen üstüne konulmuş olan ve ona egemen olma algısı yaratan oval şekil, öncelikle güneş' i ğögü ve dünyayı temsil ederek makrokozmiğin. insan demek olan mlkrokozmiğe olan üstünlüğünü gösteriyor. Bir başka pencereden (I) bakan yorumcular, bu Kulplu Haç' ın çoğu kez karşıtlıkların uzlaşması veya aktif ve pasif prensiplerin birbirlerini tamamlamasının, ya da hûnsalltğın (erdişiliğin) bir işareti olarak gördüklerini itade etmişlerdir. Haçın üstündeki daire aslında, ne başı ne de sonu belli olmayan özgün bir şekil olup, mükemmeliğinde simgesi olmayı sürdürmektedir. Bu kompozisyon içindeki rolünün, sonsuzlukla olan ilgisi dolayısiyle, ruhun temsil ettiği sanılmaktadır, çünkü ruh , tanrıların ruhani varlıklarından oluşmuş/ çıkmıştır ve yegâne özelliği onlar gibi kalıcı olmasıdır. Kulplu Haç'la ilgili diğer yorumlar şunlar: ■

( T ) harfi şeklindeki kısım ölümlünün içinde çırpındığı (bilinmeyen bir âleme geçişin heyecanı ve endişesi) halidir.

trans



Ölümlü olmanın bir işaretidir. Uhrevı mutluluğa kimsenin ölüm döşeğindeki yatma durumudur.

olan



Ölüler âleminin kapılarını açarak öğrenmeye yarayan bir anahtardır.



Kulplu Haç, gövdesi ve açılmış çiçeği ile bir Hayat Ağacı' dır.

336

oradaki

erişmiş

gizemli

gerçekleri

RULO - TOMAR Bir otorite simgesi. Örneklerini Kariye' de vali lûrinus’ ün ve iç narteksteki kapının yanında Pavios' un ve Ayasotya üst galeride çocuk İsa'nın elinde...görüyoruz. Rulo, içinde, ancak taşıyanın bildiği ve bilmesi gerektiği bazı önemli şeyler bulunur. Bunlann o şahsın veya toplumun geleceği ile ilgili kurallar, yasalar vs. olabilirler.

KURDELE (RÜBAN) Kemer, taç ve kolyenin sem­ bolizmiyle yakın ilişkisi bulunan bir elbise parçası. Şayet düğüm atılmışsa, daima olumlu bir anlam içerir. Tıpkı kapalı olarak, gösterilen tokalarda olduğu gibi, onu taşıyanı koruyan, zorunlu savunma silahı olarak nitelenir. Bir düğüm ayrıca açılmaya hazır bir çiçek veya gül görünümü verdi­ ğinden, oçılma ve gelişmenin de

sembolü olur. Yerli kadınların saçlarını topuz yapmalarında böylesine bir anlamın varlı­ ğından bile söz edilmekte. Bizans rönesansının en güzel ör-neklerini sergileyen Kariye müzesinde görüldüğü gibi, dini yapıların damlan hep bir­ birlerine, özellikle erguvanı kırmızı (pourpre) renkte, kurdelelerle bağlanmıştır. Bu görünümü bir raslantı değil, tamamen bilinçli

337

bir sanat yapıtı olacak, değerlendiriyoruz. Çünkü, kurdele, İsa1 mn da aziz Petrus (Saint Pıerre) ks yaptığı bir konuşmada da tfade ettiği gibi, azimli bir bağlılığın sembolü olarak benimsenmiş bulunuyordu. Ayrıca gene bu müzede, aynı motif Jairüs1ün kızının, Nain’ li dul kadının oğlunun diriltme fresklerinin arka planında da gözden kaçmıyor. Öte yandan “Meryem' in yedi adımı" diye isimlendirilen mozaik panoda, hizmetçinin şalı aynı renktedir ve rüzgarın etkisiyle dairesel bir biçim almıştır. Bu olguyu da dairenin sembolizmi ile, biraz abartmalı olsa da, özdeştirmek mümkündür demek istiyorum. Her ne kadar kurdele bir zafer, başarı ve yerine göre, bir ölümsüzlük simgesi olmuşsa da, semboller sözlüğü kurdele* nin bazen tamamen karşıt ve olumsuz anlamlan da İfade ettiğine dair örnekler veriyor ve onun, beyhudelik içinde kıvrananlar, dine inanmayanları boğup yok edeceğini ileri sürüyor...(flfcz. Düğüm]

KILIÇ Herşeyin ötesinde askeri bir anlamı var. ancak cengaverlik ve atılganlığın yanında, addet, güç, kuvvet ve fazileti de simgeliyor. Kılıcın iki yüzü bulunur. G üç- kuvvet ve adaletin de öyledir. Bazen kesici,öldürücü olurlarsa, bu davranış ancak, adaletsizliklere, kötülüklere, hatta bilgisizliklere karşı yaptickğında, olumlu, pozitif bir sonuçla ilgilidir. Diğer yüzü ise hep yapıcıdır, banş ve adaletin kurulmasına çalışır. Bu bakımdan kılıç, Japonların kraliyet amblemlerinden biri olmuştur. Kılıç teraziyle de ilgilidir. Nasıl ki terazi, ağırlık olarak, cisimlerdeki farklılıktan somut olarak bize gösteriyor ve bazı ayırımlar yapmakta bize yardımcı oluyorsa, kılıçta aynı şekilde, iyi ve kötüleri birbirinden, bu kez kesip ayırmak su­ retiyle, kullanılan bir araç atmaktadır. Bu ba­ kımdan baş melek Cebrail1in bazen elinde bir kılıç tutarken resknlendirikJğini görüyoruz. Kılıç güneşin ıştm, yıldırım, yani ateşle ilgili bir o b je oiarakta yorumlanıyor ve Adem* le Havva* yı cenneten kovan meleklerin ateşten

338

kılıçlar taşıdıkları söylencesiyle bağlantı kuruluyor. Kılıcın ateşe sokulması, suyla ateşin birleştirilmesi, aynı ateşin suyla çekilip söndürülmesiyte sonuçlandığından, bu olayla şimşek çakmasının yağmuru getirmesi arasında bir benzerlik bulunduğu Heri sürülüyor... Yeraltı sularının bulunduğu yeri keşfedip, kuyu kazarak onu yüzeye çıkarmak için kullanılan ilkel yöntemlerden biri de, bir kılıcın dik olarak toprağa saplanmasıydı. Yazdıkaya ( B ) odasındaki kabartmalar arasında bulunan Kılıç tanrısı (Nergaf) bir kılıcı yere saplamaktadır. Yeraltı dünyasıyla İlişki kurmayı betimlediğini sandığımız bu kompozisyon1un başka anlamlan da olup olmadığının açıklamasını uzmanlara bırakmayı tercih ediyorum...

ÇİFT YÜZLÜ BALTA Minos uygarlığı, ilkel toplumunda kutsal bir araç olmuştur. Bu kutsallığın, baltanın, genellikle kadınların işi olan ağaç kesmede kullanılmasından ileri geldiği sanılmaktadır. Batta ağaçlan de-virdiğinden, yıldırım' la bağıntılı olmuş ve böylelikle yağmur yağdıran bir büyü aracı olarak benimsenmiştir. Batta daha sonra savaş baltasına dönüşmekte ve kutsal boğanın kanına değdiğinden, gücünü bir kat daha art­ tırmaktadır. Ancak bu güç artışını, çift başlı kartal1da değindiğimiz gibi, onun iki yüzlü olmasına da bağlamak mümkündür.

TUĞ (SORGUÇ) İslâm hünkârlarının başiannda taşıdıktan, değeri taşlardan yapılmış bir ihtişam, otorite öğesi olup aslında güneş ışınların! simgeliyor. Ancak bu form ve geleneğin mitolojiden kaynaklandığını, bir varsayım olarak, öne sürüyoruz. Devasa KİKLOP lann aiınlanmn tam ortasında tek ve her şeyi görebilen gözleri vardı. Budistler bunu, alınlanna koyduktan bir nokta Be belirtiyorlardı. Aynı yere Meryem İkonalarında bazen bir yıldız konuluyordu. İşte bu nokta veya yıldız, üçüncü göz, içini, kalbini gören göz anlamına geliyordu. İki başlı kartal örneği, fazlalaştırılmış görme

339

gücünü sim-gelemektedir. Mısırlıların mumya fahrilerinin dünyayı görebilmek için bir göz bulunuyor...(Bkz. Göz)

üstünde

de

MAKAS - BIÇAK

Her ikisi de, diğer batta, saban..benzeri kesici alet ve araçlar gibi, aktif, erkek ve kozmik bir özyap ile prensibe sahiptirler; çünkü, delip içine girmek veya kesmek suretiyle, dişi (pasif) bir moddenin biçimini değiştiriyorlar. Bıçağın sembolizmdeki yeri onu kullanan toplumlann geleneklerinde bazı faklıiıklar göstermekle beraber, genelde kötü ruhları uzaklaştırıcı, adaletin gerçekleşmesi, ölüm, öç alm a ve Abraham' ın oğlu İzak ın boğazım kesip öldürmek için elinde tuttuğu bıçak1 ton esinlenilerek, kurbana bağlı bir obje gibi değerlendirilmiştir. İslâm topiumunda, yöresel bir adet olarak, evde ölen kişinin üstüne bir bıçak veya makas konulduğu görülür. Bıçak Batı Afrika yerlileri Doğanlarda olduğu gibi, Freud tarafından da fallik bir sembol olarak kabul edilmiştir.(Faflüs kültüne bkz.) İsa* mn havarileriyle “Son akşam yemeği" tablolarında masanın üstüne, balığı kesip bölmek için birden fazla bıçak konulmuş olması dikkatimizi çekiyor. Aym freskler üzerinde bulunan ve o çağda kul­ lanıldığını öğrendiğimiz çatalların da üç dişli olması muhtemetair..(8aMc metnine bkz.)

Makasın moddenin şeklini değiştirmede kullanılması onu bir mesleğe, tarikata veya mezhebe giriş aşamasındaki yönelimin fınistasyon) sembolü yapmıştır. Bu görüş altındaki yaklaşım Masonluk' ta geçerliliğini sür­ dürmektedir. Kesen, bölen ve parçalara ayıran makas, semavi iradenin maddeye nüfuz ederek onu işleyen faili ve şimşek gibi kişiliği geliştiren entellektüel bir ışın otarakta sembolieşiyor...

340

Makas, m adde karşısında tek başına aktif iken, ette tutulduğu zaman, hareket serbesti» açısından tabi (bağlı] duruma düştüğünden, pasif bir araç omaktodır.

BEŞİK Doğumun hemen ardından, o ortamın aynı şeklini alan bir ana sinesidir. Bu sıcak, yumuşak ve koruyucu bir ortamdır. Beşik RAHME DÖNMENİN BİLİNÇ ALTI BİR ÖZLEMİNİ YANSTT1R. Sallantısı, bir gemi içinde ve güven içinde yapılan seyahati anımsatır. Bu nedenle çoğu kez deniz teknesine, sandal veya bir balon teknesine benzetilir. Bu haliyle uçan veya dünya denizlerinde yüzen bir rahim gibi nitelenir. Hıristiyan ikonografisinde beşik bir lahit (sarkofaj) la özdeştiriliyor ve ona insanoğlunun ilk ve son döşeği gibi bakılıyor. Bize bu algıyı veren görüntü, Meryemin doğum sahnesinde, Kutsal Ruh' un bir ışın şeklinde üzerine düştüğü ve yeni doğan İsa1 ntn içinde bulunduğu beşiğin biçimidir. Beşik, eski Roma* da, yontulmuş ağaçtan veya kamıştan örülerek, basit bir sepet şeklinde yapılmaktaydı. Meryem' in sığınarak doğum yaptığı yer aslında bir hayvan yalağıdır. Buraya KREŞ adı veriliyordu. Bu sözcük günümüzde, anneleri çalışan küçük çocukların bakılıp barındırıldığı yere denilmektedir. ir n p n T

YATAK - DÖŞEK Sembolizmin konusuna giren üç, şu üç yatakdan söz ediliyor : Doğum yatağı, evlilik yatağı ve ölüm yatağı (döşeği). Her üçünün de kendine özgü bir kutsallığı ve mahremiyeti var. Yatağın sembollüğün üslendiği olgu ve olaylara gelince ; bunlar, uyku ve aşka yeniden hayat

bulma, günahlarından arınmış olma, İlâhi tebliğin alındığı yer, ölüm ve insan vücududur. Bu sonuncusu için verebileceğimiz örnek. İsa tarafından iyileştirilen felçli adamm. Kariye mozaiklerinde de görüldüğü gibi, yatağını sırtında taşımasıdır. İlâhi emre uyarak kalkıp yürümeye başlayan bu adamm sırtındaki yatak, aslında, onun eski haline kavuşmuş olan sakat vücududur. Diğer bir yoruma göre yatak, günahkarın Tanrının lütfü ile günahlarından arınmış olan manevi varlığım simgelemektedir. Kariye mozaik müzesi birinci norteksinde " Josef in rüyası" diye adkmdınton bir pano var. Burada Jozef kaba bir döşek (graba) içinde görüntüleniyor Bir melek ona “ Meryem1i eş olarak alm aktan sakın çekinme, çünkü O Kutsal Ruh* fan hamile kalmıştır L" diye Tannnın bildirisini ulaştırıyor. Bu ilâhi bildiri y a ta k ta alı-rvyor...

MANTO

'

Bir metamorfoz (istihare) sembolü olmuştur. Manto, onu taşıyan kimseye bir başka önem, özellik ve sorumluluk vermektedir. İnsanlar onu üzerlerinden çıkarınca, gerçek olan kimlikleriyle başbaşa kalmaktadırlar İşte bu nedenle Mevlevi sema ayinlerinde, dervişler salona girdikten kısa bir süre sonra üzerlerindeki mantoları atıyorlar. Bu hareket mezara giriştir. Bu manto siyah olup, toprağın ve DİŞİLİĞİN de rengidir. Meryem, kural olarak, hep onun ilâhiliğini yansıtan bir renk olan lacivert bir manto içinde canlandırılır. Bu renk o' nun göğe yükseldiği varsayılan 15 Ağustos' taki göğün laciverdine benzemektedir. Hırka gibi mantonun da İslâmda saygın bir yeri bulunmakta ; bunun en görkemli örneği olarak, Hz. Muhammed' in bir kutsal emanet de­ ğerinde saklanan, mantosunu göstereceğiz... Anaerkil toplumlarda tanrıçalara yönelik törenleri hep kadınlar yö­ netiyorlardı. Daha sonra rahipler bu kadınların arasına kadın kıtığına gi­ rerek karıştılar. Udyait rahipler ve Artemis tapınağı rahiplerinin, kadın kıyafetiyle, görevlerini yaptıktan saptanmış bulunuyor. Günümüz po-

342

pozlarının taşıdığı cübbeler, atkılar, piskopostann giysilerinin çağrışımını yapan, bir biçim gözlenir.?

taçlarında

kadın

Bu konunun üzerinde durmamızın nedeni, hemen tüm toplumiarda dinsel ye tkin in kadınlardan erkeklere geçtiğini ve bu geçiş döneminde rahiplerin tıpkı bir rahibe gibi giyinme zorunda bırakıldığını belirtmek içindir. Şamanlar bile, erkek olmalarına rağmen, dtş görünümleri bir kadın gibidir; saç lan uzundu, özel giysileri de uzun olup göğüslerine kadın memesini andıran süsler takmaktaydılar.

GÖMLEK Özellikle doğu ülkelerinin benimsediği bir koruyuculuk sembolü. Gömlek vücudun deriyle direk temas halinde olan bir giysi parçası. Gömlekten yoksun olmak, sadece maddi açıdan hiç bir şeyi olmadığı değil, aynı zamanda, moral yalnızlığı ve toplum taralından dışlanmış, anatomim da veriyor. " G öm leğine varın caya kad ar verm ek”, sonsuz derecede bir el açıklığım ve cömertliği yansıtır. Bir batı özdeyişi1 Muttu insanın göm leği yoktur!* der. Gömlek bir insanın sahibi olduğu eşyalardan, gerekirse, bir başkasına en son verilecek olan kişisel varlığıdır. İkonlar üzerinde görüyoruz; İsa Kudüs1e bir katır ya da eşek üzerinde girdiğinde insanlar onun önüne gömleklerini sermektediief. Bu jestin anlamını "göm leğim ize d ek herşeytmtz yoluna fe d a olsun" şeklinde yorumluyoruz. Padişahlar sefere çıkarken, üzerinde ayetler ve sayılar yazılı, tılsımlı gömlekler giyiyorlardı. Buna (Cffr ve Vefk) deniliyordu. Bone (takke) Skin Hititterde görülüyor. Yazılıkaya (A) odasında. Kral Tuthalya "baş rahip" giysisi ve başında bir bone taşır. Yahudiler de ibodet sırasında başlarına bir bone takarlar. İslâmda da aym geleneği gözlüyoruz.

343

SPİRAL Aym merkezden çıkan dairesel bir hareketin, sonsuza kadar devam ettiği imajım ve­ ren bir motif. Spiral ay1 m koz­ mik sembolizmi ve kadın cinsel organının erotik sembolizmi ile de bağlantılı bulunuyor. İyonik stil sütun başMdarının her iki yanında (volüt) adı verilen, kıvrımlara kimi yorumcular koç boynuzu demekte, diğerleri ise, bunların helezoni (spiral) görünümlerini, cenin (fetüs) in rahim içindeki şekliyle özdeştirip, üretim ve bereket simgesi olduğu düşüncesinde birieşiyoriar. D aha kapsamlı bir yaklaşım, spiral' in doğumun olduğu kadar, ölümden sonra da ruhun sonsuza doğru yapacağı seyahatin çizdiği yol olduğunu ileri sürüyor. Kariye müzesi mezar şa­ pelindeki (Son mahkeme) ile ilgili sahnede, bir meleğin güneş, ay ve yıldızların resimiendirildiği ve özellikle spiral görünümlü bir parşömen kağıdı şeklinde figüre edilen evreni kollarının üstünde tutmasını, bu düşsel olayı betimleyici şekilde yorumluyoruz... S | itr* W 4 q w U r t t « l t w .

.... r Not :Sütun başlıklarının biçim­ lenmesine etken olan faktörler şöy­ le açıklanıyor : İyonik stil Yunanda gelişmiş ; çünkü bu toplum hay­ vancılıkla geçiniyor. Korentien stilin Roma1da yerleşmesinin nedeni ise, tarımla uğraşmanın bir sonucu. Kompozttte ise her ikisi de var, yani hem hayvancılık, hem de tarım ...

344

bnSi5utaa

Sarrfes/7m «/e^A^,,lsJ(>,l,Cn,C:

KAZAN - HAVAN Kazan, kullanım am acı sadece içinde bir şeyi kaynatmak, pişirmek yani o madeyi işe yarar, yenilebilir hale getirmeye yarayan metal bir kap, am a tılsımlı bir mutfaktır. Diğer açıdan kazan, içinde yaşamın oluştuğu bir rahim gibidir. Havan ise, biçimsel olarak dişi bir araç, havan eli de fallik bir işlev görüyor; sonuçta birtfkte yeni birşeyler üretiyorlar...

VAZO Genelde, içinde bir hâzineyi saklayan kap olarak yorumlanıyor. Vazo d a rahim* dir ; içinde oluşan metamorfoz (istihâle) un gizlerini korur, yaşam iksirinin (Hidromel) kabıdır. Vazo ikonografi sanatında. Musa peygamberin amblemlerinden biri olmuştur. Nitekim Kariyede dış narteks kubbesi içindeki Tevrat peygamberleri arasında, Musa elinde bir vazo tutarken gösterilmiştir.. Yakılan ölülerin külleri de. bir ana rahmi gibi tasarlan­ dığından, vazo içinde saklanmaktaydı. Yunan resim sanatında özellikle vazo süslemesinin yaygın bir uğraş olmasını, vazo1 nun bu kut­ sallığından kaynaklandığını da düşünebiliriz...

KUYU VE KOVA Özellikle Yahudi toplumunun gözünde, bolluk ve bereket* in kaynağı olmuştur. Kuyu, yeraltı, yeryüzü ve gökyüzü olmak üzere, kozmik üç ele­ manın bir sentezi gibi yorumlanıyor. Bu elemanlar dünyanın üç katım birleştiren bir merdiven oiablleceği gibi, İlâhi bir kutup noktasına doğru dikilmiş, devasa astronomik bir dürbün* e de ben­ zetilmiştir. Meryem Cebrail* den hamilelik müj-desini aldığı zaman, genellikle bir kuyunun başında ve

345

elinde bir kova tutarken canlandırmıştır. Aslında KOVA, Zodiak Çemberi (burçlar alemi) nin 12nci işareti olup, bu çemberin 4 üncü sektöründe yer almaktadır. Mitolojik inançların silinip yerini vahiy* lere ve mistik İnançlara bıraktığı bu dönemde, kova ve KOVA BUPCU, toplum içinde kollekttf bir dayanışma, işbirliği ve kardeşliği olduğu kadar, maddi vartıklara önem ve değer vermemeyi de simgeliyodu. Bu bakımdan, Meryem, kova ve kuyu üçlüsünde de, bu düşüncenin mesajım vermek isteyen bir amacın bulunduğu görüşünü benimsemek istiyoruz...

KÜP Sembolizm' deki yeri şu ilginç yorumlarla oluşuyor: İlk olarak küp, cesetlerin veya onun küllerini koymaya da yarayan bir kap, yani bir mezar odasıdır; sonra, ağzı açık biçimde diğer pişmiş topraktan imâl edilen kaplar gibi, o da dişilik prensibine sahiptir; içinde yaşamın oluştuğu maddeyi, yani suyu saklar. Daha sonra küp, demokratik seçimlerde halkın oy pusulalarım içinde muhafaza eder, kimseye göstermez, seçim bitince, seçime H ; j katılanlann kendilerini yönetmek istedikleri kimselerin isimlerini Vk / çıkaran da gene odur. İşte bu gerekçelerin bakış açısına \ ( göre küp. yaşam, demokrasi olgularını ve nihayet ölüm gerçeğini biraraya getirmektedir... ^ Neolitik çağda ölüler Pithos adı verilen küp mezarlara fetüs biçimi verilerek gömülmekteydiler. Yaşamın koruyuculuğunu yaptığı kabul edilen küpler, erzak depolama işinde kullanılmaktaydı.

ÇANAK - ÇÖMLEK Çanak- çömlek yapımı adı altında birleştirdiğimiz bu sanat dalı, daha çok yerleşik toplumiarda gelişme göstermiştir. Temel maddesi kil olan bu kaplar, İlkin güneşte kurutuluyor, sonra ateşte belirli bir ısı altında pişirilip sağlamlık kazandırılıyor. Neolotik çağda, henüz dönen tezgah keşfedilmemişken, et yardımıyla imâl edilen bu toprak kaplar, dünyanın ilk plastik sanat ürünleri olarak tanınmışlardır. Ancak bu kapların etrafına kırmızı renkte spiral bir şerifin 346

çekilmiş olması uzmanların dikkatini uyandırmış ve aslında bunun bakır kırmızısını simgeleyerek üretici olan erkek tohumuyla eş anlamda olabileceği yargısını oluşturmuştur. (Söz) bölümünde de bu okzya deginiimtptr. Sembolik benzetişlerde, ağzı açık okm tüm eşya, obje, organ vb...!ar dişi ve alıcı olarak niteleniyorlar. Bu çağ insanları da şarap sunma ayinlerinde kullanmak için yaptıkları kaplan, biraz daha biçimlendirerek, sanki Ana tannça Kibele' nin geniş kamına benzetmek istemişlerdir. Çatalhöyük buluntuları arasında bir hayli örnek bulunmaktadır. Kilden imâl edilen bu tür kaplann kutanılma alanının, daha çok tanma bağlı olan, yani yerleşik topiumlarda yaygın olduğuna değinmiştik.

-

Buna karşın, göçebe topluluklar, kap-kaçak* (arını daha çok kırılma riskleri olmayan, ahşap veya deri malzemeden imâl etmekteydiler. Bu konuda aynca, çanok-çömlek endüstrisinin Anadolu1 nun suyu az ve bu cins toprağın (Avanos gibi) bolca bulunduğu yörelerde geliştiğini de belirtmek istiyoruz. Suyun az olması, orada yaşayan insanları sürekli bir su rezervi bulundurmaya ve ellerinde testiler, bir çeşme veya kuyunun başında uzun süre kuyruk yapıp beklemeyi zorunlu kıkjımrvştır. (Kuyruk metnine bkz.)

ÇEŞME Hemen bütün geleneklerde, doğal suyun astan ağzına benzeyen oluklardan akıtılmasını yeğleyen, bir eğilimin varlığım gözlüyoruz. Örneğin, Hattusaş Büyük Tapınağın ana girişinde, 4 Asur aslanından ya­ pılandırılmış bir abdest alm a (ablüsyon) teknesi bulunuyor. Grek ve Roma yapıtları, özellikle Artemis tapı-naklannın çatılarındaki su olukları, çoğu kez, 347

astan ağzı biçiminde yontulmuşlardır. Efes tiyatrosu çeşmenin ağzı aslan kafalıdır.

otondaki Helenistik

Meryem1in annesi olan Anna' nın iiâhi müjdeyi aldığı zaman yarında bulunduğu çeşmenin ağzı d a öyledir. Kırşehir Hacı Bektaşi Veli' nın türbesinde, Mısır1dan hediye edilen mermer bir çeşme var. Su burada da astan ağzından akıtılmıştır...(Bkz. 2. Bölüm İstanbul Atman çeşmesi) İsiâmda, gelenek olarak, aslan ağzından akan suyla abdest almaya karşı bir eğilim vardır. Belki de bu inanç aslanın en güçlü olan yerinin onun ağzı olmasından, kaynaklanıyor ?... Aslan gerçekte hemen tüm toplamlarda ve evrelerde kutsal (mübarek) bir hayvan olarak değerlendiriliyor. Hz. Muhammed* in dam adı olan Hz. Ali' ye Şiiler" Aslanın oğlu" demektedirler. Eski İran bayrağında, elinde bir pala (zülfikâr) tutan aslan figürü bulunmaktaydı. Çeşmenin İsiâmda da saygın bir anlamı var: Cennette KEVSER adı verilen bir çeşme bulunuyor, bu çeşmeden akan şarabın şakiliğini Hz İbrahim yapacaktır.

TÜNEL

-

Tüm kaygılı, ızdıraplı olan karanlık geçit ve geçişlerin sembolüdür. Ancak bu tünel eninde sonunda aydınlık bir yere, selamete açılarak son bulur. Bu yoruma yakışır örneklerden biri Bergamadaki Asclepion kutscrf tüneli olacak...

POTERN Sözlük anlam ı, şehir surlarında bir hendeğe açılan gizli kapı. Hitit çağı ören yellerinde iki örnek var: Hattusaş ve Alacahöyük, bir Urartu akropolü olan Çavuştepe' de de bir potem vardı. Sembolizm potem' leri ana rahmiyle özdeştiriyor ; çünkü potem1 ter yerin altında ge­ reğinde kaçıp kurtulmak ve kenti kuşatan düş348

mana bir huruç harekatı yaparak, saldırmak am acıyla kazılmış tünellerdir. Bu bakımdan sığınmakla ilgili bir işlev görmekteydiler. Potemler kentin ana kapısını açmamayı gerektiren hallerde de kullanılmaktaydı.

AYNA Latince SPECULUM, göğü ve yıldızlan tetkik eden anlamına gelmesinden dolayı, bir yansıtıcı yüzey olarak, bilgi edinme konusunda gayet zengin bir sembolik yoruma dayanak olmuştur. Ayna neyi yansıtır? Gerçeği, samimiyeti, kalbi ve vicdanın içerdiği her şeyi...Tıpkı ay, güneş, su ve altın gibi... İşte ayna1 nın bu rolü ve yetenekleri, onun, özellikle uzakdoğu ülkelerinde, sihirli bir obje olarak nitelenmesine yol açmıştır: Ey ayna, söyle bana geleceğim i!... Afrika yerlileri nazarında ayna, eğitici, öğretici ve yol gösterici bir araç olarak kabul ediliyor. Bu nedenle, bir bilge ve bilinçlenmenin sembolü oluyor. Üzeri tozlanmış bir ayna, bilgisizlikten kaynaklanan kararmış bir ruh gibidir. Budizm öğretisindeki Büyük Ayna, bilgeliği ve yüksek düzeydeki gizemleri saklıyor. Orada ve ondan yansıyan şekillerin âlemi, ancak semavi sözün görünümünün sembolü oluyor. Hıristiyanlık, İslâm ve Budizm' de İNSAN KALBİ, daim a tanrıyı yansıtan bir ayna olmuştu. Ayna güneşin sembolüdür. Onun ışınlarını yansıttığından ötürü. AV da bir ayna olmaktadır. Japon mitolojisinde GÜNEŞ AYNASI deyimi var. buna göre ayna, ilâhi ışığı m ağaradan çıkarır ve onu dünyanın üstüne yansıtır. Sibirya sembolizminde de kİ iki büyük SEMAVİ AYNA bulunuyor. Bunlar da yansıtma yoluyla, evreni aydınlatıyorlar. Bu yansımayı ise ŞAMAN gene bir ayna vasıtasıyla yakalamaktadır. Kozmik gelişimle ilgili yaram aların da keza, ayna' nın içinde olduğu ifade ediliyor. Ayna, M.Ö. 1500 ferde İrandan Hindistana geçen ve Hint-Avrupa dillerinin bir dini olan VEDA inanışlarına göre, şekillerin biteviye birbirlerini

349

izle m e le ri ve limitli bir süre sonunda, daim a değişmeye uğramaları olayını

simgelemiştir. Japon yada ise ruhun lekesizliği ve saflığının bir vicdanın bu saflık üzerine yansıması nedeniyle, hemen kiliselerde, varolan çarmıha gerili İsa gibi, kutsal bir aynı zam anda tahtın da bir alâmeti olup, imparatorluk odada sancak gibi muhafaza edilmektedir.

göstergesi olmuş, tüm tapınaklarda, ayna vardır. Ayna sarayında özel bir

Tılsımlı bir aynanın geleceği görme, gelecekten kehânet yoluyla haber verme aracı olarak kullanılması çok eski bir geçmişe sahiptir. Su ile ayna arasındaki benzedik nedeniyle, Bambar kabilelerinde yağmur yağdırmak am acıyla yapıiageimekte olan dini ayinlerde ayna parçalarının kullanıldığı gözlenmiştir. Ayna, durgun bir su düzeyinin yaptığı gibi, kehânette bulunur. Ruha sorular sorar, bu sorulara verilen cevaplar ise onun üzerinde tefekkür yolu ile okunur ve öğrenilir. Kongoda bu ayin sırasında ayna süslenmektedir. Orta Asyada Şamanlar, kehanette bulunurlarken, bir aynayı ay, ya da güneşe tutmaktaydılar. Şamanizm ayinlerini yöneten bu şamanlar,kötü ruhlardan korunmak için, elbiselerini ayna parçalarıyla süsleyip do­ natmaktaydılar. Mikrokozmaz, makrozmaz teorisi gereğince, insan ve evren, karşılıklı duran iki ayna gibidirler. İbn' i Arabi1ye göre, bireysel olan ruhlar tanrısal varoluşta, tanrısal varoluş ise, kişise! ruhlarda yansıyarak, kendini gös­ termektedir . İslâm literatüründe, geçmişi, hali ve geleceği okumayı mümkün kılan bir ayna daim a olmuştur. Antik çağda ayna olarak kullanılan metal, hafifçe dışbükey cilalı diskler, zaman içinde hızla gelişmiş, ilkin elde tutulanlardan başlıyarak, M.S.I nci yüzyıldan sonra bütün vücudu yan­ sıtacak büyüklüklüğe erişmiştir. Kettterin Romalılardan aldıkları, genellikle gümüşten, bazende cilalı tunçtan yapılı aynalar Avrupada yaygınlaşmıştır. Ayna yapımında önde gelen isimlerin XVII nci. Yüzyıldan itibaren Venedik damgasını taşıdığı görülmektedir. İlkel çağlarda bronzdan yapılanlardan itibaren, ayna denilen bu objenin sürekli KALBİN bir sembolü olarak düşünüldüğü saptanmıştır.

350

Üzerindeki pas günahları, bunun temizlenmesi ise, ruhun temizlenmesiyle özdeştirilmiştir. Ayna, Pateoütik çağda başiıyan kadın ziynet eşyaların meyamndaki küçük delikli taşlardan yapılmış ilke) kolyelere, Bronz çağında katılmış bulunuyor. Bu objelerin orijinal örnekleri Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir. Aynanın kadınlara özgü bir malzeme .araç olması, onun DİŞİLİK karakterini yansıtan bir olgu olduğunu belirtmek istiyorum. Ayna Artemis gibidir; zira erkek karakterli güneş1 in ışınlarını yansıtmaktadır. Onun simgelerinden biri olmuştur. İran, Pakistan ve Afganistanda bugün bile uygulanmakta olan bir geleneğe göre, nişanlı olan erkekle müstakbel eşinin ilk kez karşılaşmalarını kutlamak ve kutsamak amacıyla yapılan toplantı salonunun duvarlarına bir ayna asılmaktadır. Nişanlı gençler bu odaya, karşılıklı durumdaki iki ayrı kapıdan girmekte birbirlerini doğrudan bakmak yerine, Ayirv-i Bibi Maryam adı verilen bu aynadan bakm aktadırlar... Bir Hadis-i Şerif şöyle bir beyanda bulunuyor: İNANCI OLAN, İNANCI OLAN1 İN aynasıdır..... Ayna, somut anlamıyla, üstüne düşen ışınları yansıtacak şekilde parlatılmış, bir tarafı sirk olan bir camdır. Kökeni Farsça Ayine' den oluşan bu sözcük Türkçemize, Ayna, aynı, ayniyle, aynen, aymWc...gibi, bir şeyin kendisi benzeri anlamını veren, sözcüklerle girmiş bulunuyor. Eski Türk evlerinde yaygın bir şekilde kullanılan minder aynaları, çoğu kez gümüş bir muhafaza İçinde bulundurulur ve her zaman aynaya bakmak iyi sayılmadığından, genellikle ön yüzleri duvara gelecek şekilde kapatılarak asılı tutulurlardı.

OK, YAY, KİRİŞ VE OK ATMAK Ok, tarih çağiaradan beri kulamla gelen, gergin bir kiriş yardımıyla ucu sivri çubuktan fırlatan bir silah olmuştur. Yay ise. üa> ucu arasında ip ya da tel (kiriş) gerilmiş, genellikle ağaçtan yaptfma, kavisli bir göv­ deden oluşmakta ve sahra toplarıyla kıyaslarsak, onların kundak adı verilen gövdesini oluşturmaktadır. Bu p a ­ ralelde bir benzetme yaparsak, kiriş* in de (namlu) olması gerekiyor...Ok ise bir mermi gibidir. Ok ucu adt verilen 351

kısmında, girmeyi kolaylaştıracak şekilde biçimlendirilmiş, metal bir başlık bulunur. Ok1un arka kısmında ise tüyden yapılmış bir kuyruk vardır. Bu kuyruğun görevi, ok çubuğunun yönünü değiştirmemesini sağlamaktır. Oku fırlatma işlevini ger-çekleştirmek için, arka kısmında, kuyruk içindeki çentik, kiriş üzerine yerleştirilir. Fırlatma için gerekli gerilme elde edilinceye kadar ok kirişle birlikte geriye çekilir. Bu işlem toplarda, mermiyi istenilen mesafeye atabilmek için gerekli oksn barut hakkının ve namlu yüksekliğinin seçilmesine benzer. Bu işlemin ardından, tetiğe basılır, yani kiriş ve ok serbest bırakılarak okun ileriye doğru fırlaması sağlanır.

Çeşitli oklar

Bir okun ulaştırılması am açlanan hedefe doğru, yönünü bozmadan, titremeden, hızını yitirmeden gidebilmesi, yayın çekiliş gücü ve yaslandığı kirişin gerilimi ile ilgilidir. Ancak okla bu öğeler arasındaki ilgiyi kuran bir insandır. O insanın bu konudaki yetenek ve kararlığı beklenen başarı sentezini tamamlar.

Ok1un gerçek anlamdaki yeri ve kullanımı hatırlatmayıyaptıktan sonra onun sembolik açıdan konusundaki yorumlan inceleyelim:

'

üzerinde bu kısa neleri ifade ettiği

Öncelikle ok, bir silah, yani bir alet ve araç olarak, nasıl delm eyle İlgili bir işigerçekleştiriyorsa, işaret ve imaj otarakta, tüm sembolizm edebiyatında, kuşkusuz, bir yere saplanma, delip girme işlevlerinin de sembolü olmuştur. Ok güneş ışınlarıyla da özdeştiriliyor. İşık ve sıcaklık şeklinde güneşten çıkıp buluttan ve toprağı ayırarak tohumtayıcı bir işlevi üslenen bu oklar sonuçta üretim adım verdiğimiz bîr dayı ger­ çekleştiriyorlar. İşte bu açıdan bakıldığında, ok' un yaratıcı bir organ özelliğine sahip olduğu inana DÜŞÜNCE olgusuna da yansımış ve onunda sembollerinden birini oluşturmuştur. Düşünce gerçekten, yaratıcı, hayat verici güneş ışınlan şeklinde gelişip (ışık çizgileri) duşturan, böytece bazı perdeleri aralayıp, etaplan kadem e kademe aşarak, ya da buntann içinden suarak, kapalı şeylerin içine girebilen, onun içindekileri ışığı ile aydınlatma işlevini gören bir dgudur, bir yetenektir... Ezoterik çevreler oku, merdiven sembdizminde deyinildiği şekilde, yerle gök arasındaki değişimlerin, gidiş ve gelişlerin de bir sembdü yapmıştır. Bu konuya açıklık getirmek için, ŞİMŞEK ve YILDIRIM olarak 352

adlandırılan yapacağız:

atmosferik

olayların

oluşumu

hakkında

şu

hatırlatmayı

Şimşek, havanın belirli bir bölgesinde, havanın direncini yenecek düzeyde elektrik yüklenmesi sonucu oluşan ve gözle görülebilir bir elektrik boşalması olayıdır. Bu boşalma olayı kimi kez bir bulutun içinde, ya da iki bulut arasında gerçekleşmektedir. İşte bu sırada bulutta yer arasında, bu elektrik boşalmasına yıldırım adı verilmektedir. Yıldırım en az İki çakm a biçiminde, yani ŞİMŞEK çaktıktan sonra gerçekleşir. İtk boşalma eksi yük taşıyarak, buluttan yere doğru akar. Bu çok paıtak bir çakma (şimşek) değildir ve genelde ana kanaldan dtşan saçılan pek çok dal görünümü verir. İkinci boşalma ise yerden buluta doğru daha parlak bir yüksek akım geçişi gerçekleşir ki, buna YILDIRIM denilir. Mitolojilerde id dirsek yaparak biçimlendiği imgelenen bu ışıklı ok gök tanrısının, silahı ve onun simgelerinden biri olmuştur. Yıldırımı oluşturan ve yere düşmeyen dal şeklinde oluşan ışık ağı ise bu oku atan YAY olmaktadff. Yani yere düştü diye tanımlanan yıtdmm oku bu yaydan fırlatılmaktadır... Eski Ahif tede okla özdeşleşen YILDIRIM1 ın ilâhi bir gücü temsil ettiği kayıtlı olup, Tanrının insanlar üzerindeki isteklerini gerçekleştirmek amacıyla kullandığı ve kimi zaman da onları cezalandırmak, ya da verimin bereketini sağlayan yağmur ve güneş ışınlan şeklinde yer yüzüne fırlatmak içki kılıfında hazır bulundurduğu "oğullan" olarak isimlendirilmiştir. Ok, farklı bir perspektifle incelendiğinde, varolan tüm olumsuz koşuBan aşarak, hatta yolun DİMDİK ve DÜMDÜZ oluşu nedeniyle, sosyal yaşamın tüm konularında, doğruluk ve düzgünlüğün de vazgeçilmez bir sembolü olmuştur. Bu düşünceyi benimseyen çevreler ok u normal koşulların aşılmasının evrenselleşmiş bk sembolü olarak seçmiş ve buna bağlı olarakta, imgesel mesafeler ve engellerin aşılması girişiminin bir göstergesi yapmıştır. Bu bakımdan ok, ulaşılması bir hayli uzak olan bir fetih (ele geçirme, zapteme) olayının zihinsel olarak ve peşinen gerçekleşmesini sağlıyan bir güçe sahip bulun-maktod*. Okun, aşkla İlgili özlemleri içeren duyguların ve genel anlam da AŞK olgusunun evrensel sem353

bölerinden biri olan " bir kalp üzerine saplanmış" şekilde görselleştirme geleneğini bu yaklaşım içinde yorumlamak mümkündür. Afrodit ve Kermes1 in oğlu olan EROS 10 yaşında bir oğlan çocuğu iken sürekli kullandığı ve aşkı simgeleyen oku ile aşk şiirlerine konu olmuştur... Ok belirlenmiş bir hedefe ulaşır ve bir bitişi, sona erişi gösterdiği gibi, kullanıldığı yer ve yere göre de. bir birleşme, karar, zorunlu olan ya da alınması doğru olan yön ve yönlerin göstericisi olur. Bu açıdan ok ta belirli bir ölçüde ciddiyet veotorite görünümü gizlidir. Ok kimya formüllerinde, matematikteki eşit işaretinin işlevini görmekte, bu açıdan birieştiriciliğtn, karar ve sentezlerin de sembolü olmaktadır. Kimya ilminde, bir reaksiyona girenler ya da çıkanları işaret ettiğinden, hareketle ilgili bk rolü ve anlamı da bulunur. Fizikte bir kap içinde oluşan basman etki yaptığı yönlerin oklarla gösterilme geleneği, bize ok1 un aktif bir karaktere olduğunu gös-teriyor.

küçük sahip

Mitolojik geleneklerde ok çubuğu kartal ve yırtıcı hayvan sentezi olarak düşlenmiştir. Çünkü okun arkasında kuş tüyleri bulunmakta, uç kısmı ise bir hayvanın çişine benzemektedir... O k ," yıldırım çarpması" diye odtandınlan ani ölümlerin olduğu kadar 1 yıldırım aşklarının" da sembolü olmuştur. Bu iki ifade okla yıldınm arasındaki ilintiyi somutlaştıran örnekler oluyor. Işıkla, şimşek ya da yıldırımla özdeştlrilen ok, ApoHon' nun silahıdır. İkada' da ölüm tanrısı olan Apollon, Niobe1nin çocuklarım, attığı oklarıyla öldürmüştür. Ok güneşin ışıklarıyla özdeştirtlmekte ve ağaçtan yontulmuş bir silah olarak düşünülmüştür. İşte bu konuda bir düşünür (C.G. Jung) tanrısallık katına çıkmış kahramanlam babaları, marangoz, dülger, oduncu..gibi ağaçla uğraşan kimseler olduğunu ileri sürüyor. Örneğin İsa* nm süt ba­ bası (?) olan Aziz Jozef ve İsa da bir marangozdular. Ok sembolü, bereket verici ve tohumtayıcı güneş ışınlarını andırdığından, verimliliği sağlayan, tohumlayan ve nihayet olumlu sonuçlar veren hareketlerin işareti olarakta kullanılmıştır. Okun mitolojilerde tanrı silahı olduğunu hatırlatmıştık. Nitekim at adam lar (kentauriar) la çarpışma zorunda kalan Herkül1ün bir at adam olan Kherion1 nu attığı bir okla yaralayıp sonra d a yarasım iyi ede­ mediğinden onu ölüme terketme olayı efsaneleşmiş bulunuyor. 354

XII. yüzyıl İtalyan minyatürlerinde, tıpkı İlyada' da ApoHon* nun örekleri attığı oklarla kovalaması gibi, Tannda Adem ve Havva1 yı ok atarak cennetten kovarken gösteriyor. Gene aynı yüzyılda yapılmış bir başka tablo da Tannyı elinde bir ok ve yay tutarken izliyoruz. Japon sembolizminde ok, yayla ilintili olarak, aşk11 sembolize etmiştir. FalUk görünümün çektiği dikkat, onu erkek ve aktif prensibe sahip bîr öğe yapmıştır. Çünkü belirli bk yer ve yöne doğrulmakta ve sap­ lanmaktadır... Mistik anlam da ise tanrısal birliğin aranmasını" ifade eder. Ok ve ok atmanın aşk1la ilintisini bazı Lâtin şairler şöyle yorumluyorlar: Şayet aşkın okları hedefini şaşırmazlarsa, bu olay şimşek çakması benzeri bir "göz kırpma” işareti ile başlar. Aşık görmekte ve aynı zamanda arzu etmektedir. İşle bu duyguların yarattığı gerilim ortamı ona sürekli olarak arzulacfcğı hedefe yönelen ışınlar yaydırır. Bu ışınlar aşığın sevdiği kişi üzerine fırlattığı oklara benzerler. Şairin biri şöyle devam ediyor: Aşk İki cins ok kullanmaktadır, ve her ikisi de eninde sonunda hedefe ulaşırlar. Ancak sonuç, onu oluşturan m adene göre değişebilir. Şayet oklar altın ise aşkı alevlendirir, yok eğer gümüşten yapılmışlarsa, bu takdirde aşkı söndürürler... Ok atm a işine gelince: Bu hareket, elektrikle, ok atm a sistemini oluşturan öğeler vasıtasıyla ÖÇ FAZLI olan bir emri gerçekleştirmektedir. Bunlar, GERİLME, BOŞALMA ve FIRLATMA1dır. Bu nedenledir ki, ok atma olayı, bulutların, yani yayın, yüklendiği elktrlkle ulaştığı gergin durumun hemen ardından yerle, dişi nitelikli toprakla ilişkiye girerek onun üzerine bir boşalma yapmasına benzetilmektedir. Yıldırım adıyla gözlenen bu boşalma, güneş ışınlarını andırır görünümüyle hemen ardından bir yağmurun habercisidir. Her ikiside toproğın verimini arttırmaya amaçlanmışlardır. Cinsel sembolizm, olayı bu şekilde yorumluyor...



ÜÇ DİŞLİ YABA

Sarayları denizin altındaki uçurumların dibine kc rulmuş olan deniz ilâhlarının sembolüdür. Bunların bo şında Poseidon (Neptün) olmak üzere, Nereus, Thetis, Okeanos, Akhilieus...gelmektedir. Bu tanrılar fırtınalı ha­ valarda dişlerini, dalgaların ucunda oluşturdukları, beyce köpüklerle gösterirler... 355 w

Üç dişli yaba . ilkel bir balık avlam a aracıdır ve ge-neHHde (fte) He birtlkfe bulunur. Bunun nedeni, gladyatörlerin, diğer efterinde tuttuktan fileden kaynaklanıyor. Okyanuslar tanrısı Poseidon, atribüsû olan bu yabayla yeryüzündeki tüm sular üzerinde egemenliğini kuruyor ve düeciği 2am an bununla denizleri azgınlaştırıyor veya sakinleştiriyordu... Üç dişli yaba, fUe ile aynı perspektif içinde, insanların avcısı olan İsa1 nın do sembollerinden biri olmuştur. Dişleri eşit uzunlukta gösterikftği zaman (teslis) ve haç1m gizli bir görünümünü de yansıtır. Bir Hıristiyan inanana göre, şeytan (satan) n elinde tutarak, yakılmaya mahkum edilenleri ateşe doğru sürüklediği için, işkence olgusunun da sembolü olur. Bazı hallerde, insan İlişkilerinde yapılan hataların (culpeculpa) işareti ve kollan güneş tşmlanna benzetücftğinden, bir güneş am blem i de olmuştur.

TİYATRO Atina tiyatrosu tapınakianri kutsal karakterini yansrtan veya yerini tutan dini bir yapıydı. Patronlan (t) Dionizos1tu. Orada uygulanan tüm dramatik gösterHer (temsiller), tannsaNtğm onuruna düzenlenen tapınma törenleri şeklinde, gerçekleşiyordu. Giriş serbestti. Nitekim tüm İbadet yerleri, tapınaklar, kilise, cam i....lere girişler hiçbir zam an ücrete tabi ol­ mamışlardır... Seyirciye gelince; onlar özettikle tiyatroda bu gösterler sıraanda veya sonrasında, adeta manen rahatlamış, kötü düşünce ve streslerinden kurtulup anmış olmanın zevkini duyuyorlardı. Yunanlıların (catharsis) cftye adlandırdıkları ve "b ir a ğ a cın işe yara­ m ayan dcriknmm budanm ası* olarak niteledikleri bu sonuç, moral bir gereksinimin düşsel veya gerçek tatminiyle ruhun temizlenip sakinleşmesi am acından kayrvsktanmaktayc*. Yunan tiyatroları bir yam aca dayalı ve genelde doğa1 ya dönük olurlar. KoUannı açmış, ana rahmine davet edici ilginç bir görünümleri vardır, (kfrfcfye1) * bta.J Yunan tiyatroları tapınakların gölgesine kurulmuş ve faaliyet gö­ stermiştir. Bu tann DİONİZOS olmuştur. Roma, tiyatrosunun önünü köpatmıştır. Sahnesini gene dinsel kabartmalarla süslemiş, seyirciyi kendine baktırmayı amaçlamıştır. Aynca ücrete tabi tutııimuşdur. Çok giriş ve çHoş 356

kapılan olup, kral, imparator benzeri ünlü ve «aygın kişileri özel yerlere ohjrtnrujşdur

HALI Battı toplumlarda olduğu gibi değerli bir dekor eşyası değil, daha çok kişisel, ailevi ve göçebe yaşamının bir parçan olmuştur halı Anadolu1 d a ... Üzerindeki süsler, motifler ve renkler, hatta »ayılar tüle bir rastantmm çok ötesinde, bazı fikir ve duyguların dile getirildiği, üzerine yazılarak döküldüğü bir sentez oluşturur, doğa ve dinsel yorumla üglii olurlar. Bu motifler bazen tılsımlı bir değer yargısını da yansıtmaktadırlar. Örneğin, akrep, örümcek, deve boynu, koç boynuzu vb...nun stilizasyontan. güven, huzur, sağlık, büyü ve kötü ruhlardan, nazardan korunma am açlanm a somutlaştırılmaya çalışılan anlamlarım içerirler. Bunlardan, örneğin akrep, ökJürülmektense kendi kendini öldürmeyi (intihar etmeyi) yeğiiyen bir yaratık olarak bflinlr. Onun bu davranışı ise (özgürlük) hasletinin en belirgin ifadesi olur. Ayrıca halı, beş dişli bir torakla dokurvnaktodr ki, Fatma Anama* ın eliyle İlgilidir. Çünkü bu el uğur getiricidir; İşin daha tez ve kolay bitmesine yardım edecektir... Hak, üzerinde namaz kılarken, Insanm fiziki gövdesiyle dünya toprağı arasında bir bağlantı kurar. Uçan halı İmajı da buradan kaynaklanmış dm alı ? ...[Tahmini kanoahmdf. Afoğrdafc/ açMamayı okyunuz) Halı, üzerinde yürüdükçe, her an daha eskir am a değer kazanır. Nitekim aşağıda, güzel bir halıya benzetmeye çalıştığımız Anadolu, dünyoda üzerinde en fazla yürünen bir halı olmuş ve olmakta ve bu oranda da gitgide değerlenmektedir I... "Dikdörtgen görünümüyle, Doğudan Batiya serilmiş bir "HALI” gibidir Anadoiumuz. Doğanın binyıllar öncesinden bu yana, özenip bezenerek, göz nuru döküp dokuduğu ve gökyüzünün mavi penceresinden süzülen ışıklarla aydınlanan bu halı, onu saran denizlerin masmavi 2emini üzerinde ve o na çok uzun yıllar egemen don değişik uygarlıkların gelenek ve göreneklerini tüm gerçekleriyle yansıtan motif ve desenlerle süslenmiş bulunuyor. Kuzey ve Güneyde, kahverengi ve yeşil çizgilerle bordürtenerek. Batiya uzanıyor ve orada, Ege' nin dantel gibi işlenmiş koylarında saçaklanarak çevreleniyor...

357

KARS* tan EDİRNEYE' ye Alpaslan1dan, Ani1deki ilk İslâm mabedinde Kanunî Suttan Süleyman1a, Sinan' ın o muhteşem camisine kadar, yüzyıllar boyu verilen savaşların şehit kanlarıyla çelenklendi ve üzerinde nice namazlar kılınmakta, bu TOPRAK SECCADE' nin I... Not: Gelenekselleşmiş otan UÇAN HALİ ima} konutunda bligherine başvurduğum Ayvacık Meslek yüksek Okulu Müdür ve Öğretim görevlisi Sayın Eşraf Bûlenf in kitabımda yaymmianmasına izin verdiği makalesini aynen sunuyorum,

UÇAN HALININ POST ÎLE BAĞLANTISI Postun yaygı ve örtünme gibi fiziki gereksinmeler için kullanıldığını ve bu kullanım geleneğinin günümüzde de devam ettiğini biliyoruz. Halının post taklidi olduğu ve bu takMt yoluyla bulunduğu savunulmaktadır. Bu İddiayı yine halıya benzer fakat po6ttu daha çok anımsatan 1 Tülü* ve "Geve" gibi havlı yüzlü dokuma türleri kanıt olarak gösterilmektedir. Postun fiziki gereksinmeler dışında, bazı kültürel gereksinmeler için de kullanıldığı bilinmektedir. Günümüzde de halen devam eden bu gereksinmeler, kökenlerini tarih öncesinden alırlar. Analoji büyüsü adı verilen bir inanış türü post He İlgili yukarıda sözünü ettiğimiz kültürel gereksinmeyi açıklar. Büyü inancı; m ana adı verilen doğa üstü güç ile doğanın etkilenebileceği ve buna bağh bulunan tabu denilen yasaklar sonucunda çıkmıştır. İlk büyü türü; m anadan korunmak için yine manadan yararlanmak mantığına dayanır. Bu mantığa nedensellik önsezisi de eklenince, Analoji büyüsü gelişmiştir. Analoji büyüsü, parçaya yapılan etkinin bütüne, benzere yapılanın ise gerçeğine etki edeceği mantığına dayanır.bu büyü tarih öncesi m ağara resimlerinin nedenini de açıklar. Post ile halı arasındaki içsel bir bağ olduğunu ve bu bağın Analoji büyüsünün yanı sıra Şamanizm ile ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü şamanlar, sağaltma ve ölü ruhuna eşlik ederlerken gökyüzü ve yeraltına yaptıktan bu yolculuklarım kurban hayvanlannın sırtında gerçekleştirdiklerini söylerler. Bazı şamanlar ise bu yolculuklarını davulları ile yaparlar. Şaman davulu üzerindeki sihirli simgeler, şamana bu gücü verir. Angara Tunguz şamanlar ise kurban ettikleri hayvanların postlarım *Sarga" adını verdikleri kutsal ağ aca asarlar. Sarga ile şaman ruhunu, göğe yükseltebilmektedir. Şamanlar ile aktarılan bir çok bilgi yukarıdaki örneklerde olduğu gibi

358

Şamanizm He kurban hayvanı ve kurban postu arasındaki bağlantılara işaret etmektedir. Neolitik kültürlerde tanrıça ve tanrı heykelleri yanında gördüğümüz bazı hayvan figürleri veya politeist kökenli mit ve heykel gruplarında karşılaşılan hayvanlar belki de Şamanizm' in uzantıları olabilir. Hatırlanacağı gibi tanrı veya tanrıçalar bu hayvanların üzerinde veya yanında betimlenmiş ve onlann hayvan kilığma girebilme özelliklerinden söz edilmiştir. Tasavvuf dilinde post; şeyhlik makamını belirler. Şeyhler post üstüne oturduktan için onlara postnişin de denk. Bektaşilerde çeşitli postlar vardır ve her biri ayn bir makamı temsH eder. Alevîlikte dede adı verilen liderler de tören sırasında post üzerine otururlar. Yanı sıra Hacı Bektaş, Abdal Musa gibi Alevi ulularının geyik kılığına girdikleri söylenir. Geyikli Baba ise geyHc-insandır. Benzeri efsanelerde kurt da kılığa girilen hayvanlar arasındadır. Benzer efsane ve mitlere bütün dünyada karşılaşılır. SONUÇ: Halının postta öykülenerek bulunduğu savı doğru ise postta yüklenilen sembolik anlamlar da halıya yüklenilmiş olur. Post üstünde uçma örneği Çanakkale ili Kilttbahir Köyünde yatmakta olan Cahid-i Sultan efsanesinde görürüz. Aynca kurban hayvanlarından koçun, kurban öncesi boyanıp süslenmesi ve kurban postunun diğer ismi He pöstekisinin özellikle namaz için kullanımı Anadolu1da yaygın adetlerdendir. Yine post ' desenli seccade örneklerinin varlığı, post ve ibadet arasındaki yakın ilişkiyi bezlere göstermektedir. Kurban hayvanı veya kut hayvanı ile ruhsal yolculuk yapmak ve hatta bu tür hayvanların kanatlı olduğu He inançlara. İbrahim Peygamberin oğlu İsmail1İn kurbanı sırasında gökten gelen kanatlı koçu ve Argonotlar Destanında Phriksos ile Kelle' yi Kolkhis ülkesine götüren kanattı ve attın postlu (yapaklı) koçu örnek olarak verebiliriz. Bu tür örnek ve yukarıda anlattığımız veriler doğrultusunda "Uçan halının" üzerinde şaman davulunda olduğu gibi sihir taşıyan motifler bulunan veya kurban hayvanının yağpağtsından dokunmuş ve yine üzerinde sihirli motifler bulunan bir halı varlığından çıktığını söyleyebiliriz.

359



BRONZ İle* ek»ak, kalayla bakır veya gümüşün karışımı olup, mitolojik açıdan güneşte ayın eşleşmesi şeklinde yorumlanır. Bu m etal askeri gücün bir simgesi olmuş ve belirli aşamalar geçirerek, bir ÇAĞ A adını vermiştir. Tarihte ç a ğ la rın başlangıçları, dünya çapında olay ve buluşlarla belirlendiğinden, bronzun bulunuşu da teknolojinin gelişiminde büyük bir adım olarak nitelenmiştir. Yunan mitolojisinde büyük çapta yer aldığını görüyoruz. Öncelikle ses veren bir maden olduğundan, sesin sem bolüdür. Toplar, çanlar bronzdan yapılıyordu. Bu iki cismin ses1 le ilgili olması aynca, dikkat çekicidir. Siyah demir daha bulunmamışken ilk tarım aletleri, sapanlar...savaş araçtan hep bronz (tunç) dan yapılıyordu. Kült aletleri, sembolleri, Htttt güneş kurslan, geyik...yılanlı sütun..bronzun eritilmesiyle yapılmıştır. Bronzun açmıştır.

icat

edilmesi

bir

çok

yeni

mesleklerin

doğmasına

çığır

Sembolik açıdan bronzu, kırmızı (erkek) ve beyaz(dişi] olan kalay* ın bir birleşme ürünü şeklinde açıklayanlar da bulunuyor...

DEMİR Fiziki olarak sağlamlık ve dayanıklılığın olduğu kadar, özellikle kesici silahtarın yapımını kolaylaştırmasından dolayı, şeytanî bir karaktere sahiptir. Bu nedenledir ki. Sakmon1 un tapınağında demir malzeme kullanılması yasaklanmıştı. Gezegenlerle metaller arasında var olduğu sayılan bağlantıyı gösteren aşağıdaki açıklam ada, demirin Mars, yani savaş tanrısı1nın yanında yer alması onun bir savaş ve ölüm aracı olmasından kaynaklanıyor. Frigyafclar ellerinde sadece tunç (bronz) silahlar olan silahlara sahip oldukları için atfetmişlerdir. KurşurvSatüm

Demir- Mars

Cıva- Merkür

Kalay- Jüpiter

Bakır- Venüs

Gümüş- Ay

Hftitteri, demir

Altın- Güneş

Mitolojilerde de Demir Çağı, Demir Irk veya toplum sınıflarının “ demirle kaptanmış" kesimi deyimlerinin kullanılmasıyla, özellikle zulüm, işkence ve 360

kötülüklerle geçen bir süreç ve bu süreç içinde, onun etkisiyle yetişmiş bir kuşak* tan söz edilmek istenmiştir. Bunun yanında, uygarlıkların en görkemli ve başarılı geçen sürelerine Attın Çağı, insanlarına ise Attın Irk, altınla kaplanmış.. .deniliyordu...

ŞAKÜL (ÇEKÜL) Ustaların duvarın düzlüğünü ve dikliğini kontrol etmek için kullandıklan bir araçtır. Çekül* ün sembolizmdeki anlamını, bir yapı yani kurulu bir düzenin dengesi ve bunu sağlamak için sarfedilen sprttüel (tinsel) çabaların dürüstlüğüdür. Bazı durum­ larda. yumuşak ve hoşgörülü bir adalet sisteminin de simgesi olmuştur. Çekül gökle yer arasında bir bağlantı da kurmaktadır. Van Arkeoloji müzesi bahçesinde, Urartu tannianndan Hakü elinde bir çekül tutarken gösteriliyor... Helenistik dönem surları ve bazı yapıtların (Bergama surları ve Prten yukarı jimnazyum) temel duvarlarının kesişme çizgilerinde gördüğümüz kertiklerin, çekül sallandırmak için kullanıldığını sanılıyor. Çünkü bu devirde inşaat için kullanılacak blok taşiann üstü, duvarm örülmesinden sonra, yontulup düzleniyordu. Daha sonraki Roma döneminde, çeküT ün bu am açla daha az kullanıldığı görülmektedir. Bunun nedeni blok taşın, yerine konulmadan önce, yerde yontulmasıydı.

PERGEL Bir Mason mabedinin önemli ışık kaynağıdır. Tüze (adalet) gereği ve gerçeğin bir simgesidir. Bir noktaca birleşen pergelin iki kolu Masonluktaki birlik, beraberlik ve kardeşliğin simgesidir. Bu iki kolun birleştiği yer ise insanın başını simgeler. Pergelin çizdiği daire ile eşitlik, tolerans ve alçak gö­ nüllülük gibi, bir çok kavramın nerede başlayıp, nerede bittiğini gösteren anrlon çizer. 361

Dairenin çevresinden orta noktaya olan uzaklığın eş olması nedeniyle de, PERGEL, eşitlğin simgesidir. Daire çevresi, başı ve sonu olmayan (daha doğrusu belli olmayan) bir sonsuzluğu, merkezi ise Üstad-ı Muhterem' i simgeler. Gönye ve pergel bir araya kaynağı oluştururlar.

gelirse, m abette

çok

büyük bir ışık

GÖNYE Dik olan kolu potansiyel güçleri, bilimi, zekayı ve ölümsüzlüğü, yatay kol ise aktiviteyi, başlangıçları ve sonsuz zamam simgelerler. Gönye başlı başına, doğruluğun bir simgesi olmuştur. Bu nedenle, ancak gönyenin yardımıyla yontularak ham taşlar kusursuz birer KÜP TAŞ olabileceklerdir. Gönye, aynı zamanda Üstad-ı Muhteremin bijusu bir (ziyneti) dir.

GÜMÜŞ Modenier ve gezegenler arasında varolduğuna inanılan ilişki sistemi içinde, gümüşün ayın yanında yer aldığı görülüyor. Gümüş, ay-su ve dişilik - prensibinin göstergesi otan zincirin bir halkasında bulunuyor. Gümüş, aktif, erkek, güneş, gündüz ve kızgın ateşin prensiplerine sahip olan altın’ ın aksine, pasif, dişil, ay, soğuk ve sıvı prensipli olup, rengi de beyazdır. San renk altına aittir. Gümüş (arjan) sözcüğü aslında Sanskrltçe olup, beyaz ve parlak anlamına gelmektedir. Bu özelliği onu krafiyet katına yakışır bir metal yapmıştır. Mısır mitolojisinde, tannlann kemiklerinin gümüş, etlerinin ise ettin' dan yaptdığından söz edilir. Sonuçta beyazlık ve parlaklık özellikleri gümüşü, her konuda TEMİZLİK ve SAFLIĞIN, sadeliğin, safiyetin, samimiyetin, doğruluk ve dürüstlüğün de göstergesi ve simgesi yapmıştır. Hıristiyan sembolizminde İLÂHİ BİLGELİĞİ temsil eder. Attın ise insanlar için İLÂHİ AŞKI çağrıştırmaktadır. Bambar kabilelerinde anlaştırılan suyun sembolüdür. Onların nazarında, su ve ateş gibi İki anodıncı elemanı bir­ leştiren tanrı, aynı zamanda attın ve gümüştür. Rus inananda da. 362

kuttonton günlük gümüş objelerin kararmış olarak bırakılması kahramanlığın yitirilmesiyle özdeştirilmekteydi. Kırğalar sara hastalığına yakalanmış hastayı, bir kap içine eritilerek dökülen kurşuna baktırmak suretiyle, iyileştirdiklerine inanmaktaydılar. Bu tedavinin sonunda gerçekten hastanın ipnotize olmuşçasına sakinleşip, uyukladığı gözlenmiştir. Aynı ilkel uygulama Türk aileleri içinde' de ” Kurşun dökm e" adı altında uygulanmaktaydı. Gümüşle ilgili bu açıklamalara güncel yaşamımızdaki yeri ve değerine şunu da ilâve etmek mümkün : Varlıklı kimseler evlerinde sürekli kutlandıktan objelerin gümüş olmasını yeğlemişlerdir. Bu araç ve gereçler zaman zaman temizlenir ve parlak tutulurlar ve zam an içinde sandıkların bir köşesinde ya da büfelerin camları gerisinde korunup dinlenmeye terk edilir ve gelecek kuşaklara aktarılırlar. Eskiyen gümüş eskidikçe değerlenir. Onun değerlendirilebilen bir yaşı vardır. Daha çok geçmişle ilgili, geçmişi anlatan ve hatırlatan bir madendir. Altın ise daha farklı özelliklere sahip olmuş, geçm işten çok g e le ce ğ e dönük yönleri ve değerleri içermiştir...

ALTIN En eski uygarlıklardan itibaren madenlerin en değerlisi olarak tanınmıştır. Hindistcnda madenin ışığı olmuştur. Kızgın ateş, güneş, krallık ve hatta kutsallık düzeyinde bir karaktere sahiptir. Bazı ülkelerde tanrıların etinin altından yapıldığına inanılmıştır. Eski Mısırda d a fravunlar için de inanış aynıdır. Buda heykellerinin altın kaplamalı duşu, onların en üstün derecede gelişmiş dmalanmn işaretidir. Bizans ikonlarının zeminleri de Buda1 nınki gibi aton yaldız bir fon üzerine yapılmışlardır. Attın bu uygulamada İlâhi ışığı yansıtmaktadır. Grek geleneğinde güneşi ve onun tüm sembdizmini taşır. Bereket, zenginlik, iktidar, hararetin ve bilgi ışığının yayıldığı yuvadır. Attın bir ışık silahıdır. İlâhlar için yapılan kurban törenlerinde, adaklar attın bıçakla kesiyorlardı. Gol rahip ve rahibeleri de ökse otunun attın bir orak)a biçmekteydiler. Altının güneş ışığına yakıştırılan bu özelliklerinden ötürü. İsa* nm ışığın ve doğu yönünün de bir sembolü olmuştur. Gene aynı nedenle Hıristiyan ressamları Isa* nın saçlarını Apdlon gibi altın, san attın yaldızlı göstermiş ve başını bir hale İçine almışlardır.

363

Öte yandan atfın şu iki anlamı içeren bir değere sahiptir: Renginden ve saf bir metal olmasından ötürü güneşin sembolüdür. Ama para olarak kullanıldığında kimi kez fesat ve düşmanlıklara yol açan arzuların temiz olmayan yönlerinin açığa çıkma duygusunun, maneviyat ve estetiğin maddeleşmesi, ölümsüzlükten ölümlülük düzeyine düşmenin de bir sembolü olur. İnsanlığın gelişme . etaplarından ilki ALTM ÇAĞI ile başlamış bulunuyor. Bunu daha sonra, gümüş, bakır, tunç ve demir...izliyor. Azteklerde altın, dünyanın derisi ve ilkbaharın sembolü olmuştu. Havadan, sudan etkilenip paslanmayan ve kararmayan, kimyasal reaksiyonlardan asla etkilenmeyen bir niteliğe sahip olan altının 10 gram kadartık bir kitlesi ezilip in-celtilebiliyor ve bundan 570 metre kadar ince tel elde edilebiliyor. İlk çağlardan İtibaren tanrısal saygınlık kazanmış olan altın, cinsel objelerde yeğlenen bir maden olmayı sürekli olarak korumuştur. Kraliyet giysilerinde altın takılar egemen olmuştu. Antik geleneklerde "bilginin kaidesi" ve "bilgeliğin tahtı ” cfcr. Şayet siz kaide ve bilgiyi karıştırırsanız, o üstünüze düşecek ve sizi

ezecektir...Yine aynı anlam da, ■servetin süvarisi olunuz, am a asla atı d e ğ il I" de-nilm ekteydi. Ezoterik bir moden olan altın' m yerin 11 kat altında, diğer çeşitti madenlerin arasında, bulunduğuna inamlıryordu. Bu bakımdan 11 sayısına ayn bir önem verilmekteydi. Altın iki taraflı bir karaktere sahip : İyi kullanıldığı takdirde mutluluk getirir. Aksi halde ona sahip olana ihanet eder. Keza pek çok kapıyı oçabilen bir anahtar, kimi zaman da kemikleri ve boynu kırabilen bir yığından farkı olmaz... .Bu bakımdan onun kinime», elde edilmesinden daha güçtür... Çin mitolojisinde Gümüş dişi (YİN) attın ise erkek karakteri! olup (YANG) dır.

KRİSTAL Kristal küreler bilidHk sembolü olmuştur, Görünenle arasında aracılık yapar. Görünmeyen gücün kaynağıdır. 364

görünmeyenler

ONYX (Hacı Bektaş Taşı) Genel olarak bir uyumsuzluk gösterir. Kâbus gördürdüğü ve hamile kadıniann çocuk düşürmelerine neden olduğundan, uğursuz olarak da kabul edilmiştir. Ama Hindistan ve İran' da. İyi anlamı vardır. Nazardan koru, doğumu kolaylaştırır. Anadolu' da da aynı inanç egem en olmuştur. (İnsan Nasıl İntan Oldu? dan aknmtşhr)

Bir zamanlar bütün dünya insan için bir masaldı. Her şey karanlık ve anlaşılmayan birer varlıktı. Her adım, elin her hareketi, insanı talihli ya da talihsiz edebilecek gizli bir kuvvet tarafından idare ediliyor sanılırdı. Tecrübe o kadar azdı ki, insanlar geceden sonra gündüzün ya da kıştan sonra baharın gelip gelmeyeceğine bile emin değMerdL İnsanlar, güneş doğsun diye törenler yaparlardı. Mısır1 da güneşin sembolü sayılan Firavun, her gün tapınağın etrafında dolaşırdı. Mısırlılar, güzün N güneş asası” d e lk le ri bayramı kutlar ve yoluna devam edebilsin diye, zayıflayan güz güneşinin eline bir asa vermek gerektiğini sanırlardı. Fakat bir yandan da, insan, yavaş yavaş dünyanın özelliklerini öğreniyordu.

ve

maddenin

Taşı yontan ve cHabyan ilkel zanaatçı, taşm özefllkleılni, kendi elleri ve gözleriyle incelerdi. Zanaatçı, taşın sert olduğunu, kuvvetle vurulursa parçalanabileceğini ve bağırmayacağını bilirdi. Gerçi taşlar birbirlerine benzemezlerdi. Belki aralarında dile geleni de bulunurdu. Böyle tahminler bizi güldürebilir. Ama İlkel insan bunu çok ciddiye alırdı. İlkel insan, daha olayları yasalara bağlayam adığı için, hayat ona hep istisnalarla dolu gibi gelirdi. Dünyada birbirine benzeyen iki taş bile bulunmadığını gören insan, özelliklerinin de başka olabileceğini samrcb. Taştan yeni bir kazma yaparken, bunun da toprağı eski kazma gibi kazabilmesi için onu tıpkı eskisine benzetmeye çalışırdı. Yüzlerce ve binlerce yıl geçti. İnsanın elinden gelip geçen çeşitli taşlardan, yavaş yavaş özellikleri ortak olan genel bir taş kavramı

365

meydana geliyordu. Bütün taçlar sertti. Demek taş sert bir maddeydi. Hiçbir taş konuşmadığına göre demek taşlar konuşmazdı. Böytece, bilimin ilk tohumlan, yani eşyalar hakkında kavramlar doğdu. Bir usta, çakmaktaşı sert bir taştır derken, yalnız etindeki çakmaktaşım değil, butun çakmaktaşlannı kastediyordu. Yani insan doğanın yasasını, dünyada mevcut bir kuralı artık biliyordu.

HALE

Tıltoı

ıır u ı

Baş insandaki gelişmenin son evresidir. Fiziksel ve ruhsal faaliyetlerin tümü bu merkezden idare ve kontrol edilirler. İnsan vücudunun sem avi kubbesi1 dir. Bu bakımdan en önemli bir parçasıdır vücudun... Eski Yunan tanrıları ve imparatorlarının hey­ kellerinde başlar attın bir çemberle süslenirdi. Ancak Hıristiyan âlemi Batı Roma' nın düşüşüne kadar (M.S 476) bu süslemedenkaçınmıştır. Ger­ İNSAN ORA'm çek uygulamalar bu tarihten sonra olmuştur. Aslında hale, İlâhi ışığı alan ve onu etrafına ya­ yan, diğer bir deyişle bir merkezden ruhsal enerjiyi yayınlayan, NUR SAÇAN, bir güneş imajı. NUR HALKASI veya bir taç gibidir. Bazı halelerin, kişiye verilen önemle orantılı olarak, normalinden daha büyükçe yapıldığı olmuştur. Bunlar haçlı ve elipsoit şeklinde olanlardır. Haleler sadece başı veya gövdeyle birlikte başı da içine alan olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Hıristiyan azizleri, ikonlar üzerinde gözlendiği gibi, kural olarak, başlarının etrafında sarı bir hale taşırlar. Bu kişiler gerek eylemleri, gerekse yaşamlarım sadece Tanrı aşkıyla doldurup sürdürmek suretiyle, üstün bir düzeye erişen ve bu nedenle kendilerine hayranlık duyulanlardır. Genel olarak İkonografide, kullanımını gördüğümüz şu beş çeşit hale var: 1-

Dairesel hale,

2-

Haçlı hale. 366

3-

Dörtgen hole,

4-

Attı köşeli hale,

5-

Elipsoit hole.(Badem metnine bkz)

Dairesel hale, başta İsa olmak üzere, Meryem, havariler ve diğer aziz kişiler (bazı imparatorlar dahil) in başlarının etrafında bulunur. Haçlı hale sadece İsa1 ya aittir. Haç biçimindeki bu dört ışın O nun tanrılaşmış m addi gövdesinden yayılmaktadır. Daire figürü sembolik açıdan daha çok, gökle ve semavilikle ilgilidir ve dünyadan göç etmiş olanlara da aittir. Dörtgen hale o anda yaşamakta olan krallar, imparatorlar, hibe (bağışta) bulunan ha-yırsevertere, hatta kutsal sayılan bazı hayvanların (İsa* yi sembolize eden Feniks kuşu ve kuzu gibi) başlarının etrafına çizilmekteydi. Hale aslında Hıristiyan İkonografisinde yaratılmıştır. Daha önceleri Asya sanatı ve Grek mitolojisinde görülmekteydi. Kare aslında dünyadır, dünyeviliktir. Attı köşeli olan hale ise, kendisinde bazı yüksek faziletler bulunduğu kanıtlanmış ve inanılmış olan şahıslara uygulanmaktaydı. Işıklı bir bulut gibi figüre edilen elipsoit hale, badem ve badem ağacı bölümünde açıklam aya çalıştığımız gibi, sodece İsa ve Meryeme özgü, kimi zaman yüksek düzeydeki azizlere, özgü olmuştur. Elipsoit hale, bir insan O R A sidir. Badem anlamına gelen MANDORLE adıyla tanınıyor. Başta İsa, Meryem ve diğer, ebedi bir zafer içinde yansıtılması istenilen azizlerin tüm beden siluetlerini çevreler. Aslında main (baklava) biçiminin sembolizmi He ilgilidir. Zamanla yanlan ovalleştirilmiş ve bu elipsoit bir görünüme dönüşmüştür. Göğün yumurtası, içinde güneşin 7 rengini ve göğün 7 katını içeren ve yerle göğü birleştiren, köprü kuran, gök kuşağı olarak da kurgulanmıştır. Boyalı paskalya yumurtası geleneğinin buradan kaynaklandığı da ile sürülür. Mistik gelenekle set ve üst âlemleri ruh ve m adde, su ile ateş, gökle yer küresinin gayet uyumlu bir biçimde gerçekleşmiş birleşimini sim­ gelemektedir. Kimi kaynaklara göre bu bir bademdir. Bademin kabuğu serttir. İçinde lezzetli olan çekirdeği (dinsel inancı, İsayı) muhafaza eder. Atmosferde dünyayı güneşin zararlı ışınlarından bir kabuk gibi korumaktadır. Badem aslında lezzetli olduğu kadar insanlarda üretim gücünü artırıcı özelliğide olan bir meyvedir. Ancak ona ulaşmak, biraz zordur. Önce sert olan kabuğunu kırmak gerekir...(Bkz. Haç metni}

367

GÜNEŞ ŞEMSİYESİ (OMBREL) Güneşin sembolüdür. Altındaki insanın, gerek otoritesi gerekse liyakati nedeniyle, güneşle akrabalığı, yakınlığı olduğu kabul edilir, fonksiyonel olarak onun koruyucusudur; daha doğrusu o şahsn HALESİDİR. Önemli kişiler, elinde renkli tüylerle süslü bir güneş şemsiyesi tutan hizmetkârlarla çevrili olarak, tahtlarında otururlar. Bu olgu Çin geleneğinde bir zerafet ve zenginlik sembolüdür. İnsanların dttckatini üstündeki güneşe değil, daha çok onun atfındaki kimseye yönettir.

HARARET - IŞIN Her ikisi de, fiziksel olarak, güneş tarafından yayınlanıp yeryüzündeki yaşamın oluşmasını ve bunun dengeli olarak sürmesini, sağlamaktadırlar. İnsana gelince o da, organik yaşam ını, 1 güneşi sayılan " , kalbi sayesinde, sürdürebiliyor. Çünkü kaip kan dolaşımını, solunumla koordone etmekle ve vücuda yaşam için gerekli harareti sağlamaktadır. Bu açıdan kalple güneş arasında bir benzerlik ve bağlantı bulunuyor. Ancak kalpte, sıcaklığını 1 sevgi ve aşk 11 şeklinde, insanın duygusal benliğinde de yansıtan, b ir başka ateş daha yanm aktadır... İlkel resim sanatında güneşin hararet veren ışınlarının dalgalı, ışık verenlerinin ise, dik çizgiler şeklinde gösterildiğine tamk oluyoruz. Bu algılanma belki de ışık ve ısının atmosferi geçerken oluşturduktan titreşimlerden Heri geliyor. Isı kozmik bir güç olup, (kaos)* un doğmasına neden olmuştur. Bu doy bize, tıpkı bir civcivin yumurtadan belirli bir süre ve ısı atfında çıkması gibi, göğün yumurtası sayılan dünyanın da, doğm adan, oluşmadan önce, böyle bir kuluçka dönem i geçirdiğini gösteriyor. Isı' mn madenin şeklini değiştirmesi, teknolojinin gelişmesinde önemli bir keşif olmuştur. Hararetlenme, yani kızma olgusu, psikolojik açıdan " hiddetlenm e1 ile de özdeştirilmektedir. Bir savaşanın pslkofizik veya manevi dediğimiz bir güç kazanarak, daha saldtgan bir girişimle döğüşmesi, öç alıcı m ücadelelerde gözlendiği gibi, onun hiddetlenmesi ve hınç almak için gösterdiği azim sayesinde, bazen olumlu sonuçlar yaratmaktadır. Bu bakımdan hararetin, (kızmanın) organizmada bu türden bir cesaret ve 368

oktivtte faktörü olarak değerlendirilmesi, tartışılabilir bir konu olarak karşımıza çıkıyor...S*cak savaş deyimi ısı'nın bu etkisiyle ilgilidir.,(ûu konuya 'Kömür* metninde do değinilmiştir.)

YUMURTA Canlının doğm a olayım Uk olarak başlatan bir tohumu içermesi nedeniyle, kendi kendini doğrudan açıklayan evrensel bir sembol olmuştur. Bu nedenle, evrenin yaradılışı sırasında dün­ yanın bir yumurtadan çıktığı inana Yunanlılarda, Mısırlılarda, Şelflerde, FinikJlilerde, Kanaenierde, Hintlilerde. VietnamlIlarda, Tibetlilerde, Çin ve Japon mitolojilerinde süregelen ortak bir inanç olmuştur. Örneğin, Hint geleneğinde bir Kozmik Yumurta' dan söz edilir. Bu yumurta (Hamsa) adı verilen bir kazın kuluçkaya yatmasıyla oluşur. İşte bu kaz ilâhi nefes / ruhtu. Sonra bu yumurta göğü (erkek) ve dünyayı (dişi) doğurmak için ikiye bölünür. Dikkat edilirse, önce erkeğin yaratıldığı ve hunsalığın bölünmesinden söz ediliyor... Yumurta, başka bir görüş açısından, istirahat (dinlenme) ile ilgili olan olgu ve değerlendirmelerin de sembolizmine katılıyor. Örneğin, ev, yuva, kabuk, ana rahmi (döl yatağı)...Yumurtanın kabuğunun içinde, ana rahminde de olduğu gibi, serbest yaratıkla, adeta zincire vurulmuş gibi olan arasında, bir çekişme vardır. İçeride olan, heme kadar tatlı ve rahat bir ortamda ise de, oradan biran evvel çıkmayı özler. Nitekim civciv onun nazlı ve yumuşak kabuğunu kırıp delerek özgürlüğüne ka­ vuşmaktadır. Bu bakımdan yumurta, tıpkı ana gibi, insanda uyku hafinde olan, konfora aç ve haris burjuva ile meydan okuma tutkunu bir macerasever arasında geçen iç savaşların ve İç ve dış adaptasyon eğiliminin (extraversion / Intraversion) sembolü olmak-tadır. Tüm kozmogonilerde (tekvin-varetme, yaratma ilmi) ruhsal yumurtanın gök ve yeri olduğu kadar tüm iyi ve kötü olanların tohumlarını, aynı zamanda rönesanslann ve kişiliğin belirmesi yasasını ihtiva ettiği var­ sayılmaktadır. Bir öğrenci tahsil yaşamında kendini, kendi âleminde yani 369

üniver/ üniversite1 sinde, tıpkı bir yumurtanın içindeymişçesine, kapatılmış, hapsedilmiş hisseder, orodan bir an evvel çıkıp kurtulmak için elinden geleni yapar, bunun için yaşar ve mücadele verir... Yumurta, doğanm ■ periyodik canlanm ası1 sembollerinden biri oiarakta karşımıza çıkıyor . Kırmızı boyalı Paque [Paskalya yortusu) yumurtası geleneği, bir çok ülkede * periyodik yaradılış mitolojisinin" bir görüntüsü olmaktadır. Bu yumurtaların kırmızıya boyanmasını, kan' ın rengi veya asaletin rengi okm pourpe (erguvanı kırmızı) ite bağdaştırmamız mümkündür... Ortodoks paskalyasında, yemeğe başlamadan önce, sofraya en önce getirilmiş olan kırmızı yumurtalar, İsa dirildi I (Hıristos anesti), denilerek tokuşturulur ve soyularak yenir. İsa1 mn yumurtadan çıktığı inancı egemendir. Kariye müzesinde iki belirgin örnek var; biri Anastazis (dirfliş), diğeri ise KdM tm (derin uyku). Buralarda İsa1 nın halesi bir yumurta biçimindedir.(flfcz Hah) Kozmik yumurta inancı Dogon ve Mali Bambarlannın taştan yapılma haçlarının tepesinde semborieştirilmiştir. Bu haç aynı zamanda dünyanın dört temel yönünü de sembolize etmektedir. Kongo yerlileri yumurtanın sarısını dişi ıslaklık, beyazını ise erkek spermi olarak tasariamaktadıriar. Bu konuda ilginç bir yaklaşımda bulunarak şöyle dem ektedirler; Yumurtanın kabuğu iç kısımdan bir zarla izole edilmiştir. Kabuk aslında güneştir. Şayet yaratıcı, gök yüzünde, tıpkı yumurta zan gibi, ıslak bir zar tabakası, yani atmosferi yaratmasaydı, kozmik yumurtanın kabuğu olan güneş dünyayı yakıp kavurocaktıl... Yumurta genelde, Yunan-Roma mimarisinde görüldüğü gibi, yaşamın bir simgesi olmuştur.( Sütun frizlerindeki yumurta motiflerini anımsayalım.) Tavuk mu yumurtadan, yoksa yumurta mı tavuktan?., bu olgu antik çağlardan itibaren tüm toplumkm düşündüren bir soru olmuştur. Sonuçta, tavuğun yumurtadan ve yumurtanın da tavuktan çıktığı gerçeğinin gözlenmesi, yumurtayı yaşamdaki ölüm/ doğum devridaim1 in de bir simgesi yapmıştır. %

MEVSİMLER Ayın geçirdiği fazlar gibi mevsimler de, İlâhi dizemin aşamalarıdır. Bu aşamaların gelişimi şöyle : DOĞM A (ilkbahar), GELİŞME- formasyon (Yaz), 370

OLGUNLÜK (Sonbahar) ve nihayet ölmüş olan toprağın yüzünü bir kefen gfci örttüğü k a t la gelen ÖLÜM (Kiş). Bu ozdeştirme, insanm yaşam sürecinde olduğu kadar, geçmiş topkımlarda bazı mitolojik inanışların kökleşmesi nedenlerine ve mlletlerin tarihi geçmişlerinde yer akan oioykara da uygun düşmektedir. Onların da çoğu kez, bir doğma, gelişme (yükselme), duraklama, gerilem e ve ölüm veya ölümün hemen yanından sıyrılarak, yeniden doğdukları dönemler olmamış rmdır?.. Mevsimleri yansıtan semboller hakkında birkaç hatırlatma yapmak için, özellikle Roma döneminde gelişen ve en iyi korunmuş mazaytkJerin sergilenciği ve Tunustakinden sonra dünyanın en zengin müzesi olan, Antakya Arkeoloji müzesine gireceğiz: Burada bulunan yer mozaiklerinde İlkbahar yeni doğan bir kuzu, bir keçi, henüz filizlenmeye başlayan bir funda veya bir çiçek çelengi üe, yaz mevsimi, ağzından alev fışkırtan bir ejder, buğday başağı, orak1 la, Sonbahar bir tavşan, asma dalı, İçinden meyveler taşan bereket boynuzu, Kış ise semender (bir cins su kertenkelesi), yaban ördeği veya bir ocaktan tüten duman veya alev şeklinde, sembolize edilmişlerdir. Mevsimler bazı tanrı ve tanrıçalarla da HişklUdirter: İlkbahar Kermes1tir; çünkü o Zeus1un habercisidir ve ekim ayının geldiğini bildirir. Yaz ApoNon1 dur ;günler hep güneşli olacaktır. Sonbahar, bağ bozumu ve şarap tanrısı olan Dionizos' un mevsimidir. Kış ise Hepaistos’ tur. Hepaıstos Hera ve Zeus1un oğludur. Ama bir söylenceye göre. Hora onu kendi kendine doğurmuştur. Çünkü Zeus' un Athena1 yı kafasından çıkarmasını kıskanmıştır. Hepaistos hem topal, hemde çirkindir. Her tür madeni işleyip güzel şeyler üretmiştir. Bunun içindir ki çoğu kez onu, elinde körüğü ile, bir ocak başında görürüz. SABAH : Cennet saatidir, temizlik, saflık ve bakireliğin sembolü olmuştu.

GEZEGENLERİN

İNSAN

YAŞAMIYLA OLAN İLİŞKİSİ Batıni konularla uğraşan bazı bilim adamları, astrolojik alanda, her gezegenin insandaki bir yaş sınınnı simgelediğini Heri sürüyorlar, onlara g ö re : 371

A y: Çocukluğun Uk devresi

(4 yaşma kadar oian süre)

Merkür: çocukluk

( 5 ' ten 14



-

■ ]

Venüı : ReşItMk (ergenkk)

( 1 4 'ten 22

"



■ ;

Güneş : Gençlik

( 23* ten 34

"

"

" ;

M en

(3 6 ' ten 45 ■

:Tam erkeklik ve kodmhk

Jüpiter : Olgunluk ve yaşlılık

(4 6 ' dan 56 ■

Satürn : İhtiyarlığın son aşaması

(5 7 'den sonrası)

TARIM - SIĞIRTMAÇTIK Topraktan, onun gücünden yararlanarak ürün etae etmek için sarfedilen gayretlerin tümüdür. Ancak bu güç toprağın içinde ve üs­ tünde, hava, su ve ısırvn eşleşmesiyle oiuşmaktadv. Cüalıtaş çağında ovalık ve yiyecek toptayıcıltğ'nın yerini hayvan yetiştiriciliği ve TARIM almıştı. Nü, Dicle ve Fırat nehirlerinin her türlü canlıyla dolup taşan bataklık bölümleri, a v a ve balıkçılar için çekici atanlar haline geldi. Aynca bu bölgelerdeki aiivyonlu arazi, tarım için elverişliydi Böytece, çevre dağlardaki göçebe kabilelerin köy ekonomisi giderek değişikliğe uğradı ve kente bağımlı bk duruma geldi. Yiyecek topJaytctkğı, yerleşim merkezinin hemen yanındaki toprak parçalarına tohum ekilmesiyle sonuçtandı ; ortaya (b a h ç e tanrm) çıktı ve özettikle kadınlann bir işi oldu. Daha sonra, sabanın bulunmasıyla, çiftçilik gelişti ve tamamen erkeklere özgü bir uğraş olarak, gelişme gösterdi. Avalde ise giderek, hayvanların evcilleşmesine yol açtı. Bundan böyle bazı hayvanlar öldürülmüyor, canlı olarak eve getirilip her yere kapatılıyordu. 5onuçta SKt İRTMAÇUK kendini gösterdi. Ancak stğırtmaçlık, her zaman ve yerde, bir erkek İşi olarak süregeldi. . İlk kentsel yerleşim alanı, Uk ödeme sistemi, ilk kumaş, Uk ayna, Uk kase, batam ilk işlenişi ile bilinen ÇATALHÖYÜK aynca sığır hayvan­ cılığının İlk örneklerini vermek ve İnsanlık tarihinin bilinen İLK TARIM ŞEHRİ olma özelliğine de sahiptir.

372

ORMAN Doğa şeklinde bir tapınaktır, yeryüzü* nün saçtandır. Saçta yağmur arasındaki ilinti mttototlk sembolizmde dalma yer atmış bir olgudur." Ağaçlar YAĞMUR DUASt İÇİN GÖĞE UZANAN EN GÜZEL ELLERDİR! " denüyor...Sözün konusu orman olunca bizde şunlan eklemek istiyoruz: Gök ağlar yeşili yaratm ak İçin. Gözyaşları orman yangınını söndürmazl. AnadokıdakJ "orman kıyımı" nn başlıca nedenlerini: 1-

Erozyona,

2-

Kasıttı veya kasıtsa yangınlara,

3*

Konut yapımı İçin ahşap malzemenin çokça kullanılmasına,

4-

Isınma gereksiniminin odunla karşılanmasına,

5-

Bazı Akdeniz ülkelerine odun ihraç edMmesine, Roma döneminde çok sayıdaki hamamlarda sadece ve sürekli odun yakılmasına bağlı­ yacağız.

AĞAÇ SADECE AĞAÇ DEĞİLDİR... f J/J; -

Ağacın sembolizm edebiyatında, çeşitli yön­ lerden yorumlara yoi açan ayrıcalı bir yeri bulunuyor. Çünkü o, yaşam denilen çarkın SÜREKLİLİK algısını yaratır. Yaşayan her insan gibi, hep yukan, göğe doğru uzanarak, çıkmak, boy atmak ve mey-velerini vereceği BAŞA ULAŞMAK eğflim ve özlemini gösterir. Bu özelliği onu, doğada varolan tüm dikine duran yapı, yapıt ve yaratıkların başlıca* sembollerinden biri yapmıştır. Bu açıdan öncelikle, ağoç1 la DİKİLİ TAÇ lor (Obeliskler) arasında, şu farta gözeterek, bir özdeşttrme yapmak mümkün : Yukarı Mısır Kamak tapınağındaki dikilitaşlar, tapınağı kötü ruhlardan koruyan birer paravan gibi kurgulanmaktaydılar. STATİK YAŞAMIN BİTKİSEL CANLILIĞINI «imgeleyen bu diküita^ar üzerine hiyeroglif yazıyla kazılmış bazı mesajlar, taşın aslında KUTSAL bir 373

m adde oluşu nedeniyle, ölümsüzleşmiş, taş1ta bu yazılanlar sayesinde, birbirlerini bütünlercesine, bir kat daha kutsallaşmış bulunuyordu. Bu noktada taşla ağacın bir kıyaslamasını yaparsak, ağaçksrda dikilitaşlar gibi, doğal olarak göğe yükselmek, sanki orada birşeyfere ulaşmak istemektedirler. İşte bu açıdan AĞAÇ DİNAMİK YAŞAMIN bir simgesi olmuştu. Birbirlerini seven kişiler, tıpkı Adem ve Havva gibi, bir oğocın altına çekilip onun gölgesinde olmayı yeğlerler; sanki onun TANIKLIĞINI dilemektedirler...Sevgi ve anılarını ona gömerek ayrılırlar. Çoğu kez, oğoç gövdeleri üstünde onun dış kabuğu ite bütünleşen bir kalp resmi ve ona saplanmış bir ok1un yanında iki harfin kazılı olduğunu görürüz. Ağaçlar evrenin şu üç katıyla birleşir ve ilişkisini sürekli olarak korur: ■

Kökleriyle, güç aldığı YERALTI,



Gövdesi ve alt dallarıyla YERYÜZÜ,



Üst dallarıyla da. ışığın geldiği yöne yükselerek, GÖIC le.

Ağaç köklerinin arasında sürüngenler, yapraklan arasında ise, kuşlar yaşar. Sonuçta, ağaç, hayvanlar âleminin birçoğuna hem barınak, hem * de onların beslenmelerine yardım a olmaktadır. Adem1 in, yaradılıştan İtibaren, Tanri dan aldığı, "Büyüyünüz ve çoğalın ız I" emrini, kesintisiz bir şekilde, uygulamak İsterler... Ağaç, topraktan özümlediği besleyici m addeleri, tıpkı bir canh yaratığın kanı gibi, besi suyu içine karıştırarak, bunu gövde ve dallannın her tarafına, dengeli bir düzenle, dağıtır. Işık, hava ve ısıyla işbirliği yaparak, meyvelerini büyütür ve olgunlaştırır. Bir anar nın evlatlarını yetiştirip, büyütmesine benzer bu işlevi... Ağaç, yeryüzünde ateşin bulunmasına yardımcı bir araç olmuştur. Bu bakımdan, dünyayı yaratan dört etkenle ilişkilidir. Kuru ve kalınca bir ağaç dalı, mağara insanının kendini savunması am acıyla bir anda yerden uzanıp aktığı taşla beraber, başvurduğu ve asla yanından ayırmadığı İlk SİLAHI ve DOSTU da olmuştur...

İnsanı anımsatan ağaçların, onunki gibi, belirli, sınırlı ömürleri vardır. Şayet iyi bakılırsa, ya da uygun bir yerde doğup bitme şansına sahip olmuşsa, bu süre uzayabilir, uzatılabilir. Şayet bu koşullar olumsuz bir şekilde oluşur ve gelişirse, o da vaktinden önce göçer gider. Artık rengi YEŞİL değildir, toprağın rengine dönüşmüştür... Seksüel açıdan ağaç, çift cinsiyetti (androgyne) androjin bir cönk olarak niteleniyor. Dikine duran gövdesi, güç ve enerji öğesi olarak, güneş, baba ve faHus* le âzdeştiriliyor. İnsanoğlunu dik tutan bel kemiği gibi, dünyanın mihveri kabul ediliyor. Öte yandan, kuş yuvalarını barındırdığı ve meyve verdiği için, onda hem koruyuculuk, hem de doğurucu...bir dişiliğin varoluşundan söz ediliyor. İşte bu açıdan, eski toplumlann aile içi yaşantı geleneklerinde daima bir AĞAÇ BABA ve AĞAÇ ANA kavramlarının ege-m en olduğu görülmüştür. Günümüzde, soyağacı, aile kütüğü veya nüfus kütüğü diye adlandırılan bir ağaç var. Bu ağaçlar aslında, aile bireylerinin ana ve baba tarafından oluşan geçmişlerini tam malarına ve başkalarına da tanıtıp kanıtlamalarına yardımcı olmaktadır. Onların manevi yönden unutulup silinmelerini, dallarının hep taze ve yeşil kalmalarım sağlar. Buna SOY AĞACI (Jenecrfoji ağacı) deniyor. Her geçen yıl enine ve boyuna gelişerek büyüyor. Özettikle XIII. yy. ressamları, Eski Ahit ve İncil1den aldıktan bilgilerle, dallarında İsa ve Meryem* in geldikleri saylan, Juda kraHanm. bir ağaç üzerinde resimlendirmiş ve bunlan, Trabzon Aya Sofya Kilisesi kuzey kapısında görüldüğü gibi, kimi zaman cam eşyalar üzerinde de minyatür tarzında görselleştirilmişierdir. Resmi kurumlann eğitim ve öğretimle ilgili diploma törenlerinde adından söz edilen YAŞ KÜTÜKLERİ' ni bu gelenekle bağdaştırmak istiyoruz. Çünkü buradaki KÜTÜK, o meslek “DALINDAN 1“ yetişenlerin geliştirmekte okjukJan. yani zamanın zihniyet ve teknolojisini tzltyerek, onu ayakta tutan, ona yeni boyutlar ekliyen çabaların ve girişimlerin güç aldığı bir DİREK olmaktadır. Bu am açla yapılan törenlerde, kütüğe çakılan çivilerin aynı kütüğün üstünde yeşeren ağaca o kuşağında AŞILANMASI ve onunla birleşmek ve bütünleşmek am acıyla çakıldığını, söyleyeceğiz... Çocuk terbiyesinin söz konusu olduğu hallerde, güncelleşmiş bir anlamı içeren " Ağaç yaşken eğilir " diyerek, aslında çocukla ağaç arasında sıcacık bir ilişki kurmuyormuyuz?...

375

En eski Yunan tapınağı olarak bilinen ve M.Ö VII yy. Tarihlenen Samo6 Adasındaki ünlü Hera tapınağı (Zeus1 un kamı ve kardeşi) diğer Hk tapınaklarda olduğu gibi, ağaçtan imâl edilmiş sütunlarla çevrili bulunuyordu. O çağda mermer henüz kullanılmryordu. Gerçek işlevi mekânı çepeçevre sararak, onu kötü ruhlardan korumakla görevli muhafızlar olarak kurgulanıyorlardı. Mısır to p ra k mimarisinde de kadın gövdeli, KARYADÎT adı verilen sütunların kullanıldığını anımsayalım.[Bergama, Ktzıbokı, Serapfe tapmağı/ Prien1deki Afhena Tapınoğı sütunlarında, sütun başlan ile gövde boyu ve kaide ç a p arasında tıpkı normal bir insanın boy ve başı arasındaki var olan orana eşit değerler saptanmış bulunuyor Şimdi Hera tapmağının benzer örneğini göstermek İçin Nemrut Dağına çıkıyoruz : Burada Kral Antfokos' un, içinde gömülü bulunduğu bir tümülüs var. güneş kültünün uygulandığı Doğu ve Batı teraslarındaki açık hava tapnaklarmm kuzey ve güney kenarlarında bir sıra üzerine dizili 16 sütun bulunuyordu. Bu sütunların çatıyı tutmak gibi bir işlevleri olmadığına göre, diğer aslan kartal ve tahtlara oturmuş bulunan mitolojik tannlaria beraber tapınağın manevi koruyuculuğunu yapmak ve krallarının kutsal bedenini kötü ruhlardan korumak gibi bir semavi görevi üslenmiş ofocaklanm düşünüyorum. Nemrut1tâki bu tapnakkvda, Yunanlının, özellikle diğer dini yapıtlarda, düzenleyip biçimlendirdiği tüm öğelerde uyum ve orantı ilkelerine özen gösterildiği gözlenmektedir. Ezoterik çevreler, bir insanın TERS DÖNMÜŞ bir ağaç olduğunu Heri sürüyorlar. Nitekim, cennette TUBA adı verilen bir ağacın varlığından söz edilir. Bu oğaçın kökü yukarıda, dallan ise aşağıdadır. Mitolojilerde sık sık yer alan ağaçlar genellikle şunlar : Zeytin , incir, akasya, meşe, defne, çam, setvi, sedir, kavak, palm iye, hurma, badem, çalı Bu ağaç türlerinin sembolik açıdan özgün, yorumsal açıklamalan, izleyen sayfalardadır. Kutsal Kitap, Yeşil Ağaç, Kırmızı Ağaç kavramiannın yanında Yeşil İnsan ve Kırmızı İnsan' dan da saz ediyor. İbranicede ADAM (Adem) etimolojik olarak, Kırmızı İnsan elemektir. ADAMAH, kırmızı toprak. DAM ise, kan an­ lamına geliyor. İslâmda KADİR sözcüğü çok güçtü ve kudret sahbi demek olup, aynı zam anda YEŞİL anlamını içerdiğini de ileri sürenler var. kadir, ESMAYI HÜSNA' dan. yani Tanrının 99 adından biri olup başkaları İçin kullanılmaz. 376

Har üç semavi Günde (Judaizm, Hıristiyan ve İslâmda) tüm ölüm ve dirilişlerini bitirip, tannsallılc düzeyine erişen, yani aslına dönen her kişi 11 Yeşil İnsan” olarak betimlenir. Bu bakımdan Yeşil Ağoç, Yeşil İnsanın, yani ttâhüik mertebesine erişmiş insanın ima|ı olur. Ayaklar bu ağacm derinliklerine İnen kökleridir. Tüm enerjiyi içerirler. Tanrısallık sırlarım saklarlar. Bu bakımdan İnsanın ayağı, onun ana rahmindeki (germe) filiz şekline benzemiştir. Üzerinde insan vücudunun bölümlerinin bir çoğu adeta miniatürtze edilmişlerdir. Akupunktur tedavi yöntemi kulaklarda olduğu gibi, ayak tabanlarında da uygulanıyor. Nedeni, vücudun diğer organlarıyla bağlantılı olan merkezlerin ayakta bulunmasıdır... Bu konuda ilimse* düzeyde bir açıklama yapm ak yetki ve yeteneğine sahip olmadığımdan, ilgi duyanların akupunktur uzmanlarına başvurmalarım öneririm.

HAYAT AĞACI Değişik biçimlerde sttüze edilmiş d an hayat ağacının Selçuklu mimarisindeki kullanım 7-9 paim etlkfr. Bu sayılar göğün kattanm sembolize ederler. Ölenlerin ruhlan bu katlara tırmanarak cennete gideceklerdi. Orta Asya Şaman kaynaklam a göre. Hayat Ağacı dünyanın merkezi ve bu merkezden çıkan eksenidir. Şaman1ın yeraltıyla gökyüzü arasındaki seyahatinde bir merclvendlr. Şaman onun üzerine çıkar ve gökyüzü He irtibat kurar. Aynı zam anda bolluk ve bereketin sembolü olan hayat ağacının, sayılan 12 otan meyveleri besleyici, yapraktan ise her derde deva bir ilaçtır. Hayat o ğ a a bazı çevre ve dönemlerde kayın a ğ a c ı olarak şekillendirilmiştir. Kaym Sibirya ve civanna, hurma ise Arap (İslâm) ülkelerine özgü bir ağaçtır. Ağoc\n kökü bir rozetten çıkar, bu dünyadır ve üstünde bir kuş (kartal) taşır. (Erzurum çfflto minare ve Yakuttye Medreseleri) Uzmanların İfadelerine göre, aslında bu bir kartal değil, gücü gece duymayı da soğlıyocak şekilde .arttırılmak istenmiş, bir ONGUN' dur. Sayılan 24 tür. Bilindiği üzere, eski Türk boyiannın totem olarak kendilerine özgü bir ongun kuşu bulunuyordu. Puhu, baykuş...gibi. Bu iki kuş geceleri uçar ve avlanır ve kendilerini ancak kutaktanyta yönetebflmektedirier. Hayat ağacı Hıristiyanlıkta (haç) ın prototipi olarak nitelenir. "İnsanlar onun sayesinde, yılanın ve ölümün üstesinden geleceklerdir11denilir. 377

Tanrı dünyayı yarattıktan sonra Adem1le Havva* yı cennet bahçesine yerleştirdi. Onlar bu bahçedeki tüm ağaçların meyvelerini yiyebiliyoriardı. Yalna, Hayat Ağoamn meyvesiyle, Bilgi Ağacının meyveleri onlara yasaktı. Hayat Ağacı1mn meyvelerini yerlerse sonsuz yaşama, Bilgi Ağacı* mn kini yerlerse tanrılar gibi, iyi ve kötünün bilincine sahip olacaklardı. Bilgi Ağacına tırmanan bir yılan Havva* yı yasak meyveyi yemesi için kandırdı. Havva bu meyveyi Adem* le paylaştı ve bu yüzden cennetten kovuldular...

ZEYTİN

AĞACI

Öncelikle banş, sonra da bereket ve güç* ün. dinsel inanışlarda^ ise, ■günahlardan annmış olmanın*, sembolüdür. Mitolojiye göre ilk zeytin ağacı, Yunanistanda tanrıça Athena İle deniz tanrısı Posidon arasında geçen bir m ücadele sonunda yerden bitiyor ve Athena1 ya armağan ediliyor. Halen Atina akropolünde bu ağacın filizlerinin bulunduğu söylenir... Tufan1ın sonunda bir güvercinin Nuh peygam bere bir zeytin dalı ge­ tirmesi, her şeyin yeniden rahat ve huzura dönüştüğü, anlamında da yorumlanagelmiştir. Yahudi ve Hıristiyan geleneklerinde Zeytin Ağacı sürekli bir sulh sem­ bolü olmuştur. Orta çoğ* d a zeytin ağacı altın ve aşkın* da bir sembolüdür. İslâmda da peygam bere ve evrensel insana adanan bir ağaç değerini taşımış ve dünyanın mihveri kabul edilmiştir.(8fcz. tştk) İsa* mn üzerinde şehit edildiği haç1 ın zeytin ya d a sedir ağacından yapılmış olduğu sanıldığından, bu İki ağaca, özellikle Hıristiyan dindarlan büyük saygınlık duymaktadırlar. İncir ağacı ise daha çok İslâm aleminde itibar görmektedir. Ancak ortak olan yönleri, her ikisinin de uzun ömürlü ve patates soğan . gibi akrabafıklan olduğu ve hep aynı yerde, kardeşçdSİne, yerleşip üredikJeridirL Zeytin ağacının bir bereket simgesi oiarakta benimsenmiş olması, onun gövdesinden tutun da, meyvesinin çekirdeğine varıncaya kadar, hemen her parçasından yararlanılabilir olmasından, ileri geliyor. Zeytin ağacının

378

bir ürünü oton zeytin yağının, kandillerde yakılması nedeniyle, ( ışık )ia ortak bir yönü de bulunmaktadır. [Ünlü İngiliz yazan Huxiey gerçek bir Akdeniz bitkisi olan zeytinin İngiltere topraklarında nasıl bir güney havası estirdiğini yazdıktan sonra, şöyle devam eder: "...Zeytin ağacı eğitilen bir atlete benzer. Hafifçe oturur toprak üstüne, yeşilliği de donuk değikir hiç. Zeytinin hafif gri ile gümüş yapraklan arasında hava bulunur hep, gölgelen içinde de ışık parıfost vardır.”] Ayda Bk Dergisi, Reşit ERGENEf? den alınmıştır.

İNCİR AĞACI Öncelikle din ilmini sembolize etmekteydi. Bunun yanında bolluk ve bereketin göstergelerinden biri olmuştur. Çünkü meyvesi çok çekirdeklidir. Aynı zamanda vahdet4 in karşıtı olan kesret, yani çokluğu da simgelemektedir. Hırtsltyanlar bir zamanlar, İsa* nın mesih1 liğini kabul etmemiş olan Yahudi sinogokiannı kuru bir incir a ğ a c ı olarak, nitelendiriyorlardı.

'

İncir ağacının bir ilim ağacı sembolü olarak kullanıldığına, yaradılış efsanesi ve Yeni Ahit4te rasiıyoruz. Bu nedenle. H ayat A ğ a cı yerine bazı yerlerde İim A ğ acı denildiğini de duyarız. Adem ve Havva çıplak organlarını bir incir yaprağıyla örterek gizlemişlerdir. Aym efsanede, dünyadaki tüm ağaçların, kendilerini yönetmek için, İncir ağacına oy verdiklerinden de söz edilir. Romalılara göre, imparatorluğun kurucuları olan Romülüs ve Romüs' ün doğduktan yer bir incir ağacının altıydı... İncir ağacının ölümsüzlüğün de semboNerinden biri olmasının nedeni, bu ağacın fiziksel olarak uzun süren ömründen değil, onun bir ilim ağacı olmasından, kaynaklanıyordu. Çünkü sonsuza dek yaşayacak ve yaşatacak uğraşın, ancak İlim a la n ın d a oluştuğuna, inanmaktaydılar. Türkçede "Ocağına incir ağacı dikerim" deyimi seni de onun gibi kurutur, işe yaramaz hale getiririm, anlamına geliyor. Gelenek olarak incir ağacı budanmaz. Dibine (küçük su) dökmek1 te günah sayılır. Meryem' in sembollerinden biride incir ağacıdır. Çünkü incir ağ acı çiçek açm adan meyvesini vermemektedir!...

379

SELVÎ Gerek uzun ömürtü gerekse soğtam bir gövdeye sahip oluyu nedeniyle, birçok toplumior tarafından kutsal bir ağaç olarak kabul edHmiştir. Özellikle Yunanlı ve Romalılarda seMnln cehennem ilâhlarıyla İrtibatı olduğu kaneı yerleşmiş ve onu yeraltı âleminin bir ağacı olarak görmüşlerdi. Plüton (Zeut1 ün kardeşi olan yerathcehennem tanrı») kültünün bir objesi oksn ve Akdeniz havzasında daha çok mezarlıklara dikilen bu ağaç, özelliğini uzun süre bozulmadan koruyan, reçinesi ve yeşilliğini kaybetmeyen yapraklan nedeniyle, ölümsüzlük • -.V ve yeniden doğuşun da simgesi olmuştur. Çinde seM kozalaklarını yemenin ömrü uzattığı sanılmaktaydı. Nedeni, bu meyvenin Yang cevheri bakımından bir hayli zengin olduğunu sanmalarından Heri gelmekteydi. Orada rahiplerin bastonları setvi ağacından yapılır, ateş ibadeti için yakılacak ateşte, setvi ağacının dallarının sürtütmelertyte, elde edilmekteydi. İslâmda setvtnin gerek fiziki görünümü gerekse biyolojik yapısı yönünden ayn bir yeri bulunuyor.(Bu konuda cam i art/ton km kçiM metinde yer vmrlkrVşflr./

ÇAM Çam ağacının süsleme geleneğinin, Hıristiyanlıktan çok ' daha önceleri, Roma* da Anadoludan giden Kibele kültü rahipleri tarafından uygulandığı sanılıyor. Çam, onların görüşüne göre, lûbelenin sevgilisi ve aynı zamanda oğlu olan Attis' in, ölünce dönüştüğü biçim, yani erkek tanrının dfallüsünü simgeliyordu. O devir ve ülkede Kibele tapı­ nağına sunulan çam kütükleri, bugün Noel bayramlannda yapıldığı gibi, Kibele uğruna kendilerini hadım eden rahiplerin, süslenmiş ve boyanmış cinsel organları ile donatılmaktaydı..

SEDİR ÇAMI Zeytin ve İncir gibi, kutsal topraklarda yetişen bir çam türü. Genellikle bir Akdeniz bitkisidir. Ve daha çok Lübnanda bulunuyor. Mabut heykelleri,

380

tapınaklar (Salomon1 un tapınağı), beşikler, tabutlar, meşalelerin özellikle bu ağaçtan imâl edilmesine özen gösterilmekteydi.

PALMİYE İslâmda Hayat Ağacı, p a im e t adı verilen, palmiye yapraklı gösterilir. Bazı kaynaklar bunun hurma yaprağı da olabileceğini öne sürüyorlar. Ancak palmiye1yi a le v dili şeklinde, bitkisel bir süs öğesi olarak. Selçuklu mimarisinde kullanılan motifler arasında da görmekteyiz. Palmiye Hı­ ristiyanlıkta, sonsuz ya şa m 'ın sembollerinden biri sayılmaktaydı.

DEFNE Yunan ve Pomada, zafer kazanarak ölüm-süzlük katına ulaşanlara özgü bir yücelik senvbolü olarak yaygın bir kuHamm alanı bulmuştur. Krallar, imparatorlar mUti kahraman olarak seçilenler, ilim ◦dam lan, arenalarda boşan gösteren atletlerin taçlan, âzeMkle defne yap-roğıyia süsleniyordu. Öte yandan defne, ciğer yaprağını dökmeyen ağaçlar gibi, sonsuz yaşamm, enerjinin ve gençliğin de evrensel bir simgesi olmuştur. Üniforma taşıranların şapka kokarttan ve siperliklerinde ve diğer „ dekorasyonlarda, genellikle meşe ve bazen de defne yapraklan bulunuyor. Defne tann Apoilon' nun kutsal ağacı olmuştur. Bunun öyküsü şöyle: Daphne (Defne) isimli güzel bir kız yaşar Yunanistanda. Bu Peneus' ün kızıdır ve bir su periskür. Kendisini tannça G aia1 ya adayıp bir manastıra çekilmiş ve erkeklerden kaçarmış. Ama bir gün. Apoilon ana gönül vermiş; peşine düşmüş, kız kaçar Apoilon kovalarmış. Tam yakalanacağı sırada, genç kız nehir tanrısı olan babasına yalvarmış, kendisini kurtarsın diye. Birden bire bir defne ağacına dönüşüvermiş. Tanrı bakmış ki. kollarının arasında sıktığı bir defne kütüğü. O zaman o da tann Zeus* a yalvarmış, rüzgâr olmuş ve başlamış bu defnenin yapraklarını okşamaya ve onlardan bir taç yapmış kendine...İşte o gün bu gün, defne Apoilon1un kutsal ağacı olmuş...

381

ApoJlon tapmaklarında görevli bilicilerin bu nedenle, uykuya yatıp Apollondan haber alabilmek için, ağalarında defne yaprağı çiğnedMdeti söylenmektedir. Bu biliciler aynca, kendilerine danışanların başlarına, bir defne çeiengi takmaktaydılar.[Dküm Apotton tapınağı)

AKASYA Salomon' nun tapmağını inşa eden ve Masonluk tarikatının kurucusu ve üstadı olan Finikefi Hiram' ın mezarına dikilmiştir. Yahudi ve Hıristiyanlarca makbul ve kutsal olarak değerlendirilen yönleri bulunuyor. Sert, çürümeyen dikenli bir ağaç, çiçekleri sut ve kan rengini anımsattığından o da ölümsüzlük ve yeniden yaşam (dirilme) sembollerinden biri ol-muştur. İlkel dinlerde bazı hünsa (Hermafrodit) sayılar, canlılar ve objelere karşı saygınlık duyulduğu saptanmıştır. Akasya ezoterislerin ifade ettiklerine göre hünsalığın ve ADEM* in de bir sembolü olmuştur. Bazı kaynaklar İsa1nın çarmıha gerüdiği ağacın zeytin veya sedirden değil, akasya ağacından yapıldığını savunuyorlar. Ancak çarmıha götürülürken başına taktıktan taç' ın dikenli bir akasya dahndan olduğu kesindir.(fikz. Olken) Afrika Bambar kabileleri, kurban törenleri için yakılacak ateşi, içi oyulmuş bir akasya kütüğünün ortasına bir incir dalı sokup döndürerek, elde etmekteydiler. Bu uygulama uzmanlara, akasyada erkek, incirde ise dişilik ilkesinin varolduğu izlemini verdiriyor. Keza, Hindistanda Brahman adına düzenlenen ayinlerde akasya' dan yapılmış kült objelerinin kullanıldığı saptanmış bulunuyor.

KAVAK Sulu toprakta yetişir am a kibrit1in de bu ağaçtan yapıldığı bilinir. Bu yönden kavak ağacında, bir su-ateş ilişkisinden, söz edilir.

382

MEŞE Yıldırım çekme yeteneği onu tanrı Zeus1un ağacı ve atribüsü yapıyor. HerküT ün ünlü topuzu meşe ağaandandı. Meşe bu açıdan uzun ömür, soğkjmkk, güç, maddi ve manevi planda, bir yücelik ifade etmektedir. Genel anlam da dünyanın ekseni olarak yorumlanan ağaçlar içinde bu işlev, daha çok meşe ağacına, yakıştmlnmştır.

DİKEN Dış etkilere karşı engel, zorluk gösterek, savunma am acına yönelik bir işlevi ve buntann sonucu oksrakta. sert, h ırçr ve hoş olmayan yaklaşımların sembolü olmuştur. Diken bir bitkinin doğal savunma öğesidir ve tıpkı hayvanlardaki boynuzun rolünü üslenir. Topoloji (isimlendirme ümi) de diken sözcüğünün, çoğu kez, bir aksıya! ve güneş sembolizmine uygun düşen " dikiti taşlar a verilen isim olduğu gözleniyor. Isa1 nm çarmıha götürülürken bayma ona hakaret ve otoya bir anlam da taktıktan, dikenli bir akasya dalından yapılmış olan taç' m,aslında tşnh bir taç, dikenlerin ise, sembol olarak, ku tan a1 nm aziz bedeninden yayılan parlak ışınlar olduğu söylenir... Isa' nm ızdıraplı anlannda taşıdığı bu dikenli taç, bir başka yorumla göğün, bakir yerle evlenmelerini kutluyor. Trinite (üçleme- teslis) nin ikinci şahsı olan İnsan' nın Oğlu* nun daim a bereket üretebilen bakire Toprak'la evlenmelerinin yüzüğü oluyor... Çin1de oklar, yani uçan dikenler tehlikeli etkileri defetm eye yanyan silahlardır. Sami ve Hıristiyan geleneklerinde ise diken, henüz ekilmemiş vahşi toprağı anımsattığından bu tür toprağa " dikenli" toprak denilir. Sürülmemiş bakir toprağı ve dikenli taç' ı temsil eden diken, portakal çiçekli taçla yer değiştirerek, evlenmelerde tıpkı toprağınla gibi, kadının bakireliğini de sembolleştirir...

383

Meksikoda, ogav adı verilen bir tür soğanlı ve hoş kokulu çiçeğin dikenleri,kurban kesmek için kullanılan bıçaklan bileyen siieks (çakmak taşı) ile özdeştiriliyor. Bunun için rahipler kanlarım tanrılara sunmak İçin keivdüerine cefa veriyorlar ve agav dikeni ile bacaklarını parçalıyorlardı... TOPUK PİKENİ: Yumuşak doku romatizmasında, topuk kemiğinde DİKEN çıkabilir. Bu diken öne ve aşağıya uzar. Bu durumda kişi topuğuna tam basamaz ve ayak uçlarına basarak \> yürümeye mecbur kalır. Boytece romatizmalı Diken olan doku, yer ve topuk kemiği arasında kalarak, ezilmeye maruz kamaz, dolaylı d a olsa, koruyuculuk yapar... Not: bu tıbbi açıklam a İç Hastalıktan uzmanı ve turist rehberi Sayın Dr. Ahmet MADEN tarafından yapılmıştır.

NOHUT - LEBLEBİ Daha çok Çorum ve civan bölgesinde üretilen ve imal edilen bir kuru yemiş türüdür. Leblebinin HItrilerden bu yana varolduğunu Heri süren bazı uzmanlar, bunu HKriterin to p ra ğ a b ağ lılığ ı ile açıklam aktaki...

BADEM AĞACI

ve

BADEM

Amaçlan bazı gerçekleri araştırmaya yönelik olan doktrinlerde görüldüğü gibi, belirli bir inanç ve akideye sahip olan insanlar da o inancın gerektirdiği am aca ulaşma istemlerini fikirleriyle olduğu kadar, sınırlanmış bazı töreler İçinde ve gene belirli hareketlerle yansıtmaya çalışırlar. Bazen de soyut düşüncelerinden bir kısmını somutlaştırabilmek için, bazı objelerden yararlanmak gereğini duyarlar. Aslında sembolizm bu gereksinimden kaynaklanıyor ve görünmeyen ve fakat gösterilm ek istenilenlerin oluş-turduğu boşlukları d oldu ran bir a ra ç oluyor, İşte badem ve badem ağacı da bu yaklaşım içinde bütünlenerek, dinsel bazı benzetişler için uygun görülmüştür.

384

Sert bir kabuğu bulunu bademin. Bu kabuk onun yenilebilecek, lezzetti olan kısmını daha güvenil bir şekilde korumaktadır. Ona ulaşıp yiyebilmek için bu sert kabuğu kırmak zorunda kalırız. İşte bu görüş altında badem, (aranıp erişilmesi istenen şeyleri bağnnda özenle saklayan) diğer soyut kavramların bir sembolü oluyor. ■ Şeriat hakikartln kab u ğu dur ifadesinde gizli olan anlam, bu yaklaşımla yapılan açıklam aya uygun düşmektedir. Fransızların bir atasözü var : " Bademe ulaşmak İçin önce onun kabuğunu kırmak lazım dır...” Çoğu kez semboHzmi bir araç olarak kullanan Hıristiyan İkonografisi İsa1yi bazen bir badem gibi gösterir. Onlara göre İsa, Mâhi ve İnsanî olan niteliklerini Meryem1in vücudunun içine gizlemiştir. Bunun için Meryem bir badem ağacı veya onun bakireliği, İsa ise, onun d a lla n n da olgunlaşan bir b ad em d ir. Mistik gelenekte badem bir sim sembolize eder. Sır denen şey ise çoğu zaman değerli bir hazine olur. Bodemin kabuğu ise bu hazînenin kapısıdır. Onuncu yüzyıldan itibaren yapılan kilise resimlerinde Meryem ve İsa bademi andıran elipsoit (köşeleri ovalleştirilmiş main) ışıklı bir bulut (HALE) içinde gösterilirler. Anastazis (diriliş) ve Koimizis (derin uyku] sahnelerinde gördüğümüz gibi, sadece yan» şekillendirilen bu kompozisyonlardaki badem şekü aynı zamanda dirilişin zaferi, gök kuşağı veya bk güneş şemsiyesidir. BeNd de Kozmik Yumurta' d ır ; paskalya yumurtası Ne ilgilidir. Paskalya yumurtalarının (pourpe) rengine boyanmaları sebepsiz otamaz. IKırmanı yoruma Bkz.) Ancak, bu halenin ana rahminin görünümü olduğunu . Heri sürenler de var...İsa* ran, (göğe yükselişini) cantandvan fresklerde motff olarak sağlı soHu badem ağacı dallan arasında gösterilmesinin bu anlamlarla bağlantılı otabHeceği görüşündeyiz.. Elipsoit hale' ye MANDORLA (İtalyanca badem) deniliyor. Dinsel resimlerde, kutsal bir kişinin figürünün (tümünü) çevreleyen BADEM biçimindeki ışık halesi. Bu hale Hıristiyan sanatında çoğu kez İsa figürlerinde kullanılır. Budacı sanatında da rastanıyor. Mandorta nın ilk örnekleri V. yy. da kilise mozaiklerinde görülüyor. VII. Yy dan sonra Mondoria İsa* ran ayrılmaz parçası oluyor. Bu hale yer yer Meryem İçinde kutlanılmış ve Rönesans1 tan sonra terkedilmiştir. İsa için.kullanıldığı yerler şunlar: ■

İsa1nın nura bürünmesi ve göğe çıkışı,



Ölümden sonra diriliş,



Meryem' in ölümü (Komizis ya da DORMİSYON) 385



Umbe' ye iniş (Katolik NâNyatında cennette cehennem aram daki sınır)



Son mahkeme

Badem ağacına gelince; bu ağaç doğanın rönesansı (yeniden doğuşu) dur. Badem ağacı aslında bir duyarlılık ve narinlik ifade eder. Kış aylarının sonunda birazcık güneş görse hemen inanır ve bahan müjdelemek için sabırsızlandığtndan, birden çiçeklerini açrverir.. Ama az sonra, beklemediği ayazı yer ve düş kınklığına uğrar. İşte bu olay onun m asum iyet ve sam im iliğinin bir yansıması olarak değerlencürlKyor. Üstelik çiçekleri de erguvani kırmızı, yani insaniyeti ve bekareti simgeleyen bir renkte olurlar... Yunan- Roma mttolojteinde Kibelenin Attts bir bakireden doğmuştur. Bu bakire in badem ağacına benzetilmesinde bu (Yakup peygamber) in Tevratta sözü ağacının altında gerçekleşmiştir.

hem oğlu hemde sevgilisi olan ise bir badem ağacıdır. Meryem' efsanenin izleri bulunabilir. Jacob edilen rüyası da bir badem

Yunanlı coğrafyacı, Lidyaiı Pausanias (M.Ö II)' ın iddia ettiğine göre, bir badem oğact altında uyuyakaian bir genç ka. şayet rüyasında sevdiği erkeği düşlerse, hamile olarak uyanırmış!.. Gene mitolojinin sayfalarında, bodem ezmesinin tanniann babası o*an Zeus1 un spermasryta özdeştirtkdğini okuyoruz (I) Badem ezmesinin erkeklik gücünü olumlu etki yapan bir gıda maddesi olduğu do ifade ediliyor... Bodem ağacı Yahudi toplumu tarafından da fl yen id en doğuş* un bir sembolü olarak benimsenmiştir. Daha önce, Yedi Kollu Şamdan bölümünde değindiğimiz gibi, bu şamdanın kollan b a d e m d a lı ve mum veya kandilerin tesbtt edildiği uçların ise, b a d e m ç iç e ğ i biçiminde olduğunu hatırlatmak istiyoruz.

ÇALI Çalı (buisson) Tevrat* ta, Tannmn görüntüsü, olarak tanımlanıyor ve Tonnmn ilk olarak Musa* ya. Sina Dağında, yandığı halde sönüp küf olmayan bir çaktık içinde, göründüğünden söz ediliyor. Ezoterik görüşe göre çalı, sıklığı nedeniyle, içinde göze görünmeyen bir hazine saklamaktadır. Söylenceye göre bir kısım ağaçlar, keneflerine kral olarak 386

çalı* yı seçmişler, o da bu öneriyi, şu koşulu ileri sürerek, kabul etmiştir: "Şayet eylemlerinizde iyi niyetli bir seçim yapmazsanız, bütün Lübnan setvilerini yakar, kül ederimi Ağaçla ot arasında, çoğu kez dikenli olan bu bitkiler, gerçekten birden tutuşup yanm aya eğilimli ve duyariıdıriar. Ortaçağ metinlerinde, sözünü ettiğimiz "YANAN ÇALILIK", Meryem' e ait simgelerden bir başkası olarak karşımıza çıkıyor. Çalı, Hayat Ateşi' nin kucakladığı Hayat Ağacı' mn bir sembolü olmuştur. Ateşin yakıp mahvetmediği bu çalı tertemiz bir toprakta kök salmış bulunuyor. Cezanın temiz kalması gerekir?. Kutsal mekanlara girişte ayakların çıplak olması, yerle aracısız basılıp temas edildiğinden, insanda fiziksel ve ruhsal açıdan soyutlanma duygusu veriyor. Musa doğda, yana çalılık önünde Tanrı' dan ayakkabılarım çıkarma emrini almıştır. İsa* d a havarilerinin ayaklarım Son Akşam Yemeğinden önce yıkamıştır..

AKANT YAPRAĞI Özelliğini gayet simetrik olan yapraklarının biçimi ve dikenli oluşundan akın bu bitki, motif olarak dikkati çekmiş ve antik ve Ortaçağ dekorasyonlarında yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Yapraklarının tatlı bk yeşü renkte oknasma karşın, çiçeklerinin kokusu hoş değildir. Daha çok Akdeniz iklim bölgesinde yetişmekte olan akant bitkisi, Türkçede (Ayı yoncası) adıyla tanımlanıyor. Söylenceye göre Callimcıque isimli Yunanlı bir heykettraş (M.Ö V.), ölen genç bir kızın mezarına akont yapraklarından oluşturduğu bir çelenk koyuyor...Daha sonra akant yaprağı, özellikle mezar yapıtlarım süslemede, vazgeçilmez bir motif olarak sürüp gidiyor...Zaman içinde, bu bitkinin yaprağında, yaşamın felaket ve güçlüklerinin üstesinden gelme anlam ında birşeyterin bulunduğu sezinlenerek, bir zafer anıtı ve amblemi gibi mezarların üstüne konulmakla beraber, diğer yapılarda da uygulanıyor. Bu çağlarda, boşta tapınakların korintien sütun başlıktan olmak üzere, cenaze arabaları, seçkin kişilerin giysileri hep akant yapraklarıyla donatılmaktaydı. Onlann inanana göre, topluma üstün hizmetler vermiş olan bu insanlar, akant yaprağımnki gibi, yaşamın dHcenleriyle de yaralanmış ve buna rağmen mücadelerinden vaz geçmemiş ve nihayet ölmüşlerdir. O halde onların, sağlıklarında kar­ şılaştıkları bu oct günlerin anısını unutmayıp yaşatmak bir görevdir. İşte onlann bu anılan, zaferleri akant yapraklarıyla ölümsüzleşecektir... 387

Akantm özettikle dttcentt oluyu, gül örneği, her dikenli am a güzel gö­ rünümlü diğer bHkMer gibi, hamMc, vahşilikle beraber, bakirelik anlamını da içermekteydi. Doğal bir simetriye sahip olması, toplumda var olması istenilen denge ve düzeni çağrıştırmaktaydı...

J ^ fE Y V E

Kapsamlı bir görüş açısı içinde, bereket tanrıçasının boynuzu veya tanrıların ziyafet sofralarındaki kupalardan taşan görünümlerinden algılanarak, bolluk ve bereketin sembolü olmuştur. İçinde taşıdığı taneler nedeniyle de, dünyanın yumurtası olarak tasarlanıyor Dünya literatüründe meyveler, çeşitten orannda farklı yorumlara neden olduklarından, bazen şehvet, bazen ötümsüzlük, bazen de mutluluk gibi olaytonn özgün sembolü haline gelmişlerdir. Bunların başında incir, nar ve elma geliyor... Meyvenin yorumlara yol açan özelliği, öncelikle onun çekideki! bir yiyecek maddesi olmasından kaynaklanıyor. Çünkü çekirdek bir tohumdur. Meyve bu tohumlan koruyor. Diğer yönden, neslin sürekliliğini güvence artma alm ada, sayı McesT nin oynocfcğı rol tartışılmaz bir gerçektir. Meyvelerin içinde, tek tük aynkMdar yanında, geneükle birden fazla çekirdek, yani tohum bulunur. Bu çekirdekler toprağa gömülünce, biri olmazsa ciğeri, mutlaka aynı türden olan bir meyve veya sebzeyi yaratmaktadır. Olay insan yaşamı için de aynı sonucu vermekte. Erkek spermaları da çok sayıdadır ve biri tutmazsa diğeri, gereken döllenmeyi ' başanr. Doğa, canlıların üremesindeki dengeyi korumak İçin balık ve kurbağa gibi savunmadan yoksun ve çok düşmanı olan ciğer hayvanlara da aynı olanağı bahşetmiş değil midir?...Onlar da çok yumurta bırakırlar..

NAR Nar4ın sembolizmi, genel olarak, oğaç kavunu, kabak, portakal benzeri ÇOK ÇEKİRDEKLİ meyvaiann ki gibidir. İlâm d a çok çekirdekliler KESRET1i, tek çekirdeklier ise VAHDET i simgelerler. Her şeyden önce bereket ve kesiksiz bir zürriyetin sembolü olan nar, antik Yunanistanda Hera ve Afrodit' In atribüsü (alâmeti) olmuş bulunuyor. Demeter4 de elinde bir haşhaş ya da nar, kimi zaman, İkisini de, birlikte tutarken gösterilir. Atinada

388

zafer tanrıçası ve taşıyıcısı Afhena* nın sağ elinde bir tolga, sol elinde ise bir nar vardır. Romada gelinlerin başlan nar dallarıyla yapılıyordu. Asya* d a " yarılmış bir n a r" bir şey dilemek anlamına gelmektedir. Vietnam1da “ nar oçılır ve yüz çocuğun gelmesi sağlanır ” sözcüğü gelenekselleşmiştir. Gabonda analık bereketini simgeleyen nar, Hindistanda da kısırlıktan™ gidermek için kadınların suyunu içtikleri bir meyva olmuştur. Çok çekirdekli meyvelerin genç evlilere sunulması geleneği bugün büe Çin ve Vietnam 'da sürdürülmektedir. Hıristiyan mistiği (tasavvufu) bir bereket sembolü olan nar1 ı manevi plan üzerine yerleştirerek, çekirdekleri, çiçeği, rengi, küresel görünümüyle ve suyundaki lezzetin Tanrısal gizleri içerdiğini ve insantan cezbettiğini ileri sürmektedirler. Hıristiyanlık, kilise* nasıl ki bir nar tek bir kabuğun içinde çok sayıda taneyi ihtiva ediyorsa, aynı şekilde kilise de tek bir inanç İçinde çeşitli ve çok sayıda insanlan içinde saklar I" savıyla, özellikle kilisenin sembolü olmasını istemiştir. İslâm edebiyatında nar çiçeği, bir dilberin dudağına benzetilir. Bu konuda Sayın Sabahattin EYÜBOĞUT nun 1964 bastmlı (Şitrie Fransızca) adlı kitabında yer alan şu satırları yabana çevrenin de beğenisini kazanmış, hatta bu kitabı yazarken yararlandığım ■Semboller Sözlüğü1 nün sayfalannda da yer almış olduğunu övgü He ifode etmek istiyorum: Nişanlılık koklanm am ış bir gül, ve açılm am ış bir nardın.. Side ören yeri* nin yerel lisanda NAR anlamına gelmesi, kentin bu bereket sembolüyle tanınmasının istendiğini düşündürüyor... Nar, tasavvufi (mecazi) m anada teklikte çokluk, çoklukta çokluk anlamına gelir. Nariın içindeki her tane bir insanı veya varlığı temsil eder. Bir nar açılınca taneler görülür ve bunların dünyaya veya evrenlere yayıldığı kabul etflir (Tümden gelim). Evrenlere yayıldığı düşünülen her bir tane, yuvasını özleyince (tefekküre) düşünceye dalar ve arınarak kendini tanımaya çalışır. Böylece yuvaya dönüş yolculuğu başlar ve tekrar o narın, yani bütünün İçindeki yerini alır. (Tüme vanş) (Tasavvufa göre vahdet- vücut) Bu yolculuğu başarı He tamamlayan kişiye olgun insan (insarn kâmil) denir. Olgun insan daha ileriye giderek narın içinde zarlarla ayrılmış her bir bölüm içindeki taneleri sevgi İle kucaklayarak tanımaya ve onlarla bütünleşmeye çalışır. Bu

389

suretle kendisini narın butunu olduğunu hissetmeye baylar. Bu suretle diğer nar tanelerine kendi bedeninin hücreleri olarak kabul eder. Bu düşünceye ulaşan kişi bütünü koru ve o bütünün gelişmesi için çakşır. O artık (gerçek insan) olmuştur. Mason localarında dünyanın mihveri' ni simgeleyen 2 bronz sütun bulunuyor. Biri erkek ve aktif karakterli olup kırmızı, diğeri ise dişi ve pasif karakterlidir ve beyaz boyalıdır. Her birini üstünde biri GÖK. diğeri ise YER küresini betimleyen iki küre bulunu. Bu küreler de NAR* a benzetilmişlerdir. Narın kabuğu Masonluğun veya dünyanın, hatta evrenin bir simgesidir. İçinde DÜZENLİ bir şeklde yeralan tanelerse, Mason kardeşleri simgelerler. [Bkz. Düğüm)

ELMA

.

Her ne kadar farklt yorum ve anlam lara yön vermişse de, bunlar çoğu kez, ortak bir görüşte bileşiyorlar Örneğin, İda Dağındaki güzellik kraliçesi seçiminde, Paris1 in ortaya attığı ve üzerinde "en güzel kad ın a ” yazık olması nedeniyle, çeşitli anlaşmazlıklar yaratan elm a, Hesperitterin bekçiliğini yaptığı cennet bahçesinden, Herküf ün bir attın elma çalarak ölümsüzlüğe kavuşması, Hayat ve İlim Ağacı olarak adtandmian ve Adem’ le Havva tarafından, yasaklanmış olmasına rağmen, yedikleri meyvenin elma olması...elmanın bir c en n et ta a m ı olarak kabul edildiğini kanıtlayan, mitolojik olaylardan birkaçıdır. Yatay olarak kesilen bir elmanın göbeğinde ilginç bit rasiantı olarak bulunan beş köşeli yıldızla (5) sayısının sembolizmi arasında bağlantı kuulmaktadır. Pitagor mistikleri için beş köşeli yıldız YAŞAM ve BAĞUUĞI simgelemektedir. Göreme Açık Hava Müzesindeki Elmalı Kilisede, Baş melek GabrieTin elinde tuttuğu küresel cismin bir elm a olduğunu İleri sürenler de var'f?)

BUĞDAY Toprağın en güzel meyvesi buğdaydır. Buğday topraktan çıktığı gibi tekrar toprağa dönerek, daha çok 390 Bafak

sayıda benzerlerini yaratmaktadır. Bu nedenle, doğum ve tekrar yaşama dönüş1ün bir sembolü olmuştur. Buğday çoğu kez ana rahmi ve toprağın sinesiyle özdeştirilmiştir. Bir buğday bir başak doğurur. Gerek doğuruculuk gerekse kenefi cinsinden olanlan ço kça verm e özelliğinden ötürü, tannça Demeler1in de atrlbülefinden biri olmuştur.

GÜL Doğu ülkelerinin (lotus çiçeği)gibi, batıda do gülün yorumsal açıklam alarda çok başvurulan birsembol olduğunu görüyoruz. Hıristiyan İkonografisinde, İsa1 nın çarmıhtan dökülen kanının toplandığı bir kap (kupa) veya bu kan damlalarının değişerek aldığı biçim olduğu gibi, gene İsa1 nın aklığı yaralan sembolize ettiği, ileri sürülüyor. Gül çoğu kez kanla ilgili olarak mitolojide Athena ve Afrodite adanan bir çiçek olmuştur. Bu bakımdan dişi prensipe sahip olduğu varsayılır. Mitolojik verilere göre, asimda gül önceleri beyaz renkteydi. Ama bir gün güzel küçük br çocuk olan Adorûs Zeus tarafından Afrodffin koruması altına verilir. Ancak Afrodit çocuğa aşık olur. Onun bu aşkını kıskanan diğer tanrılar, özellikle Artomis, Adonisi feci bir şekilde yaralıyarak, öldürürler. Çocuğun çok kam akar ve bunlardan beyaz güUer biter. Durumu gören tannça Afrocfit ona yardıma koşarken, ayağna bir diken batar ve bu yaradan akan kanlar o beyaz güllere bulaşarak, onlann rengini kırmızıya çevirir. İşte o günden bu yana, mezarkmn üstüne kırmızı gül koymak ve temiz masum olan aşkım ifade etmek için sevgiliye kırmczı-beyaz güllerden oluşan bir buket verilmesinin adet halinegeldiği söylenir...Renginden ötürü gülün kanla olduğu gibi, ateşlede ilintisi görülüyor. Ama bu ateş, için için yanan sevgi ve aşk ateşidir. Gül, özellikle İslâm bezeme sanatında, geniş çapta kullanılan bir motif olmuştur. Din ki-taplanmn başbca (tezyin) öğesidir. Çünkü Hz. Muhammet gülün ko­ kusunu çok seviyordu. Sarığının parçalarının güle dönüştüğü ve terinin bilegül gibi koktuğu rivayet

391

edilir. Bu bakımdan gül yağı ve gül suyu İslâm geleneklerinde geniş ölçüde yer almıştır. Fatih Sultan Mehmet1 i de çoğu kez, elinde bir gül tutarken, görmekteyiz. Gür ün biçim olarak, sank şeklindeki serpuştan da etkilediği ileri sürülüyor... Dinsel görüş gülü BİR ve TEK'e dönüşün de simgesi yapmıştır.

SARMISAK Orta Avrupa geleneklerine göre, yatağın baş ucuna iliştirilmiş bir sarımsak buketi, ya da bir sarımsak çiçeği kolyesi vampirleri ve yılanlan uzaklaştırmaktadır. Yunanlılar sammsaktan nefret ediyorlardı. Akdeniz çanağından Hindlstana kadar bütün ükelerde sarmısak buketleri kırmızı bir yün iplikle bağlanarak, kem gözlerden koruyucu bir nazarlık olarak kullanılmıştır. Günümüzde, Yunanistan Trakyasında yaptlagelmekte olan Dioniziak karakterli dinsel törenlerde Meri gelen kimselerin ekerinde taneleri sarmısak olan tespih taşıdıkları gözlenmiştir. Karpat çobanlan koyunlannı Hk sağmaya başlryocaklan zaman onlan tehlikeli saldırılardan korumak için, ellerini sarmoakla ovalamaktadırlar. Eski Mısırın, sarmtsağı "ytfandan koruyucu tann" bile yaptığı bilinmektedir. Pomada, sarmısak yemiş olanların Klbele tapınağına girmeleri yasaklanmıştı. Öte yandan sarmısak, Romalı askerlerin günlük yemekleri araşma sıkça girdiğinden, askeri yaşamın d a bir sembolüydü. Sevilmiyen kokusuna rağmen, sarmısak. Lokman Hekim* den itibaren, tüm hekimlerin de önerdiği gibi, 1 her d erd e d e v a ” bir bitki olma özelliğini bugün bile korumaktadır.

HAYVAN Tarih boyunca hemen her olarak, başta kozmik olmak prensiplerin sembolü olarak Astronomi ve meteorolojinin derecelik 12 kısma aynlmış

toplumun gelenek ve inançkmna paralel üzere, diğer maddi ve manevi güç ve seçilmişlerdir. B unların bazılan şunlar ; anası sayılan astrolojide, göğün otuzar olan burçlarının herbiri, kozmik enerjiyi 392

simgeleyen çeşitli hayvanlarla isim­ lendirilmiştir : Ayı, koç, boğa, oğlak, askın, akrep, balık... gibi. Ö te yandan Mısır tannian çoğu kez hayvan başlı olarak cankmdmlmış ve Yunan-Roma mitolojisi ilâhlarının çoğu hayvan figürleriyle betimlenmişlerdir. Hıristiyanlık döneminde de aynı geleneğin de­ vam ettiğine tanık oluyoruz. İncil yazarları ve bazı havariler, hatta İsa1 ntn bile bir hayvan sembolü bu­ lunuyordu. Bunlardan kanatlı aslan Marka®' un, öküz Lükas1ın, kartal Yahya' ntn, balık ise İsa ve Petrus* un sembolü olmuştur. Aynca kutsal ruh bile dişi bir güvercinle sembolize ediliyordu. Bu konuya ilişkin olarak, Selçukluların kartalını, Hitttlerin aslanını ve Asclepios' un yıkın ve köstebeğini de sayabiliriz. Lükas1 ı simgeleyen öküz başı Niğde Eski gümüş Manastırında görüyoruz. Mısırda tann hayvan şeklinde 1250)

Horus1 un 3 oğlu betimlenmiştir. (M.Ö

Modem çağın insankm da topiumlarında gerek sosyal gerekse siyasi ◦m a ç ve nedenle oluşturduktan PARTİ' lerin tanıtım amblemlerini genellikle hayvan türünden bir yaratık olarak seçmelerinin bu köklerden kaynaklandığı görüşündeyiz: Örnekler şunlar: AT(kırat), Kartal, Kelebek. Uğur böceği, Güvercin. Yunus balığı. An, Bazkurt... Spor kulüplerinin adlan, san kanarya, kara kartal, askın, yeşil timsahlar, boğalar..Karınca (çalışkanlık), Kertenkele (uğur) Sonuç olarak, Adem peygamberin, isimlerini koyduğunu söylediği tüm hayvanların, yarattı, yeryüzü ve gökyüzü İle sürekli ilişki içinde olduktan ön planda tutularak, bunların her hangi değil, am a özel bir güç ve yeteğene sahip olanlarının, toplumlar tarafından, inançları doğrultusunda, kutsal birer sembol olarak değerlendirilen yaratıklar olduğuna tanık oluyoruz.

393

Van Akdamar Adasındaki eski Ermeni kilisesinin çevresi, ağırlık kuş olmak üzere, bölgede yaşayan çeşitti hayvanların taş kabartmalarıyla süslenmiştir. Biz bu olguda - yoruma açık olmak kaydıyla- İNSAN ve HAYVAN* lann bir arada ve BARIŞ içinde (pocification) yaşamaları arzusuna ilişkin, hümanistçe bir mesajın verilmek ve bu tür bir özlemin görüntülendirmek istendiği görüşündeyiz... Daha sonra bazı hayvanlar üzerinde yapocağımtz yorumsal açıklamamıza geçm eden önce, doğayı tümüyle kontrolü altında tutan Ana Tanrıça Artemis' in hayvanların d a yaşamlarım denetlediğim', yabamı olanlarını evcilleştirdiği ve evcil olanları İse koruduğunu hatırlatmak istiyoruz .lübeie' ye gelince, o da vahşi hayvanlarla dosttu.. İlk insanların hayvanlardan öğrendikleri çok şey olmuştur. Mağara devri (Paleolitik) insanı ayı tırnaklarının m ağara duvarlarındaki izlerinden esinlenerek resimler yapmaya daha sonraki evrelerde ise avlanmak için peşinden koştuğu hayvanın ayak izlerinden de y a z kültürüne, hayvan seslerini taklit ederek konuşma lisanına geçmiştir. Cinsel birleşm e pozisyonun da bile hayvanlan taklit etmiştir./ Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Htttt salonu ■Düğün kabı adı verilen pişmiş toprak vazonun üstündeki resmi ammsayakm)



Neolitik çağdan itibaren toprağa bağlılık, eklettik ve bunun yom sıra hayvan sürüleri besleme, yani çobanlık işi de ortaya çıkıyor. Bu am açla, çevrede bulunan ve her hangi bir özelliği nedeniyle yararlı gördükleri hayvanlan evcilleştirmeye başlıyorlar. Daha sonraları evcilleştirilen hay­ vanların İse, sırasıyla, koyun, inek, eşek ve at olduğu sanılmaktadır. Yük hayvanlan için de şöyle bir kronoloji söz konusu : Koyun, ren geyiği, lama, yak, fil, deve, keçi, öküz, eşek ve nihayet a t.... KOYUN ETİ : Genellikle AvrupalI turistlerin Türkiye1 ye geldiklerinde koyun eti yemeği pek istemediklerine tanık oluyoruz. Bunun nedeni, özellikle orta Avrupa ülkelerinde yetiştirilen koyunlann çok yağlı ve etlerinin pek lezzetli olmamasından kaynaklanıyor. Çünkü oralarda bu tür besin hayvanlan belirli bir yerde dörtbir tarafı çitle çevrili meralarda otlatılmakta, dolayısıyla hayvan orada bulduğu yeşil otu yemek zorunda kalmaktadır. Öte yandan, kapatılmış bir yerde hapsedilmiş olmanın psikolojik etkisi, etinin lezzetine de yansımaktadır. Halbuki durum ülkemizde çok farklıdır. Koyunlar sürü halinde kırsal alanda, dağda bayırda, daha özgür koşullar atfında yaşocfcğı ve canının çektiği çeşitli tür ve kokulu

394

ottan yeme olanağını bulduğundan, eti kıyaslanamayacak derecede lezzetti olmaktadır...Şüphesiz bu farklılığı doğuran başka etkenler de vardır... Desm ond MORRİS İn " Hayvan - İnsan Sözleşmesi” adlı yapıtından, özümleyerek çıkardığım aşağıdaki satırlar, hayvanlara karşı olan tutum ve davranışianmızı bir kez daha GÖZDEN GEÇİRMEMİZE yardımcı olacağı kanısındayım;

'



Ben yeni bir HAYVAN HAKLARI BEYANNAMESİ1 nin yayınlanmasının gerektiğine kesinlikle inanıyorum.



Tüm canlılar birbirine bağımlıdır. Yırtıcı hayvanlar ava, avlarında bitkiye gereksinimleri vardır. Aşın nüfus açlık demektir ; her tür de kendi nüfusunun felaket düzeyine ulaşmasını önliyecek, kendine özgü bir nüfus kontroiuna sahiptir..



İnsan yaratıcılığı, yan etkilerini araştırmadığımız bir ilaca benzemiştir.



Kör inançların mantığa ve tılsımlı güçlerin sağduyuya egemen olduğu günlerde atalarımızın dünyası havvan ruhkınvto doluydu.



M ağara duvarlarına bir boğanın mızrakta öldürülmesi yapılması gerçek bir boğanın öldürülmesini kolaylaştıracaktı.



Ötdürüten hayvanların ruhlarına büyük saygı duyulmaktaydı. Onlann resimleri (ruhtan yaşasın diye de) yapılıyordu.



Hayvan insaniann ölümlerinden sonraki bir yeniden doğuş aracıydı, tannlann habercisi ve hatta tonnmn kendisiydi. Bu duruma en çok, hayvankann insan düşüncesinde önemli rol oynadıktan eski Mısır4 da raslanır.



Cinsellik sembolü olan koç başlarım, büyük güçlülük sembolü olan aslan gövdeleriyle birleştirerek, hayali bir yaratık oluşturuyordu.



Mısır1da Bestet adı verilen kedi tanrıça, hem bakire tanrıça ve hem de anne olarak Hıristiyanlığın Bakire Meryem1in öncüsüdür (I)

resminin

Yoğun cinselliği kediyi bir doğurganlık sembolü yapm aktaydı. Donguzlar böceği(scarabe) ise sürüklediği top biçimindeki gübre parçalan ile güneş topunun gökyüzündeki hareketini simgelediğinden, kedi ve böcek tann, güneşin temsilcileri olarak, birlikte resimlendiriliyordu.

395

Sonrakin tanrılar İnsanlaşmış ve hayvan baslarını koruyarak insan gövdeleri almışlardır. Çakal ya da ibis kuşu b a ^ı İnsanlar, şahin, timsah, aslan, koç ve inek başlı olanlar tapınakları süslemekteydi. ■ Yılan en değeri nitelik olan ölümsüzlüğün simgesiydi. * « > Bir yılan deri değiştirirken sanki yeni doğmuş gibidir., eski MwrWan sünnet adetine götüren bu gözlem olduğu söylenmiştir. Yıkma benzeyen erkeklik organından deri parçasının kesilip alınması, sünnetli erkeği ölümsüzlüğe kavuşturacaktı.. #

• Yılan özellikle Hıristiyanların nefret duyduğu ve en büyük düşmanlan olan şeytanın onun içinde bulunduğu sanılan bir hayvan olmuştu. •

Yılan oynatıcmın kobrası bu eski korkunun bir başka kurbanıdır. Gerçekte hayvanın dudaktan kapatılmış okluğundan tümüyle zararsızdır ve bundan sonra da sahibine para kazandırmak İçin hayvana işkence yapılmaktadır. Yılancı kutsal müzikle hayvanı trans haline sokuyormuş gibi davranırsa da bütün yıkanlar sağır olduğu için bu tümüyle yalandır. Bu gülünç gösteri hayvan dostlanmiza karmaşık canlı varlıklar olarak değil de, semboller olarak yaklaştığımız takdirde onların gerçek doğalarım nasıl anlayamayacağımızı göstermektedir. SemboNer olarak bunların duygulon yoktur ve insanın kaprislerine kurban edilebilirler.

■ Diğer hayvanlara karşı bu saygı eksikliği dini davranışlardaki bir değişimle daha da artmıştı. İlk Hıristiyan kilisesinin giderek artan etkisiyle hayvanlara tapınmanın her biçimi şiddetli bir saldın altındaydı. Putperestliğin en yüksek noktası olarak görülen yıkm mezhepleri de giderek ortadan kaldırılmaya baştandı. ■ İnsanın diğer bütün yaratıklarda üstün olduğunu göstermek için Yaradılış bölümünde Tanrı' mn Nuh* a sözlerini atmak yeterlidir: " Yeryüzünün tüm hayvanlan senden korksunlar..Onlar senin ellerine teslim edilmişlerdir." Tann insana bütün diğer canlılar üstünde egemenlik vererek hayvanlara karşı bir yakın akrabalığımız olmadığım göstermiştir. ■ Eski fikirler haia dilimizde süregelmektedir: Hakaret olarak hayvan adlannı kullanmaktayız; zevk için hala hayvan öldürmekteyiz. Hıristiyan mirası devam etmektedir. Kendimizi üstün yaratıklar olarak görüp dünyanın geri kalanına istediğimiz gibi davranmayı hakkımız olarak görmekteyiz. 3

%

■ Tüm hayvanların insanları andıran yanlan vardır: Bir çift göz, bir ağız. bir burun. Onlar da oynarlar, koşarlar ve sıçrarlar; bebeklikten yetişkinliğe geçerler; ve insan faaliyetlerine paratteliği olan davranış biçimleri gösterirler. Onlarada kendimizin yansımasını görmemizde şaşıracak bir şey yoktur. Evrime inananlar İçin bu, doğal bir akrabafck olarak kabul edilebilir. ■ Avlanmanın balıklara daha az acı verdiği fikri ise yalnızca bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Suda yaşayan hayvanlar acı çektikleri zaman boğıramadıldan için biz onların acıkmam derecesini ölçemeyiz. O lta ya takılan bakklar b a ğ ıra c a k olsalardı, bu hayvanların spor a d ın a avlan m aları hem en yasaklanırdı. > Evdi hayvanlar kuşaklar boyu üretilerek kendi yaşam biçimimize uydurulmuştur. Doğdukları andan başlayarak yanımızda büyüdükleri için “ iki dilil ” olmuşlar, bizimle olduğu kadar kendi tüneriyle de rahat bir ilişkiye girmişlerdir. • İnsanla köpek arasında var olan Hayvan Sözleşmesi olabildiğince ideal kabul edilebilir. Köpekler insan dosttan için pek çok ödüller sunmaktadırlar. Örneğin hayvan besleyenler genelde hayvan bestemeyenlerden daha uzun yaşarlar. Köpeğin canlı ama sakinleştirici varlığı kentliler İçin bir stresten kurtulma aracıdır. Fizyolojik tepkilerini ölçmek İçin yapılan deneylerde hayvan sahiplerinin sevdikleri hayvanlarını b irka ç d a kika okşadıktan sonra önem li d e re ce d e bir saklnRk g ö ste rd ikle ri saptanm ıştır. Eğer bir kedi ya da köpeğe sahipseler, kalp hastalarının ikinci bir kriz geçirme olasılıkları daha azdır. ■ Ispanya'da yılda 1000 boğa güreşi yapılır ve bunlarda 4500 boğa öldürülür. Her boğanın ölümüne kadar 15 dakika geçer. Gösteri devam ederken geleneklere uyularak öldürülen İlk boğanın hayaları pişirilip arenadaki resmi kişilere sunulur. Bu da bize boğa güreşinin gerçek anlamını göstermektedir. Boğa, hayvan olarak değil.ilkel bir sembol olarak görülmektedir. Ortada işkenceyle öldürülen bir hayvan yoktu, üstesinden gelinen bir sembol vardv. Buradaki anlaşmanın göründüğü kadar sert olmadığı söylenebilir. Boğanın dört beş yıl yaşamasına ve bu yıllan lüks İçinde geçirmesine izin verilmektedir. Oysa eti için beslenen hayvaniann ömrü bunun yansı kadardır. Boğa, başına gelecekleri ölmemektedir, arenaya çıkınca da adrenalin salgısı çok arttığı için, savaş alanındaki bir asker gibi, 397

a k iğ i yaralan hissetmez, ölümü d e vahşi köpekler parçalanan bir boğarmkinden daha kötü sayılmaz.

tarafndan

Neyse ki, günümüzde insanların çoğu kanlı sporları zevkli değM, iğrenç bulmaktockr. Büyük hayvan avcıları olarak evrime uğramış olsak bke zaman değişmiştir arlık. Art* hayvanı kovalamak zorunda değflfe ve hayvanlara ilişkin kanlı alternatifler de artık kabul edNmemektecflr. Çeşitti kanlı sporlar yerlerini a rt* daha soyut bir karşılaşmaya. futbqja, bırakmıştır. Futbol, hayvan öldürm enin yerini almıştır. Çağdaş top oyunları türümüzün en popüler kabile topkanMarıdr. Her hafta milyonlarca insan kabile kahramanlarının gol atmalannı ya da başka bir spor karşrtaşmaenı kazanmasnt seyretmek İçin toptanmaktod*. Ortada hayvanların bulunmocfcğı bir av söz konusudur. Hedefler yine vardv v e . isabet kaydedUdlğinde herhangi bk hayvan ölmemektedir. Sporun her şeyi avcskktan çıkmıştır. Şu anda var olan tüm sporlar Hkei avcılığn iki temel unsuru olan kovakam occı v e nişan almaya dayanmaktadır. Sporu savaşın sembolik biçimi olarak görenler varcSr. Bu yorumda bir gerçek payı varsa da, daha derinde yatan önemi spor karştaşmakarıntn çağdaş insana eski kabile avcısının a v la m öldürme sürecini yeniden yeretmeskflr. Ne de olsa savaşa başlamadan önce bk miyon yıl süreyle avlanmıştık. Savaşın kökeninde hep bir toprak anlaşmazfcğı varckr ve en edci günlerimizde herhalde sayımız pek fazla toprak kavgasına girmeyecek kadar azdı. Diğer yandan s * s * çektiğimiz açkk nedeniyle her gün ava çıkmamız türümüze yeni bk kişilik kazandırmış olmalıdır. İşte günümüzün kansız sporlarında İfadesini bulan bu kişfliktir. Eski arenaların yerini a k iğ i av hayvanlan şimdi çağdaş stadyumlar olmuştur. Kale a vla n a n hayvandır ve yeni kabile silahı olan topla öidürülmelidk. İngiltere' d e yumurtlayan tavukların yüzde 96‘ sı fabrika çiftliklerinde buiunmaktackr. 40 milyon tavuk 60X40 santim boyutlarında bir kafeste beşi bir arada yaşamaktadır. Bu da her bir tavuğa bir sayfa kağıttan daha az bir yaşama akanı verilmesi demektir. Tavuklar yetişkin yaşamlarının tümünü' bu kafeslerde geçirirler. Doğduktan zaman cflşüer erkeklerden aynkr. Erkek civcivler hemen o anda g a ; verilerek öldürülür. Tavuklar 18 haftabk İken tel kafeslere konulurlar, burada 70 h a ftal* okana kadar yumurtlarlar ve sonra da öidürüiürief. Her tavuk bize 300 kadar yumurta verir. Biz de buna karşıi* ona sefil yaşamı veririz. Dünya etobur ve otoburtardan, yırtıcılardan ve avlarından 398

oluşmuştur. Hayvan yaşamının karate bir gözlemcisi aralarındaki fKşkîde taraf tutamaz. Etoburlar olmasaydı etoburlarda nüfus patlaması olacaktı. Otoburiar olmasaydı etoburlar açMctan öleceklerdi. Bunların ikisi birden doğanın dengesini oiuşturmaktocfcriaf. Bu dengeye müdahale etmek duygusal bir deliliktir. Otoburun olduğu kadar etoburun da yaşam biçimine saygı göstermeliyiz- Onlan minnet ve sevgiyle uğuriamalryız. Bu hayvanlar bizi 10.000 yıl beslemişler, yaşam ve ölümü bizimle paylaşmışlar ve hep beze, bizim onlara verdiğimizden çoğunu vermişlere*. Onlar olmasaydı, uygarlık d a olmayacaktı. Kovalama, avlam a, bekçilik, koku alm a ya da avı getirme. Bu binlerce yıl süren büyük boyutlu bir genetik mühendbBğtydi. İnsanla akan İlişkisinde hiçbir hayvan bu kadar çok yönlü olmamıştır. Köpekler sahipleri için kusursuz dostlar olmuşlardır; insan dostlarım kendi sürülerinden biri olarak gördükleri için kesin olarak sadıktırlar, sahiplerini sözü cinlenmesi gereken hakim kişiler olarak gördüklerinden kolayca kontrol ecüebürier ve yine keneflerini besleyen sahiplerini ana babalan gibi gördükleri İçin de dostturlar. Eşek, M te da tam olarak evdHeşttrilmiş ve Uk çiftelerde çeşitli işlerde çalıştırılmıştır. Otlakların az, koşutların tehlikeli olduğu Kuzey Afrika yaykakamda ortaya çıkan eşek, kötü yaşam koşuHarma ahşlan d ayan ** bir hayvandı. Bu da onun zaranna olmuştur. Bk atm dayanam ayacağı bir diyetle yaşayabür, her türlü sert davranışa dayanabttrdL At soylu, boğa ise güçlüydü am a eşek aptaldı. Bu yorgunluk bilmeyen yük taşıyıcılarına Teşekkür borçlu olmamıza rağmen, bu tür duygulan göstermemekte »rar ettik. Eşeğe onur vermemiz gerekirken onu alay konusu haline getirdik. Bunun nedeni eşeğin çok sabırlı ve basit yiyecekleri ve pek az isteği He bakımı kolay bir hayvan oimasydı. Böylece tam da yoksulların hayvanı oluyordu. Canlı ve neşeli atla kjyaskannca çok sakindi ve bunun cezasını da çokiyordu.(fifcz. Eşek) At savaşta işe yaramaz olunca ona karşı tutumumuz da değişti. Savaşa son talihsiz girişinden bu yana geçen eHi yıl içinde atın askeri rolü sembolik bk role dönüşmüştür. Evdi hayvanların insan kölelerinin eşiti olduktan söylenmektedir. İnsanın köleliğini ortadan kaldırdığımıza göre şimdi sıra hayvan köleliğine gelmiştir. Kölelikleri ne kadar hafif olsa, hayvanlara ne kadar iyi davramba do bunlar yapmak zorunda olduktan işler nedeniyle alçatMmaktodtftar. Bu görüşe göre bizler de hayvan olduğumuzdan, 399

hayvan akrabalarıma olarak bütün diğer yaratıklara eşitimiz olarak davranmama gerekir. Hayvanların insan çıkarına olan kullanımları haklı görülemez. Yeni :>ir Hayvan Haklan Beyannam esi ve her alanda Hayvan Sözleşmesine uymamızı sağlayacak vaktiyle Musa Peygamberin yayınladığı, Tann* nın 10 Emri gib(l)şu 10 emire ihtiyacımız vardır. 1-

Batıl inançtanmaı ya da dini önyargılarımızı tatmin hayvana hayali iyi yo da kötü nitelikler yüklenemez.

2-

Hiçbir hayvan üstünde egemenlik eğlendirmek İçin alçattam az.

3-

Yeterli fiziksel ve toplumsal çevre sağlanmadan tutsak edilemez

4-

İnsan sahibinin yaşam biçimine kolaylıkla hiçbir hayvan arkadaş olarak tutulamaz.

5-

İnsan nüfusundaki artışla ya da doğrudan doğruya davranmayla hiçbir hayvan türü yok edilemez.

6-

Bize spor olanaktan sağlamak için hiçbir hayvana acı çektirüemez.

7-

Gereksiz deneyler am acıyla hiçbir hayvan bedensel ya da ruhsal işkenceye tabi tutulamaz.

8-

Bize besin sağlamak İçin hiçbir çifttik hayvanı yeksin bir çevrede yaşatılamaz.

9-

Kürkü, derisi, dişi ya da hayvana eziyet edilemez.

başka

bir

kurulamaz, hiçbir

lüks

uyum

da

hayvan

hiçbir hayvan sağlamayan

maddesi

10- Hiçbir çalışan hayvan kendisinde strese ya zarara yol açacak bir işte çalıştırılamaz.

için hiçbir

kötü

için hiçbir

bedensel bir

Bu Hayvan Haklan Beyannamesi kaprisli bir ideal değildir. Pratik ve uygulanabilir bir şeydir. Ancak şu anda dünyada yaygınlaştırmaktan da çok uzaktır. Beyanname, hayvan özgürlük hareketinin daha az aşın fikirlerini İçermektedir. Herhangi bir hayvana kötü davranmanın ekonomik nedenlerini kabul etmeye yanaşmamasıyla bu hareket, hayvanların durumunu düzeltmeye ve refahına yönelik davranışlarımızın önemli bir adımını temsil etmektedir. Bu hareketin üyeleri bizi bu Hayvan Haklan

400

Beyannamesi' nin moddeierini kabule İkna edebilirse H ayvan Sözleşmesi* nin önemli bir yeniden düzenlenmesini başarmış otacakkarckr. Bir «ödeşmeyi çiğnemek şerefsizliktir ve biz hoyvar dostlarımıza bunu yapmış bulunuyoruz. Onlar bizim akrabakmmızckr ve bizler d e hayvanız. Onlara karşı zalim olmak bütün insanlar ve diğer türlerle olan bütün MşkBerimizde zalim olmak demektir. Hayvan dostlarına sempati duyan herhangi bir küttür her bakımdan duyarlı ve sevecen olacaktır. Hayvanlarla bir yakmMc duyan her küttür, köklerine olan inancını sürdürebilen bir küttür olacaktır. 17 Ağustos Marmara depreminin ardından bu tür olası felaketi bize erkenden haber vermeleri için onlann içgüdüsel tepkilerine sığınarak onlardan medet umuyoruz I {Yazarın notudur) Bir Türk hayvanseveri de şöyle dem iş: NHer hayvanın kötü olan huytanna ayn ayn sahip olduğu içindir ki, İNSAN en korkunç bir HAYVAN* dır Alçakgönüllü kökenlerimizi unutursak kısa sürede bu küçük gezegenimizde aklımıza eseni yapabileceğimizi hayal etmeye başlarız. Ve aradan çok geçmeden de gelecek bir çağın fosilleri, yeni dinozorlar oluruz.

HAYVANLARA TAPMAK (ZOOLATRİE) İlkçağlarda insanlar hayvanlara da tapmtşlafdır. Hayvan tapımı, totem anlayışından türemiştir ve çok eskidir. Birçok uluslar, hayvanlan kutsal ve kimi yerde de tann saymışlardır. Özellikle eski Mısır hayvan tapımının bütün çeşitlerini yüzyıllar boyunca sürdürmüş bir ülkedir. Bu ülkede öküzlere, ineklere, kedilere, leyleklere, timsahlara, farelere, su aygırlarına bile tapınılıyordu. Tarihçi Herodotp6, kulakları ve ön ayaklan mücevherlerle süslü timsahlar gördüğünü yazmaktadır. Fransız arkeoioğu Mariette1 in yaptığı kazılarda, kutsal boğaların yerleştirilmiş olduğu sandukalar bulunmuştur. İ.ö . VI. Yüzyılda Mısır1a saldıran İranlIlar, ordulannın önüne kedllerie leylek-lert yerleştirmişlerdi Nitekim Mısırlılar, karşılarında tannlannı(l) görünce onlara karşı silah kullanma gücünü gösteremediler. Hindistan' da ineklere, timsahlara, fillere ve maymunlara ; Pasifik Okyanusu* nda 401

kertenkeleye ; Afrika1da artanlara ve yrianiara, Girit* te boğalara tapdm|kr. Bkçok ertd Yunan klonlan hayvan ad kn taşımaktadır. Gene ertci Yunan' da yılan ve köstebek tann katma çıkanlmtşlardK. (Bkz. Atdepion) M a* Tamlan çeşitli hayvanlaria rtmgelenmiftk. Ptrtah ve O rtrtt Apts öküzünde b elirmektedir. Hathor inek, Horu* leylek, G aneş fH, Toth maymun, K epre bokböceği kafahckr. Yunan tannlannın yanlarından hiç aynimocfcğı çefltM hayvanlar varckr; Zeus* ün kartak, Alhena1 nm baykuşu, Apofiortnun kertenkelert bu gibi tann arkadaşı- hayvan' lara örnektir. Yunan tanrılannm çoğu çeşMk serüvenlerinde değişik hayvan kNdarma glrerter. Örneğin, Zem kuğu kuşu tafcğma girerek Leda* yı. boğa kıkğma girerek EMOpa* yı koçınr; İo inek kılığına girerek dünyayı dolaş*. Hint tannlan ve Buda çeşitli hayvan kNdarma bürünürler. Mıer inançlannda tann Râ bir yumurtadan kaz biçiminde çıkar ve uçmaya başlar, onun uçuşuyla göğün karanlığı aydmlanır ve yeryüzü canlanır...

FİL Arap öncelerindeki deve katarlan gibi. IMer bilhassa Asya' da ulaştırma ve savaşlarda ritah olarak kutlanılmıştır. Oımaniı Türkterf nin flllerie Uk İlişkisi 1402 yılında Timur ve Ykdmm Beyazıt arasındaki Çu­ buk savaşında ortaya çıkmıştır. Türk or-dusundaki süvari birliklerinde kutlanılan atlar, ilk defa gördükleri filler karşriaşnca ürkmüşler ve bozulmuşlardır. Buna rağmen filler Anadolu' nun sert iklimine uyum gösteremeytp o zamanın deyimi He te le f olmuşlardır*. Bugün Ankara'da kavunları ile ünlü Yuva köyü yakınlarındaki iri tümsekler 5B1 yıl önceki bu savaşta kullanılan fillerin gö-mütdükleri yerlerdir, deniliyor... . Fil aynen İslâmda olduğu gibi Doğu cinlerinde sric sık kendisinden bahsedilen bir hayvandır. Brahmanizm ve Konfüçyüs inançlannda fillerden K utsa l y a ra tık la r ' olarak söz edilir. Barutun keşfinden sonra bile filler Çin, Hint ve Çin Hindi ülkelerinde ağır savaş aracı olarak kullanılmışt*. Hindistan' daki Babür istilâsı ve Tütk-

402

Bobür İmparatortuğu* nun kurulmasında fillerin artardan daha fazla ağrtk taşıyan taktik güç olarak kabul edildiği bilinmektedir. Fillerin son derece gelişmiş bir a ie hayatım benimsediklerini bilginler aniatmaktodır. Öleceği zaman eşine “ hazin sonucu * göstermemek için fillerin aileden uzaklapp mezarttklanna gittikleri ve öldürülmesine tamk olduktan eşlerinin intikamım alamadıklan zaman, kendtorini açfcğa mahkum edip mezarlığa yönelcŞderi, bilinmektedk. Eşlerinin üzerine bir başka eş benimsemeyen filler, derilerinin kalınkğı ve iri cüsseleri bakmrvndan savaş aracı olarak kuUanrirmşiardH’. Ancak 1 Derin dede! 1 ateşli silahların ortaya çıkmasından sonra filler, savaşlarda sadece geri batlardaki İkmâl aracı olarak, hizmete airvmşiardır. - Büyükbaş hayvanların aksine filin çalışan bir hayvan olarak kuKamrm hemen hemen sona ermiştir ve hem Afrika hem de Asya1daki yabanıl fil sayısı hızla azolmaktodır, AnibaT in Pön Savaştan1 ndcfci örneğine rağmen kullanılması ise giderek sınırlanmıştır. FH savaş aiamnda düşman tarafından Hk göründüğünde çok müthiş bir etki yaratmıştır. Düşman ordulan bu zvhla kaplı, hortumlarına tortçtar, dişlerinin ucuna zehiril hançerler bağlanmış bu devleri görür görmez doğtfmaktaycMar. Ancak kısa sürede filerin gürültüler çftantarcfc hayvanlan panik İçinde kaçıştırmak ve bu arada kendi ordulanm darmadağın etmelerini sağlamak mümkün olmuştur. (Timur, Yrtdnm Beyazıt Ankara •ovayı) Filin çalışma artcadaşı olarak bayana da fada önemli okncmytır. bugün sodece Uzak Doğu1 rtun beürfl yarlerinde orman sanayiinde kuHantlmaktadif. En fazla taşıyacağı yük 300 kMo olduğu için yük hayvanı olarak da pek önemli sayılmaz. Yük hayvanı olarak böytece, yalnız sekiz insanın iyini yapabilmesi onun yakalanıp eğitilmesine değmiyordu. Ancak çekici bir güç olarak iki tonluk kütükleri rahatça çekebilmektedir. Bkflkfe çahyan bir çift fil bey tonluk bir yükü çekebiliyordu. Ayrıca büyük ağaçlan İterek devtrebiliyortardı. • Filin en büyük kusuru üretilmesinin ekonomik oimayıyKkr: Yetişkinliğe eriymesi çok uzun 'zam an almaktaydı. FMerin ormanlardan yakalanması gerekiyordu ve bu d a koiay iy değkci. Ya bir sürünün içine girebileceği kadar çevresi kapak yerier yapkmalı ya d a başka bir tehükeN yöntem kukanıtmaiıydı. Kement atm a yöntemi denendiyse de. bunun hem hayvan hem de a v a için tehlikeli olduğu görüldü. Hayvanlan uyutmak için uyuşturuculu yem vermeye de başvurulmuştu, ancak bu o kadar çok 403

uyuşturucu gerektiriyordu kİ, hiç ekonomik d e ğ ild i; aynca uyuşturulan filler çoğunlukla yere yığılmadan önce çok uzaklara gidiyor ve kolaylıkla bulonamıyorlardı. Toprağa çukurlar kazılma denendiyse de, bunlara düşen filler sık sık yaralanıyorlar ve o zaman da işe koşulamıyoriardı. Sonunda, sürüyü tuzağa doğru kovalamak için çok adam gerekmesine rağmen çevresi kapalı tuzak yerleri yeğlendi. Yabamı bir filin ehlileştirilmesi de güç ve tehlikeli bîr işti. Sıradan bir filin zekası insan hilekârlığına eıişemiyeceği için hayvan bu yeni dost ve koruyucusuna uysal davranır. Filin evcil bir hayvan olarak kullamlamamasının bir nedeni de bodur: Fil her zaman aym kişi tarafından yönetilmelidir. Başka bir inşam reddeder. Olağanüstü bîr ortaklıktır bu. Bir fil ile insanı birlikte görmek bir iş dostluğundan çok duygusal bir bağa tanık olmaktır. Bu bir evlilik gibi bir yaşam boyu sürer ve fillerle insanların yaşam sûreleri de hemen hemen aynıdır. Her bakıcı bir tek file, her fil de tek bir bokıcrya sadıktır. İnsan ile hayvan arasındaki en şaşırtıcı ilişkilerden biridir bu. Saroçhane' den Atatürk Köprüsü1ne inerken,' sol tarafta görülen Bizans döneminden kalma nişlerin, Osmanlı ordusuna Yavuz Sultan Selim1den IV. Mehmet* e kadar hizmet vermesi istenen " fil bölükleri için ahır* olarak kullanıldığı söyleniyor. Aslında bunlar eski Bizans kilise (MoHa Zeyrek Camii) ne alt kalıntılardır. Gerçek olan açıklamayı uzmanlarımıza bırakmak kaydıyla, bu nişlerin fil ahin olarak yapılmadığını, am a o amoçla kullanılmış olabileceğini d üşünüyoruz...(Yazarın notu)

BOYNUZ - BEREKET BOYNUZU Boynuz tımağımsı bir maddeden oluş­ muştur. Memeli, geviş getiren bazı hayvanların savunma ve hücum silahlandır. Boynuz eski çağ küttür ve mitolojilerinde manevi yükseliş ve güçlülüğün sembolü olmuştur. Aym zamanda koç boynuzu1 nun güneş, boğa boynuzu* nun ise a y benzeri bir özyapıya sahip olduğu varsayılmaktaydı. Yunan-Roma mitolojilerinde bereket ve mutluluğun bir sembolü olarak yerleştiğini gördüğümüz bu boynuzun içi, aşırı bolluk anlamında, buğday doneleri ve dışarıya taşmış 404

meyvelerle doludur, A$n aşağıya değil yukarıya doğru açıktır. Hİtrilerde (rtton) adı verilen llbasyon kaplarının banlan boynuz şeklinde yapıl­ maktaydı. Hitit tanrıları da boğa boynuzlu olarak gösterilmişlerdi. Tapınakların sütun başlıklarındaki (volüt) adı veriler koç boynuzlan ve yumurta motifleri güç ve bereketi simgeleyen öğeler olmuşlardır. Boynuz çıkardığı hayvani, uzaklardan duyutabiien farklı bir ses verme özelliğinden dolayı, avcılann birbirleriyle haberleşmesi için kullandıktan geleneksel bir iletişim aracı olarak süregeliyor... Aynca barutluk olarak kullanıldığı da bilinmektedir. Çünkü tabii bir hunidir. {Aşağıdaki metin, aroptrmocı- yazar Şaryon ERDEM in 1 1 3 taytk Zafer Dergfeincto çıkan makalesinden özüm­ lenmiştir.)

m i?

...Tarihte pek çok ömeği bu­ lunan ve adına Latince corniculum denilen boynuzlu miğfer, özettikle geç devirlerde Gatyalılar1ın ve Vıkingler4 in sem-bolü haline gelmiştir...Büyük İskender Mısır ı fethettiği zaman, halkın sevgi ve saygısını kazanabilmek İçin, baş tann Amorf un oğlu olduğunu İddia etmiş ve böyfece, zaten binlerce yıldan beri firavunların tanrtiığına inanmış olan Mısır halkına, kendtönde ilahi bir güç bulunduğunu kolaylıkla kabul ettirmiştir. Tanrı Amorf un koç başlı olduğuna tnantfdığf ve heykelleri boynuzlu yapıldığı için, İskender de manen boynuzlu farzedHmiş ve ölümünden sonra ackna kesilen sikkelerde koç M um Büyük İskender boynuzlarıyla resmedilmişti. ...Boynuz, özellikle boğa boynuzu, tarihin ilk günlerinden beri güçkuvvet sembolü olarak kabul edilmiş ve bu sebeple eski medeniyetlerin hemen hepsinde tann ve mukaddes yaratık tasvirleri boynuzlu yapılmıştır. Boynuzun güç sembolü olarak İslâm kültürüne de gfrcfiği görülmekte ve nitekim Hz. Meviânâ da Mesnevi1 de, Hz. Musa' nın ağzından Firavuna

405

hitaben ■sivri, keskin boynuzların nice çiğerier dek*, işte şu asam da senin küstah boynuzunu kırdı" demektedir. ...söz konusu " boynuz sahtoi, boynuzlu" tabiri He son aartarda Avrupa1 dan dünyaya yayılan y e n i1 boynuzlu" (karısı tarafından adaM d&nı bHen koca) tabiri arasında her hangi bir münasebet mevcut değüclr. Bu İkincisi, semizleşmelerini temin gayesiyte kmriaştınlan horariann, diğerlerinden ayırdedilebilmeieri İçin ve a rt* döğüşemiyeceklerinden dolayı işlerine de yaram ayacak olan mahmuzlarının kesilerek Haklerine takılması (fes püdcüiü gibi) ve boynuza benzeyen bu mahmuzlar sebebiyle hayvanlara “ boynuzlu horoz" denilmesinden (mahmuzlu horoz denemez, çünkü o zaman mahmuzu kesilmemiş horozlar akla gelir) kaynaklanmakta olup (bkz. Websterl s Third New International Dkrifonary, comute 2; hom 4 b )" dişisini kıskanmayan, onun uğruna döğüşmeyen erkek" manasında kullanılmaktodır. Avrupa1 daki bu boynuzlu tabirinin fazla eskilere gitmemesi gerekir. Çünkü eskiden beri bilinseydi, Michetangeto (14751564), bu çirkin manayı gözönünde tutar ve ünlü Hz. Musa heykelini boynuzlu yapm aza.

KUYRUK Anatomik olarak, omurganın, kuyruk sokumu denilen alt ucunun bitim yerine takılı bir organdır. Hayvanlardaki kuyruğun işlevlerinden biri de onun bir yön ve denge unsuru olmasKto. örneğin ağaçlarda yaşayan maymunlar için kuyruk çok önemli bir rol oynar. KedT ye gelince; bu hayvan, yüksek bir yerden düştüğünde, kuyruğunun s a ğ la d ı yönlenme sayesinde (dört ayak üstüne) düşebHmektecfir. Kuyruğu kesitmiş bir kedi üzerinde yapılan de-neyimde aynı sonucun alınmadığı saptanmıştır. Kuyruk, bir şeyin arkasına tak* olan, ona ilâve edilen veya edilenlere de vertten bir isimdir. Yerine göre tabi olmayı, bağlılığı ifade eder. Kuyrukta bir tür arkalık, gerilik, takipçilik, izleyici)* anlamı veren bir imaj vardır. Asknda kuyruğun ta k * olduğu bu nokta, hayvanın en güçlü olduğu, veya belirti -bir gücün birikim yaptığı yerdfr. Bu gerçekten hareket, bizi güncel yaşantımızda s *ç a görünen bir olguya yaklaştırıyor: İnsanlar birbiri ardınca dızlip kuyruklar oluşturuyor, sıralan geldiğinde, o nokfoda varolan ve edinmek, yararlanmak istedikleri bir g ü c e , bir kaynağa erişip edinmeyi amaç-tamıyoriar m ?...

406

Kuyruk* ta Nerarşi He Hgili bir anlam da bulunur. Kuyruğun takılı olduğu noktaya yönelik olan bu kademelenmede, sosyal farklılaşmalar vardv. Kuyruk, bazen iki kelimeyle bile büyük anlamlan ifade ve yansıtabilecek ilginç bir özelliğe sahip. Bir kaçını aşağıya çıkarcfcğımc bu özdeyişlerin, onda gizli olan bazı güç ve özettikler hakkında bir fikir vermeye yeterli olacağı kanısındayız: Kuyruk actsı,( o kişinin geçmişinde uğrocftğı ve ocmnı hala unutamadığı bir olay söz konusudur), kuyruğuna basmak, kuyruğu sıkışmak (kuyruk başa yön ve hareket veren bir organ olduğundan, onun hareketsiz kalması başm da aleyhine olur, serbesttsini etkiler.), kuyruğu titretmek (ölmek), kuyruk sallarnakfyattakianmak), kuyruğunu kıstırıp kaçm ak... Müzedeki kabartm a He ttcü kişisel bir yorum: Dikkat edilecek olursa, aslanın kuyruğundan tutan kişi kraldır. Tanrı1nm karşısında daha fazla güç kazanmak için enerjisinin çtiaş noktan olan kuyruğun ucundan tutmuştur. Diğer eliyle de kamasını kuyruğun dibine sokup onu koparmayı deniyor. Tanrı be, otoritesini korumak için, bk elinde baltasıyla bu olaya müdaheie etmekte ve kaçıp başkam ın eline geçmesini engeftemek İçin olsa gerek (7) hayvan ayağmdan yakalamıştır. Bu alçak kabartma, bu türden başka yorumlara d a açttctır. Tanrının elindeki batta sonradan Zeusfo bir atribüsü olacaktır.

KUYRUKLAR VE İNSANLAR Anatomik olarak, hayvanlara özgü olmakla beraber, omurganın intanda d a aynı adı taşıyan kuyruk sokumu denilen alt ucuna ta k * bir organ... Yaratıcı bu organı, hayvana yönünü kestirmesi için vermiş ve böyte biçimlendirmiş... Kuyruğun uçaklarda ve uçurtmalardaki kullanılmasından beklenen am aç ta aym. Omurgalı hayvanların kuyruktan kemik ve etten oluşmuştu am a iç organ içermezler. Karoda yaşayan, yani yerde yürüyen dörtayakJıtarın çoğunda kuyruk bu işlevlerini kemende oba yitirmiş ol­ makla birlikte, timsah, sutamuru ve balina gibi evrim sonucu su ortamına 407

dönen hayvanlarda yeniden önem kazanmıştır. Sincap gibi ağaçta yaşıyan hayvanlar kuyruklarını denge organı olarak ya da sıçrarken dümen gibi kutlanırlar. Örümcek maymunu ve bukalemun gibi hayvanların ise sarılıcı kuyrukları ayaklan destekliyerek ağaç üstünde dengeyi ve hareket yeteneğini artırıcı bir işlev görür. Öte yandan kuyruk, örneğin oklu kirpide savunma, köpekte İletişim, çıngıraklı yılanda uyan ve timsahta da avlanma gibi değişik işlevlere uygulanmış olabilmektedir. Kuşların çoğunda kuyruk omurları kaynaşmıştır. Bu uzantı uçuş sırasında manevra yeteneğini artıran kuyruk tüylerini destekler. kedi yüksek bir yerden düştüğünde, kuyruğunun sağladığı yönlerdırme sayesinde, dalma dört ayak üzerinde olarak yere, oturur. Kuyruğu olamayan bir kedi üzerinde yapılan bu denem eden ise aynı sonuç aknamamşttr. Toplumumuzda da bazı insanlar vardır ki, KUYRUKLARI SAYESİNDE, onlarda her zaman ve her yere dört ayak üstünde düşmektedirierf.. Batakların ve birçok amfibyum larvasının (iki yaşayışlı kurtçuk] temel yer değiştirme organı ise kuyruk olmuştur. Bilindiği üzere batak baş. g ö vd e ve kuyruk olmak üzere, üç bölümden oluşmuştur. Batığı bu biçimiyle toplumsal olay ve Ufkilerle kı>tas*amak gerekirse şöyle bir yorum getirmenin ters düşmeyeceği kanısındayım: Aslında baş denilen organ 1 beyin11cftr, lider ve yönetendir. Bu başa takılı olduğu için onun peşinden gitmek zorunda olan organ ise gcnrde ve daha sonra da KUYRUK tur. Burası aslında yönetilenler, yani halk denilen kesimin ta kendisidir. Başlıca görevi, baştan, yani beyinden alacağı dir­ ektiflere göre biçimlenerek, gövdenin tümüne yön ve hareket veren bu kuyruk, şayet herhangi bir nedenle onun istediği yönlere sapmak istemez ve bunun için gösterdiği tepki etkili ve yeterli olmazsa, bu durum karşısında gene aynı gövdenin üzerinde takılı olup, aslında onun anatomik ve organik bir parçasını oluşturan YÜZGEÇLER derhal devreye gireceklerdir. Doğru olan yönün belirlenmesinde ve uygulanmasında kuyruğun gayretlerini desteklemek zaten onların yükümlü olduğu bir görev değilmidir?...güncel yaşantımızdaki gibi bu müdahele öncelikle devletin anayasal kuruluşları, gerektiğinde ise güvenlik güçleri tarafından yapılmaktadır. Balıkla ilgili bir hayli, am a tazeliğini ve geçerliliğini koruyan bir söylenti vardır: "Balık baştan kokar!.." Gerçekten balığın ilk olarak kokuşan yeri başı olur. Bunun İçin balık satın alırken önce baş kısmını kontrol ederiz; 408

şöyle bir «Mariz. Babkçıda bunu bildiği için, şayet malının tazeliğinden emin değilse, onun gaisamasına boya sürerek, müşteriyi yanıltmak isteri.. Ama kuyruk, başa oranla, bir süre daha tazeliğini koruyabMmektedk... Şimdi kuyruğu bir başka perspektif altında inceleyelim. Kuyruk, genel ve geleneksel anlamıyla canlı ya da cansız bir şeyin arkasına takılı olan, ona İlâve edilen veya edilenlere verilen isim. Hayvanlarda kuyruğun tak* olduğu nokta onun en güçlü olması gereken, ya da farktı bir potansiyel güç birikiminin oluştuğu yerdir. Hitit mitolojisinde tanrısal güç ve otoritenin boğa1 dan aslana, aslandan da insana ve en sonra da insan biçimindeki tanniara geçme aşamaian yaşanmıştır. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesindeki bir alçak kabartma insanın bir askım kuyruğundan yakalamış olarak görselleştiriyor. Yani insanm bir aslanı kuyruğundan yakalamış olarak ve ona egemen olabilmek için hayvanın en güçlü yeri olan kuyruğundan tutmuştur. Gene aym uygarlıkta boğa tanrıya odak sunmak için yapılan törenlerde insanlar o tanrısal güce ulaşabilmek için kuyruk şekline girerek, toplumksnndaki sosyal sınıflarının gerektirdiği sırada yerlerini almaktaydılar. Hittflerin, Hattusaş* tâki Yazılıkaya adı verilen açık hava tapınağında da görüldüğü gibi, kökeni çok eskilere uzanan bu adet ve zorunluluk, toplumsal ya­ şama adeta bir kuyruk benzeri yapışmış ve onun ayrılmaz bir parçası olmuştur. Çoğu kez, bugün, herhangi bir yer ve zaman dilimi içinde sınırlı kaimcik suretiyle, insanlarımız bir­ birleri ardına dizilerek kuyruklara oluşturuyorlar. Bu kuyruğun uzun­ luğu, geçen zaman ve onun oluşmasını gerektiren nedenlere duyulan ilgi oranında, uzayıp kısalabilmektedlr. Kuyruktakiler adım, adım ileriiyoriar. Er ya da geç, onun takılı olduğu noktada onu bakliyen, ya da onun beklediği, hak ve hisselerinin gerektirdiği şey­ lerden yararlanabilmek için inatla 409

oradan ayninmyoriar. Her atılan ackn, öndeki bir insanın her lapırdanifi, insanı ve o enerji kaynağını birbirine yaklaştırıyor. Sonuçta, oraya ulaşabilmenin özlem ve ümidi, bu am aç için göze afcnan ftzüd yorgunluk ve sarfedilen zam ana, çoğu kez, galebe çalıyor. Kimi kez ise, maalesef bir mevta vererek, hüzünle dalgalanıyor... Kuyruk içinde adeta birbirlerine yaptık durumda olmanın sağtackğı bu fiziki yakınlaşma kimi zaman, kuyruğun nedeni, uzunluğu ve zamanla da Hgill olarak, geçici de olsa ufak tefek dostane yakınlaşmalara da bir ortem hazırlıyor. Kuyruktaki insanlar, bu işi yapması için bir başkasını tutup görevcfrecek güçte oimodıklanna göre şayet kendilerinin bizzat bulunm alar zo-runiuğu

yoksa, aşağı yukarı aynı sosyal sınıf ve

ekonomik

düzeyde, benzer

sorunları yaşadıklarını his-settiklerinden, rahattrida. hiç bk şeyden çekinmeden, müşterek yaşanılan güncel konular üzerindeki fikir ve izlenimlerini, şikayet ve serzenişlerini laflam aM a geçirirler bu boş zamam..Sonra sıra kendilerine geldiğinde susar, işini görür ve aynkp gider... İnsan kuyruklarının organik yapısına gelince: Bu yapıyı otuşturanlann öncelikle zaten işi güçü olmayan kimseler, yaştılar, tabii emektiler, ispatı vücut etmek, yani varlığını kanıtlamak durumunda olanlar, az sayıda da olsa, işinden gücünden zorunlu olarak kaçam ak yaparak, koparak gelenlerdir.. gün. yer ve zam anda çevremizde GÖRMEYİ DEĞİL, GÖRMEMEYİ yadırgadığımız bu kuyrukların taşıdıktan İsimleri saymak mümkün değil. Ancak Uk aklımıza gelenler, öncelik sırasıyla -denilebkirseşuntar. Maaş kuyruğu, vergi yatırma kuyruktan, resmi bir kuruma bir belge vermek, ya da almak kabilinden yapılanlar, özeNIde zaman faktörü, yani gecikm eyle ilgili otan bir ödeme veya ödenmenin yapılmasına yönelik yapılan koşuşturmalar, bir yere girip çıkmada öncelik alm a avantajı sağlayanlar ve nihayet ekmek kuyruğu., su kuyruğu. Kimi zaman bir kuyruk benzeri kıvrımlar yaparak uzayıp giden niceleri... Artık

her

Şimdi aklımıza şöyle bir soru takılıyor: Kuyruğun, başlangıçta işaret ettiğimiz doğal işlevlerini hatırlayacak olursak, onun denge ve istikran sağlayıcı rolünü benimseyen Insantanma, toplumdaki süregelen bunca dengesiz ve istikrarsız hal ve gidişleri bir yola, düzene koyabilmek için, çaresizlik içinde kendilerine bâylesine kuyruklar yapıştırmak gayreti İçine mi girmişler, ya da sokulmuşlardır ? I... 410

Kuyruk odı verten bu kavramda bir do HİERARŞİ He Hgii cfyeceklerimiz oiacak: Çoğu kez törenler için oluşan bu tür kuyruklarda, intanlar tıpta beHcemiğine, birbirine takılı fıkralara benzemektedirler. Onlar da kuyruğun son bulduğu yere doğru ilerledikçe farklı büyüklükler göctermekieler... Kuyrukla ilgili söylentileri, yorumlan burada virgüileyip. güncelttğfnl koruyan bir isimlendirme olan AT KUYRUĞU* na getirerek bağlamak istiyorum : At kuyruğu. Asya ve Amerika mitolojilerinde yılanla özdeşürMmiş ve FAUJK elamanlardan biri olarak sembolleştirilmiş bulunuyor. Nitekim at kuyruğunun TUĞ olarak kullanılmasına etken olan inanç, hayvanın tüm erkeksi gücünün kuyruğunda toplanmış olmasından kaynak­ lanmıştır. Kuyruk, diğer hayvanlarda olduğu gibi onkmn edep yerlerini örtme işlevine ek olarak koştuklarında denge unsuru d a atmaktadırlar Türk- Moğol kabilelerinde at. manda veya YAIC tan' kesilip dem et şeklinde derlenen kıHar. TUĞ adı altında alemlerin vemızraldann ucuna takılmaktaydı. Tuğ. Hun Türkleri ve daha sonra OsmanlIlar da, eridik ve savaşkankğm yanında, asalet simgesi olarakta gelenekselleşmiş bulunuyor. At kuyruğu İslâv Bulgariannda da, Çar Boris zam anında, neredeyse HAÇ* m yeriniakrcaena, bir İman objesi olarak yaygın bir şekilde kullanılmasının o tarihte Papa* nm tepkilerine yol açtığını da hatırlatmak istiyoruz. Ve son olarak, kuyruk adı verilen bu nesne' nin, affınıza sığınarak cMe getirmek istecftğim işlevi, onun ana rahmindeki yumurtayla buluşup onu döllemek için spermaya Heri hareket vermesi olacaktır.

KİKLOFLAR Yunan mitolojisinde andan bu tek gözlü yaratıklar. Tepegöz1 ler Goto ve Uranos1 un oğullandu. Üç türünün varlığından söz ediliyor : Göksel Küdop' lor, Odysseia1 da adı geçen S icilyalI IGİdop' kar ve Ukyoda bu­ lunan D uvara KUdop1kv . 411

Efes Arkeoloji Müzesinde kısmen kırık durumda sergilenen bir grup heykeli bulunuyor; zamanında Domitien kutsal alanındaki Polio Çeşme1 sinde bulunan bu gruptaki KHdop' un odı Poiyphemos. Sicityanm Etna yanardağında yerin altına kapanmış demircilikle uğraşan cinlerden biri. Bu Ktklopiann gözleri ateşin karşısında kor gibi parlamaktadır. Kraterden fışkıran kıvılcımlar oolann örslerinden saçılan ateşlerdir. Yer sarsıntısı ve gürültüler yaparak varlıklarını belli ederler. Duvarcı IGklopiar Anadolu, Yunanistan ve Sidtyada iri taşlarla örülmüş ne* kadar sur varsa hepsinin mimarıdırlar. Bu yapılara (iOkJopeen) adı veriliyor. Haikamas Balıkçısına göre tek yuvarlak gözlü devler Hitit kabartmalarında profilden görülen kişiler olabiliyorlar (?) Hattusaş1 taki potemli yol (Yer Kapı)' nın bunlar tarafından inşa edildiği varsayılıyor, Ukya bölgesindeki ünlü Kral mezarlannın yapımında da Kikloplonn rolü olduğu ileri sürülüyor. Kaba kuvvetin sembolü olan Klkloplar baş tanrı Zeus* ün hizmetindeydiler. Kiklopiann tek gözlü oluşlarıyla ilgili şu yorum yapılıyor: Şayet iki gözlü olmak normal, üç gözlü olmak insanüstü bir yaradılış ise, alnmm tam ortasında bir göze sahip olmakta ilkellik, zekadan ve bazı insana! ilişkilerden yoksunluğu işaret etmektedir. Hıristiyan ikonografisinde şeytan çoğu kez suratının ortasında tek gözlü olarak gösterilmiştir. Olumsuzluk İçeren olay ve kavramların bir göstergesi soydan tek gözlülük veya tek bacakJthk çift* in karşıtı TEK* in yani noksanlı ve kusurlu oluşumun simgesi olmaktadır. Bunun İçin tüm canlılar, denge sağlamak am acıyla çift (iki) düzen esasına göre yaratılmışlardır.

DRAGON (EJDERHA) Aslında bize, görevini ciddiyetle yapan bir gardiyan veya kötülüğün ve şeytani eğilimlerin bir sembolü gibi gelir. O gerçekten gizli bir hâzineye ulaşılabilmesi için, yokedilmesi gereken bir yaratıktır. Batı aleminde (Attın tüy)1 ün ve Hesperif lerin bahçesinin koruyucusudur. Dragon şeytani bir sembol olarak, çoğu kez bir yılan şekünde görüntütenmiştir. Başı kesilmiş dragon ve 412

Ejder banâh

etkisiz hale getirilmiş olan yılanlar. İsa1nin kötülük üstünde kazandığı zaferi işaret eder. İkonografide aynı tür imajlar Saint Michel ve Saint Georges için de yaratılmış bulunuyor. Dragona yakıştırılan bu olumsuz yorumlar, sembolizm de, Uzakdoğu, Ortaçağ Avrupası ve İskamın gizemli sanat yapıtlarında görüldüğü gibi, karşı karşıya birbirite döğüşen iki dragon, veya yılan (KADUSE) ile benzedik taşır. Diğer bir açıdan, civa ve kükürtün olduğu gibi, birbirine karşıt güçlerin nötralizasyonu (etidstzJeştkme) ankammı içerir. OUROBOROS olarak adîandmlan, kuyruğunu m a n dragon, bu bu türdendir. Uzakdoğuda dragon aynı zam anda bir deniz, kara ve hava hayvanıdır. Güçlü bir gök yaratığı olduğu için, imparatorun sembolüdür. Bir İbrani metninde gök dragonundan, tahtı üstüne oturmuş bir kral olarak, söz edilmektedir. Drogon aynı zamanda ağzından çıkardığı alevler nedeniyle, şimşek ve bereketle özdeştirüir. Bu bakımdan hükümranlık ve hayatın dengesini sağlayıcı verilere sahiptir. Festivallerde genellikle d rag o n m aketlerinin sokaklarda gezdirilmesi bu çok eski geleneklerden kaynaklanmaktodtf... Yunancada (gözcü) anlamına gelen dragon, pek çok mitolojide suların, diğer anlam da bereketin koruyuculuğunu yapan yaratıklar olarak niteiendkilmişlerdir. Onlar sulann denetimini ellerinde tuttuğundan, dragon üzerinde zafer kazanmak (Hlîitierde görüldüğü gibi), su kaynaklarına da egem en olmayı amaçlıyordu. Dragon motifi özellikle Çlnde bir hayli yaygındır. Çin halkı kuraklık döneminde dragon1un yağmur yağdırmayı unuttuğunu varsayıp, ona bu görevini hatırlatmak (I) amacıyla, bir tür yağmur duası anlamında, sokaklarda y a p m a ejderhalar dolaştırmaktadırlar.

GRİFFON Genellikle aslan..bazen de köpek gövdeli olup kanatlı ve kartal gagalı, mitolojik yaratıklardır. Griffonlar Zeus1 un kutsal hayvanlan olduğu gibi, güneş tanrısı ApoHon' un d a bineği ve havlamayan bekçi köpeği oluriar.

413

Griffon gerçekte, gök ve yer olarak iki karaktere sahiptir. Bu karakterler ise, dünyevilik ve uhrevilik olarak nitelenirler. Yunanda hazine bekçüğini yapan bir canavardır. Dağda altın arayıcılarının yolunu keser. Hıristiyanlıkta ise, şeytan imajı olarak bilinir, katı ve acımasız bir kuvvet sembolü olu.

PEGASSOS Mebusa* nın kanından dogma KANATLI AT. Adı Yunanca “ pege " sözcüğünden türemiş sayılan Pegassos pınar ve çeşme başlarında bulunmaktan hoşlanılmış.. Pegassos gökte bir burç haline getirilmiştir.

KENTAVROS (Kentaur) Tesetyanın vahşi ve kavgacı halkıydı. Sonraları bunlar, yukarısı insan aşağısı at olarak betinmlenmiş ve mitolojide AT ADAMLAR olarak yer-Jeşmlştir. Heykeltraş Phidias1 ın Parthenon tapınağında canlandırdığı metop kabartmalarda Kentavroslann Tesetyalı bir boy d a n LapittV lerte yaptığı ve sonunda mağlup oldukları bir savaş sahnesi bulunmaktadır. •

Atın etnik, mitolojik ve fonksionel açıdan cfiğer hayvanlardan farklı yönleri var, Kutsal, sadık, yararlı... Eski savaş arabaları atla çekiliyordu. Akhalar Truva önüne tahta at getirdiler. Aziz George daim a, semavi bir yaratık olan ve ölümsüzlüğü simgeleyen beyaz bir at üzerinde gösterilmiştir... Vaktiyle •Demokrat Parti" nin de amblemi beyaz (Kır Attı)!..

414

ASLAN VE SFENKS Yelesinin gövdeye verdiği daha görkemli görünüm ve aktif bir rol oynamasından olmalı ki, erkek aslan d a h a fazla korku vermiş ve bu korkuya b ağ lı o larak, saygınlık ka­ zanmıştır. Nitekim söz konusu aslan olunca, zihinlerimizde çoğu kez, dişi değil de, erkek aslan imajını canlandırmıyor muyuz?..Hititter ön­ celeri büyük köpek dedikleri aslanın kenti kötü ruhlardan koruyocağına ve saldırgana korku verecek en etkin bk psikolojik savunma aracı olarak görmüşler ve buntann heykellerini, kapı gardiyanı olarak, sur kapılarına ve tann heykellerinin kaidelerine yerieştimişlercHr. Bu uygulamanın en belirgin örneği Hattusaş 11Aslanlı k a p ı1 da bulunutyor. Ancak,11Kral Kapısı * denilen yerdeki kabartma savaş tanrısı surların dışında değil, içindedir. Savaşanlara güç ve cesaret vermek am oayta olsa gerek ?...(Yaranr> flfcri) Gene Hititterde aslan avı, önceleri korunmak, daha sonra, yani tann saygınlığının değişm e ve gelişm e süreci İç in d e , ona egemen olma evresine girince, sadece bk spor am acıyla yapimaktaycfc. Bilindiği üzere, Mısırdan bu yana, hemen tüm sfenkslerin gövdeleri aslandır. Grek mitolojisindeki kanatlı aslan grtffonlar1lorda kafa kartal veya akbaba olmuş ve bu şekilde karada ve havoda yaşayan yaratıkların en güçKüerinden oluşan bir kompozisyon yaratılmıştır. Bunun yanında Yunanistanda, gövdeleri aslan ve fakat başlan, zalim ve korkunç görünümlü bk kadın başı olan sfeksler de bulunuyordu. Sfekslerde kafanın insan olarak korunması, o ç ağ insanında, zeka bakımından hayvanlardan üstün olduktan bilincinin varlığını kanıtlamaktadır. Bu çağlarda kullanılan savaş arabalannın da sfekslerden esinlendiği Heri sürülmektedir. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde Hitit bölümünde başı kuş, gövdesi askın, kuyruğu yılandan yaratıklar görülür. Bu yaratıktann evrenin 3 katını simgeledikleri düşünülebilir. Askm veya aslan gövdeli sfekslerin daha çok mezar yapıttan yakınında görülmeleri, ölüleri kötü ruhlardan koruyucu yetinin aslanda bulunduğuna inanmoianndan İleri gelmekteydi. Buna örnek olarak Mısır 415

Piramitler Vadisinin nekropolünün yasak eşiklerinde ve anıtsal bir mezar yapıtı oton Nemrut tümülüşünün etrafına dizilmiş gardiyan asianlan göstereceğiz. Bunlar Antiokos* un ana tarafından Pers kökenli olduğunu simgelemektedir. Nemrut Dağı tümüiüsün batı kenannda (HOROSKOP) u, (sinoptik harita») olduğu ileri sürülen üzerinde aslan bulunuyor. Nemrut un astrolojik, Harran' mn araştırma ve incelemeler yapan merkezler olduğunu hatırlatmak isteyeceğiz.

dûnyamn ilk taş kabartma ise astronomik bu vesile He

Anodoludaki yerleşim kalıntıları ve diğer dekoratif yontularda raslanan aslan tipleri şu beş grupta toplanıyor: Astır, Hitit, Frigya, Pers ve Selçuklu. Ancak bu aslanlar bazen kaba yüzlü, art ayaklan üzerine oturmuş, ağzı açık ve şişman yanaklı, diş ve d ğ er detayları belirtilmemiş, adeta karikaturize edilmiş olmakla beraber, genel olarak, bk evvelkine oranla daha vahşi ve yırtıcı görünümdedirler. Örneğin, Ant Kabir girişinde sağlı sollu dizilmiş Frigya asianlan Hitit aslanına nazaran daha korkutucu ve atlam aya hazırdırlar...Bu aslanların 24 olan soydan Orta Asya Türklerinin Kutsadık düzeyine çıkardıklan (Ongunların) sayısıyla eşdeğerdir. İran askannn ise elinde, ZÜLFİKAR adı verilen, iki tarafı keskin bir pala bulunu ve onun gücünü arttırır. Bu aslan eski İran bay­ raklarında bulunuyordu ve dev­ letin milli amblemi olmuştu. Hz. Muhammet vefa­ tından önce züifikannı dam adı Hz. AH* ye hediye etmişti. Bugün Luxor yakınlanndaki büyük Kamak tapınağında iki yanına koç başlı sfeksierin dizildiği çok görkemli bir cadd e bulunuyor. Bura» kredin yürürken bir güçlülük ve korunma hissedeceği bir tören yolu olmuştu. Cinsellik sembolü olan koç başlanm büyük güçlülük sembolü olan aslan gövdeleriyle bkleştrerek krala hem cinsel güç hem de güvenlik duygusu verecek hayali bir yaratık yaratmak mümkündü. Kral bu görkemli caddede yürürken bu taş heykellerin etkisini hissedeceğinden, tüm ruhsal durumu değişecekti. Kutsal yer ve tapınakların »m buradadır. Bugün mimari başarılara ve dekoratif süslere hayranlıkla bakarsak da, bunlar gerçekle ikinci derecede önemlidir. Eski 416

tapınakların temelinde, orada txılunan resimlerin Mamta nttettkiefi yatmaktadır. MtnrMar bu simgelerin gerçek güç otduklonna ve insanlar üze­ rinde gerçek bir etkileri ola­ cağına inanırlardı. Orada resimlenen hayvanlar doğal hayvanlardan daha fazla bir şey, doğaüstü güçleri olan süper hayvanlardı. Resimler ürkütücü ol­ dukları zam an tapınakların havası da korku dolu otmakydı. Aslan başk tanrıça Sekhmef İn dev taş heykellerinin bulunduğu Mut tapmağı böyle bir yerdir. Sekhmef eski tannlann en kana susamışıydı. Gittiği her yere dehşet yayardı ve ka­ vurucu çöl rüzgârlarının onun ateşli soluğu olduğu söylenirdi. Mevtûna Cetaletttni Ruminin bir sözü var : " Diz umumiyetle astanadK, am a bayrak üzerine resmedildiğimizde, ancak Tann' nm ne­ fesiyle contanır ve hamle yapanzl.." Burada nefes sözcüğü Be ereldenen anlam şüphesiz (rüzgâr) oluyor... Bayrağın dalgalanması aslana hareket veriyor.(flfcz. Rüzgâr) '

Selçuklu İmparatorluğu İranda kuruldu: Mevtâna d a Selçuklu döneminde yaşadığına göre, eski Selçuklu bayrağında d a bir astan motifi olması mümkündür. Yunan-Roma tiyatro ve odeonlarının oturma sıralarında görüldüğü gibi, klasik m odel m obilyaların m asa, iskem le v e seh p a ayaktarm m aslan pençesi şeklinde yapılmaları, astan1ın Anadolu kültürüne yansıyan saygın yerinin kaybolmayan izlerinden biridir. Selçukluda aslan güneşle özdeştiriliyordu. Nitekim bayraktaki aslanın arkasından bir güneş doğar, Güneşin boğa burcuna girmesi (nevruz) llbahann başlangjçı olarak kabul edilir. Suttanlann birçoğunun ismi aslanlıdır, Kılıç Aslan, Alpaslan gibi...Haçlı ordutan komutanlarından biri de de, Astan yürekli Rişar'ckr... Selçuklu döneminde ve bazı yönleri bu mimarinin etkisi altında inşa edilmiş olan Osmaniı dönemi yapıtlarının birçoğunun kapılarında 417

astan kabartmaları bulunmaktadır. İlk alda gelen örnekler şunlards: Ani ören yeri Aslanlı Kapt, İshak Paşa Sarayı ikinci kapısı, Hoçap Kalesindeki zincirle bağlı aslanlar, Diyarbakır Ulu Cami kapısı, Erzurum Yakutiye Medresesl-Harran ören yeri iç kale' nin Aslanlı Kapısı, vb...

BQĞA • Başkbaşma ertcekKk simgesi. Sığır küttü (sığıra tapınma) nün başladığı NeoiotikCMaktaş evresinde Hititter boğaya hem tapıyor, hem de etini yiyorlardı, kanını da tanrılarına sunmaktaydılar. Genel olarak göçebe toplumlar büyük baş hayvan besiciliği ile uğraşmaktaydılar. Onun üretim işlevindeki rolünün bilinci altında olmalan nedeniyle, boğa bir çoban tanrısı, olarak tabutaştınlryor ve sürünün tanrılaşmış önderi oluyordu. Yaratıcı gücün sembolü olan boğa1nın, bronzdan yapılmış başlarının, dini törenlerde bir mızrak veya sopa üzerine takılarak taşınması olayı, ilk olarak M.Ö.IH. binden itibaren, Anodolu1 da görülmüş ve dinsel amblemlerin bir prototip olmuştur. Bu çağ insanları, evlerinin tek olan odaların boğa başlarıyla donatmakta, aym zam anda ölülerin mezarlarına bir boğa başı koymaktaydılar. Boğa boynuzu dinsel amblemlerinin başlıca öğesi olmuştu. Hitit güneş kursu adı verilen bu kompozisyonlarda evren bir boğa boynuzu üzerinde gösterilmek istenmiştir. Çatathoyük* de tapınakların duvarlarına boğa başlan Toros Dağlanna bakacak şekilde yerleştirilmişlerdir. Latince1de Toros, Fransızcada tauro, BOĞA demektir. Gelişen zaman içinde boğa tanrısal gücünü aslana ve daha sonra tanrılara terketmektedir. Bu inanç değişiminini evrelerine ait bulgular, Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve Yazılıkaya kabartmaiannda tanrı ve tannçalann boğa, ‘aslan veya br panter" ler üstüne basar şekilde gösterilmeleriyle belirlenmektedir... Boğa gibi dğer öküz cinsi hayvanlar, Hint- Akdeniz dinlerinde, gök veya fırtına tanniannı belirliyordu. İran ve Ortadoğu1da koç ve erkek keçi (teke) nin de benzer 418

am oçioıda kullanılmasında, bu hayvanların erkeklik ve döğüşgenlik özellikleri yanında, kanlarının da kutsal olması rol oynuyordu. Neototik çağdan itibaren, boğa ve şimşek ilişkisi mutluluk göstergesi ve atmosferik tanrılarla ilişkili tutulan semboller arasına girmişlerdir, Bu bakımdan boğa1 nın böğürmesi, tanma dayalı toplumlarda, bereketin habercisi olan (gök gürültüsü ve yağm ur g etiren fırtına) ile eşdeğer tutulmuştu. Doğanın boynuzu .ile ayın görünümü arasındaki benzerlik gene Neolotik çağda görüldüğü gibi, ay* la ilintili olan Büyük Anne (Ana tannça) kültüne neden olmuştur. Bunun sonucu olarak Kibete, ay tanrıçası Artemis1e dönüşecektir...Nitekim Artemis şenliklerine " b o ğ a g ü re şi" yte başkmcfcğı bilinmektedir. Mısırda ay tanrıçası yıldızların boğasıydı. Osiris, güneş tanrısı olarak simgeleniyordu. Mezopotamyada ay tanrısı SİN* e, boğa biçimi verilmişti. İşte bu inanış biçiminin oluşturduğu kaidenin üstünde, boğanın daha çok geceyle ilgili bir AY HAYVANI olarak, dikildiğini görüyoruz. (Hilal metnine bkz.) Mısır hieroglifinde birçok işaretler, ayın fazlan ve boğanın boynuzlarına benzemektedir. Küçük Asya1nın KIbeie kültü M.S.II. yüzyılda (tornaya gitmiş ve orada boğa kanıyla vaftiz olma geleneğinin yerleşmesini etkilemiştir. Mısırda, boynuzlan ara­ sında bir güneş diski taşıyan boğa başanm bereket sembolü ve Osiris1te Hintli olarak, ölüm ve yeniden doğuş tanrısı gibi kabuHenikSğine de tanfc oluyoruz. Müzenin bahçesinde, Eflatun Pınarındaki Hitit anıtının bir kopyası var. tannnın bu kompozisyonda, hem aslan, hem de Kralın baştanna basarak gösterimesi, bu inanç değişiminin son evresi, yani tanrıların egemenliğini ifade ediyor l..(Vazarvn fikridir) Avrupa uygarlıklarında (İriandoda), saygınlık kazanmış kral ve yüksek rütbeli askerlere, ” savaş b o ğ a s ı" denilmekteydi. Kraliyet seçimlerinde bir şair önce kurban edilen bir boğanın etini yiyor, çorbasını içiyor ve sonra uykuya (istiareye) dalıp, seçim için adayların en uygun olanı hakkında öneride bulunuyordu... Doğa burcu (21 Nisan- 20 Mayıs) İlkbahar- Yaz arasındaki zaman parçasıdır. Bu süre içinde insanlar daha çalışkan, aktif Ve iş görme arzusu

419

He dolu bulunurlar. Bu burç Venüs gezegeni tarafından İdare edildiğinden, aşkların da tazelendiği dönem atarak kabul edilmektedir...

İNEK Geniş anlamda, süt üreticisi ve besleyici dünya1 nin sembolü olmuştur. Öte yandan s^fnboJtzmi ay1 la ve Ay Anaları dan bereket tannçalonyia İlişkilidir.

EŞEK Bize göre aptallığın ve yerine göre de hakaret adam ındaki bir ifadenin sözcüğünü oluşturan eşek, bunun tamamen karşıtı, eskilerde kutsal saftan hayvanlardan bftrt dmuştur. Yunanlstanda, Defte' de ki Apdlon tapmağına kurban olarak, eşek sunulmaktaydı. Eşek ocak tanrıça» Vesta1ya özgü bir hayvandı. Bereket tanrılarından Prtapos, yapılan tören ataytam a, eşek üzerine binerek, katılır. Dtonizoe1un beşiğini bir eşek taşımıştır. Apdlon, Frigya kralı ünlü Midas1m kulaklarım, onun keçi ayaklı Pan’ ın flüt sesini Detfe tapınağının müziğine tercih etmesinden dolayı, kulaklan eşeğe benzemiştir... Eşek Hindistanda ölüm tanntannın, Çinde ise (beyaz eşek) ölümsüzlerin bineğidir. İsa1 nin doğduğu kreşteki beşiği, ikonlar üzerinde gözlediğimiz gibi, başlarını beşiğe sokmuş Hd hayvanın nefesleriyle ısıtılmaktadır. Çünkü mevsim kıştır. Aralık ayıdır ve geceleri hava daha serin dmaktocfcr..Ancak bunlardan birinin bir eşek ( olasılıkla dişi) diğerinin ise dişi bir hayvan, yani bir inek dmastm ilginç bir detay darak değerlendiriyoruz... Hıristiyanlıkta, eşek alçak gönüllülüğün de bir simgesi dmuştur. Buna paralel darak İsa, (alçak gönüllü olmanın ruhu mutlu kılacağım), ifade etmiştir. Bu bakımdan İsa, yaptığı yolculuklarda, binek hayvanı darak hep eşeği tercih eder. Jazef bebek İsa* yı Mısıra bir eşek sırtında kaçmr. İsa1mn Kudüs* e girip orada tapınağı başka ticari am açlarla kullananları azartac*ğı(l) zaman, gene bir eşek sırtında dması gerekir.

420

Ancak, aslında bu bölgede yaygn bir taşıma aracıydı.

eşek, o

tarihlerde

Anadoludaki

gibi

Asurlu ticaret koüneieri Anadoluya eşek kervanlan ile gidip geliyorlardı. Eşek aynı zamanda barış, cesaret ve sabrın da bir sembolü olmuştur. Eşekte su bulma yetisi çok gelişmiştir. Bu bakımdan kervanların önünde yürütülmekteydi. Güvenilir olmayan kaynaklar, İsa1 nm strtmda beyaz ve haç biçiminde doğal bir lekesi olan, eşeğe bindiğini Heri sürpnektedirterfT)... [A foğtöakJ a çtkkjm a , insan AntM dop^dM nöm n dsrisnm fttfr.J

Vücudunun S am botom l, E tki A N t ve SemöoSer

[İnsan yerleşip de çeşitti mallara sahip olmaya başladığında, kendi stftmdan daha güçlü bir nakliye aracı İhtiyacını duydu. Eşek, deve, at. yak. bufalo, kama, ren geyiği ve filler hep kırbaç attmda oradan oraya yük nakletmiş hayvanlarda. Uygarkğm ilk günlerinde bu yordun olmasaydı gelişme umudu olmazdı. Makinelerin bugün yaptığını dün hayvanlar yapıyordu. Bugün atsa arabalarımızda giderken onlara borçlu olduğumuzu unuturuz: oysa bin y i boyunca bu geniş sırttı hayvantar bize ticaret, sanayi ve çağdaş toplumun tümünü yapm am ada yardroa oimufkardu. Beş bin yıl önce eşek, sırtındaki mal ve ürün yüküyle eski Mısır1 ın yoNannda titrek odvntaria HertemekteydL Eşekten Hk kez Mısır1dan Libya* ya vergi olarak ödenmesi nedeniyle söz edUmektedk; yabanıl Afrika eşeğinin İlk kez orada evclleştirilip işe koşulmuş olman okm dr. Eşek, Mısır* da tam olarak evcilleştirilmiş ve Hk çiftliklerde çeşitti işlerde çakştmlmtftH. Bundan önce ağır yükleri kaktıran ve taşıyanlar insanlardı. Eşeğin bir yük hayvanı olarak ortaya çıkması insanların yaşantılarım değiştirmiş, onlan çiftlik işlerinde on kat daha becerikli yapmıştır. Bu uysal hayvanlar ağır yükler taşıyorlar, tarladan ürünün taşınmasında yardım edyortar, sabam çekiyodar, ve savaş zamanında önemli malzemeyi taşıyorlardı. Devenin ortaya çıkmasından önce tüm işler eşek tarafından görülmekteydi. Otkaklann az, koşutların tehlikeli olduğu Kuzey Afrika yaylalarında ortaya çıkan eşek, kötü yaşam koşutlarına alışkın dayanıklı bir hayvandı. Bu da onun zararına olmuştur. Bir a tn dayanam ayacağı bir diyette yaşayabilir, her türlü sert davranışa katlanabilirdi. Daha nazik bir hayvan olsaydı insan ortaklan kendisine daha uygun bir anlaşma sunabilecekti. Ama eşeğin dayanıklılığı en güç koşullardan sağ çıkabileceğini gösteriyordu. 421

Ef«0n yararlılığı, önce eski dünyaya, sonra d a tüm yeryüzüne yayılmasını sağladı. Çok geçm eden yalnızca ürün değH, insan da taşıyordu. Birer birer yeni görevler verilmeye başlandı. Gözleri bağlı olarak sonsuz bk dairede döne döne değirmen taşlarını çevirmeye başladı. İlkel araçları çevirerek hayat veren sulama işlerinde çalıştı. Çok daha sonralar fabrikalarda ve madenlerin derinliklerinde de çalıştırılacaksa da, en büyük katkısı çiftçliğin bu Uk günlerinde yapmıştır. İlkel çiftçiliğe eşeğin getirdiği verimlilik, kentlerin ve daha sonra da uygarlığa oluşmasına yol açan besin maddeleri üretimindeki devrime büyük katkıda bulunmaktadır. ı Rolünün önemi düşünülürse, eşeğin boytedne hor görülüp aşoğrianmast şaşırtıcıdır, at soylu, boğa güçlüydü am a eşek ap tald ı. Bu yorgunluk bilmeyen yük taşıyıcılarına teşekkür borçlu olmamıza rağmen, bu tur duygulan göstermekte ısrar ettik. Eşeğe onur vermemiz gerekirken onu alay konusu haline getirdik. Bunun nedeni eşeğin çok sabırlı ve basit yiyecekleri ve pek az isteği He bakımı çok kolay bir hayvan oimasrydt. Boytece tam da yoksulların hayvanı oluyordu. Canlı ve neşeli atta kıyaslanınca çok sakindi ve bunun cezasını da çekiyordu. Eşeğe Hayvan Sözleşmesi' nin en ağırım yüklemişizdir ve bugün büe, dünyanın makine gücünün hayvan gücünün yerini aimocfcğı köşelerinde bu sert koşullar devam etmektedk. Bir yumurtanın haşlanacağı kadar sıcaklarda çalışan bu sessiz uşaklar hâlâ uzun ve tekdüze yaşamlarım sadece ölümü beklediklerini İmâ eden bir yüz ifadesiyle sürdürmektecfirier...]

EŞEK (Dinsel bir yorum) Eski Ahit savı 22 Baloam' ın eseâi: Ölü deniz1İn doğusundaki Moab ülkesinin kralı olan Balak, Mısırdan çıkıp kendi topraklarına doğru ilerleyen İsraillileri durdurmak ve onları lanetlemek İçin Balaam* ı yardıma çağırdı. Baloam bir peygamber ve aynı zam anda kâhindi. Bu İstek üzerine Balaam İstihareye (düşle sonuç çıkarma) yattı ve Tann ile konuştu. Ancak Tann ona asla böyte bir girişimde bulunmamasını tembih etmişti. Balaam bir duraksama devresi geçirdi. Ama 422

krol kendisini bu işi yapması için büyük servetler vodetmeyi sürdürüyordu. Bu vaatlere boyun eğen Balaam ertesi sabah eşeğine binerek İsraillileri karşılamak için yola koyuldu. Yolda giderken, eşek Tanrının gönderdiği bir meleği gördü. Cnlann yolunu kesmeye çalışan bu meleğin elinde, kınından sıyrılmış bir kılıç bulunuyordu. Eşek korkusundan tarlalara kaçtı. Meleğin takibinden kurtulmak için bu hareketi üç kez yaptı ve her defasında sahibinden dayak yedi. Çünkü Balaam' m bu olan bitenden haberi yoktu. Nihayet dcfyaktan bezgin hale düşen eşek dile gelip, kendisinin suçu olmadığını ve onu dövmemesi için sahibine yalvardı. Bu arada Tann1 da Balaam' m gözlerini meleği görebilmesi için, açmıştı. Balaam korkuya kapıldı, büyük pişmanlık duyarak Tanrıdan af diledi ve geldiği ülkeye geri döndü... İsa ile başlıyan Hıristiyanlıkta eşekle ilgili değerlendirmeler şöyle gelişti: Eşek, inekle birlide, İsa1 yı doğduğu kreşte sıcak nefesleriyle ısıtarak onun koruyuculuğunu yaptı.( Bkz. Kariye doğum sahnesi). Gene eşek önce Mısırda saklamak, sonra da Kudüste yüceltmek için kendini ölümsüz kılan bir ölümsüzü (İsa1yı) sırtında to-şıdı. İsa küçük bir dişi eşeğin sırtında zafer kazanmış bir tavırla kutsal şehir olan Ku­ düs' e girdi­ ğinde, halk el­ lerinde, üstün saygı ve min­ nettarlık sem­ bolü olan pal­ miye dallonndan ve çiçeklerden yapılmış demetteri( Ramo) sailryarak onu karşıladılar. İsa1 mn binmeyi tercih ettiği bu hayvanın geniş kulaktan bu­ lunmaktadır. Onlar, İsa* runki gibi İlâhi sesi iyi duyabilmek için böyle yaratılmışlardır. (Bkz. Kulak).

423

Bu giriş sırasında bütün halk, esnaf İsa' nın ayaklan altına gömleklerini serdiler. Gömlek bizim derimize, yani bize, en yakın oian bir giysi parçasıdır ve bu sahnede eşekle özdeştîrilmiştir.(Bkz. Gömlek) İsa Kudüs1e orada ölmek, ışık gömleğine ve girmiştir. Eskiden Hıristiyan aleminde her yıl Eşek bayram kutlanmaktaydı. Bu maksatla bir eşek, ışık ve altında deri gömleğini saklayan(l) görkemli bir kilise içine sokularak gezdiriliyordu.

vizyona ulaşmak için Bayram ı adı ile bîr gömleğini simgeleyen şekilde giydiriliyor ve

Eşek efsanevi bir sessizlik görünümü sergiler; o' nun suskun durması, dinlemesinin ayrılmaz bir parçası olur.. Frigya Kralı Midas' ta Apoilon' un gitarından duyabilmek için eşek kulaklı olmadı mı?...

çıkan

ilahi

sesi

iyi

AT At, diğer hayvanlara o^ ranla çok d a­ ha yakın zaingihz Atı manlarda eh­ Arau atı lileştirilmesine rağmen, dünyanın her tarafında beslenen ve korunan bir tür olarak sağlam bir geleceğe sahiptir. Filin aksine, yetiştirilmesi bir sorun değildir ve bugün bile modern makinelere vermek isremediğimiz pek çok işi yüklenmektedir. Atın insanın iş ortağı olarak başarısının sırrı güçlülük ve hızlılık karışımında yatmaktadır. Öküzler çok güçlüydüler ve atın ortaya çıkmasından önce onlarla çalışıyor, ağır işlerimizden çoğunuonlara yaptırıyorduk. Öküzler sabam ve ağır yüklüarabaları çekiyorlardı am a hızlı değillerdi ve uzun mesafelere gidemiyorlardı. Diğer yandan köpekler hızlıydılar am a onlardan oluşturulan bir sürü bile ancak pek hafif bir yükü, o da ancak düz arazide, çekebiliyordu. Oysa at hem insanları hem eşyaları çok uzak mesafelere taşımaktaydı. Atın insanlığa getirdiği en büyük arm ağan hızdır. İnsanlar at sırtında çok uzaklara gidip dünyanın kara parçalarını istilâ edebilyoriardı. Önceleri arabalarda çekilerek, daha sonraları dörtnala 424

giden atlonn sırtında, eski dünyanın atklannın ayak basmacfcklan yer kalmıyordu. İnsanın en esaslı hayvan kölesi gelmiş ve insana daha önce hayal bile edilemiyen bir hareketlilik sağlamıştı. Al, insan uygarlığının yayılma aracı alacaklı. Ancak ne yazık ki, aynı zam anda insanın daha fada öldürülmesinin aracı d a olması kaçınılmazdı. Savaşçılar için bu, paha biçilemez bir üstünlüktü: Atının güvenliğindeki bir okçu crturduğu yerde dönüp öldürücü oklar savurabilirdi. At hemen hemen her arazide gidebiliyor, nehirleri aşabiliyor, tepelere tvrAamyor, kilometrelerce yokj dörtnala koşabiliyordu. Emirlere duyarlı, İşbirliğine yatkın ve sınırsız enerjisiyle hemen hemen kusursuz dosttu. Bizim açımızdan alın ehlileştirilmesi insankğm yaptığı en iyi Hayvan Sözleşmelerinden biridir. Ancak at için bu sözleşmenin koşullan giderek ağırlaşmaktaydı . Silahlar geliştikçe savaş atanları a t kam He yıkomr oktu. At zaten mızrak ve kılıç karşısında zayıflı, ama buna bir de tüfek ve bom ba eklenince hayvan artık tümüyle savunmasız katmış oldu. Birinci Dünya Savaşı1nda yer almak üzere Avrupa1 ya dünyanın dört bir yanından bk miyondan fazla at gönderilmişti. Bunlardan pek azı doğduktan topraklan bk daha görecekti. Kıyım, akıl almaz boyuüardaydı Savaşın bk gününde 70001 den fazla af ölmüştü. Hayvanlar bomba ve şarapnellerle havaya uçuyordu. Savaşın sonunu getirebilecek kadar talihli olanlara da m adalya verilmedi. Çoğu ya savaş tutsaklarına yedirildiler ya Fransız kasaplanna et olarak ya da Avrupa çiftçilerine, kesilip gübre yapılmak üzere satıkklar Aüann insan zekasının ürünleri olan gelişmiş silahlarla kıyas­ lanam ayacağı ortaya çıkınca durum düzeldi. Aflar cephe görevlerinden alındılar. İkinci Dünya Savaşı başlarında Polonya süvarileri Almanlarla çarpışmaya girdiklerinde son bir defa daha kullanıtdıllarsa da, herhalde dünyanın en eşit olmayan bu savaşında atlar; tanklar ve pike yapan bombardıman uçaktan karşısında tümden kırıldılar Atın savaş atanında uzun süredir çektiklerinin sonuydu bu. At savaşta işe yaramaz olunca, ona karşı tutumumuz da değişti. Savaşa son talihsiz girişinden bu yana geçen elli yıl içinde atın askeri rolü sembolik bk role dönüşmüştür. Bugün savaş atlan sadece törensel görevler yapmaktadırlar. Süslü insan törenlerinin sabırlı ortaklan olarak daha önce hiç olmadığı gibi kendilerine bakılmakta ve şımartılmaktadırlar. Filler gibi onlar da sevgiyle süslenmekle, am a bu kere parlak boyalar yerine parıltılı bronzlar ve meşinler kuHamtmaktackr. Tarihin hiçbir döneminde olamadığı kadar saygı gören atın sözleşmesi yeniden

425

yazılmıştır. At. yüksek statüye sahip bir hayvan olmuştur artık. At olmak için İyi bir zam anda yaşıyoruz şimdi, geçimi için hâlâ çalışmak zorunda olabilir, am a şimdi bunun karşılığında çok yüksek bir ücret almaktadır. Ata olan saplantımız belki de diğer bütün çalışan hayvanlanmtza olandan fazladır. At sevgisi pek çok kimse için bebeiikte, çok küçük çocukların bile binicilikte ustalık kazanmaları için MidiHi atlan nın sırtına oturtulmalonyta başlar. Bir atın üstünde oturmak, hemen hemen başka bir insan olmak demekdir : Biniciler daha yeni, daha hakim bir perspektif keyfederler. Bu ortaklığın insanlar için ödülü hem artan hareketlilikle fiziksel, hem de psikolojiktir. Binlerce yıl önce at ile binicisi arasında pekiştirilen sıkı bağ bugün hâlâ canlılığını korumaktadır. İnsanlar çalışan atın yerine geçecek olan yeni makinelerden İle başlarda korkmuşlardı. Bunların mucidi makineleri daha dost göstermek için güçlerini beygir gücüyle ölçm üştü. Mekanik araçlar giderek kabul görünce hayvanlar do gözden düştü.

GEYİK VE CEYLAN Öteden beri, etinden çok boynuzlan için avlanan bir hayvan olmuştu. Httitlerde bir hareketlilik, çeviklik ve ürkeklik sembolü olmanın yont sıra, geviş getirme tabiatı nedeniyle üreticilik işlevini yansıtan bir yaratık olarak saygınlık görmekteydi. Bu yönden ölülerin ruhlanna öbür dünyada eşlik edeceğine inanmakta ve onu bir ilâh düzeyinde tut­ maktaydılar. Alacahöyük kanlarında ünlü kişilerin mezarından bir hayli bronz geyik heykeli çıkarılmıştır. Uzmanlar bunların da aynı am aca yönelik olduğu konusunda birleşmiş bulunuyorlar. Geyik burnundan soluyarak yılanı deliğinden çtkanp onu öldürmekte, boylece yılanın düşmanı olan hayvanların arasında saygın bir yer işgal etmekteydi. Yunan mitolojisinde Artemis' in arabasını çeken hayvanlar gibi, Noel Baba1nın kızağını çeken de bir geyiktir. Hıristiyan düşüncesinde geyik, eşine bağlı bir hayvan. Özellikle susadığı veya eşini kaybettiği zaman, onu bulmak için, vahşi olduğu kadar yürekleri parçalayıcı tonda bir inilti çıkarır. İlâhi eşin çağrılması şeklinde 426

yorumlanan bu ses, ISA* nin çarmıha gerildiğinde, ruhunu yardıma çağırmak am acıyla çıkardığı ızdıraplı sesle azdeştirilmekte ve geyiği İSA1 nin atribülerinden biri yapmaktadır. Buna ilaveten geyik, başında taşıcfcğı dal şeklindeki boy-nuzlanyta, göğe yükselmek özlemini yansıtan bir ağaç gibi de yorum-lanarak, gene ISA ile özdeştirilryor. Kappadokya Zelve Vadisi içindeki Geyikli Kiliseyi, böyfesine bir sembolik yorum getirerek, İnceliyoruz...(Kişisel yorumdur) t Bir nehri sürü halinde geçmek zorunda olan geyikler başlannı önünde yüzeninin sağrısına dayarlar. Böyiece onun su üzerindeki ağırfcğmı hafifleterek daha rahat yüzmesini sağlarlar. Bu yardımlarını sığ bîr yere liaşm caya kadar devam eritilirler. İşte geyiklerin karşılıklı olan bu yardımlaşmGriarı Hıristiyanlık dininin genel felsefesine uygun düşmektedir. Ceylan, geyikte varolan niteliklere sahip olmakla beraber, özellikle gözleri ve bakışlarındaki anlamlı ve çarpıcı gözettiği sayesinde, bir güzellik ve masumiyet sembolüdür. Ceylan Yunanca (gazel) olarak adlanır ve (görmek) anlam ına gelir. Çevik hareket yeteneğinin cfcşında hiç bir savunma aracı olmayan ceylan, bk vahşi hayvan, çoğu kez bir aslan' ın. onu boğazlamak İçin üstüne çöktüğünde, kurtulma ümidiyle son bir kez etrafına, yatvanrcasma, yaşlı gözlerle bakın­ masıyla yarattığı görünüm, hayvansal arzular altında ezilen ve çırpınan masumiyet' in de bir simgesi oluyor. BİR BAŞKA YORUM: Mitolojide geyik ormanın kralıdır. Günümüze dek bir çok söytenpenin konusunu oluşturan bu hayvanın suda vurulup ölürken, gözlerinden yaş döküldüğü gözlenmiştir... Özellikle Hİtriler' de saygın bir kült hayvanı olmuştur. Nitekim AJocahöyük1 ten çıkarılan ~ . . . . .. „ .. . . . . . . . , , . . . T . . Geyik üzerinde duran bir Hitit bronz dini tören araçları olan kutsal alemlerin x*nnı m ö 14-13 427

çoğu, geyiği ya üd boğa, ya d a boğa boynuzlan aram d a ve güneş deki içinde, göstermiştir. " Anodoiuya özgü dinsel içerikli gele-neklerde geyiğin saygm bir yer kazanman, onun Ana Tannça Kibeie1 nin dağlardaki sembolü oluşundan da kaynaklanıyor. Bu nedenle olmalıdır ki, geyiğin çok bulunduğu yerler, örneğin, Pessinus (Sivrihisar civan) kibeie için kutsal tapmaklar olmuştu. Geyik Mâm da da saygınlığı olan bir hayvan olmuştu. Emir Sultan (1^68-1429) İmamiye mezhebinden ve Motta FenarT nln öğrencisi, ermişlik katma ulaşmış bir zattır. Timur devrinde doğaüstü yeteneklere sahipti; padişahlar sefere giderken onun eliyle kıkç kuşanmaktaydıar. İşte rivayete göre bu ermiş kişi savaşa at yerine bir geyftc üstünde gidiyordu..

KÖPEK Hemen bütün mitolojik inançlarda, hatta modem dinlerde bke, sadakat ve güvenin tartışılmaz bir simgesi olarak yer alır. Özettikle eski Mısır1da, kutsal yerlerin tek koruyucu idi. Yeraltı ülkesinin tanrısı olan Hadet1 in ünlü Kerberos1 u onun bekçi köpeğidir. Görevi, dirilerin içeri girmesini ve girenin ise bir daha çıkmasını önlemek oluyordu. Bunun için kapıda durupbavlıyarak, ölü ruhlarım dehşete düşürürdü... SerhoşDionizos1un sadık arkadaşı olan köpek, sahibine, onun çok içtiği zamanlarda, eşlik eder ve evinin yolunu gösterirdi. Tababette itgHi bazı özelikleri nedeniyle, Eskütap' ın (Asciepios) da atribülerinden biri olan köpeği, bazı yontularında, Artemis1in yanı başında da görmekteyiz. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde bir m ağaraya sığınarak burada 200 veya 300 yıl uyku halinde yaşayan ve daha sonra mucizevi bir şekilde uyanıp hayata dönen (yecfi uyuyanlar) ı koruyan hayvanın köpek olduğu, aynı efsanede dite getirilmiştir. İslâmî gelenekler, köpekte yarısı şer, yansı da şeytani olan 52 karakter bulunduğunu ileri sürüyor. Bu bakımdan bir köpeği öldürmek, yedi inşam öldürmek kadar günah sayılır. Köpeğin, kedi gibi, yedi canlı olduğuna inandır. Aslına bakılırsa köpek, çok hassas olmanın yanında, o derece

428

sodric bir hayvanda. O1nun ovmak istemediği biri varsa, o d a sahibi oiur." Köpek sahibini ısırmaz", ciMmizde yer almış kökleşmiş bir deyimdir. Anatomik olarak, insana en çok benziyen hayvanın köpek olduğu Ueıi sürülüyor. Bu bakımdan onun kalbi de, tıpkı insanın ki gibi, çok duyanıdır. Bir kimsenin kardeşi yoksa, köpek onun yerine geçmektedir. Bu­ nun için oimaUchr ki, küçük çocuklar özellikle köpeğe karşı daha şevkatti olarak yaklaşır ve onu severler.. Köpek Sami geleneğinde ÖLÜM MELEĞİ* ni simgeler. Yunan mi­ tolojisine göre de. Athena ölüm tanrıçası kimliğine girince, rahibeler onun top rağında köpek gibi uluyorlardı. Bugün bile dolunay* a karşı havlayan köpeklerin uğursuz bir haber verdikleri pek çok halk kültüründe yaygın olmuştur. Neoiotik çağda, Ankara müzesindeki rekorotrüksiyon Çataihöyûk evi duvar panolarında gözlencHği gtoi, gömülmeden önce akbabalara yedirilen cesetlerin etlerini dküdecfiklerinden, ölüm tannçasra yardmn etmekteydUer. Son olarak köpeğin aya karşı havtamasryla, ölümden sonra ruhların aya gittiği inancı bağdaştırılarak, köpekle ay arasında yakm bir İlişkinin varlığından söz edilmekteydi. Aya Uk gönderilen canlı yarahklann maymun ve bir köpek olmasının bu hayvanlarla insan arasında diğerlerine oranla daha yakm bir ilişki olmasından kaynaklandığı ileri sürülüyor... -

İşçi hayvanlar içinde en değerlisi kuşkusuz en uzun süre ilişkide bulunduğumuz köpektir. Köpekler yüzyrilar boyunca bizim İçin pek çok iş yapmışlardır Bunlardan ban eski gelenekleri sürdürmek İçin konmuyorsa da, kendilerine özgü yetenekler için modem karşıtlar olmaması nedeniyle hâlâ yerine getirdikleri pek çok anlaşma vardır. Körler için gören, sağular için duyan köpekler, dağlarda insan kurtaran köpekler, uyuşturucu koklayan köpekler bunların arasında sayılabilir. Bu durumların her birinde köpekler insan konukseverliğini - ısınma, konfor, düzenli beslenme, tıbhd bakım ve dostluk- kabul eder ve karşılığında bu özel görevleri yaparlar. Hareket eden hayvanlan kontrol edebilmek için hayvan kurnazlığı gerekir. Çoban köpeği de hâlâ bizim için çalışmaktadır. Bu çok çalışan hayvanın sömürüldüğü sorulabilirse de, gerçek hiç öyle değildir. Çoban köpeğinin her hareketi kurt geçmişinden gelmedir: Kurt sürüsüymüş gibi koyun sürüsünün çevresinde dolaşmak; yere yatıp bekleme; sürünün lideri olan çobanın değişen tavırlarına anında karşılık verme - bunlar hep kurt 429

niteliktedir. Sodece öldürme yasaklanmıştır. Geri katar* doğal avlanma davranıştandır ve çok değerli İnsan - köpek ortaklığına uydurulmuştur. İyi bk çobanı olan bir çoban köpeği ideal bir Hayvan Sözleşmesi' nde bütün İstekleri günlük olarak yerine getirilerek köpek cennetine yaklaşmış sayılabilir. Sürüyü gütmenin başka bir yolu olmadığı için çoban köpeğinin rolü şimdük güvence altındadır. Avustralya' da sürünün toplanması tümüyle bir hayvan göreviydi. Bu hep böyle katacak gibi görünürken yerel çiftçiler zenginleşince bu görev içirt helikopterler atattar. Çobanlar, sürülerini gökyüzünden korkutarak güden uçan kovboylara dönüştüler. Bunun sürüyü hareket ettirmek için çok daha hızlı ve etkin yol olduğu Heri sürüldü. Ancak bazı çiftçiler hayvan gütmenin bu modernleşmiş biçiminin hayvanlan ürküttüğünü gördüler. Hayvanlar strese kapılıp zayıflamaya başlamışlardı. Bu durum ısrarla devam edince helikopter projesinden vazgeçildi. Atlar yeniden eski görevlerine dönünce sürüler sükûna kavuştu ve hayvanlar semirdiler. Bugün işbaşındaki AvustralyalI hayvan sürücüleri gördüğümüzde nostaljik bir manzara seyrediyor değiliz: At kullanımı iyi ve ekonomik bir yöntemdir. Daha az gelişmiş ülkelerde hayvan çalıştırmak basit gereklilik sonucu olabilir, bölgenin yoksulluğu modem makineler alınmasını olanaksız kılabilir ;am a Avustralya1 da bu, bk yanlış kararın dikkatle düşünülüp düzeltilmesine dayanan bk seçimdir. İlerleme heyecanıyla sık sık böyle yanlışlar yapmaktayız. Biz hep yeni bk şey icat eden meraklı küçük maymunlarız. Ama zaman zaman eski artanmış yöntemlerin de en iyi olduğu ortaya çıkar. İnsan yaratıcılığının köpeğin doğal becerileriyle başa çıkamocfcğı bir alan da uyuşturucu madde saptanmasıdır. Uyuşturucu koklayan bk köpeği seyretmek usta bk sihirbazın çok güç bir numara yapmasını seyretmeye benzer. Tipik bk gösteride uyuşturucu sıkı sıkı kapatılan kabn bk selofan pakete konur. Paket başka bir pakete, o da bir kutuya yerleştirilir. Kutu da sıkıca kapatılıp branda bezinden bir posta torbasına konulu ve torba birbirinden farksa 40-50 torbanın arasına karıştırılır. Koku alan köpek bunu bulacak mıdır? Sağduyu bunun otarmyacağını söylerse de, köpeğin burnu bu üç kere sanlı paketteki uyuşturucunun kokusunu alır ve hayvan torbayı heyacanlı bir sevinçle yakalayıp çekiştirir. Eki olaya yaklaşan bilimsel herhangi bir yöntem yoktu. Uyuşturuyucu kaçakçılarının başa çıkamamaktadır.

kurnazlıktan

430

köpeğin

burun

hücreleriyle

Hayvanların bizim hizmetkarianma olarak çalıştıktan bütün bu Hayvan Sözleşmelerinde anlaşmofann ne kadar adaletti olduğunu kestirmek güçtür. Bir hayvanın ıstırap çektiğini anlamak kolaydır, am a om rt adaletsiz bir şekilde sömürülüp sömürulmediğini saptamak güçtür...

ÇAKAL »Mezarlıkların etrafında dolaşıp durarak ölülerin başında ulunması ve kadavra İle beslenmesi, çakal' ın kurt gibi bir melânet hayvan olarak tanınmasına neden olmuştur. Bazı Hint metinleri çakal' ı şiddetli arzu, açlık, merhametsizlik ve şehvet düşkünlüğünün tanıtmışlardır.

bir

sembolü olarak

Çakal, bir Mısır tanrısı olan Anubis1in sembolü olmuştur. Anubis1İn vahşi köpekten oluştuğuna inanıkfeğtndan, bu tanrı sürekli çakal kafalı olarak gösterilmiştir. (Bkz. Kariye Son Mahkeme Sadmesi) Aslında gerçek çakal Mısırda yaşomamaktodr. Onun yerine kurt görünümlü başıboş vahşi köpekler vardı. Bu hayvanlar saldırılarının çok süratli oluşu He ün salmışlardı. Sürekli doğlarda ve mezarlıklar civarında dolaşmaktaydılar. Bu balamdan çakallar kendilerini ölülerin bakımına adamış ve onlan öbür dünya yolculuğunda gözetim attmda tutan hayvanlar olarak kabul edilmiş ve kendilerine * Nekropol S enyörü" adı verilmiştir.

DEVE (A n s ik lo p e d ik b ilg i)

Genel olarak tek ve çift hörgüçlü olarak ikiye ayrılır. Tek hörgüçlülere Hecin Devesi denilir. Bunlar Afrika çöllerinde yaşarlar. Asya devesinden daha tadı koşar, açlık ve su­ suzluğa daha dayanıklı olurlar. Asya develeri, bu kıtadaki çöllerin belki de daha uzun olmasından, iki hörgüçlüdürier. Zira hörgüç bir devenin, sırtında taşıdığı, bir yağ, yiyecek deposudur, yiyecek bulamadığı 431

süre içinde, bu sayede yaşamını sürdürür. Develerin işkembelerinin çeperlerinde su keseleri bulunur, içtiği fazla suyu burada depo edebilir. Tek hörgüçlü develer günde 185 litre su içebilirler. Ağırlıkları 400 kg. Kadardır. Normal olarak 300 kg. Ağırlığında bir yükü rahatlıkla taşıydDUirier. Genellikle, taşıma aracı, eti, yağı, derisi için beslenen devenin sütü ekşittüp, rroyatancintarak kuma elde edilmekteydi. Develer, türlerine göre, 25 - 35 yıl yaşabilirler. Günde 40 km. Yd yürüyen ve (Ç öl gem isi) diye adlandırılan devenin yürüyüş hızı 1 2 - 1 5 km7 ıt.tk. eski dönemde kervan İçin en uygun bulunan devenin bugün dahi Anadolu' nun sıcak bölgelerinde, az da olsa, bir taşıma aracı olarak, biraz da geleneksel deve güreşi için, ürettküderini görmekteyiz. Devenin eti yenilir ve islâmda. kurban edilmesi dndendk. Üçüncü bir deve türü, özellikle Kuzey Afrika Cezayir1de yetiştirilen bir devedir. M ehari adı verilen bu develer, daha hafif bir formasyona sahip olduklarından, yarışma am acıyla kuriantırtor ve hiç durmadan günde 200 km. Kadar yol yapabilirler. Kervanların başında daim a bir eşek yürür ve kervanın yürüyüş karam ı ayartar.normal olarak 30 deve için bir eşek ayrılır... Kervanların başlıca yük hayvanı olan deve Doğu ve Batı ülkeleri arasında kültürün de taşınması ve uygarttdann alış- verişinde en önemli rolü ve hizmeti gerçekleştirmiştir. DEVE KERVANLARI: Yüzyıllar boyu Doğü dan Batı ülkelerine küftür ve zamanın uygarlık gelişme ürüNlerini taşıyan vasıta olmuşlardır; İşte deve bu insancıl hizmetleri veren ve üslenen mübarek yaratıktır.. Her yük hayvanının insan uygarlığının ilk gelişmesinde katkısı olmuştur. Eşek ağır bir harekettlik getirmiştir, ancak bir kusuru vardı: Ayaktan çok küçüktü. Bu önemsiz gibi görünebilir am a uygarlığın ortaya çıkmaya başladığı Ortadoğuda toprağın büyük bir kısmı yumuşak kumlu çöldü. Bu d a eşek için büyük bir handikaptı. Çöl yolculuklarında kumlu arazide kolaylıkla adım atabilecek büyük ve düz ayaklı yeni bir ortağa, yani deveye, ihtiyaç vardı. Bugün piramitleri gezen turistler İçin deve, manzaranın ayrılmaz bir parçasıdır; am a eski Mısır1da çölün bu büyük gemisinin hiç yeri yoktu. Mısır dilinde deve sözcüğü bulunmuyordu ve deve Grek- Roma dö­ nem inde' ilk kez göründüğünde Mısır uygarlığı artık bin yaşındaydı. Deve, 432

eşek g b i ehlileştirilecek bir hayvan sayılmıyordu. Oysa göçebe Arapların komşu çöllerde devenin hareket yeteneklerinden yarartandıklan gaz önüne atınocak olursa bu şaşırtıcı bir şeydk. Mısır" ın eski çağlarında de­ venin hiç yer atmaması bazılarınca özet bir tabu sonucu olarak görülmüşse de. uzman hayvanalar olan taısrklann deveyi kötü bir yahnm olarak düşündükleri anlaşılmaktadır. Bunun için pek çok neden vardı. Verimli Nll havzasının otiaklan devenin doğasına uygun değkdi. Deve zengin bir ortamda gelişmez ve çeşitti hastalıklara tutulur. Aynca, belki de gü^lü kokularından diğer çifttik hayvanlarını rahatsa ettikleri de söylenir ve bu da Mısırlıların işine gelmezdi. Develer büyük, hantal ve eğitilmeleri güç hayvanlardır ve zaman zaman da çok tehlikeli otabttrter. Bunun dışında d a çok yavaş üreyen bir türdür. Bu nedenlerle deve eski Nil boyunca yük hayvanı olmamış, ve daha sonraları, bölge kuraklaşmaya başlayınca, dünyann bu bölgesinde de görülmeye başlanmıştır. Başka yerlerde ise uzun süreden beri göçebe kabilelerin İdeal hayvan dostu olarak yerini almış bulunuyordu. Kk kez güney Arabistan1 da 5000 yıl önce ehlileştirilen deve, o düşman çöl bölgelerinde insan topluluklarının başkca utaysn ve taşıma aracı olmuştur. Deve, yalnız taşıma ve binek hayvanı olmakla kalmayıp süt, et ve giyecek da soğtamaktaydL Gübresi bBe yakacak olarak kuHantfryordu. Uzak mesafelere insan ve yük taşıyor, insan etkinliğini o güne kadar görülmecflk bir hata yayıyordu. Mal ve fHdr değiştokuşu yaygrtaşıyordu. pazarlar oluşup gelişiyordu. Deve kervanları büyük boyutlu göçebe yayılmasını mümkün kılmış, ticaret doğmuştu. Diğer ehli hayvanların develere karşı olan garip nefretinden ilk savaşlarda yorarianıtmaya da başlanmıştı. Eski Persler korştlannda çok sayıda attı görüp de savaşa develeri sürmeye karar verdiklerinde bk rastlantı sonucu bu rolü fark etmişlerdi. Tüm yük develerinin yüklerinin boşaltılıp biniciler için semerlenmeleri emri verildi. Sonuç görkemli bir zafer oldu, develer yaklaşınca düşmanın atlan paniğe kapılarak kaçmaya baştadttar. Bunun nedeninin hayvanların ki gövdeleri mı, yoksa keskin kokulan rm olduğu bilinmiyor am a önemli olan devenin ilk savaşlarda yararlı bir gizli silah olduğunun ortay çıkmasıydı. Bunun diğer bir avantajı daha vardı : Savaş atlarının korkulan giderilip develeri kovalamaları sağlansa bile, büyük ayaklı çöl hayvanlan hala kumluk araziye koçıyoriar ve büroda güvencede oluyorlardı. Atların toynaktan kumlarda kayarken develer uzaklaşıp gidiyorlardı. Eski uygarlıkların askeri liderlerinin deve bölükleri kurmalan bundan sonra başlamıştır. Bunlaria Araplan kendi

433

topraklarına kadar kovalayıp yenilgiye uğratabilıyoriard. Böytece develer giderek bölgenin her tarafına yayılmış oklu. Ayaklarının genişliğinin yanı sıra develerin suya gerek duymadan uzun mesafeler aşabilme avantajları da vardır.. Çölde iki su kuyusu arasındaki 300 mili aşan develer konusunda elimizde güvenilir bilgiler bulunmaktadır. Sahipleri buna memnun oluyorlar, ancak develerin bunu nasıl başardıklarını bilemiyorlardı. Çok kimse develerin içinde bir tür yedek su deposu okluğunu sanmışlarsa da, durum hiç de böyle değildir. Deve bir* kerede çok büyük miktarlarda su içebilir - tüm ağırlığının üçte biri kadar- ve bu su normal yollar»a hücrelerine geçer. Devenin sim, yakıcı çöl sıcaklığında bile su kaybını önleyebilmesidir. Bunu vücut ısısını gündüz yükselterek, gece serinliğinde de düşürerek elde eder; susuz kaldığı zamanlar ısısı 6 derece oynayabilir. Bu sistem soğutma ihtiyacım azattır ve sonuçta önemli miktarda sıvı korunmuş olur. Aynca devenin böbreği işeme yoluyla su kaybını önlemede çok etkindir ve hayvan vücut ağırlığının dörtte biri kadar - diğer memelilerin iki katı - su kaybına dayanabilir. Bu yüzden bu hayvanın dünyanın her tarafındaki çöl insanları tarafından bu kadar çok kullanılmasına şaşmamak gerekir. Pek çok yerde hâlâ çalışan deve vardır. Bu hayvanlardan 14 milyonun yalnızca çöllerde değil, kasaba ve kentlerde de iş gördükleri saptanmıştır. Bu dayanıklı yaratık insani işlerin pek çok alanında önemli bir hayvarV ortaktır. Ancak çekme gücünün gerektirdiği alanlarda başka bir hayvana İhtiyaç duyulu. Dünyanın bazı yerlerinde öküzler Hk başlarda sabanı çekmek için kutlanılmıştır. Eski çağlardan kalma eşyalarda bunun binlerce yıl önce baştacfcğı görülmektedir. Ve modem traktörün ortaya çıkmasından sonra bile, pek çok ülkede öküzler ağır yükleri çekmek ve sürüklemek için kullanılmaktadır. İnsan ve hayvan birbirlerine bağlıydı ve işi eşit olarak paytaşırlarck; dünyanın makineleşmemiş yerlerinde hâlâ olduğu gibi. Bu bir efendi - köle İlişkisi değil, ağır işlerde eşitlik flişkisiydi. Bu tür hayvanlar doğanın değiştirilmesinde yardımcı olmuşlardır. İnsan liderler daha istekli oldukları 2aman, hayal ettikleri yeni şeylere ancak hayvanlann adale gücü He kavuşabilirierdi. Saraylar inşa edilir, savunma hatları kurulur, sokaklar yapılır, ve gelişmekte otan tarım için en önemlisi, daha yaradı sulama sistemleri yaratılabilirdi. Bu yeni liderler güçlü hayvan dostlarıyla toprağı daha kolay işleyebilirlerdi. Hayvanlar için bu, eski uygarlıkların kurulmasına yardımcı olduktan süre içinde, sürekli çalışıp pek az dinlenmek demekti.

434

KEÇİ (Ansiklopedik bilgi) [Geviş getiren çift tırnaklı hayvanlardır. Koyuna oranla daha sekidir, beyni daha gelişmiştir. Tek olarak da yaşar, daha dayamkh ve özgür ruhudur. Koyun dünyada evcilleştirilen ilk hayvandır, ancak sürü halinde yaşamayı sever. Keçi M.Ö 3000. Yıllarında ve sığırdan önce evcilleştirilmiştir. ı

Erkek keçilerin boynuzlan daha uzundur, dişisininki daha kısadır. Tevratta adı geçen şarap ve su kaplan keçi derisinden yapılırdı. Keçi koyundan daha fazla süt verir. Bitkilerin yeni yeşeren taze yapraklarını yediğinden, ormanlara zarar verir. Anadolu'da genellikledağbk bölgelerde görülür. Eti, bu bölge hatkınn yiyecek gereksiniminin büyük bir kısmını karşılar. Ancak alışık olmayanların bağırsaklarında rahatsızlık yapabilir. Erkek keçinin eti daha makbul tutulur. Falcılık (büicilik) la ilgili ilkel uygulamaların âzeMkle keçi yetiştirilen bölgelerde gekşmesi dikkat çekicidir. Ankara1 da M o h et dir.

yetişen

tiftik

keçilerinin

dünyaca

tanınmış

<£ğer

ismi

Dağ insanı da keçi gibi inatçı olur derler I..] Erkek keçi yani teke tıpkı koç gibi o da, doğumun, yaşam gücünün, şehvet arzusunun ve bereket in sembolü olmuştur. Ancak bu özdeştirme kimi yerde söyle bir karşıtlığı d a yaratıyor: Şayet koç, kural olarak, gündüze ve güneşe aitse, teke1de çoğu zaman gece karanlığı ve ayla ilintilidir, sonuçta, trajik bir hayvan olur. Çünkü adını sözcük olarak bir sanat biçimi olan trajediye vermiştir. Aslında trajedi, Dionizos törenlerinde bir keçinin kurban edildiği ayinlere eşlik eden bir şarkıydı. Teke özellikle bu tanrıya adak oksak kurban edilen bir hayvandı, bu tann nın tercih ettiği hayvandı. Typhon Zeus* le m ücadele sırasında Olympe’ e saidmp tanrıları korkutup kaçırırken, keçi şekline metamorfoza uğramış ve Mısır* a kaçmıştır. Adında onun sığındığı bu ülkede tapınaklar bir keçi tanrısı adına kurulmuş bulunuyordu.

435

Grekler bu tanrıyı PAN olarak adand*m ışlardı. Yunan ruhani liderleri keçiye tapıyorlardı. Anadolu'nun güney bahandaki LİKYA bölgesinde arazi yapısı ve bitki örtüsü nedeniyle daha çok keçi yetfştfrikfğinden TEKE YARIMADASI olarak adlandırılmıştır.

KUZU , Akdeniz uygarlığının hemen hemen bütün aşamalarında, ister tanma bağlı yerleşik, ister göçebe çoban topluluklarda olsun, Mk doğan kuzu tertemiz beyazfeğı He, bir zaferi müjdeler gibidir. Tekrara doğmanın galibiyet ve başarısını, hayatın ölüm üzerindeki zafer olgusunu so­ mutlaştırır. Hıristiyanlığın başlangıç dönemlerinde İsa içki, * Tanrının kuzusu 1 denilmekteydi. Nitekim Jean İncilinin bir bölümünde, vafttzci Yahya* mn İsa İçin "İşte dünyanın günahlarım anndıron kuzu*, dediğini yazmıştır. İkinci Aya Sofya1nm frizlerinden birinde de gördüğümüz kuzular İsa* ya inananları simgeliyorlar. Bu kuzular O nun bulunduğu kaynağa doğru yol olm aktalar...

FARE Özellikle Yunan öncesi Akdeniz uygarlıklarında, köstebek ve yılan gibi, yer altında yaşayan hay­ vanlarıa eşdeğer tutulmuştur. Freucf un Kodesine göre, özellikle aç kaldığı zaman daha hızlı bir cinsel birleşme isteği duyar ki, bu Darwen' İn kalrtım teorisine de uy­ maktadır . Gene Freud, farenin gerek bu davranışı gerekse kuyruğunun görünümü nedenleriyle, kadınlan etkileyen bk hayvan olduğunu Heri sü­ rer. Fare çok yavru yapar. Pisliği ile tanınmakla beraber geceleri sessiz ve sinsice dolaşmasıyla, açlık, hasistik ve hırslı oluş karakterini simgeler. Ama bunların yanında, özellikle Japonya, Çin ve Slbkyoda, doğurgan olan diğer hayvanlar gibi, bolluk ve bereketinde göstergesidir. Nitekim X II.: XV. Yüzyıl yapımı olan Uzakdoğu ülkelerinin porselen kaplarının üstünde, bazen bir fare resmi görmemiz mümkündür. (Töpftapr Müzeti)

436

ityoda1 da tarvı Aponon (Smintheus) ismiyle de aralıyor. Bu sâzcük aslında fare' den türemiştir. Bu bakımdan ApoNon farenin sebep olduğu veba hastalığı Be de ilişkili olduğundan, Truva önlerine gelen Akha ordusunu korkunç bir veba hastalığı kmp geçirmiştir. Apollon öte yandan, fareleri kovan bir koruyucu tanndr; haşatın verimli ofm asna yarckma olur.

A

KÖSTEBEK Kör değildir am a gözleri pek az görür. buna karşın yerin altında, gayet muntazam labirentler kazıp, orada yaşamını sürdürür. 15 -20 cm. Kadar Köstebek uzunluğunda olur. Bir gecede 30 cm. Uzunluğunda tünel kazdığı saptanmıştır. Askiepios (Edcülap) tapmaktan İçin bir model ötüştürmüş olan köstebeğin yuvan, aşağı yukan, çizilen şekle benzemektedir. Tahtlara musallat olan ve bazı bitkilerin köklerini kemiren böcekleri yedğinden. yarartı yönleri de bulunur. Köstebek yeraltı tam larının yaşodıği yeri, ona att tüm sstan bilen tanıyan bir hayvand*; o tüm gücünü toproğn nimetlerinden alır. Bu açıdan yılan gibi bir TOPRAK KÜLTÜ hayvanı olmuştur. Onda hastalıklara şifa sağlayan bazı özellikler olduğuna İnaniimaktaydı. Ger­ çekten batıl inançlarını sürdüren bazı çevrelerde, hastalara köstebek etinin yedirikSğini duyarız. Bu kütte (tapınma), taraftar olup onu destekleyen kimseler, köstebek aracthğı ile sonsuz yaşamın süreceğine inandıktan yeraltı dünyasının karanlıklanna dalacak ve bu sayede oraya girmeden önce, bu dünyanın bazı gizlerine sahip olacaklardır...Çünkü köstebek zaten bu sırlan bilmekteydi..Bu kanmm varbğmı ilginç bir şekilde kanıtlayan örneği, Bergama Asclepton1 undaki îelesfor tapınağmdp buhjnuyor.(flta. VMon ve Bergama) Soğkk tannsı Asdeptos' un oğlu olan Tetesfor, rüyaların yorumcusu, aynı zam anda bir köstebek tannsı idi. Bu kült Anadoluda Asclepiostan daha önceleri vardı. Dairesel planlı ve çatısı yılan şeklinde bir bordürte çevrelenmiş dan butapınağın ortasında ve bazı yorumaJann “h a y a t a ğ a c ın ın gövdesi" oiaraktanltetedttderi ana pityenin etrafındaki rüya 437

odalarının, bir köstebeğin yeratodaki yerleşme düzenine benzetüdiğini Heri sürüyorlar...

YILAN İnsan uzun süren bir genetik gelişmenin sonunda, yıkan ise bu gelişmenin başlarında kaldığından, birbirine taban tabana zıt yaratıklar olarak kabul edilirler. Ne tüyü, ne de ayaklan gelişmemiştir; duyma organından da yoksundur. Yıkan, diğer canlı yaratıklardan farklı olarak, hem d * . hem de erkek ka­ rakterin imajını yansıtır ve gereğinde her iki seksin de rolünü oynar. Uzunlamasına görünümü ile falük, kıvrılıpdairesel bir duruma girince de dişiliğin yapısı ve sembolizmineuyar. Ama genel anlam da, psikanalist ekole göre fallas1 ü andırdığından, daha çok erkeksi bir simge olur. Bunun yam sıra yılan, çemberin (dairenin) dinamiğidir; süreklilik gösteren hareketlerin de sembolüdür. Yılan ve ateş; Her ikisi de aynı zam anda olumlu ve olumsuz iki olayın simgesi olmuşlardır. Birincisi hikmetin, şer1 in ve şeytann. diğeri ise aşk ve kinin.. Romalı Çiçeron, " Tann herşeyi insanların yararlanması için yaratmışken, şu bir sürü engereklerin, sevimsiz mahlukkann da var olmasına neden gerek duydu acaba? " demiştir. Çünkü o devirde, yılana karşı artık fiziki bir nefret ve korku duyulmaya başlanmıştı. O* nun esrarlı ve mitolojik devri kapanmış ve onunla ilgili tüm inanışlara, batıllaşmış gözüyle bakılıyordu. Ama yılan eski Mısırda en kutsal hayvanlardan biriydi. Nitekim güneş ilâhlarının alnında gözlüklü bir yıkan, Yunan ilâh heykellerinin kai­ delerinde de, çoğu zaman çöreklenmiş bir yıkan bulunduğunu görmekteyiz. Mısır kraliçesi lOeopatra da yıkan zehiri içip intihar ederek, yaşamına son vermeyi yeğlemişti. Hermes (Merkür) ve Askiepios1 un asalarında birer yılan sanlıdır. Çünkü yılan, köstebek gibi.

438

toprağa en yakın bir hayvan, tüm yaşamını TOPRAK ANA1 ran bağrında sürdürdüğünden, tam anlamıyla bir toprak tanrısı idi. o, toprağın hayat vericlliği ve doğurucuiuğuna sımsıkı yapışık olup, onun gerçek sahibiydi.. Bu inanca sahip toplumiarda, zaman İçinde, RUH YILANI bilincinin egem en olduğunu görüyoruz. Ruhun ölüm anında ağızdan bir yıkan gtoi çıktığı sanılmakta, genellikle mezarlıklarda yaşadığından, kokmuş cesetten yeniden çıkan yeni bir yaşam kaynağı oluşturduğuna inanılıyordu.... Yılanın yılda birkaç kez deri (gömlek) değiştirmesi, onun bu şekilde sürekli kendini yenilemesi ve sonuç olarak, ölümsüz yaşamın veya ölüp yeniden dirilme düşüncesinin göstergesiydi. Yılanın bölünen bir parçasının, kafa olmadan d a, gene canlılığını koruması, onlann bu inançlarına daha da inandırıcı etki yapmaktaydı. İşte yıkanın gerek dış görünüşü, gerekse davranıştan insanları bir hayli etkilemiş ve sonuçta sihir ve büyünün en yakışır ve sevilen bir hayvanı olmuştur. Kobra gösterileri, yılan muskaları...nın bu inançtan kaynaklandığı ileri sürülüyor. Yılan, süslü, özellikle kaypak gövdesini gizlice, sessiz ve sinsice hareket ederek sokukabilme yeteneğine sahiptir. Nitekim önce bir kadını, yani Havva1 yi kandırıp baştan çıkarmış ve böytece dünyanın ilk günahını işleyerek. Adem* le birlikte cennet1ten kovulmalarına sebep olmuştur. Ama bu cezasını, o da, günahkar tanınmakla, ödemektedir.(yom? metnine bkz.) İlkel dinlerde hayvanın kendisine tapınılmaz, tam nın kutsal gücüne taranan bir görünüm ya da bedenieşmesi sayılan bir hayvanda ortaya çıktığına inanılr. Tanrıça Athena* ran işareti bir baykuş olmuştur. Bereket tanrıları boğa biçiminde betimlenir. Dinsel ikonografilerde, İncil yazarları bir hayvan biçiminde de resimlendirilmişlerdir.(£sfc/ Gümüf Manastın)

Psikanalitik ekole göre yılan erkeğin fallüs' ünü simgeler. Eski Minos uygarlığında (M.Ö.Ifl bin) EV TAPINAKLARI bulunuyordu. Burada tapınılan şey YILAN TANRIÇA idi.İlk yılan kültünün bu . çağlarda başladığı İleri sürülüyor. Bu insanlar yılan' tn ölen kimsenin ruhunu temsil ettiğine inanmaktaydılar. Ancak zaman içinde bu görüşte önemli bir değişme olmuş, o her zaman ölülerin temsilcisi değil, aksine, gerek eski 439

gerekse günümüzün halkbiliminde, evin koruyucusu olarak benimsenmiştk. Nitekim, bugün Yunanistan' da, yılana hala EVİN EFENDİSİ cftyerek, adak sunanların varlığını bildiğimiz gibi, Anadolu* da, özellikle Güney - Doğu (Herimizin bazı evlerinde yılan beslendiğini ve bunların eve uğur, bereket getirdikleri ve sUartn bekçiliğini yaptıklarına inanılır. Günümüzün Malenezya dilinde, ( sonsuz yaşam) deyim, tamı tamına ( deri değiştirmek) demektir.

anlamına

gelen

ıYılan, eskiyen derisini yenilemek suretiyle, genç kalabilmek için sürekli hamleler yapmaktaydı. Çünkü yaşbkğın belirtilerinden biri de derinin buruşmasıdır. Nitekim Yunanca ( g e ros ) sözcüğü hem deriyle İl­ gilidir hem de ihtiyarlık anlamı­ na geimektedk. Filozof to& o yılanın göğüs kemikleriyle ( Toraks ) ayın günlerinin sayamın aynı olduğunu ortaya atmıştır. Asktepios ( Esküiap )' un Epidor4 dala tapınağında bcAman yazıtlardan öğrenildiğine göre, yılan bir tann düzeyinde saygmkk gören, kadmlan ayartıp mkarma geçen bir yaratık olarak düşlenmekteycK. Nitekim bu konuda şöyle bir olaydan söz ed ilir: Kısırlığına umar arayan bk kadm bk gün Asklepioc tapınağına gelir ve tapınağın kiradan gereği, geceyi orada geçirir. Geceleyin düşünde, tanrının, elinde bir yılanıa yanma sokulduğunu görür ve güya bu yılanla ilişkide bulunur ve dokuz ay sonra da ikiz oğlan çocuğu doğurur!.. Bu söylenceden çıkanian sonuç, tanrmm, kendisine inanç duyan kodm, (yılan a rac ılığ ı İle) gebe bırakmasKkr. Asktepios ta-pınaklannda yetiştirilen yılanların doğurtucu gücünün bu hayvanların deri değiştirerek, yaşamlarım yenileme yetilerinden kaynaklandığını kabul etmek mümkündür. Yılanla ilgili bk hayfi öykü bulunuyor. Bunun içip olmalıdır ki, "yılan hikayesi * deriz... Bunakardan bki de, Büyük İskender1in babasının o daha doğmamışken bir gece eve geldiğinde annesi Oiimpkzs’ ı, koynunda bir yılanla uyurken gördüğüdür. M.Ö. IV. Yüzyıldan itibaren, Yunanistan adaları ve Bergamada, Asktepios tapınakları kuruldu. ApoHon' un oğlu olan Asklepios bir sağlfc ve aynı zam anda yılan tarrâydı. Yılana karşı duyulan saygı ve güven bu 440

mitolojik tanrının kişiliğinde sembotoşmişti. jym ve dinin bir arada bulunduğuna tanık olduğumuz bu reabilitasyon merkezlerinde, kutsal tünel c£ye adkandınian bir yer attı geçidi bulunuyor. Bugün bu sağlık kurutuşlarının EptdoT dan sonra en ünlüsü olan Bergamada ki Asklepion' da gördüğümüz gibi, adı geçen tünel, yuvarlak planla inşa edilmiş olan, diğer bir tapınağa kadar uzanmaktadır. Bu tapmak İse nekahat dönemi ve rüya tabirleri tann» olan, Atklepioc1 un oğlu Tetesfot a atttk. Ruh hastalarının rüya görmek için geceyi geçirecekleri bu tapm ağa giden türselin biçimi, sanki bir yılanın yer altında oyduğu yola benzetilmek istenmiştir. Loş bir şekilde yer yer aydınlatılmış olan bu yoldan yürüyenler, kısmen ipnotize edilmiş bir halde sanki bir yılan eşliğinde, onun yuvasından geçer gibi şartiandınlryortardı. Öte yandan, tepedeki pencerelerden rahip doktorlar diyebileceğimiz görevlilerin sesle yaptıktan telkinlerle, de psikolojik bir baskı altında tutulmaktaydılar. Uygulamanın bu ve bundan sonraki aşaması üzerinde şüphesiz değişik fikirler ve yorumlar Heri sürülüyor. Bizim ekleyeceğimiz bir başka uygulama, tedavi yöntemleri He HgiH telkinleri yapan rahiplerin, bu arada hastaya, hastaneden çıkınca ( ö d e y e c e ğ i parayı önerdiği lo a a la c a ğ ı e czan en in adresini d e hatırlatm ası olacaktır, komisyonunu (!) alab ilm esi iç in ... ) Aynca, Telesfor1un aym zam anda bir köstebek tanrın olması nedeniyle hastaların rüya odalarına çekildiği bu tapınağın organik olarak bir KÖSTEBEK YliVASTna benzetHdiği varsayımını tekrar belirtmek istiyoruz.. Rüya odalarının bulunduğu bu mekâna d a aym şekilde, su sesleri ve ışık oyunlarıyla oluşturulan, farktı bir hava verilmekteydi. Bilindiği gibi, yılan ve köstebek, bu iki hayvan, daha öncede değindiğimiz gibi, sürekli olarak toprakta haşimeşir oimaktadırtar. Bu bakımdan onların yer altı dünyasının sırtarım bildiği ve insanlan oraya götürecek yetiye sahip olduğuna inanılmaktaydı. Aynca topraktan güç ve feyzalmaktodırtar. Toprak ise üreticidir, berekettîr.bunun çin kutsaldır, saygınlık duyulan bir maddedir. Asklepios tapınağının kuzey koridor diye adiandmtan ve küçük tiyatroya giden kısmının tabam da taş döşeli değildi. Nedeni, burada koşu d a yapan hastaların doğrudan doğruya toprağa basmalarının istenmesine bağlanıyor. Asklepioniarda, su, toprak, çamur ve güneş banyosu, spor ve diğer uğraşlar, okuma müzik, tiyatro, ibadet...gibi bu­ günkü modem reabilitasyon kuruluşlarında uygulanan, (kendi kendine 441

te lkin

suretiyle

te d a vi) yöntemlerinden

bir

kısmının

ilkel

örneklerini

görmek mümkündü. Bir yabancı yazar, kutsal tünel için, ” Burası, ümitsizliğe düşenleri karanlıktan selamete götürüp çıkaran bir yol olduğu kadar, bebeğin rahminden sonra va jin a d a ta kip e ttiğ i yol gibi d e düşünülüyordu! ' diye yazıyor.. Bu veya buna benzer yorumlar sonucu ortaya ahlan fikir ve görüşler için, okuyucuların hoşgörüşüne sığınarak, kitabın başında da peşinen işaret ettiğimiz gibi. Voitaire1 in şu sözünü hatırlatacağız : ” Fikirlerinizi onaytam ıyorum , a m a bunları söylem e h ü rriy etin i» son nefesim e kodar saygı göstereceğim !..1 Sultan Ahmet Hipodromundaki YİLANU SÜTUN, M.Ö.V. yüzyılda Yunanlılar tarafından, Persler üzerinde kazandıklar ezici galibiyetin, zaferin anısını yaşatmak için, Delfe* deki Apollon tapınağının önüne dikilmişti. Sonra bu yapıt İstanbuT a getirildi ; bir süre Ayasofya1ınn önünde kalıp bugünkü yerine yerleştirildi. Savaş ganimetlerinin metal parçalarının eritilmesiyle oluşturulan bu sütuna birbirine sanlı üçyılan şeklinin verilmesi, yılanın yukarıda belirtilen anatomik ve biyolojik özelliği ile ilgili olduğunu ve bu nedenle de, kazanılan bu zafer sonrasının Yunan ordusu için bir yenilenme ve ye­ niden güçlenme başlangıcının bir simgesi olduğunu, arynca, yılanların 29 kıvrım yaparak birbirlerine sarılmalarım da, ayın gün sayısı ve yıkının göğüs kemiği sayısı He Hişkili olabileceğini, sanıyoruz. Ancak bu 29 sayısının, yapılan savaşın süresi, ya da bu savaşa katılan kolonilerin sayısını işaret ettiği de ileri sürüiüyor.(flfcz. İstanbul Hipodromu) Yarodılış (genese) söylencesine göre Tanrı dünyayı yarathktan sonra, Ademle Havvayı cennet bahçesine yerleştirdi. Onlar Hayat Ağacı He BHgi Ağacının dışnda, diğer ağaçların meyvelerini yiyebileceklerdi. Çünkü, Hayat Ağacının meyvesini yerlerse sonsuz yaşama. Bilgi Ağacımnkini yerlerse, Tanrılar gibi, iyinin ve kötünün bilincine ulaşabileceklerdi. Derken, Bilgi Ağacına tırmanan yılan önce Havva1yı, yasak meyveyi, yani sonsuz yaşam sembolü olan (elmayı) yemesi için kandırdı. Aslında ona doğurganlık, analık, hayat vericilik yeteneği vermişti. Nitekim * Havva* sözcüğü " h ayat verici" demektir. Havva da bu meyveyi Adem' le paylaştı. Tann da bu nedenle, onlan cennetinden kovdu.

442

# • bu inançtan kaynaklanmış olmalıdır ki, İncil yılandan, insanların yolunu saptıran İBLİS ve ŞEYTAN olarak söz eder. Adem Havva1yı kansı bük. Bunun için yıkan’ m Havvaya cinsellik bilgisi verdiği de akla geliyor. Daha sonra Havva yıkanın başını ezer. Bu davranış Havva1nm cinselliğe karşı bir tutumu veya, Hk çocuğu ve sevgilisi olan Caln' in bakıcılığını üslenmek istemesi, şeklinde yorumlanarak açıklanmaktadır... Yıkanla ilgili tüm bu yaklaşımlar ve yorumlar Hıristiyanlığa kadar değişik biçimlerde uzanıyor. Hıristiyanlık yıkanı sevmemiş, hatta onu kariettemiş ve bu nedenle, onun baş düşmanı okan domuz, kartal, geyik, kirpi... gibi hayvanlara sempatik bir yakkaşmn göstermiştir. Aslında yıkanın en can alıcı yeri, onun başı olduğundan, bu başn ayaklar altında ezilmesi veya herhangi bir şekilde kesilmesi, iyinin ve iyi olanın kötülüğü ve kötüyü yok etmesi kadar, bir kahramanlık simgesi oksrakta vaftiz panosunda bir leyleğin dere içindeki bir yıkanı gogakadığı ve Soint Georges (Sen Jorfl u çoğu kez at üstünde ve şövalye kıyafetinde, yılan veya yıkan biçimindeki bir canavarı öldürürken görmekteyiz, Saint Georges' un amblemi kartaldı ; kartal ise ytfanm başta gelen düşmanlarından biridir. Yılan başının ayaklar altında ezilmesi Hıristiyanlıkta yaygın bir simgedir.

'

Tanrıça Athend nm hışmına uğrayan Medusa1 nm saçları da yıkana benzetilmiştir. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi orta salonda görülen, Hitit gök tanrısının bir yıkanla mücadelesini (İLLUYANKA) , bazı çevrelerin yorumsal okarak, Saint Georges* la özdeştkdklerini öğreniyoruz. Eski Hint rahipleri, Havva* dan önce yaratılan ilk kadının yan yıkan olduğunu ileri sürmekteydiler. Hıristiyan inançlarından oluşan geleneklerden biri de VAFTİZ* dir. Onların düşünüşlerine göre, insanlar önce günahkar olarak doğmaktadırlar. Bu bakımdan vaftiz edilmemiş çocuklar sanki bir yıkan gibi nitelenmekte ve şayet vaftiz olmazlarsa, tekrar yHana dönüşüp kaybolacaklarına ina-nılmaktachr. Aslında ölülerin .yıkanlarda cisimlenmesi, insanlığın ortak kalıtı okan bir inançtır. Bunun nedeni onun, deri değiştirerek canlılık kazanması ve sonuçta, ölümsüzlüğün ve yeniden doğma gücünün bir simgesi olmasıdır. Aya Sofya Müzesindeki vaftiz teknesine sanlı ve başını suya sokmak istiyen yıkan, onun vaftiz edilme olayı ile olan ilişkisinin somut bir görünümü okarak değerlendiriliyor 443

Kayseri Gevher Netibe tıp medresesinin kapım da bulunan çW yrfan kabartması. Setçukkiann da yılanı, bugün askeri hekimlerimizin yaka işaretlerinde bulunduğu gibi, bir tıp sembolü olarak kuüandrictannı gösteriyor. Yılan, Asctepiok ta başlayan antik tababetin m m nm t sem bolü olm uştur. Desmond Morrtt Jh ■ Sevmek dokunmctikr 1 ad* fcf abon SÜNNET to Mgti bölümünde şuntarr okuturuz : Asnfc başı derisinin yok edHmeti yılanın dsri dsMMrmednin simgemi taUktidk. BNndtği üzere yıtarsn. her dsri ctedşflrolöbda par** ve conS renkM görünümünden ökjnj, ölümsüz olduğu İnana bayt yoygmdtr. Bu konuda kurulan simgese/ denklem be, ” yılan eşittir penis, yılan derisi eşittir per* başı d e ritid tl..m

Yılan. Mısır mitolojisinde dünyanın koruyucusu, yeraltı dünyasının ruhu, doğurganlık ruhu ve su tanrısı olarak pek çok biçim almıştır. Dünyanın Oğlu yılan tarvı Sito, dünyayı çevreleyip onu sürekli tehdtt eden kozmik güçlerden korurken resmedHmiştir. Kraftar VodM1 ndeki muhteşem süslü mezarlarda çok sayıda yılan resmi vard*. Bunlardan biri 12 metre uzunluğundodır ve sekiz ayağı bulunmaktadır. Diğerleri halka olmuş bir halde resimleri samnaktads. Bir kısmı iki ayak üstünde yürürken oğctanndan alevler püskürtmektedirler. Eski metinlerden bazılarında Tanrı1 nm başlangıçta yrian biçimi aldığını ve sonunda dünyayı mahvedip yeniden kaosa soktuğumuzda yine yılan biçimine gireceği beürtiimektedk. Mtsırfc yazıcılar (Tanrı YSam), bütün insanlık çamura dönüştüğünde, sağ kalacak olan büyük yılan olarak c a r* bir biçimde anlatmaktodıriar. Mısırlıların yılanla ilgili bu saplantılarının tepkileri olacaktı. Yılan tanrı ve tanrıçalarının popülerliği bu hayvanların daha sonraki dinlerde cezatandnlmastna neden olacaktı. Örneğin büyük koruyucu yılan ustalıkla Cennet1 in kötü sürüngenine dönüştürülmüştür. Yaradrfış Kitabı1nm bu ünlü efsanesi gerçekte sembotteştirilmiş bir tarihti ve komşu kabileleri, eğer uygarlaşmış Mısırlıların ileri bilgilerinin meyvelerinden yararianacdc dursa, kendi basit yaşantılarından utanç duyacaktan ve böytece kdayM a sömürülebilecekleri konusunda bir uyarıydı. Bu bakımdan ele alındığında Adem İle Havva1 nm bir bilm ece gibi görünen hikayesi de bir anlam kazanır. Cennetin yılanı, masum Adem ile Havva1 yı tutsak alıp yaşam boyu çatışmaya mahkum eden Mısır1 di. Böytece yılan, yabancılar için kötü bir hayvan ve kötülük sembolü dmuştur. Yılanlar, çekingen dm atanna, ciddi bir şekilde kışkırtılmadricço sddırmamaionna, insanın baş betası d a n fareleri yemelerine rağmen bu

•ikilerden gelm e boğkntı nedeniyle her türlü mantığı aşan bir düşmanlık görmüştür. Özellikte Hırtstiyantar yılandan nefret etmişler ve en büyük düşmanlan olan şeytanren onun içinde bulunduğuna inanrreşiarckr. Bu yaygm tutum Birleşik Devletlerin yılan tutucu mezheplerinde en dramatik biçimini bulmuştur. Bu mezheplerin kiliselerinde dini törenler sırasında zehirli yılanlar ellenmekte ve okşanmaktackr. Kuşenin ortasına yığılan çıngıraktı yılanlar çıplak ellerle tutulup havaya katdmimaktockr. Bunlara kendilerini tutana zarar vermeye kalkışmaları içki meydan okunmaktod*. Cem aat İlâhiler söyleyip el çtrpariarken baş oyuncular ötaürücü yılanlan gövdelerine sarmaktadırlar, içlerinde Kuzey Amerika1ren en zehirli çtngvakJı yılan türlerinin de bulunduğu hayvanların zehirleri atanmamıştır. Bu da arada ıra d a kendilerini tutanları ısırmalanyta korelianmaktockr. Pek çok batılı ülkede olduğu gibi buralarda d a tehlikeli hayvanlarla uğraşkmaması konusunda yasalar varsa da, Hıristiyan fa­ natiklere bu yasaların uygulanmasından koçıreimaktocftr. Bunları uy­ gulam aya kalkmak dini basla sayılacağı için yaptıkları görmezlikten gelinmektedir. Bu gerici yıkın tutucular yılana taptaklan iddiasını reddetmektedirier. Onlara göre yılan şeytanın cisknleşm iş b iç im id ir ve ayinlerinin am acı Hıristiyan inançlarının sınanmasıdır. İnançtan yeteri kadar güçlüyse şeytan yenilecek ve kendlerine bir zarar gelmeyecektir. Bunların çoğunun yarasa kurtuknatan şaşırtıcıdır, ancak arada stroda ya inana pek güçtü olam ayan ya da yıkanı gerektiği gibi sakı tutam ayanlar çricmakkackr. İnsan hücreleri şişip renk değiştirirken bunları seyretmek hiç de hoş değlldk. Her kilisenin haftada birkaç kere yılanlı toplantı yaptığm bken tarafsız araştırmacılar ısırma olaytanren azlığına dikkat etmişlerdk. Ytkankm tutan İnsanlar konusundaki tek okağanckşı gözlem bunların o sırada bk transa girdikleri ve el ve ayaklarının çok soğuk olmasıydı. Bunun yıkanların tutulmaya karşı tepkilerini azalttığı düşünülmektedir ve kimHeri de yılankann tutulmadan önce hafifçe dondurulduklarım iddia etmişlerdk. Gerçek şudur ki, yılanlar - hatta en zehirli okanlan bNe - ısırmakta pek istekli değillerdir. Her bk ısırma avım öldürmak için ihtiyaç duyduğu pek değerli zehirini azaltacaktır.. Kobra yılanlan havadan gelen titreşimlere karşı duyarsızdırlar. Bu bakımdan, aslında karşısında çalman zumanrı sesine değS, oynatıcının hareketlerine uyarak t'ons ederler.

445

Yılana tapınm ada M m yalnız değildi, eski Yunanistan1da ve başka yerlerde yılan mezhepleri görülmüştür. Zamanla bu mezheplerin törenlerinin özgün yoğunluğu azatmış, bir zamanlar tapınma nesnesi olan yılan bir eğlence aracına dönmüştür. Onunla birlikte sadece yılanlara değil, insan dışındaki bütün hayvanlara da saygı azalmıştır. İnsan İle öteki hayvanlar arasındaki İlişkide yeni bir çağ doğmak üzereydi. Mısır1ın hayvan tanrılarını yaratmaktaki düşünce garipliğinin nedeniyle akrep, kurbağa, çakal ve akbaba gibi pek çok kültürce nefret edilen hayvan, beklenmeyecek derecede sıcak ve dost bir yaklaşım görmüştür. Bu, özellikle yılanlar için geçerindir. Zehirli oldukları İçin insanlık tarafından öldürücü düşmanlar olarak korkulan ve nefret edUen yılanlar eski MıstrMar İçin bambaşka ve çok görkemli bir rol üstlenmişlerdir. Mısırlılar için yılan, kendi görüşlerinde en değerli nitelik olan ölümsüzlüğün simgesiydi. Bu belirli sembolizmin nedenini anlamak güç değildir. Bir yılan deri değiştirirken sanki yeni doğmuş gibidir. Kör inançlı bir zihin için bunun bir tek anlam olabilir. Derinizi yılan gibi değiştirirseniz yeniden doğmuş olursunuz. Eski Mısırlıları sünnet adetine götürenin bu gözlem olduğu söylenmiştir. Yıkma benzeyen erkeklik organından deri parçasının kesilip atılması sünnetli erkeği ölümsüzlüğe kavuşturacaktır. Mısırlıların bu ilginç adedi, sonradan Musevfler ve Mûslümanlar tarafından benimsenmiş olup günümüzde de devam etmektedir. Ancak hiç kuşkusuz, modem çağlarda gençlerin penisinden bir parçanın böyle bir nedenle kesilmesinin saklanması gerekmiştir. Şimdi bu operasyon için, gerçek olmayan tfcbi nedenler verilmektedir. Eski Mtsırtıtann yılan bağıntısı çoktan unutulmuştur.

KARINCA Endüstriel etkinliklerin, girişimlerin, toplum için­ deki işbirliği kavramının ve ileriyi görüp sezinleme yeteneğinin bir sembolü okm karıncayı, La Fontaine aynı zam anda egoizm ve hasisliğin de sembolü yapmıştır. Karınca, neyin ve ne zaman olması gerektiğini 'ç o k iyi kestirip, yorulma bilmeyen bir enerji ve yeteneğe sahiptir. Bunun için kışa ait erzakım, yuvasının beHi bölmelerine, hatta onu cinslerine ayırarak, depo etmektedk.

446

KIRMIZI KARINCA Normal karıncalara benzeyen bir çok yönü olmasına karşın, yaptıkları iş daim a olumsuz olarak sonuçlanır. Bu bakımdan sinsice yok etme eyleminin bir sembolü olur. Dünyanın yaradılış söylencesinde, kırmızı kannca yuvalarından, Harran yerleşim merkezindeki geleneksel konutlar benzeri, yeryüzünün göğe dikilmiş otan (klitorisleri) şeklirtae, söz edilmekledir. Bu klitoris ise, kadının erkeksi otan kutbudur. Bunun için kesilmesi gerekir.. Nitekim siyah Afrika kabilelerinde bu operasyonun hâlâ uygulandığı biliniyor.

FİRAVUNLARIN KRALLIK K A R TU Ş U

br*r*L-4«.

SCARABE (DONGUZLAN BÖCEĞİ) Mısır hieroglifinde sıkça rastanan bir öğe. Türkçe1de (bok böceği) diye anılıyor. Bu böcek çeşitli boylarda kazdığı çukurlara pisliğini doldurmakta ve daha sonra kurtçuklarım buralara bırakmaktadır. Kınkanatlılar aile­ sinden olan bu böcek otçu memeK hayvanların güb­ relerinde yaşamaktadır ve pislikle beslenmektedir. Ayaklarıyla sürekli bir harekette Dişlikleri temizle­ mektedir.

Skarabe böceği Mısırda M.Ö 6000* terde kutsa-taşmıştır. Dor adıyla da tanınır. Bu böceğe benzeyen bir taş yapılmıştı. Bu böceğin ay ve dünyayı döndürdüğüne, boytesine İlâhi bir güce sahip olduğuna inanılıyordu. Hermafodit olarak niteledikleri bu böceği mum­ yaladıkları şahsın kalbini çıkarıp onun yerine koymaktaydılar. Başka belgelerde ise aynı konuda şu açıklam alara yer veriliyor; 1.

SCARABE Mısırlılar için bir tanrı değil, ama tanrının bir amb­ lemiydi. Çünkü bu böcek, ayaklan arasında çamurdan bir küre yapıyor ve sonra oraya yumur-

Iautr»l,1 İMliaMMKNfife.NMNil

447

«

t

takarını yerleştiriyordu. Bu hareket tıpkı yaratıcının dünyayı döndürmesi ve orada hayatı yaratmasına benzemekte ve benzetilmekteydi. 2.

Eski Mısır1da bokböcekleri ölümsüzlüğün ve varoluşun simgesiydi. Mısırlılar1 a göre, güneşin evreleri yaşamın evrelerini gösteriyordu. Bokböceğinin toprak altındaki dışkı topunun içinde yumurta halinden, larva, pupa ve yeni bir bok-böceğine dönüşümü de güneşin her gün yeniden doğuşuna benziyordu. G ünbatım ını ölüm , gündoğum unu ise doğumla iliş kilendiren Mısırlılar, batan güneşin toprak otondan doğuya doğru giderken bokböceği gibi başkalaşım geçirdiğini düşünüyorlardı. Ertesi gün güneş, topraktan bokböceği lannsı Kheper olarak doğuyordu. Bu da Mısırlılar için yeni bir yaşamın vaadiydi. Eski Mısır1da ölülerin mumyalanmasının da büyük otasdıkla bokböceği yumurtasının pupa evresinin bir taklidi olduğu düşünülüyor...

Mısırda yaşayan küçük bir yaban kedisi türü evcilleştirilip fare avcılığında kullanılmıştı. Tahıl depolarının koruyucusu olan bu kedi , Mısır uygarlığı için kısa sürede hayvanlar içinde en çok sayıtan ve korunan bir nitelik kazanmıştır. Yeni kedi tanrıça’ ya Bastet adı verildi. Bu hem bakire tanrıça ve hem de anne olarak Hıristiyanlığın Bakire Meryem* inin öncüsüdür. Tanrıça onuruna yapılan yıllık festivaller eski Mısır1 ın en büyük kalabalıklarını toplardı. Biraz abartm a olmasına karşın bu festivallere 700.000 kişinin katıldığı söylenmiştir. Bastet1 in bazı resimlerinde kulakları arasında ya da göğsünde bir bokböceği görülmektedir. Bu birlikte bulunmanın zoolojik bir açıklaması yoktur. Bu garip hayvani bağı anlamak için bir an eski Mısırlılar gibi düşünmek gerekir. Mısırlılar İçin en önemli şey güneşin dölleme gücüydü. Yoğun cinselliği kediyi bir doğurganlık sembolü yapmaktaydı ; böylece de güneşle ilişkiliydi. Bokböceğinin sürüklediği top biçiminde gübre parçalan da güneş topunun gökyüzündeki haraketinin sembolü olarak görülmekteydi. Böylece kedi ve böcek tanrı güneşin temsilcileriydiler ve birlikte resmedilirterdi.

*48

AKREP İntihar eden tek hayvan. Bu bakımdan özgürlük sembolü olur. Halı ve kilimlere işlenen ” akrep kuyruğu" motifi bu olgunun bir sembolü olarak seçilmiştir.

SALYANGOZ Evrensel olarak sembolizmdeki yeri daha çok ay1 la ilgili. Çünkü sayangozun spiral kabuğu ayın fazlarına benzemekte ve boynuzlarını tıpkı ay1 ın yaptığı gibi, bir saklayıp bir gös­ termektedir. Bu görünüm aslında, ölmek ve ebedi dönüş otan yeniden doğmakla ilgili temanın, bir yansıması olarak yorumlanmakladır. Salyangoz yağmurdan hemen sonra toprağın üstüne çıkar. Hareketi yavaştır, am a bıraktığı izle, sanki ne yöne gittiğini söylemek ister gibidir I.. Canlı kısım olarak nem, (ıslaklık) la llgli bir yapıya sahip olmakla beraber, genelde sertlik ve yumamaklığın bir sentezini yansıtır. Diğer bazı kabuklu böcekierinki gibi, gittikçe darlaşan soat zemberiğini andıran veya koç boynuzunun çağrışımı yapan spiral biçimi, dişi bir organ gibi nitelenen kulağın, anatomik dış şekliyle de özdeştirilmekte ve bu haliyle seksüel sem bolizm konularında yer almaktadır. Yorumcular, salyangoz kabuğunun kadın cinsel organın imajını yansıttığı görüşünde birleşmektedirler. Buna dayanarak onun, bütün olarak, bir (m adde, hareket ve sümük kıvamında bir sıvı)' dan oluştuğunu ileri sürüyorlar. Salyangoz yağmurla ilintili olduğundan, bereketin de bir simgesi olmuştur. Bu bakımdan Kuzey Afrika1 da teşbihler, çoğunlukla salyangoz kabuğundan yapılmaktadır. Daha önce (spiral) konusunda da değindiğimiz gibi. Kariye Müzesinde, " son mahkeme ” sahnesi üstünde bir meleğin kollan üstünde taşıdığı evren, spiral veya bir salyangoz kabuğu imajım verircesine şekillendiriliyor, aynı zam anda ruhun sonsuza dek seyahatini de simgeliyor.

449

BALIK Kuram Kerim* in ilk parabolünde, “ ebedi yafamın bir simgesi" akarak tanımlanan balık. Hıristiyanlıkta hem İsa* yi hem de ona inananları işaret ettiğinden, önemli bir sembol olmuştur. Yunanca (İCTHYS), bakk demektir. Bu sözcük aslında (I) esus, (CH) ristes, (TH) eu ve (S) öter* in parantez içindeki Hk hofl-Jerinin birleştirmesiyle oluşturulmuştur. Bu sözcükler, Tanrı, Oğul, Kutsal Ruh ve kurtarıcı anlamlarına gelmekte ve bu vasıflara sahip dan İsa* yi ◦d-kmdfflnaktodH. Ikonograftk temalarda en çok kullanıldığını gördüğümüz balık, içinde yaşamakta olduğu su ile tam bir İlişki halinde bulunur. İsa ise, çoğu kez bir bahk, ona inananlar da bir balıkçı oiuriar. Bu bakımdan onların yeni bir yaşama başiryabilmeleri, yani Hıristiyan dinini kabul ettiklerini kanıtlayabilmeieri için, vaftiz suyuna gereksinimleri vardır. Balık, ekmekle beraber, İsa* nın çarmıha gerilmeden önce havarileriyle birlikte bir araya gelip son akşam yemeğini yediği masanın üzerinde sürekli bulunan bir figür dmuştur.(£Jcme* ve betik JKffcMne daha önce d&ğlrtimipir.)

Balığın dinsel bir amblem olarak önce Mısırda kullanıldığını, daha sonra Hıristiyanlığa geçtiği, kanıtlanmış bulunuyor. Balık, düşmanı çok ve o derece savunma araçlarından yoksun diğer yaratıklar gibi, neslinin sürmesini sağlayabilmek İçin çok yumurta b#akmaktadır. Kurbağa ve su kaplumbağası d a böyiedir. Çünkü yu-murtalannın çoğu başka su hayvanlan tarafından kapışılıp tüketilir. Evrensel d an bir kural var : ■ Bir şeyin ölümü diğerinin, diğerlerinin yaşam alarını sağ-kar..." Balığın çok yumurta yapması onu bir BEREKET, sürekli sürü halinde ddaşması da, BİRLİK sembollerinden biri yapmıştır. BaMda kuş orasında gerek biçimsel gerekse işlev olarak büyük benzerlik bulunuyor. Doğa, her ikisini de, yaşamak zorunda kaldıktan ortamlara uyum sağlayabilmek için kanattı ve kuyruklu dmakannı zorunlu kılmıştır...

450

Görüldüğü gibi balık, baş, g ö v d e ve kuyruk olmak üzere, üç bölümden oluşmaktadır. Balığı toplumsal doy ve ilişkilerle karşılaştırmak gerekire#. şöyle bir yorum getirmenin yadırganmıyacağını sanıyorum : Aslında ‘ baş beyin-dir, lid er ve yönetendir. Başın peşinden gelen v e o n a takılı olan organ İse, g ö vd ed en sonra kuyruktur, yani yönetilenler ve toplum un halk denilen kesim idir. Kuyruğun görevi, şüphesiz baştan (beyinden) alacağı direktiflere göre, gövdenin tümüne yol ve* yön vermekse de, şayet kuyruk olmaz veya hareketsiz kalırsa baş ta, değN istediği yöne gitmek, hareket olanağını bile bulamıyacaktır. Ancak gövdenin üzerine takılı diğer yüzgeçlerin de zaman zaman onun yönünü ve hızım etkiteyd işlev yaptıklarım da hesaba katmak gerekecektir...Balığın ük olarak bozulup kokuşan yeri baş olu. Kuyruk ise, başa oranla, daha bir süre tazeiğini koruyabilmektedir. HıristfyanlığHi Hk dönemlerinde, bu dini benimseyenler ibadetlerini tam bir gizlilik içinde yerine getirmek zorunda kalmışlardı. Bu dine bağlı kimseler aynı tarikattan olduklarını birbirlerine anlatabilm ek veya sınamak için, konuşmak yerine, eHeriodeki sopalarla yere bir daire yayı çiziyor, şayet cJğeri de Hıristiyan ise, o de bu yayn üstüne aynısını çizerek, bakk figürünü tamamlıyordu. Söylenceye ve bazı yorumcuların ifade ettiklerine göre, Yunus peygamberi yutan balık aslında bir b a lin a idi. Daha sonra onu sağ salim kıyıya çıkardı. Peki Yunus peygamber onun kamında bu kadar süre nasıl kalabildi?..Şüphesiz bu bir efsane. Ama balina1 mn kamında bir - insana 24 saat yetecek hava bulunduğu da bir gerçekl... Balık, öncelikle, İçinde yaşadığı ortamın bir sembolü oluyor. Aynca, doğum olayı, ya da hayatın devridaimi olayı ile özdeşttriliyor İsa çoğu kez bir babkçı olarak betimlenir, Hıristiyaniar ise birer balık. Bu bakımdan vaftizin . suyu onların doğat elem anı, yeniden dünyaya gelişlerinin aracı dur. İsa da yerine göre bir balık olarak betimlenmiştir. Yunus bir balıktır ve Yunan mitolojisinde KURTARICI olarak tanınır. Çünkü yunus balıkları Arior' u denizde boğulmodan kurtarmışlardır. Arion M.Ö VII yy. da yaşamış bir Yunan şair ve müzisyenidir. Söz konusu efsanenin tam metnini Azra ERHAf ın Mitoloji Sözlüğü sayfa 59* da okuyabilirsiniz. Yunus balığı bu özverilerinden dolayı Apdlon kültünün amblemlerinden biri olmuştur. 451

Bakk, çok yumurta yapması nedeniyle hayatın ve bereketin sembolü dur. Uzak Doğu fNozofisinde ise, balık dalm a çift gezdiği için BİRLİĞİN sembolü olur. İslâm baMcta bereketin varlığına inanır ve yağmur yağdırm ada balığa benzer objeler kuNamr. Rüyada balık yemek, mutluluk ifadesidir. Orta Amerika Hintlilerinde de balık tann sembolüdür. Bazen de falUk semboldür. Suriye' de aşk tanrısının bk öğesidir. ' Yunanca ICHTUS Balık demektir. Bu sözcük Hıristiyanların ideogramı olmuştur. İsa yeniden dirildiğinde bakk yemiştir. Bunun İçin, yambaşında bakk ekmekle beraber bk KOMÜNYON yemeğidir. Nihayet bakk. suda yaşadığından, vaftiz suyundan doğar. Bu bakımdan Hıristiyank? bker küçük batıktırlar. Bakk özellikle Hıristiyan İkonografisinde çok kutlanılan bir figürdür. Şayet bu bakk sırtında bk tekne taşır gösterilirse, İsa1yi, onun kilisesini (cemaatını) gösterir. Şayet bk ekmek sepeti taşıyorsa, ya da bizzat kendisi bir tepsi içinde bükmüyorsa Komünyon ayinini gösterir. Astrolojide (19 Şubat- 20 Mart) aran Zockak'm 12. Ve sonuncu işaretidir. Yani bakk burada, İlkbahar gün dönümünden bk evvel yerleşmiş bulunuyor. Balıkların olmuştur.

atası

önce

Jüpiter (Zeus) İken, sonra

Neptün (Poseidon)

Batılı rahiplerin bir kamı, başlan göğe dönük ve balık biçiminde serpuşlar taşıyorlar. Bu geleneğin kökünde ve özünde, ayakların BALIK BURCU ile olan bağlantısını aramanın gerektiğini sanıyorum...

İSA, Küçük Balık (toftf ERGENER: TVRSAB Dergisi, M art 1966) Bazı Hıristiyan ilahilerinde İsa, 1 Bakire1nin çeşm ede yakaladığı küçük balık olarak betimlenir.” Ancak balık benzetmesi, İsa* dan çok Meryem' e uyar. Çünkü batık, eski çağlardan beri, dişi doğurganlığının simgelerinden biri. Roma1da tanrıçanın üreme organı, vesica piscis (balık teknesi) adıyla çağrılırdı. Hint tanrıçası Kafi, " balık gözlü " ydü. Çin tanrıçası Kwan- yin,

452

balık tanrıçaydı. Mısır tanrıçası İsis, “ uçurumun büyük balığı " olarak da bilinirdi. Yunanca rahim anlamına gelen delphos sözcüğü, balık anlamına da getir. Detti’ deki bilici, genellikle balina ya da yunus balığı (deiphinos) biçiminde görünen, balık tanrıçayla ilgiliydi. Yunus’unerkekkahramanlan yutması ve sonra yeniden doğurması, pek çok mitolojik öyküde anlatılır. Bunların en ünlülerinden biri, Tevratta anlatılan Yunus Peygamber1 in öyküsüdür. Efes Müzesi' nde, Eros' u bir yunus üzerinde gösteren ünlü yontu durur. Balığın, Hıristiyanlık öncesi dinlerde kutsal sayıldığı göz önüne alınırsa, bu simgeyi Hıristiyanlar* ın sonradan benimsediği düşü­ nülebilir. Balık burcunun işareti A yakla bağlantılıdır. Bu nedenle olmalıdır ki, Piskopos taçlan resimde görüldüğü gibi ağzı göğe doğru açık bafık biçiminde olmuştur.

RULET (Ayn yazartnöu)

" Balık gözlü” Hint tanrıçası Koli, bir ateşçemberinin ortasında otururdu. Burada çember,yazgıyı simgeler. Romalılar' m kısmet tanrısı Fortuna’ ran simgesi, bir çemberdi. Fortuna, zam ana da hükmederdi. t

Çok tanrılı dinlerin karnavallarında, çember biçiminde danslar yapılırdı. Karnaval sözcüğü, çember anlamına gelen cam a sözcüğünden türedi. Feleğin çarkı (çaric-ı telek) kişiliğinde Fortuna. bizim kültürümüzde de yaşar. Felek, zaman içinde başımıza gelecekleri, günlük yaşantımızdaki şansımızı, belirler. Feleğe, kısmet hükmeder. Mutluluk ve felaketleri, kısmet belirler. Kısmet, ticaret yaşantısında özelikle önemlidir. İlk çağın en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Efes kentinde, kısmet tanrıçasının çok önemli işlevi vardı. Agora1 lann tanrıçası Tyke, Fortuna adıyla da anılırdı. Daha sonra Hıristiyanlar1 m kutsal simge olarak

453

benimsedikleri çem ber. Fortuna' ya önem taşımış olmalı.

inanan

putperest

Efesliler için

de

Efes, Kısmet, Balık (Ayn yazarındır) l Efes' in kuruluşunda balık, önemi rol oynamış. Atina Kralı Kondros' un

oğkj Androkles1 e biliciler, Efes kentini, balıkla erkek domuzun buluştuğu yerde kurmasını öner­ mişler. Sonra. Androkles ve arkadaştan, balık kızartırken sıçrayan bir kıvılcım, çolılıkian ateşe vermiş. Ateşten kaçan bir erkek domuzu, Androkles ve ar­ kadaştan avlamışlar. Balığın, tannça simgesi olduğu biliniyor. Erkek domuz ise. eski çağlarda tanntonn simgesi olmuş. Tevrat* ta, domuz yemenin ne tür hastalıklara neden olduğu konusunda hiç bir şey söylenmez. İbranilerin domuz yemekten kaçınmalannın asıl nedeni, domuzun esk bir totem hayvanı olması, olabilir. Dolayısıyla, Efes kentinin kuruluşunda geçen balıkla erkek domuzun - buluşması öyküsünün, tanrıçayla tannnın buluşmasını simgelediği düşünülebilir. Efes dotayianndaki topraklar, belki tanrıçayla tann burada buluştuğu için bu denli verimli. (?) Efes kentinin kurucusu Androkles ve arkadaşlarının, erkek domuzu avladıktan sonra, daha önce kızarttıkları balığı yiyip, yemediklerini bilmiyoruz. Ancak, bertik yemekle ilgili, pek çok Hıristiyan öyküsü var; bunlardan bazıları İsa* nın, inananları, yoktan var ettiği baiıldarla beslemesini anlatır. İsa çarmıha gerilmeden önce, son akşam yemeğinde havariler, çoğu kez batık yerken gösterilir. Balık yemeğe hazırlanan havarilerin yüzlerindeki tuhaf anlatım, onartan tanrıçanın simgesini yemekten duydukları korkuyu mu yansıtıyor?...]

454

FOK BALIĞI Fok balığının diğer deniz hayvanlarından farklı olan bir tarafı da bunlann yağlı ve kaygan bir deriye sghip olmalarıdır. Böyle bir deri yağlı güreşlerde olduğu gibi, kaçm a ve kurtulma olanağını sağlamakta ve sembolik açıdan, arzusu dışında aşk yapmaktan sürekli olarak korkup koÇma eğilimleriyle ûzdeştirimektedir (I)...Bunun içindir ki, tanrılar tarafından kovalanan nimfeler (orman ve su perileri), fok şekline dönüşüyorlardı... Yunan söylencesinde, Poseidon (denizler tanrısı), foklardan oluşan bir donanmaya sahipti. Daha sonra bu donanmayı, ikinci derecede bir tanrı olan, deniz ihtiyarı Prote'ye em anet etmiştir... Dişi foklar, bir deniz sahilinde deri değiştirdikten sonra, çıplak ve göz alıcı kadınların yaptığı gibi, plajda gezinmektedirler (I).. Foça sahil kentimizin bu ismi, kıyıya benzetilmesinden, aldığı söyleniyor...

yakın

odaların

fok

balığına

İSTİRİDYE Genelde Ay küttü He ilgilidir. İçinde bir hazine sakiacfeğı görüşüyle, değerlendirilmektedir. İstiridye kabuklu, çarık bir su ürünü olup, kabuğunu su İçinde yiyeceğini kapmak veya güneşe çıkarılınca, sürekli açm ak zorunda kalır. İstiridye Afrodtf İn, bir inci beyazltğınyla içinde doğduğu varsayıkkğından, onun beşiği olmuştur. (S/de Ariceoto# Müze*/). İstiridye kabuğu motifi Yunan- Roma yapıtlarında olduğu kadar Selçuklu ve Osmanlı sivil ve dini mimari yapıtlarında, (bazı camilerin mihrapları, Bursa Yeşil Türbe kapısı..} çoğunlukla kullanılmıştır. XVIII.yüzyılda XV. Louis stili dekoratif bir eleman olmuş ve barok süslemesinde bolca kullanımıştır. Yunan tiyatroları, teatron ve sahne bütünleşmesinin genel görü­ nümüyle, bir istiridye kabuğuna benzer. \Ktysai görüş) Ancak bu benzeyiş bizi bazı mitolojik inançtan kurcalamaya yöneltiyor..İstiridye eski ana tanrıça sembollerinden biri olmuştu. Bir ana rahmini simgelemekteydi. Shell akaryakıt kumpanyasının amblemi de istiridyedir. Tiyatronun köke­ 455

ninde de bu var. çünkü tiyatroda yapılryordu.

eskiden

kurban

ve

doğum

törenleri

de

Rttüel bir olgu olan dans ve oyun tüm uygarlıklarda, şu veya bu şekilde bazı farklılıklar göstererek, ibadetin bir parçası haline gelmiştir. Alacahöyük kapıdaki kurban töreni kabartmasındaki akrobattan hatırlayalım...

YUNUS BALIĞI Memeli bir deniz hayvanı olan yunus1 un, su içindeki sür* ati ve ilgi çekici çevik hareketlerle yön ve yer değiştirmesi nedeniyle, tanrısal bir güç ve yeteneğe sahip olduğu kabul edilir. Yunus batığı usluluk, iyilik severlik ve tedbirli olmanın bir sembolüdür. Sembolizm' in mitolojik kavramlar ve öyküler arasından dolanarak yönünü aldığını ve bu yönler doğrultusunda yaklaşımlarını yaptığını giriş bölümünde hatırlatmıştık. Yunus balığı için de böyle bir olgu söz konusu ; Bu balıklar vaktiyle açık denizlerde seyreden gemilerin mallarını yağm a eden, oraya buraya saldırarak, insanların sürekti korku içinde bırakan kötü emelli korsanlardı. Ama sonra tanrı onlar uyardı ve eylemlerine son verdirdi. Böylece yunus balıklan, sadece pişmanlıkla yetinmeyip, bundan böyle, insanlara yardım etmeyi oy birliği ile karar altına aldılar. Sonunda insanların sadık dostu, onların koruyucu ve kurtarıcısı oldular. Nitekim yunuslar, fırtınalı havalarda, denizcilere yollarını göstermektedirler. İşte bu oçıdan yunus balığı, İsa1ya özgü, bir başka sembol olarak tanınıyor. Yunus balığı Ege Denizinde, özettikle Girit Adasında, tann katında bir saygınlık kazanmıştır. Buradaki insanlar, öldükten sonra, onun sırtına binerek öbür dünyadaki (mutluluklar adası)1 nc taşınacakfanna inanıyorlardı. Bu düşüncenin somutlaştınldığı en ilginç örnek. Eros1 un bir yunus balığı üstüne oturarak biçimlendiriküği. heykeldir. Öte yandan bu kompozisyonda verilmesi istenen mesajın, çocu k - hayvan sevgisi olması da akla geliyor. Bu bakımdan Ege Denizi kıyı kentlerinde tiyatro ve odeonların oturma sıraları koftuk başlarının yunus balığı şeklinde yapılması bu sevgi ve güveni yansıtıyor olm alı...

456

SAZAN BALIĞI Daha çok Uzakdoğu ülkelerinde, uğur getirici bir bahk olarak benimsenmiştir. Bu balıklara ölümsüz olanların bineği. ( taşıyıcı m eleği) gözüyle bakılmaktadır. Onların bu inançları, sazan balığının zaman zaman suyun üstüne çıkıp kanattı bir dragon şekline dönüşerek, kamındaki mesajları göğe götürmesi görünümleriyle belirginleşiyor. Urfadaki Balıklı Got' de yaşayan sazan balıklarının, yöre halkı tartından, dokunulmazlığı olqn ve uğurlu yaratıklar olarak, korunduklarını bilmekteyiz.

YENGEÇ Diğer bir çok su hayvanı gibi, gelişimlerinin ay1 ın periodik fazlarına tabı olduğu düşüncesinden hareket ederek, sembolizm1 deki yeri ay1 la ilgilidir. Çünkü, İstakoz, karides... benzerleri gibi ileri geri hareketleri kolaylıkla yapmaktadır. Özellikle Güneydoğu Asya ülkelerinin geleneklerinde 11kuraklık perilerinin gıdaları " şeklinde düşlendiğinden, örneğin Siyam1 da, yağmur yağdırmak için yapılageien etkinliklerin kutsal sayılan bir objesi olmuştur. Favurya. İstakoz gibi kabuk taşıyan deniz hayvanlarının bu kabuklarının onların yeniden doğabilme gücünü koruduğuna İna­ nılmaktaydı. Zocfiak çemberinde " Kanser ■ burcu* nun işareti olup 21 Haziran- 21 Temmuz arasındaki dönen­ ceyi, yani yaz mevsiminin başlangıcını haber verir. Bu, güneşin yer yüzündeki etkisini gitgide arttırmaya yani kuraklığın, başladığı dönemdir. '

7*

"

' jfT'V -' * T. • •

Kamboçyalriarda uğurlu bir hayvandır. Rüyasında yengeç görmek, o insanın arzu ettiği her şeye sahip olacağı şeklinde 457

yorumlanıyor. Ancak Afrika ülkeleri sanatında bazı heykeller üzerinde görülen yengeç resim ve kahramanlarının kötülüğü veya kötülük şeytanım sim-gelediği saptanmış bulu-nuyor. Yengeç kıskaçlarıyla tuttuğunu sıkı tutar ve bt-rakmaz. Klasik antiketeden itiba-ren Avrupa ülkelerinde yerv-geç' in ay la olan ilintisi ağırlık kazanmış ve uğur, bereket, çokluk ifade eden bir sembol olarak kulla-nılmıştır. Nitekim ay met ve cezir olaylarına sebep olmakta ve cezir, yani deniz sularının çekilmesi zamanında yengeçler birdenbire ve çok sayıda kendilerim göstermektedirler. Hıristiyanlığın (kesret) e verdiği önemi anımsıyalım... Yandaki resimde Kariye mozaiklerinin “ Deizis 1 adı verilen panonun bordür süsleri arasındaki yengeç motiflerini keşfediyoruz. Hemen altındaki bordürde ise bir uğur amblemi olan stilize SVAST1KA' kx sıralanmıştır. Yen­ geç Svastika bütünlemesinin böylesine başbaşa görüntülenmesini ilginç bulduğumuz kadar, sembolizm formül ve krallarına dayanarak, bir hayli imgesel anlam üretmeye de olanak vereceği görüşündeyiz..(Yazarm ktfüel

KANAT Herşeyden önce, rç m a , hafifleme, kurtulma ve maddi benlikten sıyrılma sembolü olmuştur.

ise bu inanışı, bir görselleştiriyor...

kartalın

bir

Bu görüş, doğu ve batıdaki şa­ mardık gelenekleri ve Müslüman veya Yahudi - Hıristiyan toplumlarda hep aynı yönde olmuştur. Şaman, yer çekiminden kurtulmayı simgeleyen kanat tak-maktadK. Simya ezotorizmi aslanı parçalar vaziyetteki resmiyle

Tüm geleneklerde, 11kan at alınm az; ancak uzun ve zahmetli bir didinme pahasına,manenarınmış olma düzeyine ulaşıldığı takdirde, kazanıhr" inancı egemen olmuştur.

458

Puhun kanatlarla, maddesel gövdeden sıynlıp uçması, o kişinin kafasından başlryarak gerçekleşir; işte bu nedenle taçlar ve kubbeler bu ruh yükselmesinin de sembolü olurlar... Brahmanlara (eski Hindistan ulu tanrısı rahipleri) göre kanat, bilginin sembolüdür; çünkü akıl kuşlardan daha süratlidir. Bu yüzden melekler kanatlı olmuşlardır. Gene Hıristiyan geleneğinde, rahip Gregoire de Nysse1 ye göre “şayet Tann kanatlıysa onun zatından yaratılmış olan ruhta kendi kanatlarına sahip olmalıdır. Herhangi bir hata nedeniyle kaybedilen kanatlara tekrar sahip olmak mümkündür. İnsanoğlu Tann* dan uzaklbştıkça kanatlarını kaybeder, am a ona yaklaştıkça tekrar kanatta donatılır." Ruh kanatlan oranında daha yükseklere çıkar ve yöneldiği gök, onun için dipsiz bir uçurum gibi olur. Böytece yükselecek am a asla manevi rahatlık ve huzurun son bulduğu yere ulaşamıyacakhr. Tekerlek ve kanat yer ve mekân değiştirmenin, bulunulan koşulların aşılması ve lâyık olunan ruhani bir yapıya girmenin, yani dünyevi okm maddi bağlardan kurtulup arınarak tanrısallık mertebesine erişmenin bir atribüsü (âlâmeti) oluyorlar... Öte yandan tek başına sapkınlığın sembolü olarak tanınan yılan, şayet kanat takılırsa, derhal kutsal bir yaratık haline dönüşebilmektedir. Kanat zaferin de sembolüdür. Kahramanların başlarına giydirilen taç, defne dallanndan bir kanat gibidir; yapraklan onun tüyleri olur... Haberci tann Hermes (Merkür)1ün ayakkabılar ise ruhsal değN, dünyevi bir dinamizmi gösterir; yaratıcı düşünce ve gücün sembolüdür. Asknda şaire gelen Hham da, böyle dinamik bir güçtür. Somut planda kanat, genellikle kuşların kollan ki, ön ayaklan yerinde olup, uçmak üzere uzun tüylü ve açılır kapanır bir çift organdır. Soyut anlam da kd-kanat germek, kanadına sığınmak,kolu, kanadı kınlmak...türünden deyim lerde kanat sözcüğü insanın kollan gibi, güç ve koruma kavramlarına ilişkin anlatımlarda yer almaktadır. Tüm toplumlarda. hız ve uçm ak' la ilgili meslek ve kuruluşlar için uygun görülen amblem hep kan at olmuştur. Kanatın ruhun ve Tanrıya yakn olmayı içeren oluşu güvercin' I de Kutsal Ruh' un işareti yapmıştır. 459

her şeyin sembolü

BAYKUŞ Kafasının iriliği, ağır ve temkinli hareketi hep bakan gözleriyle Zeus' ün simgesi olmuştur. Koca kafası, avını kapıştaki mahareti, yani aklı, hüner ve marifetleriyle Zeus' un kafasından doğmuş olan kızı, ATHENA' nın da atribülerinden biridir. Karanlığı delici ışık saçan gözüyle delen sesiyle göktaşı ile özdeştirilir.

ve ıssızlığı

A R I-B A L İçgüdüsel olarak oluşturdukları toplumsal düzen ve örgütsel bir yaşamın yanı sıra, disiplinli şekilde çalışmaları ve yorulmak bilmeyen görünümleriyle, karıncalara benzemektedirler. Kovan burada, çalışan 50.000 kadar işçi arının vızıltılarıyla adeta bir fabrika, neşeli bir şekilde çınlayan atölye' ye benzer.

'

Suriyeli bazı Müslüman çevreler, Hz. Ali* yi arıların prensi olarak nitelemekte ve arıları özdeştirmektedirler. Onların bu yargıları “ En kemmel çiçekleri kendileri için seçen anlara getirilmektedir. Bektaşiler mecazi (degişmeceli) Tann'nın ise (bal) olduğunu söylerler... Efeste ve Atina yakınında bulunan Eleusis' teki Artemis tapınaklarında, bu tanrıçanın heykellerinin üzerinde çok sayıda an bu­ lunmaktadır. Bunlar aslında tapınağa hizmet veren rahibeler olup, dişidirler ve melissa olarak adlandırılırlar. Artemis' e Bey arı, arı beyi, dişi arı beyi otan KRALİÇE adı verilir. Hıristiyanlara ait bazı mezar yapıtlarının üzerinde görülen arı figürleri yeniden doğuşu 460

Tanrının aslanı olduğu gibi, melek veya inanan kişilerle gerçek dindarlar, en mü­ benzerleri" cümlesiyle dile anlam da, dervişlerin anlar,

simgelemektedir. Çünkü onlar kış süresince üç ay görünmemektedkter. İsa* ran vücudu da üç gün sonrakaybolmamış mıydı? diyorlar.. An yaptığı bal ve mızrağı olan iğnesi nedeniyle, İsa1 ran amblemlerinden biri olarak kabul ediliyor. Bat tüm tatlı olan şeylerin, görkemli zenginliğin, mükemmelliğin sem-bolüdür. Acılan yok eder. Bal ölümsüzlük iksiri olan NdromeT inana maddesini oluşturur. Hıristiyanlıkta vaftiz edilenlere bal yedtriHyordu.(Selçuk St. Jeanne Bazilikası vaftizhanesi) An kovankm ise, içinde ruhani bir yaşam sürdürülen manastırlara ben­ zetilmektedir. Bu manastırların cem aati, Kapadokya* d a görüldüğü gibi, varolan tut konilerini tıpkı bir an gibi çalışarak,oymuşlar oralara tıpkı anlar gibi girip çıkmaktaydılar... Aniann 6000 yıl önce Mısır* da beslendiği bilinmektedir. Boğazköy* de bulunan Hitit kanunlannda analığa alt maddelere raslanmıştır.

h o ro z

HOROZ Görünüm ve davranışları onu gurur ve azam et sembolü yapmıştır. Doğuşunu haber verdiğinden, güneşte akra­ balığı bulunan horaz, tepeliği nedeniyle nüfuz sahibi bir tipi, ayaklarındaki mahmuzlarının görünümüyle askeri bir kişiliği, döğüşürken gösterdiği cesaret nedeniyle de bir savaşanın karakterini yansıtır. Bunun yo­ randa, yiyeceklerini diğer tavuklarla paylaştığından iyilik severtlğtn, günün doğuşunu haber vermedeki yanılmama yeteneği sayesinde İse, gü-



’ JL

\

•;vr.v. •*'* '

-

m

r



,

K ’-jv

- ■ t /. .r

•vv * v ,

:,ı !■ i

tU\/ "CÎY . tl • (

— 1

,

^

a *

\ ■ •

r

.I

İ* I

venHğm ve uyanıklılığın bir sembolü olmuştur. Buna ilâveten, kötü ruhlardan, koruduğu ve sesiyle şeytanı korkutup kaçırdığına Inamkftğmdan, mezar «teflerinin üzerine işlenmekteydi. Kilise çanları ve rüzgâr göstergelerinin üstüne çoğu kez madeni bir horoz figürü konulmasının am acı bu inanıştan kaynaklanıyordu. Horoz, gök, güneş ve ay1la ilintili bulunmuş ve mitolojide, başta Zeus olmak üzere, ApoHon, Artemis ve sağlık tannsı Eskütap' ın da atribülerinden biri olmuştur. Aynca, kümesin tek efendisi olduğunu ve yansıttığı erkek karakterinin ûreHdHMe HglN o lan yönünü, kuyruk tüylerini adeta bir orak gtbi şekillendirerek göstermeye çalışmaktadır!... Genelde, kibir, azamet, gurur ve yüksek ruhkıiuğun bir amblemidir. Gautols horozu Fransa* mn milli amblemlerinden biri olmuştur. Bir yerin, bir cemiyetin en önemH şahsına da, oranın horuzu adı verilir çoğu kez. s

Horoz evrensel olarak bir güneş sembolüdür. Çünkü onun ötüşü güneşin doğuşunu haber verir. Hindlstanda ■ güneş enerjisini klşilendiren SKANDA* mn bir atribüsü (alameti) olmuştur. Japonycda güneş tanrıçası* mn ışığı He özdeşttrfflr. Japonların horoz* a yakıştırdıkları cesaret fazileti ciğer Uzak-Doğu ülkelerinde de benimsenmiştir. Bu Crikeierde horoz özettikle yararlı bir rol oynar. Yukarıda da değirüciği gibi horozda şu 5 fazileti sembolize etm e ntteüğinlni - bulunduğuna tnamkr: Birincisi başının üstündeki ibiği ona nüfuz sahibi bir kişi görünümü (MANDARİNAL) verdiğinden uygarlık fazüetteri; ayaklarındaki mahmuzlar nedeniyle askeri bir kişiliği; döğüşmedek) davranıştan nedeniyle, CESARET ; yemleri diğer tavuklarla paylaştığından, İYİLİK; gündüzün baştodığım haber vermedeki isabeti nedeniyle de GÜVEN... Horoz güneşin tekrar gelişini haber verdiğinden gecenin kötü olan otaytanm karşıda etkHtdir, şayet kapılann üstüne bir horoz resmi konulursa evleri bu tehlikelerden korur. Helen geleneklerine göre horoz Zeus* le özdeşttrttlyor; Zeus* ten hamile kalan Leto, ApoHon ve Artemis1i doğururken yanında horoz bulunuyordu. Bu bakımdan horoz Ay tanrtçakmna ve güneş tanrılarına d a odanmış bir hayvandır.

462

Pttagori un " Afon satırtan" mn bir yerinde onun, "horozu belleyiniz, onu kurban için feda etmeyiniz. Çünkü, o güneş ve Ay* a adanmıştır" önerisini okuyoruz. Pftogor1a atfedilen bu öneriye rağmen, horoz dinsel törenlerde ApaBon' un oğlu sağirk tanrısı Asclepıot1 a kurban edkmtşttr. Sokrat ise ölmeden önce, Asciepios' a bir horoz kurban edilmesini vasiyet etmiştir; zira o çağda horoz1 un ruhların rehberi (Psychompe) olduğuna, ölünün ruhunu öbür dünyaya götürüp onun gözünü orada, yeniden doğuşun bk tfoçtetJ olarak, yeni bir ışıkla açacağına inanrityordu. Horoz doğulu Hâheter (tanrıçalar) arasında horoz, ölüm, dirilme ve güneş tanrısı olan ATTİS in de bir amblemidir. Horoz1un ruhlara rehberlik etme rolü nedeniyle, kosmozun 3 tabaka» arasında, cehennemlerden göğe mesajlar götürüp getiren Hermes (Mercure)1ün de simgesi olmuştur. Asciepios tann olm adan evvel, sadece bk iyileştirme kahramanı iken, hastalıktan İyileştirenin horoz olduğu sanıyordu. Eski Germen' terin dinsel törenlerinde horoz, ölülere adanan diğer at ve köpek gibi ruhlara rehberlik yapan hayvanlar arasındaydı. Bazı Ahaik toplumiarda kötü ruhları defetetmek iç ir ölü yatağına bk horoz boğk3nmaktaydı.( Bk şaman olarak)

,

Kuzey ülkelerinde horoz cesur bk savaşa sembolü olarak, devlerin, ezeli düşmanların sakfcnkjnnı tannlara haber vermek için yggdrasll adı verilen ve kozmik olarak kabul edilen cfcşbudak ağacının en üst dallarına çıkıp ufuktan gözetlemek vazifesi bu kez, IdUse damlarının sivri uçianna yer-ieştiriierek şehrin koruyuculuğunu yapm a geleneğine dönüşmüş bulunuyor. Afrika efsanelerinin birinde horoz gizliliği içeren şu hallerle ilintili kılmıyor : Bir kafeste muhafaza edilen horoz, sessizlikte bir »mn saklanmasını ifade ediyor ; avluda serbest gezinen horoz, bu »mn en yakın kimselere açıklandığmı ; sokakta gezinen bir horoz, »mn hattc arasında yayıldığını ; çayırda gezinen bir horoz İse bu »mn. düşmana ulaştığı ve yıkım ve üzüntülere neden olduğu anlam ına geliyordu. Horoz, Kartal ve Kuzu gibi, İsa' mn d a bir amblemidir. İstâmda ise diğer hayvanlara kıyasla, daha yaygın bir yeri var. nitekim Peygamberimiz bizzat şöyle demiştir : " Beyaz horoz benim dostumdur, o Tamı düşmanlannın düşmanıdır, ötüşü meleğin mevcudiyetidir."

463

Sonuç olarak horoz gurur, cesaret ve zindelik sembolü olmuştur...Simgeciliğin önemli bir rol oynadığı Masonik düşüncede horoz, isteklinin kavuşacağı Nur-u zıya*yı müjdeler. Başka bir deyişle, doğacak güneşle, yani Nur-u Ziya ile gelecek olan mutluluğu haber verir. ( Göreme Aziz Barbara kilisesindeki horoz resmini anımsayitm.)

TAVUSKUŞU Geniş anlam da. İslâm' ın benimsediği bir cennet kuşudur, hıristiyanlıkta ölüm­ süzlük, cennet ve yeniden yaşama dönmenin başlıca sembollerinden biri olmuştur. Yelpaze şek­ paon: A r t bysn nlin . lindeki kuyruğu (üzerinde tüm renkleri bir araya X* xıf sieclc. (P a ris , M usee d u L o u v re ) getirdiğinden), totalite kavramım ve doğayı yansıtmaktadır Tavus kuşunun kuyruğunu açması, neyi var, neyi yok. hepsini açığa vurup göstermesi yani gerçeği yansıtması şeklinde yorumlanarak, yeniden yaşama dönmeye lâyık olan insanların da tıpkı onun gibi, tüm niteliklerini göz önüne sermekle, ancak bu mertebeye ulaşabilecekleri, ileri sürülür... Tavus kuşunun öldükten sonra etinin kalabilmesi, onun sonsuzluk kavramıyla olan özelliklerinden biri oluyor.

uzun süre bağlantısının

çürümeden güçlendiren

Tavuskuşu Zeus1 ün karısı ve kızkardeşi olan Hora1 mn bir alâmeti olmuştur. Herşeyden önce güneşin simgesi olduğundan, Kamboçya1 da kuraklık başlayınca bir tavuskuşu ya da bir geyik öldürülmekte, böyiece semavi bereket olan yağmur çağrılmaktadır.

KUŞ Çoğu kez ilkel toplumlann bir baz ve başlangıç oluşturan inançları, sembol ve değer­

464

lendirmeleri. YuncnvRoma mitolojisinin ardından yayılıp yerleşen tek Tanrılı dinlerde de aşağı yukarı bir benzerlik gösteriyor ; kuş1 ta bunlardan biri...O daim a, tanrısal bir bağımsızlık diyebileceğimiz kavramın ve ruhun sembolü olmuştur. Hemen her toplum, ölümden sonra ruhun, tıpkı bir kuş hafifliği ile, göğe uçacağım kabul etmiştir. Kuşta yer çekimine karşı koyan bir hafiflik var;sanki başka hafif olan m addeler yokmuş gibi, (kuş gibi hafif) dem eği neden tercih ediyoruz?..Yunan mitolojisinde, adları kapıp kaçanlar anlam ına gelen, (HarpI) 1er kadın yüzlü, yaygın kanattı, sivri pehçeli bir çeşit yırtıcı kuşlardır. Ölülerin ruhlarım Hades' e onlar götürürlerdi. Bunun en belirgin olarak gösterildiği yer eski Ukya1mn Xant06 (Kınık) yerleşim merkezinde bulunan ünlü Harpiler anıt mezarıdır. Bu mezarın her iki cephesinde bir harpi, bebek gibi kundaklanmış bir ruhu kollarının üstünde taşırken, gösteriliyor. Kuranda adı geçen Zümrütü anka kuşu aslında Cebrail' dir. Şehitlerin ruhlarını cennete bu yeşil kuş götürecektir. Bazı kaynaklar, İsiâmda Tuğba olarak isimlendirilen Hayat Ağacının üstüne konmuş olan bu efsanevi yaratığın, Zümrütü anka olduğunu Heri sürerler. Müslüman mezar taşlarının üstünde çoğu zaman bir kuş kabartmasının işlenmesi de ilgi çekicidir. Kuş nesiller boyu insanoğlunun yemek am acıyla avladığı, buna karşın özenle koruduğu bir yaratık olmuştur. Bir kuşun yılda 8 : 10 möyon kodar zararlı böcek yediğini hatırlatmak onun yararlarından biri olacaktır. Bu açıdan kuş hiç bir zaman bir totem niteliğine bürünmemiştir. Kuşta denge prensiplerini kanıtlayan verilerin en doğru olanını gözlemek mümkündür. Nasıl yatay ve düşey doğrular boşlukta 90 derecelik bir açı ile birleştiklerinde (ideal denge] yi sağlıyorsa, aym olguyu kuşun dengeli olarak uçmasında gözlemekteyiz. Kuş düşey doğruyu engelleyen yatay doğruyu, eş kanatlarıyla oluşturup sağlamaktadır. Kuş1 un psikolojik olarak insanı etkileyen yönü, öncelikle d e n g e olgusunun en güzel örneğini vermesi yanında, onun gibi uçma hevesini uyandırıp, bu girişimlerde onu cesaretlen­ dirmesidir. Her insanın yüzünde fiziksel olarak bir hayvana, daha çok kuşa benzeyen bir taraf bulunduğunu ileri sürenler, bu bakımdan onda da kutsal bir dengenin varlığından söz ediyorlar...

ağırlıkta

olan

Özellikle eski Türk büyüklerinin aslan veya kuş sözcükleriyle isimlendirildiğini görmekteyiz. Tuğrul Bey. Doğan Bey. Sungu Bey. Bağn Han...gibi. Tuğra adı verilen ve daha sonra halk dHinde Tura olan padişah mühürü de aslında Tuğrul' dan türemiştir. Tuğrul bk kuştu ve cfikkat edilirse bu tuğraların biraz kuşu anımsattığı görüiecektir.( JOşfe*/ yonjrrıdur.)

Bazıyorumcular ■ kuşlan, ellerin göğe uzanma» şeklinde nitelemektedirler. » Kuş1la ilgili açıklamamızı bütünleyici ni-telikte olan a Anadolu insanı ve kuş ” başlıklı aşoğtdaki makaleyi, Sanat Dergisi* nden alarak yayınlamakta yarar gördüm : Yüzyıllar boyu Anadolu insanının ürettiği herşeyde yer alan kuş, kimi dönemlerde, kutsal bir varlık olarak korunmuş, kimi dönemlerde av hayvanı olarak görülüp, avlanmıştır. Buna rağmen, her dönemin duvar kabartmasında, çanak, çömleğinde, cam ında, halısında, kiliminde hep kuş motifleri kuDanılmışhr. Bu da gösteriyor ki, her r>e kadar avlanmayı başarının ve erkekliğin bir simgesi olarak görenler çıkmışsa da, kuş ve yine Anadolu insanının sevdiği ve koruduğu bir varlık olarak kalmıştır. ,

Bugün, örneği pek az kalmış Hitit kabartmalarında, Urartu. üdya, Bergama gibi mede­ niyetlerin eserlerinde görüldüğü gibi, kuş değişmez bir süsleme aracı oimuş+ur Demek ki, kuş sevgisi Anadolu insanında daim a oğrr basmıştır. İnsanoğlu bu sevgisini dile getirmek çin şiirler yazmış, şarkılar, türküler tutturmuştur. Eski Anadolu medeniyetlerinde kuşun çokça yer atmasının bir nedeni uğurlu bir yaratık oluşu, cUğer nedeni ise, insanların ölen yakınlarının ruhunu bir kuşun taşıdığına inanmalarıdır.

Bir tugr»

Anadolu sanat eserlerinde özellikle doğan ve kartal gibi kuşlara çokça yer verilmiştir. Nitekim Hitit eserlerinde görülen kartal, daha sonraları Selçuklu1lorda da görülmüştür.

466

OsmanlIlar döneminde kuş yine ön planda gelen bir yaratık olmuştur. OsmanlIlar cam i, medrese, kervansaray, saray ve köşklerde Mntteri ahşap, kimHeri de taştan (serçesaray) * Kuş Evler Vapm ışlardır özelRMe binaların dış yüzeylerinde ve avlularda cephenin ürt .aralında göz göz yapılan kuş evleri İnce bir şekHde işlenmiş ve süslenmiştir. Mezar yapıttan üzerinde kuşlar için su kaplan konulmaktadır. ÖzelUkle “Kuşbaz " dertten küçük kuş terbiyecileri, o dönemde büyük itibar gören meslek sahipleri olmuştur. Hatta, sarayların ” Kuşhane " adı verilen ve ava kuşiann oestendiği yerlerde, doğan ve atm aca gibi avcı kuşlan İdare eden " D o ğ a n a " ve * Kuşcubaşı B gibi ağalar d a çakştınlmtşttr. O dönemlerde kuşlara verilen önemin bir başka örneği de, ban yeni deyimlerin konuşulan ette girmesinde görtUmektedftr. Nitekim, kuşlara sabah ve öğle arasında 1 Kuşluk Vakti * dertten saate yem verikftğinden sabah kahvaftanm adı çok yerde * Kuşluk Yem eği" olarak arttrmştır. Kuşiann sembolik açıdan şöyle değerlendiriyorlar: Kuşlar, uçuştan nedeniyle yerle gök arasındaki ilişkilerin. Taoizm felsefesinde hafifliği ve yer çekiminden etkilenmeme özelikleri nedeniyle, ölümsüzlerin, genel olarak manevi hayata. meleklerin ve varoluşun üst katını, kademesini simgelemişlerdir. Eski Yunanda kuş, geleceği bildiren bir alam et ve fal makemesi olmuştur. Kuşlar uhrevi (ahirete ait) âlemin, dünyevi âlem e karşı olan dkeniş sembolü gibi, yılanla m ücadele eden yara tıklardan bktdk. İslâmda kuş melektir, Kuran' da kuş. a ta yansı olarak yorumlan* ve şöyle d e r t t i r B i z her İnsanın boynuna onun kuşunu b a ğ k x j*. Şehitlerin ruhları cennete yeşR kanatlı kuş fekNnde uçacaktır..1 Gene Kuran1a göre kuş, ölümsüz olm anın sembolüdür Daha çok Orta Asya kORüründ» yer alan bir inanışa göre, küçük kuşlar ve kelebekler, sadece, M M ölümden sonra serbest kalıp, yeniden dünyaya döneceği zam ana kadar semavi ( göksel) vatana gidecek olan ruhtann değ*, aynı zam anda çocuMann do ruhu otmak-todırior.

467

Geleneklere göre, renklerle kuşlar arasında şöyle bir bağlantı olduğu Heri sürülüyor: Siyah kuş zeka, yeşil ve mavi aşk ilhamı, Beyaz (kuğu ve teniks) şehvet, Kırmızı uhrevilik ve ölümsüzlük...Güvercin Afrodittn kuşu olup bir aşk, leylek İse mesaj taşıyan kuş olarak, tonımlannruşkjrdır.

KARTAL

'.İKA'hHiftihtk'

tu.n Uftc nrpnhrnliitkm

•lU^oriçuedu

'İnini FınfUrt Romain

.’lermunitjue: gruounr {1510, t i Hurgkmair).

Başlıbaşına kuvvet ve yücelik sembolü, göklerin mutlak hakimi ve tüm gök yaratıklarının kralıdır. Kartal göğün en üst katında bulunur ve onun kaptanı koru. Diğer geniş kanatlı olan yırtıcı kuşlar gibi tanrısal bir güce sahiptir ; yeryüzünün üstünde uçarak onu kötülüklerden ko­ rur... İşte, kartalla ilgili tüm ilkel inançların birleştiği yargılar aşağı yukarı bu paralelde bulunmaktaydı.

Orta Asya Yakut Türkleri kartal üzerine ant içiyorlardı. Türk büyüklerinini çoğunun ismi daha önce de değindiğimiz gibi, kartal benzeri yırtıcı bir kuş olmuştu. İsa1 nın . Zeus1 un, Sezar ve Napoleon1 un da amblemi kartaldı. Kartal, gözlerini kırpmadan güneşe bakabilen bir kuş olduğundan, onun ateşin bile üstesinden geleceğine İnanılmıştı. Hız ve kapıcılığı ile yıldırımla, uzun süre yaşaması nedeniyle, sağlıklı yaşamla da özdeştirilmiştir. Başı sola dönük olan kartal kötülük ve yararsızlığı, sağa dönük olan ise İyilik ve verimlilik İfade etmektedir. Kartal yılanın baş düşmanıdır. Kötü ruhian simgeleyen bu yaratıkları öldürücü gücünden dolayı, sevilen bir k Y olmuştur. İslâmiyetten önce Orta Asya1 da şamanlonn babası olarak nitelenen kartal figürüne Aztek1lerde de Taşlanmaktadır. Nemrut Dağındaki Antiokos* un mezarı büyüse! etkinlik yaratarak ölüyü kötü ruhların gazabından korumak am acıyla, aslan ve kartallarla çevrilidir. 468

Kartal burada Zeus' un olduğu kadar. Anadolu uygarlığının da bir amblemi olarak imgelenmiştir. Aslan ise. Pers imparatorluğunda Doryüs* ten sonraki Aşemenit sülalesinin bir amblemiydi. Antiokos baba tarafından MakedonyalI olduğunu iddia ediyordu. Heykelinde başındaki keçe külah halen Makedonya yöresi halkının geleneksel başlığıdır. (Kişisel yorumdur)

ÇİFT BAŞLI KARTAL İlkin Hitrtterde görülüyor. Daha sonraları, Orta Asya1d a Gdznelilerin de kullandığı saptanmış olduğundan, Selçukluların bunu, bir imparatorluk amblemi olarak, Bizansia temasa geçmeden çok önceleri, kullanmakta oldukları kesindir. Bizansa gelince, onların bazen tek, bazen çift başlı olan kartal motifini Selçukludan uyarlanmış olmaları mümkündür. Trabzon Aya Sofya kilisesinin kapısında Komnen imparatorluk sülalesinin amblemi olan bir kartal kabartması bulunmaktadır, ancak o yüzyıllarda, özellikle Ortaçağ Avrupasında. aynı motifin bir kraliyet amblemi olarak kabul edildiğini dikkate alınırsa, çift başlı kartal' ın toplumlann birbirlerini etkileyen kültürleri sonucu ortaya çıktığı da akla yakın gelmektedir. Ancak tüm bunların yanında kartal motifinin Hitit ve Selçukluda diğerlerine oranla daha yaygın bir biçimde kullanıldığı gözlenmektedir. Daha önceleri Mısırda, Amon ve Râ* nın amblemi olarak kullanılan motif, kartala en çok benziyen bir kuş olan, şahindi. Ancak aynı uygarlıkta baykuş' un da yaygın bir yeri olmuştur. Hitft ve daha sonra Seiçukldarca bazı değişikliğe uğramış olan kartal konusundaki gözlemlerimizi şu şekilde özetliyerek açıklamak istiyoruz : Hitit kartalı çoğunlukla İki başlı, bazen de tek başlıdır. Bu şekilde kartala, aynı simetride olmak üzere, bir bas daha eklenmiş ve gücün fazlalaştırması istenmiştir. Çift başlı olan kartal her iki yönden gelebilecek tehdit ve tehlikelere karşı uyanık olur ve onian zamanında önleyebilir; iki baş, kartala bu türden çoğaltılmış güç vermektedir. Baş üzerinde 469

fihrlfi UİmPıJ, imj

kulak yoktur durumdadır.

ve

kanattan

daima

uçar

Selçukkı kartalına gelince, resimde gö­ rüldüğü gibi, :>aştaro birer kulak eklermiş, böylece ona gecelerin yırtıcı kuşu otan puhu kuşunun en güçlü vasfı olan, geceleyin duyma yeteneğinin verilmesi amaçlanmıştır. Çünkü kartal karanlıkta görme duygusundan yok-sundur. Selçuku kartalında, tek başlı olduğu zaman, kulak bulunmaz ve kanattan düşüktür. Bu biçim onun havalanm a veya yere inişteki görünümünü yansıtır. Selçukluda kartala kulak takılmasına biraz daha oçtkhk getirmek için, aslında bu kuşun bir ONGUN olduğunu bektmemiz gerekecektir. BİHndiği üzere, Orta Asycdaki Türk boylan 24 tür ve herbirinin kendilerine özgü, kutsal saydığı bir ongun' u bulunur, her boy bu ongunla anılırdı. Çjftbaşfı olan bu kuş, aslında # kendisine puhü nun özellikleri de ilave edümiş olan gerçek bir^aritftttr. Çift başlı kartal peikomatfk denge göstergesi otan bir KADÜSF dir. Silifke yöresine özgü folklorik danslarda oyuncuların karta! u çu şu n u andıran figürler yaptığını gözlüyoruz. Bu gelenekte mitolojinin bazı uzantılarına yer vermenin yanlış olmıyocağı düşüncesindeyiz: U zuhcg b u rç 1 ta görkemli bir Zeustapmağı vardı ve kartal Zeus' un atribüiefinden biriydi. Kuşların kralı, bir çok ulusal amblemlerin üzerinde çift başı otan kartal, sadece o krallığa ait olmuştur. Roma1 da imparator ölümlerinde yapılan gömü törenlerinde havaya bir kartal uçuruluyordu. Çünkü kartal ölünün gökteki tanrılara giden ruhunu simgeliyordu. İlk Hıristiyanlar, vaftiz sembolü olduğundan, vaftiz yapılan teknelerin üzerine bir kartal motifi işlemekteydiler.

470

Kartalın uçuşu, bazj fanatik zümrelere göre, İsa1 nm göğe çıkışı ile özdeştirilir. İncil yazan olan St. Jean ve peygamber Eiıe (Hızır aleyhisselâm) ye İthaf edilmiş olan kartal, gene Hıristiyanlıkta adaletin güçlü olan erdemini simgeler. Uzaklara sabit bir şekilde bakışı ile, etrafında olup bitenlerden habersizmiş gibi görünür, am a o her şe­ yi görür ve bilir.

LEYLEK - KUĞU Leylekte iki renk var : Beyaz gün ışığıdır, erkek ve güneştir. Siyah ge. cedir, dişi ve ay1dır. Bu bakımdan leylek iki cinsiyetti (androgynal) olarak kabul edilir. Leylek doğacak bebekleri simgeler, müjdeler. Mitolojide yaşamın oluştuğu kuyuya leylekten başkası ulaşamaz ; ancak o, bebekleri oradan alıp çıkarabilir. Kuğu saflık, zerafet, güzellik simgesidir. Mitolojide Zeusün Leda1 ya yaklaşmak İçin bk kuğu şekline girdiğini anımsayalım...

KUMRU Hıristiyan inançlanna göre, aile sadakatinin bir sembolüdür. Meryem' in İsa' yi doğurma anım gösteren tablolarda, bazen Josephe (Jozef)' I elinde bir çift kumruyu armoğan olarak getirdiğini görürüz.(Xarfye müzesf)

GÜVERCİN Şiir dilinde aşk sembolü olarak ifade edilen güvercinin bu özelliği, onun hemcinslerine karşı gösterdiği tattı ilgi ve ilişkiden ve uluorta sevişmekten kaçınmamasından kaynaklanıyor. Bu kuşlar yaşamlarını, ciğer ördek, sığırcık, mitolojik feniks kuşu..gibi, hep çift gezerek sürdürürler. Ancak onlardan farklı d an tarafı, yuvada yumurtaları bakliyenin, yani kuluçkaya yatanın erkek güvercin olmasıdır. Güvercinlerin genellikle su kenarlarım 471

seçmelerinin nedeni, kursaklarına doldurdukları tahıl tanelerini sindirebilmek için, sık sık su içme gereksiniminden ileri gelir. Bunun için, Nsu başlarının koruyucu kuşu " olarak da anılmaktadırlar. İslömda azizlerin türbelerinin etrafında yoğunlaşırlar, sanki onları manen korur gibi bir izlenim yaratırlar insanda. Kimi kez çıkardıkları ses nedeniyle ızdırap çeken ruhun acımaktı sesini yansıttıktan düşünülür. Tufanın bitimini, gagasıyla taşıdığı bir zeytin dalıyla müjdelec&ği İmajının zihinlerde yerelmiş olması, onu eski mutlu günlere dönüş, yani barış' ın evrensel simgesi yapmıştır. Hrtitterde Kubaba ve Yunan-Romoda Afrodif in kuşu otan güvercin, Hıristiyan inançlannda, Kutsal Ruh1un simgesi olup dişidir ve rengi de beyazdır. Bu olayda Kutsal Ruh, Meryemi bir güvercin kılığında hamile bırakmış ve vaftiz sırasında d a İsa' mn benliğine girip, onu tanrılaştırmiştır... Günümüzdede bereket, saflık ve iyi niyet1in bir sembolü olma unvanını koruyan güvercin, talih oyunlarında, kazanan kimsenin başına konması beklenen, bir * talih kuşu " olmuştur!... Güvercinler yaşamları çok düzenli kuşlardandır. Bağımsız yaşamaktan pek hoştanmadrtdan için, evcilleştirilmeleri kolay olur. Yılda 8-10 yavru çıkarırlar, çabuk ürerler. Doğa İçinde kendilerine özgü savunma yöntemleri vardır. Örneğin üzerine hızla inen bir atm aca ya da doğandan kurtulmak için, sırtından bir tutam tüyü küçük bir bulut halinde havalandırır ve meydana gelen kargaşodan yoraratanarak kaçar. Saatte 100 km. hızla uçabilirler. İnsanlara sokulma karakterinden ötürü insancıl bir yapıya sahiptirler. Güvercin gübresi bugün kullanılan makbul organik bir bitki gübresidir. Beyaz rengi sever. Bu yüzden Kapadokya bölgesindeki " Güvercinlik " olarak adlandırılan delik ve kovukların çevresinin beyaza boyanmş olduğunu görürüz. Yöre halkının ifode ettiğine göre, bu beyaz haleler, alçı ve yumurta akı karışımından yapılmakta, yumurtalara ulaşmak isteyen sincap ve gelincik1 lerin ayaklarını kaydırarak, tırmanmalarını güç­ leştirmektedir. Öte yandan bundaki amacın yavru güvercinlere yuvalarını tanıtmak, olduğu da ileri sürülüyor. Gene aynı konuda, zamanın gereği, bu güvercinlerin posta hizmeti gördükleri de rivayet edilmektedir. Şayet bu

472

söylenenler gerçekse, bizim de, bu yuvalan 11posta kutusu) " işlevini de yaptıkları benzetişimizi yadifgamryocağınızı umuyoruz f?)... Vaktiyle bu kurak bölgede, halkın başlıca gıdalarında" bîrini oluşturması ve gübresinden büyük çapta yararlanması neaeniyie, çak sayıda güvercin yaşıyordu. Ancak, yoi yapımları sırasındaki patlamalardan korkup kaçmışlar ve bir daha geri dönmek istemediklerinden, sayılan bir hayli azalmış bulunuyor.. ^Güvercin etinin eskiden beri yenildiği bilinmektedir. Hatta eski Mısırda (M.G.300Û), firavun' lann yiyecek listelerinde bulunduğu saptanmıştır. Anadolu' da Hitit ana tanrıçası Kubab' nm kuşu güvercindi. Güvercin Afrodif in de kuşuydu. Romalılar ona " Venüs Coiumba" (güvercin Venüs} adıyla taparlardı ve mezar odalarına (güvercin yuvası] derlerdi. İslâm toplumu güvercin ve kumru etini yemek istemez...Güvercin İslâm1 da uhrevi yaratıklar olarak sevilirler. Özellikle sabahın erken saatlerinde hep birlikte sesler çıkarark namaza kalkacaktan uyarırlar. Özellikle Güneydoğu' da bu amaçta güvercin beslendiğine tanık oluyoruz. Kırlangıç ve serçe’ ye gelince, bunlar güneşin dogmasıyla ötüşmeye başlarlar, sanki bu doğuşu müjdelerler. Artık sabah namazından camiden (uhrevilikten) çıkılmş, maddesel yaşam 'a girilmiştir...

BÜLBÜL Evrensel olarak, şarkı nağmelerinin güzelliği ile ün yapmıştır. Özellikle Japonya* da çok saygınlık görüyor. Romeo ve Jüüeftn 3. bölümünün ünlü 5. Sahne­ Bülbül sinde. bülbül bir tarla kuşu ile karşı karşıyadır. &u karşılaşma ve karşılıklı söyleşiler, tıpkı biten bir gecede bir aşk azanının, şafak ve ayrılık elçisi olan tarla kuşuna yaptığına benzer...Şayet iki sevgili bülbülü dinlerlerse beraber oluyorlar am a ölüme maruz bulunuyorlar. Öte yandan şayet tarta kuşunc inanırlarsa hayatları kurtuluyor am a buna mukabil, ayrılm alar gerekiyor... Uyanan geceleri şarkılarıyla, şarkılarının güzelliği ile büyüieyen bülbül büroda gündüzün tehlikelerini unutturan aaeta bir sihirbaz gibidir. Tüm şairlerin bir aşk ozanı olarak nitelendirdiği bu kuş heyecana getirdiği

473

bütün duygularda aşk ve ölüm arasındaki sıkı bağı çarpıcı bir şeklde anlatmaktadır.

KELAYNAK KUŞU (Ansfctopedfc bHgt]

* Bu kuşlar 1955 yılında Zürihli bir doktor tarafından keşfedilmiştir. Önceleri Alp Dağlan1nda yaşamaktayken nesilleri zam anla tükenmeye başlamış, 1879* lordan İtibaren Birecik civarına göç edip buoda toplandıktan gözlenmiştir. O tarihte sayılan 4-5 bin kadar olan bu kuşlan, kutsat sayıldıklanndan, kimse avlam aya cesaret edemiyordu. Kelaynak kuşlarının sayısı 1953 yılında 1300 kadarken,bu sayı 1965 yılında 150* ye düşmüştür. Birecik kazasının dağlık kesiminde yaşamayı yeğleyen kelaynaklar, dünya kamuoyunun dikkatini üzerlerine çekmiş bulunuyor. Yüzyıllardan beri, her yıl belli bir günde (13-14 Şubat) Habeşistan ve Suriye'den gelen kelaynaklar, bundan böyle Birecik' i anavatan olarak seçmiş bu­ lunmaktadırlar. Tarım ve Orman Bakanlığı' nca b tra d a onlar için bir bakım istasyonu kunimuştur. Yavrulan alıkonulduğundan başka bir yere aynlmak istememektedirler.

TESBÎH ty(ukj A M ctta y&dapıran araç)

Sargon ERDEM Tarihi Akış İçinde Erzurum" Simpozyumu (12.3.1987) notlarından özümlenmek suretiyle, aynen alınmıştır. ...Teşbih genel tanımlama ile, ezbere tekrar edlmesi gerekli dinsel söz ve dualan saymakta kullanılan, bir ipe sıralanmış daneler dizisidir. Yukarıdaki tanımlamaya göre teşbih, kullanılış am acı gâzönünde tutulmadan, yalnız ipe dizilmiş daneler şekliyle ele alındığında, dünyanın en eski süs eşyası olan kolye ile birleşmekte ve dolayısıyla tarihçesi Cilalı Taş Devri' ne kadar gitmektedir. Ve bu tarihçe, yalnız taş ve cfiğer sert maddelerin delinme tekniğiyle İlgilidir ; insaniann daha önceleri de çiçeklerden, meyvodan ve delinmesi kolay bitkisel ve hayvansal mad­

474

delerden kolyeler yapmış oldukları (günümüzün Hkel toplumlannda olduğu gibi) şüphesizdir. ... Hıristiyan âleminde IHc kez XI. Yüzyılda görülmeye başlayıp XII. yüzyıldan itibaren çoğalan teşbihin Haçlı Saferierinden donen savaşçılar tarafından, kadınlara hediye verilmek üzere Avrupa1ya götürülmüş olması kuvvetle muhtemeldir. Bugün ise kadınların, takı am acıyla teşbih satın aldıkları ve kendilerine intikal eden eski teşbihlerden kolye yaptıkları görülmektedir. Özette, " Delikli taş yerd e kalm az * atasözünün de vurğulocfcği gibi insanlar, gördükleri, boduklan deükJi taşlan mutlaka toplamışlar ve mutlaka İd onları bir am açla kullanmışlardır.

BRAHMAN ve BUDİST TEŞBİHİ Dini hüviyeti He kolyeden ayrıkan teşbih ilk kez Hincistan1 da, baştangrcı M.Ö 1000 yıllarına kadar uzanan Brahmanizm (Hinduizm)1 de görülmektedir. Brahman tapınaklarındaki kabartm alarda, baş tann ve dünyanın yaratıcısı dan Brahm a, ellerinde ibrik, teşbih ve kutsal kaşıklarla tasvir edilmektedir. Brahmanlar1da teşbih, iki büyük mezhebe göre iki tür dup bunlar birbirinden, dane sayısı ve yapıkjrtdan maddeler açısından ayrılmaktadır : Tann Şiva müminlerinin teşbihi, tann Vlşu müminlerinin teşbihi. ... Şiva teşbihinin yalnız Brahmanlar arasında kalmasına karşn, Vlşnu teşbihi, M.Ö Vl.yy. da ortaya çıkan Budizm1e aynen geçmesi nedeniyle, bu dini kabul eden Tibetliler, Çinliler ve Japoniar tarafından da kullanılmıştır. İslâmiyet1i kabul etmeden önce bir kısmı Budist olan Türkier1 in de ( elde somut kanıt bulunmamakla beraber ) bu teşbihi kullanmış ddukian şüp-hesizdir. Vlşnu teşbihi Türkier tarafından da kullanılmış ve bu durum Müslüman teşbihinin doğmasına veya en azından biçim almasına neden dmuştur ; dolaylı olarak Hıristiyan teşbihini de etkilemiştir. Buna göre Vışnu teşbihinin, bugün kutlanılan tüm teşbihlerin atası veya önderi olduğu söylenebilir. ... Vlşnu teşbihi Budizm' e yalnız bir dinsel gereç olarak geçmemiş, bu dinde özü etkileyen 475

bir temel unsur haline gelmiştir. Yüzsekiz tayt» Buda1 mn sistemiyle bütünleşmiş, pekçok dinsel fonksiyon yüzsekiz sayısıyla sınıflanmış veya sembolize edilmiştir. Örneğin, soydan yüzsekiz olan günahlardan korunmanın yolu yüzsekiz doneli teşbihi çekmektir; Buda1mn do ğumunda hazK bulunan BrahmanJar yüzsekiz tan ed ir; Ttoet Budizmi' nin kutsal kitabı yüzsekiz cHtttr; Pekin1 deki Büyük Tapınak (Beyaz Pagoda) yüzsekiz sütuniudur; Japonya1 da ölüleri anm a günü yakılan ateşlerin sayısı yüzsekizdir; Çin1de günahkârlara yüzsekiz değnek vurulur (eskiden) v.s. V.. Teşbih taşıma akşkantfğının tüm halka yayıldığı ülke Tibettir; ancak Tibet dış dünyaya kapalı yaşadığı için, bu konuda Müslümanlar kadar ün yapmamıştır.

HIRİSTİYAN veya ROMAN KATOLİK TEŞBİHİ Hıristiyan teşbihi de Vtşnu ve Müslüman teşbihleri gibi iki boyutta kullanılmaktadır: Daha çok rahipler tarafından çekilen yüzelli done, onbeş nişaneli büyük teşbih He genellikle halkın kullandığı elli dane, beş rdşaneli küçük teşbih. Her İki türün yapılışı tamamen aym olup sadece dane sayılan fahdidir. Bunların dışında dane sayısını Hz. Meryem' in ölüm yaşından alan attnmşüç (St. Bridget mezhebi) veya yetmişiki (Fransiskan mezhebi) doneli teşbihler de kullanıldığı gibi, nedeni kesin bilinmeyen otuzüç (Hz. İsa* mn ölüm yaşı(?), kırk, kırkiki. yetmişbeş. seksen ve seksemkı doneli resbltıler de mevcuttur. Hırstiyan teşbihini diğerlerinden ayıran esastaki fark, tüm parçalann bir ipe dizilmeyip birbirlerine zincir halkalarıyla bağlanmış olmasıdır. Hiçbir zaman değişmeyen bu gelenek hakkında Heri sürülmüş bir teze raslayamodık. Bize göre, bir teknik nedenin sonucu olam ayan bu durum, inananların dine, uluhiyetlere ve birbirlerine kopmaz bağlarla bağlı olduklarını sembolize etmektedir (Kur* an' ın 38/36. Ayetinde Hz. Süleyman* n ümmeti N... ve zincirle rle b irib irte rtn e bağlanm ış o la n başkaları 11 şeklinde tanımlanmaktadır). ... XV.yy. dan beri tüm Hıristiyan uluslar tarafından, kendi dinerindeki kelimenin yamstra müştereken kullanılan isim, Orta Latince rosarium ' dan gelen rosaru, rosaire, rosario 1 dur. Kelime anlamı " g ü l bahçesi" olan bu ismin niçin teşbihe ad olduğu kesinlikle bilinmemektedir. Bu ismin, o zamanlar moda olan Ngüllerden yapılmış çelenk” anlamını taşıdığı veya Hz. Meryem' e verilen bir isim olduğu yahut donelerin güioğoctndan

476

yapılmaksn nedeniyle bu adın verildiği yolunda bulunmakta ve bazı efsaneler de anlatılmaktadır. ... Hıristiyanlık, aynen Müslümanlık Dünya " kavramına dayanan, gücünü Cehennem a ile korkutmaktan alan c en n et denilince " içinde hurilerin gelmektedir.

çeşitli

görüşler

gibi, hatta ondan fazla “ Öbür " Cennet" ile müjdelemek ve H bir dindir. Ve her Hü dinde de dolaştığı gül bahçeleri" akla

Kanaatimizce, Hıristiyan teşbihine verilen rosarium 11 gül bahçesi" isminin anlamı " cennet" tir ve teşbih “ cennetin ervahtan* m sembolize etmektedir. Bu görüşümüzü, teşbihin doğuş efsanesi kuvvette destek­ lemektedir. ... Bu bölümün başında açıkladığımız gibi, kolyenin tarihçesi M Ö 8000 yıllarına kadar gitmekte ve görülmektedir ki insanlar bir taşı delip boyunlarına asarken başkalarım taklit etmemişler, her latada aynı sonuca kendi düşün yetenekleriyle varmışlardır. Dolayısıyla, dua ederken done saymayı akieden ilk Ksristtyanlar da bu doneleri deüp bir ipe dizmeyi kendiliklerinden bulmuş dabüirler ve de özellikle doruk noktalarına çıkmış eski uygarlıkların mirasçısı olarak. Fakat kolye takmak yani süslenmek insanların içgüdüsü olduğu halde (kİ boynun yavatti» biçimi de bu içgüdüyü yeterince tahrik etmektedir), teşbih çekmek içgüdüsel bir eylem değildir. Hıristiyanlık’ ın başlamasından XI. Yy. a kadar, yani tam binyüz yıl dua okurken çakıîtaşı sayan insanların, birdenbire en müiek&Tva örnekleriyle cevahir taşlarından teşbih çekmeye başkamdan ve binytta oranla çok kısa sayılacak bir sürede tesbihciliği Heri bir sanayi kolu haiine getirmeleri, herhalde tesadüflerle açıklanamaz. Müslümanlar' m VIII. yy. dan itibaren teşbih kullanmaya başlamaları da Emevtter* in Asya içlerindeki ilerleyişleriyle raskaşmakta ve haklı olarak teşbihin Müslümanlar* a Budist Türkter' den geçmiş olabileceğini düşündürmektedir. Ancak, ilk Htrisriyantar gibi, dua okurken çekirdek ve çakıttaş) sayan ilk Müslümanlar' ın düğümlü ip de kutlanmaları, henüz Hz. Muhammet hayatta İken teşbih fikrine çok yakm bir noktada bulunduklarını göstermektedir. Buna göre, Budist teşbihi (Vkşnu t.) Müslüman teşbihini doğurmamış olsa bile, hiç şüphesiz biçim ve malzeme yönünden etkilemiştir diyebiliriz.

477

MÜSLÜMAN TEŞBİHİNİN TARİHÇESİ ve GELİŞİMİ İslâm âlem inde teşbihinin Uk kez ne zaman kullanılmaya başiancfeğı kesin olarak tesbit edilememektedir ; büinen husus, Hz. Muhammet zamanında mevcut olmadığı ve o devirde, teşbihin prototipi diye­ bileceğimiz düğümlü ip ite çakıttaşı ve çekirdeklerin (hurma, zeytin) kullanılmış olduğudur. Elimizde kamt bulunmamakla beraber, kendi gözlemlerimize dayanarak kıyafet devriminden sonra da teşbih - elbise İkilisinin moda olduğu zanmndayız. Pekçok okuyucunun hatırlayacağı üzere, bundan yirmibeş - otuz yıl önceleri (İd Anadolu köy ve kasabalarında hala rastanmaktadır) bir San Çizm eli A ğa tipi mevcuttu. Bu ağakmn değişmez kıyafeti dik ense kasket; koyu kahverengi c e k e t; ve yelek yakasız beyaz gömlek ; sütlü kahverengi veya koyu krem külot pantolon (jokey pantolonu); koyu yumurta sar» veya kiremit rengi, ucu uzunpüsküHü kuşak ; kısa konçlu ve körüklü, kuşakla aynı renk çizme ; köstekti saat Be genellikle bir elde yaprak kamçı, diğer elde ise mutlaka atuzüçlü ve iri doneli bk kehribar teşbih İdi. Hiç kuşkusuz bu kıyafet, Avrupa aristokratlarının af gezintilerinde giydikleri binici kıyafetinin, geleneksel doğulu kuşağının eklenmesiyle Anadolu' ya adapte edilmiş şekKdk. Burada konumuzu ilgBendiren husus, koyu san ve kiremit renginin çeşitti tonlarında olan kehribar teşbihin, bu kıyafetin değişmez aksesuarı olarak gorünmeskfr. Bizi, bu tip kıyafet ile kehribar teşbih arasında Hişki kurmaya yönelten ana neden, bu çalışmayla ilgili olarak ottutaşı ocaklarına kadar yaptığımız Doğu Anadolu gezisinde, ayni kıyafetin kahverengi yerine ' siyah ve ona uygun renklerle ve iri doneli o+uzüçlü ottutaşı (kara kehribar) teşbihle birlikte karşımıza çıkmış olmasıdır. Kanaatimizce, Batı ve Orta Anadolu ağalarının aynı tip olan kıyafetlerindeki bu renk ayrımı, taşKfcklan teşbihin renginden kaynaklanmakta veya etkilenmektedir; çünkü, Doğu Anadolu halkı, doğal olarak kendi bölgelerinin ürünü ottutaşı teşbihi kullanmaktadır. Ne yazık ki, günümüzde folklor çalışmaları büyük bir yoğunluk kazanmış olmasına rağmen, daim a halk oyunları çerçevesinde ve yöresel kıyafet, adı altında yalnız eski OsmanlI giysilerine yönelik kalmaktadır. Araştvmanmza rağmen, kıyafet devriminden sonrasına alt ciddi bir çalışmaya rastayamodık ve bu nedenle görüşümüzü destekleyecek somut kanıtlar sunamıyoruz. Yalnız, yukarıda açıkladığımız kıyafetin “ ağa teşbihi*1 olması ve iri doneli otuzüçlü teşbihlere de halk arasında " ağa teşbihiN denilmesi, tezimizin kanıtı olarak kabul edilebilir.

478

... Zeytin ağacından ve çekirdeğinden yapılan teşbihlerin Müsiümanlar tarafından kutsal sayHmasının nedeni, zeytinin Kur* an' m çeşitti yerlerinde zikredilmesi, yağının adı anılarak veyazımmen övülmesi ve özemde zeylinin, ANah1m üzerine yemin ettiği nesneler arasında yer atm aud*. Ayn şekilde, hurma çekirdeğinden yapılan teşbih ve nazariıklann da kutsal sayılmasına Kurian'daki hurmaya yapılan övgüler nedeniyledir ve bunda ttdnci etken de hurmanın Arabistan' da yetişmeskir. Oruçlunun, bulabildiği takdirde zeytin veya hurmayla İftar etmesi, yine Yemen akiklerinden yapılan teşbih ve yüzüklerin kutsal değerler taşıması, tamamen İslâm İnançlarının sonucudur. Namaz teşbihinin doksandokuz danefi ckmaatrm nedeni. Hz. Muhammed1in “ Her namazm peşinde otuzüç kerre S übhânallah, otuzüç kerre Elham düM ah, otuzüç kene de Altahu Ekber dedikten sonra yüzüncüde Lâ Ik fre Itkallâhü vahdehu lâ şerike leh . Lehün-mülcü ve lehül-ham dü ve hüve a iâ küll şey*in kacfr cttyen kimsenin deniz köpüğü kadar günahı otsa d a mağfiret olunur “ hadisinde bikfirdiği sayılara uyulmasıdır. ... Geleneksel Müslüman teşbihi ■ doksandokuzlu ", "üç otuzüçtü " veya ” namaz teşbihi ” odlarını ta ş la n , doksandokuz daneti ve İki nişaneti olan teşbihtir. Dunun dışında, daha çok el meşgalesi olarak kullanılan ■ otuzuçlü 11 veya " el teşbihi " He a beşyüztü 11 ve “ binli " veya ikisinin birden " zikir teşbihi " denilen tarikat teşbihleri bulunmaktadır. Doksandokuzlu donelerinin genellikle nohut vaya kızılcık kadar otmalanna karşın, otuzüçtü doneleri iri bir zeytin kadar oiabHmekte ve bu tiplere hale arasında " ağa teşbihi11 veya ” muhtar teşbihi11 denilmektedir. Doneleri en fazla 3-4 mm. Çapında olan küçük doksandokuzlular kadın teşbihi kabul edilmekte ve zenne adım taşımaktadır, (zenne, Farsça zen ân e " kadına mahsus, kadın işi ” sıfatından bozulma olup kuttanım alam geniş bir isimdir). Tarikat teşbihleri, dergahlarda ve zikir meclislerinde halkdanp oturan sâiiklerce birlikte çekilenler olmak üzere iki gruba ayrılmakta ve boyuttan değişmektedir. Her İki türde de doneler kürevî (yuvarlak) olup genetikle birincide can eriği veya küçük bir elma kadar, İkincide ise zenne öiçüsündedir (taşmabiliriik açısından). ... Bir namaz teşbihi, ana parçalar olarak tahrfl, im am e, iki nişane ve doksandokuz d a ne' den meydana gelmekte, bunlara püskül ve pul

479

eklenip h arç edilmektedir.

karıştırılmasıyla

da

daha

zengin

bir

teşbih

elde

DİN VE İNSAN (Ahmet KAHRAMAN r\ Dinier TariN kitabından derlenmiştir.) İnsan dindar doğan bir varlıktır. Bu bakımdan din duygusundan soyutlanmış olarak yaşamasına imkân yoktur. Çünkü onun BEDEN ve RUH gibi çift yönlü bir yapıya sahip olarak yaradılışı, dindar olmasını da gerekli kılmıştır. Bir insanın bedenini, yani maddesel olan varhğint, içinde yaşocfcğı ortamın dış etki ve sokanlarından koruyabilmek için nasıl ki bir sığınağa gereksinim duyuyorsa, ruhunun da, onu çeşitli etkilere mahkum olmaktan kurtaracak manevi bir desteğe, güvenli bir sığınağa gereksinimi vardır ki, bu d a ancak DİN güvencesi altında olduğunu hissetmesiyle gerçekleşebilir. Din, bazı çevrelerin İfade ettiği gibi, çeşitli etkilerle insana sonradan aşılanmış bir fildr değildir, O, insanla ikiz doğan yüksek bir duygudur. Nitekim gerek kutsal kitaplar, gerekse arkeolojik araştırmalar ve insanlık tarihi, yeryüzünün var olduğundan bu yana hiçbir bireyin, hiçbir kavmin ve ulusun dinsiz olduğunu haber vermemiştir ; bUakfe insanoğlunun cin duygusuyla ikiz olduğunu, her zaman ve her ortamda <Sn müessesesine bağlı kaldığını kesin bir ifade ile bildirmişlerdir. Kitabımızın bu kesimine kadar çeşitti konularda yaprlan sembolik benzetiş, ta n ım lam a ve yorumsal açıklamaların bk çoğunun batıl da olsa, dinsel bir görüş ve inançtan kaynaklanıp yönlendiğini anlamış bulunuyoruz, (yazann notudur) Dinsel faaliyetler, eski çağlarda yaşayan insanların hemen hemen tümünün önemli bir uğraşı olmasına karşın, bugün modem yaşam koşulan içinde, İbadetin daha çok belirti bir kesim v e zam an İçin d e yaptlageimekte olduğunu görmekteyiz. Kutsal kitapların sonuncusu olan Kuran1ın beyanına göre, Tan1nm Hk yarattığı insan Adem, aynı zamanda bir peygamberdir. Bundan sonra Tann, sürekli olarak insanları doğru yola yöneltmeleri için, peygam berler göndermiştir. Hz. İbrahim (Abraham) ise Hz. Adem' den sonra tüm tek Tanrılı dinlerden okankm b a b a sı sayımştır.

480

Tapınma gereksinimi insanla kardeştir demiştik. Çünkü, vahşi ve uygarlıktan yoksun kavimlerde, m ağaralarda hayvansal bk yaşam sürdüren ilkel insanlarda bile bu gereksinim duyulmuştu. Geriye doğru ne kadar gidersek gidelim, dinsiz yaşamış bir ulusun varlığını göremeyiz. Bugün, gezdiğimiz tüm eski kentlerde bir tapınağa veya onun kotalısına, izlerine rariamıyormuyuz?.. Eski Yunan ahlakçılarından ve tarihçi Ptutarque' ta " Dünyayı dolaşınız, duvarsa, edebiyatsa, kanunsuz, servetsiz şehirler bulacaksma, am a mabetsiz ve* mabutsuz bir şehire rastarmyocaksınal" demiştir. ( Hangi evrede olursa olsun, dinin konusu insandK ve ebeckdk. İslâm, Hmi dinin esastan arasında saymıştır. Nitekim Kuranın Hk emri ilimle ilgilidir. İlim ise akla dayanır, İslâm da okla ve mantığa d a ya n ır.; asla ilimle din çatışmasından söz edilemez. Bu nedenle kendi bölümünde açıklandığı gibi, özellikle dini mimariye ilişkin yapıların çeşitli öğeleri ve fonksiyonlarını tetkik ederken, sadece gözlerimizin bize gösterdiği Ke yetinecek olursak, onkann gerçek amoçiannı bilemeyiz ve bulamayız. Bu sanat ürünlerini yaratan çeşitti etkenlerin ve ince düşüncelerin izleri, ancak sağduyumuzu kullanabildiğimiz oranda, kendilerini gösterebileceklerdir. Banlan çözümleyebilmek İçin gerek duyacağımız anahtarlar formül ve prensipler ise senbolierin anlamı ve anlatımı olup kendteine özgü bir sözlükte bulunmaktadırlar) ( Yazann noludut) Freud, Lucröce ve AJbert Einstein gibi bazı psikoanaiiz ve fizik bilginlerine göre, boylerine insanlık kadar bk geçmişi olan din ~ duygusunun temelini KORKU VE ÜMÎT oluşturmuştur. Çünkü insan, korku ve ümit gibi iki ayrı duyguya sahiptir. Kudreti dışında kalan oiaytann bazılan ona korku, bazıları da ümit bekleyiş arzusu aşikar. Bu bakımdan din doğa üstü gizemli güçlerin varlığına inanmaktır. Nitekim evrende olan bitenleri sürekli seyreden İlkel insan, gerçek nedenlerini çözemediği müthiş tabiat okaylan karşısında dehşete kapılmış, ürpermiş ve son derece korkmuştur. Bunun yanında bazı tabiat olayları hoşuna gitmiş, ona bk ümit, sevinç ve huzur kaynağı olmuştur. Örneğin, biraz evvel kendisiyle bk arada olduğu sevdiği bir kimsenin, bir anda cansız hale gelmesi, göklerin gürlemesi, şimşekler, yıldırımlar, kasırgalar, yıldızların kayması, üzerinde yaşadığı ve sabit sandığı yerin bir beşik gibi sallanması, gecenin karanlığın, kışm soğuğu, yazın sıcağı., gibi, nedenini bir türlü anlıyamadığı sonsuz tabiat okaylan karşısında adeta ürkmüş ve tüm bu olaykar onda korku denilen bir duygunun oluşmasına neden olmuştur. Öte yandan, bunlara paralele olarak, kalbini ümit ve neş' e ile dolduran, örneğin, 481

yrfcfczkann gökyüzünü süslemeleri, aym verdiği aydınlık, gerek ısısıyla gerek tştgryia her canlıya yeniden hayat veren güneşin belirli zamanlar içinde doğup batman, bitkilerin boylarını uzatan yağmurların inmesi..gibi onu sevindiren otaytarm içindede yaşamaktaydı. Böyletine birbirine karşıt olaylar dizisinin karşısında tam antarrvyia kendini güçsüz hisseden insan, korktuktanmn kötülüklerinden kendini güvenceye almak, ümit kaynağı oiankyın ise sevgisini kazanabilmek için atçakyor, yerlere kapanıyor, dua edyor ve yalvarıyor, onlara otan bağtıkğsn belirtmek omacıyta, bellili hareketler yapıyor, kurbanlar, adaklar sunuyordu. İşte, din ve ibadet fikri bu şekilde oluşup gelişmiştir, diyeceğiz.... Ancak XIX. Yüzyılda Jean -Jacques Rousseau, Vottaire gibi bazı batık düşünürlere göre de dkn insanla beraber doğmamıştır; temeli yakmcıMctır i d n adam lan tarafından kurulmuş bir baskı unsurudur... Hiç şüphe yok ki bu. onlara ortam ve zam ana özgü bir görüş. Çünkü, yüzyikardan beri insanların kandırılması mümkün olom ayacağ gibi, hangi dinden olursa olsun, inananlann İbadetine yarcfcmcı olan cfin adamlarım gözden düşürmek gibi bir am aca yönelik olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Dinin başlangıç ve doğuşunun nedenleri üzerinde çeşitli görüşler ve eleştiriler yapdmştır. Bunlardan bazılanm şöyte özetliyorue : 1.

Şayet dinin doğuş nedeni tabiat olayları karşısında duyulan korku olsa idi, insan zekasının gelişmesiyle, bu olayların ne olduktan ankaşddrtctan sonra, onlan inceleyen hatta kontrokına akan kısanın dinsiz kalması gerekecekti. Halbuki bu olaylarla meşgul olan bazı bilginlerin daha dindar olduklarım görmekteyiz.

2.

Ümit ve korku dini doğuran etken değil, aslında var olan din duygusunun gelişme nedenidir. Din duygusu olmasaydı, insan ibadet etme yoHarmı aramaz ve birtakım dini faaliyetlere girişmezdi.

3.

Eğer insan sadece güçsüz kaldığı tabiat kuvvetlerine tapmış olsaydı, İleri sürülen bu fikir doğru olabilirdi. Halbuki ilkei insan bazı evrelerde kendinden zayıf hayvanlara, örneğin tavşana, kuşa, kamlumbağaya, yıkana, köstebeğe ve diğer güçlerine inandığı, aslan veya boğaya da tapmamış rrucfcr?.. Bunlar dinin başlangıcı olamryacaklan gibi, insana tapınma fikrini aşılayacak güce de sahip değildirler. 482

İlkel insan yaşantısından çağım ıza kadar, din duygusu ve onun gerektirdiği tapınm, Animizm (ruhçuluk), Fetişizm (eşyaya tapınm a), Totemizm (klan dini), Paganizm (putlara tapm a), Politeizm (çok tanrılık), DuaKzm (iki esas kabul eden mezhep) isimleri altında gelişerek, sonunda MONETEIZM (tek tanrıcılık) şeklinde gelişerek, ilâhi vahye kadar ulaşmış bulunmaktadır. Monoteizm1 in gelişmesine İle olarak, Afrika ve tropik ormanlar civarında yaşayan Pigmeleri de, Filipin Adalarında, Güneydoğu Avustralya1 da, ilkel Eskimolari da, M alaka1 da, Japonya1 da ve Kaliforniya He Kuzey Antaikanın bazı yerlerinde, raslandığı Heri sürülüyor. Pigme dininde İbadetin sihir ve toplumsal örgütlenmeyle ilgisi yoktur. Yapılan ayinler (dinsel anlamdaki törenler) tam am en kişiseldir. Buradan hareketle İlmin tanıttığı en eski dinin ne kaynağı, ne de ifadesi nedeniyle toplumsal olmayıp, tam am en KİŞİSEL bir inanç duygusu olduğunu söyleyebiliyoruz. Bu felsefeye göre Tanrıya karşı duyulan aşk ve şükran, duyguların özünü oluşturmaktadır. Korku sadece ölüme karşı duyulmaktadır. Tann1 mn üstün vasıflan, O1 nun ahlakı tam ve mükemmel, herşeye egem en ve herşeyi yapm aya gücü olan ve herşeyi bilir ofmasKfcr. İslâm inanana göre din insanların sonrodan İcat ettikleri bir şey değHdtr. İnsanda DOĞUŞTAN VAROLAN yüksek bir duygudur ve sağduyu* dur.

İSLAM DİNİNE İLİŞKİN BAZI HATIRLATICI BİLGİLER, İLKE VE YORUMLAR İslâm , Hz. Muhammet tarafından tebliğ edilen son ilâhi cine verilen isimdir. Sözcük olarak (selâm) mastarından türemiştir ve dinsel açıdan teslim olma ve SELAMET anlamlarını İçerir. Aynı zam anda, barış içinde yaşama, tehlikelerden uzak olma ve eylemlerimizin sonunun İyi ve hay/k olması dileği ile ilgilidir. Diğer bir deyişle İslâm, Tann' mn tebliğine ve öteki iman esaslarına inanma1dır. İslâm inançlarına göre, bu sadece Hz. MuhammecT İn dininin adı, değildir. Çünkü, ondan önce gelen Hz. Adem, Nuh, İbrahim, Musa ve İsa gibi tüm peygamberlerin dinlerinin adı da İslâm 'dı. Dünyanın her tarafında ortaya çıkan bütün peygamberler Müslümandılar ve sadece Müslümanlığı tebliğ etmişlerdir. O halde Hz. 483

Muhammecf İ yeni bir dinin muckfi değil, adında varolan İslâmî yeniden tebliğ ve yaymakla görevli, yüce bir kişi olarak, kabul etmemiz gere­ kecektir. Kuran1 m bildirdiğine göre, bütün gelmiş geçmiş peygamberler, insanlara aynı esasları telkin etmişlerdir. Telkin edilen bu esaslar temelde bk değişikliğe uğramadan, sadece zaman içinde değişen ve oluşan başka gereksinimlere de cevap verecek şekilde, daha ileri bir yüzeye ulaştığından, İslâm1 ın son ve en gelişmiş din olduğuna inanıyoruz. Bu yeni tfnde, diğerlerine oranla önce a d a le t, hoşgörü ve tolerans prensipleri ege-mendi. İslâm dini çeyrek yüzyıl kadar bir süre sonunda kabul edilerek yayılmaya başlamıştır. Hıristiyanlık ise aşağı yukan 300 yıl sonra resmiliğini kabul e "irebilmiş (313 Milano Emirnamesi) ve daha çok baskı artında, gizlilik İçinde ve kuytu yerlerde ve zor koşullar attmda gelişmiş ve tutunmuştur. (Kapadokya kiliseleri). İslâmda durum hlçbk zaman böyle ve bu ölçülerde olmamıştır. Çünkü onun mükemmel bir YASA olduğuna inanılmıştı. Hz. Muhammet vefatından önce 100.000 kadar kişiye İslâmî kabul ettirmişken. Hz. İsa1ya inanalann sayısı sadece 12 idi... Bugün dünyada varolan 44 kili ufaklı ülkede yaklaşık 1 milyar Müslüman yaşamaktadır ki, bu sayı dünyanın ortalam a yaşının 1/5' ni oluşturmakta ve diğer dinlere oranla özellikle Amerika1 d a en fazla yaygınlaşan din olduğu gözlenmektedir... Hz. Muhammet 571 yılında Arap yarımadasında, Hicaz bölgesindeki Mekke şehrinde dünyaya geldi. Mekke, aym bölgede bulunan Medine ve Taif şehirlerine oranla, doğal kaynaklarının fakirliğine rağmen, daha çok gelişmişti ve 10 reis tarafından yönetilen bir site- devlet1 e sahip bulunuyordu. Komşuları arasında kervan ticareti yolu He, ithalat ve ihracat işleriyle daha ileri bk düzeye ulaşmış olan Mekke' de, edebiyat ve güzel sanatlar da bk hayli yaygn bir uğraş haline gelmişti. Bunun yanında, kadınlara iyi davranılır, onlar da kendi başlarına malmülk sahibi olabilir, evlenmelerinde onların da isteklerine göre hareket edilir, hatta anlaşmaya göre, boşama hakkına bile sahip bulunurlardı. Ancak, bu üstünlüklerinin yanı sıra, ahlaki düşkünlükleri bu toplumun yaşamını İçin için kemirip yıkmaktaydı. Kabileler arasında kan davalan, vardı ; içki, kumar, fuhuş ve tefecilik son haddine varmış bulunuyordu. Din bakımından, Arapiar çeşitli putlara tapınmaktaydılar. Aynca, Musevilik, Hıristiyanlık ve Zerdüşflük dinleri de Arapiar arasına karışmış 484

bulunuyordu. MekkelMer (Bir Allah) (El Allah) kavramını bildikleri halde, puttan ANahka kendi arakannda bir araç olarak kabul ediyorlardı. Bir Allah’ a iman esasına dayanan Hanelik, Mekkede olumlu bir hareket olarak doğdu. Hantfker yalnız Allah a ibadet ederlerdi. Arapkarm peygamberimizin doğumundan önceki bu yaşantılarına CAHİUYYET DÖNEMİ denmektedir. Aslında bu dönem yalnız Arabistanda değil diğer ülkelerde de egemenliğini sürdürmekteydi. İşte böyle bir ortam ve dönemde, Musa peygam berin Tevratta. İsa peygamberin ise İncir de haber verdikleri gibi, âlim lerin büyük kurtarıcısı Hz. Muhammet dünyaya geldi. Çölde parlayan İlahi bir nur gibi, tüm İslâm alemine HAKKA ve kurtuluşa giden yolu aydınlattı... Hz. Muhammed1 in babası Abdullah, Kureyş kabilesinin Haşimi kolundan, annesi Hz. Amine de gene aynı kabilenin Zühre oğullanndandır. Doğumundan 3 ay kadar önce bobasım kaybeden Hz. Muhammet Mekkede 4 yıl süreyle bir süt anne tarafından emzirilcfl ve dedesi okan Abdüimuttaiib tarafından koruma affına alındı. Tekrar Mekkeye getirildiğinde 6 yaşındaydı. Bu «roda annesini, 2 yıl sonra da dedesini kaybettiğinden, amcası okan Ebû Tâtib tarafından büyütüldü ve eğitildi. OnHd yaşlarında iken, Şamda bulunan Bahire isimli bir papaz İncir in beyanlarına dayanarak, onun geleceğin peygamberi okacoğtm keşfetti ve bunun amcasına ileterek, çocuğun Şam Yahudilerinin girişebilecekleri bir suikasta karşı korunması yolunda uyardı. Yirmi beş yaşında iken, kencBsinden 15 yaş kadar büyük okm Hz. Haticeyte yaşamını birleştirdi ve onunla ticaret ortakhğı yaptı. Otuzbeş yaşına kadar, asta putlara inanmadığının dışında, dini hayatı hakkında ilgili kaynakların pek fazla bilgi vermediği Hz. Muhammet, 35 yaşına geldiğinde Kâbe hakemliğini yaptı. Hz. Muhammed1 İn peygam berliğe başlaması 40 yaşlarına faşlar. 610 ytftnda Cebrail isimli melek tarafından, Nur dağındaki bir m ağarada kendisine ilk vahiy geldi. Kadir gecesinde geçen bu olay hem onun peygamberliğinin, hem de İslâm dininin başlangıcı olmuştur. Bundan sonra 3 yıl kadar süreyle, başka vahiy gelmedi ve 613 yılında yeniden Allahın tebliğlerini alm aya başlayan Hz. Muhammet Kuran' ı 23 yılda tamamladı. Müslümanlık putperestliğe temelden dönemi yaşayan Arabistan halkının peygamberimiz çok zorlu bir m ücadeleye peygamberken, 622 yılında Medine1ye göç 485

karşı olduğu için, cahfliyyet şidetti tepkileriyle karşılaşan girişli. Bu nedenlerle 12 yıllık etmek zorunda kaldı. Bu tarih

önemli bir otay olarak kabul edildiğinden, Hicrî Takvim1 in baştangra olmuştur. MekkeS putperest kabilelerle yapmak zorunda kaktığı Bedir, Uhud, Hendek ve son olarak Hüneyn savaşian sonunda, bütün Arabistan Müslüman dinini kabul etti ve Büyük İslâm Devleti kuruldu. Hz. Muhammet 632 de vefat etti ve Medine' ye gömüldü. Katarından Hz. Fâtima Hz. AH ile evlenmiştir. Hz. Muhammecfin vefatından sonra yerine Hz. Ebu Bekir geçti. Hz. Muhammecf İn Hz. İsaf nın yaptığı gibi, objektif mucizelerinden söz edilmez. Onun en büyük mucizesi KUR1ANI KERİM' dir. Daha önceki peygamberlerin mucizeleri daha çok duyu organlarına hitap ediyordu. Çünkü o zamanlar insanoğlunun kavrayışı, akıla kantlara dayanarak inanacak yüzeyde değildi ; daha çok. ilgisini çekip kendisini hayret ve şaşkınlığa uğralan, eşi görülmemiş şeylere inanıyordu.

Hz. MUHAMMET VE PEYGAMBERLİK İnsanlik tarihinde hayatlarını kendi uluslarının dini ve sosyal bakımdan gelişip ilerlemelerine adamış kimseler hiçbir vakit eksik olmamıştır. Onları her ülkede ve devirde görürüz. Bu çok saygın İnsanlardan herbiri, genellikle İlâhi bir görevi duyurmakla yükümlü olduklarını söylemişler ve arkalannda kendi kavim ve uluslarını rehberlik edecek, hayat yasalarım içeren kutsal kitap lar bırakmışlardır. İlâhi görevle gönderilen bu yüce kişiler peygamberlerdir. Kuram Kerim' in beyanına göre, Allah her ulusa bir peygam ber göndermiştir. İlk peygamber Hz. Adem, sonuncusu ise Hz. Muhammecf tir. Bu ikisi arasında kendilerinden söz edilen ve edilmeyen sayısız Allah elçileri, tekrar tekrar insanlara gönderilmiş bulunmaktadır. Kuranda adı geçen peygamber sayısı (25) tir. Ancak 3 tane daha vardır ki, bunların peygamberlikleri tartışmalıdır. Bunlardan kitap gönderilenlere Resûl. gönderilmeyenlere ise N eb î denilmiştir. Bütün peygamberler ya bir kavme, ya da bir ökeye, veya belirli bir zam ana alt olmak üzere, gelmişlerdir. Halbuki Hz. Muhammet dünyanın sonuna kadar ulusların, bütün insanların mutluluğunu sağlamak için, gönderilmiştir. Böyfece (hak dinler) zincirinin son halkasını oluşturan 486

İslâmiyet, insanlığın en ileri evresine hitap etmek üzere gönderilmiş ve geçmiş dinleri bünyesinde özetlemiştir.

KURANI KERİM Allah kullarına 104 adet kutsat kitap gönderdi. Bunların belli başldan, Tevrat, Hz. Musa1 ya, Zebur, Hz. Davut* a, İn d i, Hz. İsa1 ya ve Kuran, Hz. Mühammed1 e nail olmuştur. Kuran bu kitapların d a Aftah tarafından indirilmiş olduğunu kabul eder. Ancak bunlardan bazıtan kaybolmuş veya önemli değişikliklere uğratılmıştır. Kuran, sözcük olarak okumak, ezberden okuma anlamına verir. Kerim ise, asalet ve onur sahibi demek olan Kerim' den türemiş olup, genel anlam da cömert, saygıdeğer, yüksek, aziz demektir. Bir araya getirilmiş sayfalar anlamında, M ushaf ta denilmektedir. Hz. Peygamber vahiy gekiği zaman, kendisiyle konuşabilen çağdaşlarına (ashabına) gelen ayetten ezberlemelerini ve yazmalarını emretmiştir. Böytece, bir yonhşltk yapmamak için gerekli önlemleri almış bulunuyordu. Çünkü ne tek başına ezber, r>e de tek başına yazma, güvenilir dmryabilirdi. İşte bu nedenle İki metodu bittikte kullanmıştır. Bu olayın başta gelen tanığı Hz. Ömer* dir Kendilerinin vefatı üzerine, ülkenin bazı kam larında baş gösteren ayaklanm alarda çok sayıda Kuranı ezbere bUen hafız şehit olunca, bundan kaygı duyan halife Hz. Ebu Bekir, vahiy katiplerinden oluşan bir komisyon kurarak, bütün ayetleri iki kapak arasında bir araya toplattı. Ancak kuranın teksiri Hz. Ömer tarafından gerçekleştirildi. Kuran Fatiha, Bakara...suresi gibi 114 sure (FASIL) ve 6666 ayet* ten oluşmuştu. En eski nüshası bugün Taşkent* te bulunmaktadır. Kuram Kerimi ezbere okuma alışkanlığı Hz. Peygamber devrinde başlamış ve zamanımıza kadar süregelmiştir. Bugün İslâm aleminde yüzbinlerce Müslüman Kuanı ezbere bilmektedirler. Bu, Kurana özgü bir aitşkantfk ve gelenektir. Diğer kutsal kitaplar için böyle bir olaydan söz edilmemektedir. Kuamn aslı Arapçackr, bugünde Arapçacbr. Ancak diğer yabancı dillere* de tercüme edilmiş olup, Arapça bilmeyenler için yararlı oimaktodır.

487

Kuranı Kerim ırk. bölge ve zaman ayırt etmeden tüm İnsanlara hitap eder. Onda herkes için gerekli, her yer için uygulanabilme niteliği ve yeteneği, her zaman için geçerliliğini koruyan direktifler bulunmaktadır. Kuran, İsa1 nın Meryem suresinde okuduğumuz gibi, babasız doğduğunu kabul etmekle birlikte, O1 nun Allahın oğnj olduğundan kesinlikle söz etmez. Kuranın 34 yerinde Meryem' in adı geçer.

' Hıristiyanlıkta tek ve yanılmaz otorite Papa' dır. islâmda ise Kuran1d*. Bugün Anadolu' da gerek İslâm, gerekse Hıristiyan inananiartrwn ortak olarak saygı duydukları 3 kutsal yer bulunmaktadır: Meryem Ana Evi, Hz. Mevfâna Türbesi ve Yedi Uyuyanlar Mağarası...

CAMİ Cami sözcüğü, Azapça (cem - toplamak} tan türemiştir. Fransızca, İngilizce, Yunanca ve İbranice (6glise, church, ekklesia. havra] sözcükleri de, topluluk veya toplanma anlamlarım içeriyor. Bu bakımdan İbadet İçin insanların bir arada bulunmaları gerekliliğinin, diğer dinlerde de ortak bir düşünce olarak yerleşmiş olduğunu görüyoruz. Isiâmda Cuma günleri bir birleşme, bütünleşme günü olmuştu. Cami, minareli ve mimberii bir İslâm mabedi; içinde hutbe okunan büyük mescittir. Cami sözcüğü Türkçeye özgüdür. Arapkir cami1ye (mescit) derler. Bizde ise mescit, küçük ve içinde hutbe okunmayan, cuma ve bayram namazı kıhnmayan, mimbersiz yapıtlardır. Mescit sözcüğü SECDE' den türemiştir. HUTBE : Hitaptan gelir. Belli zamanlarda camilerde mimbere çıkarak okunan ayet ve hadislerle süslü dinsel söylev. Özellikle Cuma ve bayram namazlarında okunur. Hutbe okumanın bazı koşullan vardır. Örneğin, ayakta ve bir topluluğa karşı okunmalıdır. Eskiden adm a hutbe okutmak, adını taşıyan para bastırmak anlamına geliyordu. Öte yandan hutbeyle bir zamanların Resmi Gazetesini özdeştirmek mümkündür (7) Selâtin camii, iki veya fazla minaresi oian ve Osmanlı hanedanı üyeleri tarafından yaptırılmış camilere verilen isimdir. Eskiden padişahlardan başkası birden fazla minaresi otan cam i yaptıramazlardı; minare adedi sınırlanmıştı.

488

Cami İslâm dininin sembolüdür. İlk camiler MİHRAP ve MİMBER gibi iki lütürjik (dua törenleriyle ilgili yer) elemanı İçeriyordu. Hz. Muhammecf in Hk mescidinden algılanarak inşa edilmiş olduğu sanılan bu camilerin genel şemasında sütunla çevrili bir avlu bulunmaktaydı. Cami, ibadet dışında sosyal yaşamında bir merkezi olmuştur. GeneHüde yaptıranın veya bulunduğu mahalle veya semtin adım taşıyan camilerimizin, özellikle . çok işlev» olarak tammtananlan, sosyal bir öraüttenmenin güzel öemeklerinden biridir. Bu bakımdan camiler, bir kült olduğu kadar kültür merkezi de olmuşlardır. KÜLLİYE adım verdiğimiz, çeşitti am açlaria inşa edilmiş yapıların bir arada bulunduğu kompleks1in büyük bir kısmı okul işlevi yapmaktaycfc. Bu durumun, Ortaçoğdan sonra inşa edilmiş olan kiliselerde de aym olduğunu görmekteyiz. Genellikle okullar ve kolejler kiliselerin içinde veya yanında değiNermidir?.İstanbul* da bunun örnekleri var. Genel olarak cami* nin fonksiyonlarını şöyle özetliyeceğiz: 1.

İbadet,

2.

Eğitim ve öğretim,

3.

Halkın birbiriyle haber alışverişi yapabildiği bir haberleşme merkezi,

4.

Tarih İçinde devletin yönetim merkezi,

5.

Gene tarih içinde, hastane, depo, kışla, mahkeme, misafirhane... olarak kullanılması.

Kentin en büyük camisine ULU CAMİ denilir. Hemen her kasaba ve şehirde bir ulu cami bulunur. Genellikte, cem aatın daha çok sayıda olduğu, Cuma ve bayram namazları bu cam ide kılınır. Ulu camiler normal olarak o şehri oluşturan moleküllerin (mahallelerin) ortasına yakın bir yerde bulunurlar. Böytece, camiye gelmek isleyen herkes için yürünecek yolun mesafesinde bie eşitlik sağlanmış oluyordu. Köy ve kasabalarımızda bir de ULU CAMİLERE arkadaşlık edercesine dikilmiş çınarlar vardır. Bunlar uzun ömürlüdürler. ULU ÇINAR adı verilir. Köy halkı genelde onun altında sohbet etmayi yeğleri... Eski çağlardan bu yana, genellikle dinsel am açlı yapıların diğerlerine oranla daha büyük boyutlarda, daha sağlam ve dikkati çekici bir biçimde inşa edildiklerini görmekteyiz. Bunkınn en büyük otanlan ise.

489

yerleşim bölgesinin, geometrik olarak merkezine yakm txjkjnm akkx*rtar. Ani ören yerindeki katedral, Paristeki Pantheon gfc>i... Ulu camHer İsidmda küHryetenn de bir merkezi gbtydMer. Günümüzün üniversite rektörlüklerine benzer yanlarının bulunm a* mümkündür (7) Genel olarak camilerin cfcş avlularına oçtian 3 veya 4 kapının, simetrinin yanı sffa, şehrin farklı yönlerinden gelenlerin camiye girişlerini kolaylaştırıcı işlevi ve yaran bulunuyordu. » OsmanlI döneminde, büyük şehirlerde, çok sayıda cami yap4<*ğı bülnmektedk. Bunun nedenini dine okn boğMtğın yanı stra.lm ve irfana verilen değer yargısıyla da birleştirmemiz gerekecek. Bu kentlerde, devletin yaptırdıkianna Baveten, parasaf güçleri olan hayırsever va­ tandaşlar da, cami yaptırmanın aym zam anda bir okul yaptırm ak kadar topluma yarar sağlıyacoğına inancManndan, bu hizmete kaMmaktaycMar. KÜLLİYELER : Sözcük olarak anlamı, bütün veya to p tu k** tu . Külliyeler önceflkle birliği, birleşmeyi »ağlar ve dinse lk ie birleşir. Cami yapımının arzulandığı amaçlann başında gelen ve önemli olan husus, nedeni şu veya bu olsun, insanları bir araya getirmektir. küAtyeier bu am aç doğrultusunda yapılaştınlrruşlardHr. Genel olarak, c a milerin yarm a çevresine yerleştirilen bu yapılar şunlardan oluşuyordu: 1.Hadfe okulu,

7. Tabhane (mtoaflrhane).

2.Tıp medresesi.

8. Han, kervansaray,

3. Hastane, şifahane,

9. Hamam,

4. Dispanser,

10. Kütüphane,

5. Sübyan mektebi (Uk okul)

11. Dükkan (arasta)

6. İmaret (darütziyafe)

12. P ara alın m ayan

umumi

tu va le tle r. » Görüldüğü üzere tüm bu tesisler, kasaba hattamn sosyal gereksinim­ lerini karşılar yeteriifcteydiier. Ancak zaman içinde, bu gereksinimler ciğer modem yapılarla karşılanmaya başlayrca, cam iler sadece fcadet için uğranılır yerler haline gelmişlerdir. Değişik işlevleri d a n bu yapıların, halkın bir an önce yararlanabilmesi için, caminin İnşaatından ö n ce hizmete oçtimasma dikkat edNmekteycfl.

490

Camilerin harem duvarlarıyla çevril olan cfcf avlulan açık bir hale pazan (a g o ra la r g ib i) ve gerekliğinde mahalle hdkımn a ç * hava toplantıları için uygun gördükleri bir meydan olarakta kuttanılmıştarcfcr. Cami tuvaletlerine g elin ce; bunlan her ne kadar küWyenin organik bir parçası peklinde saymak doğru değilse de, umuma hizmet vermesi ve parasız oluşu nedeniyle, yaran inkâr edilmemelidir... Anadolunun bir çok yerinde, ne yazık ki, belediyelerin bu konudaki hizmetleri gerçekleşinceye kadar, eskisi gibi gene halka açık bulunmaktadırlar!.. .Ancak bu konuya değinmişken, hazıkımın, girerken temizlik ve bakjmlıbkJanyta bağdaş­ m ayacak ücret istedikleri serzenişinde bulunacağım ... İbadet kodar alışveriş yapmakta, Türk toplamımda güncel yaşamın bir parçand*. Bunun yanı sıra, Orta Asya göçebe topiumunun yaşantısının bir uzantı» oknalıcfcr İd, Türider evlerinden çok dışarıda dolaşıp yaşamayı sevmektedirterl Batı ülkeleri turistlerinin dikkatini çeken olgulardan biri de budur... Bugün büyük şehirlerimizde her adım başı bir dükkan, m ağaza v a r; caddeler seyyar satıcılarla doludur. Bunun yanında, insanlar sel gibi dolaşmakta ve bu dükkanlara girip çıkmaktadırlar...İşte, zamanın yönetimi bu gereksinimi de göz önüne alarak, kapcriıçarştkır inşa ediyor, ayrıca bunların camilere yakın olmatanna da özen gösteriyordu. İşin aslı, ticaretin insan ilişkilerinin gelişmesine olan yaranna inanmak ve birbirlerini tanıyan Insanlam sayısını çoğattarak kardeşlik olgusunu geliştirmekten kay­ naklanıyordu. Öte yandan ibadet* in de toplu olarak yapılmasında güdülen amaçm. aynı paralelde olduğunu söylemek mümkündür. Ticaret ve ib a d e t ilişkileri birbirlerini tamamlayan bir rol oymyarak, üretim ve sanayi* nin gelişmesine etkili olduğuna göre, yönetimin de bu ilişkileri kolaylaştırıcı önlemler alması doğal sayılmalıydı... İstanbul ve Bursada büyük kapatıçorşılar var; bunlar hemen camilere bitişiktirler. Bu çarşıların diğer bir am acı da vatandaşın, hava koşutlarından fazla etkilenmeden ve uzaklara gitmeden, hem ibadet, hem de alış- veriş gereksinimlerini kolaylaştırmaktı. Bu gözlem ve yargımızı, eski çağların yaşantısında yer almış bazı verilere iliştirerek kanıtlamaya çatışacağız : Bunlarda d a ib a d e t, ticaret ve eğitim gereksinimlerini karşılayan tesis ve yapılar çoğunlukla birbirlerine komşuydular. Örneğin Efes* te Mısır tannsı İsis ve Serapis tapınaktan yukarı 491

V * ajoğı agoratann içinde veya hemen yanrtda, kütüphane, ayağı agora ile içiçedir. Afrodtaias1ta tapınak, tıp ve felsefe okulunun. Bergama1 da ise kütüphane Aihena tapınağının hemen yarandodv. Aizane1 deki tapmak agoraya bftiylk, Harran' da cami ve medrese yanyana bulunmaktaydılar.

MEDRESELER Ders okutulan yer anlarmna gelir. İslâmda öğretim önceleri cam ide yapılırdı. Fakat XVII. yy.dan öteye medrese, öğrenci yatak odaları İle ders odalarını içeren, bir özel yap olmuştur. Genellikle buralarda, orta ve yüksek düzeyde öğretim yapılırdı. MCısbet ve manevi im ler tedris edilirdi. Örneğin, Darülhodis ve Darüttıp bölümleri aym koridor üzerinde bulunmaktaydılar. Medreselerin kapasiteleri büyüyünce, avlusu genişledi, bu bakımdan üstünün örtülmesinden, zor olduğu için, vazgeçildi ve böylece Açık Avlulu Medreseler ortaya çıktı. DÖRT EYVANU olan medreeeter Orta Asya tipi olarak bilinmektedir. Fatih Suttan Mehmet İstanbul* u alınca medreselerin üzerine eğHcR. Nitekim, Ayasofya ve Zeyrek Pantogrator Kiliselerinin papaz hücrelerini medreseye çevirttiği gibi, kendi a d n a yaptırdığı Fatih Camif nfcı etratna, çoğm en büyük medresesini inşa ettirdi. Bu kompleks 8 ünitenin oluşturduğu 16 medrese halindeydi. Medrese yapımı, ilk olarak, Karahanlılaria başlamıştır. Araplarda yoktur. Mimari planı itibariyle açık ve kapalı olan tipleri vardır. Kapalı olanlar * örneklerdir. Giriş kapılan çok süslü inşa edilirdi. Erzurum Çifte Minare Medresesi1ndeki iki minarenin fonksiyonel bir am acı yoktu. Medreselerin içinde, prensip olarak, onu inşa ettirenin mezon (türbesi veya kümbeti) bulunur. İlk Osmaniı Medresesi İznik1te kurulmuştu.. Anadolu* nun bir çok yerinde, Selçuklu döneminden itibaren inşa edikmiş camilerin, daha önceleri şu veya bu olayla İlgili olarak kutsal bir ’ niteNk kazanmış .olan yer ve yapriann içinde veya onlarm hemen yalanında bulunduklarım gözlüyoruz. Bu konu üzerindeki düşüncemiz, ya İvedi bir gereksinimi cevaplandırmak veya (kutsal yerlerin yarattığı m anyetik çekicim de oluşan g e le n e ğ in ) uygulanması yönünde olocakhr...

492

Dikkat edilecek oluna, türbelerin baztfan ve kümbetler, çok tannk dinlerinden efsaneleşerek kalan tapmaklann pek uzağmda değâerdk. Van Kaleai olarak adkandmkan ve bir Urartu akropolü olan tepedeki a ç * hava tapmakkannn hemen yanında, Halime Hatun Kümbeti var. Öte yandan Beykoz1 un üstündeki Yuşa hazretleri olarak odandm ian ziyaret yerinde, vaktiyie bir Apolon veya Poseidon tapmoğmm bulunduğunu ve Karadeniz1 e açılan bakkçıiann buradan geçerken dua ettiklerini Heri sürenler bulunuyor?.. Ancak tüm bunların bir rasiantı ve varsayandan bqret olduğunu da belirtmekte yarar görüyoruz..Gerçek d a n olay, esld cemlerimizden bir kısmmın, İslâmi prensiplere uyularak, Bizans donemi kaselerinden çevrilmiş dm aedr. Bu uygulama FaNh Sultan M ehm etf in İstanfc*/ a girişinde, Aya Sofya1 yı cam iye çevirmedyte başkyor. Çünkü İslâmi inançlar, klişeleri de Tanrmm evi olarak değeriendkmekte ve buriann cam iye dönüştürülnrıednde bir salanca gârmemektedk. Nitekim Ankarada Hacı Bayramı V ei Camii, esld Auguslüs tapmağı yanmda buturmaktodr. Selçuk1 taftd Sdnt Jean BazUcae vaktiyle cam i okarakta kuHamlmştı. Bunlar alda gelen sadece İd örnek... Fetihten sonra İstanbulda yirmi kadar küse camiye çevrildi; bunkvdan Fethiye, yansı cam i, cftğtr yane ise küse görünümünü sürdürmektedk. Camilerimizin baDotamn yapen tarihlerini inceiedğ lmfade, (7) sayumm semboteminde de değtndğimiz gibi, hep yedi ydda bitkttcflkierini görüyoruz. Bursa YeşN Camii (1412-1419). Sûleymaniye (15SO-1557). Sdtan Ahmet (1609-1616), Kahire1 deld Muhammed A l C a n * (1630-1637). Bela başkaları da bdunmakta, bettd de bir rasiantı oiabMr demekle beraber, Kudüs* teki Hz. Süleyman tapmağının da özelikle y e d yılda inşa sdm iş olduğuna işaret etmek istiyoruz...(Kazabkjnka* ddd Kral 2. H atan'm o d n taşıyan görkemi caminin inşaatı da 7 yıl sürmüştür. Buda nm rariantı?...) İsiâmda. Hıristiyan cininde olduğu gibi, bir rahip veya dkı odam stnrfı yoktur; yani bir hierarşi söz konusu değildir. Ancak bu hizmetin yürütülmesi için bir iş ve görev bölümü olabilir. Her caminin kapasitesine göre bekri bir personel kadrosu vardr.İmam, müezzin, bakım a gibi...Bu personel asknda, devlet memuru statüsüne tabi olarak hizmet vermekte ve atanma yoiuyta seçilmektedMer. Camilerimiz büyük çoğunlukla Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait yapılardır; halkın kendi otanakkanyta yapmış olduğu cam ilerde görev yapacak olan din odamlan gene devlet tarafından atanmaktadırlar.

493

Osmanfc dönemi camileri, Tanrıya karşı otan borcun fcodet yotayta da ödenmeri olduğu gibi, sultana otan bağMğm da bir simgesi oimujtards. iu devirde yapılmış olan camiler mimari şema itibariyle, ckş avlu, iç aytu ve sahm (namaz salonu) olmak üzere, başlıca üç bölüme ayntmaktad*. Dış avlunun etrafını çeviren duvara HAPEM DÎMARf adı verilir. Harem Arapça, kutsal ve saygı gösterilen .yer demektir. Bu duvar da o kutsal yeri kucaklamaktadır. , Harem duvarının m ahaieye açdan üç veya dört kapısının kuzeyde bulunanı, a n a kapıdır. Böytece cam iye giriş kuzeyden olup. buraya giren kimse kendiliğinden m tvap yönüne dönmekte ve Mekke' ye (Kabe1ye) götüren yola girmektedk..Tapmaktardan itibaren bütün kiliselerde de ayn yöntem söz konusudur. Onlarda da sunak veya bema1nin bulunduğu yer, kilise veya tapmağın en kutsal yeri sayılmakta olup, mHoiopk veya cinsel açıdan özelliği olan bir yöne dönüktürler. Kiliseler çoğunlukla batı- doğu yönünde kuruimuşiarcfcr. Abstt klişenin doğu ucunda bulunur. Daha önce de değindiğimiz gibi, doğu güneşin doğduğu, yani yeni bir yaşomm başladığı yöndür... Normal olarak ana kapı ciğerlerine oranla daha büyük olur. Burası Tanrf nm kapısı olarak nitelenir. Kuşelerde ise, tesisi simgeleyen üç kapıdan ikisi genellikle körietiimişttr Manastırtarda be, aksine, kapılar tarkecflUr şekilde, küçük yapılmaktaydılar.

,

Dış avludan iç avluya veya doğrudan doğruya caminin içine giriş veren bölme biraz yüksekçedk, buraya birkaç basamakta çıkrkr. Böytece namaz kılınan sahm, normal olarak yer düzeyinden yüksekte kalır. Bu yüksekliğin verilmesindeki am aç M iraç1 la ilgili yorumlara neden oluyor. Miraç yükseliş demektir. Mümin namaz kılarken manen miraç' a utaşmaktodır. Bazı büyük cam ierde. örneğin Suttan Ahmet Camiinde ckş avlu He iç avluyu birleştiren ikinci kapı tıpkı oyulmuş bir m ihrap bi­ çiminde görünüm veriyor... *

Camilerimizin dış aviulan bir bahçeye benzer. Eski zaman eviertndekilerte b ir. benzerlik gösterir. Zemin topraktır, toprck kokusu versin diye... Dış avlu, tokalda cami arasında bir geçi} ökesidir, iç avluya girince bir şadırvanla karşılaşırız. Şadırvan aslında cami avlusuna estetik bir görünüm, kazandırmak amacıyla imşa edilmişse de, bazen abdest almak için musluklarla çevrelenmiş olur. Ağaçlan anımsatan sütunlar arasında sanki bir pmar gibidir.

494

Mâm da su hayyaflır, k&Joğa hof gelen sesi, insantan İbadete hanrtar. Bu bakımdan su ve cami bkbkleriyie daim a bülünteşmişlefcir. Selçuklu cam lerinde ve Nk Osmanb camilerinde (Bursa Ukj Cami, Y efl CamN) yapran İçinde bulunan şochrvan ve havuzlar daha sonra rutubet ge­ rekçesiyle ckşanya abnrrayiardr. Şodsvantar Hd am oçlıdr : Fonksiyonel (abdest atmak) ve dekoratif Şadırvan normal olarak, pdgo nal küçük bir yapı olup İç cMunun geometrik merkezinde bulunur. Normal olarak fMayesizcflr. Cami kaS> belerinin görünümü gibi, suyu şelâle şeklinde, yukandan aşoğ^a döker. Çünkü fıskiyenin (tiz seri) yılan sesini anımsattığmdan, sevttmez. fecei tapmakların ana girişlerinde de aynı işlevi yapan abiüsyon ( abdest alma) tekneleri bulunmaktaydı. Hattusaş Büyük Tapmak girişinde bunun kakntısanı görebiliyoruz. Tekrar ckş avluya çriayoruz. Burada birçok ağaç var; am a normal olarak ne meyve ne de çam ağacı göremeyiz, çiçekte yoktur. Bu tür bitkilerin İbadet esprisiyle bağdaşmadığı görüşü söz konusudur. Bunların yerine ftlamur, çınar ve seivi ağaçlan dBdlmiş ve gölgelerinden yararlanmak ve çıkardıktan dnlendkid koku Be, faniliği arvmsatıa bir a lmotfeı yaratılmak istenmiştir. Bu nedenle Anadolu1 d a çınar ğacı boldur. Çınar ağocmm yapraklan geniştir ; bu sayede gürültü seslerini emer, rfağam eüdriyte çıkarckğı hışırtı sesi dinlendkicidk. Aynca caminin »aştan olan masif kütlesine estetik açıdan yumuşakkk sağlar. Çmarm genel görünümü bir kubbeyi andırm aktad*. Seivi be uzun yaşamın bir rimgesidk. Tevhidi yansıtan bir görünüme sahiptir ve bahçeyi (ettf) harfleriyle doktun* ve süsler. Şak Nabi şöyle diyor: Seivi lorda, minareler bekte1de birer ŞAHADET PARMAĞT ckriar... SeMierin kozalaktan, reçine sayesinde, yazm etrafa uhrevi bk koku yayarlar. Zeminin ise toprak haliyle kalması istenir. Cami bahçelerine normal olarak çam dikJimemektedir. Çünkü çam haç1a benzetilir. İslâm mekân boyutlarında daim a bk denge otmasm arzutamştv. Haç' m kendi içindeki oran 2/3 tür. Bu orandan mümkün mertebe kaçınılmıştır. Cami avtuianna özettikle güvercin atıştırılır. Bu kuşların sabah saatlerindeki sessizlik içinde, koro halinde çıkardıktan ses, (Hu Aftah) gibi gelir kutaktara!.. Sonuç olarak, caminin dışı, insantan daha oraya girmeden önce dünyevi arzu, gaile ve düşüncelerinden yakttamaya yönelik doğa y ap ve yaratıktarmm bütünleştirdHcleri bk ortam olur çoğu kez...

495

•jotnirhı cam ilerinde simetri bulunmaz. Binanın cfcft içine oranla daha süriü ve görkemüdk. Son cem aat yeri bulunmaz. OsmanlIda ise, bunun tamamen teni, caminin dqı gayet sade, am a içi o denü özenle dekore edfcnif olur. Selçuklu kap ıya. Osmanlı daha çok m ihrabın deko­ rasyonuna. önem vermiştir. Belki de Osmanlı bunu bilinçli olarak uygulamış ve taş duvarian insanların dış görünüşleri ve giyim kuşamlarına bereeterek, önem» otarım kalp olduğunu, hatırlatmak istemiştir!.. AsbncJa bu olayı, lûleün cftşarda eteği de İçerde oluşunu, paganizmin bir antitezi g M . değeıtondtenekte mümkündür. Aynı görünüm Yunan ve Roma to­ praktan İçinde «ât konusudur. Blncftği Caere, Roma dönemi tap*noktam da, cfcştan çok İçe önem verttmekfte. Yunanda ise cfcş görünümün görkemi oimasryta, vettnftmekteydl h e alarak, biâm da & ü caminin içine gkmez ; çünkü cam i dkker içindk. Cam ide nftcahta kıyftmaz. ftu nedenle kilelerd en tam am en tartck bk düşünce y a p a egemendk. Cenaze namazı ve töreni d if cMuda yop tr. Normal olarak, cam i b ahçelne HAZİRE d e rle n bölümü, o camiyi inşa eden veya afte bkeyterlnln türbe ve mezarları için aynlmtftır. Önüne ge­ len Umee buraya defnedM m ezdl Ancak zaman içinde bu kural etkisini kaybetm l| ve hafcrtı tdjlsrtn de gömülmeye bcştamustyta, bugün olduğu gtoi. adeta küçük br fccfcriston haine dönüşmüştür, ma alese f... Söz konusu geleneğin bu sayfam açmışken, onu aşoğKJaftd o çıktam ayı y a p m a d a n ö n c e çevirm ek istemiyoruz: En esti çağlardan bu yana hemen her toplumun seçkin kişileri, öldükleri zaman hep bk to p rağ ın içine, yanma onun gölgesine gömülüp öbür dünyada da tanrılannm himayesi aitmda olmayı istemişlerdk. M m , Asur, Httitterde uygulama böyteydl. Kral Tudhatya tanrı Şarruma1 nm koftan arasmdodr. Ukyada kaya mezarianmn kraftara ait oianian bir tapmak görünümü veren görkemli yapıtlar içinde buturvTKiktodır.(Amlnefctf un nw an) Nemrut Dağı üzerinde Anfiokos1 un, tûmülüs içindeki mezon mitoMüc tanniarta çepeçevre korunma altındaydı. Mardin Derzaferan Süryani manartn, Kartye' deid m ezartar...bize bu konuda bk fikir veriyor. Kapadokya kaya küiseieri ise. aynı zam anda belirli bk süre için kiraya verilen mezar bölümlerini içerm ekteydi... Caminin içine girmeden önce, ölü gömme ile UgflJ oiarcftc ge­ leneklerimiz arasında yer akmş İlginç bk kaç ayrıntıya değineceğiz; daha çok bunun kökeni üzerinde duracağız: Öteden beri, erkekler göbek. 4%

kodnlar iM , aşağı yukarı göğüs yüksekliğinde, daha derin olarak kanlan mecara gömüknektedkter. Aym uygulamanın Bizans döneminde de geçerli olduğu sarvkyor. Bunu Kariye, mezar şapelinde daha b e irgin bir şeûde tartod^oruz. O rada, ckrikş sahneenin cankadzan fredcte , İsa1 nm bir efty4e tuttuğu Adem1 in mezon bk hamur teknesi şeklinde, ciğerleriyle çekip çı­ karmaya çakşhğı Havva1 nmmezon ise daha derin, bk lahk görünümündedk. Bu geleneğin kaynoğmı bulmak için tarihin derinMderine İnip, Heredot un yazckiriann okuyoruz: Ona göre, eski M arda (M Ö V-TO. madem kbbm bugün NEKROFİÜ admı vertBği ve bk balamdan (ölü sevidiği) anlam ına gelen bk Kir ruh başkalığı söz konusu. Bu hastalığa tutulmuş ve sapık girişimlerde bulunan bk bayi kısan var. bu İnsanlar yeni ölmüş kodmtarm mezarianm oçv>, mumyalanmışsa bankanm çözüp, ona tecavüze yetteniyoriar. İşte bu iğrenç girişimleri bk nebze de olsa önleyebilmek için, kodmm cesedi bk hafta kadar güveni bk yerde bekletilip kokuşturuluyor ve sonra defnedtyordu.Zaman içinde başka yerlerde de bu tür olaylara tanık olunmuştu. Kadrim daha derin bk çukura gömülmesi nedenkıi, tarihi olduğu kodar güncel gerçeklerde de a ramamız ve bu uygulamayı tam am en bk önlem şekinde değeriendkmemiz gerekk sanıyoruz...(yazann noiu) ö te yandan ceset, rengi beyaz olmak kaydryta, bk kelene sankr. Tabutta gömme zorunluğu yoktu. Başkarm sağa veya sola çevrim e nedenkıe kftabm (Sağ ve Sol) metninde y az* yorum luda değkm ş bulunuyoruz.

MİNARE Arapça (m anara- nur saçan kule) demektk. Bugünkü biçimiyle XV. Yüzyıldan sonra ortaya çıkan minare, yontulm uş bir kurşun kalem gibkfrl. Yerden göğe doğru uzanıp bk yerlere ulaşmak ve oralara bazı mesajlar yazmak istercesine, bk algkanma yaratır kısandal.. başka bk düşüncenin açm içinde onu seyrettiğimizde, minareler sanld şefaat dHemek içki Tanrıya uzanan koiar gibi canlanır gözümüzde.. Onlar da. cftğer inananlar gibi, güneşin durumuna göre, gölgelerin uzayıp keaknanyia. secdeye yatıp kakar ve bu ibadete katıiırtar... Eski divan yazılarında (etf) httai gibi çiziliyordu. Eiff aslında vahdet (birlik) tk. Minarelerde bk elif, külahları ise bu elif in uç kısmıdır.

497

Minarelerin biçim olarak BabN Kulesin' den esinlendHderi Heri sürütüyor. BabN Kıiestntn yapılışında öngörülen mistik am aç, tanrılara ulaşmayı kolaylaştırmaktı. BabitlHer minareyf kırık bir dünya ekseni ve göğün k a ­ pısı olarak tasariamaktaydılar. Selçuklu döneminde minareye biçim bakımından o kadar önem verilmemişti. Bunlar daha çok mimbert anımsatan ufak boyutlu KÖŞK MİNARE1 ler olduğu gibi, bazen de kabn şişman bir görünümde olmakta, ancak üzerleri mozaikle süslenmekteydi. Minare bu devirde caminin her hangi br yerine konulmakta veya cam iden aynfrnç olarak, doğrudan doğruya yere dikilmekteydi. Böyiece cam iye ” yere (to p rağ a) ç a k ıl" bir görünüm vermekteydiler. Osmanlıya gelince : Minareler cam ilerde, daim a belirti bir yere ve yapının estetik görünümünü bütünleyici bir şema göz önünde tutularak, dikilmişlerdir. İlk yapılanlar nispeten kalın gövdelicfir. Daha sonraları gövde ve petek mümkün olduğu kadar inceltilmiştir. Bu minöreler daim a yapmn Fiziki kütlesine yapışık oiup onu. g ö ğ e kaldırm ak istercesine, bir uçu­ culuk görünümü yansıtır. Minarelerin ezan okuma işlevinin yanı sıra, doiayto olarak sağladığı yarar, bu denli kentleşmenin oknackğı devirde ve kırsal kesimde, kasabaya gitmek isteyen bir kimseye onun nerede olduğunu uzaktan işaret etmesi, daha sonra da caminin bulunduğu yeri göstermesiydi. Ortaçağ Avrupastnm çan kuleleri İçinde aynı şey söz konusudur. Bunun yanında, gerçek işleviyle beraber, minarelerin savaşta bir gözetleme kulesi olarak kutiankkğt veya yıldızlan izlemek için yararianıkkğı yerler olmuştur.(Harran ören yerindeki Abbasi camii).İstanbuldakl Neva Şalom Yahudi sinagog1u G alata Kulesinin hemen dibinde inşa edilmiş. Her yerden kolayMcIa görülebilen bu kule sayesinde yerini gösterebilme kolaylığım sağlamış.. Minarelerin yapımında (derz) adı verilen bir harç kuHamkyo, böyiece taşksnn daha esnek olarak yapışıp örülmeleri sağlanıyordu. Arap camilerinin minareleri siiindkik olmayıp, daha çok potigonakfr. Günümüzde inşa ed ien minareler betonarmedir. Bugün en büyük cami Kazabtanka1d a Kraf II. Haşan’ m yaptırdığı ve onun adım taşıyan camkJr. İki hektarlık b kalan üzerine inşa edilmiş olan bu caminin kule şeklindeki minareleri 215 m olup 25+80= 105 bin kişi kapasitelidir. Kuram Kerim1in bk ayetinde "ALLAHIN EVİ DENİZE BAKAR " Kodesinde gizli anlamdan esinlenerek, Atlantik sahiline İnşa edildiği öne sürülmektedir. Bundan

498

sonrald en büyük cami Lahor şehrindeki 60.000 kişilik cami olduğu blinmekiedir. Malezyadaki caminin ise minaresi 150 m. cHr. Minarelerde ki ŞEREFE adı verilen balkonlar, ezan okumakla görevli alan MÜEZZİN1 ler içindir. Bu şerefelerin sayısı, caminin önemi, büyüklüğü ve estetiği Ne ilgili olu. Mekke' deki caminin (7), Medine camünin iee (5) m inare* varcfcr. Minare şerefelerinde bulunan küçük kapılar (kıble) ye yöneMcür. Kıble namazde, diğer ucunda Kabe' nin bulunduğu çizgiyi oluştuan ve güneyin rüzgârını getiren, kutsal bir yöndür. Şerefe kapNarnın bulunduğu yön kural olarak kıble olmaktaysa da Niğde Ulu Cam if ni bu kap» nedense doğuya açNmışiır?...Bu olguyu, Selçukluların Doğu' dan gekAği şeklinde yorumluyanlar bulunuyor 7... Büyük camilerin minareierind* (99) basamak butunu. Teşbihte de 99 d a n * bulunu. Doğu Beyazıt İsak Paşa Sarayı CamN ve Ani' deki Menhuçem camii minareleri 99 basamaldıdıriar. M kıar* külahının üstün* konulmalı gelenekleşmiş olan ALEM, bir HİLÂL şeklinde olup, tüm İslâm aleminde köklü bir sembol olarak benimsenmiştir. Hilal (kameri ay), üd günlük olan yeni aya verlen isimdir. (Atom mmtninm bkz.] İslâm d n i, mübarek günler hep aym şekfln* göre tarihlenmektedif. Hicri takvim aya tabidir. İslâm aya bakarak oruç tutar ve b o zar; bayram, ramazan başlangrçian ayla ayartan*. Tek minareli bir caminin süüetin* dkkat edilirse, minare Arapça (e lif) harfini an d **. ENf vahdet* I simgeler. Minarenin külahı, eM n uç kısmıdır ve koniktir. Kubbe yuvarlığı ise (h e ) harfine benzer. Arapçada bu iki harfin birleştirilerek yazılması ise ALLAH demektir..İşte bu büyük isim caminin genel görünümünde anlamlı bir şekHde yanem aktod*. Öte yandan, cami gövdesi ve kubbesiyle yükseliş algısı yaratan bir küle okjşturmaktod*. Daha önce de değindiğimiz gibi, üçgenimsi görünümü olan yapılarda stabilite (otuganlık) ve yükselme, yücelme amacının varolduğu sezinlenir. Aym olgu pramitler. tümülüsler, kümbetler...içinde düşünülebilir. Bazı çevreler konik biçimindeki minare külahını (A) harfine' de benzetmektedirler. (A) harfi üç kenarıyla üçlemeyi (Yaratan, Yaşatan ve Öl­ düren) olarak gizemli bir antatrrv yansıtmaktadır. Bu ise Allah de­ mektir. Ancak Hıristiyanlığın (teslis) akidesiyle uzaktan- yalandan hiç br ilişkisi yoktu.

499

Genellikle mevlit1in okunmasından sonra dinleyenlere dağıtılması adet haline gelmiş olan mevlit şekerinin koyulduğu kağıt torbalar da minare külahına benzetilmiştir. Bunlara d a külah denilir. Alem

u

Petek Şerefe

jn M îT T T ir Ağırlık kulesi

Payanda k em eri v e ayağı

Gövde

/ Kaide

/

Sade yapılı bk köy camisi, kırsal alanda uzaktan bakıldığında beyaz minaresi ve basit kubbesiyle, rampasına bitişik sanki fırlatılmaya hazır bir füze gibi görünüm vermektedir!... Özette, cami mimarisinin her bir parçası ve her köşesinde, sadece basit bk rasiantı değH, bilakis, hayal gücümüzü harekete geçiren, bizi derin derin düşündüren gizemli bir atmosfer, anlamlar, mistik duyguların dolu bulunduğunu söyleyeceğiz.

EZAN VE NAMAZA HAZIRLIK İnanan kişHere namaz saatini hatırlatmak ve onlan camiye davet etmek için müezzin tarafından okunan tekbir1dk. Aslında, İslâm felsefesine göre, »eski geldiği tarafa dönmek, yönelmek, Attah' a doğru bakıştır. Ezan günde beş kez okunur. Bu saatler mevsime ve yörenin coğrafi konumuna göre değişir. Esas olan, güneşin durumudur. Bunun için büyük camilerde bk güney saati ve M uvokkıthane bulunmaktaydı. Öğlen namazı, güneş tepe (Zenit) zevâl noktasını biraz geçmişken, takmr. Bu, tüm objelerin gölgelerinin EN KISA olduğu andır. Günün ve yaşamın tam yansıdır; ikindi vakti iki kat uzarlar.

500

Astında beş vakit namaz tatmak, normal çakım a »oatlerini etkilemez; ancak ikindi namazı mesai saatine rastar. Ama bu da, AvrupalIlarda olduğu gibi, BEŞ ÇAYI saati doiaytanndadr...Aynca. her hangi bir namaz, ona ayrılan sûre içinde kıiınamamışsa, (Kaza namazı) He giderilebilir. Öle yandan, İslâm ülkelerinin çoğu sıcak, ekvator İkliminin egem en olduğu bötgetordedr. Afin sıcak nedeniyle, zaten buralarda öğleden sonralan, belirli bir saaten sonra, çalışmaya ara verilmektedir, doiaywyta ikindi namazmn kılınma soati, çalışmayı aksatmamaktadır İlke olarak şunu benimsemek gerekir ki, İslâm cini hoşgörülüdür, affedk^cSr. Çok tolerans sahtoi, bir cindir. Asla kaktık ve sertlik yoktur. Yalnız namaz olayında değil, diğer tüm İslâmi vecibelerde de durum budur. Mantık vardır, kasıt olmadığı sürece, niyetin iyi olman ön planda geHr.. Ezan sesini duymak, dolaylı olarak, günün yoğun çakşmalanrvn neden olduğu dalgınlıklarda, ayarianrmş bir saatin zül gibi, zam an bölüm lerini h a tıria tıa v e düzenleyici bir yarar sağlamalcftcıdtf. Ancak ezanm güzel bir-r sesle okunması arzu edktr. Her vaktin kencine özgü bir makamı vardır. Bunlar dini musikinin cami musikisi dalındaki yorumlandı, örneğin sabah ezam (sabâ) makamında okunmalıdır.. .Ezan okumak için yüksekçe bir yere çfcmak esastır. Bu yerin ise özellikle bk (taş) olması terdh ediKr.. KKseterde İbadet saati çan çafanarak hatıriatıkr. Küçük çapta bir çan olan zil İse yem eğe davet İçin kuüanıimaktodır.

ABDEST ALMAK Asknda el suyu anlamına geHr. İki şekli var. Boy abdecti (gusüf abdestf) ve namaz abdesti. Buna ABUJTfON deniyor. Antikiteden bu yana hemen her dinde uygulanıyor. Abdect almak, her defasında, namaza durmadan önce, b e M organkarm sro ie yıkonmasıdr. Yani suyla, hayatla, bunları temas ettirip ondan feyzatmaktv. Olayın astım İncelersek, abdest alma sırasnda tekrar yıkanan organlar en soğMdt olması gerekenlere*. Bunlar .soğuk suyla günde (5) kez masaj yapHmaktadv. Moden bir tedavi şekfl otan AKUPUNKTUR1 d a da iğneler bu organlara batırıtmıyor mu? Aynca, abdest alırken, çorapkanmızı çıkarıp o y e * topuğumuzu yere dayıyor ve böylece vücutta birikmiş olan STATİK ELEKTRİĞİ, toprağa vererek, deşarj etmiş oluyoruz, (yazarm yotumuduı).

501

B/oda* , da, ablüsyon denlen bu aksiyonun, bir ayinden önce uygulanan arınma olayı olduğu belirtiliyor. Kurban törenlerinden önce abdest almıyordu. İsa1nm idam kararını, gönlü razı olmayarak veren. Vali PHatüs* ün de ekerim ykcamae bir tür abdest akna niteliğindedk. O çağlarda da abdest suyundan görünmez bir temizleme gücünün var olduğuna İnanılmaktaydı. İslâm, suyun bulunmpdğı yerlerde ve zorumu halterde namaz kılmak için ederin temiz toprağa değdirerek, aym hareketleri yapmak suretiyle abdest alınabileceğine izin vermektedir. Buna (teyemmüm) deniliyor. Abdest almanın, ruh temizliği yapmak manen toodete hazırlama am acı, dolaylı olarak, açıktaki organların suyla temizlenmesine de vesile olmaktadır. Bu şekilde, günbegün artış gösteren kirii havadaki rad­ yasyonun bu organlar üzerindeki birikimi, bir nebze d e olsa, temizlenmiş bulunuyor. * Namaz abdesti soğuk suyla aknır. ölen bir kimse mezara defnedilmeden önce, güsul abdesti niteliğinde, yricanmaktackr. Ancak bu yıkama suyunun vücut ısısında olmasına dikkat edttk Çok sıcak veya soğuk olmamalıdır. Yıkama eratında teneşir1 e yatırılan ölürye masaj yapılarak kalp attştanmn harekete geçirtmesi son kez denenir. Bu uygulama eski bir geleneğin devam dır. Zira tıb tminin yeterince geftşmectği devirlerde öldü sanılan bk kimsenin teneşirde yıkama sırasında dirildiğine tamk olunmuştu. Bu bakımdan ölü, vakit geçirmeden yı­ kanıyordu... Dilimize yerleşmiş " suyu ısındı " deyimi, falanca kimsenin sonunun getcftği anlam ında kullanıldığı göz önünde tutulursa, ölüm olayının hemen ardından ısıtılan suyla ilgili olması mümkündür?... Cami kaplam ın üst kısmı genellikle mukamaslı nişli olu. Bu kapların dekore edilmesinde zamanın, ta} oyma tekniğinin tüm incelikleri büyük bk özen gösterilmeye çalışılmıştır. İç avluları çevreleyen sütunların başlıktan klasik Osmanlı mimarisinin tipik örnekleri olan (stalakttt - sarkıt) veya üçgense! öğelerden oluşturulan, üç boyutlu tekniğin kuHantmasıyla süs­ lenmişlerdir. Konu gereği, daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, pensib olarak kutsal yerlere götüren yollar da kutsal sayılır ve bunlar müminin (ina­ nanın) kendini psikolojik olarak ibadete hazırlamasına olanak sağlar. Bu olayı en geniş anlam ve uzunlukta olanlarından Kudüs veya Mekke1ye

502

giden hoç yollan başkyarak, Ortodoks kaselerinin atrium- bem a ve dış avlu - mihrap arasındaki, en kutsal yere yön veren yollarla bağ­ daştırmanın mümkün olabileceği görüşündeyiz. Gaflet uykusundan uyan­ dırarak. doğru otan yöne götüren bu yol için Franezcada." yönelim yolu ■ anlamını veren (ehemin d* inftiation) karşılığını buluyoruz. Ortodoks klişelerindeki dş narteks beklem e, iç narteks ise d uraklam a yeri olarak tantmtanryor. Milet ören yerinin aşağı agora kap » le Dkflm Apolon tapmağı arasında 16 km. Uzunluğunda bk yol bulunuyordu. Dünyanın belkide en uzun ve iyi korunmuş antik yollarından biri otan bu yolun Didim tapmağı varışındaki kazı çakşmatan sûrdürülmektedk. Tapınağı ziyaret için gelenlerin, bu ** kutsal y o l" üzerinde İlerlerken, 4 ayn yerde mola yerdikleri saptanmıştır. Bu yol üzerinde bulunan Akköy1de küçük bk şapel (dua yeri) nin kaiıntıtan bulunmuştur. Bir not:[ Htttt ana tanrıçasının adı Kubaba k İ. Hepat ya d a Arinoa adarıyla da çağrılırdı. Kâbe sözcüğünün kökeni Kubaba* ya bağlanır. Çünkü İslâmlık öncesi Arabistanda tanrıça dinlerine tapmırdı. Kıble1nin de Kibete' den kaynaklandığı Heri sürülüyor...](fleşff ERGENER: Ana Tannçakjr Dfyan Anodokı)

KUBBE Bizde, genel anlamrytas küt,batıda ise sadece bk örtü öğesidir. Kubbe İsiâmda dini mimaride olduğu kodar sivl mimari yapıttarmda ö d çokça kullanılmıştır; öyle ki, XV. Yüzyılın Osmaniı için bir (kubbe mimarisi) dönemi olmuştur, demek mümkündür, istâmda. genelde kubbe* nin (vahdet) i, sivri yapılam ise (kesret- çokluğu) ifade ettiği kabul ed ik. Kubbe İslâm mimarisinde çok sevtterv. tercih edilen m übarek bir örtü öğesi olmuştu. Kubbe, Hıristiyan bazilikalarında politik ve ekonomik üstünlüğü gösterme am acı güdüyordu. Her ne kadar bazilikalardan cam iye uygutancfcğı söylenebilirse de, Selçukluların Anadotuya girmeden önce kubbe tekniğini bildikleri de bir gerçektir. En azından, Orta Asya kökeni (Yurt) adı verilen çadırların örtü öğeleri kubbe biçimindeydi. Ancak Selçuklu camilerinde kubbe yoktu veya daha farklı bir biçim de İnşa edilmişlerdl. Genel olarak kubbenin fonksiyonlarını şöyle özetleyeceğiz: 1.

Mekânda akustiği sağlar.

503

t

2.

Küçük bir göğü (mikrokozmaf) skngeier.

3.

Yapıya İçten ve drçtan görkemli bk görünüm verir.

4.

İç mekânı genişletir,

5.

Seri ve köfelf şakiler baha rahatsa edckJk. Küresel ve dkesel hockn ve biçimler ise mekâna bir bafka rahafkk ve ferahkk verdiğinden insanm ruhsal durumu üzerinde daha olumlu bir etki yaratır.

Yanm ve çeyrek kubbe dtye adkancMan örtü öğeleri, ana kubbenin ynlara olan statik basmanı ve a ğ rtğ n ı pantanttfler aracılığı He (pkyeiere, fil ayaklan) üzerine aktarır ve tüm ağırlığın zemine inmesine olanak sağksmaktadHİar. (Ağsfkk kuleleri) ise yana olan etkiyi azalhp, kubbenin oçılmasını önlemektedirler. Bunlar k ıie teklinde y a p öğeleridk. Kitabın (kup- kare) sembottzmnde sözünü ettiğimiz gibi, kubbeler, dünyanın üzerine oturmuş göğe kurutmuş bir ta h t gtokftrier. Süleymaniye veya Suttan Ahmet gibi büyük cam iler, uzaktan balalckğında, devasa bk sirk çadırına veya atfında İbadet edenleri manevi ve ruhani gıda 8e beckyen bk kodmm, bk (ananm) memesinel Benzemektedkter. Diğer bk açıdan seyredlkiğinde, ana kubbenin altındaki küçük kubbeler, tepeden eteğe doğru, bk şelalenin sutamı üslerinden atlatan setler gfci bk duygu yaratırlar. Erzurum Ukı Camii' nin kubbesi, ahşap spiral bk örgüyle İnşa edfrrtiştir. Sanki burada bk dönü hareketinin yansıtılması amaçlanmıştır. Ayn olayı Anadolu Selçuklularının tuğla işçttğintn en erken örneği olan M alatya Uu C am ifnde görebMiyoruz. Süleymaniye cam if nin içinde akustikle ilgili uygulanan yöntem şöyle: Ana kubbeye, deve derisiyle kaplanmış olduğu söylenen ses yutucu rezonatörier (ufak küpler) .yerieştkttmişftr. Aynca köşelerdeki mukamaslar ve içine kıtık doldurulup üzeri Horasan hara fte sıvanmış duvartaria, günümüzün perfore edHmiş (delinmiş) piakalan gibi, akustiğin güçiendkttmesi sağlanmıştır. Bu buluş, aym zam anda bk akustik sihirbazı olan Mimar Sinan'ın eserlerinden biri olmuştur.

504

İbadet salonu (sahm) nun dekorasyonunda daim a HAREKET kavramına önem verildiğini gözlüyoruz. Ancak bu hareket daha çok " dairesel” oimaktod*; atom, elektronlar, galaksi gibi... İskamda düz hat yok gtokJr. Caminin ibadet salonuna kural olarak sağ ayakla girilmeli ve çfcarken d e saygı gereği sırt mihraba dö­ nülmemelide. İbadet salonu içinde pantantifler üzerinde çoğu kez bir Kuran ayeti, dairesel bir biçimde yazılıp, bir üçgen içine aimrmş bulunu. Şayet daire ve üçgenin sembolik anlam ve anlatımlarına (evet) cftyorsak. bu kom­ pozisyonda Tanrı huzurunda (basffflNIde m ükem m eli) bir araya getirmek btencfğinJ ve toplumda arzu edilen (eşitlik İlkesinin) sessiz bir ifadesinin buiunuduğunu kabul edeceğiz. Eskiden evlerde kullanılan bakır sahanların (kap-kacoğm) kapaklan tıpkı bir kubbeye benzemekte, hatta tutmaya yarayan kısmı pirinçten yapılma bir hüal şeklinde olmaktaydı..Tabaklann k e n a rla rı hilal şeklinde oyukırdu. Bu görünümü He sanki içine konulan nzk n , nimetin semavi bir muhafaza affına alınması isteniyordu..Cami kubbeleri de, attna oğrtan müminlerin feyzaiefcğı kutsal bir ananın MEMELERİ gtokJrterf..

M İH R A P İmamm durduğu NİŞ* tir. Niş aynı zam anda, evrensel olarak, mimari bir semboldür. Niş1 in üstü gökle örtülü ve kaidesi yer olan, bir mağara görünümü vercHğtne dair bir fikir bittiği bulunmaktods. Hint terminolojisine göre, tanrısallığın varolduğu ve tanrılarınoturduğu yerdk. Hıristiyan kiliselerinin obsitleri yonm daire şeklinde bir niş1tir. Önce de d e ğ in d en iz gibi, bazı camilerin avlu kapılan, içi kutsal bir yere geçiş vermek istercesine oyulmuş ve asıl mihrapla aynı eksen üzerinde bulunan dişi bir mihrap şeklinde olup, onun gibi yontulup süslenmiştir. Nitekim Kuran mihrap hakkında (içinde lamba bulunan bir niş1tir) demektedir.

Tann ışığının yanckğı bir

M tvapiar genellikle mukamaslı öğelerle donatılır, bazen de istiridye kabuğu motifi şeklinde biçimlendirilirler. Mihrap nişinin içindeki bu detaylar, dolaylı olarak, imamm sesinin yankı yapmasını soğlamaktadr. İçeri çekik olarak yapılması ise. ön sıralarda bir saftık daha yerin

505

oluşmasına yardana olur. Müminler mümkün olduğunca »aflarını «ktaşhnp, mihraba yakın olmayı, oraya »okutarak namaza durmayı, yeğlemektecRrler. Mihrap, niş1 in soyut bk kavram olarak yorumlanıp m ağarayla âzdeşttrilmestne paralel olarak, «ğm tacak bir köşe olarak kabul edHmektedk. Bazı yorumcular burayı ateş kültünün uygulandığı yaprtlarta karytaştirarak birşeyler demek isterlerse de cami mihraptannın iylevleriyle, bu denli ba­ tıllaşmış dinlerin yöntemleri arasında bağlantı kurmak doğru değildir. Ancak orada, görünmeyen ve fakat çok ısıtıcı mistik bir ate$n varlığı, tartışılmaz bir gerçektir. Mimari açıdan ve belirli bir yönü işaret etmesi bakarından, kJkse absitlerinden etkilenmiş olabileceği düşünülebilir otan mihrap, İsiâmda, namazı birlik ve uyumlu olarak kıldırmakta görevli otan İMAM1 m makamıdır. Diğer bir açıdan mimber, uyulacak emirlerin dinleneceği yer, yüce bk kişiye alt kılınan makamdır. İmam. İslâm dininde bk mezhep kurucusu veya büyüğü otan zata verilen isimdir. Öte yandan imam isminin, İslâm hukukunda rey sahibi otan büyük bilginler, imam MâNk, İmam şâfi ve bir İlim ve fen daknda sözü senet sayılabilecek derecede otorite kazanmış otan. İmam GazâC, İmam Sîbeveyh gibi zatlara verilmeli uygun bulunan bk afat olmuştur. Camilerimizde atanm a yoluyla göreviendkflmiş bk İmam bulunur. Ancak cem aatın çok olduğu hallerde. gene bu cem aaten her hangi biri, genelikle dış avluda bu görevi yapabilmektedk. Bu konuda katı ve keski bk kural bulunmamaktadır. Bugün ruhani bir meslek dalı olarak İmamlığı seçmiş otan gençlerimiz okul ve yüksek düzeyde eğitim yapan fakülte ve enstitülerde öğrervm görerek yetiştirilmektedirler. Onların, İslâm en gerçek yön ve antamtarıyla etüd ederek, cem aatın huzuruna gerçek bir h o c a ve Nder formas­ yonuna sahip olarak çıkmaya hak kazanmış, saygın ve kültürlü kimseler otaukJanm. bu vesile He hatırlatmakta yarar görüyorum... Semboller sözlüğü, genel bk tanım yaparak, peygamberleri güneş, imam ve rahipleri ise, ondan aldıklarını yayıp yansıtan ay* a ben­ zetiyor..İslâm dinini ilk ve en büyük im am ise Hz. Muhammecf tir... Adı geçen sözlükte gene şu satırları okuyoruz : Peygamberler, tarih boyunca tüm toplumtarda hep erkek kişier olmuşlardır ve müritleri vardır. Jüpiter (Zeus) ki etratinda dönen 12 uydusu var. am a venüs (AfrodH)

506

gezegeninin müricf, yani uydusu bulunrTwmaktoc*f. Çünkü dişkSr. Peygamberime bk komutanlığa benzer. Her şeyden önce güçlü olmatan gerekir. Kadın ise eski devirde hep ikinci sınıf tişttği otan bir kimse olmuştur. Nikahta da ta n * olarak, iki kocin bk erkeğin yerine geç­ m ekteydi...çok duyarlı olan bu konuya şu hatvtatmo He bk saplama yapmak istiyorum: Evet çağlar boyu hiçbir zaman kadınlar peygam ber olmamışlar ama, o peygamberleri DOĞURANLAR ve tüm güzel ahlak ve niteliklerini verenler kadınlar oknuştardr Tıpkı Hz. İsa1nm tannsalkğmı (dvinttesinl) anası Hz. Meryem* den ddğtnm söylenmesi gibi... Aynca, Hkei çağlardan İtibaren tapınılan tanrılar (Klbele, Afrodtt arası) hep kadm olmuş ve dinsel yeti sonraları kadından erkeğe geçmiştir. Gene cam iye dönüyoruz. Bilindiği gibi, tüm İslâm alemi, bk miyar insan, günün bölgelerine göre belirti saatlerinde, dünyanın neresinde oluriorsa olsunlar, beş kez bir araya, cam iye girerek, getmektectirier Onlar imamın gerisinde tıpkı Kuran satırları gibi seccadeler üzerinde yan yana, omuz omuza dizilip saflaştılar, birbirlerini setamtayp, sevgi ve kardeştik duygularını tekrar etme olanağı buluriar. Onlarm namaz kılarken aym noktaya yönelmeleri, İslâm1 m başta gelen am acı olan b iri* ruhunun (vahdet in) en gerçek ve samimi bir göstergesidir... Caminin içinde, namaz kıbnan solona ŞAHIN, yanlarda, zeminden bkaz yüksek otan setli bölüme, SOFA dem ir. İbadet salonunda aynca. bk köşede kafesle bölünmüş, muhafazalı yere ise HÜNKAR MAHFİLİ veya MAKSURA odı verttmektedr. Bu mahfil sadece suttan* n Cuma günleri, halkla birlikte namaz kılmak için gelmeyi adet e d n d ğ i, büyük camflerde bulunur. Suttan burada dıştan gelebilecek bir saldın olasılığına karşı korunmuştur. Salonun döşemesi normal olarak rutubeti en aza İndirmek için, tuğla döşenmiş ve üzerine hasır, bunun da üzerine bir veya bkkoç kat hah veya SAF SECCADELERİ yayılmıştır. Halı dolaylı olarak sesin eko yapmasını da engeller. Genellikle bu seccadelerin üzerindeki motif ve desenler DO Ğ A ve DİNSEL YORUM1 la ilgilidir. İbadet salonunda aynca MÜEZZİN MAHFİLİ, vâaz kürsüleri ve yerde pabuçluklar bulunur. Caminin son cem aat yerinde MÜKEBBİRE BALKOMARI ve bir diğer imamın av­ ludaki cem aat a namaz kıldırması için, mihrap nişleri bulunmaktadır.

507

Cami mihrapları normal olarak Mekke1 ye yöneüettr. Ancak bas cam ilerde, özellikle kiliseden dönüştürülenlerde, şayet pusula kul­ lanılmamışsa, ııfak hatalar yapılmrç olabiliyor. Hz. Peygamber, hicretin ikinci y*n a kadar namazlarını Kudüs1 teki (MeeckJ-4 Aksa1 ya) dönerek, kkmaktayddar. Burada Hz. Süleyman1 m tapmağı bulunuyordu. Vahiy İn gelmesi He birlikte, kendisinin başlatmasıyla, bugün tüm İslâm alemi (Mesdd-J Haram), Kâbei Şerif e dönerek, secde etmektedirler. MİNBER: Hatipin çHup hutbe okuduğu yerdk. Önceleri yoktu. Cem aat artınca gerek duyuldu. Peygamberimiz hep üçüncü basamakta dururdu. Mimber kiliselerde ki (Berna) nın karşktğma benzetilebilir. Camilerin iç mekanlanna dkkat edMirse, eninin boyundan biraz daha uzun olduğu görülür. Bunun am acı, namaz lalarken cem aatın oluşturduğu saflann mümkün olduğu kadar mihraba yakm olmasını sağlamaktır. Çünkü müminler eskiden olduğu gibi, namazı kıldıran İmamı Azam (Hz. Muhammet) a ve mihraba en yakm durmayı arzu etm ektedrier. Kubbe altında namaz kılmanın özelliği He Bgtti görüşümüzü, daire1 nin sembolizminde değinmiş bulunuyoruz. İslâmda namaz oçric havada da kknabümektedir. Genellikle HristfyanMcta böyle bir akşkankk görülmemiştir. Bk müslüman beş vakit namazını, caminin dondaki herhangi bk yerde ed a edebilmektedk. Ancak bu farzı bk cam ide, diğer dkı kardeşleriyle bkHkte gerçekleştirmesinin, kardeşlik ve dayanışma kavramm oluşturup pekiştirme yönünden, ayn bk anlam ve değeri olduğuna inanrimaktodv...

NAMAZ Beş vakit namazdan her biri, günün zaman olarak, önemli değişim başiangrçlannda kılınacak şekilde, düzenlenmiştir.namaz kılmak için yapılan vücud hareketleri şu üç isim altında toplanıyor: KIYAM, RÛKÛ ve SECDE. Kıyam ayakta duruş, dikiliştir. Bir amk veya hakimin önünde Hten yapkkğı gibi, Tanrı* nın huzurundaki saygılı duruştur. Gözler secde yerine bakar. Kıyamet ise ahır zam anda ölülerin dirilip ayak kaikmaian anlamında, kuHamkm bk sözcüktür. Rükû, elleri dbJere dayayıp belki bükülmeskür. Bir emrin kabulü anlam ınd a." Baş üstüne 11der gibi eğitmektir. Secde, vücudun tamamen eğilip başın yere konulmasKjtr. İşte bu sonuncusu bir insanm yapabileceği en son hareket oluyor. Çünkü inanan kişi vücudundaki en yüksek yeri, yani alnını, en alçaktaki noktaya, yere,

508

değdirm ektedir...[Secde hareketi tıpkı a ğa çla ra benzer. Çünkü ağaçlar, ağızlan olan kökleri vasıtasıyla, gıdalarını sağlarlar, sürekli secde de d a n canlılardır...]($crfVef SENİH .İbadetin getirdikleri. Ç ğlayon Yayınevi S.34) Secdenin bir anlamı kibirin kırılması görünümü darakta. yorumlanıyor...

olduğu

gibi, kabre

girmenin

Rükû’ dan secdeye dizler üzerine oturarak geçiliyor. Çünkü bu harekeli yapabilm ek için en uygun pozisyon diz çökm edir. Bağdaş kurulduğu rtakdirde baş yere değdirilem em ektedir. Bu hareket, sağ ayak dik ve baş parmağı kıbleye döndürüp, yere yatık olan sd ayak üzerine oturarak yapılıyor. Eller dizler üzerinde, birbirine paralel d u p m ihraba dönüktürler. TEKBİR almak, " Allahu E kberN demektir. Bu hareketi yapan erkekler ellerini kulak hizasına ko yarla r; avuç içleri kıbleye dönük olur. Kadınlar ise tekbir1 de ellerini omuz hizasında tutarlar, avuçlar gene kıbleye döndürülür. Namaz kılarken uyulması gereken biçimlenmiş hareketlerden bir diğeri de DUA* dır. Dua Tanrıya yalvarmaktır. Her toplumun, her dinin kendine özgü bir biçim i varsa d a bu yalvarış genellikle k d ve el hareketleriyle birleştirilerek yapılmaktadır. İsiâmda dua ederken kollar paralel darak ileriye uzatılır. Bir (elif h arfi gibi) kıbleye döndürülür. Avuç içleri yukarı çevrilir. Bu görünüm Tanrının huzurunda bir acizlik ifadesidir. Çünkü (kul) bir köledir. Tanrıdan yardım ve merhamet dileyen bir (d ile n ci) den başka bir şey değildir. Ayaktayken kolların paralel d a ra k baş hizasına kaldırılmasındaise "Allah birdir, başka Allah yoktur",., inancının şe­ nlendirilm ek istendiği ileri sürülür. Namaza duruken ellerin önde b ağlan­ masında haçvari bir görünüm vermesinden kaçınılır. Ayakların durumu d a tıpkı k d ve ellere banzer, kıyam 1 d a ayaklar askeri du­ ruşlardaki gibi (V) şeklinde açılmazlar, her ikisi de kıbleye yönelk dur. Eski Mırsırda güneş tanrısı (Râ) nın önünde dua edenleri de bu biçim de gördüğümüz gibi, tanrıça Artemis ve Meryem de çoğu kez kdlannı aynı şekilde uzatmış d a ra k canlandırılmışlardır...Eski

509

Çinde im­

paratorun huzuruna çıkan esirler (silahsız oklukların) ederini uzatıp içlerini gösteriyorlardı.

k a n ılk m c * İçin)

Arapça (ADEM) kelimesinin kaligrafisine dikkat edilecek olursa, tıpkı yukarıda hatırlamaya çalıştığımız namaz hareketlerine benzeciğini gö­ receğiz... [İstârmn ön gördüğü beş şarttan biri ülkelerin coğrafi konumlama göre değişen güneşin durumuna bağlı olarak, günün beş ayn vaktinde kılın». Bunlara vakit nam azları denilir. Ayrıca, bayram, cenaze, teravih ve kaza namazları d a var. bu beş vakit namazda uygulanan rekattann sabah (4), öğlen (10). ikindi (8), akşam (5) ve yatsı (13) olmak üzere, toplam (40) tır. bir rekat namaz, bir kıyâm. bir rükû ve iki secdeden oluşan harekettir bu durumda namaz kdan bir kimse günde 80 kez secde hareketi yapmış oluyor. Bu bakımdan namazm. fiziki hareketleri nedeniyle sağlığa d a yararlı olması normeldir. Namaz kılarken insansı boyun, omuz, bel, kalça, belkemiği, dirsek, sırt, diz, ayaklar, hatta teşbih çekerken el parmaklan sistemli bir şekilde hareket ettiğinden, günümüzün yoga veya aerotok ekzersizierinden beklenen sonuçlara eşdeğer denilebilecek bir yarar elde edjkniş olur. Çünkü bu hareketler günde en az 40 kez tekrarianmaktad». Üstelik nomaz hareketleri yavaş yapıldığından, kalbi yormaz, beyindeki kan do­ laşımını ve mesanenin boşaltılmasını, mide ve bağırsakların çakşmasm kolaylaştırır, eklem rahatsızlıklarını tedavi eder. Günün beş vaktinde kılman namaz ve hareketleri cRğer dünyevi ve semavi yaratık ve cisimlerin duruş ve hareket biçimlerini de yansıt» gibidir. Örneğin güneş, ay ve yıldızlar1 ın doğm a ve batm alan rekât ha­ reketlerine benzer... Vakit namazlarının insanın yaş dönemleri ve mevsimlerle de benzerlik gösteren yönleri bulunuyor: Sabah namazının zamanı, güneş doğuncaya kadar ki zam an dilimidir. Bu bakımdan ilkbahara benzediği gibi, insanın ana rahmine düştüğü anı ve gölde yerin yaratıldığı attı günün birincisini ve onlardaki Dâhi anlamlan hatırlatır. öğle namazı, bölgeye göre, güneş tam tepe (zenit) noktasına geldiği zaman kılınır. Bu. yeryüzündeki tüm objelerin gölgelerinin en kısa olduğu vakittir ; gündüz1 ün tam yansıd». Tıpkı yaz mevsiminin ortasıd». ; hem gençlik olgunluğuna, hem de dünyanın oluşumu sırasında insanoğlunun

510

yoratilcSği dönem® benzer. Bize Tonrımn merhametini ve vermiş olduğu bunca nimetleri hahrtartr. İkindi vakti, güz mevsimine benzer. Aym zam anda İhtiyari* dönemtdr. Hz. Muham m etf İn muttuluk çağKtir, o çağın Hahi durumlanm ve nimet­ lerini bize hatırlatır. Akfam vakti, güz mevsimini sonunda pek çok yaratiğn ortadan kaybolmaya başlaması gibi, ortaMda yavaş yavaş el- ayak çeklm ednin baştamasKtir. İnsanın ölümü ve kıyamet baştangrcmdakl ytiakp dökü­ lecekleri konusunda bk uyanda bulunur. Yatsı vakti, kışm beyaz keteni He yer yüzünü örtmesi gtoi, karanfcklar aleminin, gündüz aleminin tüm eserlerini siyah kefeniyle örtmesine benzer. Bu da bize ölen insanın geride kalan eser ve İzlerinin de yok dup, bk unutma perdesi altında katacağım haber verir.KSatomt SENİH: Jbodeen geflrdfctorÇ Bu açridamadan anlaşriacağı üzere namaz1 n VAKİT kavramıyla çok yakn bk ilgi ve ilişkisi bdunuyor. Bu balamdan İslâm toptumunda vakit (zaman) la UgHi buluşiann ve teknolojinin b a t* ûiceloıe oranla daha erken geüyme göslerdğine tarak oluyoruz. Wâm b *m adardan a n ve M dakelert (eylem ve boylam), dünyanın yuvartakbğı konutunda bftgi scHbiydief ve astronom* araşkm akza daha yoğun bk tekid e eğUrnlflerdl. özelikle Haran ören yetinde varolan bu tür ara|tıtm alaı Eme­ vtler devrine, yani VII ve VBI. yüzyıîara tarihlenlyor... Gök cisimleriyle bu d e ri uğratm aya onlan yönelten ve araftırmalan kolaytattıran olgu, özemde güneydoğu bölgelinin hava durumuyla da UgHi; çünkü bu bölgede hava nem i d e ğ l, atmosfer*. lanimalar daha az; doiayısıyta yriddar daha net Uenebüyor. Mekke' de daha bekgkı olduğu üzere, gökyüzü yere daha yakın görünüyor. Aynca «cağm etkiliyle yazn İmanlar dam larda yatıyor ve sürekti yldıztara bakıyorlar (TJ.Adronomk araflvm alarbu bölgede başlaması için bk neden oiabiHr... Batıran hala kum saali kıAandığf devirlerde, Abbasi halifesi Harun Reşit* İn, zamanın Fransa' krah Chariemagne* na bk çalar saat hediye ettiği, ancak krakn butu, içinde yeytan var d y e , hela* ya a»ir<*ğmdan söz edMr.. Buna karın , Batıda döküm sanayinin daha gelişmiş olduğu gö­ rülüyor. Bu girişimin başbca ürünleri d a n çan ve top. daha çok mekânla HgN yapm iar dmuştur. Çünkü Batı, daha çok mekân* a. Doğu ise ZAMAN a değer vermiştir...Çan bu yönden MEKAN la İlgili bk araç oluyor.. 511

Batı Cücelerinin kültlerinde kuBancMdan çanlar İbadet »etin in gelcftğini haber veren ve çoğn ilin in uzaklardan duyulmalına, m etal* titreşimler yaparak. yarayan araç dmuşlardır. İçinde tatianan tokm oğn fonksiyonu lembotizm1de gölde yer araenda anlı duran HER ŞEYİN bir göstergesi ve bu Hcbi araenda olduğu kadar yeraltı dünyasıyla da Hişki kuran bir aracı şeklinde, açıklanıyor... Balı1 nm madeni sesleri tercih etmesi onun kıüanageküği müzik aletlerine de yansrmşfar. Bunlar, değişik boyutlardaki çanların bir araya gelmesinden oluşan, çan1 m rezonansmı veren org, saksafon, piyano, gitar...gbi aletterdk, yani çok sedidMer. Çünkü Batı dini çok tannlı cinden geldiğinden toplum yap a çoğa, çoğ u lcu lu ğ a (keeete) eğilim gösteren, çoğa talip denilebilecek bir âzyapıya sahiptir. Bu özyapmm yansıdıği örf ◦d e t ve gelenekler üzerinde bir hayti örnek göstermek ve konuşmak mümkündür. Çok partili hayat, spor yanşmalannda katagortter çokluğu...ve çok sesi müzMc... (Orkestralarında da bas farickkklar bulunuyor : Mürik aletieri önde şariucriar genetitide arkododr. Bizde ise -batılaşmamş oianlannda- sazlar geride okuyucular (hanendeler) ön «roda yer alırlar...Çünkü İslâm ezan sesi gibi SES* I ön plana almıştir. Musikisi de insan sesi oğiriıkfcdr, sazlar Rdnd planda kahr. Batida ise insan sesi çalgı aletlerini takip eder. Ancak, vaktiyle iriâm küttünjnün egemen olduğu İspanya, hatla SlcVya* dakJ halk müziğinde insan sesinin a ğ riM olduğunu görüyoruz... İslâm tek Tanrf kfctan doğmuş ve yeşermiş bir cfndk. Çokta biri, (kesrette vahdet) I arayan bir dnetir. İşte bu in a ıç onun müzik aietierine de yansımış bükmüyor. İslâmda orjlnai olan müzik TEK SESLİ1dk. Müzik aietierine gelince; bunlar daha çok organik maddelerden imeri edilmişlerdir. Gırtlaktaki ses tellerini andırırlar, daha beşeri bir yapıda olurlar. Rebap, ut, kanun, flüt, ney,...ve nihayet kaval en tipik olanlardır. Mikrofon sesi madenleştirir, bir yerde çan1m madeni sesine yatdaştinr. Bu bakımdan ezan' ın beşeri sesle, ağızla, gırtlaktan geldiği gibi, doğal sesle okımmasmıa bu açıdan önem taşıdığı görüşünde olanlara katılıyoruz..) (Bu tür din kültürümüze KçkJn bSgüer İlahiyat Fakültesi öğ. Gör. Doç. Dr. Saym Murat DanyaTdan atamıştır) Namaz kılar ve dua ederken yapılan sembolik nttelikta bazı küçük hareketler var. biz bunların kökenlerini araştırmaya çalıştık : Örneğin dua

512

ederken gözleri kapam ak: Bunu yapmak, drç çevreden az uyarı olarak iç alem ine daha fazla yönelip, konsantre olabilmekle ItgiBdir. Dua bittikten sonra üflemenin ise kapsamlı bir ifade ile, bir peylerden deşa* olmak, yani Tanrıdan alınmış olan manevi enerjiyi boşalMmak içgüdüsü ie yapıldığı, ileri sürülüyor.. Diğer yönden namazın bitiminde, okuyup üfledikten sonra, bir veya İki elle yüzün sıvazlanmasına değineceğiz: Bu konuda din odamtanrrazm görüşü, Peygamberimizin bazı g ü el aiışkanMdanyta ilgili, kendileri yatağa girdiklerinde önce dua ediyor, sonra da avucunun içine üfliyerek önce yüzüne, sıra le göğsüne ve vucudun ulaşabikAği her tarafina, sürmekteydiler. Hz. Hatice' nin beyanı üzerine, zaman içinde Müslüman aleminin benimsediği bir (sünnet) hareketi oluyor. Aynı konuya Hifkin olarak yapdan bir başka açıklam a ise şöyle : Bilindiği üzere Peygamberimiz söz ve dav­ ranışlarına olduğu kadar, giyim - kuşam' n a traşma ve sakafana özen gösterir onları bakımlı tutar, bu konuda d a çevresindekilere iyi m güzel örnekler vermek isterlerdi. Namaza başlarken, ellerin baş parmaklar kulak memesi hizaada başa konulması, sadece müştereken yapılan gösteri ve spor harekelerinde kural haline gelmiş bir başlangıç hareketi gibi niteienmeyip, beyinin uya­ rılmasıyla İlgili bazı yorum ve değerlendirmelere de oçdc oluyor...

'

Sakal aslında cini bir motif, bir sünnettir. Bunun ckşmda, aymtılanna değinmeksizin, sakaim gerek biyoloiBc, gerek fizyolojik ve sosyal açıdan bazı yarar ve etkilerinden söz eden yayınların bulunduğunu haMotmakla yetineceğiz. Dua bittikten hemen sonra, kişi üzerine düşen dini br vectoeyi yerine getirmenin huzurunu duyar, bir işi bitirmiştir, kalkıp gkJecekttr.bu bakımdan kenrJne çeki düzen vermek istercesine İçgüdüsel bir harekette, elini yüzüne ve sakalına değdirip onu düzeltir gibi yapar... Nitekim Pey­ gamberimizin de sık ak sakalım sıvazlayıp, düzelttiği gözlenmiştir... Kadmftar için de durum aşağı yukarı böyle. Diğer sakataz oiantann yaptığı gibi, onlar d a yüzlerini sıvazlarlar... AMİN : Dua ettikten sonra İfade edilen bir sözcüktür. Sami kökeni olduğu için, ciğer dinlere de aynen geçmiştir. Hırtstiyanlar (am orf derler. İbraniceden alman bu sözcük (ö y le olsun, Rabbim kabu l e ti) anlamına geliyor. Peygamberimizin annesinin adı Amine’ dir. İnanılacak kadın de-

513

mettir. AMENNÂ, iman, inanma1dan türemiştir. İnandfc, tasdik edetiz, veya ona diyecek yok" antamtanm içeren bir sözcüktür. İsjâm bir tevhit dinidir. Tevhit, birliğe inanma, bütünleşme, bk-teşme... ortamlarım içeren bk sözcük, yani çattan teke varmak isteyen bir düşünce ve iman yapısına sahiptir. Bu bakından Mâm mimaride d e bk vahdet (bütünlük) aramıştır. Bu bakımdan musikisi bk tek seslidir. Htftttyanbk dini çok tanrılıktan geldiği için, oniarm kiHseierinde dehkzier, hücreler, kuytu

ve karanlık köşeler bulunur, içleri de camilere oranla loştu. Bizim camilerimizde bu tür karanlık hücreler yoktur bk kaç cami hariç, pek fazla gün ışığı almazlar. Bunun nedenini uzmanlar, fazla ışığın beyindeki salgı bezlerini uyarıp, kişiyi uhreviSkten soyuttaşhncı bk etki yapmasıyla, açıklıyorlar. Zka dua ederken bazı dünyevi şeyleri unutup manen başka bk yere yoğunlaşmak gerekk. Aym tür olay normal yaşantım da d a söz konusu. Geceleyin zevk ve efkar dağrtmak için yapılan eğlencelerde, bazı şeyleri unutup düşünmek tstemedHderinden, insanlcmn pdkoiojBc olarak daha fuzla tatmin oldukları söylenir...

İÇ SÜSLEME Camilerin iç süslemesiyle ilgili olarak değineceğimiz konulan şöyle özetledik: Prensip olarak insan resmi, figürü yoldur. İç mekan KURAN* dan alman ayetlerle dekore edlUr.İsim resimleridir bir kısmı. Diğer br deyişle, kcriigrafüc tablolarckr. Örneğin, Bursa Ulu Cam i içi dUdcafte izleyenlere, bk kaBgrafl mü2esl dedirtir...Canlı doğanm figürleri üzerinde durulmamıştır. Bu yasak atim da Kuran' da yok, am a Hadisi Şerif te var. tevraf ta bu yasağın bulunduğunu bUyoruz. Resmin, daha çok bk hayalin maddeleştirilmesi için yapıldığı inana yaygın; ancak kitap ressamlığı yani minyatür söz konusu.

514

Resmin yapılmamasının bk başka nedeni, lüksten koçmmakhr. Putperestlikten yeni çıkıkruştv ; heykel ve resim yapmaktan kaçınılıyordu. Başka bk inanca göre, hareketli, canlı olan bk yaratığı, resmini veya heykelini yaparak, kimsenin onu hareketsiz kılmaya hakkvyoktur Ama, Fatih Suttan Mehmet? in, bütün bunlara rağmen, bir İtalyan ressamına portresini yaptıdığtfiı da biliyoruz. Ayrıca, resim yapm a serbestisinln kısıntılı olmasına İsiâmda kaligrafi sanatının, dünya çapında gelişmesinin bir başka nedeni olduğunu, güzel yazı yazmanın, kuran' m sözlerini Şefliğinden, sevap bk uğraş olarak benimsendiğini de hahriatmak İstiyoruz. Ayetler çok süslü yazılmışlarda. İslâm büyüklertnlnl yüzleri asla resmedilmez. Çünkü İslâm, Allah' tan başka Nç kimseye aşm saygı gösterilmesini istemez. (İncilde de Hz. isa1nm ckş görünümü İle igM her­ hangi bir bilgi verilmemiştir.) Klbele1nin de yüz detaylarını görmüyoruz. Camileri ve diğer yapıların içlerini süsleyen kaügraflk tablolarda karmaşık yazı ve desenler egemendir, bk bilmece gibi, baş ve sonu olma­ yan İmajını veriri İnsana...Kaligrafi, abstre bk resim gibi çfcar karşımıza. İslâm minyatür sanatı da hep Allah' ı simgeler. Cam i içinde müminler sade, süssüz bier mekanda ibadet havasına daha iyi adapte olurlar, kendilerini dünyevi olaylardan daha rahat soyutlarlar. Bu balomdan, resim vesak uyana motifler, süsler bulunmaz. Onun ruhi yüceliği, dikkat çekici başka şeyterie göigeiendkmek arzu edilmez. Askna bakılırsa çiçek bile uyancKftr. Buna karşı bazı Osmanlı camilerinde çiçek desenli çinilerin rahatça kuitamlcfcğı görülür... Selçukluda sultan dini bk lider değüdk. Aynca dine yeni girilmiştir. Bu bakımdan süsleme öğelerinde bazı kaçamaklar olmuştur. Osmanlı daha koyu Müslüman. Bu tür figürlere karşı olan bk tutumu var. Çiçek kkMcaa bk süs öğesi. Bunun için devrin en güzel renkli çinilerini kullanmıştır. Bu camimizde mihrqp tek parça mermerden oyularak yapılmıştır.

. Camilerimiz yatsı namazı sonuna kadar, günün her saati açtk tutulur. Kimseden ne pasaport, ne de kimlik sorulmaz. Arzu eden herkes, dini, mezhebi ne olursa olsun gkebilmektedk. ANCAK bunun için açık-saçık giyinmiş olmamak gibi bazı kurallara uymak şarttır. Kadmianmızın da camiye girip namaz kâmcAan gayet doğal ve akşılrmş bk olaydır. Bu kişler gereken biçimde örtünmüş olarak kendilerine ayrılmış bölmelerde bulunurlar. Örtünmeye (setr) deniliyor. Setr, yüz.ei ve

515

ayaklan dışında kalan yeterin örtülmesi kapsamındadır. Ancak saç kesinlikle gösterilmez. Mabetlere girişte başm örtülmesi hemen diğer dinlerde de uygulanıyor. Meryem' i başı açık görmeyiz:. Rahibeler de hep baş-örtülüdürter... Son olarak ülkemizi ziyaret eden yabana turistlerin özeHHde yönelttikleri bir sorunun üzerinde durmak istiyoruz : Neden kadnlanmız camilerde ayn bk yerde durarak namaz kılıyorlar?.. Takdir edileceği gibi bunun cevabını ancak biz, toplumsal yaşamımıza örf ve adetterinmize sadık kalarak vermek zorundayız. Şöyle ifade edebiliriz : Öncelikle kadın, erkeğe oranla daha güçsüz, daha zayıf ve erkeğin daim a himayesine muhtaç bir kişidir. Sürekli güven duygusu içinde olmak ister. Bunun İçin cam ilerde de hep onun gerisinde, onun koruması altında bulunmayı yeğler. Aynca, İslâmda kadm-erkek ilişkilerinin, bugün Batı dünyasında olduğu gibi, çok stkı-Nu olması arzu edilmez. Sonuçta bu yakm yaklaşım, birbirlerini taklit etme sonucunu yaratır: Saç tuvaleti, erkeklerin at kuyruğu yapmaları, küpe takmaları, pantolon, özellikle blucin pantolon gibi..hep birbirlerine benzeme arzularından oluştuğu kanısındayız. Bu özenttter birikir, kişisel terbiye ve değişke düşünce bi­ çimleriyle karışır ve ortaya bazı TASVİP EDİLMEYEN tipleri çıkanr. Ta­ biatıyla bu görüş bizim bugünkü toplumumuzun değer yargısıyla, tolerans ve hoşgörü sımrianyla ilgilidir. Tüm bunların özeti, İslâm yalnız cam ide değil, diğer başka yer ve konularda d a kadın ve erkek arasında tatmin stroriarm ön planda tutan -belirti bk MESAFE1 nin olmasını ve kalmasını uygun görmüştür. Konuyu objektif bk görüşle de değerlendirirsek, secde durumu, aslında kadının önde olmasına da uygun düşmemektedirl...

SÜNNET Hz. Muhammed* in yapılmasını tavsiye ettiği veya bizzat yaptığı yahut yapıldığını görüpte müdaheie etmediği fillerdir. Olayın operasyonla ilgili başlangıcını araştırdığımızda,ilk olarak Frigyaiıkjrda uygulandığını Heri sürenler varsa da, bu yanlıştır. Çünkü, Attts (Attes) odlı bir delikanlı, kendisine tutkun olan ana Tanrıça Kibele uğruna erkeklik organım keserek, kendi kendini hadım etmiş, sonra onu toprağa

516

gömerek toproğm bereketini arttırmış, tapmakta bulunan ciğer rahipler de aym şeyi uygulamışlardır. Özet olarak hatırtattığffna bu efsanevi olaym sünnetle Hglsi ûlmockğı antaplryor. Sünnet eski Mısırda yapılmaktaydı. Piramttiertn iç duvartarmda kabartm aktı görülen kölelerin sünnetli olduğu, bunu kanrttamaktodır. Bu çağlarda, Mezopotamyoda da uygulandığı sanrtmaktad*. Eski Arap ülke­ leri ve Afrika-Avustraiya.yerti kavimlerinde kdara da uygulanan ve sünnet olarak adlandırabileceğimiz bir başka yöntem var ; klitoristen küçük bk parçanın kesilmesi.. Prof. Dr. Asaf ATASEVEN* in Tıp gözüyle İslâmda sünnet başlığı altındaki oçıldaması ise aynen şöyle: Sünnet asriardon beri Müslüman ve Yahucüer tarahndan dini bk vecibe olarak yerine getirilmektedir. Ancak sünnetin yapamadığı pekçok ülke vardır. Bugün dünyadaki erkeklerin beşte birinden çoğu sünnetlidir. Bu kimselerin % 98* i İn an ç, % 2* sİ tıb b i sebepten sünnet olmuşlardır. Bununla beraber son yarım asırdan beri sünnet bkçok ülkede ttobi zaruret olarak sıklıkla tatbik edilm eye başkyımışhr. Mesela Amerika1da doğan her erkek çocuk, ailesi ertesi bir düşüncede değilse, hastanede sünnet edilerek evine gönderiliyor. Ama Rusya1da kimse sümetli değrtdk. Ve bu ülkedeki Müsiümanlara sünnet yasaklanmış bulunuyor. Almanlar sünnet olmazlar, ingiiizter ancak tıbbi bk zaruret üzerine sünnet oiuriar. Sünnetin ftbbi faydalan çoktu, sünnet olmayanlarda görülen çeşit! hastalıklar dikkatte IncelerKftğinde sünnetin önemi daha iyi anlaşılacaktır. SünoetsizJerde: 1.

Bcrtanitis. posthitis, balano-poshitis gtoi ittihapiar

2.

Sünnet derisi atfında taş teşekkülü,

3.

Doğuştan, ya da sonradan ittihapiar sebebi He teşekkül etmiş ve acil müdahele gerektiren fimozis (sünnet derisi darlığı)

4.

Sünnet derisi crttmdaki pislikten hasıl olan idrar yolu, mesane böbrek Itfhaplan.

5.

Priapismus adı verilen marazi erekslyon ve bilhassa fimozis! çocuklarda daha sık olmak üzere istimna (mastürbation) fcemayülü.

6.

Darbelere dayanıkkğtn azlığı (sünnet olunca kamış başı epi­ dermiz© o lu ve darbelere dayanıklılık kazanır, keza kamış başı

517

ve

hassadyeNnin « a tm a m a bağlı olarak eriten inzal» temayül de azakr. Seksüel münasebet süre* uzar. 7.

Sünnet derte alknda meni kaknaena bağlı olarak seksüel münasebet evK endo hazneye az miktarda mine aMmae sonucu çocuk olmama». Bu kimselerin sünnetten sonra çocuktan oftmuftur.

8.

SünneMzterde papNom, kondtoma akuminata gibi seNm tümürier, k a m ı konseri ve surmeMz kimselecln esterinde rahim ağzı kameri s * görülür.

9.

Frengi ve belsoğukluğu gibi zührevi hastalıklar sünnetsiztere daha s * butaşv.

Gerçekten yukarıda 9 m adde haHnde zkuecftlen çeşitti hastaMdar sünnetti şahtearda gâzLjfcmemektedk. Bu husus sünnetin kbbi balamdan ne kadar önemli olduğuna kifayet eder sanıyoruz..

ALEM Sargo* SRDEM: Sanat Tarttf A ra ftm a k * Dergtt, C * :1, ta y t: T den âzûmJenere* afcnrmflr. Alem ketime», Arapça km "tomak; btidkmek. işaret etmek* kökünden türemiş kuralsız bir tem olup anlamı 1 b e i eden, bNdren; İz, alam et, işoretstz, nişan v. dğl." dir.

...A lem in Tarihçesi Alemin ortaya çıkma» tarih önce» devirlere rastar. Bunlar daha çok savaşlar ve kalabalıkta icra edtien cini törenler »raunda, kişilerin kendi lider ve tapMuktarını tamyobümelerl am acıyla kolay görülebilecek biçimde, mızrak gibi uzun bir gönderin ucuna takılarak birliklerin önünde taşman akömetterdk. Alemin, kalabalık ve kargaşalık anında liderin bıiunduğu yere işaret etmesinin yanında yerine getirdiği <3ğer önemli görev, o topluluğu (birlik ve beraberlik içinde tutmasıcftr. Bu sebeple gerek alemler, gerekse sonraları onlardan gelişen bayrak ve sancaktar daima manevi bir güç taşmış ve mukaddes saytlmışlardK. İlk alemler (Standard) totemik devirlere aittir. Buntar tann suretleri, semavi semboller ve çeşitli hayvan şekillerinde genellikle bakır, tunç, gümüş, attın gibi madenlerden yapılarak m abetlede muhafaza edtien ve

518

törenlerde okaytarm, tavaflarda da askeri birliklerin önünde taşman gönderlere takılmış küçük heykellerdir. Bilinen Ik alemler tasviri sanattan tanınmakta ve bunların tann sembolü olduktan görüknektedk. Mezo­ potamya* daki en eski örnekler, M.Ö IV. Bkıyıkn sonlam a tarihlenen ve * Uruk vazosu" adıyla anılan, Sumerier* in Geç Uruk safhasına alt bk alabaster vazo üzerinde bulunmaktadır. ...Tasviri sanattan tanınanların dışında, doğrudan kendisi ele geçmiş Hk alemlerin en güzel Örnekleri, M.Ö III. Binyılm sonlarına ait Alaca Höyük kral mezarlarından çıkarılan Hatti Güneş kurslarıyla geyik ve boğa hey­ kelleridir. Tarih boyunca en gösterişli alemleri, Eskiçağ1m en düzenli orduarma sahip bulunan ve savaştıktan insanların moralleri üzerinde çekeri biraderindeki İhtişam ve intizamla da etkili olan RomaMar kullanmışlarda. Önceleri aym göndere üst üste takılmak suretiyle daha dikkat çekici hale getrilen Roma alemlerinin başlıcalannı savaş tannlan Mars ve Minerva1mn küçük heykelleri, diğer c*ni semboller, Roma1 ran ve imparatorun sembolleri İle orduyu teşkil eden bktiderin akametleri oluşturmuştur. M.Ö II. Yüzyılın sonlarından itibaren ise ordu alemi olarak k a n a ta m açmış, salckn vaziyetinde kartal figürü benimsenmiş ve bu alem zam anla diğerlerinin yerini atmıştır. Roma alemleri ta b i olarak Bizans alemlerini ve Ortaçağ Avrupa armocıkğını (herakJry) etkilemiş, Fransa1 ran İmparatorluk, İtalya1 ran Faşizm ve Almanya1ran Nazizm dönemlerinde ise aynen taktt edkmişfir. .... Çoktannfı dnterin ortadan kalkmasıyia birlikte totemlk alemler taşınmaz olmuşlar ve dolayıayla alem şekMeri daha sade bk görünüm kazanmaya başiamtştardv. Ortaçağ boyunca skah olarak d a kullanılan, AvrupalIlar1 m h aib ert (saplı balta), Osmanklar1 m alem , g ö n d e ri b alta veya .teb er dedikleri bk tür alemler, genellikle mızrak ucu attmda çift ağızlı veya sırtı mahmuzlu batta gibi dürtücü- kesici formlarda yapkmışiardır. ... Birer kumaş parçasından ibaret olan ilk flam a, bayrak ve sancakların daim a mızrak ucuna bağlanmış olmaları, tarih boyunca en çok kullanılan gönder aleminin, o am açta yapılmamı; olmasına rağmen mızrak temreni olduğunu ortaya koymaktadır. Manevi koruyucu niteliğiyle bina çatılarına takılan alemlerin de bilinen ilk örneği mızrak temreni şeklindedir. M.Ö VBI. yüzyıla ait olan bu alem, Assur Kralı İt. Sargon1 un saraymdaki zafer kabartmalarında, yağmalanması tasvir edilen bk Urartu

519

mabedinin çatı tepesinde yer alm akta olup Urartuksr1m baş tanrısı H ak* nin (savaş tanrısı) sembolü olan mızrak temreni şeklinde yapılmıştır. Her ne kadar Sümer tasviri eserlerinde de bazı mukaddes çodriartn üzerinde çeşitli sayılarda alemler görülmekte ise de bunlar daha sonraki devirlerde çatı veya kubbelerin tepe noktasına takılan alemlerden oldukça farklıdır. Bilinen İlk bina aleminin bir mabedin çatısında bulun­ ması ve mimarlık tarihi boyunca da yalnız mabet.medrese, şifahane, çarşı ve mesken gibi mukaddes ve mübarek tannan binalarda kullanılıp özellikle İslâm mimarisinde kubbeli dahiolsa. şer1an kerih sayılan ve içinde Kut an okunması, namaz kılınması, hatta selam verimesi caiz olmayan hamam, (soyunmdık hariç) kapkca ve apteshane gibi binalarda kullanıimaması, bina demlerinin de gönder alemleri gibi daima mukaddes kabul edildiklerini göstermektedr. Bugün hâlâ devam eden, kubbesi ta m a m la n a n cam ilerle çatısı kap a n a n görkem li binaların te p e n o ktaların a, dini törenle ay-yıldız veya düz kırmızı bayrak (dem ) dikilmesi geleneği de, eski devirlerde dem lerin çatılara henüz inşaat bitmeden tdatdğm ı ve böytece y a p m n bk an ö n c e m anevi korum a a ltın a alınm ak İs te n d in ! gösterse gerekir.

Monçuk Alemler İslâmiyet in kabulünden önce Türtder1 İn, çadır ve sancak dkekierinin tepesine genellikle küre şeklinde alemler taktıktan bilinmekte, ancak esld Türkçe kaynaklardan bu alemlere ne İsim verdUeri öğreniememektedk Buna karşılık İranlı şak ve yazarların bu alemlerden m ençuk/ m enöuk şeklinde bahsettikleri görülmüş ve Farsça1d a olmayan, Farsça1d a ancak İlk Türk İslâm devletlerinden GazneHler döneminden itibaren kutianılmanna başlanan bu kelimenin Türkçe m onçuk/ m unçuk (boncuk) olduğu tesbit edümiş bulunmaktadır.

H ilâl A lem ler Tek tanrılı dinlerden Musevilik İn sembolü “ mühr-l Süleyman" Hıristiyanlık1 m sembolü “ haç* ve İslâmiyet1 in sembolü "hilâT motifleridir. Bunlardan M.Ö I binyılın Hk çeyreği içinde benimsendiği anlaşılan mühr-İ Süleyman, birbirine geçmiş biri koyu, ciğeri açık renkli iki üçgenden oluşarak ruh He vücudun birleşmesini sembolize etmekte, Hıristiyan!*4ın sembolü d a n haç da Hz. İsa' ran çarmıha gerilişinin hatırasını yaşatmaktadır. İslâmiyet1 in sembolünün niçin hilâl olduğu ise bugüne kadar yeterince araştmtamarraştır.

520

Hilalin menşei hususunda ileri sürülen fikirlerin daha çok mkliyetçi duygularm etkisi altında kaldığı görülmektedir. Batılı yazarlar hilalin İstanbul* un fethinden sonra Bizans1tan Türider* e geçtiğini iddia ederken buna tepki gösteren Türk yazarlar da Türider tarafndan Orta Asya1dan getirildiğini ileri sürmüşlerdir. Hilalin Bizans1tan Türider1 e geçtiği yolundaki görüş, burada üzerinde durmayı gerektirmeyecek derecede flmi ger­ çeklerden uzaktır ve bu tezi sadece Endülüslü Hami1 nin, İstanbuT un fethinden yaklaşık b ir. asır önce çizdiği harita tümüyle çürütmeye yeteriidir. Çünkü bu haritada, Moğol istilâsı dışında kalan Mâm devletlerinden pek çoğunun bayrağında hilâl ve üç hilâl motiflerinin yer aldığı görülmektedir. ... Hilâlin İslâm* ın sembolü olarak benimsenmesi, Haçlı Seferleri sırasında genellik kazanmıştır ve bu durum, Haçk Seferleri* ni konu alan minyatürlerde, Haçlı kalkanlarındaki haçlara karşı Müslümanların kal­ kanlarına hilâl resmi konulmak suretiyle gösterilmiştir. ... Klasik devir Osmaniı kubbe alemleri, genel olarak kovo-küp-bilezikarmut-tepeiik şeklinde isimlendirilen ana parçalardan duşmaklta (res.l) ve günümüze kadar aralarında, değişle tepelikler kulammış olsa dahi, gövde parçalarının sayı ve boyutlarında görülen bazı küçük değişttdikierin dışında önemli aynbklar bukJYnamaktad*. Bugün babadan oğuks geçen bk zenaat olarak alem yaptmctkğı yalnız İstanbuT un baksa esnafı arasında yer almakta ve Türkiye* nin her yerinde, yeni yaplan cam lere İstanbul yapısı alemler takılmaktadır; yaplan alemler ise özel siparişler hariç, daim a aym klasBc modelde otmaktodr. Buna göre XVI. Yüzyıldan itibaren Osmaniı topraklarının belki her yerinde, özellikle İstanbuf a yakm Bursa gibi batorcjkğı gelişmemiş bölgelerde kullanılan alemlerin de genellikle İstanbuT da yapılmış olmaian kuvvetle muhtemekfir. Hatouki çoğunluğu Bursa ve ilçelerinde olan erken devir Osmaniı camilerinin hemen hepsinde. İsatnbuf cami kubbelerinde hiç görülmeyen, genellikle kaidesiz (kova) ve gittikçe küçülen üç veya dört küre He (aym çapta olanlar d a vardır) bir tepelikten ibaret madeni alem ler bulunmaktodv. (res.2) Kaidesiz olması sebebiyle, klasik devk camilerinin ancak minarelerinde görülebilen bu arkaik manzaralı alem tipinin yalnız ericen devir camilerinde bulunması, ya orjinat olduklarını veya orjfnallerinden aynen kopya edldiklerini yahut en azından Bursa1d a böyle bie alem geleneğinin mevcut olduğunu göstermektedir.

521

Boynuz Alem ler Sayılan büyük bir yekun tutan boynuz şakindeki alemler Nk defa Anadolu1d a yapılmışlardır. Bunların bilinen en etki örneğinini Konya1dala Hoca FakJh Türbesi1 nin (1456, Karamanlı) .silueti henüz açrtm am f gül koncasına benzeyen beyaz mermer alemi olduğu kabul edilebir. Profftden yassı olan alemin ortası boştur ve kollan gittikçe incelerek yükselmekte ve sivri uçlan tepede birtorine iyice yaftapp yukan doğru yönelmektedr. Daha sonra hüai alemler gibi madenden yapıim asno baylanan bu Hp alem ler, kırılma kaygusundan uzaktayıldığı İçin çok d ah a zarif ve çok daha bariz boynuz şekffleri almışksrdır.(res.3) Selçuklular* m Orta Asya* dan getirdkleri beyaz mermer monçukkarm yan sıra BeyMder Devrf nden itibaren kullanılmasma başlanan boynuz ve at nalı şeklindeki bu tür alemler, eski bir Anadolu geleneğinin devamı niteliğindedir. Anadolu mlmartslnde. Hitttter* İn düz dam örtülü kerpiç binalarından sonra kk defa çatı örtülü ahşap bina tipini getiren Frigler* in, M.Ğ VI. Yüzyıla ait, m abet cephesi şeklindeki kaya kabartmaiannn alınlık tepelerinde, boynuz biçimi cam i alemlerinden hiç farkı olmayan alem ler görülmekte ve bunların, sankftğı gfci boynuz ofm ayp boynuz şeklnde ~yap*raş alem olduktan (muhtemelen cftşap) oç*Mda anftaşılmakfocfcr Kanaatimizce, yukanlardû temas e d M ğ l üzere Yunan mimarisindeki vdütfü Ur ve palm et şeklindeki akroterierin prototipini teşkl eden bu İlk boynuz alemler, Anadolu islûm mimarisinde de aynı şetd ve aym fonksiyonla yaşamaya devam etmişlerdk. Bugün Anadolu* da görkemi evlerin çatı abnMdama veya kapıların söve başkkJama boynuz ta k im a e a d e ti ise hiç şüphesiz bu mimari geleneğin kaynağrv duşturmaktockr. Boynuz, özellikle boğa boynuzu, tarttı öncesi devirlerden beri dünyanın hemen her tarafında güç-kuwet sembolü kabul edtterek Eskiçağ tann tasvirlerinde UOhiyyet alam eti, muharip miğferlerinde be koruyucukorkutucu bir unsur olarak kullanılmıştır; binalara takılış nedeni de bu koruyuculuk vasfıds. Öte yandan tasviri Mezopotamya sanatında ay tanrısı Sin1 in, sembolü olan hilâl elinde tuttuğu zam an boynuzlu, elnde tutmadığı zaman da tepesinde hilâl bulunan bir başlıkla tasvir edfcfğl, böylece hilâlin boynuz yerine kuttandmış olduğu görulmektedk. "Ay boynuzlu İnek" tabirinin de gösterdiği gibi boynuz He hilâl arasında a ç * bir benzeri* mevcuttur ve aynca her ikisi de manevi koruyucu kabul edttmektedk. Atların boynuna takılan, menşeini yakanlarda oçtkkxk&mız h lâ l nazar1*lar da genellikle, boynuza benzetlldlkteri çin, dipleri kesip düzeltilerek birbirine bitiştirilen yaban domuzu delerinden yapttmaktads. At

nalının uğur sem bolü ve n a z a ri* olm asının asıl sebebi ise boynuza ve hilâle benzetilm esi olsa gerekir. Nitekim Anodota da bazı düğün bayraktarında BeT ve "nal", badanadan d a 'e T ve "hH6r motiflerinin yer aktığı görülmektedir. ... Sonuç olarak Anadolu İslâm sanatında bina alemlerinin, Orta Asya menşeli monçuk* Anodoki menşeli boynuz ve Yakm Doğu menşei hkâl şekillerinde geliştikleri ve bunlardan hHâl alemlerin, pek çek yazarın sanc*ğı gtoi boynuzdan türemeyip feedf b»gl için bkz. Mour, 991-402; Aneven, 41 V.D.,193) her ikisinin de ayrı ayn oluşturduktan, ancak ardam daki büyük benzerlikten dolayı birbirlerine yaklaşık form ve boyuflardo yapıkp ayı kaide sisteminin tepesine takılarak kullandıktan kabul edHeblttr.

A Büyük C . (Alâaddirt Selçuk» (Sinop) 2- Yeni C. Muvakkithane (tsi.) A Zeynep S ukut C. Kubbesi (İst.) 4 • Çelebi MehmedÇ. orta kub. (Bursa) * Selimiye C. m in b e ri (Edene) 6• Sultan Ahmed büyük kubbe (İst.)

C.E. Arscven. San Anı. I. s 42-43

i 523

MEZAR TAŞLARI Genel bir bHgi sunmak için ayırdığımız bu bölüme, mezar taşlarının her şeyden önce bir HALK SANATI ve İNSAN1 1 simgeleyen ve anlatan kültür belgeleri olduklarını söylemekle gireceğiz... İnsanlar doğar, yaşar ve ölürler. Bu, doğa1nın değişmez ve acımasız bir yasasıdır. Yaşam bir cümle ise, mezar taşlan bu cümlenin bitimine konulan ve onu ölüm denilen, bundan sonra başlıyocak ebedi bir yaşamdan ayıran kaskatı, taştan bir nokta, olacaklardır. Ancak bu nokta tıpkı bir ÜNLEM İŞARETİ benzeri, gözlerimizin önünde dikHIp somutlaşmakta ve çağlar boyu zamanın oluşturduğu UNUTKANLIĞA karşı olan inattı direnişlerini göstermek, haykırış ve UYARILARI* m adeta, duyurmak istemektedirlerİ.. Mezartaşkan, biz sevdiklerimizi gömüp evlerimize döndükten sonra, onlann başlan üstüne dikilen, sadık ve ebedi dostlar, TAŞLAŞMIŞ NÖBETÇİLER* dir. Öbür dünyaya göç edenlerin ruhlarım semavata yolcu edip, ebedi yaşamları süresince onlann moddesei varlığı olan cesetlerini bekleme görevini devralmaktadırlar... Kümbetler gibi onlar da * ölümü değH, astında ÖLÜMSÜZLÜĞÜ simgelerler. Eskden başa KAVUK denilen serpuşlar giyüyordu. Özellikle Mevlevi semazenleri nazarında, bunlar bir mezar taşKv simgeliyordu..Çünkü onlar, "benim için varolan bir son' a neden şimdiden hazstanmryayım? ", dercesine mistik bir görüşün etkisiyle, ebedi ve sadric dosttannı daha hayattoayken, başianmn üstünde taşımayı adeta bie zevk ve vecibe olarak kabul etmişlerdi... Mezar taşlan üstüne kazılan figürler, motifler ve yazılar sadece acıklı duygulan değil, ölümden sonraki yaşam inanç ve felsefesini de dile getirmektedirler. Bu bakımdan şekil ve boyuttan ne olursa olsun, onlar bazen yüzyıllann doldurduğu mesajlan içeren, geçmişi kanıtlayan SESSİZ TANIKLAR olarak yaşamlarım sürdüreceklerdir.. ■

Bayuttanmn farklı oluşu, ölen kişinin sosyd ve ekonomik yapısı Be ilgili olup, kısa boydakller üzerindeki işçilik daha kaba bir görünümdedir.

524



20-30 km. Uzaktan getirilen taşlardan ŞAHİDE1leri mihrap görünümündedir.

imâl

edilen

mezariann



Çeşitli hayvanların stilizasyonu ile ortaya çıkan süs öğeleri, tamamen soyut anlayıştaki ruml motifler, yıldız ve burmalı sütunlarla çerçevelenmiştir. Geometrik rozetler ve fırıldak çiçeği bulunur.

*

Taşın genel karakteri bir dikdörtgen prizmayı andırır. Bazılarında ahiliği sembolize eden serpuşlar bulunur.

*

Gerek mimari alanda, gerekse görsel sanat bakımından, yıldız ağları taşın üstünde adeta bir dantela görünümünde olup ona dokusal bir etki kazndırır.



Tüm bu süsleme öğeleri negatif olarak oyma ve positif olarak kabartma şeklindedir. Yani, birincisi dolu üzerinde boş, İkincisi boş üzerinde dolu etkisi yapmakta, boylece, sıcak, sevimli ve kıvrak bir hava vermektedir.

Mezarlıktaki taşlardan kadınlara ait olanları daha süslüdür. Aynı yerde kufi yazılı koyun biçiminde bir mezar taşı görülmeye değer. Selçukludan Osmaniı dönemi sonuna kadar geçen dönem içinde Anadolu1 nun çeşitli yörelerinde dikili duran mezar taşlarının pek çok ilginç örneği vardır. RESİM (1) de görülen mezar taşı Xll.yy. Selçuklu dönemine aittir. Boyu 3,5 m’ yi geçer. Taşın genel karakteri çok sade ve net bir biçim olan dikdörtgen prizmadır. Mezar taşının üst kısmının iç yüzünde dışa doğru uzanan bir süre kademelerle devam ettikten sonra bütünle kaynaşan bir çıkıntı vardır. RESİM (29 de daha iyi izlenen bu çıkıntılar, taşın üst kısmında dinamik bir hareket oluşturmakta ve bu hareket yine bu çıkıntıların aracı ile toprak yönüne uzanmaktadır. Mezar taşına plastik açıdan katkıda bulunan ve objeye bir akıcılık ve dinamizim kazandıran bu tür biçimlendirmenin DOĞM A, BÜYÜME ve ÖLME döngüsünün plasıik uygulaması olduğu ve bu anlatımın kökeninde derin bir duyarlık yattığı sanılıyor. Genel görünümü ile, sağlamlık, ağırbaşlılık ve oturganlık etkisi yapar. Alt kısmında bulunan bir çift kemerli niş, mezar görünümüne, kendi ölçüsünde oturganlık vermektedir.

525

taşının

statik

Tepedeki ters üçgen ve üçgenin kenarlarındaki genişleme, oturganlığa ters bir görüntü getirmekte, çekm e ve gerilme etkisiyle, taşm statik elemanları ile çatışan ZIT VE DİNAMİK bir etki oluşturmaktadır. Bu kontras güçler mezar taşını monotonluk1tan kurtarmış ve onun ağır kitle etkisini daha esnek bir hale getirmiştir. Taşın çevresini sıkıca saran geçm e motifli çerçeve, ayrı yönde-zıt hareketleri- paketlemiş ve banda] yapmıştır. Kuralları çok ince bir geometriye dayanan yıldız a ğ lan , g eçm eler ve rum iler, taşın yüzeyine bir dantela görünümü vermiştir. Ayrıntıların oluşturduğu hacimlerin aldığı ışık-gölge, kütleye bir hareket ve sıcaklık getirmektedir. RESİM(3)’ te görülen yazı iki türlü kullanılmıştır: Negatif olarak oym a, pozitif olarak kab artm a. Birincisi dolu üzerine boş, ciğeri ise boş üzerine dolu etkisi yapmaktadır. RESİM(4)' te görülen mezar taşı Bursa' da Muradiye Camii avlusunda olup Erken Osmaniı dönemine ait bir yapıttır. Bu bakımdan Selçuklu özelliklerini taşımaktadır. Bu nedenle taşın yüzeyinde sivri kem er, burm alı sütunlar ve rumi a ğ la r görülür. Son derece statik ve dinamik elemanların bir araya getirilmesiyle ortaya çıkmış, üst tarafı sivri bir kemer1le yumuşatılmış bir dikdörtgendir. İki yanda bulunan burmalı sütunlar, statik konumlarıyla, yapıta SAĞLAMLIK ETKİSİ verir ve sivri kemeri taşıyıcı bir rol oynar. Burmalı sütun başlığı olarak kullanılan eşkenar dörtgenler ona canlılık ve hareket kazandırır. Nitekim bu öğeler kapatıldığında, mezar taşında bir ağırlık ve hantallık etkisi algılanmaktadır. Harfler dikey elemanları mezar taşı üzerinde alansal bir bütünlük sağlam akta, eğri elemanlar ise bu alanı yumuşatmaktadır. Yatay çizgilerle taşın proporsiyonlara bölünmesi, kitle üzerinde zenginlik yaratmıştır. Yazının sade bir dikdörtgen içine alınması, onu ön plana alarak, daha iyi okunmasını sağlamıştır. Sivri kemerin üst kısmındaki rumi motif tek başına bir süs öğesi olup, kütlenin üst konturları ile uyum yapıp, yapıtla bütünleşmiştir.

527

Taşın üst kısmında DIŞTAN İÇE BİR BASINÇ ve içten dışa doğru bir PATLAMA etkisi oluşturulmuştur. RESİM(5)' te görülen mezar taşı bugün Eyüp camii haziresi (etrafı duvarla çevrili küçük mezarlık) nde bulunmaktadır. Ayrıntıdan çok bütüne önem verilmiştir. Üstüne dam ga niteliğinde hareketli bir kitabe konulmuştur. RESİM(6)‘ ta görülen kavuklu mezar taşı da aynı mezarlıktadır. Dekoratif öğelerin kullanılmasına gerek duyulmayan bu kompozisyonda kütle, ana yapısı küre ve kare prizma olan iki ayrı geometrik şeklin birleşmesinden meydana gelmiştir. RESİM(7)' deki mezar taşı da Eyüp' te bulunmaktadır. Son derece sa­ de, ağırbaşlı bir görünümü vardır. Anlatımda kütle tesiri amaçlanmıştır. Yazı kütte tesirini hareketlendirip ona dinamik ve canlı bir görünüm vermektedir. Yazıların karakteri dikdörtgen elemanlar içinde farklı olarak işlenmiştir. RESİM(8)' te görülen mezar taşında konturlar net ve belirgindir. Stilize selvi motifin boyutu, bulunduğu yüzeyin oranı ve yeri genel yüzey üzerinde iyi seçilerek, yapıtta dengeli ve monoton olmayan bir etkiye va­ rılmıştır. RESİM(9)' daki çimlenmiştir.

taş

Ampir

üslubuna (1808-1874) uygun

Osmanlı mimarisinde CAM İ KAPILARI gibi, mezar çüldüğü ve İNSAN BOYUTLARI' na yaklaştığını görürüz.

özellikte

bi­

taşlarının da

kü­

ÖLÜM Gerçek (pozitif) varlığı olan her hangi bir şeyin sonunu (bitimi) belirleyen bir olaydır. Bir insan, hayvan veya bitki nasıl birer canlı varlık iseler, bir dostluk, ittifak, sulh ve tarih çağı da yaşayan, canlı olan, olgulardır. Ölüm, anlamı ve içeriği olumlu olguların bitimidir. Bu bakımdan bu fırtınanın sona ermesi bir ölüm olarak nitelenemezken, güzel bir günün, mutlu yaşantıların bitiminden (ölüm olarak) saz edilir. Ölüm, ahret1te (öbür dünyada) uhrevi bir süreklilik içinde geçeceğine inanılan bir başka tür yaşamın ifadesidir. HAKKA ulaşabilmek için çıkılacak yolculuğun eşiğidir. Ölüm bir başka âlem e GEÇMEK için

528

geçilen bir kapıdır. Ancak bu çıkış, hemen ardından açılan diğer kapı1 dan yapılacak bir GİRİŞ* e dönüşmektedir... Sembol olarak ise ölüm, mevcudiyetin kalımlı ve yok edici bir yüzüdür. Ölüm, varlıkların, önüne geçilem eyen, durdurulamayan gelişimi içinde kaybolan şeyin ne olduğunu gösterir ve bu yönüyle yeryüzü* nün sembolizmine katılır. Cennet ve cehennemlerin bilinmeyen âlemlerinde teşrifatçılık yapar. Bu durumda ölüm iki görünümlü bir özyapıya sahip bulunuyor. Biri dünyanınki, diğeri öbür dünyaya geçişin inanç ve kurallarına yaklaşımıyla ilgili...Bu anlam da ölüm psikolojik bir değer üade etmektedir. Onun etkisine uğramış yaratık, yaşamı süresince sadece maddi ve hayvani duygularıyla günlerini doldurmuşsa, ve hayvansal bir âlem de yaşamışsa o* nun gideceği yer er veya geç, cehennem olacaktır...Buna karşın uhrevi, canlı ruhlar alem i düzeyinde yaşamışsa, ölüm ona ışık âlemlerinin perdelerini aralayacaktır... Psikologlar ve hekimlerle aynı görüşü paylaşan mistikler, her insan canlısında ve onun yaşamının her düzeyinde, ölümle hayatın aynı anda ve yerde varolduklarını, yaşam süresinde karşı güçler arasında bir gerilimin oluştuğunu ileri sürüyorlar. Ölümün bulunduğu düzey, diğerlerine oranla (ulvi), yüce bir yaşamın koşuludur. DO Ğ M A ve ÖLME, sadece bir BİRLEŞME ve AYRILMA' dır, deyimimize şu gerçeği de eklemek istiyoruz: "Bir şeyin ölümü bir başkasının, ya da başkalarının hayatta kalabilmeleri için gereklidir!.** Ölümün sim acı çektirici ve korkutucu özellikler halinde kendini göstermektedir. Olay maksimum ölçüde ele alındığında, bu sır olası bir değişikliğe ve meçhul bir varoluş âleminin yeni bir şekline karşı direniştir. Daha açık bir deyişle, yokluk âlem inde kaybolma korkusudur.. Tahripkar ölüm cehennemi, bir güç olarak, tanımlanıyor. " Ölüm doğaüstü bir devdir. Onun icraatı, ölülerin etini yiyip yutmak ve onlara sadece kemiklerini bırakmaktadır, bu eylem sırasında ise cesedin rengi maviden siyaha çalan bir görünüm alm akta ve tıpkı etlere konup kalkan sineklerin renkleriyle uyum göstermektedr. (Mavi ve mora bkz.) Bu dev dişlerini göstermekte ve onun oturduğu yere bir akbaba derisi örtülmektedir-. (Pausanlas Yunanlı tarih coğrafya bilgini M.S.It Description de la GrĞce)

529

Mitolojide yaşam hakki ve bağdaşık olarak ölüm hakki, tanniann iyeliklerindendir. Bu tanrılar ise, başta Zeus olmak üzere, Athena, Apollon, Artemis, Ares, Hekate. ve Persefon' dur. Ölüm uykusunun erkek kardeşi ve gecenin oğlu Thanotos tarafından kişilik kazanmış ve vahşi, duysuz olduğu kadar acımasız vasıflarla bürünmüştür. Antik ikonografide, ölüm bir mezarla, veya elinde tırpan tutan bir insan, dişleri arasında insani bir yaratık tutan bir ilâh, Yazıhkaya ( B ) odasının girişinde görüldüğü gibi, UTATKU adı verilen kanatlı bir cin vaya biri beyaz diğeri siyah tenli iki oğlan çocuğu, bir süvari, bir iskelet, bir ölüm dansı, bir yılan veyahut ürkütücü bir görünümü olan her türlü hayvan ; at, köpek..İle canlandırılarak betimlenmiştir. UTATKU' (arın iyi ve kötü olanları vardır. İyileri insan veya boğa başlı olur ve kanatlıdırlar, ellerinde su kovası taşırlar. Ortaçağın (Taro) diskinde ölümün bulunduğu sektör (13) rakkamı ile gösterilmiştir.ölümün sembolü ise elinde tırpan tutan bir iskelet şeklinde yaygınlaşmıştı. Çünkü tırpan kötü otları olduğu gibi, her canlıyı da eşit olrak değerlendirerek kesmektedir. Ancak, XV. yüzyıldan sonraki betimlemelerde iskeletin elinde tırpan değil de bir ORAK bulunduğu gözlenir. Çünkü orak daha dikkatli iş yapar, toprağa daha yakın geçer, bu sayede sadece kötü otları olan otları biçmeyi de başarır..Eski Ahit* te da tırpandan değil, oraktan söz edilmektedir...

ORAK, ölümü ve herşeyi tahrip eden zamanın da sembolü olmuştur. ,

Biçim olarak hilalle ilişkilidr. Devri bir hareketi yansıtır. Her yıl yenilenen hasat dönemlerini, dolayısıyla ölüm ve tekrar doğma ümidinin çağrışımını yapar. Öte yandan horoz kuyruğuna benzediğinden ve horoz da bir güneş hayvanı olduğundan, orak güneşle de ilişkili tutulur. Ölüm olayı tek Tanrılı dinlerde ezoterik yönden ortak yorumlarla değerlendiriliyor. İslâm ölümü, Tanrının önlenemez ve değiştirilemez bir emri olarak kabul eder. Hz. Muhammecf I bir gün, önünden geçen bir Yahudi cenazesini ayağa kalkjp selamladığını görenler ona bu hareketi niye yaptığını sorduklarında, cevap olarak kendilerine " Ben o kişiyi

değil, kim olursa olsun..Aslında selâmladım!demişlerdir...

530

ölümün

haşmetini (ihtişamını)

SON SÖZ ■ Ö n söz yazara, sonuncusu ise okuyuculara aittir ; çünkü kitabın değeri vadedilenlerte değil son söz hakkına sahip olanların izlenimleriyle b e lirle n ir.... Ben ise son söz o la ra k , HER A F F O L A I.. dem ekle yetiniyorum....

NEKADAR

S Ü R Ç -İ

LİSAN

EYLEDİYSEK

N.E,

531

YARARLANILAN ESERLER:

Y A B A N C I:

Dicttonnaire des symboies : Jeon CHEVALLEP- Alain GHEERBRANT (Edttion Jüpiter- Paris) 1986 Tarih öncesi Ege : George THOMSON (Payel Yayınevi İstanbul) 1983 Dicttonnaire de la mythoiogie : Michaei GRANT- John HAZEL (MaraboutParis) 1985

Le monde occutte de MU, MU, Le conttnent perdu : James CHURCHWARD (Edition J* ai k)ParisJI 969 La BJbte(Ancien Testoment) : Le Kvre de poche (Paris) 1984 Le Nouveou Testament : Nouvelle Edition Revue (Paris) 1937 Le Symbofame du corps humaine : (Espace UbresAlbİn Michei Paris) 1901 Encyciopâdto des symbolet: Parts 1990 L' homrrib et ses symboies : (C.G. JUNG-Robert LAFFONT 1964) İnsan nasi İnsan oldu? : Say yayınlan 1991 M.kin- E. Segal İnsan hayvan sözleşmesi : İnkilap KJtabevi 1991 Desmond Morris YERLI

Doğuştan günümüze büyük İslâm Tarihi : Ç ağ yaymlan-İstanbul 1989 Mitoloji Sözlüğü : Azra ERHAT (Remzi Kttabevi-İstanbul)1978 Meydan Larousse Ansiklopedisi: Dinler tarihi : Ahmet KAHRAMAN ( Marifet yayınlan,İstanbul 1984) Cinsel yaşam : Dr. Haydar DÜMEN(Ofset basımevi. İstanbul) Plastik açIdan Türk mezar taylan : Metin HASEKİ (İst. Devlet Güzel Sanatlar Akd. Yayınlan,No 61) Ana tanrıçalar cttyan Anadolu : Reşit ERGENER (Yalçın yayınlan,İst. 1988) G erçeğe doğru : Onk. Dr. Halûk NURBAKİ (Zafer, İlimaraşhrma Dergisi İst. 1985) Zafer dergileri : Sargon ERDEM (İslâm Ansiklopedisi Gn. Md lüğü- İst.)

532

Sanat Tarihi crajSvmalan dergileri : İlimler ve yorumlar

: İsmail HEKİMOĞLU- Hüseyin KORKMAZ (Türdav Basım ve Yaym Tic. Ve San. A.Ş. İsf) 1978 : Cemal ANADOL (Devlet Yayın ve Dağıtım)

Büyü (Slhk-Tıtem) Doğa karşmnda praflk ve teknik uğra; : Zeki Tez (T.C Kültür Bakanlığı 1995)

KİŞİLER Ren6- Xavier NAEGERT ; Rahip, teoloji profesörü. Strasbourg (Yorum üslubu ve Hıristiyan inana) Michel DELOİNCE : Yazar. St. Honorine. Fransa (Ezoterizm) Yavuz KESKİN : Yazar (Tercüme) Doç. Dr. Ali MuratDARVAL: İlahiyöt Fak. Öğ. Görevlisi.(Dini konularda Danışman) Prof. Metin TUNCEL : İst. Unv. Öğ. Görevlisi (Coğrafya danışmam) Dr. Ahmet MADEN : Prof. Rehber (Tıbbi danışman) Semra FERAH : Dostluğa Çağrı Demeği Bşk. (Tanıtım)

533

SEMBOLLER SÖZLÜĞÜ DİZİNİ KONU RAŞUĞI SAYFA NO Sunuş 3-5 Kapsam v© am aç 6-9 Nedir sembolizm? 9-11 Bazı sözcüklerin açıklaması 11-17 Antikitede sembolizm(Kayıp kıta Mu) 17-18 Sayılar 18-47 Renkler evreni 47-51 Renkler 51-69 Çizgilerin psikolojisi 69-71 Nokta .Daire, Kare.Üçgen Koni.Üç ayak,Yamuk 71-88 Salomonun mühürü 88-69 Kare 90-91 Küre ve kubbe 91-92 Küre: Bir tanrısallık sembolü mü?93-98 Küp 98-99 Beşgen(Pentegram) 99-100 Altıgen(Hegzagram) 100-101 Sekizgen 102 Haç ve çeşitleri.biçimleri 102-108 108 Li çiçeği Svastika (Çengelli haç) 108-112 112-114 Geometrik sembolizm Üçgen ve haçla ilgili kişisel 114-115 Bir görüş Setçuklu-Osmanh ve T.C Devletlerinin başkenieri ile ilgili bir 116-117 Değerlendirme G Harfi 117-118 Kilise 118-123 Kapı 123-131 Eşik 131-132 Anahtar 132-133 Şehir 133-134

KONU BAŞLIĞI SAYFA NO AkrapoJ 134-136 Nekropol 136-137 Merdiven 138-140 Ateş 140-145 Ateşe tapınma(Ateş kültü) 145-147 Kömür 147-149 Kül 149-151 Baca-Şömine 151-152 Duman,tütsü ve Bukut 152-154 Süpürge 154-155 Mum ve Mum Alevi 155-158 Lamba 158 Yedi Kollu Şamdan 159 Taş(Dikilitaş) 159-167 Dağ 167-171 Mağara 171-173 173-175 Ay Kadın ve Ay ilişkisi(Aya tapınma) 175-178 Ay ve Aşk 178-179 Güneş 179-180 İşın-lşık 180-181 Gök 181-182 Hava 182-183 Rüzgâr 183-184 Sis 184-185 Nefes 185-186 Toprak 186-187 Su 187-190 Yağmur 190-191 Deprem,çamur 191-192 Nehir 192-194 Dalga 194 Göl 194-195 Deniz 195

534

KONU BAŞLIĞI

SAYFA N O

KONU BAŞLIĞI

Kil v© hamur yoğurmak 195-197 İnsan 197-199 Ayak insan,ağaç bağlantısı 199 Bacaklar.dizler.karaciğer Akciğerler.yüzümüz,beyin Beyincik.insan sembolizmine İlişkin örnek ve özeleştirmeler 199-205 Hermafrodites 205 Salmakis efsanesi 205-208 Çoban 208-209 Gölge 209-210 Duvar-sur 210-211 Baş(Kafa) 211-212 Yüz(Surat) 213-214 Kaş ve kirpikler 214 Melekler 215-216 Kafatası 217-219 İskelet 219-22Q Kıl.saç,sakal,bıyık.diş ve tırnaklar 220-225 Göz 226-228 Burun 229-231 Dil 231-232 Kulak 233-234 Söz 234-237 Sessizlik ve Dilsizlik 237-239 Boyun .Boğaz 239-242 Meme 242-243 Kollar 243-244 El 244-247 Parmaklar 247-249 Jest dili ve ses dili göbek daksi 249-251 Ayak 251-257 Cinsel yaşamdaayak 257-259 Anadolu ve insanı 259-262 Anadolu HARİTASI

SAYFA NO

Topuk.Kan 262-264 Kurban kesmek 264-266 Tükürük,Kemik 266-267 Kitap 268-270 Çivi yazısı,Tabletler 270-272 272-273 Hieroglif 273-274 Fresk,Fresko Minyatür.Hat sanatı,Küfl yazı, Arabesk.Mazaik 274-278 Cesedin yakılması(Kremasyon) 278 Parfüm(Hoş koku) 279-280 Piramit(Ehram) 280 281 Tümülüs 281-282 Ana-Anne 282-286 Şifalı otlar 286-287 Delsiz.Kadın erkek sembolleri 287-288 Yön 288-289 Doğu-Batı 289-292 Sağ ve Sol' un yorumu 292-295 Uğür.uğurluk,nazar, muska 295-299 Döğüşme 299-300 Savaş,seyahat 300-302 Öpmek,öpüşmek 302-304 Dans 304-305 Fallüs 305-306 Sütun 306-307 Tapınaklarda seks Fallüs kültü) 307-315 Ekmek 315-317 Şarap 317-318 Kaşık,Aşure,Ay Çöreği Çay bardağı 318-319 Fülüt(ney) 319-320 Lir(Arp) .Şarkı ,Kudüm(Dümbelek) Trompet 320-322

535

KONU BAŞLIĞI SAYFA NO Baston(Asa) 322-324 Kadüse 324-326 Yazı.Alfabe 326-327 Noktalama işaretlerl(imleri) 327-329 Kemer .Toka,Kuşak 329-332 Düğüm 333-336 KulpluHaç 336 Rulo,Tomar,Kurdela(Ruban) 337-338 Kılıç 338-339 Çift yüzlü balta Juğ(Sorguç) 339-340 340-341 Makas,Bıçak Beşik.Yatak(Döşek) 341-342 342-343 Manto 343 Gömlek 344 Spiral Kuyu ve Kova.Vazo,Havan 346-347 Küp.Çanak-Çömlek 347-348 Çeşme 348-349 Tünel .Potem 349-351 Ayna Ok,Yay,Kiriş ve ok atmak 351-355 355-356 Üç dişli yaba 356-357 Tiyatro Halı(Uçan halı) 357-359 Bronz,Demir,Şakül(ÇeküQ,Pergel 360-362 Gönye GümüşAltın,Kristal,Onyx 362-366 (Hacı Bektaş taşı) 366-367 Hale Güneş şemsiyesi(Ombre1),Hararet-ışın 368-369 369-370 Yumurta 370-371 Mevsimler Gezegenlerin insan yaşamıyla olan 371-372 İlişkisi

KONU BAŞLIĞI SAYFA NO Tanm(Sığırtmaçlık) 372 Orman(Ağaç sadece ağaç değidir) 373-377 Hayat ağacı 377-378 Zeytin ağacı,İncir ağacı.Selvi.çam. Sedir çamı,Palmiye,Defne 378-381 Akasya,Kavak.Meşe.Diken.Nohuf, Leblebi,Badem ağacı ve Badem 3B1-386 Çalı 386-387 Akant yaprağı,Meyve,Nar,Elma Buğday,Gül,Sarmısak 387-392 Hayvan.lnsan hayvan sözleşmesi 392-402 Hayvanlara tapma(Zooiatri) 402-406 Fil, Boynuz,Bereket boynuzu Kuyruk,Kuyruklar ve insanlar 406-411 Kikloplar,Dragon (EjderhaJ.Griffon, Pegassos.Kentavıos 411-414 Askın ve Sfenks 415-418 418-420 Boğo-İnek Eşek 420-424 At 424-426 Geyik ve Ceylan 426-429 Köpek 429-431 Çakal,Deve 431-434 Keçi,Kuzu,Fare 434-437 Köstebek 437 Yılan 438-446 Karınca,Kırmızı karınca 446-447 Scarabe(donguzian böceği) 447-449 Akrep.Salyangoz 449-450 Balık 450-454 Fok bahğı.İ$tirfdye 455-456 Yunus balığı Sazan balığı 456-457

536

KONU BAŞLIĞI SAYFA NO Yengeç 457-456 Kanat 458-459 BaykuşArı-Bal 460-461 Horoz 461-464 Tavus kuşu,Kuş 464-468 460-471 Kartal,Çift başlı kartal Leylek,Kuğu,Kumru.Güverçin, Bülbül,Keleynak kuşu 471-474 Teşbih 474-479 Din ve insan 480-483 Islâm dinine ait hatırlatıcı bilgi ve Yorumlar 483-486 Hz.Muhommet ve Peygamberlik 486 Kuranı Kerim 487-488

KONU BASLIĞI SAYFA NO Cami ve medrese 488-497 497-500 Minare Ezan ve nam aza hazırlık 500-503 503-508 Kubbe,Mihrap 508-514 Namaz Camilerde iç süsleme 514-516 Sünnet 516-518 Alem-alemler 518-523 Mezar taşları,Ölüm 524-530 Son söz 531 Bir Fransız ilahiyat profesörünün Türkiye ve sembolizm konulu makale ve tercümesi numarasız Yararlanılan Eserler ve Kişiler 532-533

SfBSLt BİR G H EL BV K âO IB lIIB lA R T T İS tîî ( J )

537

AĞAÇ SEMBOLİZMİ (Ergun ARJKDAL’dan alıntıdır. Ruh ve M adde yayınlan Dergisi)

Simgesel temaların en yaygınlarından biri olm uştur ağaç... Ağacın simgeselliği üzerinde yazılmış bir çok eser bulunmaktadır. Bunların her birinde ağaca bir kutsallık verilmiş olmasına karşın onun hiçbir zaman dinsel bir ibadet aracı olduğunu savunan bir yoruma rastlamıyoruz. Yani ağaca tapınılmamış!ir ama, ona yüksek düzeyde bir kutsallık yüklenmiştir. Ağacın bu şekilde bir simgelenme özelliğinin oluşu onun yapısıyla çok ilgilidir. Ağacın daim a yerden göğe doğru yükselmesi, küçük b ir tohumdan kocaman bir gövde, dallar, yapraklar ve meyveler vermesi yanında, onun mevsimden mevsime değişikliğe uğraması, yani yapraklarını dökerek bir nevi uykuya, dalması, hatta Ölmesi, sonra toprak altında kalmış olan köklerinin herhangi bir yerinden yeniden bir filiz sürmesi, kuru gövdenin yanında yeni bir daim ortaya çıkışı (yaşam -ölüm devinimini göstermesi) insanların ilgisini çekmiştir. Ağacın dikey hali, insanların zihninde, gelişmenin bir simgesi olarak yer almıştır. Çünkü gelişme nedense, imaj olarak hep yükseliş, yerden, topraktan ayağı kesmek, semavileşmek ve gök yüzüne doğru çıkış olarak imgeleniyor. Bilinen normal ağaç sembolünden başka b ir de TERSİNE AĞAÇ yani kökü yukan doğru, dal ve yapraklan yere değen bir ağaç sem bolü de bulunmaktadır. Alışık olduğumuz tarzdaki ağacı sembol olarak ele alanlarla, aynı ağacı ters dönmüş gibi düşünenler arasında bir gelişim (tekâmül) farkı bulunmaktadır. İnsanlar bir aşamadan sonra, bu tersine duran ağaç sembolünü benimsemişlerdir. Bu ağacın kökü yukanda olduğundan besleniş yerden değil, göktendir. Sonuç olarak, birincisi meteryalist tarzda bir ağaç simgesi, İkincisi ise spritüel bir anlayışı tem sil etmektedir. A ynca ağacın yapraklarının sararıp dökülmesi ve sonra tekrar yeşerip çıkması evrensel gelişimin devresel karakteri için de bir simge olmaktadır. H atta kesilen (öldürülen) bir ağaç

gövdesinin yanlarından bahar gelince tekrar sürgünlerin çıkması, ölümün ve yeniden doğuşun simgeleri olarak düşünülmektedir. Ağaç evrenin üç katıyla ilintilidir: Toprak altı, toprak yüzü ve toprağın üstündeki yükseklikler. Kökler arasında kurtçuklar, sürüngenler dolaşır, dallara kuşlar konar. Bu iki âlemi, yani yer ve göğü ağacın gövdesi birleştirir. Ağaç bu âlemleri bir birim içinde topladığı gibi dünyayı yaratan dört elemanı da bir araya getirir: Besi suyu ile dolaşımı yapar, toprak kökler vasıtasıyla kendi bedeni ile bütünleşir, hava yapraklarını besler, ateş ise odunun sürtünmesiyle elde edilir. Yani ateşe ait olan bir öz bulunur kendisinde... Ağaçta bulunan hava, ateş, su ve toprak ana maddelerinin başka ESİR denilen bir beşinci eleman da vardır. Esir, sözcük anlamıyla, havadan hafif olmak Üzere, gök cisimleri arasında varlığı tasarlanan bir ortamdır. Bu eleman ise HAYAT AĞACI şeklinde ortaya çıkmaktadır. Ağacın sahip olduğu simgelerden biri de onun DÜNYA EKSENİ oluşudur. Kökleri yerde, dallan gökte olan ağaç, her yerde yerle gök arasında kurulan ilişkinin simgesi olmuştur. Bu anlamda ise bir MERKEZ niteliği taşır. Böyle bir durumda DÜNYA AĞACI dünya ekseniyle eş anlamdadır. Bir çok gelenek ve toplum iarda değişik ağaçlar bu eksenin simgesi olmuştur, örneğin, Fransa’da Meşe, Germenlerde Ihlamur, Skandinavya’da Dişbudak, Hint ^ yanm adasm da Banyan ağacı, Sibirya’da Kayın ağacı, tslâm da ise Zeytin ağacı bu bakımdan kutsal kabul edilmiştir. Eksen ağaç (kayın) Sibirya ve O rta A sya'daki Şaman çadırının ve Siu Kızılderililerinin güneş dansı hücresinin ortasında bulunur. Özellikle at derisinden yapılan Şaman çadırının ortasında kayından yapılmış bir tek sırık (direk) vardır. Şaman bu çadırın içinde transa geçer ve çeşitli ruhsal planlarla irtibat kurar. Çinlilerin Kıyen-Mu ismini verdikleri ağaç da dünyanın merkezi addedilir. Bu öyle bir ağaçtır ki, dibine gölge düşmez ve sallanmaz. Sekiz dalı, sekiz kökü vardır. Bunlarla sekiz göğe (göğün sekiz katma) ve Ölülerin oturduğu sekiz kaynağa dokunur. Resuller (şamanlar) yer ve gök arasındaki inip çıkmalarım onun üzerinde yaparlar.

K . / A T A Ğ A C I. Evrensel Hayat Ağacı deyimi Tevrat’tan gelmektedir. Tekvin (yaradılış) bahsinde şöyle geçer: (Bab II dördüncü ayet) “ Rab Allah yeri ve gökleri yaptığı günde yani yaratıldıkları zaman, göklerin ve yeriiı asıllan bunlardı... Ve henüz yerde bir kır fidanı yoktu, bitmemişti. Rab Allah yerin üzerine yağmur yağdırmamıştı ve toprağı işlemek için adam ypktu ve yerden buğu yükseldi, bütün toprağın yüzünü suladı ve Rab Allah yerin toprağından ADAM ’ı yaptı; onun burnuna hayat nefesini Üfledi. Vc Adam yaşayan can oldu. Ve Rab Allah doğuya doğru A D EN ’de bir bahçe yaptı ve yaptığı Adam’ı oraya koydu. Ve Rab Allah görünüşü güzel ve yenilmesi lezzetli olan her ağaçla beraber bu bahçenin ortasına” Hayat A ğacı’m ve iyilik ve kötülüğü bilme Ağacım yerden bitirdi. Bahçeyi sulamak İçin Aden’den bir ırmak çıktı, dört kola ayrıldı...” Bahçenin her ağacından istediğin gibi ye, fakat iyilik ve Kötülük Bilme Ağacından yemeyeceksin!” diye tembih etti. Çünkü onu yediğin gün Ölürsün!... Burada “Ölürsün “ sözü ile normal fiziki ölüm kasdedilmemektedir. Burada sembolik bir anlatım vardır. Aslında” İyilik ve kötülüğü bilme Ağacı” diye bir ağaç yok, fakat iyilik ve kötülüğü bilen bir şuur var. İnsan iyilik ve kötülüğü birbirinden ayırt edecek şu u r‘açıklığına ulaştığı anda eski realitesinde ölür, yeni bir realite doğar... Yani artık A dem ’in Aden realitesi içinde kalmasına da gerek yoktur. Hayat Ağacı her şeyden önce bir merkez fonksiyonuna sahiptir. Onun Üsaresİ(özsuyu) bir nevi göğün şemblemleri (!) gibidir. M eyvesi dc ölümsüzlük sağlar. Aden bahçesin** insan için gerekli her şey bulunmaktaydı. Adendeki Hayat Ağacı’nın meyveleri tslâm da TUĞBA AĞACI ile özdeştir. Hatta Tuğba Ağacı birçok Islâm ezoterizminde, kök yukarı, dallar aşağıda olarak ifade edilir. Anadolu köylerinde sık sık kilimler üzerine işlenmiş ağaç desenleri ile karşılaşılır. Bu desenler söylendiği gibi basit bir doğa özleminin yansıyan bir yönü değildir. Onlar basbayağı “Hayat Ağacı’nın simgeleridir. İran’da ise bu ağaçların daha iri gövdeli olarak işlendiğini görmekteyiz.

B İL G İ A Ğ A C I: Yukarıda da belirttiğimiz gibi, yeryüzü cennetinde bir ikinci ağaç daha vardı: Hayrın ve şerrin bilgisini simgeleyen ağaç. Diğer bir deyimle, İyilik ve Kötülük bilgisi ağacı... Dikkat edilirse burada Hayat Ağacımın birliğine karşı bir ikilikle çıkılmaktadır. Sanki insanlar iyinin ve kötünün (haynn ve şerrin) ne olduğunu bilmiyorlarmış gibi sadece bir yaşam fikri ortaya konulmuştur. İkincisinde ise aynı zamanda İyilik ve kötülüğü bilme fikri ortaya atılmıştır. İlke olarak olmasa bile, fiilen eksiklik olarak kabul ediliyor. İyilik ve kötülük anlamında olmak üzere eksi ve artı prensiplerinin hayatı meydana getirdiği konusu buradan ortaya çıkmaktadır. Buradan daha iyi anlıyoruz ki, OLUŞ’u meydana getiren güç tek güç değildir. En az iki güç, elektrikteki artı ve eksi benzeri, hayatı meydana getirmektedir. Bu bilgi Ağacı A dem ’in dünyaya sürülmesine sebep olmuştur. Buradan hareket ederek Hıristiyan mistisismi, dünyaya sürülüşünden dolayı, Isa’nın haça vurulması icap ettiğini savunmuştur. Çünkü bu sürülüşü, haça gerildikten yani kanuni döktükten sonra, inşam kurtarmakla gerçekleşti. Eğer Adem İyilik ve Kötülük Ağacı’nın meyvesinden yememiş olsaydı, Hz. İsa haça gerilmiyecek, dolayısıyla insanların kurtuuşuna sebep olacak kanım da dökmiyecekti. Zaten A dem ’in dünyaya sürülüşü Hıristiyan teolojisinde “düşüş” (cennetten kovulmak) olarak ifade edilir. İşte bu düşüşten tekrar onu kalkışa, yüksek düzeye çıkarmak için görev alan varlıklardan bir tanesi de Hz. İsa'dır.

T o u b les voyages cont iennent une p r o m e s s e * Car, le voyage est un e h e m i n e m e n t , une q u § t e arde nt e, d o u l o u r e u s e - c a r Ja m a i s eatisfaite - , une 4 p r euve quasi i n it ia ti que qui i m p l i q u e un pass a g e par le fe u du d â s i r et par l'eau d'une d 4 c o u v e r t e s a n s cesse renouvelde. C'est ainsi qu e le v o y ageur qui r d g u l i i r e m e n t , dep u i s plu$ de trente cin g a n s , r e v i e n t en T u r g u i e , d 4 c o u v r e a vec le c o e u r et les sens cet e z t r a o r d i n a i r e p a y e . 21 s 'apprivoise d ' a n n d e en ann4e, ave c un monde qui, des plu s an ciens villages n d o l i t h i ç u e s a u z ru in es immenses de a villes g r e c ç u e s , de la me r des g r a n d e s c o u p o l e s b l a n c h e s des mosqu4es o t toman es a u x vie’illes m a i s o n s de b o i s , n e c e s s e de l ' d m o u v o i r . Dans un cadre naturel g r a n d i o s e , au z p a y s a g e s d t o n n a m m e n t vari4s, c'est une e x t r a o r d i n a i r e s u c ce ss io n et s u p e r p o s i t i o n de c i v i l i s a t i o n s qui l'accueille, Cependant., de s N i t tit es au z S e l j o u k i d e s et au z Türce ottomrıns, des Grecs a n c i e n s â la Tu rq u i e m o d e r n e , signeset ^e^ mboleş^j ni^ versels ne c es s e n t de nous i n t e r p e l l e r p o u r son d e r la p r o f o n d e u r in6cnda l l e de X 'in t4 ri ori t4, A celui qui sait d c o u t e r ce langage secret et lire les signes se d 4 c o uv re , de van t les p i e r r e s d ' u n e ville enfouie qui se met â p a r l e r ou de van t l ' ha rmoni e d ' u n e m o s q u 4 e , le v d r it ab le p cu v o i r de s s y m b o l e s , lls ne sont pas e e u l e m e n t un r a c c o u r c i , un s i m ple c o n d e n s d de ce que les mot s et le la ngage q u o t i d i e n d n o n c e r a i t b e a u c o u p plus l o n g u e m e n t . Ils son t des s i g n e s qui f r a n e h i s s e n t les f r o n t i & r e s du sene. S i g n e s et s y m bo les f o r m e n t a i n s i un r o u a u m e auz m u l t i p l e s portes, c o m m e la mu sique, a u z f o r m e s v a r i d e s d l tnf i n i , e ng en d r e autant d * u n i v e r s , Que dire de v a n t la c a s c a d e de c o u p o l e s , quels mots vont c e r n e r l'humble signe t r a c d dans les c o l o n n e s de l'agora d' Eph&s'e, sinon lais s e r r d s o n n e r ce qui hab it e l ' h o m m e de to uj o u r s en p r o f o n d e u r ... A celui qui ne ces se d'Stre a t t e n t i f a u z si g n e s et a u z symbol es, sur les routee si va ri des de la T u r q u i e ou de tout pay s r4el ou i m a g i n a i r e , s ' i m p o s e c e p e n d a n t a u s s i İ ' e z i g e n c e de n o m m e r avec clartt*, " C on natt re les ch os es, c'est c o n n a t t r e les n o m s li di s a i t P l a t o n , Nommer, c'est â la f o i s c o n - n a î t r e et se r e c o n n a t t r e p a r d i f f d r e n c e avec ce qu'on nomme. D d c o u v r i r les s y m b ol es et n o m m e r avec p r deis io n, c'est r e t r o u v e r toutes les for c e s don t les c i v i l i s a t i o n s de l'Orient An ci en a va i e n t c h a r g d le n o m , Ca r ce ne son t pa s les c h o s e s qu i v i e n nen t â l' ez istence en r e c ev ant un nom, - c'est l ' h o m m e qu i e z i s t e dis lors qu'il leur en do nne un. Ainsi, signes et s y m b o l e s d p o u s e n t le j e u des f or mes , se g lİ 8se nt dans les mots de m a n i & r e p a r f o i s i n v i s i b l e ou p a r f o i s plus a ff ir md e. Le sy mb o l e est co mme le grain de s 4 n e v 4 q u i d e v i e n t ar bre im mense auz b r a n e h e s m u l t i p l e s , qui d o n n e un peu d ' o m b r e en face du soleil br ûlant du langage de la c o n n a i s s a n c e p u r e m e n t l i v r e s q u e ou de la Sc ie nce r a t i o n n e l l e , T 4m oin du b r a s s a g e des p e u p l e s et des c i v i l i s a t i o n s , comme il n'y en eut nulle par t a i l l e u r s , la Tu rq u i e ne c e s s e de nous f a s c i n e r ; Aussi, le vo yag e en Tu rq u i e est avant tout un r e t o u r a u z s o u r c e s de l'homme de toujour s, ave c ses û p r e u v e s , ses j oies, s e s a m o u r s , ses s ym bol es et ses mots. Ma i s le v o y a g e u r ne c e s s e r a d s d d c o u v r i r le plus beau des si g n e s qui est la d i g n i t 4 et l ' h o s p i t a l i t 4 a f f e c t u e u s e d'un p eu p l e de coeur, solide, tenace, f i e r et d ' u n e e z t r a o r d i n a i r e 8ensibilit4.

Tout au long de cet longu ea p â r â g r i n a t i o n s â tr ave rs la T u r g u i e r â e l l a et p r o f o n d e , c' est la p o r t e o u v e r t e , le a o e u r a t t e n t i f qui ont tou jo ur s 4 tâ, s a n s d â c e p t i o n au cune , le v â r i t a b l e symbole» Fiertâ, d i g n i t â et h o s p i t a l i t â d'un p e u p l e qui b a n n i t tout l a i s s e r - a l l e r et tout s a n s - g S n e . C ' e s t lâ la v â r i t a b l e r i c h e s t e que le mot ne peut dire q u ' a v e c p e i n e . L'ami v â r i t a b l e c r a i n t p o u r t a n t que le to uri sme i n d u o t r i e l et de m a s s e ne v i o l e ou n ' a l t â r e l'âme p r o f o n d e du p e u p l e • Lee vr ait amit v o u d r a i e n t qua le p e u p l e tuvc p u i s s e g a r d e r la f e u n e s s e la f i e r t â , l 1h o s p i t a l i t â d i s c r â t e et sans c a l c u l , la t o l â r a n c e , qui c o r r e s p o n d e n t au p l u s p r o f o n d de son Stre. C ' e s t lâ san a d o u t e l* signe et le 8 y m b o l e le p l u s â c l a t a n t de la r i c h e s s a que la T u r q u i e nous m a ­ ni f s s t e. La T u r q u i e p r o f o n d e q u e nous a i m o n s ne e e s s e r a de nous dire lea vers du M a v l a n a Djalal od Din Rumi, i n s c r i t s au f r o n t o n de son mau8olâe â KÖKÇÜ ; " G e l t gel,,, Viens qui que tu sois, C r o y a n t ou i n c r o y a n t , Viene. C ' e s t ici la d e m e u r e de l ' e s p o i r . "

Renâ Xavier NAEGERT Professeur - Strasbourg

2990

M A K A L E ’n in T E R C Ü M E S İD İR

Seyahatlerin hepsi de, insanda bir um udun yeşermesine yo! açmaktadır. Zira se­ yahat, hem ilerilere doğru bir yo l atış, hem zorluk ve üzüntünün eşlik ettiği bir arayış -zira insanı hiç bir zam an tatmin edememektedir- hem de, tek/ar tek/a r tazelenip tektvr teh tır canlanır yapıda olan arzu ateşinin zoruyla ve m eçhul bir şeyleri gün ışığına çıkarma um udu­ nun dürtüsüyle yolla/w dilşme cudamına gelen bir tür inisiyatik denemedir. O tuz beş yıldır düzenli şekilde Türkiye’y e gelmekte olan heri, bit olağanüstü ülke­ yi, gönül ve duyularımla işte bu anlam da tanıyıp keşfetmekteyim. N eolitik çağa ait köylerin en eskilerinden, antik Y u n a n ’a ait şehitlerin o m uazzam kalıntdanna ve de Osmantı camile­ rinin oluşturduğu dev kubbe deryasından, şirin ahşap binalara ka d a r uzanan ve kendisini heyecandan heyecana sürükleyen böylesine esrarengiz bir âleme h er yıl biraz daha atışmak­ ta o insan. Hayret uyandıracak kadar çeşitlilik arz eden manzaralara sahip görkemli bir do­ ğal çerçeve içerisinde, insan kendini, dalgalar m isali birbirinin üzerine katlanmış otan hari­ ka uygarlıklar cüm büşü içinde bulmaktadır. A m a hepsi de evrensel işa re t ve sem bol mesabesinde bulunan Hititler, Selçuk­ lular, Osmanlılar, eski Yunan ve m odem Türkiye, bizi yine de, derinilin o içine nüfuz edile­ m ez nitelikli enginliklerini sondalamağa da\>et etmektedir. B u gizli lisanı dinlemeyi ve bu sem bolleri okum ayı biten bir kimsenin karşısında, toprak anarım sinesine göm ülü haldeki antik bir kente ait surların dili birden çözü/üvennekte, camilere şekil vermiş olan o ahenk de stm m derhal gözler önüne setivennektedir. S em boller böylesine b ir kudrete sahiptirler İş­ te. Bunlar, günlük lisanla anlatılmağa kalkışıldığında insana ciltler dolusu söz söyleten her­ hangi bir şeyin ö z ve özet haline getirilmiş bir anlatımı değildirler sadece. Bunlar, anlamın sınırlarını da aşıp geçen işaretlerdir. Sonsuzluk terimiyle ifade edilebilecek kadar çok sayıda anlatım biçimine sahip bulunan ve bu özelliği sayesinde bir o k a d a r d a âleme hayat \vtebiten m üzik gibi, İşaretler ve sem boller de, kapdan sayılamayacak ka d a r çok olan bir sırlar âlemi m eydana getirmektedirler. Yığınlar hafindeki cam i kubbelerinin karşısında insan neler 'mırıldanabilir dersiniz... E fes’deki agora’run sütunlarına nakşedilm iş olan o basit ve sade işaret için, insanın iç vatlığında her devirde yer tutm uş olan duyguyu yansıtmaktadır, dem e­ nin dışında başka ne denilebilir ki... Türkiye’nin veyahut da başka herhangi bir gerçek veya hayalî ülkenin m uhtelif yollarında seyahat ederken işaretlere ve sem bollere dikkati hiç elden bırakmayan bir kim ­ se, her şeyi açık seçik bir şekilde adlandırma zaruretiyle yine de y ü z yüze gelmektedir. Eflâtu n ’un ifadesiyle "Eşyayı tcuumak demek, onların adlarım bilm ek dem ektir.M B ir kim senin bir şeyi adlandırması demek, aynı anda hem onu, hem de onunla kendisi arasındaki fark vasıtasıyla kendisini tanıması dernektir. Sem bolleri çözümlem ek su­ retiyle açık seçik şekilde adlcmdtnnak dem ek ise, eski Doğu uygaritkUınnrn isme yüklem iş ol­ duktan her türlü gücü tekrar su yüzüne çıkarmak dernektir. Zira eşya, adıyla birlikte meyda­ na gelmiş değildir, ona o adı hayatlar insan vermiştir. İş a re tle r ve semboIler,/ö/7/ı/a/7/j gerekti kıldığı kurallara uym akta ve de kelimele­ rin içine bazen p ek göze götiinm ez tarzda, bazen de daha belirgin bir anlam yüklenm iş olarak işlemektedir. Sem bol, gelişip boy attığında çok dallı m uazzam bir ağaç haline gelen, bu haliy­ le de salt kitabî bilgi ifadesi veya a klî bilim dili görünüm ündeki yakıcı güneşin altında az bu-

Related Documents

Semboller 1
March 2021 0
1-1
January 2021 2
Section 1 -introduction 1-1
February 2021 2
1
January 2021 2
1
January 2021 2

More Documents from "Rohan Mehta"